Hadis Kitapları > Müslim > İman Bahsi 3

Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, [209] Süheyl'den [210], o da Abdullah b. Dinar'dan, o da Ebû Sâlih'den [211] , o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet eyledi. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem):


«imân yetmiş küsur yahud: altmış küsur şubedir. Bunlar>n efdali (Al-lahdan başka ilâh yoktur) demektir. En aşağısı ise yoldan eziyet verecek şeyieri gidermekdir. Hâyâ da imanın bir şu'besidir.»


Bu hadîsi Buharî «Altmış küsur» lafzıyla seksiz olarak rivayet etmiştir. Ebû Davûd, Tirmizi ve diğer bazı zevat da onu Süheyl tarikinden «yetmiş küsur lâfzıyls seksiz olarak rivayet etmişlerdir. Müslim'in buradaki rivayetinde râvi Süheyl, yetmiş küsur mü yoksa altmış küsur mü buyurulduğu hususunda şek etmiştir.


Burada : «Hâyâ da imanın bir şu'besidi buyurulmuş; diğer rivayette:


«Hâyâ imandandır.» başka bir rivayette: *


«Haya ancak hayır getirir.» daha başka bir rivayette:« «Hayanın hepsi hayırdır.» denilmiştir.


Haya: İstihyâ yani utanmak manâsına gelir. Lügat ulemasına igöre istihyâ, hayattan alınmıştır. Utanmak manasına gelen haya, hissin kıivvet ve letafetindedir.


Ebu'l-Kaasim Cüneyd-i Bağdadi hazretleri hayayı; şöyle ta'rif etmiştir :


«Allah'ın ni'metlerîni ve kulluk babında yapılan kusurları göirerek bunların arasında meydana gelen hâle haya derler.»


İbni Salâh'a göre:


«Haya, kötülüklerden ve hukukda kusurdan men'eden bir


Zemahşeri ise :


«Haya, kendisiyle zemmolunan şeyi yapan kimseye ânz olan bîsjl değişme ve kırgınlıktır.» diye ta'rif eder.


Her hayanın mutlak surette hayır olması ve hayâmn ancak hayır getirmesi meselesini bazı ulema müşkil sayarlar. Çünkü, utanan kimse bazen pek hürmet ettiği bir kimse ile karşılaşır da ona emri bil ma'rufu yapamaz. Bazen de haya kendisine bazı hakları ihlâl ettirir. Bu ve emsali hâller âdeten ma'lum olan şeylerdir.


Yukarıdaki müşkile ulemadan İbni Sa1âh'in da dahil olduğu bir cemaat şu cevabı vermişlerdir: Zikredilen bu mâni' hakikatte haya değil, acizlik ve gevşekliktir. Gevşeklik hayaya benzetilmek suretiyle ona bazı yerlerde mecazen haya demişlerdir.


Eziyet veren şeylerden murad: yol üzerindeki diken, taş ve molefc gibi şeylerdir.




59 — (36) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe ile Amru'n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den, o da Sâlim'den [212] o da babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş: — Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bir adamı kardeşine haya hakkında nasihat ederken işitti; de: «Haya imandandır.» buyurdular.


Bu hadîs müttefakun aleydir. Buhâri 'nin rivayetinde: « «o » «Bırak onu» ifâdesi de vardır. Onu Ebû Dâvu-d, Tirmizi ve Nesaî dahî tahric etmişlerdir.


Haya hakkındaki nasihatten murad: Niçin utanıyorsun diye onu tek-" dir ve çok utanmanın iyi bir şey olmadığını kendisine anlatmasıdır [213] Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bunu görünce hemen müdâhale etmiş; ve:


«Bırak onu! Zira haya imandandır.» buyurarak utanmanın fena bir şey olmadığını, kendisine tenbih etmiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Haya imandan bir cüz olunca, hayasızın imanının bir kısmı yok demektir. îman bir bütün olup parçalanmayı kabul etmediğine göre imanının bir kısmı noksan olan kimsenin dinden çıkması lâzım gelmez mi? İmansızlık küfür değil midir? Bu suâlin cevabı şudur:


Haya imanın hakikatinden değil, kemalindendir. Bir şeyin kemalinin bulunmaması ise o şeyin bulunmamasını istilzam etmez. Evet, ameller imanın hakikatinde dahildir; diyenlerce işkâl yine baki ise de muhakkik ulemadan buna kail olan yoktur.


Kötülüklerden ve bilcümle utanç verecek şeyleri yapmaktan kaçınmaya teşvik; nasihatin ancak yerinde olduğu zaman nazar-ı i'tibara alınacağı; yersiz nasihatten men'etmenin lüzumu bu hadîsin delâlet ettiği fai-


deler cümlesindendir.




(...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrazzak rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer* [214] Zühri'den bu isnadla haber verdi; ve:


— -Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) Ensardan, kardeşinej nasihat eden bir zâtin yanma uğradı» dedi:




60 (37) — Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile Muhammed b. el-Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız îbni'I-Müsemıâ'mndır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Kâtâde'den naklen rivayet etti. Katâde demiş ki: Ben Ebu's-Sevvâr'ı [215] anlatırken dinledim. Kendisi İmrân b, Husayni [216] Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in:


«Utanmak hayırdan başka bîr şey getirmez.» buyurduğunu rivayet ederken işitmiş. Derken Büşeyr b. Kâ'b:


«Hakikaten bazı utancın vakar bazısının da sekinet olduğu hikmette yazılıdır,» demiş. Bunun üzerine imrân:


«Ben sana Resulüllah (Sallallahü A leyhi ve Seilem) 'den hadîs rivayet ediyorum. Sen bana sahifelerinden bahsediyorsun.» mukabelesinde bulunmuş.


Az yukarıda da arzolunduğu vecihle bu hadîs müşkül görülmüştür. Çünkü bazen utanmak, sahibini ifrata götürerek onun A11ah'a karşı vazifelerini görmesine mâni' olur; böyle bir hayada hayır olmadığı ma'-lumdur. İbni Salâh bu işkâle cevap vermiş; mezkûr hayanın hakikatte haya değil aciz ve gevşeklik olduğunu beyân etmişse de Müslim sarihlerinden Ebû Abdil1âh Muhammed eî-Übbî, gerek İbni Salâh'in gerekse hükemânın hayayı tefsirlerinden bu-radakinin hakikaten haya olduğunu anlayarak işkâle şöyle cevap veriyor:


«Eğer haya kelimesinin başındaki edat (lâmi ta'rif) umum edatı olarak kabul edilirse bu hadîs âmm-ı mahsustur. Edatın umum için geldiği kabul edilmezse, hadîs bir kazıyye-i mühmeledir. Kazıyye-i mühmele, eüz'iyye kuvvetindedir. îki kazıyye-i cüz'İyye arasında ise tenakuz yoktur. Çünkü ma'nalan şöyle olur: Bazı haya hayırdan başka bir şey getirmez; bazı hayada hayır yoktur.


Bu mesele müteâkib hadîsin şerhinde biraz daha izah edilecekt r.




61 — (...) Bize Yahya b. Habib [217] el-Hârisi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâmmâd b. Zeyd, İshâk'tan [218] ~ki İbni Süveyd'dir— naklen Ebû Katâde'nin [219] (şunu) tahdis ettiğini anlattı. Ebu katade demiş ki:


— Aramızda Büşeyr b. Kâ'b'da bulunduğu halde bizden bir cemaatla birlikte tmrân b. Husayn'm yanında bulunuyorduk. İşte o gün İnırân bize hadîs rivayet ederek dedi kî:


— Resulüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem):


«Hayanın hepsi hayırdır.» Yahud: «Hayanın bütünü hayırdır.» buyurdular. Derken Büşeyr b. Kâ'b :


— Biz hakikaten tazı kitaplarda yahud hikmette: bir kısım bayanın sekİnet ve Allah'a ta'zim olduğunu görüyoruz; ama onun zaif olanı da var, dedi. Bunun üzerine İnırân kızdı. Hatta gözleri kıpkırmızı oldu. Ve şunları söyledi:


— Bana bak! Ben sana Resulâllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem)'den hadîs rivayet ediyorum; sen buna i'tiraz ediyorsun ha?


İmrân hadîsi, Büşeyr de kendi sözünü tekrarladılar durdular. İmrân (iyice) küplere bindi. Biz de (İmrânı teskin için) Büşeyr hakkında boyuna :


— O gerçekten bizdendir ya Ebâ Nüceyd! O zararsızdır., diyorduk. Raht: İçlerinde kadın bulunmamak şartiyle sayıları ondan aşağı olan


erkekler cemaatidir. Bu lâfızdan bir kişi için müfred bir kelime yoktur.


Cem'i: Erhut, erhât, erâhit ve erâhît gelir. Bir kimsenin kavmu kabilesine de raht denilir.


îmrân (Radiyallahu anh) 'm Hz. Büşeyr'e kızarak inkârda bulunması : Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in :


«Hayanın hepsi hayırdır.» buyurmuş olduğunu işittiği hâlde yine: «Ha-yânın bazısı zaiftir.» iddiasında bulunduğundanü.ır. Sünnetin karşısında başka bir söze tahammül edememesi yahud kalbinde şüphesi olanlar böyle felsefi yollara saparlar korkusu ile inkâr etmiş olması da ihtimâl dahilindedir.


Übbi'ye göre hadîsle hükemanm sözü arasında muâraza öncak Haya kelimesinin başındaki harf-ı ta'rif umum edatı olarak kabul edildiği zaman tahakkuk eder. Zira bu takdirde hadîs :


«Her utanmada hayır vardır.» ma'nasına gelir. Hükemanın sözü ise : «Bazı utanmada hayır yoktur.» kuvvetindedir. Salibe-i cüziyye, mûcibe-i kulliyyeyi nakzeder. Az yukarıda bu bâbta muhtelif sözler söylendiğin hatta hadîsin bir kaziyye-i mühmele olması ihtimali üzerinde durulduğunu görmüştük. Binaenaleyh Hz. İmrân'm inkârına sebeb olarak söylenecek en doğru söz Übbi'ye göre dahi Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve SellemYm hadîsine karşı hükemanm sözünün zikredilmesidir. Nitekim Hz. İmrân'in:


«Ben sana Resûlüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve SeUeın)'âen hadîs rivayet ediyorum; sen bana kendi sahifelerinden bahsediyorsun.» sözü de buna delildir.


Hz. Büşeyr'in işaret ettiği hükema kavline gelince :


Hükemaya göre her fazilet mutlaka mezmum iki tarafın yani ifratla tefritin ortasıdır. Nitekim Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) de:


«Umurun en hayırlıları ortalarıdır.» buyurmuşlardır. Meselâ: İlim bir fazilettir. Bu fazilet ifratla tefritin ortasmdadır. Onun ifrat tarafı dehâ, tefrit tarafı da belâdet yani akılsızlıktır. Dehâ mezmumdur. Çünkü hileye götürür. Akılsızlığın kötü bir şey olduğu ise beyandan müstağni dir. [220] Şecaat da bir fazilettir. Bu faziletin ifrat tarafı, tehevvür; tefrit tarafı da korkaklıktır. Tehevvür çirkindir. Çünkü tehevvür bir işin sonunu düşünmeden hareket etmektir, ki zulme ve nefsi tehlikeye götürür. Korkaklık da çirkindir. Zira malı ve cam korumaktan meneder. Tam yerinde ölmekten meselâ harpde şehid olmaktan kaçmayı emreder.


Hâsılı hükema bütün faziletleri böyle ifratla tefrit arasıdır diye takrir ederler. Haya denilen utanma'da bir fazilet olduğuna göre onun da ifrat ve tefrit tarafları vardır. Hayanın ifrat tarafı haver yani gevşekliktir. Tefrit tarafı ise halâat yani başına buyrukluktur. Gevşeklik çirkindir. Çünkü vazifeyi terketmeye ve bir çok hayırlı işleri yapmamaya sebeb oîur. Başına buyrukluğun çirkinliği ise meydandadır.


ifâdesi asıl nüshalarda böyledir. Buna Nahiv uleması: «Ekelûnî el-berâgîs» lügati derler. Çünkü bir fiil yalnız bir faile isnad olunduğu için fail tesni-ye veya cemi' olduğu zaman âmiline tesniye ve cemi' alâmeti takılmaz. Hadîsimizde ise fail tesniye olduğu gibi fiilin sonuna da tesniye alâmeti takılmıştır. Beni Tayy ve Benî Haris gibi bazı arap kabileleri bunu yaparlardı. Böyle cümleler iki suretle halledilirler:


1- îsmi zahir, muzmerin bedelidir. Yani ihmerrâ fiilinin faili, sonundaki (tâ) dır. (Aynâhu) kelimesi ise (tâ) zamirinin bedelidir.


2- İsmi zahir mübteda-i muahhar; zamir-i muttasılla birlikte fiilde haber-i mukaddemdir. Yani ibaredeki (Aynâhu) mübtedâ, (ihmerratâ) cümlesi de haber-i mukaddemdir.


Maamafih hadîs» Ebû Davud 'un «Sünen»inde; şeklinde de rivayet olunmuştur.


«O gerçekten bizdendir; o zararsızdır.» ifadesinden murâd: «O münafıklık veya zındıklıkla yahud bid'at gibi bir şey ile itham olunan, ehl-i sünnete muhalif kimselerden değildir.» demektir.


Bize İshâk b. tbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize en-Nadr [221] haber verdi. (Dedi ki): Bize Ebû Neâmete'l-Adevi [222] rivayet etti. Dedi ki: Huceyr b. er-Rebî'el-Adevi'yi, tmrân b. Husayn'dan, o da Peygamber


(Sallallahü Aleyhi ve Sc//emJ'den naklen Hammâd b. Zeyd hadîsi tarzında söylerken işittim.




13- İslamın Vasıflarını Toplayan Hadis Babı



62 — (38) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe ile Ebû Küreyb [223] rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Nümeyr [224] rivayet etti. H.


Bize Kuteybetü'bnü Said [225] ile îshak b* İbrahim dahi hep birden Cerir'den [226] rivayet ettiler. H.


(Yine) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme [227] rivayet eyledi. Bunların hepsi Hişâm h. Urve'den [228] o da babasından, o da Süfyan b. Abdillahi's-Sekafi'den [229] naklen rivayet etti Süfyân şöyle demiş:


— Dedim ki Ya Resulâllah! İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu senden sonra hiç bir kimseye sormayayım. Ebû Üsâme hadîsinde: senden başkasına (sormayayım) şeklindedir. Besulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Allah'a îman ettim de, ve dosdoğru ol!» buyurdular.


Yukarıdaki hadîs hakkında Kaadî Iyâz şunları söylemiştir.


«Bu hadîs Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin CevamiVl-kelim (az sözle çok ma'na ifâde eden) sözlerindendu*. Hadîs, Teâ1â Hazretlerinin


Rabbimiz Allah'dir; dedikten sonra istikamet yolunu tutanlar...» yani A11ah'ı tevhid ile ona iman ettikten sonra istikamet yolunu tutan, ve ölünceye kadar Teâ1â Hazretlerine tââtı iltizam ederek tevhidden sapmayanlar... Fussüet: 30 âyet-i kerimesine uygundur. Ashab-ı kiramın ekseri müfessirleri ile onlardan sonraki müfessirler zikrettiğimiz bu kavli iltizâm etmişlerdir. Hadîsin ma'nası da İnşâllahu Teâlâ budur.


Sultanu'l-Müfessirin İbni Abbâs (Radiyallalıuanh)


«Sen hemen emrolunduğun vecihle müstakim ol. Hûd: 112: ayet-i kerimesi hakkında şöyle demiştir :


— Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve SeİIem) 'e bütün Kur'an'-, da, bu âyetten daha şiddetli ve meşakkatli bir âyet daha nazil olmamıştır. Bundan dolayıdır ki, ashab-ı kiram: (sana ihtiyarlık çabuk geldi.) dedikleri vakit. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):


— Beni hûd süresiyle arkadaşları ihtiyarlattı.» buyurmuşlardı.


Üstâd Ebu'l-Kaasim el-Kuşeyri, risalesinde istikameti şöyle ta'rif etmiştir: İstikâmet bir derece olup, her şeyin kemâli ve tamamı onunladır. Hayır ve hasenatın husul bulması ve nizamı onun vücuduna bağlıdır. Hâl-ü tavrında müstakim olmayan kimsenin çalışıp çabalaması boşunadır. Derler ki: istikâmet sahibi olmaya ancak büyükler takat getirebilirler. Çünkü istikâmet ma'hud harc-ı âlem şeylerin dışına çıkmak, rusûm ve âdetlerden ayrılarak doğruluğun hakikati ile Allah Teâîâ'mn divânına durmaktır. Bundan dolayıdır ki Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem); «İstikâmet sahibi olun ama onu layıkiyle beceremezsiniz.» buyurmuştur. Bu hadîsi Tirmizi de rivayet etmiştir. Onda şu ziyade de vardır.


«Yâ Resul âllahî Benim için en ziyade korktuğun şey nedir? dedim.» Resulüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) dilini tutarak:


«Şudur.» buyurdular.


Evet hadîs-i şerif Kaadı îyâz (Rahimehullah)'m dediği gibi cevâmi'u'l-kelimdendir. Çünkü Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 23 senede bütün tafsilatıyla anlattıklarım bunda hulâsa etmiştir. İstikâmetin iman üzerine sümme ile atfedilmesi onun derecesinin ikrar derecesinden uzak olduğuna işaret içindir. Ancak buradaki uzaklık zaman itibariyle değil rütbe farkı itibariyledir; ve istikâmetin rütbesi daha yüksektir. Zira istikâmet, taatlere ve sadâkata devamdır.


Bazıları buradaki uzaklığı zamana hamlederek kâfirlerin fürü-i imanla yâni amellerle muhatab olmadıkları hükmünü çıkarırlar. Çünkü hadîs-de evvelâ iman sonra istikâmet emredilmiştir.




14- İslamın Fazilet Yarışmasını ve Hangi Umurunun Daha Faziletli Olduğunu Beyan Babı



63 (39)- Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys [230] rivayet eyledi. H.


Bize Muhammed b. Rumh [231] b. el-Muhâcir rivayet*(Dedi ki): Size Leys, Yezid b. Ebi Habib'den [232], o da Ebuİ-Hayr'dan [233] o da Abdullah b. Amr'dan naklen haber verdi ki:


— Bir adam Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):e:


— îslâmın hangi hasleti daha hayırlıdır? diye sormuş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Yemeği yedirir ve tanıdığın tanımadığın herkese selâm verirsin.» buyurmuşlardır.


Bu hadîsi Buhari iman bahsinin müteaddid yerlerinde tahric ettiği gibi, Ebû Davûd Edeb bahsinde Nesai imanda, İbni mâceet'inıe bahsinde rivayet etmişlerdir. Bütün râvilerinin Mısırlı ve her birinin büyük birer imam olması ender rastlanan garâibdendir.


Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e sual soran zâtın kim olduğu kat'iyetle ma'lûm değilse deHz. Ebû Zerr el-Gıfârî olduğunu söyleyenler vardır.


İnsanların bir birlerini sevip saymaları islâmın bir nizamı ve şeriatın bir rüknü olduğu için Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mezkûr nizamın sebebini teşkil eden yemek yedirme, selâmı ifşa ve birbirine hediyye gönderme gibi şeylere teşvik etmiş; Bunların zıddı olan ku-şuşme, tecessüs, kovuculuk ve iki yüzlülük gibi şeylerden nehi buyurmuştur. Burada yalnız iki şeyi zikretmesi, soran kimsenin onları hakkıyla ifâ etmediğini bildiğindendir. Çünkü Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz anladığı şekilde cevap verirlerdi. Yoksa yemek yedirmekle herkese selâm vermek mutlak suretde hayır sayılamazlar. Hadîsin ikinci rivayetinde :


«Elinden ve dilinden müslünıanların emin oldukları kimsedir.» şeklinde cevap vermesi de soranın hâline nazarandır. Bu hadîsden çıkarılan faideler:


1- Hadîsde yemek yedirmeye teşvik buyuruluyor ki, bu da cömertlikle güzel ahlâkın emâresidir. Ayni zamanda muhtaçlara yardım ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)in A11ah'a sığındığı açlığı bertaraf mânâlarını da tezammun eder.


2- Hadîs-i şerif selâmı ifşaya teşvik ediyor. Bunda da müslüman-lara kargı mütevâzi' davranmaya, onların kalplerini kazanmaya, müslü-manların birleşmelerine ve birbirlerini sevmelerine teşvik vardır.


3- Hadîsde selâmın tamim edilmesine işaret vardır. Büyüklenenle-rin yaptıkları gibi selâmı gözünün beğendiklerine vererek beğenmediklerine vermemek asla doğru bir hareket değildir. Çünkü bütün mü'min-ler bir birinin kardeşi olup kardeşliğe riâyet hususunda müsavidirler. Ancak bu umum, müslümanlara mahsustur. Kâfire ibtidâen selâm verilmez. Zira Peygamber (Sallallahü- Aleyhi ve Seilem): «Yahudilerle hıristiyanlara evvelâ siz selâm vermeyin. Yolda onlardan birine rastlarsanız onu yolun dar tarafına sıkıştırın.» buyurmuştur.


Fâsık ise başka bir delille bu umumdan tahsis edilmiştir. Hâli şüpheli olan kimse ise hakkında tahsis sabit oluncaya, kadar hadîsin umumunda dâhildir. Acaba neden Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bu hadîsde iki şeyi hassaten zikretmiştir? Bu suâlin cevabı şudur:


İyi ameller, biri mâli diğeri bedeni olmak üzere iki kısım olduğundan yemek yedirmeye teşvik ile mâli olanlara, selâm vermekle de bedeni amellere işaret buyurmuştur. Daha başka türlü cevap verenler de vardır.




64 — (40) Bize Ehu't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Şerh el-Mısri rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ibni Vehb [234], Ami b. el-Hâris'-den [235], o da, Yezid b. Ebi Habib'den, o da Ebu'l-Hayr'dan naklen haber verdiğine göre Ebu'1-Hayr Abdullah b. Amr b. Âs'i şöyle derken işitmiş:


— Bir adam Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'e: .Müslümanların hangisi daha hayırlıdır? diye sordu. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem);


«Elinden ve dilinden müslümanların emin olduğu kimsedir.» buyurdular.


Bu hadîsi biraz ziyâde ile Buhâri, Ebu Dâvûd, Nesi îbni Hibban ve Hâkim tahric etmişlerdir.


Hadîsdeki (el) den murad hakiki el de ma'nevi el de olabilir. Bir kİrr -senin malım haksız yere istilâ etmek onu ma'nen elinde bulundurmakdır. Hadîs-î şerif:


«Müslümanların en hayırlısı, bir müslümana sözle ve fiille eziyet vermeyen kimsedir.» ma'nasınadır. Elin zikredilmesi ekseri işler onunla görüldü-ğündendir.


Müslümandan murad da kâmil müslümandır. Yoksa bu sıfatta olmayan kimse müslümanlıktan çıkar demek değildir. Araplar:


«Âlim, Zeyddir; mal devedir.» derler. Bundan maksadlan:


«Kâmil alim Zeyddir; makbul mal devedir.» demektir. Yani cümlede hasır değil tafdil vardır.


Bu hadîs dahi cevami'u'l-Kelimdendir. Ei ile dilin hassaten zikredilmeleri, çok kullanıldıkları içindir.




Hadisden Çıkarılan Faideler:



1- Hadîs-i şerif ne ile olursa olsun müslümana eziyyet vermeyce yasak ediyor.


2- Hadîs «Müslümanın noksanı olmaz» diyen mürcie taifesi vab-ı reddir.


3- Günahları terk ile menhiyyattan kaçınmaya teşviktir.


Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Ta'zir, te'dib ve hadd-i şelf'iyi ikamede eziyyet yokmudur; bunlar niçin meşru' olmuşlar?


Cevab şudur: Bunlar bil icmâ' bu hadîsin umumundan çıkarılmışlardır. Yahud bunlar eziyyet değil, ileride kendileri için selâmeti aramaktır. Hadîsde müslümanlar tağlib yolu ile zikredilmişlerdir. Yoksa müslüman kadınlara ve zımmilere eziyyet de yasaktır.




65 — (41) Bize Hasen el-Hulvânî ile Abd b. Huroeyd hep birden, Ebû Âsım'dan [236] rivayet ettiler. Abd dedi ki: Bize Ebû Âsim, tbni Cüreyc'den [237] naklen haber verdi ki, İbnî Cüreyc Ebu'z-Zübeyr'i [238] şöyle derken işitmiş:


— Câbir'i dinledim: Peygamber (Sallaüahii Aleyhi ve SeHem)*i: «Müslüman, elinden ve dilinden müsiürnanların emin olduğu kimsedir.» buyururken işittim diyordu.




66 — (42) Bana Said b. Yahya b. Said eî-Emevi [239] rivayet etti. De-ti ki: Bana babam rivayet ett.i (Dedi ki): Bize Ebu Biirdete'bnü Abdiî-lâh [240] b. Ebi Bürdete'bni Ebî Musa, Ebû Bürde'den [241] o da Ebû Mûa' [242] dan naklen rivayet eyledi. Ebu Mûsâ demiş ki:


— Yâ Resulâllab! îslâm(a dahil olanlar)m bangssi daha hayıriıdır, dedim. Eesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :


«Elinden ve dilinden Müslümanların emin olduğu kimsedir.» buyurdular.


Bana bu hadîsi İbrahim b. Said el-Cevheri [243] dahi rivayet


etti.


(Dedi ki): Bize Ebû Üsâme [244] rivayet etti. Dedi ki:


— Bana Büreydü'bnü Abdülâh bu isnâdla rivayet etti. Hesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e müsiümanların hangisi daha efdaldır?diye soruldu diyerek bu hadîsin mislini anlattı.


Bu hadîsi Buhâri ile Nesâide iman bahsinde tahriç etmişlerdir. Buhâri onu aynen buradaki senediyle tahric etmiştir. î ir-mizi ise Zühd babında rivayet etmektedir.


Senedinin hep Kûfe'li râvilerden müteşekkil olması ve bir sefeide ayni künyeyi taşıyan iki tane râvi bulunması, isnadının letâiünde|ı sayılır.


Burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e suâl soran Hz. Ebû Musa' el-Eş'arî 'dir, Müs1im'in bir rivayetinde ve Hasan b. Süfyân ile Ebû Ya'lâ'nın «Müsned» lerin-de soranların bir kaç kişi oldukları anlaşılıyorsada bu rivayetlerin arasında birbirine muhalefet yoktur. Çünkü «Sorduk» şeklindeki cem'i rivayetinde de Ebu Musa (Radiyallahu anlı) soranların içinde dâhildir.


Görülüyor ki hadîsin bir rivayetinde:


«İslâmm hangi hasleti daha hayırlıdır?» diye sorulmuş; Una: «Yemeği yedirirsin ve tanıdığın tanımadığın herkese selâmı verirsin»| üiye


cevap verilmiş; diğer rivayetinde:


«Müslümanların hangisi daha hayırlıdır?» denilmiş; buna da:


«Elinden ve dilinden müslümanların emin olduğu kimsedir.» şeklinde cevap verilmişt


Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi «Müslümanların en hayırlısı kimdir?» suâline muhtelif cevaplar verilmesini ulemâ soranların hâline hamletmış-lerdir. Meselâ; bir yerde yemek yedirmekle, selâm vermek ihmâl edildiğinden onları teşvike ihtiyâç hasıl olmuş; başka yerde müslümanlara eza etmekten sakındırmaya lüzum hasıl olmuştur.




15 - Kendileriyle Vasıflanan Kimsenin İmanın Tadını Bulduğu Hasletlerin Beyanı Babı



67 -(43) Bize İshâk b. İbrahim [245] ile Muhammed b. Yahya b. Ebi Ömer ve Muhammed b. Beşşâr toptan Sekafî [246] den rivayet ettiler, tbni Ebî Ömer dedi ki: Bize Abdülvebhâb, Eyyûb'tan [247], o da Ebû Kı-lâbeden [248], o da Enes'dcn, o da Nebiy (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet eyledi. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Üç şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse imânın tadını bulur,


1- Bir kimseye Allah ve Resulü, başkalarından daha sevgili olmak.


2- Bir kimse sevdiğini yalnız Allah için sevmek.


3 - Bir kimseyi Allah küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dön-mekden, ateşe atı İm ak dan tiksindiği gibi tiksinmek.» buyurmuşlar.


Hadîsin bir rivayetinde (Küfre dönmekten) ibaresinin yerine:


Yanutl' veva hırîstiyan olmağa dönmekten...» buyurulmuştur.


Bu hadîsi Buhâri ile Müslim bilittif ak Muhammed b. el-Müsennâ 'dan ayni isnadla tahric etmişlerdir. Buhâri onu müteaddid yerlerde az çok lâfız değişikliklerile rivayet ettiği gibi ayni hadîsi Tirmizi ile Nesâi dahi tahric etmişlerdir.


