Hadis Kitapları > Müslim > İman Bahsi 7

71 - İsa b. Meryemin Peygamberimiz Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Şeriatile Hükmederek (Yere) İnmesinin Beyanı Babı


242 - (155) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys [236] rivayet etti. H.


Bize Muhammed b. Rumh dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, İbni Şihâb'dan o da, İbni'l-Müseyyeb'den naklen haber verdi ki, İbnî'1-Mü-seyyeb Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: ResulüIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :


«Nefsim Kabza-i Kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem'in oğlu (îsa) (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in âdil bir hakem olarak aranıza inmesi ve salîbî kırarak domuzu öldürmesi, cizyeyi kaldırması, (bu suretle) mal (kapıdan) taşarak onu hiç bir kimsenin kabul etmemesi pek yakındır.» buyurdular.




(...) Bu hadisi bize AbdüTa'lâ b. Hammad ile Ebû Bekir b. Ebû Şeybe ve Züheyr b. Harb da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyan b. Uyeyne rivayet etti. H.


Bu hadisi bana Harmeletü'bnü Yahya dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb habet verdi. Dedi ki: Bana Yunus [237] rivayet eyledi. H.


Bize Hasen el-Hulvanî ile Abd b. Humeyd de, Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki): Bize Babam, Sâlih'den rivayet etti.


Bunların hepsi bu i sn âdi a Zühri'den rivayet etmişler.


İbni Uyeynenin rivayetinde:


«Adaletli bir imam ve âdil bir hakem olarak.» ifadesi vardır. Yûnus'-«n rivayetinde:


«Âdil bir hakem olarak.» demiş, «adaletli bir imam» ta'birini zikret-memiştir. Salih'in hadisinde ise Leysin dediği gibi:


«Adaletli bir hakem olarak.» ifâdesi mevcuddur. Onun hadisinde şu ziyade de vardır:


«Ve hatta bir secdenin dünya ve mâfiha'dan daha hayırlı olması» (pek yakındır).


Bundan sonra Ebû Hüreyre: İsterseniz:


«Ehl-i kitabdan hiç biri yoktur ki. Ölümünden evvel behemehal ona iman etmesin!.. [238] âyet-i kerîmesini okuyun! demiş.




243 - (...) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Said b. Ebî Said'den, o da Atâ' b. Minâ' [239] dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen onun şöyle dediğini rivayet eyledi: Resulüllâh (Sallalkthü Aleyhi ve Selîem) :


«Vallahi Meryem'in oğlu âdil bir hakem olarak mutlaka inecek ve behemehal haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, genç dişi develer başı boş bırakılarak onlara rağbet edilmeyecek, bütün düşmanlıklar, küsüşmeler ve hasedlikler muhakkak surette kalkacak, (İsâ Aleyhis-selâm insanları) mala da'vet edecek; fakat malı hiç bir kimse kabul etmeyecektir.» buyurdular.




244 - (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Ebû Katâdete'I-Ensârî'nin âzadhsı Nâfi' haber verdi ki, Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resulüllâh (Saiîalîahü Aleyhi ve Sellem):


«İmamınız sizden olduğu halde Meryem'in oğlu (Isa Aleyhisselâm) aranıza indiği vakit acaba sizin hâliniz nice olur?» buyurdular.




245 - (...) Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâ'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Şihâb'ın kardeşi oğlu amcasından rivayet etti Demiş ki: Bana Ebû Katâdete'l-Ensârî'nİn âzadhsı Nâfi' haber verdiki, kendisi Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Resulüllâh (Saiîalîahü Aleyhi ve Seilem):


«Meryem'in oğlu aranıza inip de size imam olduğu zaman aceb hâliniz nice olur?» buyurdular.




246 - (...) Bize Züheyr b. Harb de rivayet etti. (Dedi ki): Bana Velîd b. Müslim [240] rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Zi'b, tbni Şihâb'dan, o da Ebû Katâde'nin âzadhsı Nâfi'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Resulüllâh (Saiîalîahü Aleyhi ve Selîem) :


«Meryem'in oğlu aranıza indiği ve sizden biriniz size imam olduğu zaman aceb hâliniz nice olur?» buyurmuşlar.


Velid demiş ki: Bunun üzerine ben İbni Ebî Zi'b'e: Evzâî bize Zührİ'-den, o da Nîfi'den o da Ebû Hüreyre'den naklen:


«İmamınız kendinizden olduğu halde...» diye rivayet etti, dedim. İbni Ebî Zi'b:


«Sizden biriniz size imam olduğu zaman...» ne demektir, bilir misiniz? dedi. Bana sen haber verirsin, dedim: «Size Rabbiniz Tebâreke ve Teâlâ'nın kitabı ve Peygamberiniz (Saiîalîahü Aîeyhi ve Sellem) 'in sünne-tile imam olduğu vakit, demektir.» dedi.




247 - (156) Bize Velid b. Şiicâ' [241] ile Hârûn b. Abdillâh ve Hac-câc b. eş-Şâir rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Haccâc —ki İbni Mtıham-med'dir [242]—, İbni Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebûfz-Zü-beyr haber verdi ki, kendisi Câbir b. Abdillâhi şöyle derken işitmiş: Ben


Peygamber (Aleyhisselâm) (AIeyhisselâm)'i:


«Ümmetimden bir taife hakka müzahir olarak (tâ) kıyamete kadar çarpışmakta devam edecektir. Sonra Meryem'in oğlu Uâ(Sallaltahü Aleyhi ve Selîem) inecek; ve müslümanların emîri ona : Gel bize namaz kıldır, diyecek, o da : Hayır, Allah'ın bu ümmete bîr ikramı olmak üzere sizler birbirinize emirsiniz, diyecek.» buyururken işittim.


Bu hadisi Buhâri «Kitâbu'I-Büyû'» ile «Kitâbu'l-Enbiyâ'» da Tirmizi de «Kitâbu'l-Fiten» de tahric etmiştir.


Kıyametin büyük alâmetlerinden, biri olmak üzere âhir zamancfo Hz. İsâ (Aleyhisselâm) 'm gökten yere ineceğini bildiren hadisler tevatür de-recesindedirler. Hz . 1sâ (Aleyhisselâm) 'm göğe çekildiği nass-ı Kur'-ânla sabittir. Binaenaleyh bu husus ittifâki ise de vefatı meselesi ihtilaflıdır.


Buhârî Sarihlerinden îbni Hacer EI-Askalânî «Fethu'I-Bârî» namındaki eserinde bu hususda şunları söylemektedir: «îsâ Aleyhisselâm'm göğe çekilmezden önce vefat edip etmediği hususunda ihtilâf olunmuştur. Burada asıl olan, Teâlâ Hazretlerinin:


«Muhakkak ben seni öldüreceğim ve yanıma kaldıracağım.» [243] âyet-i kerimesidir. Bazıları âyetin zahiri mânası murâd olduğunu söylemişlerdir. Bu takdirde yeryüzüne indiği zaman kendisine mukadder olan müd-det geçince tekrar ölecek demektir.


Bir takımları: «Âyeti Kerîme; «Ben seni yerden tamamen alacağım.» mcnâsmadır» demişlerdir. Bu tefsire göre ölmemiş olup âhir zamanda ölecektir.


Göğe çekildiği zaman kaç yaşında olduğu da ihtilaflıdır. Bazılarına göre otuz üç yaşında idi. «120 yaşında idi» diyenler de vardır...


Ancak âyetten Hz. îâ Aleyhisselâm'm öldükten sonra göğe çekildiği mânasını çıkaranlara kitâb ve sünnetten deliller göstererek i'tirâz edilmiş; ve şöyle denilmiştir: «îsâ Aleyhisselâm'ın hâlen sağ olduğuna, âhir zamanda mutlaka yeryüzüne inerek bizim peygamberimiz (SaUallahü Aleyhi ve Seüem) 'in şeriatile hükmedeceğine ve Allah yolunda mücahedede bulunacağına inanmak şer'an farzdır. Nitekim Nebî-i sâdık (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) Efendimizden bu bâbda vârid olan hadisler tevatür derecesini bulmuştur. Böyle inanmanın farz olması, Allah Teâlâ Hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de:


«Yahudiler onu yakın en Öldürmediler, bilâkis Allah onu kendi nezdi-ne kaldırdı.» [244] buyurduğu içindir. Hz. îsâ Aleyhisselâm'm âhir zamanda yeryüzüne ineceğini bildiren mütevâtir hadislere muaraza eden ve onun öldüğünü gösteren tek bir hadis yoktur. Kur'ân-ı Kerîm onun öldürülmeden göğe çekildiğini haber verirken ve Resulüllâh (SaUallahü Aleyhi ve Setlem) kıyamete yakın yeryüzüne indirileceğini bildirirken onun Ölmeyip hâlâ sağ bulunduğuna inanmak elbette her müslümana farz olur. Bunda şüphe eden bilicma' kâfirdir...


îsâ (Aleyhisselâm) 'in inişini bildiren hadislere göre Hz . îsâ bir sabah namazı zamanı Şam'a inecektir. Üzerinde açık sarı elbise bulunacak ve kendisini bir bulut getirecektir. Bulutun üzerinde Hz . îsâ (Aleyhisselâm) iki melek arasında ve onların omuzlarından tutunmuş vaziyette bulunacaktır. Onun indiğini duyunca hemen yahudilerle hıristiyan-lar peyder pey istikbâle koşarak: «Biz senin ümmetindeniz.» diyeceklersede Hz . îsâ: «Yalan söylüyorsunuz!» diyerek kendilerini paylayacak ve ashabının ancak muhacirler olduğunu söyleyerek onların halîfesini arayacak, onu namaz kıldırırken görünie geri çekilerek: «Sen namazını kıldır. Allah senden razı olmuştur. Ben emir değil, ancak vezir olarak gönderildim.» diyecek, namazı her zamanki imam kıldıracaktır. Bir rivayete göre Hz . îsâ bundan sonra imâm olacaktır.


Bir rivayete göre îsâ (Aleyhisselâm) 'm ineceği sıralarda son derece kıtlık ve açlık zuhur edecektir.


îsâ (Aleyhisselâm) yeryüzünde bir rivayete göre yedi sene diğer rivayete göre kırk yıl kalacaktır. Hatta EbûNuaym'ın İbni Abbâs (Radfyallahu anAJ'dan rivayetine göre Hz. îsâ indikten sonra evlenecek ve on dokuz sene yaşayacaktır. Rivayetlerin bazısına göre evleneceği kadın Şuayb (Aleyhisselâm) kavminden olacak ve çocuğu doğacaktır. Hz. îsâ (Aleyhisselâm) bu müddet zarfında hükümdar, emir veya polis gibi bir hükümet adamı olmayacaktır. Bir rivayete göre Hz. îsâ (Aleyhisselâm) kendisinin ilâh olmadığını göstermek için evlenecek ve Ezd kabilesinden bir kadın alacaktır.


Yeryüzünde yirmi dört yıl, kırk beş yıl kalacağını bildiren rivayetler de vardır. O sıralarda ilim kalkmış olacağı için îsâ (Aleyhisselâm) indikten sonra müftü veya hâkim bulunmayacak, o şeriat-ı Muhammediy-yeyi Allah'ın emrile semâda iken öğrenecektir. Mü'minler bir araya toplanıp kendisini hâkem seçeceklerdir. Çünkü bu işi yapacak başka kimse kalmamış olacaktır. Hakem: Hâkim demektir, yeryüzünde kaldığı müddet zarfında son derece adaletle hükümler verecekti]-.


Bazıları: «Hz. îsâ (Aleyhisselâm) indiği zaman teklif kalkacaktır. Zira kalkmasa o zaman halkına peygamber olması, emir ve nehyet-mesi icâbederdi.» şeklinde mütâleada bulunmuşsa da bu görüş reddedilmiştir. Çünkü îsâ (Aleyhisselâm) yeni bir şeriatla inmeyecek ki, peygamber olarak gelsin. O bizim Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şeriatile amel edecektir.


«Haç* kıracak, domuzu öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır...» cümlesi hakkında «Haçı kırmakdan maksad; hıristi yanlığı ihtâl ederek İslâm şeriatile hüküm vermektir.» diyor. «Et-Tavdilh» nâm eserde: haçın kırılması, ona tapanları öldürdükten sonra olacaktır; denilmiştir.


Aynî diyor ki: «Burada bana feyz-i ilâhîden bir mâna münkeşif oldu ki, şudur: Haçı kırmaktan murâd hıristiyanların yalanını meydana-çıkarmaktır. Çünkü onlar yahudilerin Hz. îsâ (Aleyhisselâm)'ı çarmıha gerdiklerini iddia etmişlerdi. İşte Allah Teâlâ Kitab-ı kerîminde:


«Onu ne öldürdüler, ne de astılar; lâkin (onların gözünde) benzettirildi.»


buyurarak onların bu yalan ve iftiralarını haber vermiştir. Hadise şöyle olmuştur: Yahudiler Hz . îsâ'yi çarmıha germek için yere ağaç diktikleri vakit Allah Teâlâ Hz . îsâ 'yi onlara gösteren Yehûza'yı îsâ (Aleyhisselâm) kıyafetine tebdil etti. Yahudiler îsâ (Aleyhisselâm) zannile onu öldürdüler. Allah îsâ (Aleyhisselâm) 'ı göğe çıkardı.


Bu hâdiseden sonra yahudiler Hz. îsâ'nın ashabına musallat olarak onları asıp kesmeye ve hapsetmeye başladılar. Nihayet bunu Roma İmparatoru duymuş. Kendisinin peygamber olduğunu söyleyen ve ölüleri dirilten, körlerin gözlerini açan baras denilen alaca hastalığım tedâvî eden bir zâtı Yahudilerin Öldürdüğünü ona söylemişler. İmparator asılanın cesedini kaldırtmış. Sehpâ ağacını da getirterek ona ta'zimde bulunmuş. Ondan haçlar yapmışlar, Hıristiyanlıkda salîb denilen haç o zamandan kaldığı gibi. Romalılar arasına hıristiyanlik da o zaman girmiştir.


İşte îsâ (Aleyhisselâm) 'm haçı kırması, kendisinin öldürüldüğünü iddia edenlerin yalan söylediklerine, dinlerinin bâtıl, îslâmiyetin hak olduğuna, kendisinin müslümanhğı meydana çıkarmak ve sair dinlere- mensûb olanları öldürmek, haçı kırmak ve domuzu tepelemek gibi icra'atla o dinleri ibtâl etmek için indiğine işarettir.»


Tîbî: «Domuzun öldürülmesinin mânası: onu edinmenin ve yemenin haram, öldürülmesinin helâl kılınmasıdır.» diyor. Taberânî 'nin rivayetinde domuzla birlikde maymunları da öldüreceği zikredilmiştir. Cizye Küf fardan alınan vergidir. Hz . îsâ (Aleyhisselâm) bunu da ve bir rivayette harbi de kaldıracaktır. Bunun mânası: din bir olacak demektir. Çünkü îsâ (Aleyhisselâm) müslümanlıktan başka din kabul etmeyecektir.


İbni Battal diyor ki: «Bizim H z . îsâ inmezden önce cizyeyi kabul etmemiz mala ihtiyacımız olduğundandır. îsâ (Aleyhisselâm) indikten sonra ise buna ihtiyaç kalmayacaktır. Çünkü mal çoğalacak hattâ onu kimse kabul etmez olacaktır.» Malı kimsenin kabul etmemesinin sebebi; onun çok olmasıdır. Hz. îsâ (Aleyhisselâm) 'in adaleti yüzünden bereket o kadar çoğalacak ki, âdeta mal kapıdan taşacak fakat insanlar kıyametin pek yakın olduğunu bildikleri için mâla mülke rağbet gösteren olmayacaktır. Bir tek secdenin dünya ve ma'fihâ'dan daha hayırlı telâkki edilmesi bundandır. Gerçi bir secde daima dünyadan ve dünya varlıklarından hayırlı ise de burada maksad, o zaman mal ile ibâdet edilemeyeceğini anlatmaktır.


Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) 'm: «İsterseniz şu âyeti okuyun!» diyerek hadisde zikri geçen âyeti okuması, İbni Cevzî'ye göre bu secde meselesile alâkalıdır. O bununla insanların iyileştiklerine, imanlarının arttığına, hayır hasenata ehemmiyet verdiklerine, bundan dolayı da bir rekât namazı bütün dünyaya tercih ettiklerine İşarette bulunmuştur. Âyet-i kerîmedeki «Ölümünden, evvel» terkibindeki zamirle «ona iman» ifâdesindeki zamirin kime aid olduğu ihtilaflıdır. Birinci terkib-deki zamir ekser-i müfessirine göre Ehl-i kitaba râci'dir. Delilleri: îbnî Abbas (Radiyallahu an/i/dan rivayet olunan şu hadistir:


«Hiç bir yahudi ve nasrâni îsâ 'y° İman etmeden ölmez... Lâkin Ölüm anındaki imanın faydası yoktur.»


Bazıları zamirin îsâ (Aleyhisselâm)'a râcî' olduğuna kaildirler. Bu takdirde mâna şöyle olur :


«Ehl-i Kitab'dan hiç biri yoktur ki, îsâ 'nın ölümünden evvel ona İman etmesin.» Yani birinci takdire göre: «ölümünden» tâ'birinden murâd: Ehl-i kitabın ölümü, ikinciye göre ise Hazreti îsâ 'nın ölümüdür.


Keza «ona imân» dan murâd ekseriyete göre Hz. îsâ 'ya imândır. Bazıları «Allah'a imândır.» diğerleri: «Muhamme d (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'e imandır.» diyerek zanıîri kimi Allaha, kimi Peygamber'e irca etmişlerdir.


Hadisin bazı rivayetlerinde :


«İmamınız sizden olduğu halde Meryem'in oğlu aranıza indiği vakit acaba sizin haliniz nice olur!» denilmiş; diğer bazılarında bunun yerine: « Meryem'in oğlu aranıza inip size imam olduğu zaman!... buyurulmuş-tur. Bundan Hz. îsâ 'nm bazan namazda imam bazan da cemâat olacağı anlaşılır. Nitekim buna kail olanlar vardır.


«İmamınız sizden olduğu halde...» ifâdesini Kirmanı « îsâ (Aleyhisselâm) sizin aranızda, İncil'le değil Kur'ân'la hükmedecektir» şeklinde tefsir etmiş, Tîbî dahî: «Bunun mânası:


îsâ sizin dinînizde olarak size imam olur, demektir.» mütâleasın-da bulunmuşsa da Hz . îsâ 'nın imam olma teklifini kabul etmeyeceğini tasrih eden rivayet karşısında bu tefsir makbul olmamıştır.


Resulüllâh (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in:


«Aceb hâliniz nice olur!» buyurması o zamanki refâh-ı hâle teaccüb-dür.


îsâ (Ateyhisselâm)'m yeryüzüne indirilmesinin hikmeti babında Aynî şunları kaydetmektedir: «Bu hususta birkaç vecih vardır:


1 - Yahudilerin «onu öldürdük» iddialarına reddiye olmak üzere indirilecek ve yahudiler onu değil, o yahudileri öldürecektir.


2 - îsâ (Aleyhisselâm), eceli yaklaştığı için yere indirilecektir, Çünkü topraktan yaratılan bîr mahluk topraktan başka bir yerde ölemez.


3 - Hz. îsâ Peygamberimiz (Sallcdlahü Aleyhi ve Sellem) ile ümmetinin sıfatlarına gördüğü vakit bu ümmetten olmayı istemiş; Allah da duasını kabul ederek onu sağ bırakmıştır. Âhır zamanda müslümanlann umurunu yeniden tanzim etmek için yere indirilecek; ve bu hadise Dec-calın çıktığı zamana tesadüf ederek Deccalı tepeleyecektir.


îsâ (Aleyhisselâth)'m nereye defnedileceği ihtilaflıdır. Bir çok hadisler onun Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in yanına defnedileceğini bildirmektedir. Kudüsde Beyti Makdise defnedileceğini söyleyenler de vardır.




Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder:



1 - Domuzu Öldürmek mutlak surette caizdir. Bundan yalnız zimmi-lerin domuzlarını istisna etmek gerekir; çünkü domuz onlarca maldır. Onların mallarına dokunmak müslümanlara yasak edilmiştir.


2 - îbni Battal'a göre bu hadis domuzun hıristiyanlıkda da haram olduğuna delildir. Hz . îsâ (Aleyhisselâm)'m onu öldürmesi hı-ristiyanların helâl saymalarını tekzibtir.


3 - Domuz necis-i ayndır. Derisi dibâgat kabul etmez. Bu hususda domuzun hâli köpekten daha kötüdür. Çünkü köpeğin Öldürülmesi için şer'an emir yoktur. Necis-i ayn olup olmadığı ve derisinin dibâgat kabul edip


etmediği de ihtilaflıdır.


4 - Domuzun kılından istifade edilip edilemeyereği dahî ihtilaflıdır. İbni Şîrîn, İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. Râhuye'ye göre mekruhtur. Tâhâvî : «Domuzun hiç bir şeyini satmak caiz değildir. Yalnız ayakkabıcılara dikiş için bir kaç tel alıp satmak caizdir.» demiştir. İmam Mâlik ile Hanefiyye'-den bazılarına ve Hasan-ı Basri'ye göre domuzun kılını alıp satmak caizdir. Evzâî'nin mezhebi de budur.


5 - Kıyamete yakın îsâ (Aleyhisselâm) gökten yere inecek ve şeriatı Muhamnıediye ile hükmededektir. Onun inmesi kıyametin büyük


alâmetlerindendir.


6 - Münkerâtı ve bâtıl âleti olan şeyleri değiştirmek icâbeder.




72 - İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Babı



248 - (157) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetü'bııü Said" ve Aliyyü'bnü Hucr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail yânî İbni Ca'tfer, Alâ'dan, ki İbni Abdirrahmândir, o da babasından, o da Ebû Hüreyre"den naklen rivayet etti kî, Resulüllâh (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) :


«Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacakfıır; o battığı yerden doğduğu zaman bütün insanlar toptan iman edecek, fakat artık o gün : daha evvelden iman etmeyen yahud îmanında bir hayır kazanmayan hiç bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermeyecektir [245] buyurmuşlar.




(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbni Nümeyr ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize îbni FudayI [246] rivayet etti. H.


Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ceriır [247] rivayet, etti. Bunların ikisi de Umâratu'bnü Ka'kaa'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem)'ûen naklen rivayet etti. H.


Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki): ]Bize Hüseyn b. Aliy, Zaîde'den o da Abdullah b. Zekvân'dan, [248] o da A'bdurrahman el-A'rac' [249] dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellemyden naklen rivayet eyledi. H.


Bize Muhammed b. Râfi'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürraz-zâk [250] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen, Alâ'nın babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiği gibi tahdis eyledi.




249 - (158) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr. b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Veki' rivayet etti. H.


Bana bu hadisi (yalnız) Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İshâk b. Yusuf el-Ezrak rivayet eyledi. Bunlar toptan FudayI b. Gaz-vân'dan [251] rivayet ettiler. H.


Bize Ebû Küreyb Muhammed b. el-Alâ' dahi rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize İbni FudayI, babasından, o da Ebû Hâzim'den [252], o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti, Şöyle demiş: Resulüllâh (SalîaUahü A leyhi ve Sellem):


Üç şey vardır ki, bunlar çıktıkları zaman, daha önceden iman etmeyen veya imanında bir hayır kazanmayan hiç bir kimseye (o günkü) İmanı fayda vermez : 1— Güneşin batıdan doğması, 2— Deccâl ve 3— Da-abbetü'l-arz.» buyurdular.