İmam Muhy iddin Nevevî:


«Bu hadis-i şerif İslâmm esas kaidelerinden büyük bir kaidedir.» demiştir. Buharı sarihlerinden Bedrüddin Ayni bu söze şunları ilâve etmektedir:


«Nasıl büyük bir kaide olmasın ki; bu hadîsde imanın aslını hattâ aynini teşkil eden Allah ve Resulüllah sevgisi vardır. Hakikatte Allah ve Resulüllah sevgisi, Allah 'dan başkasını sevmemek ve küfre dönmekten tiksinmek: imam haddizatında kuvvetli, kalbi imana yatkın ve imam etiyle kanına karışmış olan kimselere müyesserdir. İşte imanın tadını bulacak dan ancak bunlardır.»


U\em&(Rahimehumüllah): «İmanın tadından murâd, ibâdet ve tâatları lezzetli görmek, Allah ile Resulü 'nün rızalarını kazanmak ııçin meşakkatlara tahammül göstermek; ve bunları dünya menfaatine tercih etmekdir.» diyorlar.


Kulun A11ah'ını sevmesi, onun emirlerine uyarak ibâdet ve tâat-ta bulunması; muhalefet göstermemesi dir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i sevmek de öyledir. Onu sevmek şeriatını benimsemekle olur.


Bu bâbta Kaadî Iyâz şunları söylemiştir:


«Allah'ı sevmenin ma'nası, ona tâat hususunda istikaamet sahibi olmak ve her hususda emir ve nehiylerini benimsemektir. Maksad bu sevginin semereleridir. Çünkü sevginin aslı, sevgilinin arzusuna muvafık olan şeye meyletmektir. Halbuki Allah Teâlâ hazretleri meyletmek-den ve kendisine meyledilmekden münezzehdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i sevmeye gelince: onda meyi caizdir. Zira insanın muvafakat gösterdiği şeye meyletmesi, ya beğendiği için olur; güzel şekil ile iştiha açıcı yemeklere meyli gibi, yahud aklıyla lezzet aldığı ahlâk ve ma'nalar olduğundandır. Zamanlarına erişmese bile ulemâ ve su-lehâyı sevmek gibi. Yahud da kendisince iyilikde bulunduğu ve zararını giderdiği içindir, ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında bütün bu ma'nalar mevcuddur. Yani onun zahir ve bâtını kâmildir. O bütün faziletleri şahsında toplamış, bütün müslümanları hidâyete kavuşturmak suretiyle kendilerine ihsanda bulunmuştur.


«İmanın tadını bulur,» ifadesinde kinaye suretiyle istiare vardır. Çünkü tad yalnız yenilen şeylerde olur. İman yenilen şeylerden değildir. Binaenaleyh burada mecaz vardır. Ve iman bala benzedilmiştir; aralarındaki vasf-ı müşterek ve vech-i şebeh lezzet duyma ve kalbin meylidir. Buna istiâre-i mekniyye derler. Müşebbeh zikredildikten sonra ona mü-şebbehün bihin levazımından olan tad, tehayyül suretiyle izafe edilmiş; ve bir îstiâre-i tahyiliyye meydana gelmiştir.


Cüney^d-i Bağdadi (Rahimehuüah) : Geceleyin ibâdet edenler için ibâdet, eğlence sahipleri için eğlence yapmaktan daha lezzetlidir.» demiştir. İbrahim İbni Edhem (Rahlmehullah) 'in dahi: «Vallahi biz öyle bir lezzet içerisindeyiz ki, bu lezzeti hükümdarlar bilmiş olsalar onun için bize kılıçla harb açarlardı.» dediği rivayet olunur.


Hadîs-i şerif Allah için bir birini sevmeye teşvik etmektedir.


Çünkü Teâ1â Hazretleri mü'minleri kardeş ilân etmiştir. Allah ve Resulünü sevmekten o Resulün getirdiği dine sâlik olanları sevmek lâzım gelir. Binaenaleyh imanın tadı, ancak hâlis Allah için yapıldığı, dünya menfaatleri ve beşeri huzuzâtîa karıştınîmadığı zaman duyulur. Zira dünyevi menfaatler için Allah' ve Resulü 'nü sevenler umdukları menfaate nail olduktan sonra bu sevgiden mahrum kalırlar.


Hadîsde üç şeyin hâsseten zikredilmesi, kalbe aid ameller oldukları için bunlara riya karışmadığın dan dır. Bu üç şey, îmanın müsebbebi olduklarından onun tadına delil sayılmışlardır. Çünkü müsebbebin mevcudiyeti sebebin vücuduna delâlet eder. Mezkûr üç şey birbirinin lâzım-ı gayri mufarikı olduklarından ayn ayrı bulunamazlar. Binaenaleyh mefhumu adedi nazar-ı i'tibâra alınarak:


«Kendisinde bu üç şeyden yalnız biri bulunan kimseye ne denilir?» şeklinde bir suâl var id olamaz.


İmam Mâlik (Rahimehutlah) ile diğer bir takım ulemâ: «Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek dini vâcibattandır.» demişlerdir.


Bu hadîs hakkında şöyle bir suâl hâtıra gelebilir. Nasıl olmuş da Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Setlem) burada: «Bîr kimseye Allah İle ResGlü başkalarından daha sevgili olmak...» demiş; yani «başkalarından» ifâdesindeki zamiri Allah ile Resulü arasında müşterek kull'anmıştır. Halbuki, hutbe okurken bir yerde zamiri Allah ile Resulü arasında müşterek kullanarak: «Her kim onlara (Allah ile Resulüne) isyan ederse muhakkak sapmıştır.» diyen bir hatibi bizzat Pey-amber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) paylamış; ona «Sen ne kötü hatipmişsİn...» demişti.


Bu suale aşağıdaki muhtelif cevaplar verilmiştir:


1- Hutbe Hâli ile buradaki hâl arasında fark vardır. Hutbe'den mak-sad sözü izahtır. Burada ise bilâkis bellemesi kolay olsun diye sözü kısadan kesmek matluptur. Onun için hutbe halinde zamiri Allah ile Resulü arasında müşterek kullanan hatibe darılmış; burada ise ayni zamiri kendisi, kullanmıştır.


2- Kaadi Iyâz'a göre Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in burada zamiri tesniye kullanması, Allah ile Resûlullah sevgilerinin-teker teker değil de mecmu' itibariyle nazar-ı i'tibâra alınacağına işaret içindir. Hatibe Allah ile Resu1ü'nü ayrı ayrı zikretmesini emir buyurması ise her ikisine yapılan isyanın ayrı ayrı isyan sayılacağına tenbih içindir.


3- Ulemâdan bazılarına göre zamiri müşterek kullanmak Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsus olmak üzere ona caiz fakat ümmetine caiz değildir. Zira ümmetinden birinin müşterek zamir kullanması,. Allah ile Resul ü'nü birbirine müsavi tuttu; zanam verir; Resul-i Ekrem (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) hakkında ise böyle bir iham ihtimali yoktur.


Daha başka şekilde cevap verenler de vardır.




68 — (...) Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile İbni Beşşâr [249] rivayet ettiler, Dediîer ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki:


— Katâde'y* Enes'den naklen rivayet ederken dinledim. Demiş ki: Re-sulüllah (SallaUahü'Aleyhi ve Sellem):


«Üç şey vardır; bunlar kimde bulunurlarsa o kimse imânın tadını bulur.


1- Bîr kimsenin sevdiğini yalnız Allah için sevmesi.


2- Bir kimseye AJlah ve Resulünün başkalarından daha sevgili olması.


3- Bîr kimseyi Allah küfürden kurtardıktan sonra ateşe atılması kendisine küfre dönmekten daha makbul olması.» buyurdular.


Bu hadîsle imam Buhâri, küfür etmesi için zorlanan bir kimsenin azimetle amel ederek ölünceye kadar mü'min kalmasının faziletine istidlal etmiştir. Buhari ayni hadîsi müteaddit yerlerde tahric etmişse de bu rivayetlerde gerek hadîsin metin ve isnadîarı arasında fark bulunması, gerekse hadîsden çıkarılan hükümlerin muhtelif olması, mezkûr rivayetlerin başka başka hadîslermiş gibi muamele görmesine sebeb olmuştur.


Müslim (Rahimehullah) ise ayni ma'nadaki hadisleri daima bir arada zikretmiştir.




(...) Bize İshak b. Mansur rivayet etti. (dedi ki): Bize Nadr b. Şümeyl anlattı. (Dedi ki): Bize Hammâd [250],.Sâbit*ten, [251] o da Enes'den naklen haber verdi: .


— Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem) buyurdu »diyerek ötekilerin hadîsinin benzerini söylemiş. Şu kadar var ki o (küfre dönmekten, ifâdesinin yerine: «Yahudi veya htristiyan olmağa dönmekten» demiştir.




16- Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellemi Refikadan Çocukdan, Babadan ve Bütün İnsanlardan Daha Çok Sevmenin Vucübu ve Onu Bu Derece Muhabbetle Sevmeyene İmansız Denileceği Babı



69 — (44) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki: Bize İsmail b. Uleyye rivayet eyledi. H.


Bize Şeybân b. Ebî Şeybe [252] dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dülvâris [253] rivayet etti. Her ikisi Abdülâzizden, [254] o da, Enes'den naklen rivayet ettiler. Encs şöyle demiş: Resulü 11 ah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :


«Hiç bir kul — Abdülvârisin hadîsinde; bir adam — ben kendisine ehlinden, malından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça (Kâmil) iman etmiş sayılamaz.» buyurdular.


Bu hadîsi bir parça lâfız değişikliği ile Buhâri ve Nesâi dâhi tahric etmişlerdir. Rivayetlerin bazısında Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in sözüne yemin ile başladığı görülüyor. Bundan mak-sad, sözü te'kid'dir. Mühim bir meselede yemin caizdir.


«İman etmiş sayılmaz» ifadesinden murad: imansız kalır, demek değil, iman-ı kâmille iman etmiş olmaz demektir. Bu hadîsden muradın Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) uğurunda can vermek olduğu söylenir. İbni Battal Ebu'z-Zinâd'ın şunları söylediğini kaydeder:


«Bu hadîs Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) *e verilen cevami'u'l-keli'mdendir. Çünkü mahabbet üç kısımdır.


1- İclâl ve ta'zim mahabbeti. Evladın babayı sevmesi gibi


2 - Merhamet ve şefkat mahabbeti. Babanın evladını sevmesi gibi


3- Müşakele ve beğenme mahabbeti. İnsanların birbirini sevmesi gibi. Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bunların hepsini kendinde toplamıştı.»


Kaadi Iyâz diyor ki:


«Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünnetine yardım etmek, şeriatını müdâfaada bulunmak ve onun zamanına yetiştirerek onun uğrunda malını, canını bezletmiş olmayı temenni etmek onu sevinekden maduddur. Bundan anlaşılır ki, imanın hakikati ancak bunlarla tamam olur; ve iman ne zaman Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in kadru kıymetinin şeref ve mertebesinin her baba ve evladdan, her iyiden ve iyilik yapandan üstün olduğu hakikatine ererse ancak o zaman sahih olur. Buna inanmayıp başkasına i'tikad eden kimse mü'min değildir...»


Ancak Mâîikilerden Ebul-Abbâs Ahmed el-Kurtubi


Kaadi Iyâz'm bu sözlerine i'tiraz etmiş ve şunları söylemiştir:


«Kaadi 'nin sözünün zahiri, bu mahabbeti Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'i ta'zim ve tebcil i'tikadında bulunmaya hamlettiğini gösterir. Bu i'tikad'da bulunmayan bir kimsenin küfüründe şüphe yoksa da bu hadîsden murad, Peygamberimizin büyüklüğünü i'tikad değildir. Çünkü büyüklüğü i'tikad etmek ne mahabbet demektir; ne de mahabbeti istilzam eder. Çok defa insan bir şeyin büyüklüğünü över de onu sevmez. Şu halde kendinde bu sevgiyi bulamayanın imam kemâle ermemiş demektir.


Halbuki sahih bir inançla iman eden herkes bu mahabbetten hâli değildir. Amr b. Âs (Raâiyallahu anh)


«Benim için Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den daha sevgili, benim gözümde ondan daha büyük bir kimse yoktu; ama ona Alan ta'zim i m d en gözüm doya doya ona bakaımyordum.» demiştir, Ömer (Radiyallahu anh) dahi bu hadîsi işitince:


«Ya ResûlâIlah;sSen' bana canımdan gayri her şeyden sevgilisin de-dikde Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem): «Canından da ya Ömer!» buyurmuş; Ömer derhal: «Canımdan da.» demiş; Resu1- i Zişan (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem): «Şimdi oldu yâ örner^» buyurmuşlardır.


Bu mahabbet ise ta'zim i'tikadı değil, kalbin meylidir. Lâkin insanlar bu meyi hususunda bir birlerinden farklıdırlar...»


Müslim sarihlerinden e1-Übbî de şu mütaleada bulunmaktadır: «Eğer Kaadi Iyâz, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in kadrini yükseltmekden onun makam i'tibariyîe yüksekliğini kasdetti ise, dediği gibi buna i'tikadı olmayan bir kimse mü'min değildir. Yok sevgi hususunda yüksekliği murad etti ise «Mü'min değildir» sözünden anlaşılan ma'na kemâli nefyetmektir. (Yani Kâmil mü'min değildir demektir.)


bünkü baba ve oğul sevgisi fıtridir. İnsandan ayrılmaz. Binaenaleyh bil-carz Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellcm) 'i


Babasından veya oğlundan çok sevmeyen biri bulunsa biz onun küfrüne kat'î hüküm veremeyiz.




70- (...) Bize Muhatnmed b. el-Müsennâ ile Ibni Beşşar [255] rivayet


eltiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Katâdeyi Enes b. Mâlik'den naklen rivayet ederken dinledim. Enes şöyle demiş:


— Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):


«Sizden hiç biriniz, ben kendisine çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça (İmân-ı kâmille) imân etmiş olamaz.» buyurdular.


Ha1âbî diyor ki: «Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadîsi ile tabiî sevgiyi değil, ihtiyarî sevgiyi kasdetmiştir. Çünkü inşa-nın kendini sevmesi bir tabiattır; onu ters çevirmeye imkân yoktur. Hadîsin ma'nası şudur:


«Bana tâat uğrunda nefsini telef etmedikçe ve benim rızamı helakin pahasına da olsa kendi lıevâ ve hevesine tercih eylemedikçe beni sevme davasında doğruyu söylemiş olmazsın...» Yani iman-ı kâmil sahibi bir mü'minin üzerinde Peygambe r (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hak ki, babasının, oğlunun ve bütün insanların hakkından daha büyüktür. Çünkü biz ebedi cehennemden ancak onun sayesinde kurtulmuş; hidâyete onun sayesinde ermişizdir...»


Acaba bu hadîsde insanın canı niçin zikredilmemiştir? Halbuki


Teâ1â Hazretleri:


«Peygamber mü'minlere kendi nefislerinden daha Heridir...» [256] buyurmuştur. Binaenaleyh Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'i canından daha çok sevmek her mü'minin borcudur? Bu suâlin cevabı şudur: Bir kimsenin nazarında A11ah'm yarattığı en kıymetli hatta çok defa canından bile kıymetli varlık baba ile çocuk olduğundan hadîs-i şe-rifde temsil suretiyle onlar zikredilmişlerdir. Ma'na şudur: «Ben kendisine en sevdiği şeylerden daha sevgili olmadıkça bir kimsenin imânı kâmil olamaz.»


En sevdiği şeylerin içinde bittabi' can da vardır. Sevdiği şeylerin hükmü bu olunca sevmediği peylerin hükmü kendiliğinden anlaşılır.


Yahud müslümanm Peygamber (Sailallahü A leyhi ve Sellem) 'i c nından daha çok sevmesi icâbettiği başka delillerden ma'lum olduğu için burada can zikredilmemiştir.


Hadîs-i şerifde baba ile çocuk zikredilmiş; anne ile kız zikredilmemiş1-se de çocuk kelimesi hem oğlana hem kıza şâmildir. Annenin zikredilme1-mesi ya babanın zikrinden anlaşılacağı yahud onun hükmü başka delilden ma'lum olduğu İçindir.


Babanın çocuktan evvel zikredilmesi dahi ekseriyete nazarandır. Yâni babalar sayı itibariyle çokturlar. Çünkü her çocuğun babası vardır; îk-kat her babanın çocuğu yoktur.


Babayı ta'zim cihetine bakarak evvel zikretmiş de olabilir. Çocuğıir evvel zikredildiği yerlerde ise şefkat ve merhamet ciheti nazar-ı itibar alınmıştır.




17- Bir Kimse Kendisi İçin Hayır Namına Neyi Arzu Ediyorsa Müslüman Kardeşi İçin de Onu Arzu Etmenin İman Hasletlerinden Olduğuna Delil Babı



71- (45) Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile îbni Beşşar rivayet eltiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu' be rivayet etti. Dedi ki: Katâde'y* Enes b. Mâlik'den, o da Nebiy (Sailallahü Aleyhi ve Se/temJ'den işitmiş olarak rivayet ederken dinledim. Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):


«Sizden hiç biriniz kendi nefsi için dilediğini (dinî kardeşi için de — Yahud komşusu için de — dilemedikçe (tam) îman etmiş olamaz.» buyurmuşlar.


Bu hadis Sahih-i Müslim ile Abd b. Humeyd’in «Müsned»in-de ve Nesai'nin bir rivayetinde şek ile tesbit edilmiş; ve «Din kardeşi için de yahud komşusu içinde dilemedikçe...» denilmiştir. Başka muhad-disler onu seksiz olarak; (Din kardeşi içinde) şeklinde rivayet ederler.


Hadîsi Buhâri Tirmizi Nesai Abd b. Humeyd, Ebu Bekir İsmâîli, İbni Mendeh ve İbrii Hibbân dahi tahric etmişlerdir.


Ulema-i Kiramın beyanına göre hadîsin manası: Kendisi için dilediğini din kardeşi için de dilemedikçe tam îman etmiş olamaz, demektir. Yoksa asl-ı îmân' kendinde bu sıfat bulunmayanda da vardır. Maksad; din kardeşi için tâat ve mubah olan şeyleri dilemektir. Nitekim Nesai1 nin rivayetinde bu cihet tasrih edilmiştir.


Ebu Amr İbni Salâh diyor ki:


«Kendisi için dilediğini din kardeşi için de dilemek adetâ imkânsız derecede güç sayılan şeylerdendir. Halbuki mesele öyle değildir. Çünkü hadîsin ma'nası; İslâmda sizden biriniz kendisi için dilediği şeyin (aynini değil) mislini din kardeşi için de dilemedikçe tanı îman etmiş olmaz demektir. Bunu yapmak, kendine verilen ni'metten hiç bir şey noksan kalmamak ve kendine verilene dokunmamak şartı ile din kardeşine de böyle bir nimetin verilmesini istemekle olur. Bu kalb-i selim sahibi olan bir kimse için kolaydır. Yalnız bozuk kalbli olana güç gelir. Allah bize ve bilcümle din kardeşlerimize afiyetler versin.»


İbni Sala h'm imkânsız derecede güç saydığı şey; kendisi için dilediği bir şeyin aynısını din kardeşi için de dilemektir. Bu ister hissî ister ma'nevi şeylerde olsun hemen'hemen imkânsızdır. Çünkü bir insan kendine nasib olan bir ni'metin kendinden alınarak başkasına verilmesini kolay kolay istemez. Ayni ni'metin hem kendinde kalmasına hem başkasının olmasına ise imkân yoktur. Zira bir cevher veya arazın ayni zamanda iki yerde bulunması imkânsızdır.


Hadîs-i şerifde bahsedilen îmandan murâd, iman-ı kâmil olduğuna göre şöyle bir suâl vârid olmaktadır; Şu halde kendisi için dilediği şeyleri din kardeşi için de dileyen kimse dînin sair erkânım yapmasa bile mü' min-i kâmil olmak icâbeder. Cevap: Bu söz bir mübâlegadir. Onun için burada dilek sanki imanın en büyük rüknü imiş gibi gösterilmiştir. Ya-hud bu dilek imânın diğer rükünlerini de istilzam eder.


Kâmil îman sahibi olmak için kendine dilediği şeylerin mislini din kardeşine dilemek lâzım geldiği gibi bunun zıddı yani kendisi için kötü gördüğü şeyleri din kardeşi için de kötü görmek imanın kemâlindendir. Ancak dilemekle kötü görmek birbirinin zıddı oldukları ve biri zikredilince derhal öteki de hatıra geleceği için hadisde iki zıddan birinin zikriy-le iktifa edilmiştir.


Ebu Abdillâh el-Übbî, bu hadîsin dünya umuru hakkında vârid olduğunu, âhiret umuru hakkında ise Teâ1â hazretlerinin


«Bu hususta yarışçılar müsabaka yapsın!


(Mutaffifin: 26)» buyurduğunu söylerken âhiret hususunda din kardeşinden daha üstün mertebe dilemenin caiz olduğuna işaret etmiştir.




72 —(...) Bana Züİıeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Said, Hüseyn el-MualIim'den [257], 0 da Katâde'den, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallalkhü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet eyledi. Efendimiz:


«Nefsim Kabza-i Kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, hiç bir kul kendisi için dilediğini komşusu için yahud din kardeşi için de dilemedikçe (tam) îmân etmiş olmaz.» buyurmuşlar.




18 - Komşuya Eziyyetin Haram Kılındığını Beyan Babı



73 — (46) Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybetü'bnu Said ve Ali b. Hucr toptan İsmail b. Ca'fer'den rivayet ettiler. İbni Eyyub dedi ki: Bize İsmail rivayet etti. Dedi ki: Bana el-AIâ' [258] babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Rcsulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Komşusu şerrinden emin olmayan kimse cennete giremez» buyurmuşlar.


Zahirine bakılırsa bu hadis cennete girmesin diye beddua değil, giremeyeceğini ihbardır. Müslim sarihi e1-Übbi de buna kaildir.


Bevâik: Bâikanm cem'idir. Bâika: Şer, belâ, gâiîe, mühlik olan şey ve ansızın başa gelen sıkıntı ma'nalanna gelir. Bir kimsenin şerrinden korkulması o kimse için ma'siyyettir. Hâl böyle olunca _ Allah'ın son derece makam-ı ihtirama yükselttiği ve ikram olunmasını istediği, aksi takdirde cennete koymayacağını beyanla tehdidde bulunduğu komşuya fenalık yapmanın ne demek olacağını bir düşünmelidir.


îmam Nevevi'ye göre «Cennete giremez.» ifâdesi iki şekilde izah olunur.


1- Bu sözün ma'nası: Komşuya eziyet eden kimsenin cezası doğrudan doğruya cennete girememektir. Yani cennetin kapılan açılarak ehl-i necat olanlar girmeğe başladıkları zaman o geriye bırakılır. Artık onun işi Allah !a kalmıştır. Ya cezasına kadar cehennemde azâb ettikden sonra yahud affederek ceza vermeden cennetine koyar.


2 - Cennete girememek, komşuya eziyyet etmenin haram olduğunu bildiği halde onu helâl sayanlara hamledilir.


Böylesi kâfir olduğundan cennete asla giremeyecektir. Ancak bu ikinci surete el-TJbbî şöyle i'tiraz ediyor: «Bu takdirde komşuyu zikretmenin" bir faydası kalmaz. Çünkü hüküm her âsî, münafık ve kâfire amm ve şamil olur. Evlâ olan bu hadîsi, tevbe etmeden ölüp de hakkındaki tehdid infaz edilen ve cehennemden şefaatla çıkan kimseye hamletmektir.»


Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Bir kimse komşusuna eziyyet etmek ister de sonra bundan vazgeçerse yine muâhaze olunur mu? bu hal: «Kulum kötülük yapmays gönülden geçirir de yapmazsa o kötülüğü yazmayın...» hadis-i kudsisine muarız" değil midir? Bu suâle el-Übbî şöyle cevap veriyor:


«Yazılmayan kasıd hârîcde taallûk ettiği şey vücud bulmayandır; şarap içmek isteyip de içmemek gibi. Buradaki kasdm dışarıda taallûk ettiği şey ise vücud bulmuştur; çünkü komşusu, kasdmı icra edeceğini zannederek eziyyet görmüştür. Yolcuları korkutup da kendilerine bir zarar getirmeyen yol kesici gibi. Yahud şöyle denilir; o halde bu şahsdan sâdır olan sırf bir kasıd değil, azimdir. Azim ise sahih kavle göre rnuâhazeyi icâb eder.




19 - Komşuya ve Müsafire İkramı Teşvik, Hayır (Konuşmak) Müstesna (Olmak Üzere) Sükütu İltizam ve Bütün Bunların Îmandan Oluşu Babı



74 — (47) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb [259] anlattı. Dedi ki: Bana Yunus, [260] İbni Şihâb'dan [261], o da Ebû Selemete'bni Abdirrahman'dan [262], o da Ebu Hüreyre'den, o da Re-sulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem^den naklen haber verdi. Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)


«Her kim Allah'a ve son güne iman ediyorsa ya hayır söylesin yahud sussun! Her kim Allaha ve son güne iman ediyorsa komşusuna ikram etsin, her kim Allah'a ve son güne îmân ediyorsa müsafîrine ikram etsin!» buyurmuşlar.


Bu hadisi imam Buhari Edeb ve Rikaak bahislerinde, Müs1im Muhtasaran Ahkâm bahsinde, Ebû Dâvud Et'ime'de, Tirmizi Birr babında, Nesai Rikaak'da, İbni Mâce Edeb bahsinde tahriç etmişlerdir...


Lâfızları arasında az çok değişiklik vardır.


Meselâ bir rivâyetde:


«Komşusuna ikram etsin.» diğerinde:


«Komşusuna eziyyet vermesin.» başka bir rivayette:


«Komşusuna iyilik etsin.» Duyurulmuştur. Bunların hepsi komşu hakkının büyüklüğüne râci'dir.


Kaadi Iyâz (Rahimehullah) bu hadis hakkında şunları söylemiştir: «Hadîsin ma'nası şudur: Islâmın şeriatlerini benimseyen bir kiriı-seye komşusu ile misafirine ikram ve ihsan gerekir. Bunların her biri komşunun hakkını tanıtmak ve o hakkı korumaya teşviktir. A11ah Teâ1â hazretleri dahi kitabı kerîminde ona iyilikde bulunmayı tavsiye buyurmuştur. [263] Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)


«Cibri(Aleyhisseîâm)bana komşuyu o kadar tavsiye etti durdu ki sonunda onu bana mirasçı yapacak sandım.» buyurmuştur.


Ziyafet yani misafir ağırlamak İslâm âdabından, peygamberlerle süle-hâmn ahlâkmdandır. eys, ziyafeti bir geceliğine vâcib saymıştır. Delili: «Misafir gecesi her müsiüman üzerine vâcib olan bir haktır.» mealindeki hadis-i şerif ile:


«Eğer bir kavme misafir olur da sizin için misafirin hakkını emrederlerse hemen kabul edin; bunu yapmazlarsa kendilerine lâyık olan misafir hakkım onlardan siz altn!» mealindeki Ukbe hadîsidir.


Umumiyetle fukahaya göre misafirperverlik güzel ahlâktan ma'dûd-dur. Delilleri Peygamber (SaîtalîahU Aleyhi ve Sellem) 'in: «Onun caizesi bir günle bir gecedir...» hadîsidir. Caize: Bahşiş, ihsan, armağan demektir. Ve ancak ihtiyarî olur. Resüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in «İkram etsin; ihsan eylesin!» buyurması da bunu gösterir. Çünkü böyle bir ta'bir vâcib ma'nasmda kullanılmaz. Üstelik burada komşuya yapılacak olan ikram ve ihsan izafe edilmiştir. Komşuya ikram ve ihsan ise vâcib değildir. Fukaha, bu babtaki hadisleri: «Sadr-ı İslâmda vâ-rid olmuşlardır» diye te'vil etmişlerdir. Çünkü sadr-ı îslâmda yardım vâcib idi. Ziyafeti vâcib görenler onun hem şehirli hem köylüye mi yoksa yalnız köylüye mi vâcib olduğunda ihtilâf etmişlerdir.


İmam Safi ile Muhammed b. el-Hakem, her ikisine de vâcib olduğuna kaildirler. İmam Mâlik ile Suhnûn, yalnız kır ahalisine vâcib olduğunu söylemişlerdir. Zira misafir, şehirde otellerde ve hanlarda yer, çarşılarda satın alacak yiyecek bulabilir. Filvaki' bir hadisde : «Ziyafet hayme nişîniere (çadırda yaşayanlara) vâcibdir. Şehirlilere vâcib değildir.» denilmiştir. Lâkin bu hadis ulemaya göre mevzu'dur.


Muhtâc olarak yollara düşen kimsenin telef olacağından kdrkulursa onu misafir etmek farz-ı ayın olduğu gibi zimmilere [264] misafir ağırlamak şart koşulursa onların da misafir kabul etmeleri icâbeder. Kaadi Iyaz'm sözü burada sona erdi.


«Yâ hayır söylesin yahud sussun...» ifâdesinden murad şudur: Bir - kimse konuşmak isterse evvelâ düşünmeli, eğer konuşacağı şey muhakkak hayır ve ister vâcib ister mendûb olsun sevabı mûcib bir iş ise onu söylemelidir. Şayed hayırlı değilse haram da olsa, mekruh ve mübâh da olsa onu söylenıemelidir. Şu halde, harama veya mekruha vardıracağından korkuîursa, mubah sözü dahi konuşmamak mendub olur. Âdetde böyle sözler pek çoktur. Hattâ ekseriyeti teşkil ederler. Halbuki Teâ1â Hazretleri: «İnsan her ne söylerse (onu yazmak için) yanında r ut! aka hazır bir murakıb vardır» [265] buyurmuştur.