250 - (159) Bize Yahya b. Eyyûb ile İshâk b. İbrahim hep birden İb-nî Uleyye'den rivayet ettiler. İbni Eyyûb dedi ki: Bize İbni Uleyye rjvâ-yet etti. (Dedi ki): Bize Yunus [253], İbrahim b. Yezid et-Teymî' [254] den rivayet ettî benim bildiğime göre, o da Babasından dinlemiş, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etmiş ki, bir gün Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ve Seilenı) (ashabına):


«Bu güneş nereye gider biliyor musunuz?» demiş. Ashâb:


Allah ve Resulü bilir; cevabını vermişler. Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi


ve Sellem):


«O, tâ arşın altındaki karargâhına varıncaya kadar gider; ve (orada) secdeye kapanır. Kendisine : Kalk, geldiğin yere dön! denilinceye kadar o halde kalır. Bunun üzerine (geri) döner; ve sabahleyin doğduğu yerden tekrar doğar. Sonra {/ine} Arş'ın altındaki karargâhına varıncaya kadar akıp gtder ve (yine) secdeye kapanır. Kendisine: Kalk, geldiğin yere dön! deninceye kadar o halde kalır. Ve (tekrar) dönerek sabahleyin doğduğu yerden doğar. Bilâhere artık ihsanlar onun hiç bir halini yadırgamaz olarak Arş'ın altındaki o karargâhına varıncaya kadar akıp gider. Nihayet kendisine : Kalk, (yarın sabah) battığın yerden doğ! denilir; o da battığı yerden doğar.» buyurmuş; ve sözüne şöyle devam etmiş:


«Bu ne zaman olacak bilir misiniz? Bu : evvelce iman etmeyen yahut imanında bir hayır kazanmayan hiç bir kimseye (o günkü) imanının fayda vermeyeceği zamandır.»




(...) Bana Abdülhamid b. Beyân el-Vâsati [255] de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid yani İbni Abdillâh, [256] Yûnus'dan, o da İbrâhim-i Teymi'-den, o da Babasından, o da Ebû Zerr'den naklen haber verdi. Ki, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir gün (ashabına):


«Bu güneş nereye gider bilir misiniz?..» buyurmuş. Hâlid de İbni Uleyyenin hadisi gibi rivayet etmiş.




(...) Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe ile Ebû Küreyb dahi rivayet ettiler. Lâfız Ebû Küreyb'indir. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye [257] rivayet etti. (Dedi ki): Bize EI-A'meş İbrahim et-Teymi'den, o da babasından, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti. Ebû Zerr şöyle demiş: Mescide girdim. Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) oturuyordu. Güneş batınca (bana):


«Yâ Ebâ Zerr! Bu güneş nereye gider biiir misin?» dedi:


— Ben: Allah ve Resulü bilir; dedim:


«Bu gider de secde etmek için İzin ister; ve kendisine izin verilir. Her halde ona : geldiğin yere dön denilmiş olur. Nihayet battığı yerden doğar.» buyurdular.


Ebû Zerr demiş ki: Sonra (Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)


Abduİlâhın kıraati üzere:


«İşte bu, onun İçin bir karargâhtır.» [258] âyetini okudu.




251 - (...) Bize Ebû Said el-Eşecc ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk: Bize haber verdi tabirini kullandı: Eşecc: Bize Vekî' tahdis etti. (Dedi ki): Bize El-A'meş, İbrahim et-Teymi'denj o da babasından, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti, dedi. Ebû Zerr şöyle demiş: Resulsllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)^ Teâlâ Hazretlerinin: (Güneş karargâhına akıp gider) âyeti kerîmesinin mânasını sordum:


«Onun karargâhı arşın altındadır.» buyurdular.


Bu hadisi Buhârî «Kkâb'ut-Tefsir» ile «Kitâb'ur-Rukaak» da, Ebû Davud «Kitâb'ul-Melâhim» de, Nesaî «Kitâbu'l-Vasâyâ»


da, İbni Mâce'de «Kitâbu'l-Fiten» de tahriç etmişlerdir.


Hadis-i şerif kıyametin büyük alâmetlerinden bazılarını haber vermektedir. Bunlar sahih hadislerin beyanına göre on tanedir.


1 - Decealın çıkması,


2 - Isâ (Ateyhissekun)'ın inmesi,


3 - Ye'cûc ve mecüc'un çıkması,


4 - Daabbet-ül arzın çıkması,


5 - Güneşin batıdan doğması,


6 - Doğuda,


7 - Batıda,


8 - Ve Arap yarımadasında üç yerin batması, [259]


9 - Yeryüzünü bir dumanın kaplaması,


10 - Aden'den bir ateş çıkarak insanları bir yere toplamasıdır. Übbî'nin beyanına göre kıyametin büyük alâmetlerinden beş tanesi mütevatirdir. Mezkûr alâmetler kelâm kitaplarında uzun uzadıya izah edilmişlerdir. Burada bunların en sonuncusu bildirilmektedir, ki o da güneşin batıdan doğmasıdır. Bundan sonra imân veya tevbe etmenin hiç bir faydası olmayacaktır. Çünkü vukuu evvelce haber verilen ve inanılması istenilen şeyler olduğu gibi zuhur etmiş ve insanlar bunları gözleri İle görmüş olacaklardır. Bir şey'e gözü ile gördükten sonra inanmaya ise imân demezler. İmânın esası mugayyebata yani gözle görünmeyen şeylere inanmaya istinad eder. Bundan dolayıdır ki, güneşin batıdan doğuşunu görenlerin hali son nefesine gelen bir kimsenin haline benzetilmiştir. Canı boğaza gelen bir kimseye âhiret umuru gösterildiği için artık o kimsenin imânı nasıl kabul edilmez ise güneşin batıdan doğduğunu görenlerin imânı ve tövbesi de kabul edilmez.


Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in_ okuduğu âyet-i kerîme bu


hakikati nâtıktır.


Taberî diyor ki: «Âyetin mânası şudur: Evvelce imân etmeyen bir kâfirin güneş batıdan doğduktan sonra îman etmesi fayda vermez. Çünkü o zaman edilen imânla işlenen amel-i salihin hükmü can gırtlağa geldiği zaman edilen imânın hükmü gibidir. Böyle bir iman ise hiç bir fayda temin etmez.» Nitekim Teâlâ Hazretleri.


«Bizİm azabımızı gözleri İle gördükten sonra edecekleri imanları onlara fayda verecek değildir.» buyurmuştur. Sahih hadiste dahi bir kulun tevbesi ancak can boğaza'gelinceye kadar kabul edileceği bildirilmiştir.


İbni Atiyye: «Bu hadis âyet-i kerîmedeki bazı 'âyetlerden murâd güneşin batıdan doğması olduğuna delildir. Cumhurun mezhebide budur» diyor.


İbni Hacer-i Askalâni «Fethu'I Bari» de şöyle d'emek> tedir. «Bu bâbtaki haberlerin mecmuundan anlaşılıyor ki yeryüzünde umumî ahvalin değişeceğini bildiren büyük kıyamet alâmetlerinin birincisi Deccalin zuhurudur. Bu hal îsâ (Aleyhisselâm)'m vefatı ile sona erecektir. Güneşin batıdan doğması ise sema aleminin değişeceğini bildiren alâmetlerin birincisidir. Bu da kıyametin kopması ile sona erecektir. Vakı'a Müs1im'in bir rivayetinde kıyametin büyük alâmetlerinin birincisi güneşin batıdan doğması gösterilmişsede «bu alâmet yıldızlat aleminin deği-çeceğini bildiren ilk alâmettir; Deccalin çıkması da dünya hallerinin değişeceğini bildiren ilk alâmettir» şeklinde te'vil edilerek hadisler arasında görülen zahiri tearuz bu suretle giderilmiştir.


İbn-i Ömer (Radîyaîiahu anh)'d&n rivayet edilen bir hadise göre güneş batıdan doğduktan sonra yer yüzünde 120 sene hayat devam edecektir. Bazıları bu hadisi îbn-i Ömer (Radiyaîlahu anh)'a mvkuf olarak rivayet etmişlerdir.


Acaba güneşin batıdan doğmasının hikmeti nedir? şeklinde bir sual hatıra gelirse buna Aynî şu cevabı vermektedir: Bunda dinsizlerle müneccimlerin iddialarını iptal vardır. Çünkü onlar böyle bir Şey'in ol-mıyacağmı hatta hatırdan bile geçmiyeceğini iddia etmişlerdi» Güneşin Arş-ı Â'lâ altındaki müstekârri meselesine gelince: müstekar kelimesi ismi zaman, ismi mekân ve mimli mastar mânalarına gelebilir. Bu sebeple Mezkûr kelime birkaç mânada tefsir edilmiştir.


1 - Güneş kendisine tahsis edilen bir istikrar sebebiyle yani sabit bir karar, muntazam bir kanun ile gökyüzünde akıp gider. Onun hareketi .bir tesadüf eseri değildir.


2 - Güneş nihayet bir sukûne erip durmak için hareket eder;


3 - Güneş duracağı bir', zamana kadar hareket eder.


4 - Güneş kendine mahsus bir yerde sabit olarak akıp gider; mihverinde döner. Yahud kendisinin karargâhı olan âlemin menfaati için akıp gider.


Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır merhumun beyanına göre güneşin başka bir merkeze doğru hareket etmekte bulunduğu mânasına da gelebilir.


Nevevî : «Güneşin secdesi temyiz ve idrakle olur. Teâlâ Hazretleri bu hassayı onda halk eder» diyor. Allâme Alûsî 'nin kavli de budur. Ona göre; Güneşin kudsî bir nefsi, yâni ruhu vardır. Bu nefis güneşin cisminde bir nevi taalluku kalmak şartiyle ondan ayrılarak Arşı âlâ'ya çıkar; onun altında secde eder. Bu onun seyrine münafî değildir. Nitekim Hukemâ Felek ve yıldızların nefsi olduğuna kanidirler.» diyor.


Kâdî İyâz diyor ki: «Bu hadis ehH sünnettin fıkıh, kelâm ve hadis ulemâsına- göre teVil edilmeden zahiri mânası üzre bırakılmıştır. Bâtiniyye fırkası onu te'vil etmişlerdir.»


Hasıl-ı kelâm: kıyametin büyük alâmetlerinden olmak üzere güneş batıdan doğduktan sonra bütün kâfirler îmâna gelecek fakat bu imânın hiç bir faydası olmayacaktır.




73 - Resulüllah Sallalahu Aleyhi ve Selleme Vahyin Başlaması Babı



252 - (160) Bana Ebü't-Tahir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Şerh rivayet etti (dedi ki): Bize İbni Vehb hab.er verdi. Dedi ki: Bana Yunus [260], İbni Şihâptan naklen haber verdi, demiş ki: Bana Urvetü'bnû Z-Zübeyr, rivayet etti, önada Peygamber (SaüaUahü Aleyhi ve Sellem) 9in zevcesi Âişe haber vermiş demiş ki:


— Resulüllâh (Sallallahil Aleyhi ve Sellem)'* ilk vahyin başlaması uykuda sadık rüya görmekle olmuştur. Hiçbir rüya görmezdi ki sabahın aydınlığı gibi (apaçık) zuhur etmesin. Sonra kendisine tenhada kalmak sevdirildi. Artık Hirâ mağrasına çekilir orada ailesi nezdine dönmeden birkaç gün tehannüs ederdi. (Tehannüs ibâdet etmek temektir.) Bu maksatla yanına azıkta alırdı. Sonra Hadice'nin yanına döner yine o kadar bir müddet için azık tedarik ederdi. Nihayet Hirâ mağarasında bulunduğu bir sırada ansızın (emr-i) Hak karşısına çıkıverdi. (Şöyle ki): Kendisine melek gelerek: «Oku!» dedi Resulüllâh (SaUallahü Aleyhi ve Sellem): '


«Ben okumak bilmem.» cevabını verdi. Fahr-ı Kâinat (SallaUahii Aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki:


O zaman melek benî alarak takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine :


— «Oku!» dedi. Ben de :— «Okumak bilmem.» dedim.


Melek benî yine alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı.


Sonra beni bırakıp yine :


— «Oku!» dedi. Ben de :


— «Okumak bilmem.» dedim. Nihayet beni yine üçüncü defa olarak takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp şu âyetleri okudu :


«Yaratan Rabbinİn adiyle oku! O Allah ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Her halde oku! Senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten kerîmler kerîmidir.' İnsana bilmediğini öğretmiştir.» [261]


Bunun üzerine Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o sıkıştırma sebebi İle (heyecandan) boyun etleri titreyerek döndü. Ve Hadîce' [262] nin yanına giderek:


«Beni örtün, beni Örtün!» dedi. Korkusu gidinceye kadar mübarek vücudunu sarıp örttüler. Ondan sonra Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) Hadice'ye:


«Ey Hadİce! Acep bana ne oluyor?» dedi: ve olup bitenleri ona haber verdi. «Kendimden korktum» dedi. Hadice ona şunları söyledi:


— Öyle deme sevin! Allah'a yemin ederim kî Allah seni hiç bir vakit utandırmaz vallahi. Çünkü sen akrabana bakarsın, sözün doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, Fakire verir kimsenin kazandıramayacağını kazandırır, misafiri ağırlarsın,. Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (Halka) yardım edersin.