Kulun konuştuğu her şeyin ve bu arada mubah olan sözlerinin dahi yazılıp yazılmayacağı meselesi selef ve halef ulemâ arasında ihtilaflıdır. İbn i Abbâs (Radiyallahu anh) ile bir takım ulemaya göre yazılan sözler sevab veya ikaab icâbedenlerdir. Bu takdirde âyet-i kerîme tahsis edilmiş olur; ve: «Sevâb yahud ikaab icâbedecek her ne söylerse (onu yazmak için) yanında mutlaka hazır bir murakıb vardır.» mânâsına gelir. Haram veya mekruha vardırmasın diye şeriat bir çok mubahlardan vaz geçmeyi de emretmiştir. îkrime'ye göre kulun söylediği her söz mutlak surette yazılır.


îmam Şafii bu hadisin ma'nâsıyla amel etmiş; ve: «Konuşmak isteyen bir kimse evvelâ düşünmeli, eğer söyleyeceklerinden kendisine bir zarar gelmeyecekse konuşmalı; zarar gelecekse yahud zarar şüphesi varsa vaz geçmelidir.» demiştir.


Mağrib'de zamanının imamı sayılan Mâliki ulemasından Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî Zeyd şunları söylemiştir: «Bütün hayır âdabı şu dört hadisden çıkar:


1 - «Her kim Allaha ve son güne imân ediyorsa yâ hayır söylesin yahud sussun!»


2 - «İşine girmeyen şeye karışmaması kişinin iyi müsiüman olduğundandır.


3 - Resulülla h(SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kısaca tavsiyede


bulunduğu zâta: «Kızma!» buyurması;


4 - «Sizden biriniz kendisi için dilediğini dîn kardeşi için de dilemedikçe (tam) îmân etmiş olmaz.»


Fuday1 b. Iyaz'in: «Her kim sözünü amelinden sayarsa lüzumsuz şeyler hakkında az konuşur.» dediği rivayet olunur. Zün Nûn (Rahimehullah) dahi: «İnsanların nefsini en koruyanı en ziyade dilini tutanıdır.» demiştir.


Hâsılı insan yerinde susmalı, icabında konuşmalıdır. Çünkü: «Hakkı söylemekten susan dilsiz şeytandır.» buyurulmuştur. Binaenaleyh yerine göre susmakla söylemenin ikiside şerefli hasletlerdir.




75 __ (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize


Ebu'l-Ahvas, [266] Ebû Hasîn'den, [267] o da Ebû Sâlih'den, [268] o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet eyledi. Ebû Hüreyre şöyle demiş; Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Her kim Allah'a ve son güne îmân ediyorsa komşusuna eziyyet etmesin! Her kim Allah'a ve son güne îmân ediyorsa misafirine İkramda bulunsun! Her kim Allah'a ve son güne imân ediyorsa ya hayır söylesin ya sussun!» buyurdular.


ibaresi Müslim'in asıl nüshalarında böyle ise de


Müslim 'den başkaları onu : şeklinde rivayet etmişlerdir. Her iki rivayet de şahindir. Yâ'nm hazfîyle kelime zâten «Eziyyet etmesin.» ma'nasma nehî olur. Ya'nm isbâtıyla ise: «Eziyyet etmez» ma'nasma haber olursa da maksad yine nehîdir; ve eziyet etmesin. » demekden daha beliğdir. Nitekim:


«Anneler çocuklarını tam iki sene emzirirler...» [269] âyet-i kerimesi ve emsali de böyledirler.


Hadîsi Buharı Edeb bahsinde Kuteybe 'den tahric etmiştir. Onun rivayeti «Eziyyet etmesin» şeklindedir. Ayni Hadîsi, İbni Mâcede «Fitneler» bahsinde Ebu Bekir İbni Ebî Şeybe' den rivayet etmiştir. Ebu Bekir İbni Kbî Şeybe: «Ebu'l-Ahvas, Ebû Hasîn'den bu hadisden başka hadis rivayet etmemiştir.» der.


Eziyyet etmek günah olmakla beraber, insanı dinden çıkarmaz. Yalnız îmanın kemâlini giderir.


Bu hadislerde îmânın Allah ile son güne tahsis Duyurulması mebde' ile ma'âda işaret içindir. Yanı kendisini yaratan A11ah'a ve kıyamet gününde mükâfat veya müeâzat vereceğine inanan kimse komşusuna eziyyet etmesin demektir.


Misafire ikram meselesinin, yerine göre değiştiğini hatta farz olduğunu bundan evvelki hadîsin şerhinde görmüştük. Kirmanı şöyle diyor: «Acaba hadisde neden bu üç şeyi zikretmiştir?» dersen, ben de derim ki: Bu söz cevâmiü'l-kelimdendir; bu üç şey de esaslardandır. Bunların üçüncüsü kavlî, birincisi ve ikincisi fi'lî olan esaslara işarettir. İkiden birincisi: kötülüklerden hâli kalmaya, İkincisi faziletlerle nefsi zînetleme-ye işarettir. Yâni bir kimsede A11ah'in emrini tâ'zîm sıfatı varsa o kimse mutlaka Allah Teâlâ 'nın yarattıklarına karşı ya hayır söylemek veya şerre karşı susmak yahud fayda veren bîr şeyi yapmak, zararlıyı terkederek şefkat sıfatiyle vasıflanacaktır.»




76 — (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bİze İsâ b. Yunus, A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den,'o da Ebû Hüreyre'den naklen ba-ber verdi. Ebû Hüreyre: Resûlüllah (Saîîalîahii Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki diyerek Ebu Hasın hadisi gibi rivayette bulunmuş; ancak (Komşusuna eziyyet etmesin yerine:) «Komşusuna iyilik etsin.» demiş.




77 -- (48) Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr ikisi birden İbni Uyeyne'den rivayet ettiler, tbni Nümeyr dedi ki: Bize Süfyân, Amr'dan [270] rivayet etti ki, Arar Nâfi' b. Cübeyr'i [271], Ebû Şüreyh el-Huzâî'den [272] naklen söyle haber verirken dinlemiş: Nebiy (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem):


«Her kim Allah'a ve son güne iman ederse komşusuna iyilik etsin! Her kim Allah'a ve son güne imân ederse misafirin^ ikram etsin, her kim Allah'a ve son güne imân ederse ya hayır söylesin ya sussun!» buyurdular.




20 - Münkeri Nehyetmenin İmandan Olduğunu, İmanın Artıp Eksildiğini, İyiliği Emir ve Kötülükden Nehyin Vacib Olduklarını Beyan Babı



78 — (49) Bize Ebu Bekir b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ve-kî' Süfyân'dan [273] rivayet etti. H.


Bize Muhammed b. el-Müsennâ dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu-hammed b. Ca'fer [274] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. (Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. el-Müsennâ) ikisi birden Kays b. Müslim'den [275], o da Târik b. Şihâb'dan [276] rivayet ettiler. Bu hadis Ebû Bekir'indir.. Ebû Bekir şöyle dedi:


— Bayram günü ilk defa işe namazdan evvel hutbe ile başlayan Mer-vân'dır. [277] Bir adam ayağa kalkarak ona:


— Namaz hutbeden öncedir; demiş. Mervân:


— Oradaki terkedilmiştir; cevabını vermiş. Bunun üzerine Ebû Saîd:


— Ama şu zât hakikaten kendisine düşeni yaptı. Ben Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i:


«Sizden her hangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin: Eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin; ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin. İmanın en zaifi de budur.» buyururken işittim; demiş.


Bu hadisin müttefekun aleyh bir rivayeti vardır ki Şeyhayn onu Bayram namazı bahsinde tahric etmişlerdir. Meali şudur:


«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) Ramazan ve Kurban bayramlarında namazgaha çıkardı; ve (Yapmağa) başladığı ilk iş namaz olurdu. Sonra namazı bitirerek cemaata karşı ayakta durur; cemaat, saflarında otururlardı. Böylece onlara va'zeder, tavsiyede bulunur; ve emrederdi. Şayed bir ordu ayırmak isterse onu ayırır; Yahud orduya müteâllik ,bir şey emretmek isterse emreder; sonra (Medine'ye doğru) çekilir giderdi. Ebû Said diyor ki:


— Halk bu minval üzere devam edegeldi. Nihayet ben Medine enjıîri Mervân ile bir Kurban veya Ramazan bayramında namazgaha çıktım. Oraya varınca ne göreyim, karşımda Kesir b. es-Salt'ın yaptığı bir minber!... Bir de baktım Mervân namazı kılmadan ona çıkmak istiyor!... Hemen elbisesinden çektim. O da beni çekti ve (minbere) çıktı; namaz lan Önce hutbeyi okudu. Ben kendisine:


«Vallahi sünneti değiştirdiniz!» dedim. Mervân:


«Yâ Ebâ Said! Senin bildiğin geçti.» dedi.


«Vallahi benîm bildiğim (şekil) bilmediğimden daha hayırlıdır» dedim.


«Cemaat namazdan sonra bizi dinlemeye oturmuyorlar da onun için hutbeyi namazdan önceye aldım.» dedi.


Bu hadisden açıkça anlaşılıyor ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) zamanında minber yoktu. Bayram namazları sahrada kılınır; namazdan sonra Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) cemaata karşı ayağa kalkarak hutbesini okurdu. Kendileri son derece mütevazı oldukları için minber yaptırmaya lüzum görmemişlerdi.


Kaadi Iyaz'ın beyanına göre ilk defa hutbeyi namazdan evvel kimin okuduğu ihtilaflıdır. Bazıları bunun Hz. Osman (Radİyallahu anh) olduğunu söylemiş; bir takımları, cemaat bayram namazım kıldıktan sonra hutbeyi dinlemeden dağıldığı için bunu Hz. Ömer (Radİyallahu anh) m yaptığını iddia etmişlerdir. Hattâ Ömer (Radİyallahu anh)'m bunu cemaat dağılıyor diye değil, geç kalanlar namaza yetişsin diye yaptığını ileri sürenler vardır,


«Hutbeyi ilk defa namazdan önce okuyan Muâviye (Radİyallahu anh) dır» diyenlerle Abdullah b. Zübeyr (Radİyallahu anh) olduğunu söyleyenler de vardır.


Fakat bütün bu söylentilere rağmen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ile Ebû Bekir, Ömer, Osman ve A1î (Radıyallahu Anhüm) hazerâtından sabit olan: namazı hutbeden Önce kıldıklarıdır. Umumiyetle fukahanm kavli de budur. Hatta bu hususta icmâ' bulunduğunu iddia edenler de vardır. Bunlar icmâı ya hilaftan sonra iddia etmiş; Yahud asr-ı Seâdetle Huîefa-i Râşidin zamanlarında meselenin ittifakı olma&na bakarak Beni Ümeyye'nin hilafını nazar-i i'tibâra almamışlardır. Ebu Said-i Hudri (Radiyallahu anlı) 'in bir çok zevat huzurunda: «Amma şu zât hakikaten kendisine düşeni yaptı.» demesi onlarca sünnetin bu şekilde karar kıldığına, Mervan’ın yaptığının doğru olmadığına delildir. Zâten Hz. Efcu Said .in bu hadisle ihticâc etmesi de bunu gösterir. Çünkü Mervan'in yaptığının doğru olduğuna i'tikad etse yahud eskiden böyle bir şey yapılmış veya bir sünnet görülmüş olsa ona münker demezdi. Bu rivayet Mervan'dan önce hiç bir halifenin bayram namazından evvel hutbe okumadığına delildir. Ömer, Osman ve Muâviye (Radiyallahu Anhüm) hazerâtımn okuduklarım gösteren rivayetler doğru değildir.


Acaba Mervan'mbu hareketine karşı Ebu Said-i Hudri (Radiyallahu anh) gibi bir sahâbî-i celil nasıl ses çıkarmadı da cemaatten bir zât i'tirazda bulundu?


Bu suâle bir kaç vecihle cevap verilmiştir:


1- İhtimal Ebu Said (Radiyallahu anh) sonradan yetişmiş; o gelinceye kadar i'tiraz eden zât sözüne başlamış; Ebu Said onlar konuşurken gelmiştir.


2 - Ebu Said (Radiyallahu anh) orada imiştir. Lâkin ya kendisi yahud başkası aleyhine bir fitne çıkacağından korktuğundan i'tiraz edememiştir. İ'tiraz eden zâtın kavm ü kabilesi orada bulunduğu cihetle onun için korku mevzu-u bahs olmadığından o inkârda bulunmuştur.


3 - İ'tiraz eden zât korkmuş fakat ne pahasına olursa olsun inkârda bulunmuştur. Böyle yerlerde bu caiz hatta müstehaptır.


4 - Caiz ki Ebu Said (Radiyallahu anh) inkâra hazırlanmış; lâkin öteki zât ondan çabuk davranarak söze başlamış; Hz. Ebu Said de onu te'yid etmiştir.


İmam Müslim 'in buradaki rivayetine göre Mervan'la münakaşa eden zât cemaattan biridir. Buharı ile tahriç ettikleri rivayette ise bunun bizzat Hz. Ebu Said olduğu, namazgaha beraber geldikleri, Ebu Said'in Mervan'm elini tutarak onu men'etmeğe çalıştığı, Mervan'in da ona red cevabı verdiği zikredilmektedir ki, bu hâl hâdisenin ayrı ayrı iki defa tekerrür ettiği ihtimalini doğurmuştur. Fakat Müslim sarihlerinden el-Übbî bu ihtimali vârid görmüyor. Ona göre vak'a birdir. Mervan'a cemaatten biri i'tirazda bulunmuştur. Mervan onu dinlemeyince bu sefer meseleye Ebu Said (Radiyallahu anh) müdâhale etmiştir.


Hz. Ebu Said 'in: «Şu zât hakikaten kendisine düşeni yaptı.» demesi bu işi doğru bulmayıp reddettiğinin sarih ifadesidir.


Resûlullah (Salîallahü Aleyhi ve Selkmj'm: «Sizden her hangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin!» buyurması bilic-ma' vücub ifâde eden bir emirdir. İslâmda iyiliği emre emr-i bil ma'ruf, kötülükten nehye de nehy-i anil münker derler. Bu mesele müslümanlara kitâb, sünnet ve icma-i ümmetle yâni bütün naklî delillerle farz kılınmıştır. İyiliği emir, kötülükten nehiy ayni zamanda din demek olan nasihat-tan ma'duddur. Bu hususda bazı râfizilerden başka muhalefet eden yoktur. Onlann muhalefetlerinin ise bir kıymeti yoktur.


Emri bil ma'rufun vücubu mü'tezile taifesinin dedikleri gibi aklî de değil şer'idir. Vakıa Kur'an-ı Kerîm'de:


«Siz kendinizi kollayın; siz hidâyete erdikten sonra başkasının sapması size zarar etmez. [278] buyurulmuştur. Amma bunun ma'nası siz başkalarına emri bil ma'rufla uğraşmayın demek değil, muhakkikin ulamanın beyanına göre:


«Siz aldığınız tâ'Hmaâta göre emri bü-mâ'ruf, nehy-i ani'I-münkeri yaptınız mı artık başkalarının taksiri size zarar etmez» demektir. Çünkü kula yüklenen vazife yalnız iyiliği emir, kötülükten nehiydir. Bunları kabul ettirmek onun vazifesi değildir. Eserde vârid olduğuna göre Hz. Ebû Bekir bu âyeti minberde okumuş ve: «Siz bunu doğru te'vil edemiyorsunuz. Ben Resulülîah (Salîallahü Aleyhi ve Seîiem)'den işittim: «Bir kavim zâlimi görürler de men'etmezlerse Allah'ın onlara kendi tarafından bir azâb göndermesi yakmcacıktir; buyuruyordu» demiştir.


Emri bil ma'ruf nehy-i ani'l-münker farz-ı kifâyedir. Binâenaleyh her farz-ı kifâye gibi o da bazı kimselerin ifâsıyle diğer rnüsîümanlardan saakıt olur. Lâkin hiç ifâ eden bulunmazsa özrü bulunmayan bütün mükellefler günahkâr olur. Emr bil rna'rufun farz-ı ayn olduğu yerler de vardır. Meselâ: Bir yerde bu vazifeyi bir kişiden başka bilen bulunmazsa o bir kişiye emri bilma'rufu ifâ etmek farz-ı ayın olduğu gibi bir babanın evlâdı ile karısına iyiliği emir, kötülüklerden kendilerini nehyetmesi de farz-ı ayndır.


Ulema-i kiram emri bil ma'ruf nehy-i ani'l-münker vazifesinin- mükelleflerden sakıt olmayacağını beyan etmişlerdir. Çünkü mükellefin vazifesi ettiği emir veya nehyin, muhatabına te'sir edip etmediğini düşünmek değil, sadece o emir veya nehyi etmektir. İhtarın mü'minlere fayds vereceği ise âyetle sabittir. Yine ulemanın temsillerine göre emri bil ma1-rufa misal: avret yerinin bir kısmı açılan kimseye örtünmesini tenbih et mektir.


Emri bil ma'ruf vazifesini yapan kimsenin emrettiği şeye kendisiniı de imtisal etmesi, nehyettiğinden kaçınması sözünün te'sirîi olması içıı pek mühim ve lâzım ise de şart değildir. Eğer emir ve nehyetüği şeyle kendinde de varsa bu sefer vazifesi çift olur; ve evvela kendine emir vey nehiyde bulunması sonra ayni şeyi başkasına yapması icâbeder.


Mu'tezileye göre kötülükten nehiy işini ancak kendisi kötülük etmeyen ifa edebilir.


Delilleri:


«Kendi nefislerinizi unutub da âleme iyiliği mi emrediyorsunuz?» (Bake-re: 44) âyet-i kerîmesidir. Mutezileden bazıları; bir kimse kendinin etmediği kötülükten başkalarım nehyedebilir demişlerdir.


Emri bil ma'ruf nehiy ani'l-münker vazifesi yalnız devletin bu iş için tâyin ettiği me'murlara mahsus değildir; onu müslümanların efradı da yapabilirler. İmamü'l-Harameyn :«Buna delil icma-i müslimîndir.» diyor. Filhakika gerek asr-ı seâdetde gerekse diğer asırlarda bu işin memuru olmayanlar me'murlara iyiliği emir, kötülüklerden onları nehyederler; sair müslümanlar onların bu yaptıklarını takrir ve kabul eyler; başkalarının işine karışıyorlar diye kendilerini ayıplamazlardı. Sonra bu vazifeyi ancak bilenler yapar. Şayed yapılacak emir namaz, oruç ve saire gibi herkesin bildiği vâciblerden, nehiy dahi zina ve içki gibi meşhur menhiyyattan olursa bunları emir ve nehiyde bütün müslümanlar müşterektir. Fakat nâdir tesadüf edilen fiil, kavil ve içtihada dair ise avam takımının gerek isbât gerekse nefi suretiyle bu işe karışmağa hakları yoktur; bu sefer mesele yalnız ulemaya mahsus kalır. Ulema dahi ittifakı meselelere dair emir ve nehiyde bulunurlar. İhtilaflı meseleler hakkında bir şey diyemezler. Çünkü iki mezhebin birine göre her müctehid hakka isabet eder. Diğerine göre hakka isabet eden yalnız bir kişidir; amma hangi müctehidin hatâ ettiğini bilmek kullara müyesser değildir. Hatâ edene günah dahi yoktur.


Şu kadar var ki, müctehidlerin hilafından çıkmak için nasihat yollu emri bil ma'rufda bulunmak güzel ve makbul bir iştir. Zira bir sünneti ihlâl etmemek veya başka bir hilafa sebeb olmamak şartiyîe ulema-i kiram müctehidlerin hilafından çıkmaya bilittifak kaildirler. Meselâ dört mezhebin imamlarına göre ittifakla caiz olacak bir abdest; evvelâ niyet edilerek, her azayı âyetteki tertib üzere yıkamak, yıkarken hafifçe oğuş-turmak, bir uzuvdan ötekine geçerken fazla vakit kaybetmemek, yâni azayı bir biri arkasından acele yıkamak, başın, bütününe meshetmekle alınır.


İmam Nevevi emri bil ma'ruf, nehiy ani'l-münker'in çok zamandır zayi' olduğundan, onun zamanında bundan pek az bir takım izler kaldığından bahsettikten sonra sözüne şöyle devam ediyor: «Emri bil ma'ruf, çok büyük bir bâbtır. Bu işin nizâm ve kıvamı ancak onunla kaimdir. Fenalıklar çoğalınca azâb iyiye ve kötüye umumi olarak gelir. Zâlime mâni' olmazlarsa Allah Teâ1â 'nın azabını onlara umumüeş-tirmesi pek yakındır:


«Allah'ın emrine muhalefet edenler ya başlarına bir beiâ gelmesinden yahud acıklı bir azaba duçar olmalarından korunuversinler!» [279]


Şu halde âhiretinin ma'mur olmasını dileyen ve A11ah'in rızasını korku ile tahsil etmeğe çalışan bir kimseye gereken vazife, bu baba ehemmiyet vermektir. Çünkü faydası çok büyüktür. Bâ husus, çoğunun elden gittiği bir zamanda!... Kendisine i'tirazda bulunan kimsenin rütbesi yüksek diye ondan korkmamalıdır. Zira Allah Teâîâ Hazretleri:


«Allah kendi dinine yardım edene elbet yardım edecektir.» [280]


«Her kim Allah (m emirlerin) e sarılırsa muhakkak doğru yola hidâyet olunur. [281]


[282] ve : «Bizim İçin mücâhede edenler yok mu, onları mutlaka (doğru) yollarımıza hidâyet edeceğiz.» [283]


«Yoksa insanlar hiç imtihan olunmadan iman ettik demekle bırakılacaklar mı sandılar? Yemin olsun ki, biz onlardan öncekileri imtihan ettik. Doğru söyleyenleri Allah elbette bilecek, yalancıları da elbet bilecektir.» buyurmuştur.


Bilmeli ki, ecir külfete göredir. Emri bil ma'rufu bir kimseye olan sadakati, sevgisi, müdâhenesi, bir kimseden itibar beklediği veya onun yanında i'tibannın devam etmesini istediği için elden bırakmamalıdır. Çünkü; ona olan sadâkat ve sevgisi kendisine bir hürmet ve hak icâbeder. Onun haklarından biri de kendisine nasihat etmek ve ona âhireti için yararlı işleri göstermek, zararlılarından korumaktır. İnsanın dostu ve ahbabı, âhiretini ma'mur etmeye çalışan kimsedir. Velev ki bu hâl onun dünyası hakkında bir noksanlığa bâdı olsun. Düşmanı ise âhiretinin zayi olmasına veya noksanlığına çalışandır; isterse bu sebeble ona dünyası için bir nevi menfaat hâsıl olsun. İblisin bize düşmanlığı böyledir. Peygamberler (Salevâtullahi ve Selâmuhu Aleyhim Ecmain) mü'minlerin dostlarıdır. Çünkü onların âhiretlerine yararlı şeylere ve o şeyler için kendilerine yol göstermeğe çalışırlar. Kerim olan Allah 'dan bizi, dostlarımızı ve sair müslümanları rızâsına muvaffak kılmasını dileriz. Bizlere cûd-u rahmetini teşmil buyursun.»


Emri bil ma'rufu yapan kimsenin nezaket, rifk u mülâyemetle muamelede bulunması icâbeder. Zira maksada bu daha elverişlidir, îmam Şafiî: «Bir kimse din kardeşine gizlice va'z ederse ona gerçekten nasihat etmiş ve onu ziynetlemiş olur. Aşikâre va'zeden ise onu muhakkak surette rezil etmiş ve batırmıştır.» demiştir.


Nevevi ekseriyetle insanların emri bil ma'ruia karşı göz yumdukları şeylere misal olarak kusurlu bir malı satılırken gorüh de i'tirazda bulunmamalarım, o malın kurusunu müşteriye söylememelerini gösteriyor; bunun açık bir hatâ olduğunu söylüyor; ve: «Halbuki bilenin satıcıya i'ti-raz ve inkârda bulunmasının, müşteriye malm kusurlu olduğunu bildirmesinin vâcib olduğunu ulema nassan beyân etmişlerdir.» diyor.


Münkerden nehyîn nasıl yapılacağını Resulü Ekrem (Saltallahü Aleyhi ve SeUem) bu hadisde güzelce beyan etmiştir. Mezkûr beyandan anlaşıldığına göre bir kötülük gören kimse imkân bulursa onu eliyle men'edecektir. Buna gücü yetmiyorsa diliyle, bu da mümkün değilse kalbiyle mâni' olacaktır. Kalble mâni' olmanın ma'nası o şeyi kerih görmek, ondan tiksinmektir. Bu hakikatda bir kötülüğe mâ'ni olmak değilse de başkası elinden gelmediği için bizzarure onunla iktifa eder, Allahu â'lem bundan dolayı onun hakkında: «İmanın en zaifidir» buyurulmuştur. Yani kötülüğü değiştirme hususunda semeresi en az olan budur. Yoksa imanın en zayıfı yoldan eziyet veren şeylerin atılması olduğu yukarıda görülmüştü: Maamafih buradaki zaifliği mutlak bırakarak iki hadisin arasım bulmakda mümkündür. Bu takdirde eziyet veren şeyin atılmasiyle kötülüğü kalben değiştirmek birbirine müsavidir. Bundan daha zaif mertebe yoktur. Hatta kalben değiştirme daha da zayıftır.


Babımızın hadisi hakkında Kaadi Iyâz şunları söylemiştir: «Bu hadis, münkerin nasıl değiştirileceğini beyân hususunda esastır. Mün-keri değiştiren kimseye düşen vazife, kavlen olsun fi'len olsun onu gideren herşeyle değiştirmektir. Meselâ; bâtıl bir şeyin âletlerini kıracak, içkiyi ya bizzat dökecek, yahut birine döktürecek; gasbedilen mallan ya bizzat gasıbdan alarak sahiplerine iade edecek yahud imkânı varsa başkasına emrederek bu işi yaptıracaktır.


Münkeri değiştirirken câhil ile şerrinden korkulan kuvvet' sahibi zâlime karşı son derece yumuşak davranmalıdır. Çünkü bu şekilde hareket etmesi sözünün kabulüne daha ziyade yarar.


Nitekim bu işi vazife olarak üzerine alan me'murun da ayni ma'na-dan dolayı salâh ve fazilet ehli olması müstehabtır. Şaşkınlığında devam edenle tembelliğinde israfa varan hakkında şiddet göstermelidir. Amma bunu yapmak için gösterdiği şiddetin, değiştirdiğinden, daha kötü bir mün-kere sebeb olmayacağından emin bulunması şarttır. Kendisi zâlimin tasallutundan mahfuz olmalıdır. Eğer zann-ı galibine göre o münkeri eliyle değiştirmek kendisinin veya başkasının öldürülmesi gibi daha şiddetli bir münkere sebeb olacaksa elle değiştirmekten vazgeçerek dil ile söylemeli, nasihat ve korkutma ile iktifa etmelidir. Şayet söylemenin o münker gibi bir münkere sebeb olacağından korkarsa kalbiyle değiştirmelidir. Hadis-den murad inşallah budur. Eğer emri bil ma'ruf hususunda yardım edecek bir kimse bulunursa, silâh çekmeye ve harbe müncer olmamak şartiyle yardım diler...»


Bazılarına göre öleceğini dahi bilse münkere karşı behemahal sarih sözle i'tirazda bulunmak lâzımdır. Fakat bu kavil doğru değildir.


Bu bâbda İmamü'l-Haremeyn'de şöyle demektedir: «Mesele silah çekmeye ve harbe müncer olmamak şartiyle, lâfdan almayan büyük günah sahibini devletin tebaası efradı fi'len o günahdan men'edebilirler. İş harbe dayanırsa hükümdara havale edilir. Zamanının hükümdarı zâlim olur da zulmü meydana çıkar; ve yaptığı bu kötü hareketten sözle men'edüdiği zaman vazgeçemezse memleketin ileri gelenleri, silah çekme ve harbetme bahasına bile olsa onu hal' (Yani azil) için ittifak edebilirler...»


Ancak îmamü'I-Harameyn'm bahsettiği bu hali' meselesi ulemâ arasında garib karşılanmış ve: «Bundan maksad: hükümdarın hal'i ile daha büyük bir fesad çıkacağından korkulmazsa o zaman hal'edilebilir; demektir.» şeklinde te'vil edilmiştir. Yine İmamii'l-Haremeyn'in beyanına göre emri bil-ma'rufla vazifeli olan kimse mücerred zann üzerine evlere girip araştırma yapamaz. O ancak gördükleriyle meşgul olur.