Bundan sonra Hadice Resulüllâh (Saiiailahü Aleyhi ve Sellem yi beraberine alarak Varakatu'bnü, Nevfel b. Esed b. Abdil Uzza'ya götürdü. Bu zat Hadice'nin amcası oğlu yani baltasının kardeşi oğlu idi. Cahili-yet zamanında hıristiyan dinine girmiş bir kimse olup arapça yazı yazmasını bilir; incilden Allah'ın dilediği kadar öteberi bazı şeyleri Arapça yazardı. Varaka gözleri görmez olmuş bir pir-i fâni idi. Hadice kendisine :


— Ey amıca! dinle bak kardeşin oğlu neler söyleyecek dedi. Varakatu'bnü Nevfel:


— Ne var kardeşim oğlu? diye sorunca Resulüllâh (Saiiailahü Aleyhi ve Sellem) gördüğü şeyleri kendisine haber verdi. Bunun üzerine Varaka:


— Bu gördüğün Mûsâ (Saiiailahü Aleyhi ve Sellem)'e indirilen Namus-u Ekberdir. [263] Ah keşke senin davet günlerinde genç olaydım. Keşke kavmin seni çıkaracakları zaman hayatta bulunsaydım dedi. Resulüllâh


(SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) «Onlar beni çıkaracaklar mı ki?» diye sordu


Varaka:


— Evet (Çıkaracaklar; zira) senin gibi bir şey getirmiş [264] hiç bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem sana son derece yardım ederim cevabını verdi.




253 - (...) Bana Muhammed b. Rafi'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrezâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi dedi ki Zührî: Bana Urve de Âişe'den naklen onun şöyle dediğini söyledi dedi. Resulüllâh (SaUaUahü Aleyhi ve SeUem)*e ilk vahyin başlangıcı (şöyle oldu..,) ve bu hadisi Yunus hadisi gibi rivayet etti. Yalnız o:


— «Vallahi Allah seni hiç bir zaman mahzun etmez» dedi ve: Hadice: «Ey amcamoğlu! kardeşin oğlunu dinle bak neler söyleyecek dedi» şeklinde rivayet etti.




254 - (...) Bana Abdulmelik b. Şuayb b. Ley s dahi rivayet etti dedi ki: Bana babam, dedemden rivayet etti demiş ki: Bana Ukayl b. Halit, İbni Şîhabın, şöyle dediğini rivayet etti: Urvetü'bnü'z-Zübeyr'i şunları söylerken işittim. Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)'İn zevcesi Âişe dedi ki:


— «Bunun üzerine Resulüllâh (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) yüreği titreyerek Hadice'nin yanına döndü...»


Ve hadisi Yunus'la Ma'mer'in rivayetleri gibi kıssa eyledi; yalnız onların rivâyetlerindeki:


«Resulüllâh (SaUaîlahü Aleyhi ve Selîem) 'İn ilk vahiy başlangıcı sadık rüya ile olmuştur.» diye başlayan ilk cümleyi zikretmedi bîr de:


— «Vallahi Allah" seni hiç bir vakit utandırmaz» şeklindeki rivayette Yuııus'a tabî' oldu. Ve Hadice'nin:


— «Ey Amcamoğlu! dinle bak kardeşinoğlu neler söyleyecek» dediğini zikretti.


Bu hadisi Buhâri kitabının başında ve «Kitab'ut Tefsir» de, Tirmizi ile Nesaî dahi «Kitab'ut Tefsir» de tahriç etmişlerdir.


Hadis-i Şerif sahabenin mürsellerindendir. Çünkü Âi§e (Radıyaîlahu Anhâ) Bu hadiseye erişmemiştir. Binaenaleyh onu ya bizzat Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den yahud bir sahabiden işitmiştir. Sahabinin mürseli ise ulemânın ittifakı ile Huccet'tir. Bu bâbta muhalefet eden yalnız Ebû İshâk el-Esf eraini1 olmuştur. Ona göre böyle bir hadisle ihticac olunamaz. Yalnız Ravî sahabeden başkasından rivayet etmediğini söylerse rivayeti kabul olunur. İbni Salâh: «İbni Abbas (Radıyallahu Anhiima) ile Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den hadis dinlemeyen diğer genç sahabenin rivayet ettikleri hadisler mevsul ve müsbet hükmündedir. Çünkü bunların rivayetleri sahabedendir. Sahabenin bilinmemesi ise zarar etmez.» demiştir. Nevevî: Doğrusu da budur. Şafiî'nin ve Cumhuru ulemânın mezhebi de budur.» diyor.


Tibî diyor ki: « Âişe (Radıyaîlahu Anhâ)'nm bu hadisi Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem)'den işittiği anlaşılıyor. Çünkü rivayeti esnasında:


«Melek beni alarak sıkıştırdı, dedi.» cümlesiyle hadisi bizzat Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğini beyan ediyor.» Hasılı Hz . Âişe (Radıyaîlahu Anhâ) kimden İşitmiş olursa olsun bu hadis muttasıl ve müsnet hükmündedir.


Vahiy: Lügatte gizlice bildirmek, işaret etmek yazı yazmak, risalet ve ilham mânalarına gelir. Bu kelime fiil olarak «Vahâ-yehi» ve «evhâ-Yûhî» şekillerinde kullanılırsa da «evhâ» şeklinde kullanılması daha fasihtir. Kur'ân-ı Kerîm'de de bu şekilde varid olmuştur. Bazan vahiyden ism-i mefu'l mânası yani vahiy edilen şey kasdedilir.


Şeriat: îstilahinda vahiy Allah Teâlâ'nm peygamberlerinden birine indirdiği kelâmına denilir. Ulemâdan bir çoğu Resulü: «Kendisine mucize ile birlikte kitap indirilen zattır» diye tarif etmişlersede bu tarif doğru değildir. Çünkü Hz. Âdem, Nûh ve Süleyman (Aleyhisselâm) gibi bir çok Resullerin Resul olmamasını icap eder. Bu zevat biîittifak Resul oldukları halde kendilerine kitap iııdirilmemiştir.


Nebiyi dahi: «Kendisine kitap indirilmese bile Allah Teâlâdan haber veren zattır.» diye tarif etmişlerdir. Sahih olan tarife göre Resul: Kendisine kitap indirilen yahud melek gönderilen zattır.» Nebiy ise : »Allah Teâlâ'nın ahkâmı tebliğe yahud başka bir Resule tabiî olmaya memur kıldığı zattır. Binaenaleyh Resul ile Nebî arasında mantık yönünden umum ve husus-u mutlak vardır. Her Resul Nebî'dir fakat her Nebî' Resul değildir.


Vahyin mahiyeti: Peygamberanı izam (Salevâtullahi Aleyhim)


hazeratmdan başkasına malûm değildir. Binaenaleyh bundan kimsenin bahsetmeye hakkı yoktur. Ancak vahyin meratip ve envaî ve nüzul zamanında hazır bulunup görenlerin naklettiği bazı eserleri vardır ki; Onlardan bahsedilebilir. Buhârî Şârîhi Aynî 'nin beyanına göre peygamberler hakkında vahiy üç kısımdır.


1 - Mûsâ (Aleyhisselâm)\n işittiği gibi kelâm-ı kadimi işitmek sureti ile olur. Bu şekil vahiy nass-ı Kur'ân ve bir çok sahih hadislerle sabittir.


2 - Melek göndermek sureti ile olur.


3 - Allah Teâlâ tarafından gönderilen Melek vasıtasiyle peygamberin kalbine yerleştirmek sureti ile olur. Nitekim Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'in;


«Ruhu'I-Kudüs (yani Cebrail A.S.) benim nefsime üfürerek yerleştirdi...»Hâdis-i şerifi bu hakikati natıktır. Hz. Davud (Aleyhisselâmy& gönderilen vahiyin de bu kabilden olduğu söylenir. Diğer peygamberlere gelen vahiyler ilham sureti ile olmuştur.


Süheylî, vahyin yedi suretle vuku bulduğunu söyler: Şöyleki.


1 - Sadedinde bulunduğumuz hadiste beyan edildiği gibi uyku halinde rüyada bildirilir.- Hatta. İbni İshak'ın rivayetine göre vahyin başlaması evvelâ geceleyin rüyada olmuş ertesi günde uyanıkken vahiy gelmiştir. Ulemâdan bazıları uyanıkken nazil olan her vahyin evvelce rü-yadada bir kere nazil olduğunu iddia ederler.


2 - Peygambere vahiy çan sesi gibi bir seda halinde gelir, Bu ses ya meleğin kendi sesi yahud da kanatlarının Şeşidir; Vahyin bu sureti pek şiddetli idi onun için Resulü Ekrem (Sallaİlahii:Aleyhi ve Sellem)pek büyük zahmet çeker, mübarek yüzü terler içinde kalırdı,


3 - Vahiy .uyanıkken melek tarafından peygamberin kalbine ilka edilir fakat ;melek 'gofühmez bunun mücerredi "bir ilham olmayıp vahy-i ilâhî olduğuna Teâlâ Hazretleri bir ilm-i zaruri halk ederdi.


4 - Peygambere melek insan şeklinde gelir. Nitekim Resuîüllâh (SaUaîlahü Aleyhi ve Sel!em)'e Cibri1i Emin bazan Dihyet ü'l-ke1bi ismindeki sahâbî-i. celil suretinde gelirdi. Bu zatın suretine girmesi onun akran-u emsali arasında en güzel olmasındandır deniliyor. Hatta kadınların fitne ve tuzağına düşmemek için peçe takındığı rivayet olunur. Başka surete girdiği de vakidir.


5 - Peygambere Cibril-i Emin (Aleyhisselâm) kendi sureti ile ve herbiri gökyüzünü kaplayan altıyüz kanadı ile görünerek vahiy getirir ki bu iki defa vaki' olmuştur.


Birincisi Hirâ dağında buradaki hadisi getirdiği zaman vâkî olmuştur. Bu dehşetli manzarayı görür görmez Resulü Ekrem (Salîaîiahü Aleyhi ve Seilem) tehammûl edemeyerek baygın düşmüşlerdi.


İkincisi leyle-i mi'raçta Sidretu-1-Münteha yanında olmuştur.


6 - Allah Teâlâ Peygamberi ile hicap arkasından konuşur. Müs1im'in rivayet ettiği bir hadise göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) Mekke'de 15 sene vahyi işitmek sureti ile telâkki etmiştir yedi sene vahiy esnasında bir ziyadan başka bir şey görmemişdir.


7 - Vahyi bazen Cibril-i Emin değil de İsrafil (Aleyhisselâm) getirir. Şâbi'nin rivayet ettiği bir hadise göre Resulüllâh (Salîaîiahü Aleyhi ve SellemYe üç sene vahyi İsrafil (Aleyhisselâm) getirmiş ve. olduğu şekilde görünmüş sonra onun yerine Cibril. Emin (Aleyhisselâm) tevkil buyurulmuştur. Maamafİh ulemâdan bu hususa itiraz edenler olmuştur.


Sadık rü'ya: İçerisine Şeytanın haltiyatı karışmayan doğru rüyadır. Uyku halinde ekseriya görülen karışık şeyler ve ağır basmalar sâdık rü'ya değildir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):


«Sâdık rüya Peygamberliğin kırk altı cüz'ünden bir cüz'dür.» buyurmuştur. Vahi evvelâ sâdık r%i'tâ ile başlamış; altı ay bu şekilde devam ettikten sonra uyanıkken gelmiş; bir daha yirmi üç sene minval üzere devam etmiştir. Bir rivayette:


«Sâdık rüya peygamberliğin yetmiş cüzünden bîr cüzdür.» buyurulmuştur. Ulema bu iki rivayetin arasını bulmuş ve: «Rüya, gerenin hâline göre değişir. Sıddıyklarm rü'yâsi 46 cüzden bir cüzdür. Sair müminlerin rü'yâsı ise 70 cüzden bir cüz olur.» demişlerdir.