Ebu'l-Hasen Mârûdî araştırma meselesini ikiye ayırmaktadır:


1- İşlenen bir harama dair olup sonradan tedariki mümkün değilse araştırma caizdir. Meselâ: doğru söylediğine i'timâd ettiği bir zât: «Şu eve birisi bir adam kapadı; öldürecek.» Yahud: «Bir kadın kapadı; zina edecek» dese o evi aramak caizdir. Çünkü aranmadığı takdirde elden giden fırsatın tedarikine imkân yoktur. Bu aramayı yalnız devlet me'muru değil ahâli dahi yapabilirler.


2- Yukarıda söylenenlerden bir derece aşağı olan münkerattır. Bunlarda içeriye girerek araştırma yapmak caiz değildir. Meselâ: bir evden kötü kötü eğlence sesleri gelse içeride işlenen menhiyyatı men'etmek için eve girilemez; dışarıdan men'edilir.




79 —(...) Bize Ehu Küreyb Muhammed b. el-AIâ' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muaviye [284] rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-A'meş, İsmail b. Recâ'dan, [285] o da babasından, o da Ebû Said el-Hudri'den, bir de Kays b. Müslim'den, o da Tarık b. Şihâb'dan, o da Ebû Said-i Hudri'-den Mervân kıssası ile Ebû Said'in Peygamber (SaiMlahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiği hadisi hakkında (bundan önceki) Şu'be ve Süfyan hadisinin mislini rivayet eyledi.


İbaredeki Kays b. Müslim, İsmail b. Eecâ1 üzerine ma'tuftur. Ma'na şudur: Bu hadisi el-A'meş, İsmail b. Recâ 'dan, o da tarikin birinde Kays b. Müslim 'den rivayet etmiştir. Allahu a'lem.




80 — (50) Bana Amru'n-Nâkıd ile Ebû Bekir b. en-Nadr ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Bu lâfız Abd (b. Humeyd) indir. Dediler ki: Bize Yâkub b. İbrahim b. Sa'd rivayet etti. Dedi ki: Bana babam, Salih b. Key-san'dan, o da el-Hâris'den, [286] o da Ca'fer b. AbdiIIâh b. el-Hakem [287] den, o da Abdurrahmân b. el-Misver'den [288], o da Ebû Râfi'den [289] o da Abdullah b. Mes'ûd'dan naklen rivayet eyledi ki, Resulüllah (Saîîalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:


«Benden önce Allah'ın hiç bîr ümmete gönderdiği bir peygamber yoktur kî, o Peygamberin, ümmetinden Havarileri ve sünnetine tâbi' olan, emrine uyan ashabı olmasın. Kıssa şu ki, sonra onların ardından, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklari şeyleri yapan bir takım kötü nesiller mey* dana çıkar. İşte kim bunlara karşı eliyle mücâhede ederse o rr.ü'mindir. Kim onlara karşı diliyle mücâhede ederse o da mü'm indir. Kim onlara karşı kalbiyle mücâhede ederse o da mü'mindir, Amma bunun ötesinde imandan bir hardal danesi de yoktur.»


Ebû Kâfi' demiş ki:


— Ben bunu Abdullah b. Ömer'e anlattım da kabul etmedi. Derken İbnî Mes'ud geldi ve Kanat (vadisine) indi. Abdullah b. Ömer onu ziyarete giderken beni de beraberine almak istedi. Ben de onunla beraber gittim. Oturduğumuzda İbni Mes'ud'a bu hadisi sordum. Onu bana, İbni Ömer'e anlattığım gibi anlattı.


Salih:


— Böyle bir hadis hakikaten Ebû Râfi'den rivayet olundu; demiştir. (...) Bu hadisi bana Ebû Bekir b. İshâk b. Muhammed [290] de rivayet


etti. (Dedi ki): Bize İbni EM Meryem [291] haber verdi. (Dedi ki): Bize Abdülâziz b. Muhammed rivayet etti. Dedi ki: Bana el-Hâris b. el-Fudayl el-Hatmiy Ca'fer b. Abdillâh b. el-Hakem'den, o da Abdurrahman b. el-Misver b. Mabrama'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in âzadlısı Ebû Râfi'den, o da Abdullah b. Mes'ûd'dan naklen Salih'in hadisi gibi haber verdi. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmuşlar:


«Hiç bir peygamber gelmemiştir ki, o peygamberin yolunda yürüyen ve sünnetini sünnet edinen bîr takım havarileri olmasın.» Yalnız Ebû Râü', İbni Mes'ud'un gelişini ve İbni Ömer'in onunla buluşmasını zikretmemitir.


Hadisin isnadında birbirinden rivayette bulunan dört dane tabiî bir araya gelmiştir ki, nâdirattan sayılır. Bunlar: Salih, Haris, Cafer ve Abdurrahman 'dırlar.


Ümmet: Bir peygamberin tabileri ve ashabı den. iktir. Bazen peygamberin dine da'vet ettiği kimseler ma'nasmda umumi olarak kullanılır. Bu takdirde ümmetin ma'nasmda kâfirler de dâhil olduğundan müslümanlara ümmet-i icabet, kâfirlere ümmet-i dâ'vet denilir. Maamaiih ekseriyetle birinci ma'nada kullanılır.


Havârî: Yardımcı, hâlis ve çamaşırcı ma'nalanna gelir. Burada havarilerden murâd; lügat ulemasından Ezheri ile diğer bazılarına göre peygamberlerin en yakın ve her türlü kusurdan azade dostlarıdır. Bir tamamları: «Havariler, peygamberlerin yardımcılarıdır...» demiş; başkaları mücahidler ma'nasma geldiğini söylemişlerdir. «Havariler, peygamberlerden sonra onların yerine halife olabilecek kimselerdir.* diyenler de olmuştur.


Bu hadis zahiren; «Bir peygamber gelir onunla l)ir veya iki kişi beraber olur; başka b*r peygamber gelir; onunla beraber kimse yoktur.» hadisine muarız görünürse de hakikatta aralarında muâraza yoktur; çünkü buradaki hadisden murad ekseriyettir. Yani ekseriyet itibariyle her peygamberin ümmetinden havarileri vardır; demektir. Yahud ibareden sıfat hazfedümiştir. Ma'na: Tâbi'leri bulunan hiç bir peygamber yoktur ki, ümmetinden havarileri olmasın; demektir. Bazıları: «Bu hadis Nebiler hakkındadır. Tabiî bulunmayanlardan bahseden hadis ise Resule mahsustur.» diyerek iki hadisin başka başka ma'nalar taşıdığını iddia etmişlerdir.


İbarede atıf harflerinden (sümme)nin kullanılması, Peygamberlerin sünnetlerinin değiştirilmesi; kendilerinden çok zaman sonra olduğuna ten-büı içindir. Rütbede uzaklık bildirmek için kullanılmış olması da caizdir. (Sümme) den sonra gelen zamîr, nahiv ulemâsının «zamir-i kıssa» namını verdikleri zamirdir. Bu zamirle müzekkere işaret edilirse ona «zamir-i sân» derler. Mânâ şudur: Bilahare bu selef-i salibinin ardından Öyle kötü bir nesil gelir ki, bunların diyanetten hiç bir nasibi olmaz.


Hulûf: Halfin cem'idir; ve arkadan gelen kötü nesil manasınadır, Halef ise hayırh nesil demektir. Meşhur olan bu ise de lisân ulemâsrndan bir çokları bahusus Ebu Zeyd : «Bu kelime ister halef ister half okunsun, hayırlı ve hayırsız nesil manasında kullanılır» demişlerdir. Bazıları kötü nesil ma'nasma kelimenin (Halef) okunabileceğini, fakat; hayırlı nesil manasına (Halh) şeklinde okunamayacağını ileri sürmüşlerdir.


Kanaat: Medine-i Münevvere'de bir vadidir. Kenarında Medinelilerin malları vardır. Bu kelime bâzı esas nüshalarda buradaki gibidir; ve hem alem, hem müennes olduğu için gayri munsariftir. Fakat ekseriyetle esas nüshalarda ve Müslim'in ekseri râvileri tarafından:


t şeklinde zabtolunmuştur.


Finâ' avlu içi ma'nasmadır. Kaadı lyâz Semerkandî'-nin rivayetinde kelimenin (kanâat) olduğunu söylemi ştirki, doğrusu da odur; finâ' rivayeti hata ve tasniftir.


Sâ1ih'in : «Böyle b*r hadis hakikaten Ebû Râfi'den rivayet olundu.» sözü üzerine Kaadi Iyaz (Rahimehullah) şunları söylemiştir: Bunun ma'nası şudur: Salih b. Keysân senedde İbni Mes'ud 'u hiç zikretmeden: bu hadis Ebu Râü 'den, o da Peygamber (Sallallafıü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet olunmuştur; demiştir. Filvaki' Buhâri bu hadisi tarihinde muhtasaran: Ebu Râfi'den, o da Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den diyerek rivayet ekmiştir. Ebu Aliy el'-Ceyyânî, Ahmed b. Hanbel'in:


«Bu hadis mahfuz değildir. Hem bu söz İbni Mes'ud 'un sözüne benzemiyor. İbni Mes'ud: «Benimle buluşuncaya kadar sabredin, diyor.» dediğini söylemiştir.


İbni Salâh da diyor ki: «Bu hadisi Ahmed b. Hanbel (Rahimehullah) inkâr etmiştir. Amma onu el-Hâris 'den hep mevsuk râvilerden müteşekkil bir cemaat rivayet etmiştir. Zaif râviler hakkında yazılan kitaplarda biz e1-Hâris'in zikredildiğini görmedik. İbni Ebi Hatim !in kitabında Yahya b. Main 'den naklen onun sika olduğu söyleniyor. Sonra el-Hâris bu hadisi yalnız başına rivayet etmemiştir. Salih b. Keysan'm sözünün de işaret ettiği ve-cihle onun tabileri de vardır.İmâm Dâre Kutnî merhum «Kitâ-bü'1-İIel» adlı eserinde bu hadisin başka yollardan da rivayet edildiğini, bunlardan birinin Ebû Vâkıd el-Leysî yolu olup İbni Mes'ud'dan, o da Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem)'den naklettiğini zikretmiştir.


İbni Mes'ud (Radiyallahu anh) 'in: «Benimle buluşuncaya kadar sabredin!» demesi münkeri inkârdan dolayı kan döküleceği yahud fitne baş göstereceği veya benzeri bir hadise meydana geleceği içindir. Bu hadisde bozgunculara karşı elle ve dille cihada teşvik buyurulması fitne çıkmasına sebeb olmayacak yerlere mahsustur. Şu da var ki, bu hadis geçmiş ümmetler hakkındadır. Onun lâfzında bu ümmetin zikri geçmemiştir. İmam Nevevi bütün bu kavilleri zikrettikden sonra: «İmam Ahmed merhumun bu hadise dokunması şaşılacak şeydir.» der.


Hadisin sonundaki: ibaresini Hari rî «Dürretü'1-Gavvas» nâm eserinde inkâr etmiş ve:


denilmeyip denileceği iddiasında bulunmuşsa da Cev heri bunun denilebileceğini Sıhâh » ında beyân etmiştir.




21- İman Ehlinin İmanda Birbirlerinden Farklı Oluşları ve Yemenlilerin Bu Husustaki Üstünlüğü Babı



81 — (51) Bize Ebû Bekir b, Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki); Bize Ebû Üsâme [292] rivayet etti. H.


Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet eyledi. H.


Bize Ebû Küreyb [293] rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni tdris [294] rivayet eyledi bunların hepsi İsmail b. Ebî Hâlid'den rivayet ettiler. H.


(Yine) Bize Yahya b. Habib el-Hârisî rivayet etti. Bu söz onundur. (Dedi ki): Bize Mu'temir, [295] İsmail'den rivayet etti. İsmail şöyle demiş: Kays'i [296] Ebû Mes'ud'dan [297] rivayet ederken dinledim. Dedi ki:


— Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seiiem) eliyle Yemen tarafına işaret ederek:


«Bana bakın! İmân su taraftadır. Sertlik ve katı kalblilik de develerin kuyrukları dibindeki yaygaracılarda, şeytanın iki boynuzunun doğduğu yerdeki Rabia ve Mudar kabilelerindedir.» buyurdular.




82 — (52) Bize Ebu'r-Rabî' ez-Zehrânî [298] rivayet etti. (Dedi ki) t Bize Hammâd [299] haber verdi. (Dedi ki): Bize Eyyub [300] rivayet ettit (Dedi ki): Bize Muhammed, [301] Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiL Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellenı):


«Yemenliler geldi. Onlar kalben nazik insanlardır. İman Yemen'Ii, dîn anlayışı Yemen'li, hikmet de Yemen'lidir.» buyurdular.




83 — (...) Bize Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Adiy [302] rivayet etti. H.


Bana Amru'n-Nâkıd [303] da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İshâk b. Yusuf el-Ezrak [304] rivayet etti. Bunların her ikisi, İbni Avn'dan [305] , o da Muhammed'den, [306] o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiler. Ebû Hüreyre: «Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu» diyerek bu hadisin mislini rivayet etmiş.




84 - (...) Bana Amru'n-Nâfcıd ile'Hasen el-Hulvânî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ya'kub —ki İbni İbrahim b. Sa'd'dır— rivayet etti.


(Dedi ki): Bize Ebû Salih, [307] A'rac'dan [308] naklen rivayet etti. Dedi


ki: Ebû Hüreyre şunları söyledi: Resulüllah (SaUailahü Aleyhi ve Seîlem):


«Size Yemenliler geldi. Onlar yumuşak kalbli ve nâzik gönüllü zevattır. Fıkıh Yemen'li, hikmet de Yemen'ltdir.» buyurdular.




85 — (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e [309] Ebu'z Zinâd'dan dinlediğim, onun da eî-A'rac'dan, onun da Ebû Hürey-re'den naklettiği şu hadisi okudum: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve


Sellem) :


«Küfrün başı şark tarafındadir. Kendini beğenme, büyüklerime at ve deve sahibi olan yaygaracı bedevilerde, vakar ise koyun sahiblerindedir.» buyurmuşlar.




86 — (...) Yahya b. Eyyub ile Kuteybe [310] ve İbni Hucr, [311] İsmail b. Ca'fer'den rivayet ettiler. İbni Eyyûb dedi ki: Bize İsmail rivayet etti. Dedi ki: Bana el-Alâ' [312], babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :


«İmân Yemenlidir; küfür şark tarafında, vakar koyun sahihlerinde, kendini beğenme ve riya da yaygaracılarda at ve deve sahiblerindedir. buyurmuşlar.




87 — (...) Bana Harmelctü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb [313] haber verdi. Dedi ki: Bana Yunus, [314] İbni Şihâb'-dan [315] rivayet.etti. Demiş kü Bana Ebû Seîemete'bnü Abdîrrâhmân haber verdi ki, Ebû Hüröyre şöyle demiş: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:


«Kendini beğenme ve büyüklerime yaygaracı bedevilerde, vakar ise koyun sahiblerindedir.» buyururken işittim.




88 — (...) Bize Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu'I-Yemân [316] haber verdi. (Dedi ki): Bize, Şuayb [317] Zühri' den bu isnadla bu hadisin benzerini haber verdi: «İmân Yemenlidir. Hikmet de Yemenlidir.» ifadesini de ziyâde etti.




89 — (...) Bize Abdullah b. Abdirrahman rivayet etti: (Dedi ki): Bize Ebu'l-Yemân, Şuayb'dan, o da Zühri'den naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Saidü'bnü'l Müseyyeb rivayet etti ki, Ebû Hüreyre şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Yemenliler geldi. Onların gönülleri nâzik, kalbleri yumuşaktır. İmân Yemen'li, hikmet de Yemen'lidir. Vakar koyun sahihlerinde, övünmek ve büyüklenmek yaygaracı bedevilerde, güneşin doğduğu taraftadır.» buyurken işittim.




90 — (...) Bize Ebû Bekir İbni Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet etliler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, [318] A'meş'den, [319] o da Ebû Salih'ten, o da [320] Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Size Yemenliler geldi. Onlar, kalpleri pek yumuşak gönülleri pek nazik îevâttır. İmân Yemen'lidir; hikmet de Yemen'lidir. Küfrün başı şark tarafin-ladir.» buyurdular.


(...) Bize Kuteybetü'bnü Said ile Z.ülıeyr b. Harb rivayet ettiler, Dedi-lleı ki: Bize Cerir, A'meş'den (bu hadisi) bu isnadla rivayet etti. Amma: '«Küfrün başı şark tarafindadır.» ifadesini zikretmedi.




91— (...) Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Adiy rivayet eyledi. H.


Bana Bişm'bnü Hâlid' [321] dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muham-med yani İbni Ca'fer rivayet etti. Her ikisi de dediler ki: Bize Şu'be, [322] A'meş'den [323] bu isnadla Cerir [324] hadisinin benzerini rivayet etti. Ve:


«Öğünme, büyüklenme deve sahiplerinde, vakar ve sekinet ise koyun sa-hiplerindedir.» ifadesini ziyâde eyledi.




92 — (53) Bize İshâk b. İbrahim [325] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. el-Hâris el-Mahzûmî [326], İbni Cüreyc'den naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Ebu'z-Zübeyr [327] haber verdi. Kendisi Câbir b. Abdillâh'i şöyle derken işitmiş: Resulüllah (Salîaîlahii Aleyhi ve Sellem) :


«Kalp katılıkları ile kabalık doğudadır. İmân ise Hİcazlılardadır.» buyurdular.


Bu bâbda gördüğümüz on üç hadis hakikatte bir hadisin muhtelif rivayetleridir. Hadis müttefekun alevdir. Onu Buhâri dahi, «Bed'ül-Halk», «Talak», «Menakibu Kureys» ve «Meğazî» bâblannda muhtelif râ-vilerden tahriç etmiştir.


Ulemâ bu hadisin bâzı yerlerinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Mezkûr ihtilâfları Kaadi Iyaz bir yere toplamış; bilâhere İbni Salâh kısaltarak daha vazıh bir şekle sokmuştur. Şöyle ki:


«Ulemâ imânın Yemen'lilere nisbet edilmesini zahirî ma'nâsmdan çıkarak muhtelif te'villerde bulunmuşlardır. Buna sebeb imanın mebdei Mekkc-i Mükerreme ve daha sonra Medine-i Münevvere olmasıdır. Mağrib ulemasından Ebu Ubeyd île ondan sonra gelenler bu hususta bir kaç kavil naklederler: Birinci kavle göre; Resulüllah (SallallahU Aleyhi ve Selkm) «İmân Yemen'lidir.» buyurmakla Mekke'yi kasdetmiş-tir. Çünkü Mekke, Tihâme'dendir. Tihame ise Yemen'den sayılır; derler,


İkinci kavle göre murad: Mekke ile Medine'dir. Zira Resûîüllai (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, bu hadisi Tebük'de söylediği rivayet olunuyor. Bu takdirde Mekke ile Medine, Peygamber (SallallahL Aleyhi ve Sellem) ile Yemen arasında kalırlar; ve Yemen tarafına işaret etmiş; fakat Mekke ile Medine'yi kasd ederek: «İmân Yemen'lidir.*! buyurmuş olur. Yani Mekke ile Medine'yi Yemen'den sayması, o tarafdî bulundukları içindir. Nitekim Kâ'be-i Muazzama Mekke'de olduğu haldi onun Yemen tarafına bakan köşesine »Rüknü Yemânî» derler.


Üçüncü kavle göre: maksad Ensârdır. Çünkü onlar aslen Yemen'lidir ler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e yardım ettikleri için zaman onlara nisbet edilmiştir. Ulemadan birçokları bu kavli tercih ettikıti gibi Ebû Ubeyd de onu beğenmektedir.


Lâkin İbni Salâh mezkûr üç kavli de tenkid ederek şunları


«Eğer Ebû Ubeyd ile'onun izinden gidenler Müsim ile başkalarının yaptıkları gibi bu hadisin bütün rivayet yollarını lâfizlariyle bir araya toplayarak üzerinde dursalar bu söylediklerinden ha başka bir neticeye varırlar; zahiri rna'nayı bırakmazlar; ve mutlak zikredüdiğine göre hadisden muradın Yemen ve Yemenliler olduğuna hükmederlerdi. Zira hadisin bazı lâfızlarında: «Size Yemen'lîler geldi.» buyurulmuştur ki. Ensar da bu söze muhatab olanların içindedir. Şu halde Yemenliler Ensardan başkadırlar. Resulüllah (SaUaîîahü Aleyhi ve Sellemyin.: « Yemen'IÜer geldi » buyurması da Öyledir. O zaman gelenler Ensardan başkaları idi. Sonra Peygamber (Saltallahii Aleyhi ve Sellem) gelenleri kemâl-i imanla hüküm verecek şekilde vasıflandırmış; ve : «İmân Yemenlidir» sözünü buna bina etmiştir. Binaenaleyh mezkûr hadis Mekke ile Medine'ye değil, kendisine gelen Yemen'lilerin imânına işarettir.


Sözü zahiri ma'nasında bırakarak hakikaten Yemen'liler ma'nasma almaya bir mâni'de yoktur. Çünkü bir kimse bir şeyle vasıflanır da o şeyin kendisinde bulunduğu kuvvetle bilinirse, o kimsenin bu şeyle temayüz ettiğini ve bu hususda hâlinin kemâl üzere olduğunu göstermek için


0 şey kendisine nisbet edilir. İşte iman hususunda o gün gelen Yemen'li-lerle Resulüllah (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in hayatından ve ir-tihalinden az sonra gelen Üveysü'l-Karanî, Ebû Müslim el-Havlânî (Rahimehutîah) ve emsali gibi kalbi selim, imânı kavı zevatın halleri de böyle idi. Bundan dolayı imanı onlara nisbet etmek, onu başkalarından nefi ma'nasma gelmeksizin bu zevatın iman-ı kâmil sahibi olduklarını bildirmek içindir. Binaenaleyh bu hadisle Resûlül1ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in : «İmân Hicaz'hlardadır.» hadisi arasında hiç bir münâfat yoktur.


Sonra bu hadisden murad her devirde yaşayan Yemen'liîer değil, o zamankilerdir. Zira lâfız her devirdekileri iktizâ etmez. Bu hususda hak budur. Bizi hakka hidâyetinden dolayı Allah Teâ1â'ya şükrederiz. AHahu a'lem.


Ibni Salâh, bundan sonra sözüne şöyle devam etmiştir: «Ha-disde zikri geçen fıkıh ve hikmete gelince; Burada fıkıh, din hususundaki anlayışından ibarettir. Sonraları fukahâ ve usûl-ü fıkıh, uleması fıkhı: «Amele dair olan şer'î hükümleri, aynen delil getirmek suretiyle anlamaktır.» diye tahsise karar vermişlerdir.


Hikmeti ta'rif hususunda ise bir çok sakat kaviller vardır. Her kavil onun sıfatlarından bazısını söylemekle iktifa etmiştir. Bu ta'riflerden bize en dürüst geleni şudur: «Hikmet, nufuz-u nazar, ahlâkı tehzib, hakkı hak bilerek onunla amel, neva hevese ve bâtıla tâbi' olmayı önlemek gibi şeylerle birlikte Allah Teâlâ'yı bilmeyi de içine olan hükümlerle vasıflanan ilimdir.» Hakim de bunlar kendisinde olan zâttır. Ebû Bekir b. Düreyd: «Sana nasihat ile seni kötülüklerden men'eden yahud iyilik yapmaya çağıran veya çirkin bir şeyden seni nehyeden her kelime hikmettir; demiştir.>


Hadisde Yemen'liler hakkında :


«Onların kaibleri daha yumuşak, gönülleri daha nâziktir.» buyurulmuş; ve bir cümlede hem kalb hem fuâd kelimesi zikredilmiştir. Halbuki (Kulûb) ve (Ef'ide) kelimeleri ayni ma'nayadırlar. Çünkü Kuiub: Kalbin; Ef ide: fuâd'ın cem'idirler. Fuâd da kalb demektir. Şu halde kalb sözü mütera-difiyle tekrarlanmıştır. Bittabi böyle olması, ayni lâfzın tekrarlanmasından daha makbuldür. Ancak fuâd'ın kalb ma'nasma gelmediğini iddia edenler de vardır. Bunlardan bazılarına göre fuâd kalbin içi, diğerlerine göre kalbin zarı ma'nasmadır. Bu zar ince olursa bir şeyin ondan geçmesi kolay ve sür'atli olur.


Kaiblerin yumuşaklık, naziklik ve zayıflıkla tavsif Duyurulmasının ma'nası, onların huzû' ve haşyet sahibi olmaları, çabuk icabet etmeleri, başkalarının kalpleri gibi şiddet ve katılıkla tavsif edilemeyip nasihat ve ihtardan çabuk mütenebbih olmalarıdır.


Fahr: Kendini beğenmek ve Övünmektir:


Huyelâ': Büyüklenmek ve başkasını hor görmektir.


«Feddâdîn» kelimesi Hattâbî'nin beyanına göre iki vecihle tefsir olunur. Ya (Fedde) filinden alma feddâd'ın cem'idir; ve şiddetli sesli demektir ki. deve sahiplerinin âdeti budur. Yahud fedan'ın cem'idir.


Fedan; ziraat âleti, ziraatte kullanılan öküzler demektir. Bundan mak-sad çiftçilerdir. Nevevi «Doğrusu şedde ile feddâdın cem'i fedda-dîn'dir; hadis ulemâsiyle Esmaî'm'n ve cumhuru ehl-i lügatin kavli budur.» diyor.


Kurtubî: «Bu hadisde şeddeliden başka rivayet yoktur.» demiştir.


Bazılarına göre Feddâd: iki yüzden bine kadar hatta daha fazla devesi olan demektir. Maksad, devesi çok olan kaba saba yaygaracılar; kendini beğenenlerdir. Ebu'l-Abbas'a göre bunlar; deveciler, çobanlar, sığır sahipleri ve hamallardır. Esmaî:. «Bunlar, tarlalarında ve malları ile hayvanlarının arasında sesleri yükselenlerdir. Fedid, şiddetli ses ma'nasma gelir.» demiştir. Hattabi diyor ki: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in böylelerini zemmetmesi, dünya işleriyle uğraşırken, din işlerine bakamadıklarmdandır. Bu onları âhiret işinden alı-kor, kalbin katılığı ve saire de bundan meydana gelir.»


«Ehl-i veber : Yüncüler demektir. Maksad çölde yaşayan bedevilerdir. Nitekim bunların zıddına yâni şehirlilere de ehl-i meder denilir. .


«Sertlik ve katı kalblilik ve develerin kuyrukları dibindeki yaygaracılarda» buyurması, hayvanları götürürken yaygara ve gürültü çıkardıklann-dandır. Bundan sonra; «Şeytanın iki boynuzunun doğduğu yerdeki Rabiâ ve Mudar kabilelerindedir.» buyurulmuştur. Rabia ve Mudar, yaygaracılardan bedeldir; yani yaygaracılar onlardır.


Şeytanın iki boynuzundan murad: başının iki yanıdır. Bazıları: «Şeytanın iki boynuzu, onun iki gurup bendegâmdır. O bunları insanları sapıtmak için teşvik eder.» demiş; bir takımları: «Bunlar şeytanın kâfirlerden olan yardımcılarıdır.» mütaleasında bulunmuşlardır. Maksad, bilhassa şarkın son derece küfre ve şeytanın tesallatuna ma'ruz bir yer olduğunu anlatmaktır. Nitekim rivayetin birinde: «Küfrün başı şark tarafıdır.» buyurulmuştur. Resulüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) devrinde şarkda hâl böyle idi.


Burada mecûsîlerin küfrü çok şiddetli olduğuna işaret vardır. Zira mecusi olan acemlerle onların idaresinde bulunan arapların memleketi, Medine'ye nisbetle şarkta idi. Bunlar gayet çok ve kuvvetli idiler. Hatta hükümdarları Resulüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in mektubunu parçalamıştı. Taberi'nin beyanına göre deccal dahi şarktan çıkacaktır. Ekseri şark milletleri son derece azgın ve kâfir oldukları için ateşe taparlardı. Bin seneden beri ateşleri sönmemişti. Ateşe hizmet edenlerin sayısının yirmi beş bin olduğu söylenir.


Hadisde şarka «Şeytanın iki boynuzunun doğduğu yer» denilmiştir. Çünkü şeytan güneşe karşı duran kimsenin karşısına dikilir. Güneş doğduğu zaman başının iki tarafının arasında kalır. Böylelikle güneşe karşı iıamaz kılanların kendisine secde ettiği zanmnı verir.


Kaadi Iyaz'a göre şarkdan murad, Necd'dir. Çünkü Necd şarkda Medine'den başlar. Hadis Tebük'de söylendi ise onun şarkı dahi Necd'-: dir. Kabîa ve Mudar kabileleri de orada yaşarlardı. Bunlar iki kardeş ka-; bile olup hayvancılık ve çiftçilikle geçinirlerdi. Sert tabiatlı ve katı kalbli lâftan anlamaz kimselerdi.


İmam Nevevi kasveti: nasihat kabul etmemek; gilâzı da; anlamamak diye izah etmiş; ve bunların ayni ma'naya geldiğini söyleyenler olduğunu dahi kaydetmişse de el-Übbî: «Kasvet; yumuşaklığın zıddı; gılâz da re'fetin zıddıdır.» demiş; ve bu iki kelimenin burada: şarklılar ibret almaktan uzak kendilerine nasihat kâr etmez kimselerdir; ma'na-smdan kinaye olduklarını beyan etmiştir.



22- Cennete Ancak Mü'minlerin Gireceğini, Sevmenin İmandan Olduğunu Ve Selamlaşmanın Sevgi Husulüne Sebeb Olduğunu Beyan Babı



93- (54) Bize Ebû Bekir İbni Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muaviye ile Vekî', A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resulüllab (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem):


«Siz imân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (tam) imân etmiş olmazsınız. Ben size bir şey göstereyim mi; onu yaparsanız sevişirsiniz? Aranızda selâmı ifşa edin» buyurdular.


«Birbirinizi sevmedikçe de imân etmiş olmazsınız.» ifâdesinin nıa'na-sı: îmanınızın kemâl bulması ve halinizin düzelmesi ancak birbirinizi sevmekle olur demektir. Nevevi'ye göre «İmân etmedikçe cennete giremezsiniz.» cümlesinden maksad zahiri ma'nadır. Binâenaleyh cennete girmek için mü'min olmak şarttır. Velevki iman-ı kâmil olmasın. Yani cennete girmek mutlak imana bağlıdır. İman-ı kâmil sahibi olmak ise mü'minlerin birbirini sevmesine bağlıdır.


İbni Salâh diyor ki: «Bu hadisin ma'nası: sizin imanınız ancak birbirinizi sevmekle kemâl bulur. Eğer böyle iman etmedi iseniz cennetlikler doğrudan doğruya cennete girerken sizler giremezsiniz; demektir.» Yani, siz İman-ı Kâmil ile imân etmedikçe doğrudan doğruya cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman-ı kâmil sahibi olamazsınız.


Nevevi, îbni Salâh'm sözünü ihtimal dahilinde görmektedir.


«Selâmı aranızda ifşa edin!»» ifşa etmek: dağıtmak ve yaymaktır. Bu cümle, tanıdık olsun olmasın bütün müslümânlara adetâ saçarcasma bol bol selâm vermeye teşviktir.


Selâm vermek birleşip kaynaşmanın ve sevgi celbinin en başta gelen sebeblerindendir. Müslümanların birbirleriyle tanışmaları ve kendilerini


Başka milletlerden ayıran şiarlarını meydana çıkarmaları onun ifşası sadesinde mümkün olur. Ayni zamanda selâm vermekde nefsi tevâzua alınırıma, müslümanların hürmetini ta'zim, birbirleriyle küsüşüp alâkayı kesmeyi ve ara bozmayı ortadan kaldırma gibi nice güzel ma'nalar vardır. İnsan verdiği selâmın Allah için olduğunu bilmeli ve onu yalnız eşine dostuna değil her müslümana vermelidir.


« l^trV. » cümlesi ekseri nüshalarda (nun)un ıskatiyle rivayet edilmiştir. Fiil, nefi veya nehî olmadığı halde sonundan (nun)un düşmesi tahfif içindir. Bazı nüshalardan (nun) hazf edilmemiştir.




94- (...) Bana Zübeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, [328] A'meş'den bu îsnadla haber verdi. Ebû Hüreyre: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :


«Nefsim kabza-i kudretinde olan (Allah) a yemin ederim ki sizler imân etmedikçe cennete giremezsiniz.» buyurdular: diyerek (bundan Ön çeki) Ebû Muâviye ve Veki' hadisinin mislini rivayet etmiş.




23- Dinin Nasihat Olduğunu Beyan Babı



95 - (55) Bize Muhammed b. Abbâd el-Mekkî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân [329] rivayet etti. Dedi ki: Süheyl'e [330], Amr [331] bize el-Ka'kaa'dası, [332] o da babandan rivayet etti; dedim. Ve benim rivayet


sil&ilem)den hir kişi düşürmesini recâ ettim. [333] Bunun üzerine Süheyl : Ben bu hadisi babamın dinlediği zattan dinledim. O zât Şam'da babamın dostu idi; dedi. Bundan sonra bize Süfyân, Süheyl'den o da Atâ' b. Yezid'den, o da Temimü'd Dârî'den naklen rivayet etti ki, Peygambeı


(Saîlaîlahü Aleyhi ve Selîem) :


«Din nasihattir.» buyurmuşlar. (Râvi diyor ki)


«Kime?» dedik.


«Allah'a, kitabına, resulüne, müslümanlarm imamlarına ve bilumum müslümanlara.» buyurdular.


Bu hadisi Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud, Nesaî ve diğer bazı ulema tahric etmişlerdir.


Hadîsin sânı pek büyüktür. İslâmm mihveri onun üzerindedir. mâdan birçokları onu bütün islâmi umuru toplayan dört esas hadisden biri sayarlarsa da imâm Nevevi bunun doğru olmadığını, islâmm asıl mihveri bunun üzerinde bulunduğunu söylüyor. Hadisi Temim'-den Müslim yalnız basma rivayet etmiştir. Buhâri' de Ter mim-i Dâri 'den rivayet edilmiş hadis yoktur. Müs1im'de deı yalmz bu hadis vardır. Nasihat lügatta: öğüt vermek, ihlâs, hayırlı işleri davet, hayırsızlardan nehiy, balı süzmek gibi birçok ma'nalara gelir. Bu kelime hakkında Hattâbi şunları söylemektedir:


«Nasihat: cem'iyetli bir kelimedir. Ma'nâsi nasihat edilen kimseye hayırlı nasib toplamaktır. Onun veciz isimlerden ve kısa sözlerden olduğu söylenir. Arap dilinde bundan ve bir de felah kelimesinden daha ziyâde dünya ve âhiret hayrım bir araya toplayan kelime yoktur. Nasihatin:


«Adam elbisesini dikti» sözünden alındığı söylenir. Şu halde nasihatçınm nasihat verdiği kimsenin iyiliğini arama hususundaki fi'li elbisenin yırtıklarını yamamaya benzetilmiş demektir. Nasihatin:


«Balı mumdan süzdüm» sözünden alındığını soyleyenler de vardır. Bunlar sözün hile ve yalandan kurtarılmasını, balın karışık kısmından süzülnıesine benzetmişlerdir.


Hadisin ma'nâsı: Dinin direği ve kıvamı nasihattir; demektir. Nitekim; «Hacc arafedir* yani onun direği ve büyük kısmı arafedir; sözü de böyledir.»


Nasihatin tefsirine gelince: Ulemânın beyanına göre A11ah'a nasihatdan murad: ona iman etmek; şeriki olmadığına kail olmak, sıfatlarında küfre sapmamak, Al1ah'ı bütün kemâl ve celâl sıfatlariyle tavsif, cümle noksan sıfatlarından tenzih eylemek; ona tâat etmek; âsi olmaktan kaçınmak, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, ona itaat edenlere muzaheret, isyan edenlere husumet, küfredenlerle ci-hâd etmek, nimetlerini i'tiraf ile şükürde bulunmak, her işinde ihlâs ve samimiyet göstermek, bütün bu sayılan vasıflara da'vet ve teşvik eylemek, bu hususta bütün insanlara yahud mümkün olanlara lütuf göstermektir.


Hattâbî (Rahitnehullah) : «Bu izafetin hakikati, kendi nefsine nasihat olması itibariyle kula râcidir; Çünkü, Allah herhangi bir kimsenin nasihatinden müstağnidir» demiştir.


A11ah'm kitabına nasihat: Onun Allah kelâmı olduğuna, onu Allah indirdiğine, kul sözlerinin hiç biri ona benzemediğine, kullardan hiç birinin onun mislini getiremiyeceğine iman etmek, sonra ona ta'-zimde bulunmak, onu tecvid ve adabına riâyet, harflerine dikkat ederek huşu' ile okumak, düşmanların tahrifine ve ona dil uzatanlara karşı müdâfaada bulunmak, Kur'an-ı Kerîm'de beyan buyurulan her şeye inanarak tasdik etmek, ahkâmına vâkıf olmak, ulûm ve mesellerini anlamağa çalışmak, nasihatlerinden ibret almak acâib ve garaibi hususunda tefekküre dalmak, muhkem âyetleriyle amel, müteşâbih olanlarım tasdik etmek, umumunu, hususunu, nâsih ve mensûhunu araştırmak, Kur'an ilimlerini neşir ve o ilimleri, o nasihatleri öğrenmeğe da'vetle olur.


Resu1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e nasihat: Onun peygamberliğini tasdik ile getirdiği şeylerin hepsine imân etmek, emir ve nehiy-lerinde ona itaat etmek, hayât ve mematanda ona muzaherette bulunmak, ona yardım edenlere muzaheret, düşmanlarına husumet göstermek, ona ta'zimde bulunmak, sünnetini ihya, da'vet ile şeriatını neşretmek, şeriattan hürmeti nefi ile onun ilimllerini öğrenmek, ma'nalarını anlamak ve bunlan^ öğrenmeye başkalarını da'vet eylemek, okur ve öğretirken ilme hürmetkar davranmak, terbiye ve nezâket dâiresinde okumak, bilmediği bir ilim hakkında söz söylememek, ulemaya hürmet ve ta'zimde bulunmak, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ahlâk ve âdabiyle ahlâklanmak, onun ehl-i Beytini ve ashabını sevmek, sünnetinde bid'atçı-lık eden veya ashab-ı kiramdan birine dil uzatanların semtinden kaçmak gibi şeylerdir.


Müslümanların imamlarına nasihat: Onların hükümdar ve kumandanlarına ta'bir-i mahsusu ile ülû'I-emre itaat, hak uğrunda kendilerine yardım, hakdan ayrılmamalarını tenbih, unuttukları şeyleri veya henüz duymadıkları müslüman haklarını lûtf u nezâketle ihtarda bulunmak, onlara isyan etmemek ve halkın onlara itât babında gönül birliğine varmasıdır.


Hattâbî ülû'l-emrin arkasında namaz kılmayı, onunla birlikte cihada gitmeyi ona zekât vermeyi, zulmünden korkulduğu zaman silâhla ona isyan etmemeyi, yalancı medh u senalarla onu aldatmamayı ve ona hayır dua da bulunmayı da nasihattan saymış; ve bütün bunların, müslüman imamlarından ülû'1-emir devlet adamları kasdedildiğine göre olduğunu kaydettikten sonra bazân (müslümanlann imamları) ta'birinded din âlimleri kasdedildiğini söylemiştir. Onlara nasihat, rivayet ettiklerini kabul etmek, ahkâm hususunda onlara tâbi' olmak ve kendilerine hüsnü zanda bulunmaktır.


Âmme-i müslimin'den murâd: müslüman ahâlidir. Bunlara nasihâ din ve dünyalarına faydalı olan şeyleri kendilerine göstermek, onları öğjj retmek, kusurlarını görmezden gelmek, onlara ezâ etmemek, yardımlanU na koşmak, zararlarım gidermek, iyiliği emir; kötülüğü nehyetmek, bül] yüklerine hürmet, küçüklerine şefkatda bulunmak, aldatmamak, hased em memek, kendisi için dilediğini onlar için de dilemek, kötü gördüğünü on!) lar için de kötü görmek, onların mallarını, canlarını, ırzlarım müdafaa etmek, kendilerini bu sayılan şeylerle ahlâklanmaya teşvik etmek ve tâat-lara neşatlarını açmak gibi şeylerdir.


İbni Bâttâî diyor ki: «Bu hadis nasihate din ve islâm denilef bileceğine, kavle olduğu gibi fi'le de din denilebileceğine delildir. Naşir hat farz-ı kifayedir. Bazılarının yapmasıyla diğerlerinden sakıt olur. Nasihat takat nisbetinde lâzım olur. Nasihati eden zât, nasihatinin kabul edileceğini ve kendine bir fenalık yapılmayacağını bilirse nasihat etmesi vacib olur. Kendisi için kötülük edileceğinden korkarsa ona nasihati terk için ruhsat vardır.»


Görülüyor ki nasihat, hakikaten pek çok rna'naları kendinde toplayan bir kelimedir. Lisanımızda daha ziyâde (öğüt vermek) manasında kullanılan bu kelime burada yalnız o ma'na ile kalmıyor. Bilhassa bu hadis-de bütün ma'nalanna âmm ve şamil olarak kullanılmıştır.




96 — (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Mehdi [334] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Süheyl b. Ebi Sâlih'den, o da Atâ' b. Yezid el-Leysî'den, o da Temim-i Dâri'den, o da Nebiy (SaUallahii Aleyhi ve SeUem)'âen nakletmiş olmak üzere bu hadisin mislini rivayet etti.




(...) Bana Ümeyyetü'bnü Eistân dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize


Yezid yani İbni Zürey' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh —ki îbni Kaa-sim'dir — rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süheyl, Atâ' b. Yezid'den rivayet eyledi. Onu Ebû Salih'e Temim-i Dâri'den, o da Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den nakletmiş olmak üzere bu hadisin mislini rivayet ederken dinlemiş.




97 - (56) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr ile Ebû Üsâme, İsmail b. Ebi Hâlid'den o da Kays'-dan, [335] o da Cerir'den [336] naklen rivayet ettiler. Cerir:


«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e, namazı kılmak, zekâtı ver-mek ve her müslümana nasihatta bulunmak şartı ile beyat ettim.» demiş.




98 — (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân [337], Ziyâd b. îlâka' [338] dan rivayet etti.. Ziyâd, Cerir b. Abdillâh'ı: «Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e' her müslümana sadakatli olacağıma beyat ettim.» derken işitmiş.




99 — (...) Bize Süreye b. Yûnus [339] ile Ya'kub ed-Devrakî [340] rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Hüseyni, [341] Seyyar' [342] dan, o da Şa'bi'den, o da Cerir'den naklen rivayet etti. Cerir: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e söz dinleyip tâatte bulunmak şartiyle beyat ettim. Bana: «Gücünün yettiği hususda » cümlesini telkin buyurdu. Bir de; her müslümana nasihatta bulunmak üzere beyat eyledim.» demiş.


Ya'kub kendi rivayetinde şöyle dedi: «Hüşeym: Bize Seyyar rivayet etti; dedi.»


Yukanki rivayetlerin birinde Hz. Ctrir b. Abdillâh (Radiyctllahu anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e îslâmın erkânından yalnız namazla zekât üzerine beyat ettiğini bildirmektedir. Çünkü bunlar keîime-i şehâdetten sonra îslâmın en mühim rükünleridir. Kur'an-ı Kerîm'in bir çok yerlerinde daima beraber zikredilmişlerdir. Oruç ve diğer erkânın burada zikredilmemesi tâatın mefhumunda dahil oldukları içindir. Zira hadisin bir rivayetinde Cerir (Radiyallahu anh) «Söz dinleyip tâatte bulunmak şartiyle beyat ettim» demiştir.


Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ıin Hz. Cerir'e :


«Gücünün yettiği hususda buyurması Teâ1â Hazretlerinin: «Allah hiç bir kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi teklif etmez.» [343] âyet-i kerîmesine muvafıktır. Bu cümleyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kemâl-i şefkatinden dolayı Hz. Cerir'e ta'lim buyurmuştur. Çünkü insan bazı hâllerde aciz kalır; ve eğer sözünü: «Müyesser olursa yahud yapabilirsem» gibi bir şart cümlesi ile kayıd-lamazsa çok defa verdiği sözün altında kalır.


Hafız Taberâni’ nin rivayeti Hz. Cerir'in son derece âlice-nâb ve cömerd bir zât olduğunu gösterir. Mezkûr rivayete göre Cerir (Radiyallahu anh) kendisine bir at satın almak için kölesine emretmiş o da 300 dirheme bir at satın alarak parasını Ödemek için atla birlikte sahibini de Cerir (Radiyallahu anh) 'a getirmiş. Cerir atı beğenmiş; ve sahibine:


«Senin atın 300 dirhemden fazla eder. Onu 400 dirheme satar mısın?» demiş. At sahibi:


«Bu sana kalmış bir şeydir yâ Ebâ Abdillâh!» demiş. Cerir:


«Senin atın bundan da fazla eder. Onu 500 dirheme satar mısın?» demiş; ve «Senin atın bundan da fazla eder» diyerek yüzer yüzer arttırmak suretiyle hayvanın fiyatını 800 dirheme yükseltmiş. Nihayet onu 800 dirheme satın almış. Kendisine neden böyle yaptığı sorulunca:


«Çünkü, ben Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e, her müslümana sadakatli olacağıma beyat ettim.» demiştir.


Bey'at: Örfen hiç bir münazaa ve münakaşa götürmeyecek şekilde her işini hükümdara bırakma hususunda ona söz vermektir. Bey'at ederken as-hâh-ı kiram. Peygamber (SaÜaiîahü Aleyhi ve Sellem) 'in elinden tutarlar; verdikleri sözü bu suretle te'kid ederlerdi. Bu hâl alışverişe benzediği için alış veriş manasına gelen beyi' kelimesinden alınarak söz ver-meyo bey'at denilmiştir.


Son hadisin senedinde İmam Müs1im'in : «Yakub kendi rivayetinde şüyle dedi...» diyerek onun rivayet şeklini göstermesi ince bir manaya tenbih içindir. Şöyle ki: Hâvilerden Hü§eym müdellistir. Mü-dellis râvi, hadisi «an» edâtile rivayet ederse o hadisle ihticâc edilmez. Ancak o hadisi başka bir yoldan dinlediği sabit olursa o zaman ihticac olunur. İmam Müslim bu hadisi iki şevliden yani Süreye ile Ya'kub 'dan rivayet etmiştir. Süreyc'in rivayetinde «an» edata vardır. Fakat Ya'kub 'unkinde yoktur. İşte Müslim onun rivayetinde «an» olmadığını göstermek suretiyle hadisin muttasıl olduğunu beyân etmiştir. Bu onun son derece dikkat ve ihtiyat sahibi bir zât olduğunu gösterir.



24- Günahlar Sebebiyle İmanın Eksilmesini ve Günaha Dalan Kimseye — Kemalinin Yokluğu Manasıyla— İmansız Denilebileceğini Beyan Babı



100 — (57) Bana Harmeîetü'bnü Yahya b. AbdÜiah b. İmrân et-Tücibî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vebb [344] haber verdi Dedi kî: Bana Yunus, [345] İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Ebû Usâmete'bni Abdirrahtnan ile Saidü'bnü'l-Müseyyebi şunu söylerlerken işittim: Ebû Hüreyre dedi ki: Gerçekten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Zâni zina ederken mü'nıin olarak zina etmez. Hırsız, çalarken mü'min olarak çalmaz. Şarabı içerken dahi sarhoş mü'min olarak içmez.» buyurdular.


İbni Şihâb şöyle demiş: «Bana da Abdülmelik b. Ebi Bekir b. Abdir-rahman haber verdi ki, Ebu Bekir onlara bu sözleri Ebu Hüreyre'den rivayet eder; sonra şöyle dermiş: Ebu Hüreyre bu sözlere: «Halkın gözleri önünde kıymetli bir şeyi zorla yağma ederken mü'min olarak yağma etmez.* cümlesini de katardı.


Bu hadisi Buharı KHabü'I-Mezalim ile Kitâbu'l-Eşribe de Hz. Ebu Hüreyre 'den, Hudûd bahsinde Ebû Bekir b. Ab-dirrahman 'dan tahriç ettiği gibi, Nesai Eşribe ve Recim bahislerinde İbni Mâce'de «Fîten» bahsinde İsa b. Hammad'-dan rivayet etmişlerdir. Bu babta Ebû Davud Hz. Cabir'den, Tirmizi Hz. Enes b. Mâlik 'den, Ahmed b. Hanbel Hz. Zeyd b. Hâ1id 'den, îbni Hibbân Imrân b. Hu-sayn ile Sa'lebetü'bnü'l-Hakera (Radtyalkihu Anhüma) dan, İbni Ebî Şeybe Asım b. Küleyb tarikiyle bir sa-habiden; Abdurrezzâk, Ebû Bekir Bey hâki, Ta-berâtıi ve Ebû Dâvûdu Tay âlisî Hz. Abdullah b. Ebî Evfâ 'dan, yine Taberânî, Hz. Abdullah b. Mugaf feî'den, Ebû Davud Tayâlisî ile Said b. Mansur Hz. Ali (Radiyallahu anh) 'dan hadisler rivayet etmişlerdir. Bu ma'nâda hadisler pek çoktur.


Hadis-i şerifin manası hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir. Hasan-ı Basri ile İbni Cerîr Taberi'ye göre: «Mü'min olarak zina etmez, mü'min olarak çalmaz; mü'min olarak şarap İçmez...» cümlelerinin ma'nâsı: imanından dolayı Öğülecek bir şeyi kalmaz; demektir; yoksa imânı bakidir. Bir takımları;


«Bu münkerâtı işlemeye devam eden kimse imândan çıkar» demiş; diğerleri bunları helâl i'tikad ederek yapanın dinden çıkarak kâfir olacağını söylemişlerdir. İbni Tin'in nakline göre Buhârî: «Böy-lelerinden imanın nuru alınır.» demiştir, ki bu kavil îbni Abbas (Radiyallahu anh) dan da rivayet olunur. Bazılarına göre A11ah'a tâat hususunda basireti kapanır. Zührî; «Bu ve emsali hadisler müteşâbi hâttandırlar. Binaenaleyh onlara iman edilip geçilir; ma'nalanna dalmak olmaz; Çünkü biz onların ma'nalanm anlamayız^» demiştir. Bütün bu te'viller ihtimâl dahilinde olmakla beraber muhakkikîn-i ulemaya göre hadisin en doğru ma'nası, mezkûr günahları işleyenlerde imanın kemâlinin kalmamasıdır. Burada ve benzeri yerlerde nefiden murâd: Kemâldir. Meselâ: «Faydasız bilgi ilim değildir; dünyada attan başka mal yoktur; âhiret hayâtından başka hayât olamaz.» sözleri hep bu ma'nada söylenirler. Bundan maksad: faydasız bilgi tam ilim değildir; attan- daha mükemmel mal yoktur; âhiret hayâtından başka ma'mur hayât olamaz; demektir. Bu gibi te'viller her lisanda çoktur.


Hadisin bu şekilde te'viline sebeb: onun Hz. Ebu Zerr ve Ubâd e (Radiyallahu Anhüma) hadislerine muarız bulunmasıdır. Ebû Zerr (Radiyallahu anh) hadisinde : «Bir kimse, AİIah'dan başka ilâh yoktur, derse, zina da etse hırsızlık da yapsa cennete girecektir» buyu-" rulrnuş Ubâd et ü'bnü's-Sâm i (Radiyallahu anh) 'in sahih ve meşhur olan hadisinde ise : «Ashab-ı kiramın çalmamak, zina etmemek, âsi olmamak ilâh...» şartiyle Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve SeUem) 'e bey'atta bulundukları, bundan sonra Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellemfin onlara: «Sizden hanginiz sözünde durursa onun eceri Allah'a aîrldir; kim bunlardan birini yapar da dünyada ceza görürse bu onun keffâreti olur; kim yaparda ceza görmezse onun işi Allah Teâîâ'ya kalmıştır. Dilerse affeder; dilerse azâb eyler.» buyurduğu beyan olunuyor. Üstelik Teâ1â Hazretleri:


«Şüphesiz ki Allah kendisine şirk koşulmayı affetmez. Amma bundan aşağısını dilediğine affeder.» [346]


buyurmuş; ehli hak olan müslümanlar da, zânî, kaatil ve diğer büyük günahkârların bu günâhlar sebebiyle dinden çıkmadıklarına, bunların mü'min fakat imanları noksan olduğuna ittifak etmişlerdir. Şayet tevbe ederlerse cezaları sakıt olur. Büyük günahlara devam ederken ölürlerse işleri Allah'a kalır. Dilerse onları affeder. Ve doğrudan doğruya cennetine koyar. Dilerse cezaları nisbetinde azâb ettikten sonra cennetine nail kılar.


İşte bu delillerden dolayı buradaki hadis ile emsalini te'vile zaruret hasıl olmuştur. Zâten bir meselede zahiren birbirine muarız iki hadis görülürse yapılacak iş onların aralarını bulmaktır.


İbni Battal diyor ki : «Bu hadis, şarap hususunda varid olan en şiddetli delildir. Hâriciler bununla istidlal ederek büyük günâh işleyenlerin küfrüne hükmetmişlerdir. Ehl-i sünnet ise buradaki imâm, kâmil ma'nasma hamîetmiştir. Yani bir kimse şarap içerken kâmil bir imâna mâlik değildir. Bazıları bunun büyük bir tehdit ve teşdid kabilinden olduğunu söylerler.»


Ulemâ bu hadisde bütün ma'siyet nevilerine ve onlardan sakınmaya tenbih olduğunu söylerler. Zinayı zikretmekle bütün şehvetlere, şarapla sütün Allah yolundan saptıran ve gaflete sürükleyen şeylere, hırsızlıkla dünyaya dalmaya ve harama meyletmeye, yağmacılıkla da kü! rı hiçe sayarak onlarla hiç utanmadan alay etmeye tenbih olunmuştu:'. .


İbniCerir Taberî 'nin rivayetine göre Muharnmed b. Zeyd b. Vâkıd bu hadisi inkâr etmiş; râvilerinin hata ettiklerini beyanla Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve SeUem) 'in sadece «mü'min zina etmez ve çalmaz.» buyurmuş olduğunu söylemiştir.


Hadisin zahirine bakılırsa : «Ebu Hüreyre bu sözlere Çnal-kın gözleri önünde kıymetli bir şeyi zorla yağma ederken mü'min rak yağma etmez) cümlesini de katardı.» ibaresi Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Selîem)Jm hadisi değil, Ebu Hüreyit (Radiyallahu anh) 'in sözüdür. Ancak başka bir rivayetten bu kısmın Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve SeUem) 'in hadisinden olduğu atnla-şılmıştır. Çünkü Ebu Nuaym'in tahric ettiği bu rivayette şöyle buyurumıuştur :


«Nefsim kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer sizden biriniz yağmacılık ederse...» Hz. Hemmâm b. Münebbi a'in. rivayet ettiği bu hadis sarahaten Resûlüllah (SallaUahü A ley hf ve SeUem) 'e ref edilmektedir.


Ebû Amr İbni Salâh bu iki rivayetin arasını bulmuş^ ve ezcümle şunları söylemiştir : «Bu suretle anlaşıldı ki, Ebû. Bekir b. Abdirrâhman'm (Ebu Hüreyre bu sözlere şu cümleyi de katardı) demesinden murad: o sözleri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Senem) den rivâyeten katardı; Kendi sözleri olmak üzere söylemezdi, demektir.»




101 — (...) Bana Abdülmelik b. Şuayb b. Leyls b. Sa'd [347] rivayet etti. Dedi ki: Bana babanı, dedemden rivayet etti. Dedem demiş ki: Bana Ükayl b. Hâlid rivayet etti. Dedi ki: İbni Şihâb şunu söyledi. Bana Ebû Bekir b. Abdirrâhman b. el-Hâris b. Hişâm [348], Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Ebû Hüreyre: Gerçekten Resulüllalı (Sallaüahü Aleyhi ve Seliem):


«Zânî zina ederken ilâh...» buyurdular, demiş. Ve bu hadisi yağmayı da zikrederek yukarıki gibi hikâye etmiş; yalnız «Kıymetli bir şeyi» kaydım zikretmemiş.


İbni'ş-Şihâb şöyle demiştir: «Bana Saîdu'bnü'l-Müseyyeb ile Ebû Se-lemete İbni Abdirrahmân, Ebû Hüreyre'den, o da Eesulüllah (Salîalîahü-Aleyhi ve Seliem)'den naklen (yağma) kaydı müstesna olmak üzere Ebû Bekir'in bu hadisinin mislini rivayet etti.»


ifâdesi esas i'tibârile: şeklinde — yani (yezkûru) fi'li zamirle kullanılmak icâbederdi. Burada ya ihtisar kasdedilerek zamir hazf edilmiştir; yahud fiil meçhul okunacak ve cümle hâl mevkiinde olacaktır. Râyî Ebû Bekir'in hadisdeki yağma cümlesini yalnız Ebu Hüreyre (Raâfyallalııı anh) 'a izafe etmesi, başkalarının bu cümleyi Resûlülla h.{$allallahü Aleyhi ve Seliem) 'e merfu*. olarak rivayet etmediklerini duyduğu içindir.




102 — (...) Bana Muhammed b. Mihrân er-Râzi [349] rivayet etti. Dedi ki: Bana İsâ b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki): Bize Evzâî, Zühri'den, o da İhni'l-Müseyyeb ile Ebû Seleme ve Ebû Bekir b. Abdirrahmân b. el-Hâris b. Hişâm'dan, onlar da Ebû Hüreyre'den, o da Nebî (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'den işitmiş olmak üzere Ukayl'in Zühri'den, onun da Ebû Bekir b. Abdirrahman'dan, onun da Ebû Hüreyre'den naklettiği hadis gibi rivayet etti. Ebû Hüreyre yağmayı zikretmiş fakat (kıymetli bir şey) kaydını söylememiş.


»terkibi meşhur nüshalarda hep bu tarzda rivayet edilmiştir. Kıymeti ve mikdarı çok ma'nâsına gelir. Ayni terkibi İbrahim e1-Harbî şekHnde rivayet etmiştir. O da ayni nıa'nayı ifade eder.