Vahyin bu yedi suretten mada bir iki sureti daha bulunduğunu söyleyenlerde vardır. Kaadî İyâz ile diğer bazı ulemânın beyanına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!eın)'e vahyin, rüya ile başlaması onu bu işe alıştırmak içindir. Çünkü birdenbire melek karşısına çıkmış olsa beşer kuvveti tehammûl edemezdi.


Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selle m)'e tenhaya çekilmenin sevdirilmesi yalnız kaldığı zaman kalbi her türlü dünyevî kayıtlardan azade kalacağı içindir. Bu da tefekküre dalmaya ve huşua yardım eder. Hıra mağarası Mekke-i Mükerremeye üç mil mesafede ve Mekke'den Mineye giden yolun sağındadır. Hacca gidenler pekâlâ bilirlerki Hirâ dağı tepeye doğru çıktıkça sivrilmiş ve adeta Kâbe-i muazzamaya doğru rükû edercesine eğilmiştir. Bu hususta tetkikat yapan bazı zevatın bildirdiklerine göre Mekke'nin etrafında bulunan bütün dağlar. Kâbe-i Muazzama'ya doğru rükû halindedir. Mezkûr Mağrada Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) günlerce ibâdet eder fakat kendisine vahiy geleceği hatırından geçmezdi. Bundan dolayıdır ki hadis-i şerifte :


«Ansızın emr-i Hak karşısına çıkıverdi.» denilmiştir. «Ben okumak bilmem» cümlesi Kaadî İyâz 'in


beyanına göre ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları bu cümledeki «ma» yi nafiye diğer bazıları da istihfamiyye olduğunu söylemişlerdir. Fakat Nevevî Nafiye olduğunu tasvib etmiş istihfhamiyye olmasını doğru bulmamıştır, Meleğin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) üç defa sıkıştırıp salması getirdiği vahyi kabule onu hazırlamak hikmetine meb-nidir. Bazıları bundan ibret alarak muallimin talebesini derse karşı uyanık ve hazır bulunmağa davet etmesi gerektiğini söylerler.


Hadis-i Şerif ikra' suresinin başındaki beş âyetin Kur'âm KerînVin ilk nazil olan âyetleri olduğunu gösteriyor. Nevevî Selef ve halef ulemâsının cumhuru buna kaildir, doğrusu da budur diyor.


Kur'ân-ı Kerîm'in ilk âyetinin oku! diye başlaması ikinci âyetinde yazının emrolunması İslâmiyeti kötülemekten zevk duyan din düşmanlarının beyinlerini parçalayan bir saikay-ı hak ve bir barika-ı hakikattir. Bugün medeniyetin ölçüsü okuyup yazma nisbeti ile temizlik hususunda sarfedilen sulardır. Daha açıkçası hangi millette okur yazar çok bulunur ve çok su harcanırsa o millet medenî sayılır. İşte Kur'ân-ı Kerîm'in ilk emirleri bu hakikâtları ihtiva etmektedir. Hirâ dağında nazil olan bu ilk âyetlerde okumakla yazmak emredilmiş bir kaç zaman sonra inen «müd-dessir» suresi âyetlerinde de temizlik farz kılınmıştır.


Dünya medeniyetinin esaslarını daha ilk emrinde böyle üç kelime ile hülâsa eden hak veya bâtıl bir din daha varsa lütfen göstersinler! gösteremezler çünkü yoktur. Hakikat bu merkezde iken bazı tembel müslüman-ların. halini behâne ederek canavarlar gibi müslümaniığa hücum etmek için insan ya çıldırmış olmak yahut İslâmiyet düşmanları kadar beyinsiz bulunmak icap eder sunuda ilâve edelim ki İslâm medeniyetinin hedefi düşmanların gözlerini kamaştıracak kadar nurlu, hayallerinin dahi eremeye-ceği kadar yüksektir. Onun hedefi âhiret seadetidir. Yirminci asır insanlarının dillerine destan ettikleri medeniyetle İslâm medeniyeti arasındaki nispet ancak tezattır. Çünkü mahûd medeniyetin altında boylu boyunca uzanmış yatan bir küfür vardır. Onun felsefesi: ye iç hoş geç yaşadığına bak bundan sonra bir daha dünyaya gelecek değilsin Öldükten sonra dirilmek, âhiret hayatı, sual, cevap, cennet cehennem hayatı gibi şeyler —hâşâ Eümmc hâşâ — safsata ve hurafeden ibarettir» şeklinde hülâsa edilebilir. İslâm medeniyetinin sertacı ise alnında güneş gibi parlayan nur-u imandır.


Müslüman yeyip içip hoş geçmek için değil, çalışıp çabalayıp bir çok zahmet ve külfetlere katlanarak âhiret hayatını, o ebedî saadeti kazanmak için uğraşır.


Bu hakikat dünyaya dar-ı teklif adı verilmekle ifade edilmiştir. Teklif külfet yüklemektir. Müslüman dünyada bir çok dünyevî ve uhrevî külfetlere katlanır. Dinin emir ve nehiylerine riayet eder. Bu cümleden olmak üzere dinin şanını yükseltmek için dünyasını da mamur eder onun için rahat yeri cennettir. Cenab-u Hak bil cümle din kardeşleri ile birlikte bizide o selâmet diyarına çıkan bahtiyarlardan eylesin (amin).


Âyet-i Kerîmede evvelâ :


«Senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten kerimler kerimidir.» Buyurularak tahsil sureti ile elde edilen ilme; Sonra da:


«İnsana bilmediğini öğretmiştir.» Buyurularak ilm-i ledünniye işaret buyrulmuştur.


Resulüllâh (Sattaüahii Aleyhi ve Selîem) Cibril-i Emini görünce o ana kadar görmediği bu şa'şaadar manzara karşısında beşeriyet iktizası ürkmüş korkudan titriyerek ümmûl mü'minin Hadice (Radtyallahu Anhâ) nezdine dönmüştü. İki defa kendilerini sarıp örtmelerini emretmiş biraz yatarak kalbinden korku zail olunca :


«Filhakika kendimden korktum.» diye söze başlayarak başından geçenleri o heykel-i semahat ve şefkat kadına anlatmıştı.


Kaadî İyâz diyor ki: « Resu1ülIâh (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in korkması gelen vahyin Allah 'tan olup olmadığında şüphe ettiği mânasına alınmamalıdır. Onun korkması bu işi kaldıramayacağı ve vahyin sıkletine tahammül edemeyip mahvolacağı mülâhazası iledir.»


Hz . Hatice (Radıyallahu A nhâ), Resulüll.âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i teskin etmiş kendilerine rahat ol-dedikten sonra: «Allah Teâlâ seni hiç bir zaman utandırmaz» diye yemin etmiş buna sebep olarak da Fahr-i Kâina t (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfin akrabaya yardım, doğruyu söylemek, acizlere yardım, fakirlere muavenet gibi mümtaz vasıflarla mevsuf olmasını göstermiştir.»


Cümlesi şeklinde de rivayet edilmiştir. Maamafih sahih ve meşhur olan rivayet birincisidir. Bazılarına göre mâna itibarı ile her iki rivayet birdir. Aralarında fark görenler olmuşsa da Nevevî bunun zayıf olduğunu söyler.


Ülema-i kiram Hz. Hadice (Radıyallahu Anhâ) 'nın bu sözlerinden güzel ahlâk ve hayır işlerin bir kimsenin selâmetine sebep olacağı mânasini çıkarmışlardır. Rivayetlerin birinde Hz. Hadice'nin Varaka'-ya amca diğerinde amcamoğlu dediği zikrediliyor. Bunların her ikiside doğrudur. Esasen Varaka Hz. Hadice'nin amcasıoğludur... Maamafih bir insan amcasıoğluna mecazen amca diyebilir. Nitekim Türklerde de âdet böyledir. Zaten Araplar konuşurken hürmeten büyüklerine amca derlerdi. Bu hürmet amcamoğlu demekle ifade edilemez.


Namusdan murâd Cibril-i Emin (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) dir. Lügat ulemâsının beyanına göre namus hayırlı bir sırrı taşıyan kimseye derler. Kötü sırrın sahibine de casus denilir. Herevî:«Cib-ril-i Emin'e namus denilmesi Allah Teâlâ 'nın onu vahiy ve gaip işlerine tahsis ettiği içindir.» diyor.


Bu hadiste namusun Mûsâ (Aleyhisselâm)^ gönderilen melek olduğu beyan ediliyor. Sahiheyn'de ve diğer hadis kitaplarında meşhur olan budur. Bazı hadislerde Mûsâ yerine îsâ (Aleyhisselâm) zikredilmiştir, ki ikiside sahihtir.


Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in vahiy gelmezden Önce Hirâ dağında yaptığı ibâdetin mahiyeti hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre kendinden Önceki şeriatlardan birine tabî olarak ibâdet etmiştir. Cumhur-u ulemâya göre ise; hiç bir şeriata tâbi' olmadan Allah Teâlâ 'nin kendisine ihsan ettiği marifet nuru ile ibâdet ederdi. Bir şeriata tâbi' olarak ibadet etmiştir, diyenler kendi aralarında ihtilâf etmişler ve bu ihtilâf neticesi ortaya sekiz kavil çıkmıştır.


1 - Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selîem), İbrahim (Aleyhisselâm) şeriatı ile ibâdet etmiştiir.


2 - îsâ (Aleyhisselâm) şeriati ile


3 - Nuh (Aleyhisselâm) şeriati ile


4 - Mûsâ (Aleyhisselâm) şeriati ile


5 - Âdem (Aleyhisselâm) şeriati ile ibâdet etmiştir.


6 - Kendinden önce geçen gayri muayyen bir şeriat ile ibâdet etmiştir.


7 - Geçen bütün şeriatlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve


Seltem)'e şeriattı.


8 - Bu bâbta bir şey denilemez tevakkuf olunur. İmamül Harameyn ile Âmîdî 'nin mezhebi budur.


Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in o zamanki ibâdeti tefekkür ve ibret alma sureti ile olmuştur. Cibril-i Emin'in ilk vahiy getirmesi de İbni Sa'dın rivayetine göre ramazanın on yedinci gününe tesadüf eder Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) o zaman 40 yaşlarında idiler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in :


«Gerçekten kendimden korktum.» sözünün* mânası üzerinde ulemâ ihtilâf etmişler ortaya on iki kavil çıkmıştır.


1 - Delirmekten ve gördüğü şey'in kehanet-olmasından, korkmuştur. Ebû Bekr İbni- Arabî bu kavilin bâtıl olduğunu söylemiş Aynî dahi onu bâtıl olmaya lâyık görmüştür.


2 - Gördüğü şey'in bîr hayal olduğundan korkmuştur. Bu kavil dahî bâtıldır.


3 - Korkudan öleceğim diye endişe etmiştir.


4 - Bu işin altından kalkamayacağından ve vahyin sıkletine tahammül edemiyeceğinden korkmuştur.


5 - Meleğe bakmaktan âciz kalarak öleceğinden ve gördüğü dehşetten kalbinin yerinden oynayacağından korkmuştur.


6 - Peygamber olduktan sonra kavminin eziyetlerine sabredeme-mekten korkmuştur.


7 - Kavminin kendisini öldüreceklerinden korkmuştur. Bu kavli Sühey lî hikâye etmiştir.


Aynî de bunda bir garabet görmeyerek: «Resulüllâh (Saîiallahü Aleyhi ve Seilem) bir beşerdir. Öldürülmekten ve ezâ edilmekten korkmuş olabilir sonra Allah korkusu ona her şey'e sabrı ehven göstermiş ve kalbine her türlü şecaat ve-kudreti celbetmiştir.» diyor.


8 - Peygamber olması dolayısı ile vatanından ayrılacağından korkmuştur.


9 - Ebû Bekr İsmaî1i'ye göre Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Seilem) kendisine gelenin Allah tarafından gönderilme bir melek olduğunu ilm-i zarurî ile bilmeden önce korkmuştur.


10 - İnsanların kendisi hakkında atıp tutacaklarından korkmuştur.


11 - İbni Ebû Hamza'ya göre Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Seilem) meleğin sarsmasından korkmuştur.