103 — (...) Bana Hasan b. Aliy el-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya'kûb b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz b. el-Mutta-lib, [350] Safvân b. Süleym' [351] den, o da Meymune'nin [352] kölesi Âjtâ' b. Yesâr [353] ile Humeyd b. Abdirrahman'dan [354] onlar da Ebû Hü-reyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti. H.


Yine bize Muhammed b. Kâfi* rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Abdur-rezzâk [355] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer [356], Hemmâm b. Mü-nebbih'den, [357] o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'den naklen haber verdi.




(...) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz yani, Derâverdî, el-Alâ b. Abdirrahman'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SaîhUahü Aleyhi ve Sellem) 'den işitmiş olmak üzere, bütün bu zevat Zührî'nin hadisi gibi rivayet ettiler. Şu kadar var ki, el-Alâ' ile Safvân b. Süîeym'in hadislerinde «İnsanların gözü önünde» ifadesi yoktur. Hemraâm'ın hadisinde ise: «Hem mü'mînlerîn gözleri önünde yağma ederken müTmih sayılamaz» ibaresi vardır. Hemmâm: «Sizden biriniz ganimete hıyanet ederken de mü'min olarak hıyanet etmez. Binaenaleyh sakının! Sakimn!» ifâdesini de ziyâde eylemiştir.


Gulûl: ganimet mallarına hıyanet etmek; onlan aşırmak demektir.




104 — (...) Bana Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki):


Bize İbni Ebî Adiy, Şu'be'den, o da Süleyman'dan, o da Zekvan'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve .Sellem)


«Zina eden kişi zina ederken mü'min olarak zina edemez; (hırsız) çalarken mü'min olarak çalamaz, (sarhoş) da şarap İçerken mü'min olarak içemez; amma tevbe henüz ma'ruzdur.» buyurmuşlar.


«Tevbe henüz maVuzdur.» yani Allah Teâlâ Hazretleri kullarının gerek kendi nefislerine gerekse şeytanın iğvâlarma karşı za'fla-rını bildiği için âsilere bir rahmet olmak üzere tevbeyi kendilerine ar-zetmiştir. Onları battıkları günah deryasından kurtaracak çâre budur; ve hâlâ meşru'dur. Can boğaza gelmedikçe yapılan tevbenin kabul olunacağına ulemâ ittifak etmişlerdir. Nitekim bu babta hadis de vardır.


Tevbe, edilen günaha pişman olmaktır. Tevbenin üç rüknü vardır :


1- Günâhı işlemekten vazgeçmek;


2- Yaptığına pişmak olmak;


3- Bir daha o günâhı işlememeye azmetmek.


Bir kimse bir günahından dolayı tevbe eder de sonra o günahı tekrar işlerse tevbesi bâtıl olmaz. Bir günahı işleyip dururken başka bir günahı için tevbe etmek de caiz ve sahihtir. Ehl-i sünnetin mezhebi budur. Bu iki meselede mu'tezile ehl-i hakka muhaliftir. fiillerinin failleri hazf edilmiştir. Bunlar:


fiiller nehi ma'nasmda yâni: « de rivayet "olunmuşlardır.


takdirindedirler. Mezkûr ve şeklinde




105 — (...) Bana Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize durrezzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyan, A'meş'den, o da Zek dan, o da Ebû Hüreyre'den merfû' olarak haber verdi. Ebû Kür* «Zina eden kişi...»diyerek Şu'be hadisinin tenzerini zikretmiş.




25 - Münafık Hasletlerini Beyan Babı



106 — (58) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr [358] rivayet eyledi. H.


Bize İbni Nümeyr dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-A'meş rivayet etti. H.


Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, [359] A'meş'den, o da Abdullah b., Mürre'-den, [360] o da Mesrûk'dan, [361] o da Abdullah b, Amr'dan naklen rivayet eyledi. Abdullah şöyle demiş: Resuliülah{'Sa//a/te/n'i Aleyhi ve Sellem) :


«Dört şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse hâlis münafık olur. Kimde bunlardan bir nesne bulunursa onu bıraS<ıncaya kadar kendisinde nifaktan bir haslet var dernektir.


1-Konuştu mu yalan söyler:


2 -Söz verirse sözünde durmaz,


3-Va'dederse va'dînden döner;


4-Kavga ederse baştan çıkar.» buyurdular.


Şu kadar var ki Süfyân'm hadîsinde : «Eğer o kimsede bunlardan bîr haslet bulunursa kendisinde nifaktan bir haslet var demektir.» buyu-rulmuştur.


Bu hadîsi Buharı îman ve Cizye bahislerinde tahric ettiği gibi diğer K jtübü sitte sahipleri dahi muhtelif yerlerde rivayet etmişlerdir.


Münafık lâfzı nifaktan alınmıştır. İbni Sîde'nin beyanına göre nifak: bir vecihden İslâm'a girip bir vecihden çıkmaktır. Bu kelime «Nâfikaaü'l-Yerbû'» «Ova Sıçanının deliği» ta'birinden alınmıştır. Ova sıçanının yer altında iki deliği olurmuş. Bunların biri yeryüzüne tama-miyle açık, diğeri kapalı fakat kafasıyle vurunca açüıverecek kadar hafif bulunurmuş. Bu deliğe «Nâfikaâ» denilirmiş. Hayvan onu daima gizler; ötekinden girip çıkarmış. Avcı «Kaasiâ» denilen açık deliğe gelirse o Nâ-fikaa'ı açarak kaçarmış. İşte ova sıçanı nasıl Naafikaa'ı gizleyip Kaasıâ'ı meydanda tutarsa münafık da küfrünü gizleyip îmanını gösterdiğinden ya-hud şeriatın bir kapısından girip öteki kapısından çıktığından kendisine bu isim verilmiştir. Şöyle de denilebilir: Nâfikaa' denilen deliğin dışı nasıl dümdüz yeryüzü gibi görünür fakat içi delik ise münafık da onun gibi dışı başka içi başkadır.


Bazıları münafık kelimesinin «Nefak» dan alındığını söylerler. Nefak: yer altındaki kanal, (tünel) demektir. Böyle bir kanalın sahibi onda nasıl gizlenirse münafık da İslâm perdesi altında gizlendiği için ona bu isim verilmiştir.


Hasılı münafık başkalarına içindekinin aksini gösteren kimsedir. Istılahda münafık: içinden kâfir olup dışından müslüman görünen kimsedir. Eğer bu renkli görünüş îman hususunda ise nifakı küfürdür; îmân hususunda değilse amel nifakıdır. Bunda fiil ve terk dahildir. Bu gün zm-dıkı da ayni şekilde izah ediyorlar. İmam Mâli k'den rivayet olunduğuna göre Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seîletn) devrindeki nifak bu günkü zındıklıktır.


Nifakın hakikatim anlayabilmek için. onun taksimatını bilmek icâ-beder. Şöyle ki: Kalbin dört hâli vardır :


1-Delile dayanan mutlak i'tikad. Bu ilimdir


2-Delîîe dayanmayan mutlak i'tikad. Mukallidin i'tikadı gibi.


3 -Gayri-i mutabık i'tikad. Bu cehildir.


4 -Kalbin i'tikaddan hâli oluşu. Dilin ise üç hâli vardır :


1-İkrar,


2-İnkâr,


3-Sükût,


Bunların mecmuundan, aşağıda sırahyacağımız on iki kısım meydja-na gelir :


1-Kalble bilerek dille ikrar. Eğer bu ikrarı sahibi kendi ihtiyarimle yaparsa o kimse hakikî mü'mindir. Cebren yaparsa z'âhire göre kâfirdir.


2- Kalble bilerek dille inkâr. Bu inkâr cebrî ise sahibi müslüman, ihtiyarî olursa kâfir-i muânniddir.


3- Kalble bilgi hâsıl, fakat dille ikrar veya inkârdan hâlî olmak, Eğer bu sükût iztırân ise o kimse hak mü'mindir, ihtiyarî olarak susarsa ihtilaflıdır. Meselâ; bir kimse Allah'ı delili ile bildikten sonra diliyle ikrara vakit bulamadan ansızın ölse o kimse kat'i olarak mü'mindir. Fakat A11ah'ı delili ile bildikten sonra kendi ihtiyarı ile ikrar etmezse imam Gazali onun da mü'min olduğunu söylemiştir.


4- Mukallidin i'tikadı ya ikrar ya inkâr yahud da sükût ile olur. Şayet kendi ihtiyariyle ikrarda bulunursa bu ikrar mukallidin imânıdır; ve bazı muhaliflere rağmen sahihtir.


5- Eğer mukallidin ikrarı iztirârı olursa mesele birinci surete tefer-ru' eder. Orada böylesi için, zahire göre kâfirdir dediğimize göre bura-dakine de münafık hükmünü vermek icâbeder.


6- Mukallidin sükût etmesi, ihtiyari ve iztirârî hallerde aynen üçüncü kısım hükmündedir.


7- Mukallid kalben inkâr eder de diliyle ikrarda bulunur fakat bu ikran cebrî olursa kendisine münafık hükmü verilir.


8- Kalben inkâr ettiği halde kendi ihtiyariyle ikrarda bulunursa buna küfr-i inâdî derler ki, nifakın bir kısmıdır.


9- Hem kalben hem de diliyle A11ah 'ı inkâr eden kâfir olur.


10- Kalbi hâlî olan bir kimse kendi ihtiyariyle ikrarda bulunursa küfürden kurtulur. Mecburen ikrar ederse küfretmiş sayılmaz.


11- Kalbi hâlî olup diliyle inkâr eden kimsenin hükmü onuncu kısmın aksinedir.


12- Hem kalbi hem dili hâlî bir kimse tetkik ve te'emmül müddetini geçirmişse tekfiri vâcib olur. Münafıklığına hükmedilmez.


Bu taksimden anlaşılır ki, münafık, dışı içine uymayan kimsedir.




107 — (59) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybü'bnü Saîd rivayet ettiler; lâfız Yahya'nındır. Dediler ki: Bize İsmail b. Ca'fer rivayet etti. Dedi ki: Bana Ebû Süheyl, NâfP b. Mâlik b. Ebî Âmir'den o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) :


«Münafığın alâmeti üç şeydir:


1 - Konuştu mu yalan söyler:


2 - Va'd ederse (sözünden) döner.


3 - Kendisine (bir şey) emniyet olunursa hıyanet eder.» buyurmuşlar.


Bu hadisi imam Buhârî (Rahimehullah) îman, Vcsayâ, Şehâdât ve Edeb bahislerinde tahric ettiği gibi Tirmizi ile Nesâide rivayet etmişlerdir.


Âyet: alâmet demektir. Kur'an âyetleri bir cümlenin diğer bir cümleden ayrıldığına alâmet oldukları için onlara da bu isim verilmiştir.


Kezib ve Kizb : Vâkı'm zıddmı haber vermek yani yalan söylemektir. Bazıları kibz: doğru söylemenin zıddıdır; demişlerdir.


Va'detnıek: Hayırlı bir işi yapmaya söz vermektir. Şer için vaîd kelimesi kullanılır ve tehdid manasına gelir.


Hıyanet; emanette şeriatın hilâfına tesarrufda bulunmaktır. Hadîsin üç cümlesinde, tehakkuka delâlet eden (izâ)mn kullanılması, bu üç şeyin münafık alâmeti olduklarına tenbih içindir. Keza mezkûr üç cümlenin mef'ulsüz zikredilmesi ma'nânm umumuna tenbih içindir.


Hadîs-i şerifde münafık alâmetlerinin üç gösterilmesi bundan önceki hadîse muarız gibi görünüyor; çünkü o hadisde mezkûr alâmetler dört idi. Maamafih aralarında muâraza yoktur. Zira o hadisdeki, «Va'dederse va'dinden döner.» cümlesiyle bu hadisdeki, «Kendisine (bir şey) emniyet olunursa hıyanet eder.» cümlesi ma'na i'tibariyle birdirler. Çünkü gadr de, kendisine emniyet olunan söz hususunda hiyânet etmektir.


Şerefüddın Tîbi diyor ki: «Bu iki rivayet arasında asla münâfât yoktur. Zira bir şeyin bir kaç tane alâmeti olurda bazen bu alâmetlerden biri, bazen hepsi veya ekserisi zikredilebilir.*


Kurtubî de: «İhtimal Peygamber (SatlaUahü Aleyhi ve Seltem) onların bazı hasletlerini yeni Öğrenmiştir.» demiştir. Bazıları nifak alâmetleri beştir diyerek iki hadisin arasını bulmuşlardır. Fakat evlâ olan: Adedin tahsisi maadasının ziyâde ve noksan kabul etmeyeceğine delil olamaz; demektir. Hasılı bu hadisdeki üç alâmetten münafığın sıfatı anlaşılıyor. Sıfatların üçe inhisar etmesi; kavi, fiil ve niyetin fesadına tenbih içindir. Yanî: «Konuştu mu yalan söyler.» ifadesiyle kavlin fesadına tenbih buyuruîduğu gibi «Kendisine bîrşey emniyet olunursa hiyânet eder,» cümlesiyle fi'lin fesadına; «Va'dederse sözünden döner» ibaresiyle de niyetin fesadına tenbîh olunmuştur.


Ulemâdan bir çokları bu hadisi müşkül saymışlardır. Çünkü hadisde münafık alâmeti olmak üzere gösterilen hasletler bazen tam bir müs-lümanda da bulunur. Halbuki böyle bir müslümanm küfrüne veya münafıklığma hükmedüemiyeceğine icma'ı ümmet vardır. Bu hususda! bir Çok vecihler ileri sürülmüştür :


1- İmam Nevevî'ye göre hadisde işkâl yoktur. Çünkü ma'nası şudur: Bu hasletler nifaktır. Bunların sahibi münafığa benzer ve münafık ahlâkım almış demektir. Zira nifak; içinde gizlediğinin zıddını meydana çıkarmaktır. Şu hâl mezkûr hasletlerin sahibinde mevcuddur, ama onun nifakı yalnız konuştuğu, va'dettiği ve ona emniyet eden kimseye mahsustur. Binaenaleyh; İslâmiyet hakkında münafık değildir. Yani içinde küfrü gizlemiş sayılmaz.


2- Bazılarına göre hadis, ekseri ahlâkı böyle kötü olanlar hakkındadır. Nadiren yapanlar hükümde dâhil değildirler.


3- Hattâbi şöyle diyor : «Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem)'m bu sözü mezkûr hasletleri âdet edinenleri - bu hasletler! nifaka vardırır endişesiyle sakındırmak içindir. Gayr-i ihtiyari veya i'tiyad edinmeksizin nadiren yapanlara değildir. Bir hadisde: Tacir fâcirdir. Ümmetimin ekseri münafıkları da hafızlardır.» buyurulmuştur. Bunun ma'-nası yalandan sakmdırmaktrr. Çünkü yalan söylemek fücur ma'nasma-dır. Binaenaleyh bu hadis bütün tacirlerin fâcir olmasını icâbetmez. Hafızlardan bazılarında amele karşı bir az samimiyetsizlik ve bir parça riya olabilir, ama bu onların hepsinin münafık olmasını gerektirmez. Nifak iki kısımdır: Biri nifak sahibinin dindar görünüp içinde küfrü gizlemesidir. Hz. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) zamanındaki münafıklar böyle idiler. Diğeri: dînî vazifelerini kimsenin görmediği yerde yapmamak başkalarının, gördüğü yerde yapmaktır. Buna da nifak denir. Nitekim bir hadisde : «Mü'mine sövmek fısktır; onunla çarpışmak da küfürdür.» buyurulmuştur. Lâkin bu küfür hakîkî küfürden aşağı; bu fisk hakikî fısktan, bu nifak da hakîkî nifaktan aşağıdırlar.»


4 - Bazıları: «Bu hadis muayyen bir münafık hakkında vârid olmuştur. Yalnız Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kimseniri yüzüne karşı sarahaten: «Filân münafıktır.» demez; işaretle anlatırdı. Meselâ : «Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle yapıyorlar?» derdi! Burada da o adam bununla bilinsin diye ona «âyet» lafzîyle işaret etmiştir » derler.


5 - Birtakım ulema hadisden muradın Peygamber (SalluUahü Aleyhi ve Seilem) zamanındaki münafıklar olduğunu söylemişlerdir.j Bu münafıklar : «îmân ettik» diyerek yalan söylemiş; dinlerine emniyet olunduğu zaman hıyanet etmiş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye din babında yardım va'dinde bulunmuş, fakat sözlerinden dönmüşlerdir. Kaadî Iyâz, bir çok imamların bu kavle meylettiklerini söyler. Bu hadîsin tefsiri babında Atâ1 b. Ebî Rebâh'ın kavli bu olduğu gibi Hasan-ı Basri, dahi bu kavle dönmüştür. Ashab-ı kiramdan Abdullah b. Amr, İbni Abbâs, Said b. Cübeyr (Radıyallahu Anhüm) hazerâtının mezhebi de budur.


Bu bâbda rivayet olunan bir hadîse göre Basra'lı bir adam Atâ b. Ebi Rebâh.a şunları söylemiş: «Hasan- Basri'yi: Her kimde üç haslet bulunursa ben ona münafık demekten çekinmem :


a) Konuştuğu zaman yalan söyleyen,


b) Va'dettiği zaman sözünden dönen,


c) Kendisine emniyet olunduğu zaman hıyanet eden... derken i-şittim. Bunun üzerine Atâ o adama şu sözleri söylemiş : «Hasan'-ın yanma döndüğün vakit ona de ki: Atâ ' sana selâm ediyor ve Yûsuf (Aîeyhisselâm)in kardeşlerine ne dersin? Onlar da konuştular yalan söylediler; va'dettiler sözlerinden döndüler; kendilerine emniyet olundu; hıyanet ettiler; münafık oldular mı? diyor.»Bundan sonra Ata1 yanındakilere bakmış ve: Ulemâdan size rivayet olunan şeylerin doğru olanlarını kabul, doğru olmayanlarını reddedin!» demiş.


Müslim sarihlerinden Ebu Abdilîâh el-Übbî Atâ 'in bu i'tirazını beğenmemiş; ve: «Bu inkâr Hasan'a teveccüh etmez. Yusuf (Aleyhisselâmym kardeşlerinin yaptıkları, nadirâttandır. Onlar bu yaptıklarında ısrar etmemişlerdir.» demiştir.


Nevevi hadisdeki münafık hasletlerini kendinde bulunduran bir müslümanın münafık olmadığına delil olarak mezkûr hasletlerin Hz. Yusuf (Aîeyhisselâm) fm kardeşlerinde de bulunduğunu ileri sürmüş-se de el-Übbî ona da i'tirâz etmiş ve: «Gerek eskiden gerekse şimdi olsun ulema bu temsili reddetmekte ve onu Nevevi 'nin takvasına yakıştıramamaktadır...» demiştir. Rivayete nazaran Said b. Cübey r bu nifak hadîsine merak etmiş ve onu Abdullah b. Ömer'le İbni Abbâs (Radıyallahu Anhüm) hazera-tına sormuş. Onlar: «Buna biz de senin kadar merak ediyoruz.» demişler. Bunun üzerine hep birlikte onu Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Selİem)'e sormuşlar. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülmüş ve : «O sözlerden sîze ne? Ben onları münafıklara tahsis ettim. Konuşursa yalan söyler dediğim Allanın bana indirdiği


«Sana münafıklar geldiği zaman) [362] ... «âyeti


hususundadır. Sizler de böyle misiniz?» demiş. Onlar; hayır! cevâbını vermişler. Resûlüliah (Salîallohü Aleyhi ve Sellem): «O halde size bir şey yok; siz bundan berisiniz!» buyurmuşlar. «Va'dederse sözünden döner; dediğim Teâlâ Hazretlerinin:


«Onlardan bazıları: eğer bize fadl u kereminden bir şeyler verirse diye Allah ile muahede yapanlar... [363] » âyet-i kerimesi hakkındadır.


Siz de böylemisiniz? demiş. Hayır! cevabını vermişler. Resûlüliah (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellem): : «O halde size bir şey yok; siz bunlardan berisiniz» buyurmuş. «Emniyet olunursa hıyanet eder dememe gelince: bu da Allah Teâlâ'nın bana indirdiği:


«Şüphesiz ki biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik... [364], âyet-i hakkındadır. İmdi dini hususunda kendisine emniyet olunan her insan görünür görünmez her yerde cünüplükden yıkanır; namaz kılar; oruç tutar. Münafık ise bunu yalnız görünür yerde yapar. Sizler de böyle misiniz?» demiş. Yine, hayır! cevabını vermişler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): «Öyle ise size bir şey yok; siz bundan berisiniz.» buyurmuşlar.


6 - Huzeyfe'ye göre nifak kalkmıştır. Nifak yalnız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) zamanında vardı. Ondan sonra ya iman vardır ya küfür. Çünkü İslâmiyet her tarafa yayılmış; insanlar İslâm diyarında doğmuşlardır. Binaenaleyh kim müslüman görünür de içinde küfrü gizlerse mürted olur.


7 - Kaadı Iyâz: «Bu hadisdert murâd: İslâmdaki umumî nifak değil mezkûr hasletlerle içinde gizlediğinin aksini gösterme hususunda münafıkların hâline benzetme yapmaktır. Böylesinin nifakî, ko-. nuştuğu, va'dettiği ve kendisine emniyet eden kimseye karşı olur.» diyor.


8 - Kurtubiy'e göre ise buradaki nifaktan murad, amele dair nifaktır.


Bu kavillerin içinde en güzeli Nevevi 'nin zikrettiği ve e1-Übbi 'nin de taraftar olduğu birinci kavildir. Ekser-i ulema ile muhakkikinin kavilleri de budur.




108 — (...) Bize Ebû Bekir b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Meryem [365] haber verdi. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer haber verdi. Dedi ki: Bana Huraka'nın mevlâsi el-Alâ' b. Abdirrahman b. Ya'kub, babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hü-reyre şöyle demiş: Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Üç şey münafık alâmetlerindendir: (Münafık)


1 - Konuştuğu zaman yalan söyler.


2 - Va'dettiği zaman sözünden döner.


3 - Kendisine emniyet olunursa hiyânet eder.» buyurdular.


Mevlâ: hem köleye hem onu âzad eden sahibine itlâk edilen bir sözdür. Burada ondan murad: âzad edilmiş köledir. Önceki rivâyetlerdeki mefhum-ı adedin muteber olmadığına burada işaret vardır. Çünkü münafık alâmetlerinden bazıları şunlardır ma'nasma: «Üç şey münafık alâmeîlerindendir.» buyurulmuştur. Filhakika münafıkların burada zikredilenlerden başka alâmetleri de vardır. Nitekim bu cümleden olmak üzere Teâ1â Hazretleri:


«Namaza kalktıkları vakit tenbel tenbel kalkarlar... [366] » buyurmuştur.




109 — (...) Bize Ukbetü'bnü MÜkrem el-Ammiy [367] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Zükeyr Yahya b. Muhammed b. Kays [368] rivayet et-Dedi ki: Ben el-Alâ' b. Abdirrahmân'i tu isnâdla rivayet ederken dinledim. Hem: «Münafığın alâmRti üçtür. İsterse oruç tutsun, namaz kılsın ve kendini müslüman saysın.» dedi.




110 — (...) Bana Ebû Nasr et-Temmâr [369] ile Abdül'A'lâ b. Ham-mâd [370] rivayet etti. Dediler ki: Bize Hammâd b. Seleme, Davud b. Ebî Hindden, [371] o da Said b. el-Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti Ebû Hüreyrc : Resûlüllah (Soilallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu; diyerek Yahya b. Muhamnıed'in el-Alâ'dan rivayet ettiği hadisin mislini rivayet etmiş. Bu hadisde: «İsterse oruç tutsun, namaz kılsın ve kendini müslüman saysın» ibaresini zikretmiş.




26 - Müslüman Kardeşine «Ey Kafir» Diyen Kimsenin İman Halini Beyan Babı



111 (60) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Bişr ile Abdullah b. Nümeyr rivayet attiler. Dediler ki: Bize Ubeydullah b. Ömer, Nâfi'den, [372] o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (SaUallahü A leyhi ve Sellem) :


«Bir adam din kardeşini tekfir ederse ikisinden biri o tekfir sebebiyle muhakkak (küfre) döner.» buyurmuşlar.




(...) Bize Yahya b. Yahya et-Temimî iîe Yahya b. Eyyûb, Kuteybetü'b-nti Said ve Alî b. Hucr toptan İsmail b. Ca'ferden rivayet ettiler. Yahya b. Yahya dedi ki: Bize İsmail b. Ca'fer, Abdullah b. Dinar'dan naklen haber verdi ki, kendisi İbni Ömer'i şöyle derken işitmiş. Resûlüllah (SaUallahü A leyhi ve Sellem):


«Her hangi bîr kimse din kardeşine; «ey kâfir,» derse bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise ne a'lâ! Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner.» buyurdular.


Bu hadis müttefekun aleyhtir. Buhâri onu «KHabü'I-Edeb» de rivayet etmiştir. Ebû Davud ile Taberâni de ayni ma'nada hadisler rivayet etmişlerdir.


Tekfir: Küfre nisbet etmek, kâfir olduğunu iddia eylemektir. Bazıları bu kelimenin tekfir değil, ikfâr şeklinde kullanılacağını iddia etmişlerse de tekfir şekli hadisde vârid olmuştur.


Ulemadan bâzıları bu hadisi müşkül saymışlardır. Çünkü ehl-i Hakkın mezhebine göre bir müslüman zina ve katil gibi günahlar sebebiyle dahi tekfir edilemez. İslâm dinini bâtıl i'tikad etmemek şartiyle din kardeşine kâfir demek de böyledir. Bu sebeble ortaya bir çok te'viller çıkmıştır.


1- Hadis, din kardeşine kâfir demeyi helâl i'kad edene hamlolunur; böylesi kâfirdir. Bu takdirde : «Tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak-küfre döner.» ifadesinin ma'nası tekfiri kendisine döner de kendisi kâfir olur, demektir. Zira eğer kâfir diyen sözünde sâdıksa, muhatabı kâfir olur, yalan söylemişse sözü kendisine döner.


2 - Din kardeşine isnâd ettiği nakisa ve onu tekfirinin günahı kendisine döner. İbni Battal'm kavli budur.


3 - Hadis, mü'minleri tekfir eden haricîlere hamlolunur. Bu vechi Kaadi Iyâz (Rahimehullah), imâm Mâlik b. Enes (Rahimehullah) dan rivayet etmişse de mezkûr vecih zaif görülmüştür. Çünkü sahih ve muhtar olan mezheb, ekser-i ulemâ ile muhakkikinin, kavlidir. Bu kavle göre ise emsali ehl-i bid'at gibi hâriciler de tekfir edilmezler, Maamafih ulemadan bazıları haricîlerin tekfirinde ısrar etmektedir. Çünkü hâriciler hakikaten din-i islâmm —hâşa— bâtıl olduğuna inanmakda ve son derece çürük ve fasid bir takım delillerle islâmiyeti küfür saymaktadır.


4 - Din kardeşine kâfir demek âkibet kendini küfre götürür; çünkü, günahlar küfrün postasıdır derler. Bu sözü çok diline dolayanın âki-beti küfür olacağından korkulur. Hadisin sonunda: «Eğer (o kimse) dediği gibi ise ne a'lâ. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner.» buyu-rulması, keza Ebu Avâne 'nin rivayetinde : «Eğer dediği gibi ise ne a'lâ! Aksi takdirde kendisi küfre döner.» denilmesi bu vechi te'yid" eder.


Bir rivâyctde: «Bir kimse din kardeşine; «ey kâfir» derse ikisinden birine küfür vâcib- olur.» buyurulmuştur.


5 - Hadisin ma'nası; tekfiri kendisine döner demektir. Yanî dönen küfür değil, tekfirdir. Zira dîn kardeşini kâfir sayması kendini tekfir etmek gibidir.


Ancak ulemanın bu te'villeri, kâfir diyen şahıs sözünü tefsir etmediğine göredir. Şayed tekfirinin sebebini izah ederse günahkâr değil, ma'zur olur. Nitekim asr-ı seâdetde Hâtıb b. Beltea (Radiyallahu anh) Mekke müşriklerine mektup yazarak İslâm ordusunun ahvâlini bildirmek istediği zaman Ömer (Radiyallahu anh) kendisine münafık demiş; fakat bu sözü, müşriklere mektup yazmakla hakikaten münafık oldu zannıyla söylediği için ma'zur sayılmıştır; Söylediği sözün hükmünü veya kâfir dediği şahsın hâlini bilmeyen de Allahu a'lem ma'zur olur. Buhâ ri 'de bu hususa dair bir bâb vardır.




27 - Bile Bile Babasını İnkar Eden Kimsenin İman Halini Beyan Babı



112 — (61) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdüs-samed b. Abdîl vâris rivayet etti. (Dedi ki): Bize baham rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin el-Muallim, îbni Eüreyde'den, [373] o da Yahya b. Ya'mer'den, o da Ebu'l-Esved'den, [374] o da Ebû Zerr'den, [375] o da Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Selîem) 'den şöyle buyururken işitmiş olmak üzere rivayet etti:


«Bile bile babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eden hiç bir adam yoktur ki, küfretmiş olmasın. Her kim kendinin olmayan bir şeyi (Benim diye] iddia ederse o kimse bizden değildir. O, cehennemde oturacağı yere hazır olsun! ve her kirn bir kimseyi kâfir dîye çağırır veya düşman olmadığı halde Ona Allah'ın düşmanı derse, sözü kendi sleyhine döner.»