12 - Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu sözü âni olarak karşısına çıkan dehşetten hasıl olan korkuyu ihbardır. Nitekim insan görmediği ve bilmediği bir şeyle ansızın karşı karşıya gelince ürker.


Acaba Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Seilem) kendisine gelenin şeytan değil de Cibril-i Emin olduğunu nereden bilmiştir? Keza getirdiği vahyin bâtıl değil hak olduğunu nasıl anlamıştır?.. Bu suale Ayni şu cevabı vermektedir: Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in yalancı değil sadık olduğunu ispat için Teâ1â Hazretleri bize mucize denilen delili nasıl ikâme etti ise; Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Seilem)'e de gelenin şeytan değil melek olduğuna ve Allah tarafından gönderildiğine delil halk etmiştir.


Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in ibâdet için Hirâ dağını tercih etmesi bazılarına göre üzerinden Kâbe-i Şerif 'e göründüğü içindir, ki bu da bir ibarettir.




Hadis-i Şerif Şu Hükğmleri İhtiva Etmektedir:



1) Hz Âişe (Radıyallahn Anhâ) peygamber (Saîiallahü Aleyhi ve SeUem)'in gördüğü rüyanın vahiy cümlesinden olduğunu tasrih etmiştir, ki bu cihet ittifakîdir.


2) Azık tedariki meşru' olup tevekküle mâni değildir. Bunu Seyyidül Mütevekkilin hazretleride yapmıştır.


3) Bu hadisde meşakkatli bir şey'i üç defa Öğretmeye teşvik vardır. Kadı Şüreyh bundan küçük çocuğun Kur'ân öğretmek için iç defadan fazla dövülmeyeceği hükmünü çıkarmıştır.


4) Bu hadis İkxâ sûresinin evvelindeki beş âyetin ilk nazil olan âyetler olduğuna delildir. Cumhur-u ulemânın kavli de budur. Bazıları hadisin başka bir rivayetine bakarak ilk nazil olan Müddesir süresidir demişler-se de bu sûre vahy bir aralık kesildikten sonra ilk inen sûredir diye te'vil edilmiştir. Bir takımları da ilk nazil olan sûrenin Fatiha olduğunu iddia etmişlerdir. Bunu da bütün sûre olarak ilk nazil olan Fatihadır diye te'vil


ederler.


5) Süheylî 'ye göre İkrâ sûresi Kur'ân okumak için Besmele çekmenin vücubunâ delildir. Ancak evvelemirde A11ah'in hangi ismi ile başlanacağı meselesi müphem kalmış sonra bunun ile olacağı beyan buyrulmuştur. Bilâhere Cibril (Aleyhisselâm) her sûreyi Besmele ile indirmiştir. Besmele nazil olduğu vakit dağlar dile gelerek teşbih etmiş bunu gören Kureyş müşrikleri, Muhammed dağlan da sinirledi» demişlerdir. Ancak Besmelenin vacip oluşu delile muhtaç bir dâva olduğu gibi Cebrail (Aleyhisselâm)'in her sûreyi Besmele ile indirmeside öyledir. Besmelenin Kur'ân'dan olup olmadığı mes'elesi Şafiüerle Malîkiler arasında ihtilaflı olduğu gibi her sûrenin başından bir âyet mi yoksa müstakillen nazil olmuş münferid bir âyet ini olduğu da Şafülerle Hanefiler arasında ihtilaflıdır.


6) Korkmuş bir kimseye korkusu geçinceye kadar bir şey sormamak icap eder hatta İmam-ı Ma1îk'e göre korkan bir kimsenin yaptığı alışveriş, ıkrâr v.s. muteber değildir.


7) Bir kimseyi bir maslahattan dolayı medih etmek caizdir. Buna Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in :


«Meddahların yüzüne toprak serpin.» hadisi şerifi muarız değjldir. Çünkü bu hadis nahak yere yapılan yahud bâtıla müeddi olan medih hakkındadır


8) Korkan bir kimseyi teselli ve tebşir ederek hakkındaki selâmet sebeplerini kendisine söylemek gerekir.


9) Bu hadis Hz. Hadice (Radıyailahu Anhâj'nm akıl fikir ve dirayetçe kemâline ve pek büyük bir anlayış sahibi olduğuna en beliğ bir delildir.


Filhakika bütün iyilik sıfatları Resu1ü11âh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'de mevcuttu. Düşünülürse, görülürki; iyilik ya akrabaya ya ecnebilere yapılır ve keza iyilik ya bedenle ya malla olur. Bütvjn bunları Hz. Hadice (Radıyallahu Anhâ) validemiz Resulüllâhr (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i teselli ederken birer birer saymıştır.


10) Hadis-i şerif bîr kimseyi bir sakatlığı ile anmanın caiz olduğuna delildir, bu gıybet sayılmaz. Ancak mutlak surette caiz de değildir. Vakîi beyan yahut bir şahsı tarif için onun kör veya topal gibi sakatlığı söylenebilir. Ve bu gıybet olmaz isede, o kimseyi küçültmek, utandırmak veya ayıplamak için bunları söylemek caiz değildir.


11) Başına musibet gelen bir kimsenin halini akıl ve rey'ine itimat ettiği bir zata açması caizdir.


12) Makam iktiza ederse, cevap veren bir kimsenin cevap verdiği hususa delil göstermesi icap eder.


Faide: Varakatübnü Nevfel'in imân edip etmediği sahih olarak mâîûm değildir. Yalnız îsâ (A ley hissettim) dininde olduğu malûmdur. Bu hadisin zahiri onun imân ettiğini gösteriyor. Hâkim 'in «Müştedrek» inde Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ)'dan rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Varaka'ya söğmeyinİz, çünkü onun bir cenneti yahut iki cenneti yardır.» buyurmuşlardır. Hâkim; bu hadis için Şeyheyn'in şartları üzere sahihtir, demiştir. Varaka 'nın imânına delâlet eden bir hadisi de Tirmizi rivayet etmiştir. Mezkûr hadise göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Varaka'yi üzerinde bir beyaz elbise olduğu halde rüyasında görmüş ve:'


«Eğer cehennemlik olsaydı üzerinde başka bir elbise bulunurdu.» buyurmuştur. Ancak Tirmizi bu hadis için gariptir demiş Sühey1î de isnadında za'f olduğunu söylemiştir. Varaka 'nın imânı hakkında daha başka hadisler de vardır.




255 - (161) Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbnİ Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana Yûnus rivayet etti. Dedi ki: tbni Şihâb: Bana Ebû Selemete'bni Abdirrahmân haber verdi ki, Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından olan Câbir b. AbdilIâhi'I-Ensârî rivayette bulunuyor ve şunları söylüyormuş; dedi: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vahyin bir ara kesildiğini anlatırken söz arasında şöyle buyurdu:


«Bir defa- ben yürümekte iken gökyüzünden bir ses İşittim. Başımı kaldırınca ne göreyim! Hira'da bana gelen melek!.. Yerle gök arasında bir kürsî üzerinde oturup duruyor. Ondan pek korktum. Hemen (evime) dönerek: Benİ örtün, beni Örtün! dedim. Derhal benî sarıp örttüler. Müteakiben Allah Teâlâ Hazretleri şu âyetleri indirdi :


«Ey (esvabına) bürünen! Kalk artık inzar et ve Rabbini büyükle, elbiseni de temizle ve o pislikleri artık defeyle.»[265]


«Rucuzden murad putlardır. Bundan sonra vahiy o"ta arkaya d*»vam etti.» buyurdu.




256 - (...) Bana Abdul Melik b. Şuayb b. Leys de rivayet etti. Dedi ki: bana babam, dedemden rivayet etti. Demiş ki bana Ukayl b. Hali t, İbni Şibâptan rivayet etti demiş ki: Ebû Selemete'bni Abdirrâhmanı şöyle derken işittim bana Cabir tbni AbdiIIâh Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyi şöyle buyururken işittiğini haber verdi.


«Sonra bir aralık vahiy benden kesildi, bir ara ben yürürken...» Bundan sonra hadisi Yûnus gibi zikretti. Yalnız o: «Ben ondan ansızın korktum da yere kapandım...» şeklinde rivayet etti. Ebû Seleme'nin de, «Rucz putlar demektir» dediğini nakletti. Bir de Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'in:


«Sonra vahiy kızıştı da bir daha ardı arası kesilmeden devam etti.» buyurduğunu söyledi.




(...) Bana Muhammed b. Rafi' dahi rivayet etti (Dedi ki): Bize Ah-dürrezak rivayet etti (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnadla Yû-nus'un hadisi gibi haber verdi: Ve şöyle dedi :


«Bunun üzerine Allah Tebareke ve Teâlâ hazretleri :


— Ey (esvabına) bürünen! âyetini o pislikleri artık defeyle kavl-i kerimine kadar namaz farz kılınmazdan önce indirdi. Rucz putlar demektir.


Ma'mer:


«Ondan korktum...» cümlesini de rivayet etti nitekim Ukeyl'de öyle nakletmiş.




257 - (...) Bize Züheyr b. Harb'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velid b. Müslim rivayet etti (dedi ki): Bize Evzfiî rivayet etti dedi ki: Yahya'yı şöyle derken işittim:


— Ebû Seleme'ye Kur'ân'ın en evvel hangi âyeti nazil olmuştur? dedim :


— Ey (esvabına bürünen! Âyetidir dedi. Ben: Yoksa Ikra'mı? dedim. Bunun üzerine Ebû Seleme ben Cabir b. Abdillâh'a Kur'ân'ın en evvel nazil olan âyeti hangisidir diye sordum:


— Ey (esvabına) bürünen! Âyetidir dedi. Ben de yoksa Ikra'mı dedim. Cabir şunları söyledi: Ben size Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) neyi anlattı ise onu söylüyorum. Efendimiz şöyle buyurdular:


«Hıra dağında bir ay mücavir kaldım. Mücavirlİğimi bitirince (oradan) inerek, vadiye daldım. Derken bir ses duydum. Hemen önüme, arkama, sağıma ve soluma bakındım. Fakat hiç bir kimse göremedim. Sonra yine bir ses duydum. Ve yine bakındımsa da kimseyi göremedim. Sonra tekrar bir nida duydum bunun üzerine başımı kaldırdım. Bir de ne göreyim, o...! (yani Cebrail Aleyhisselâm) Havada arşın üzerinde (oturup duruyor). Beni şiddetli bir titremedir aldı. Hemen Hadice'ye gelerek beni örtün! dedim, derhal örttüler ve üzerime su serptiler. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle :


— Ey (esvabına) bürünen! Kalk artık, inzar et. Rabbini de büyükle


ve elbiseni temizle... âyetlerini indirdi.»




258 - (...) Bize Muhammed b. El-Müsenna rivayet etti (dedi ki). Bize Osman b. Ömer [266] rivayet etti (dedi ki): Bize AHyyü'bnü'1-Müba-rek [267], Yahya b. Ebi Kesir'den bu isnadla haber verdi ve:


«Birde ne göreyim o (melek) yerle gök arasında bir arş üzerinde oturup duruyor.» buyurdu dedi.


Bu rivayette İmam-ı Müslim bir nevi tekrar yapmıştır. Şöyle ki: Cabir b. Abdillâh El' Ensarî ashab-ı kiramın en meşhurlarından ve en çok hadis rivayet eden altı zattan biri olduğu halde onun hakkında «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se!lem)'in ashabmdandı» demiştir.


Nevevi'nin beyanına göre bunun sebebi ravilerden bazısının onu sahabi olup olmadığını şüphe ettirecek .şekilde göstermiş olmasıdır. Çünkü ba/.ı raviler küçük yaştaki bazı ravikre onu bu şekilde rivayet etmiş olabilirler. Bu gibi hallerde Müslim bu hadiste yaptığı gibi izahta bulunur. Ashab-ı kiramın içinde ondört tane Cabir vardı. Bunların üç tanesi Cabir b. Abdillâh adını taşırlar. En meşhurları burada ismi geçen Cabir b. Abdillâh El-Ensarî 'dir. Hz. Cabir, Resulüîlâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'den 1540 hadis rivayet etmiştir.