Hadis nıuttefekun aleyhtir. Buhâri onu «Kitâbü'l-Menâkibj» de rivayet etmiştir.


«Hiç bir adam» dan murâd; erkek olsun kadın olsun her insandı Babadan başkasına intisâb, ancak bilerek yapılırsa günah olur; bilmeyerek yapılırsa günahı yoktur. Onun için hadis-i şerifde «Bile şile» diye kaydolunmuştur.


«Küfretmiş olmasın» cümlesi iki suretle teVil edilmiştir :


1-Hadis, bilerek başkasının çocuğu olduğunu iddia etmeyi helâl itikâd eden hakkındadır. Böylesi meşru'un zıddmı helâl i'tikad ettiği için Al1ah'a küfretmiş olur.


2 - Başkasına intisabı helâl i'tikad etmeyen hakkında bu söz küfran-ı ni'met ma'nasmadır; ve söyleyen hakkında ağır şekilde men' ve zecir teşkil eder. Yani bilerek babasından başkasını babamdır diye iddia eden kimse A11ah


‘a ve babasına karşı küfran-ı ni'met etmiş olur.


Kendinin olmayan bir şeyi benimdir diye iddiaya gelince: o şeye başkasının hakkı taallûk etsin etmesin mutlak surette ona sahip çıkmak haramdır. Hattâ Nevevî'nin beyânına göre hâkim senindir diye hük-metse bile helâl değildir. Yalnız imam Ebu Hanîfe Jye göre helâl olur. Kendinin olmayan şeyden murad; şer'an hak etmediği şeydir. Resu1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Bizden değildir.» buyurması, bizim güzel yolumuzda değildir ma'nasmadır. Nitekim bir babanın oğluna; «Benden değilsin» demesi de bu ma'nayadır.


bu cümle: «Cehennemdeki yerini boylasın» yahud: «Orada kendine bir yer hazırlasın» ma'nasmadır. Yani cümle yâ duâ yahud emir lâfziyle haberdir ki, münasib olan da budur. Ve «Onun cezası budur; fcelki ceza görür belki de affolunur. Yahud tevbe-ye muvaffak olur da günahı sakıt olur.» demektir. Hadisin bu ikinci cümlesinde dahi bilerek iddia şarttır. Çünkü günah ve tehdid bir şeyi bilerek yapan kimseye terettüb eder. Sonra buradaki hüküm âhirete aiddir. Dünyevî hükmüne gelince: Ulemadan bir cemaata göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se//em)'in üzerinden yalan uyduran kimsenin tevbesi kabul edilmez. Hz. Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî ile imam Ahmed b. Hanbel, Ebû Bekir es-Sayrafî ve Ebu'l-Muzaffer es-Sem'ânî de ayni hükme kaildirler.




Hadisi Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:



1- Nesebi (soyu) belli olan bir kimsenin soyunu inkâr ederek başka bir! babanın çocuğu olduğunu iddiaya kalkışması haramdır.


2- Kişinin gerek isbât, gerekse nefi yönünden irtikâb ettiği suç hakkında bir şey diyebilmek için o suçu bilerek işlemiş olması icâbeder.


3- Günahlardan şiddetle men'etmek maksadiyle onlara küfür demek caizdir.




113 — (62) -Bana Hârûn b. Said [376] el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki):


Bize İbni Vehb [377] rivayet eyledi. Dedi ki: Bana Amr, [378] Ca'fer h. Rabia'dan, o da Irak b. Mâlik'den [379] naklen haher verdi ki, Irak Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Gerçekten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Babalarınızı inkâr etmeyin. Zira her kim babasını inkâr ederse bu (yaptığı) küfürdür.» buyurdular.




114 — (63) -Bana Anıru'n - Nâjtıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeym b. Beşir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâüd, [380] Ebû Osman [381] dan naklen haber verdi. Demiş ki: Ziyada neseb iddia olunduğu zaman Ebû Bekre'ye [382] rastladım; ve kendisine dedim ki: Bu yaptığınız nedir? Ben Sa'dü'bnü Ebî Vakkas'i şöyle derken işittim: Kulaklarım Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem): «Her kim isiâmda, babası olmadığını bildiği halde babasından başkasını baba iddia ederse ona cennet haramdır» buyururken işitti. Bunun üzerine Ebû Bekre : Evet onu ben de Resülûllah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittim, dedi.


Bu iki rivayetten birincinin şerhi ondan önceki hadisde geçti. İkinciye gelince : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in burada; «Ona cennet haramdır.» buyurması yukarıda geçtiği veçhile iki şekilde te'vil edilmiştir:


1 -Bu söz babasından başkasına intisabı helâl i'tikad eden hakkındadır.


2 -Boylesinin cezası, ehl-i necat olanlar cennete girerken doğrudan doğruya cennete girememektir. O ya cezasını çektikten sonra yahud da Allah Teâlâ 'nm affına mazhar olarak ceza görmeksizin bilâhare cennete girecektir.


«Cennet haramdır.» ta'birinden murad: cennet memnu'dur, demektir.


«Babasına intisabı terk etti; onu inkâr etti» demektir. Rağbet fi'li «an» edatiyle kullanılırsa terk etmek, yüz çevirmek manâsına gelir, «fi» edatiyle ise istek ve rağbet göstermek demektir.


İkinci rivayette zikri geçen Ziyâd, bazen Ziyadü'bnü Ebih bâzan da Ziyadü'bnü Ümmih diye anılan fakat daha ziyâde Ziyâd b. Ebî Süf yan diye meşk ir olan zattır ki, Ebû Bekre 'nin anne bir kardeşidir. Babası belli değildir. Ebû Süf yan 'in gayr-i meşru oğlu olduğu söylenir. Evvelce Ziyâd b. Ubeyd es-Sakafi diye anılırdı.


Bilâhere Muaviy etü'bnü Ebî Süf yan, kardeşi olduğunu iddia ederek nesebini babası Ebû Süfyan'a ilhak etti. Böylelikle Ziyad vaktiyle Hz. A1î (Radiyaiîahu anlı) tarafında iken Muâviye (Rahimehullah)hn yakınlarından oldu.


Edib, hatib ve dâhi bir zâttı. Ancak fazla şiddet gösteren bir devlet adamı idi. 35 hicrî tarihinde vefat etmiştir. Halk Muâviye 'nin bu işine çok içerlemişti. Ebû Bekre (Radiyaiîahu anh) kardeşinin hareketlerini beğenmediği için onunla alâkasını kesmiş; onunla ebediy-yen konuşmamaya yemin etmişdi. İhtimal Ebû Osman onun kardeşiyle konuşmadığını bilmediği için : «Bu yaptığınız nedir?» diye çıkış-mıştır. Yahud bu sözle Ziyad'm babasından başkasına intisabım kasd-ederek : «Kardeşinin şu yaptığı nedir? Ne çirkin ve cezası büyük bir iş yaptı: Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun bu yaptığını yapana cenneti haram kıldı» demek istemiştir. şekillerinde de rivayet edilmiştir. Nevevi bunların hepsinin doğru olduğunu söyler.




115 — (...) Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Zckeriyyâ b. Ebî Zaide ile Ebû Muâviye, [383] Âsım'dan, [384] o da Ebû Osman'dan, g da Sa'd [385] ile Ebû Bekre'den naklen her ikisinin


de: «Bu hadisi Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den kulaklarını işitti; kalbim belledi: Her kim babası olmadığını bildiği halde babasından başkasını (baba) iddia ederse ona cennet haramdır, buyuruyordu,» dediğini rivayet ettiler.




28 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in: «Müslümana Sövmek Fısktır; Onunla Çarpışmak İse Küfürdür» Hadisini Beyan Babı



116 — (64) Bize Muhammed b. Bekkâr b. er-Reyyân ile Avn b. Sellâm rivayet ettiler. Dediler ki i Bize Muhammed b. Talba [386] rivayet etti. H.


Bize Muhammed b. el-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki); Bize Abdur-rahman b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân [387] rivayet etti. H.


Bize yine Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi kî): Bize Muhammed b. Ca'fer [388] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Bunların hepsi Zübeyd'den, [389] o da Ebû Vâild'den, o da Abdullah b. Mes'ud'dsn naklen rivayet ettiler. İbni Mes'ud şöyle demiş: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Müslümana söğmek fiskttr. Onunla çarpışmak ise küfürdür» buyurdular. Zübeyd demiş ki: «Bunun üzerine ben Ebû Vâile; Bunu Abdullah Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem /den naklen rivayet ederken ondan sen mi işittin?» dedim


«Evet» dedi. Amma Şu'be'nin hadisinde Zübeyd'in Vâile söylediği söz yoktur.


Hadis müttefekun. aleyhdir. Buhâri onu «Kitabü'1-İmân», «Ki-tabii'l-Edeb» ve «Kitabü'l-Fiten» de tahric ettiği gibi diğer hadis imamlarından Tirmizi, Nesâî, İbni Mâce, Ahmed b. Hanbe1 ve başkaları da rivayet etmişlerdir.


Sebb: lügatte söğmek ve bir kimsenin namusunu lekeleyecek şekilde konuşmaktır. Sibâb'da ayni ma'naya gelir. Bazıları bunun mufa'ale babından masdar olduğunu ve söğüşmek ma'nasına geldiğini, diğerleri sebb ma'nasma isim olduğunu söylerler. Îbrâhimü'l-Harbî sibâbın ma'naca sebbden daha şiddetli olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre sibâb bir kimse hakkında o kimsede bulunan bulunmayan bütün ayıbları söylemektir.


Fisk ve füsûk: lügatte hak yoldan ve tâatten çıkmaktır. Hatta fare, deliğinden çıktığı için ona bile araplar «Füveysika» derler.


Kıtâl'den murad, mukaateîe yâni çarpışma ve harbetmedir. Maamâ-fih muhasama yâni düşmanlık ma'nasma da kullanılmış olabilir; çünkü-arapiar muhasamaya da mukaateîe derler.


Hadistfen murad: Bir müslümana haksız yere sÖğüp saymak bilicma' haramdır. Bu işi yapan fâsiktir. Cezası te'dib olunmaktır. Haksız yere müslümanla kavga ve çarpışma yapan ise ehl-i hakk müslümanlara göre dinden çıkmak ma'nasma küfretmiş olmaz. Ancak müslümanla harbct-menin helâl olduğuna inanırsa o zaman dinden çıkar. Fakat mesele yine de ihtilaflıdır.


1 - İbni Battal'a göre buradaki küfürden murâd; müslüman-larin haklarına kargı küfrânda bulunmaktır. Çünkü, Allah müslü-manları kardeş yapmış; dargınlarının aralarım bulmayı emretti; Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) dahi mü'minlerin birbirleriyle kavga edip-küsüşmelerini yasak etmiş; bunu yapanların din kardeşinin hakkına küfran ettiğini haber vermiştir.


Küfrân: bir ni'meti örtmek, gizlemek ve inkâr etmektir.


2 - Bazılarıma göre burada müsîümanla çarpışmaya mecazen küfür denilmiştir. Zira müslümanla çarpışmak kâfirin şanmdandır. Binaenaleyh müslümanla çarpışan müsîüman bu hususda kâfire benzetilmiştir.


3 - Bir takımları: «Buradaki küfürden murâd, lügavî küfürdür» derler. Lügatte küfür: örtmek, gizlemek ma'nasma gelir. Bir müslümanm müsîüman üzerindeki hakkı, ona yardımda bulunmak, ezâ ve cefâ etmemektir. Onunla çarpışan ise onun bu hakkını Örtbas ediyor gizliyor demektir.


4 - Kirmânî 'ye göre küfürden murâd ya küfre vardırır ma'na-smadır; yahud kâfirlerin fi'li gibi demektir.


5 - Hâttâbi 'ye göre ise buradaki küfürden murâd : A11ah'a küfürdür. Çünkü hadis, hiç sebebsiz ve te'vil de etmeden müslümanla çarpışmayı helâl i'tikad eden hakkındadır. Te'vil ederse kâfir veya fâsık sayılmaz. Nitekim te'vil ederek hükümdar aleyhine kıyam eden bâğiler de tekfir edilmezler.


Burada şöyle bir suâl vârid olabilir; söğmekle çarpışmanın ikisinin de failleri fıska nisbet edilir fakat tekfir olunmaz. O halde neden söğme-ye karşı füsûk denilmiş de çarpışma hakkında küfür ta'birî kullanılmıştır? Bu suâlin cevâbı şudur ;


Çarpışma daha ağırdır; yahud çarpışma kâfirlerin ahlâkına daha [çok benzediği için onun hakkında küfür tâbiri kullanılmıştır.




117 — (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İbni'l-Müsennâ, Muham-med b. Ca'fer'den [390] o da Şu'be'den, o da Mansur'dan [391], naklen rivayet etti. H.


Yine bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affân [392] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, A'nıeş'den rivayet etti, Mansur ile A'meş'in ikisi de Ebû Vâil'den, o da Abdullah'tan, [393] o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Selle/n) 'den (yukarıki) hadisin mislini rivayet ettiler.




29 - Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ün: «Benden Sonra Dönüp Birbirinizin Boyunlarını Vuran Kafirler Olmayın» Hadislerin Ma'nasını Beyan Babı



118 — (65) Bize Ebû Bekir b. Ebî Seybe ile Muhammed b. el-Müsennâ ve İbni Beşşar [394] hep birden Muhammed b. Ca'fer'den [395], o da' Şu-be*den naklen rivayet ettiler. H.


Bize Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Şu'be Alî b. Müdrikeden [396],


0 da ceddi Cerir'den [397] naklen rivayet eden Ebû Zür'adan [398] dinlemiş olarak tahdis eyledi. Cerir şöj "e demiş: Bana Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selletn) Haccetü'I-Vedâ'da: «Şu insanları sustur!» dedi. Bunun arkasından şöyle buyurdular: «Benden sonra dönüp bir birinizin boyunlarını vuran kâfirler olmayın!»


Bu hadis-i şerif Haccetü'l-Vedâ'daki hutbeden bir parçadır. Resu1ü11ah (SaMlahü Aleyhi ve Sellenı)'in Hz. Cerir'e: «Şu insanları sustur!» diye emretmesi, orada bulunanlara pek mühim beyanatta bulunacağı içindir. Nitekim öyle de olmuştur. Bu hacca Haccetü'1-vedâ' denilmesi, Fahr-i Kâinat (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz orada ashabı ile vedâ'laştığı içindir. Veda' hutbesi meşhurdur. ResuIüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bu hutbede ashab-ı kiramma dinlerini ta'Hm buyurmuş; ve şeriatının orada bulunmayanlara da tebliğini vasiyet etmiştir.


«Benden sonra dönüp bir birinizin boyunlarını vuran kâfirler olmayın!» hadisinin ma'riası hususunda sekiz kavil vardır :


1 - Müslümanların birbirlerini öldürmelerini helâl i'tikad etmek küfürdür. Meğer ki te'vil ile ola.


2- Hadisden murad: Küfrün hakikati değil, küfran-ı ni'metdir. Yani bir birinizi vurarak nankörlük etmeyin demektir.


3 - Birbirinizi vurmanız sizi küfre götürür.


4 - Bu iş kâfirlerin işi gibi çirkin bir iştir.


5 - Hadisden murad küfrün hakikatidir. Ya'ni : «Küfretmeyin, müsiüman kalmakta devam edin! demektir.


6 - Hattâî ile diğer bazı ulemânın rivayetlerine göre kâfirlerden murâd; silâh kuşananlardır. Çünkü arapçada silâh kuşanana kâfir denir. Bunu Ezherî «Tehzibivl-lüga» adlı eserinde beyân etmiştir.


7 - Hattâbî 'ye göre ma'na : «Birbirinizi tekfir etmeyin sonra birbirinizi öldürmeyi de helâl addetmeye başlarsınız» demektir.


8- Küfürden murâd örtmektir. Yani benden sonra dönüp hakkı ört bas etmeyin; gizlemeyin demektir, imâm Nevevi bu kavillerin içinden en ziyâde dördüncüyü beğenmekte ve Kaadi Iyaz'mda ayni kavli ihtiyar ettiğini söylemektedir.


Kaadi lyaz (Rahimehullah). hadisdeki: «


ba'zı âlimlerin şeklinde zaptettiklerini nakletmiş; fakat


bunun ma'nayı çıkmaza sokmak olduğunu söylemiştir. Ebul-Beka el-Ukberî dahi mezkûr f i'lin ancak bir şart takdiriyle meczum okunabileceğini, yânî cümleyi:


«Eğer dönerseniz bir birinizin boyunlarını vurursunuz» şekline sokmakla bunun mümkün olabileceğini söylemiştir. Fiil meczum okunursa mukadder emrin cevabı olur. Merfu' okunduğu takdirde cümle isti'nâfiyye veya hâl olur. Ulemâdan bazılarına göre fi'li meczum okuyan ma'nayı küfürle te'vil etmiş olur. Merfu okuyan ise onu yukarıya ta'lik etmediği için cümle ya hâl yahud müste'nef olur.


Resulü İlah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in : «Benden sonra dönüp kâfir olmayın» buyurması bazı ulemâya göre : «Ben şuradan ayrıldıktan sonra» ma'nasmadır. O gün kurban bayramı olduğu için Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Mina'da bulunuyorlardı. Ya-' hud Efendimiz (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bu irtidâd işinin kendi hayâtında olmayacağını bilmiş de vefatından sonrası için ashabını nehyetmiştir.


Hâriciler bu hadisle istidlal ederek büyük günâh işleyen kimsenin dinden çıkıp kâfir olduğunu iddia ederler. Derler ki: «Bu hadisin mâ'nâsı: «Benden sonra birbirinizi öldürme sebebiyle küfretmeyin!» demektir. Haksız yere insan öldürmek büyük günahtır. Şu halde nass-x hadisden anlaşılıyor ki büyük günah işleyen kâfir olurmuş.»


Buradaki küfürden muradın ne olduğunu tayin babında ulemanın neler söylediğini az evvel sekiz madde halinde sıraladığımız düşünülürse hâricilere verilecek cevap kendiliğinden ortaya çıkar.


îcma-i ümmeti delil olarak kabul etmeyen ehl-i bid'at da bu hadisle istidlal ederler. Ve : «Bu ümmeti küfürden nehiy etmek, onun küfür edebileceğine delildir. Çünkü küfretmesi imkânsız olaydı ondan nehyedilmez-di. Bu suretle ümmetin küfür üzerine ittifak etmesi mümkün olunca icti-hadda hatâ üzerine ittifak etmesi evleviyetle mümkün ve caiz olur.» derler.


Ehl-i bid'atm bu istidlali doğru değildir. Çünkü teklifin şartı, fi'lin hadd-i zâtında mümkün olmasıdır. Haricî bir sebeble o fi'lin imkân haricinde kalması onun teklif olunmasına mâni' değildir.


İşte ümmetin hatâ üzerine içtimâi haddi zâtında mümkün fakat Sâri' Hazretlerinin olmayacağını haber vermesiyle imkânsızlığı anlaşılmıştır. Hadd-i zâtında mümkün olup da başka bir sebeble imkân haricinde kalan bir-seyi teklif ise bilittifak caizdir. Teklif-i mâla yutak yâni kulun gücü yetmeyeceği bir işi teklif caiz değildir diyenlere göre mümten'i olan teklif :hadd-i zatında imkânsız olan bir şeyin yapılmasını tekliftir.




119 - (66) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki): Bize ba-ibain [399] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Vâkıd b. Muhammed'den o da babasından [400] , o da İbni Ömer'den, o da Nebiy (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den duymuş olarak fcu hadisin mislini rivayet etti.




120 — (...) Bana Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Bekir b. Hallâd-ı Bahilî [401] rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhamiued b. Ca'fer [402] riviyet etti. (Dedi ki):Bize Şu'be, Vâkıd b. Muhammed b. Zeyd'den rivayet eilti. Vâkıd babasını Abdullah b. Ömer'den rivayet ederken işitmiş; o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se'demj'den nakletmiş ki, Resulüllah (dallallahü Aleyhi ve. Selîem) Haccetü'1-Vedâ' da:


«Vah size, yahud vay sîzin hâlinize! Benden sonra dönüp birbirinizin boyunlarını vuran kâfirler olmayın!» buyurmuşlar.


Hadis müttefekun. aleyhdir. Buharı onu : «Kitâbü'I- Edeb», «Ki-tabü'l-Mcğazî», '«Kitâhü'l-Hudud», «Kitâbü'd-Diyât» ve «Kitabü'l-Fiten» de tahric etmiştir.


«Vah size yahud vay size» ifâdesindeki şekli. Bedrüddin-i Aynî'nin beyanına göre râvi Muhammed b. Zey d'den yahud on-4an önceki râvidendir. Bu iki kelime arapçada çok defa yan yana da kul-lEmıhrlar. Telefuzîarı bir birine yakın olduğu için insanı kolayca şek ve şüpheye düşürebilirler.


Kaadî Ivez srapîan bir şeye şaştıkları veya acıdıkları zaman kullandığını söyler. İmam Sibeveyh: «Veyl: helâka duçar olan kimse hakkında kullanılır; Veyh ise açmayı ifâde eder...» demiştir. Yine Sibeveyh'in; «Veyh, helâka duçar olan bir kimseyi men'etmek için kullanılır.» dediği rivayet olunur. Sair ulema bu iki kelimenin helak için beddua makamında kullanılmayıp sâdece şaşma ve acıma bildirdiklerini söylemişlerdir Hz. Ömer (Radiyallahu onh) : «Veyh merhamet kelimesidir.» demiştir. Herevî ise : «Veyh hak etmediği bir belâya duçar olan kimseye acıma ve ta'ziye için, veyl de: hak ettiği bir belâya çarpan için acımadan söylenen sözlerdir.» diyor.


İbni Abbâs (Radiyallahu anh)'dan veyl'in meşakkat ma'nasma geldiği rivayet olunmuştur




(...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana Ömer b. Muhammed [403]'in rivayetine göre babası [404] kendisine (Abdullah) İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yden işitmiş olmak üzere Şu'be'nin Vâkıd'dan rivayet ettiği hadisin mislini rivayet etmiş.




30 - Nesebe Dil Uzatmaya ve Ölüye Ağlamaya Küfür Adı Verilmesi Babı



121 — (67) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâvîye rivayet etti. H.


Bize İbnİ Nümeyr'de rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam [405] ile Muhammed b. Ubeyd rivayet ettiler. Bunlar hepbirden A'meş'den, o da Ebû Salih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiler. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resulüllah (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem):


«İnsanlarda iki haslet vardır ki, bu iki haslet onlarda küfürdür. Nesebe dil uzatmak ve ölüye feryad ederek ağlamak.» buyurdular.


Nesebe diî uzatmak, bir kimsenin babasından başkasına intisâb etmesi veya meşru' surette doğduğunu şüpheye düşürecek şekilde konuşmasıdır.


Niyâha : ölen bir kimsenin iyiliklerini sayarak feryatla ağlamaktır. Bu iki şeyin küfür sayılması dahi yukarıda görüldüğü gibi muhtelif şekillerde te'vil edilmiştir. Ezcümle:


1- Bazılarına gb're buradaki küfürden murad, bu iki şeyin küf-fann amellerinden ve cahiliyyet devri adetlerinden olmalarıdır. Nitekim Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) kadınlar kendisine beyat ederken ölüye feryad edip ağlamayacaklarına dair onlardan söz almış : «Ölenin arkasından yanakiarma vuran, ceplerini yırtan ve cahiliyet da'vasın-aa bulunan bizden değildir.» buyurmuştur. Bu hususta onbeş sahâbiden hadis rivayet edilmiştir. Aynî (Rahimehulloh) «Umdetü'l-Kaari» adlı Buhârî şerhinde bu zevatın isimlerini ve rivayet ettikleri hadisleri sıralamıştır. Biz, «et-Tavzih» sahibinin yaptığı gibi yalnız isimlerini saymakla iktifa edeceğiz.


Bu zevat: 1- İbni Mes'ud, 2- Ebû Mûsâ el-Eş'ari, 3- Ma'kıl b. Mu-karrin, 4- Ebû Mâlik el-Eş'ari, 5- Ebû Hüreyre, 6- İbni Abbâs, 7- Mua-viye, 8- Ebû Said-i Hudrî, 9- Ebû Ümâme, 10- Alî b. Ebî Tâlib, 11- Câ-bir, 12- Kays b. Âsim, 13- Cünâdetü'bnü Mâlik, 14- Üraraü, Atiyye, 15- Ümmü Seleme (Radıyallahu Anhüm) hazeratıdır.


İslâmiyet istihza, gıybet ve kazif yani, namuslu kadınlara zina iftirası gibi şeyleri de yasak etti. Çünkü bunlar da cahiliyet devri amel-lerindendir. Resulüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) «Allah sizden cahiliyet kibrini, soy sop ile öğünmeyi kaldırmıştır.» buyurmuştur.


2 - Burada küfürden murad: Küfre müeddi olmaktır.


3 - Murad: Küfran-ı ni'mettir.


4 - Küfür kelimesi hakikî ma'nasında kullanılmıştır.


Ancak bu hüküm ta'n ile niyâhayı helâl i'tikad edenlere mahsustur.


Hadis-i şerif nesebe ta'n ile niyahanm haram olduğunu ağır bir lisanla ifâde ediyor.




31 - Kaçak Köleye Kafir Denilmesi Babı



122 — (68) Bize AK b. Hucr es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail (yâ'ni İbnî Uieyye), Mansûr b. Abdirrahman [406] dan, o da Şa'bîden, o da Cerir' [407] den naklen rivayet etti. Şa'bî Cerirî: «Her hangi bir köle sahiplerinden kaçarsa, onlara donünceye kadar küfretmiştir.» derken işitmiş. Mansur: «Vallahi bu hadis gerçekten Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den de rivayet olundu. Lâkin ben onun burada Basra'da benden rivayet edilmesini istemiyorum» demiş.


Hadisin diğer bir rivayetinde «Küfretmiştir» yerine:


«Zimmet» ondan beri olmuştur» denilmiştir. Bunun ma'nası: o kölenin zimmeti yoktur, demektir.


Zimmet: lügatte söz vermektir; zemmden alınmıştır. Sözünden dönen kimse zemmi hak ettiği için söz vermeye zimmet denilmiştir. Emân ve garanti ma'nalanna da geiır. İstılahda ise; bâzı ulemaya göre: bir vasıf olup insan onunla lehine ve aleyhine bir şey lâzım gelmesine ehil olur. Bir takımları onu vasıf değil zât olarak kabul etmiş ve : «Zimmet, ahd-u peymanı olan bir nefistir.» diye ta'rifde bulunmuşlardır. Çünkü insan bü-jtün fukahâya göre lehine ve aleyhine bir şey vâcib olmaya elverişli bir zimmete sahip olarak dünyaya gelir. Sair hayvanlar böyle değildir.


İbni Salâh: «Burada zimmet zimâm yani hürmet diye tefsir edilen zimmet de olabilir; Allahm zimmeti, Resulüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in zimmeti yânı tekeffülü, emanet ve riâyeti kabilinden de olabilir. Bundan dolayıdır ki bir kaçak köle, sahibinin kendisini cezalandırmasından masundur. Zira kölenin kaçmasile zimmet (masuniyet) ortadan kalkmıştır.» diyor". Bittabi zimmeti kalmayınca harbî hükmüne girer ve kanı heder olur.


Hadîsin başka bir rivayetinde :


«Köle kaçtığı zaman sahiplerinin yanına dönünceye kadar hiç bir namazı kabul olunmaz.» buyurulmuştur.


Bu hadisi imam Mâziri ve ona tebean Kaadî Iyaz teVil etmişlerdir. Onlara göre namazın kabul edilmemesi, kaçmayı helâl i'ti-kad eden köleye mahsustur. Bu köle kâfirdir. Onun hiç bir namazı ve başka ibadeti kabul edilmez; zâten namazı zikretmekle sair ibâdetlere tenbih olunmuştur. Fakat Ebû Amr İbnî Salâh buna i'tiraz etmiş ve : «Bilâkis bu hüküm helâl i'tikad etmeyende de câridir. Hem namazın kabul edilmemesinden onun sahih olması da lâzım gelmez; kaçak kölenin namazı sahih lâkin makbul değildir. Kabul edilmediğini bu ha-disden anlıyoruz. Çünkü ma'sıyetle birlikte kılınmıştır. Namazın sahih olması ise sıhhatim istilzam eden şartları ve erkânı bulunduğundandır. Burada hiç bir tenakuz da yoktur. Namazın kabul edilmemesinin eseri sevabsız kalmasında, sahih oluşunun eseri ise; kaza lâzım gelmemesinde ve bir de namazı terk edenler gibi cezalandırılmamasında kendini gösterir» demiştir. Ona göre te'vile hacet yoktur.


Hadisde kaçak köle hakkında «küfretmişîir.» denilmesi biraz yukarıda gördüğümüz sekiz şekilde te'vil edilir.


Mansur'unbu hadisi Şa'bî tarikile Cerir'e mevkuf olarak rivayet etmesi, sonra onun Peygamber(Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e merfu' olduğunu yeminle bildirerek : «lâkin ben onun burada Basra'da benden rivayet edilmesini istemiyorum.» demesi o zaman Basra, hâriciler ve mu'tezile taifeleriyle dolu olduğu içindir. Mezkûr taifeler günah işleyenlerin ebediyyen cehennemde kalacaklarına kail hattâ Hâriciler küfrüne hükmettikleri cihetle Mansur kaçak kölenin de küfrüne hükmedeceklerinden korkmuştur.


Bu bid'at taifelerinin bâtıl mezheplerine sırası geldikçe kitabımızın bir çok yerlerinde lâzım gelen cevaplar verilecektir.




123 — (69) Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafe b. Gıyâs, Dâvûd'dan, [408] o da Şa'bi'den, o da Cerir'den naklen rivayet eyledi. Cerir şöyle demiş: ResulüUah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem):


«Her hangi bir köle kaçarsa zimmet ondan berî olmuştur.» buyurdular.


Zimmetin beri olmasının ma'nası o kimsenin emniyeti babında îs-lâmiyetçe verilen ahd-u peyman kalkmıştır. Artık, o şahıs bir harbîden farksızdır; mâsun değildir demek olduğu yukariki hadisin şerhinde görüldü.




124 — (70) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, [409] Muğira' [410] dan, o da Şabi'den naklen haberverdi. Demiş ki: Cerir b. Abdillâh Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'âen naklen onun: *cBir köle kaçtımı onun hiç bir namazı kabul edilmez.» buyurduğunu rivayet ederdi.


Bundan muradın ne olduğu yukariki rivayette görüldü. Şunu da ilâve edelim ki; ekseri Şafiî âlimlerine göre; gasbedilen bir yerde kılman namaz sahihtir; yalmz sevabı yoktur. Bazıları, bu namaz sahih değildir demişlerdir. Hanefi âlimlere göre gasbedilen yerde namaz kılmak mekruhtur.




32 - Yıldızın Doğup Batmasile Yağmura Kavuştuk Diyenin Küfrünü Beyan Babı



125 — (71) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Bana Salih b. Keysan'dan gelen, onun da Ubeydulîah b. Abdillâh b. Utbe'den, onun da Zeyd b. Hâlid-i Cühenî'den [411] naklen rivayet ettiği bir hadisi Bîâlik'e [412] okudum. Zeyd şöyle demiş: Eesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hudeybiyede bize sabah namazını geceleyin yağan yağmurdan sonra kıldırdı. «Namazdan çıkınca cemaata karşı döndü ve: Rabbınız ne buyurdu bilirmS-siniz?» diye sordu. Cemaat — Allah ve Resulü bilir; dediler. (SaHallahü Aleyhi ve Sellem):


«Allah: kullarımdan bazısı bana mü'min, bazısı da kâfir olarak sabahladı. Kim; Allanın fadlu rahmetîle yağmura kavuştuk dedi ise, işte o bana imân, yıldıza küfretmiştir. Kim, filân ve filân yıldızın doğması veya batmasile yağmura kavuştuk dedi ise; o da bana küfür, yıldıza imân etmiştir, buyurdu.» dedi.


Hadis müttefckun aleyhdir. Onu Buhâri: «Kîtâbü's-Sâlat» ile


«Kitâbü'l- Meğâzi» de ve : «İstiska» babında, Sünen sahiplerinden Ebû Davud «Tıb» da. Nesâî de «Kitâbü's-Sâlat» da tahric etmişlerdir. Bu hadis-i şerif, kudsi hadislerden biridir. Onun için zamirleri Allah'a râc'idir.


Resulülîah (Sallallahü Aleyhi ve Se!lem)'in: «Bilirmisiniz?» diye istifhamla söze başlaması, tenbih içindir. Hatta Nesâî'nin rivayetinde: «işitmediniz mi Rabbiniz bu akşam ne buyurdu?» demiştir.


Mevzu-i bahis sabah namazı Hudeybiye'de kılınmıştır. Nitekim Buhârî 'nin rivayetinde sarahaten zikredilmiştir. Hudeybiye Mekkeye yakın bir köydür. Müşrikler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i oradan geri çevirmiş; Beytullahı ziyaretine müsaade etmemişlerdi.


Kur'an-ı Kerîmde zikri geçen «Ağaç altındaki beyât-î ridvân» orada olmuştur.


Hudeybiye kelimesi meşhur ve muhtar olan kavle göre (ya) nin tahfifile Hudeybiye şeklinde okunur, İmam Safi ile lügat ulemasının ve bazı eh-li hadisin kavilleri budur, imam Kısai ile İbni Vehb ve ekser-i muhaddisîne göre (yâ) nin şeddesile Hudeybiyye oku-Ci'râne 'nin (râ) sı üzerinde de ayni şekilde ihtilâf olunmuştur.


Hadîsin ma'nası hususunda ulemâ iki kavil üzerine ihtilâf etmişlernur. dir.


Birinci kavle göre : filân yıldızın doğması veya batmasüe yağmura kavuştuk demek Allah'a küfürdür. Bu söz, sahibini dinden çıkarır; yalnız bu hüküm yıldızın yağmur yağdıracağına inanan kimselere mahsus-tuı. Nitekim câhiliyyet devrinde böyle i'tikad edilirdi. Buna inanan bir kimsenin kâfir olduğunda şüphe yoktur, Cumhûr-u ulemanın kavli bu olduğu gibi hadîsin zahirinden anlaşılan ma'nâ da budur. Şu hâlde yağmuru Allah Teâlâ yağdırdığına, yıldızın doğması veya batması ona ancak âdi bir alâmet olduğuna inanmak şartile bu sözü söylemek küfrü icâbet-mez. Çünkü : Bize filân vakit yağmur verildi, ma'nasma gelir. Maamafih esah olan kavle göre böyle demek yine de kerâhet-i tenzihiyye ile mekruhtur. Kerahete sebeb, ayni sözün bâzan küfür için bazen da başka ma'-nada kullanılması ve bu suretle söylenene su-i zann edilmesi; bir de avni sözün câhiliyyet devrinin ve onların yolundan gidenlerin şiarı olmasıdır.


İkinci kavle göre: Küfürden murâd: Allanın ni'metlerine karşı küf-randa bulunmaktır. Bu ma'na, yıldızın yağmur yağdırdığına inanmayana göredir. Babımız hadislerinin en sonuncusuda: «İnsanlardan bazısı şükrederek, bazısı da küfranda bulunarak sabahladı.» buyurulması, keza ondan evvelki rivayette: «Allah gök yüzünden hiç bir bereket indirmemiştir ki, insanlardan bâzısı o berekete küfrând» bulunmasın.» denilmiş olması bu te'vili te'yid eder.


Nev': aslında yıldız demek değildir. Bu kelime : yıldız battı ve kayboldu ma'nasına masdardır. Bazıları, yıldız doğdu ma'nasma geldiğini söylemişlerdir. Çünkü ayın menzilleri diye bilinen, bütün sene doğdukları yerler ma'lum yirmisekİz yıldızdan biri her onüç gecede bir garbda fecir zamanında batar; onun karşısında o saatte şarkda bir yıldız doğar-mış. Eğer yağmur yağarsa, câhiliyyet devri araplan bu yağmuru, batan yıldıza —Esmaiye göre doğana— nisbet eder; yağmuru o yıldızın yağdırdığına inamrlarmış. Bazen faile masdar ismini vermek kabilinden mecazen yıldıza da nev' denilir.


Hattâbi 'ye göre yıldız demektir, E bû İshâk ez-Zeccâc . garpda batan yıldızlara enva', şarkda doğanlara da bevârih denildiğini söylüyor.


Bu babta «Tecrid tercemesinde de şu ma'lumat verilmektedir : [413]


«Nev'in cem'i enva'dır. Enva' ayın menzilleri ma'nasmadır. Aym men-zileri yirmi sekizdir. Ay her gece bunlardan bir menzilde bulunur. Bu menzillerden her biri o semâ sahasında bulunan yıldızlardan birinin ismile anılır.


1- Seretan, 2- Butayn, 3- Süreyya, 4- Deberân, 5- Hek'a, 6- Hen'a, 7- Zirâu'1-Esed, 8- Nesre, 9- Tarf, 10- Cephe, 11-.Zebra, 12- Sarfe, 13 - Avvâ', 14- Simaku, 15- A'zel, 16- Gafer, 17- Zubana, 18- İklîl, 19- Kalbu'l-akreb, 20- Şevle, 21- Nâim, 22- Belde, 23- Sa'd-u za-bih, 24- Sa'd-u bûlâ', 25- Sa'dü-s' Suûd, 26- Sa'du'l-Ahbiye, 27- Fer'u evvel, 28- Fer-u' sâni, 29- Batnu'1-Hût.


Bu isimleri alan. yıldızların daima ondördü geceleyin ufkun üstünde, diğer ondördü ufkun altındadır. Hangisi garp tarafından batarsa, rakib ismi verilen yıldız şark tarafından doğar. İlk ondört menzil şimal menzilleri, sonrakiler cenup menzilleridir.


Araplar bu yıldızlardan birinin fecir zamanında batmasile birlikde, rakîb olan yıldızın o saatte doğmasına nev'derler. Onun için lügat ulemâsının kimi yıldızın batmasına, k*/ni doğmasına, kimi de her ikisine birden nev' denildiğini söylerler. Bu nev'Ier bir biri arkasından onüçer gün fasıla ile battığında ve rakipleri doğduğunda o müddet zarfında yağmur, rüzgâr, soğuk, sıcak, bereket her ne olursa batan yıldıza izafe edilir; ve: filân şey filân yıldızın nev'inde vâki' oldu, derlerdi.


Yalnız cephenin batması ondört günde olur ki; bu hesaba1 göre yirmi sekiz nev'in batması 365 gün eder ve güneş senesi bununla sona erer. Envü* hesabına göre hangi yıldızdan başlanmışsa yeni güneş senesi de o yıldızdan başlamış olur; ta'bir-i aharla sene yirmisekiz kısma bölünüp . takriben her onüç gün zarfında vukua gelen cevvî hâdiseler, o günlerde hâkim addedilen yıldıza isnad edilirdi!»


Ebû Bekir İbnü'l-Arabi diyor ki: «Bu hadîsi İmam Mâlik «istiska» babına iki sebeble almıştır.


Birinci sebeb: Arapların yağmuru yıldızlardan beklemesidir. İşte Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve Seliem) kalplerle yıldızlar arasındaki bu alâkayı kesmiştir.


İkinci sebeb: Hz. Ömer (Radiyallahu anh) zamanında kıtlık olmuştu. Ömer (Radiyallahu anh) Hz. Abbâs'a; «Ülker yıldızlarından kaçı kalmış?» diye sormuş. Abbas (Radiyallahu anh) : «Söylendiği ne göre yâ Emîre'l-mü'minîn! onlar ufuk il a yedi dane olarak goriinüyorlar-nıış.» demişti. Mezkûr yıldızlar kaybolur olmaz yağmur indi. Ömerle Ab-basa bakın ki, onlar bile Ülker yıldızlarını ve zamanı gelince onların batmasını beklemişlerdir.» İbnİ'l-Arâbî sözüne şöyle devam ediyor : «Şüphesiz ki yağmuru Allah'dan değilde — yıldız yaratmış olmak üzere — yıldızlardan bekleyen kimse kâfirdir. Allah'ın yıldızlara verdiği bir hâssad-dan dolayı yıldızlar yağmuru yaratır diye i'tikad eden de kâfirdir. Çünkü yaratmak ve emir vermek Allahdan başkasına caiz değildir. Nitekim Allah Teâlâ Hazretleri:


«Dikkat edin yaratmak ve emir ancak ona mahsustur. [414] buyurmuştur. Ama yıldızların doğup batmasını bekleyerek, Allah'ın âdeti budur diye onlardan yağmur bekleyene bir şey yoktur. Zira Allah Teâlâ bulutlara, rüzgâr ve yağmurlara bir takım menfaatlar tevdi etmiştir...»




Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:



1- Hükümdar veya kumandan bir meselenin bütün inceliklerini düşünsünler diye o meseleyi arkadaşlarına arzedebilir.


2 - Allah Teâlâ her şeye bir sebeb halk etmiştir. Hüküm o sebebe izafe olunur. Fakat hakikatta fail Allahu Zü'1-Celâldir.


3- Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Seliem) 'in vasıtasız olarak Allah'dan haber vermesi onun kadr-u şanının pek büyük olduğuna delâlet eder.


4 - Yağmur yağdırmayı Allah'dan başkasına nisbet etmek caiz değildir.




126 — (72) Bana Harmeletü'bnü Yahya ile Amr b. Sevvâd-i Âmiri [415] ve Muhammed b. Selemete'l-Muradı [416]rivayet ettiler. Murâdî dedi ki: Bize Abdullah b. Vehb (Yunus) dan [417] rivayet etti. Diğer ikisi dediler ki: Bize İbni Vehb haber verdi: Dedi ki: Bana Yunus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bant^Jbeydullah b. Abdillâh b. Utbe rivayet etti kî, Ebû Hureyre şöyle demiş: Resulüllah (SallallahU Aleyhi ve Seliem):


«Görmediniz mi Rabbiniz ne buyurdu! Ben kullarıma hiç bir (yağmur) ni'met (i) ihsan etmemişîmdir ki, onlardan bir gurup o ni'mete küfrân etmesin. (Onu) yıldız (verdi); yıldız sayesinde (oldu) derler.


Bana Muhammedi b. Selemete'1-Muı-âdî rivayet etti. (Dedi ki):


Bize Abdullah b. Vehb, Amru'bnü'l-Hâris'den rivayet etti. H.


Bana Amr b. Sevvâd da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb


haber verdi. (Dedi ki): Bize Anırubnü'I-Hâris haber verdi ki, Ehû Hü-reyrcnin âzadlısı Ebû Yûnus [418] kendisine Ebû Hureyreden o da Re-su\ül\ah (Saüallahü Aleyhi ve Seller») 'den naklen tahdis eylemiş. Buyurmuş-


lar ki:


«Allah gökten hiç bir (yağmur) bereket (i) indirmemiştir ki insanlardan bir fırka ona küfranda bulunmamış olsunlar. Allah yağmuru indirir; onlar yıldız şöyle yaptı; böyle etti derler. Muradî'nin hadisinde ise: «şu ve şu yıldız sayesinde...» ifâdesi vardır.




127 — (73) Bana Abbâs b. Abdilâzim [419] el-Anberî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Nadr b. Muhammed [420] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ikrime — ki İbni Amnıârdır— rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Zümeyl [421] rivayet etti. Dedi ki: Bana İbni Abbâs rivayet eyledi. Dedi ki : Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında halk yağmura kavuştu. Bunun üzerine "Sehiy^Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular.


İnsanlardan bâzısı şükrederek, bir takımı da küfrederek sabahladı. Bazıları: Bu, Allanın rahmetidir; dediler. Bazıları da gerçekten şu ve şu yıldızın nev'i doğru çıktı dediler.


İbni Abbas dedi ki :


— Bunun üzerine şu âyet indi: «Yıldızların düşüş yerlerine yemin ederim...» ve tâ: «rızkınızı behemehal tekzib etmeğe mi kalkıyorsunuz?» (Vakıa : 75 - 82) âyetine vardı.


Bundan Önceki iki rivayetin birinde yağmura nimet denilmiş; diğerinde bereket tâbiri kullanılmıştır. Mezkûr ta'birlerden bilumum nimetler kasdedilmemiştir.


Halkın bu tarzdaki konuşmaları eski bir âdet olup ihtimal o güne kadar sürüp gelmiştir, llaamafih hadisi duymazdan önceye aid olması da muhtemeldir.


E1-Ubbi İslâm feylesoflarından Fârabi ile İbni Sina'nm Aristo ya tâbi' olarak : «Birden yalnız bîr çıkar» faraziyesine kail olmalarını ehl-i cahiliyyetin yıldıza yağmur isnadı kabilinden hezeyanlar diye vasıflandırmışlar. Bu feylesoflara göre: Allah Teâlâ vâ-cibü'l-vücud clunca, bir olması icâbeder. Bir olunca, ancak bir şey yaratması gerekir. Çünkü iki şey yaratmış olsa hadd-i zatında muhtelif iki şey rtibariîe yaratacaktır ki, bu ona vacib olan birliğe munâfi kesrettir. Binaenaleyh bir olan Allahdan ancak bir şey sadır olmuştur ki, o da akıldır. Sonra bu akıldan dört cevher, akl-i sâniden de dört cevher sâdır olmuş; derken bu tertib üzere ar. akıl, dokuz nefis ve dokuz felek meydana gelmiş. Sonra bu felekler harekete gelerek dört temel unsur denilen hava, su ateş ve toprak meydana gelmiş, daha sonra bu unsurlar hareket ederek gök kubbenin altındaki şu aîem-i kevn ve fesâd vûcud bulmuş...


E1-Übbînin beyanına göre feylesofların bu bâbtaki hezeyanları çoktur. Fakat müddeâîannı delil yolu ile isbât edecek hiç bir mesnedîeri yoktur. Delil hususunda sıkıştırılacak olurlarsa: «Böyle şeyler deil ile anlaşılmaz; bunlar ancak riyazatîa anlaşılır. Riyâzatı kim eyi yaparsa söylediklerimizi de o anlar...» derler.


Hadis-i şerifde bahsedilen âyetler Vakıa Sûresinin 75, 32 âyetleridir. Bunlar hakkında İbni Salâh şöyle demektedir : Murad-ı İlâhi bütün bu âyetlerin yıldızlar hakkında söylenenler için indiğini anlatmak değildir. Bu hususta inen yalnız «rızkınızı behemehal tekzib etmeğe mi kalkıyorsunuz?» âyet-i kelimesidir. Diğer âyetler başka şeyler hakkında nazil olmuştur. Ancak hepsi bir defada nâziî olduğu için hep birden zikredilmişlerdir. İbni Abbâs (Radiyallahu anh)*dan gelen rivayetlerin bâzılarında yalnız bu âyeti zikirle iktifa edilmiş olması da bunu gösterir. »


Âyetin tefsirine gelince : Ekseri müfessirler «buradaki nzıkdan mu-râd şükürdür.» diyorlar ki, Sultânü'l-Müfessirin İbni Abbas (Radiyaüahu anh) 'm kavli de budur. Bu takdirde ma'na şöyle -lur : «Şükredeceğiniz yerde, yağmuru yıMiza nisbet etmek sûretile tekzibe mi kalkışıyorsunuz?»


Ezher-î ile Ebû Alî Farisiye göre âyetten muzaf hazfedilmiştir. Mâna: «Rızkınızın şükrünü tekzihden ibaret mi yapıyorsunuz?» dernektir, Ha-san-ı Basrî'ye göre rızkın ma'nası nasibtir...


Mevakıu'n-nucümdan murad: ekser-i Müfesirine göre semâdaki yıldızların batmasıdır. Bazıları mevakı': doğdukları yerlerdir; demiş bir takımları da kıyamet gününde dağılıp saçılmaları ma'nasını vermişlerdir. Hatta nücumdan murad: Kur'an-ı Kerîmin nücûmudur diyenler vardır. Bu kavil İbni Abbâs (Radiyallahu anh)'dan mervidir. Kur'an'm nücûmu kısım kısım indirilmesi; mevâkiî de indirildiği zamanlardır. Mücâhid: «Me-vâkıu'n-nücum» Kur'an'ın muhkem âyetleridir.» demiştir.




33 - Ensar İle Ali Radiyallahu Anhümü Sevmanin Îmandan ve Îman Alametlerinden, Onlara Buğz Etmenin İse Nifak Alametlerinden Olduğuna Delil Babı



128 — (74) Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahman b. Mehdi, Şu'beden, o da Abdullah b. Abdillâh b. Cebr'-den [422] naklen rivayet etti. Abdullah demiş ki; Enes-i şöyle derken işittim : Resulülla (SaHalîahü Aleyhi ve Selîem):


«Münafığın alâmeti Ensara buğzetmek, mü'minîn alâmeti ise Ensâri sevmektir.» buyurdular.




(...) - Bize Yahya b. Habîb el-Hârisi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâîid yâni İbnü'l-Hâris [423] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Abdullah b. Abdillâh'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti ki, Efendimiz (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):


«Ensari sevmek iman alâmeti, onlara buğzetmek ise nifak alâmetidir.» buyurmuşlar.




129 — (75) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. Dedi ki: Bana Muâı b. Mu âz rivayet eyledi. H.


Bana Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti: Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam [424] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Adiy b. Sabüt'den [425] rivayet etti. Adiy demiş ki: Berâ'ı [426] Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Selîem)''den naklen onun Ensâr hakkında:


«Onları ancak mii'min olan sever; ve onlara ancak münafık oSan buğz-eder. Onları kim severse Allah da onu sever; kim buğzederse Allah da ona buğzeder.» buyurduğunu rivayet ederken işittim.


Şu'be demiş ki: «Adiy'ye:


— Bunu BerâMan mı işittin? dedim. «Bana anlattı.» dedi.




130 — (76) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâ-kub (yani İbni Abdirrahmân el-Kaarî) [427], Süheyl'den, [428] o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Kesulülîah


(SallaVahü Aleyhi ve Sellem) :


«Allaha ve âhiret gününe iman eden hiç bir kimse Ensara buğz etmez.» buyurmuşlar.




__(77) Bize Osman b. Muhammed b. Ehî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki):


Bize Cerir [429] rivayet eyledi. H.


Bize Ebû Bekir İbni Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme [430] rivayet etti. Cerir ile Ebû Üsame her ikisi A'mcş'den, o da Ebû Sâlih'den, [431] o da Ebû Said'den [432] naklen rivayet ettiler. Ebû Said şöyle demiş: Resulüllah (Sallallahü A leyhi ve Seiiem) :


«Allaha ve âhiret gününe imân eden bir kimse Ensâra buğzetmez.» buyurdular.


Bu hadisi az farkla Buhârî ve Nesâi dahi tahric etmişlerdir. Bu hâ r i 'nin rivayetleri: «Kitabü'Mmân» «Kitabü's-Sahâbe» «Kitabü's-Şehâdât» «Kitabü'1-Edeb» ve «Kîtâbü'l-Vasâya» dadir.


Âyetin, alâmet ma'nasına geldiğini ve münafık hakkındaki kavilleri yukarıda görmüştük. Şimdi de bu hadislerin ma'nalannı görelim :


. Ensâr : nâsır'ın cem'idır. Nasîr'in cem'i olduğunu söyleyenler de vardır. Nasır! yardım eden demektir. Nasir'de öyledir; hattâ daha mubaleğa-lıdır. Medine'li Evs ve Hazrec kabileleri Peygamber (Sattallahü Aleyhi ve Selle m)'e pek büyük yardımlarda bulundukları için bu ismi onlara bizzat Resulü Zîşân (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) efendimiz vermiştir. Daha Önceleri her iki kabilenin büyük anneleri olan Kaylc'nin ismine izafetle bunlara Beni kay1e denilirmiş. Resulüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellemy'iYi tesmiyesinden sonra «Ensar» sözü kendilerine alem oldukdan maada çocuklarına, dost ve yardımcılarına da ensâr denilmiştir. Bazıları bu ismi onlara Allah Teâlâ'nın verdiğini söylerler.


Filhakika Ensar-ı kiram islâmın neşri ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i müdâfaa uğrunda pek büyük yardımlarda bulunmuşlardır. Hicret günlerinde ona ve Mekke'den gelen muhacir müslümanlara en güzel misafirperverlik örneğini onlar göstermiş; onları kendi aileleri efradından daha ileri tutmuş; bu uğurda mallarını ve canlarım feda etmişlerdir.


İslâm dinini meydana çıkarmak onu i'lâ etmek için her ta'rif ve tasvirin üstünde şehâmet ve fedâkârlıklar gösteren bu muhterem zevatı sevmek, kendilerine hürmet göstermek elbet de îmânın sıhhatma, İslâmiyet hususundaki sadâkata delâlet eder. Çur.kü onları sevmek İslâmiyetin meydana çıkmasına ve kuvvet bulmasına sevinmek demektir, Ensar-ı kiramı bu yararlıklarından dolayı sevmeyerek kendilerine buğzetmek şüphesiz ki; nifak alâmetidir, Boyleleri zahiren müslüman görünseler bile; kalben kâfirdirler. Bu ma'naca buğuzda bulunmak yalnız ensar hakkında değil bütün ashab-ı kiram hakkında rr.ernnû'dur. Nitekim bundan sonra gelen Hz. Ali (Radiyallahu onlu hadîsinden de anlaşılacaktır. Bununla beraber ensâr-ı kiramın yinede bir hakk-ı tekaddümleri vardır.


Ensar ve diğer ashabdan biri hakkında bu ma'naya değil de başka bir cihetten muvakkaten bir adern-i muhabbet eseri göstermek nifaka alâmet değildir. Bu hususda Kurtubi şöyle demiştir :


«Amma bir kimse bu cihetten başka, arızi bir sebeble, meselâ bir maksada muhalefet ve bir zarar veya benzeri bir şeyden dolayı ashâbtan birine buğzederse bundan dolayı münafık ve kâfir olmaz. Ashâb arasında bir çok muhalefet ve muharebeler olmuştur. Bununla beraber hiç biri diğerinin nifakına hükmetmemiştir. Onların bu husustaki hâlleri ahkâm babında müctehidlerin hâlleri gibidir. Ya (bir kavle göre) hepsi hakka isabet etmiştir; denilir yahut (diğer bir kavle göre) isabet eden bir dâne-sidir. Fakat hatâ eden ma'zûr olur. Çünkü o re'yine ve zanmna göre muhataptır. İşte bunlardan birine maazallah bir şeyden dolayı buğzeden kimse âsî olur; tevbe etmesi gerekir...»


Burada bâzı sualler hatıra gelebilir. Şöyle ki;


1- Hadisin bütün rivayetlerinde göze çarpan «ensâr» kelimesi cem'i kıllettir. Cem'i kıllet 10 dan yukarıda kullanılmaz; halbu ki; ashab-i kırâm on değil binlerce idiler. Acaba kelime niçin kılk'te cemi'len-miştir...


Cevap : kılletle kesret ancak nekire olan cemilerde nazar-ı i'tibara alınır. Ma'rife cemi'lerde aralarında hiç bir fark yoktur.


2 - Hadîsin zahirine bakarak Ashab-ı kiramı sevmeyenlere kâfir diyecek miyiz?


Cevap : Hayır, demeyeceğiz. Çünkü böylesinde imanın yalnız alâmeti yoktur. Alâmetin bulunmaması ise gösterdiği şeyin de bulunmamasını icabetmez. Şöylede cevap verilebilir: Buradaki imandan murâd îmânın kemâlidir. Kemâli bulunmamakla imanın kendisinin de bulunmaması icâ-betmez.


3 - Ashaba buğzeden kimse kalbîle zarurât-ı diniyeyi tasdiketse bile yine münafık olur mu?


Cevap: Burada maksad: Ensar-ı kirama Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'m yardımcıları olduğu için buğzedenlerdir. Hem Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemf'e buğzetmek hem de onun peygamberliğini tasdikde bulunmak mümkin değildir.




131 - (78) Bize Ebû Bekir İbni Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Veki' [433] ile Ebû Muâviye, [434] A'mesden rivayet ettiler. H.


Bize Yalıya b. Yahya dahî rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Adiy b. Sâbit'den, o da Zırr'den [435] naklen haber verdi. Zirr demiş ki: Aliy şunları söyledi:


«Dâneyİ yaran ve insanı yaratan Allâha yemin ederim ki, beni raü'-mimjen başkasının sevmemesi ve munâfıkdan başkasının bana buğzetme-mesi ûmmî olan Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Seltem) Jin bana kat-i bir ahdu peymamdır.»


Dâneyi yaratmaktan murad ondan nebat çıkararak büyütmektir.


Neşeme: însan demektir. Nefis ma'nasına olduğunu söyleyenler de vardır. Ezheri, nesemenin nefis ma'nasına geldiğini ve can taşıyan her hayvana neşeme denildiğini hikâye eder.


Ümmî: okuma yazma bilmeyen demektir. Resulüllah (SaÜatlahü Aleyhi ve Selîem) ümmî idiler. Onun bu hâli Peygamberliğine delâlet eden en büyük mucizelerinden biridir.


Hz. Aliyü'bnü Ebî Tâ1ib (Radiyalîahu anh)'m Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e ne derece yakın akraba hatta onun damadı olduğunu, İslâmiyet uğurunda gösterdiği yararlıkları ve Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendisini son derece severek takdir ettiğini bilen bir kimsenin onu bundan dolayı sevmesi imân ve İslâmının sıdkı-na delâlet eder. Yine bu sebepten ona buğzeden şüphesiz münafık olur. Diğer ashab-ı kiramı sevmenin veya onlara buğzetmenin hükmü de budur.
dua

Anonim" seçeneğiyle isim vermeden yorum yazılabilir.
"Adı/URL" seçeneğiyle sadece isim verilerek de yorum eklenebilir.

Yorum Gönder (0)
Daha yeni Daha eski