Fetret-i vahiyden murad vahyin bir müddet kesilmesidir. Ülemâ-i kiramın beyanlarına göre; ilk âyetler nazil olduktan sonra üç sene vahiy kesilmiş sonra «Müddessir» sûresinin âyetleri ile tekrar devama başlamıştır. Bundaki hikmet —Allah-u Alem— Resulüîlâh (Sallalkthü Aleyhi ve Seliem) 'i vahye ve onun sikletlerine tehammüle alıştırmak ve şevklendirmektir. Bununla beraber vahyin üç sene inkıtaa uğraması Cibril-i Emin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hiç gelmemesi mânasına ahnmamalıdır.O arasıra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)'e yine gelmiştir.


Bu rivayette Resulüîlâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in : «Bir de ne göreyim bana Hira dağında gelen melek!..» buyurması saraheten gösteriyorki « Ikra ' » âyetleri «Müddesir» âyetlerinden daha evvel nazil olmuştur. Yani, ilk inen âyetler onlardır. Bundan dolayı: «Kur'ân-i Kerîm'den ilk nazil olan âyetler Müddessir sûresinin âyetleridir» rivayetlerini imam Nevevî zayıf, hatta bâtıl bulmuş ve ilk nazil olan- âyetlerin alel ıtlak ikra' âyetleri olduğunu; Müddessir âyetlerininse vahyin fetretinden sonra indiğini Hz. Âişe . (Radıyallahu Anhâ) hadisi ile ispat etmiştir. İlk defa Fatihâ'nm nazil olduğunu söyleyen bazı müfessirlerin kavlini ise asla nazar-ı itibara almamış: «Bu sözün bâtıl olduğunu söylemeye bile hacet yoktur» demiştir. Bu rivayette geçen tabiri diğer bazı- rivayetlerde şeklinde zaptedilmiştir. Maamafih her iki rivayette aynı mânaya gelmektedir. Hadisi Yunus, Ukayl ve Ma'mer hep İbni Şihap 'tan rivayet etmişlerdir Yunus'un rivayetinde «Fecüistü» Ukayl ile Ma'merin rivayetlerinde ise «Fecüsistü» denilmiştir.


Kaadî İyâz (Rahimehullah) bu üç râviden bazısının hadisi üç yerde de «Fecüistü» bazısının üç yerde «Fecüsistü» şeklinde rivayet ettiğini söylemiş ve ekseri ravilere göre hadisin Yunus ve Ukayl rivayetlerinde «Fecüistü» ma'mer rivayetinde ise «Facüsistü» şeklinde olduğunu ilâve etmişsede Nevevî bunun tamamen hata olduğunu beyan etmiştir. Mezkur iki kelime yerine bazı rivayetlerde bâtıl tashifler yapıldığını «El-Metali1» nam eserin sahibi rivayet etmiştir.


Yine bu hadisin bazı rivayetlerinde «Zemmilûnî» diğerlerinde «Des-sirûni» tabirleri kullanılmıştır. Bunlar da ayni mânaya gelen kelimelerdir. Müddesir,Müzzemmil, Müteleffif ve Müştemil kelimeleri ayni mânaya gelirler yani sarınıp bürünen örtünen demektirler. Cumhûr-u ulemâya göre Müddessir esvabına bürünen demektir. Marûdi 'nin İkrime'den rivayetine göre Müddessir peygamberliğe ve onun sıkletlerine bürünen mânasına gelir. Müddessir kelimesinin aslı mütedessir olup «te» «dala» kalbedilmiş ve idgam yapılmıştır. Müddessir süresinin ikinci âyetinde :


«Kalk artık, inzar et.» buyuruluyor. Bunun mânası A11ah'a imân, etmeyenleri A11ah'in azabından sakınmağa davet et, demektir. Görülüyor ki; Vahiy nazil olur olmaz Resulüîlâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) inzar vazifesi ile memur olmuştur. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) evvelâ müjde sonra inzar etmekle memurdur. Acaba burada müjde bırakılıpta niçin yalnız inzarla memur olmuştur.


Cevap : Müjde ancak müslümanlara yapılır. O zaman henüz müslü-man olan yoktu. Onun için yalnız inzarla memur kılınmıştır. Âyet-i kerîmedeki «Elbiseni temizle» emrinden murâd fukahaya göre elbiseyi pisliklerden temizlemektir. Bazıları bundan murâd; «nefsi kötülüklerden, noksanlıklardan temizlemektir» demişlerdir.


Ricz ve Rücz : Hadis-i şerifte putlar diye tefsir edilmiştir. Rujdan murâd şirktir, zülmdür, günahtır diyenler de olmuştur. Asıl îügâtte Ricz azap demektir. Putlara vesair küfrü mucip olan şeylere mecazen ricz denilmiştir. Çünkü bunlar azaba sebep olan şeylerdir. Sebep zikredilmiş mü-sebbeb kasdolunmuş demektir.


Hadis-i şerifte geçen «Hamiye» ve «tetâbea» kelimeleri Nevevî ile diğer sarihlere göre ayni mânaya olup biri diğerinin te'kidinden ibaret isede Buhâri sarihi Aynî buna itiraz etmiş ve: «Bunla™11 mânaları bir değildir. (Hamiyenin) mânası; harareti «naı, kızıştı demektir. Tetâbea ise biri biri arkasına— etti nıânaana (Hamiye) kelimesi şmdetlenip kastığı tetabea ile de devam edip kesn~ anlatılmıştır. Sadece Hamiye kelimesi ile iktifa edilmeme. ı""sı bu kelime devam bildirmediği içindir. Onun için tetâhea kaydı ilâve edilmiştir.» demiştir.


Arştan murâd: Kürsî yani koltuktur. Kralın tahtına da arş derler.




Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Etmektedir



1 - Zındıklarla felsefecilerin inkârına rağmen melekler mevcuttur.


2 - Allah Teâlâ kâdir-i mutlaktır. Yer yüzünü Âdem oğullarına nasıl müsahhar kılmış ve orada istedikleri gibi tasarrufta bulunurlarsa; hevayı yani boşluğuda öylece meleklere tahsis buyurmuş onlar da orada istedikleri gibi tasarrufta bulunurlar. Teâ1â Hazretleri yerleri ve gökleri yed-i kudretinde tutmaktadır.


3 - Hadis-i şerifte :


«Vahiy kızıştı ve devam etti» denilerek Hz. Âişe (Radıyallahu Anka) 'nın rü'yayı sabah aydınlığına benzetmek suretiyle yaptığı temsil tamamlanmıştır. Çünkü ziya ancak harareti kuvvetli olursa şiddetlenir. Devam kaydının konması ise vahyin her cihetten güneşle temsil edilemî-yeceğini beyan içindir. Çünkü güneş geceleyin batarak görünmez olur, Ba-zanda güneş tutulması vaki olur. Şeriat güneşine ise böyle bir noksanlık ânz olamaz. O kıyamete kadar hâli üzre parlayıp gidecektir.


4 - Korkmuş bulunan bir kimseyi teskin etmek için üzerine su esrp-mek gerekir.




74 - Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi ve Namazların Farz Kılınması Babı



259 - (162) Bize Şeyban b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hânım ad b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit El'Bunanî, Enes b.


Malik'ten rivayet etti ki Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:


— «Bana Burak'ı getirdiler —bu merkepten büyük, katırdan küçük, uzun ve beyaz bir hayvandı. Adımını gözünün görebildiği en son noktaya koyardı — ben buna binerek Beyf-i Makdis'e geldim ve Burak'ı benden önceki peygamberlerin hayvan bağladıkları halkaya bağladım. Sonra mescide girerek orda İki rekat namaz kıldım. Sonra çıktım, derken bana Cibril (Aleyhisselâm) bir kap dolusu şarap, bir kap dolusu da süt ge-tİrdi. Ben sütü ihtiyar ettim. Bunun üzerine Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) : Fıtratı seçtin, dedi. Sonra benî semaya çıkardı Cibril, gök kapısını çaldı.


— Sen kimsin? dediler.


— Cibril'im cevabını verdi.


— Yanında kim var?


— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)


— O gönderildi im?


— Evet, gönderildi.


Bunun üzerine bize kapıyı açtılar. Bir de ne göreyim Hz. Âdem ile karşı karşıyayım. Bana hoş beş ederek hayır duasında bulundu. Sonra Cibril beni ikinci semaya çıkardı. Cİbrİl yine kapıyı çaldı.


— Sen kimsin? dediler.


— Cibril'im dedi.


— Yanında kim var?


— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)


— O (göklere çıkmağa) gönderildi mi?


— Evet, gönderildi.


Müteakiben bize kapıyı açtılar. Bir de baktım karşımda Halazadeler!


Meryem'in oğlu fsâ ve Zekeriyyâ oğlu Yahya! (Selevâtullahi Aleyhima) onlar da hoş beş ettiler ve bana hayır duada bulundular. Sonra beni üçüncü semaya çıkardı. Cibril onun da kapısını çaldı.


— Sen kimsin? dediler.


— Cibril'im dedi.


— Yanında kim var?


— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)


— O gönderildi mi?


— Evet, gönderildi.


Bize (yine) kapıyı açtılar ne göreyim karşımda Yûsuf(SallallahU Aleyhi ve SelleoO kendisine güzelliğin yarısı verilmişti. Bana hoş beş etti ve hayır duada bulundu. Sonra beni dördüncü semaya çıkardı. Cibril (Aley hisselâm) (yine) kapıyı çaldı :


— Kim o? dediler. ;


— Cibril'im dedi.


— Yanında kim var?


— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)


— O gönderildi mî? :


— Evet, gönderildi.


Bunun üzerine bize kapıyı açtılar. Bîr de baktım Idrİs (Aleyhisselâm) ile karşı karşıyayım. Bana hoş beş etti ve haytr duada bulundu. Teâlâ hazretleri (onun hakkında) :


«Biz onu yüksek bir yere kaldırdık» [268] buyurmuştur. Sonra beni beşinci semaya çıkardı. Cibril (tekrar) kapıyı çaldı.


— Kim o? dediler.


— Cibril'im dedi.


— Yanında kim var?


— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)


— O gönderildi mi?


— Evet, gönderildi.


Müteakiben bize kapıyı açtılar. Bir de baktım Hârunı'Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile karşı karşıyayım hoş beş etti ve bana hayır duada bulundu. Sonra beni altıncı semaya çıkardı. Cibril (Aleyhisselâm) (yine) kapıyı çaldı.


— Kim o? dediler.


— Cibril'im dedi.


— Yanında kim var?


— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)


— O gönderildi mi?


— Evet, gönderildi.


Bunun üzerine bize kapıyı açtılar, bir de baktım Musa (Sallallahü Ale) hi ve Sellem) rle karşı karşıyayım. Bana hoş beş etti ve hayır duada bulundu. Sonra yedinci semaya çıkardı. Cibril (tekrar) kapıyı çaldı.


— Kim o? dediler.


— Cibril'im dedi.


— Yanında kim var?


— Muhammed {Sallollahü Aleyhi ve Sellem)


— O (göklere çıkmağa} gönderildi mi?


— Evet, gönderildi.


Arkasından bize kapıyı açtılar, baktım ki İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile karşı karşıyayım. Sırtını Beyt-i Mağmur'a dayamış duruyor. Derken ne göreyim Beyt-İ Mamur'a her gün 70.000 melek giriyor. (Girenler bir daha) geri dönmüyor. Sonra beni Sidretül-Münteha'ya götürdü. Bir de baktım yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar (bir ağaç)! Bu ağacı Allah'ın celâl ve azameti kaplayabildiğine kapladığı için hali değişmiş (daha güzel olmuş) o kadar güzel (olmuş) ki Allah'ın mahlûkatından hiç biri onun güzelliğini tavsif edemez. Derken Allah bana neler vahyettİyse etti. Bana her günle gecede elli (vakit) namaz farz krldı. Sonra Musa (SalhUahii Aleyhi ve Sellem)'\n yanına İndim. (Bana) :


— Rabbin ümmetine neler farz kıldı? dedi.


— «Elli (vakit) namaz» dedim. Musa (Aleyhisselâm)


— Rabbin (le münacaat ettiğin yer) e dön de ondan (bu mikdarı) hafifletmesini dile. Çünkü senin ümmetin buna dayanamazlar. Ben Benî İsrail'i denedim; imtihan ettim, dedi.


— Bunun üzerine Rabbim (le münacaat ettiğim yer) e dönerek Ya-rabbi! Ümmetime (farz kıldığın) elli (vakit) namazı (biraz) hafiflet diye niyazda bulundum. Benden elli (vakit) namazın beşini indirdi. Ben Musa'ya dönerek (Rabbim) benden namazların beşini indirdi, dedim. Musa (Aleyhisselâm) Senin ümmetin buna takat getiremezler. Hemen rabbine müracat ile ondan tahfif dile, dedi. (Bu minval üzere) Rabbim Tebareke ve Teâlâ hazretleri ile Musa (Aleyhisselâm) arasında bir hayli gidip geldim. Nihayet Rabbim! «Ya Muhammedi (Sana farz kıldığım) bu namazlar her gün ve gecede (kılınacak) beş vakit namazdır. (Ama) Her namaz için on sevap vereceğim için netice (yine) elli maz olur. Her kim bir hayır işlemek İster de, onu yapamazsa, o kimseye bir sevap yazılır. Yaparsa on sevap yazılır. Ve her kim bir kötülük yapmak ister de yapmazsa (ona) hiç bir şey yazılmaz. O kötülüğü yaparsa bir tek günah yazılır.» buyurdu.


Bunu müteakip (o yerden) indim ve Musa (Sallallahü Aleyhi ve Sellemft vararak (olup bitenleri) kendisine haber verdim. Musa (yine) Rabbine dön de tahfif dile dedi.» Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular:


«Ben Rabbime (çok) müracaatta bulundum artık ondan utanır oldum dedim.»




260 - (...) Bana Abdullah b. Haşim El-Abdi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz b. Esed rivayet etti. (Dedi ki) :Bize Süleyman b. El-Mugira rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):


«Bana geldiler ve (beni alıp) zemzeme götürdüler. Göğsümü yardılar : Sonra zemzem suyu İle yıkadılar. Sonra beni (yerime) indirdiler...» buyurdu.




261 - (...) Bize Şeyban b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki): Bize tıam-mad b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit el-Bunanî, Enes b. Malik'ten rivayet etti ki: Rc&ulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (küçüklüğünde) çocuklarla oynarken Cebrail (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek onu tutmuş ve yere yatırarak kalbini yarmış; kalbini çıkararak ondan bir kan pıhtısı almış ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye hitaben:


— Şeytanın senden nasibi işte budur, demiş. Sonra kalbini altın bir tasın içinde zemzem suyu ile yıkamış ve kapamış sonrada yerine iade etmiş.


(Oradaki) çocuklar koşarak Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yin annesine yani sütannesine gelmişler ve: Muhammed'i öldürdüler demişler. Sonra onu rengi uçmuş bir halde karşılamışlar. Enes: Ben Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve'Sellemyin göğsünde iğnenin eserini görürdüm demiş.




262 - (...) Bize Harun b. Saîd el Eyli rivayet etti. (Dedi ki): Bize, İbni Vehb rivüyet etti dedi ki: Bana Süleyman —ki İbni Bilâl'dır— haber verdi dedi ki: Bana Şerik b. Abdillâh b. El>û Nemir (735) rivayet etti dedî ki: Encs b. Mâlik Rcsulüllâh (SeıllaUahü Aleyhi ve Seîîem) 'in Kabe mescidinden alınarak yürütüldüğü geceyi bize şöyîe anlatırken dinledim: «ResulÜllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'e vahiy gelmezden önce (bir gece) kendileri Mescidiİ-Haramda uyurken üç nefer gelmiş...»


Şerik hadisi Sabit el Bunani'nin hadisi tarzında bütün kıssası ile hikâye etmiş yalnız hadiste bazı takdim ve te'hirler, ziyade ve noksanlar yapmış.


ile Müslim'e itirazlarda bulunulmu büradakl rıva>etier^en doJay.




263 - (163) Bana Harmeletu'bnü Yahya et-Tücîbî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi dedi ki: Bana Yunus, İbni Şihaptan, o da Enes b. Malik'ten naklen haber verdi. Enes şöyle demiş: Ebû Zerr rivayet ediyordu ki: ResulÜllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :


«Mekke'de bulunduğum bir sırada evimin tavanı aralanarak Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)\niverdi, benim göğsümü yardı, sonra onu zemzem suyu ile yıkadı, sonra hikmet ve imanla dolu altından bîr tas getir»' rek onu benim göğsüme boşalttı. Sonra göğsümü kapadı. Daha sonra elimden tutarak beni semaya çıkardı. Birinci semaya geldiğimiz zaman Cibril (Aleyhisselâm) onun bekçisine (kapıyı} aç dedi, bekçi.


— Kim o? diye sordu. Cibril :


— Bu Cibril'dir diye cevap verdi.


— Yanında kimse var mı?


— Evet, yanımda Muhammed (Saîîaîlahü Aleyhi ve Seliem) var.


— O gönderildi mi?


— Evet.


Bunun üzerine bekçi kapıyı açtı. Birinci semaya yükseldiğimiz zaman baktım ki orada bir zat duruyor. Sağında bir takım karaltılar solunda da bir taktm karaltılar var. Sağ tarafına baktı mı gülüyor, sol tarafına baktığı zaman ağlıyor. Bu zat: (Bana) «Hoş geldin Salih peygamber ve Salih evlât» dedi. Ben :


«Ya Cibril bu zat kim?» dedim Cibril :


«Bu Âdem (Saîîaîîahü Aleyhi ve Seliem) 'dir. Sağında ve solundaki şu karaltılar da çocuklarının ruhlarıdır. Sağdakiler cennetlikler sol tarafındakiler de cehennemliklerdir. (Bu sebeple) Sağ tarafına bakınca gülüyor sol tarafına baktı mı ağlıyor.» dedi. Sonra Cibril beni daha yukarıya çıkardı. Nihayet ikinci semaya geldi, onun bekçisine de (kapıyı) aç, dedi. İkinci semanın bekçisi ona birinci semanın bekçisinin söylediğini söyledi ve kapıyı açtı.


Enes b. Malik demişki: (Böylece) Ebû Zerr Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'in göklerde Âdem, İdris, îsâ, Musa ve İbrahim(Salevâtullahi aleyhim ecmaîn) hazeratım bulduğunu anlattı ama onların yerlerinin nasıl olduğunu tesbît etmedi. Yalnız Âdem (Aleyhisselâm)'ı birinci semada İbrahim'i altıncı semada bulduğunu söyledi. Dedi ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ile Cibril, İdris (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in yanına uğradıkları vakit İdris :


«Salih peygamber ve Salih kardeş hoş geldin» dedi. Sonra geçip gitti. Ben (Cibril'e) Bu kim dedim, Cibril :


— «Bu Idris'tir» cevabını verdi. Sonra Musa (Aleyhisselâm) a uğradım, o da : «Salih peygamber, Salih kardeş hoş geldin» dedi. Cibril'e :


— «Bu kim» dedim?


— «Bu Musa'dır» cevabını verdi. Sonra Isâ (Aleyhisselâm) 'a uğradım. O da «Salih peygamber Salih kardeş hoş geldin» dedi. Ben {Cibril'e} :


— «Bu kim?» dedîm.


— «Bu Meryem'in oğlu isa'dır, dedi. Sonra İbrahim (Aleyhisselâm) 'a uğradım (bana) o da : «Salih peygamber, Salih evlât hoş geldin» dedi. (Cibril) e:


— «Bu kim?» dedim.


— «Bü İbrahim'dir» cevabını verdi.»


İbni Şihap demiş: Bana İbni Hazm haber verdi ki. İbni Abbas ile Ebû Habbete'l-Ensârî şöyle derlermiş Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :


«Sonra Cibril beni daha yukarıya çıkardı. Nihayet öyle bir seviyeye çıktım ki, orada kalemlerin hışırtısını işitiyordum.»


İbni Hazm ile Enes b. Malik şöyle demişler: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) buyurdularki:


«(O zaman) Allah ümmetime elli (vakit) namaz farz kıldı. Ben bunu alarak döndüm ve Musa'nın yanına uğradım. Musa (Aleyhisselâm):


«Rabbin ümmetine neleri farz kıldı?» dedi.


«Onlara elli (vakit) namaz farz kıldı» dedim. Musa (Aleyhisselâm) bana :


«Dyleyse Rdbbine müracaat et. Çünkü senin ümmetin buna dayanamaz» dedi. Bunun üzerine Rabbime müracaat ettim. O da bu namazların bir kısmını indirdi. Ben yine Musa (Aleyhisselâm)'a dönerek keyfiyeti kendisine haber verdim. Musa :


«Rabbine müracaat et. Çünkü senin ümmetin buna dayanamaz» dedi. Ben yine Rabbime müracaat ettim. Rabbim


«Bu namazlar beştir. (Ama) Onlar (sevap itibari ile) ellidir. Bende söz (bir olur) değişmez» buyurdu. Bunun üzerine tekrar Musa'ya döndüm. Musa (Aleyhisselâm) (yine) :


«Rabbine dön, dediyse de : «Ben artık Rabbimden utanır oldum» dedim. Sonra Cebrail beni (daha ileriye götürdü) ta Sidretü'l Münteha'ya vardık. Onu öyle bir renkler kaplamıştı ki, bunların ne olduklarını bilmiyorum. Sonra beni cennete koydular. Ne göreyim cennette inciden kubbeler var. Toprağı da misk.»




264 - (164) Bize Mulıammed b. el Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki-: Bize İbnİ Ebi' Adiy Said'den .[269], o da Katade'den, o da Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Galiba Enes kendi kavminden bir zat olan Malik b. Sa'sa'a [270] dan rivayet ettiğini söylemiş. Malik demiş ki: Nebiyyullab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular.


«Bir defa ben beytin yanında uyur uyanık bîr halde iken birdenbire bir ses işittim. Bu ses «üçten birisi iki kişinin arasında...» diyordu. Derken bana geldiler ve alıp götürdüler. Bana içinde zemzem suyu bulunan altın bir tas getirdiler. Göğsümü şuradan şuraya kadar yardılar — Kafada demiş ki : Ben yanımdakine bundan neyi kasdediyor diye sordum : «Karnının altına kadar demek İstiyor» cevabını verdi— kalbimi çıkardılar ve. zemzem suyu ile yıkadılar. Sonra yerine iade ettiler. Sonra kalbime iman' ve hikmet doldurdular. Sonra bana Burak denilen merkepten büyük, katırdan küçük, ayağını gözünün gördüğü son noktaya basan beyaz bir hayvan getirerek beni ona bindirdiler. Sonra yürüdük ve birinci semaya geldik. Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellem^apıyı çaldı (içeriden) :


— Kim o? dediler.


— Cibril (im) cevabını verdi.


— Yanında kim var?


— Muhammed (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)


— O (göklere çıkmağa) gönderildi mi?


— Evet.


Bunun üzerine kapıyı açtılar (ordaki zat) : «Hoş gelmiş, sefa gelmiş» dedi, bunu müteakip Âdem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\n yanına geldik...» Malik hadisi kıssası ile anlattı ve şunu söyledi: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikinci semada îsa ve Yahya (Aleyhimesselâm) üçüncü semada Yusuf, dördüncüde İdris, beşincide Harun (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile görüştüğünü ve şöyle buyurduğunu anlatmış:


«Sonra yürüdük ve ta altıncı semaya vardık. Ben Musa (Aleyhisselâm)'ın yanına giderek ona selâm verdim. (Bana) Salih kardeş ve Salih Peygamber hoş geldin, dedi. Ve yanından ayrılırken ağladı. Kendisine : Neye ağlıyorsun? diye nida edildi. Musa (Aleyhisselâm) : Yarabb! Bu genç benden sonra peygamber gönderdiğin bir zattır. (Fakat) onun ümmetinden cennete girenler benim ümmetimden cennete girenlerden daha çoktur... dedi. Sonra yürüdük nihayet yedinci semaya vardık. Ve beni ibrahim'in yanına götürdüler...»


Bu hadisi rivayet ederken Malik şunları da söyledi: Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dört nehir gördüğünü bunların asıllarından iki zahir ikide bâtın nehir çıktığını anlattı. Ve buyurdu ki:


Ben : «Ya Cibril bu nehirler nedir?» dedim. Cibril (Aleyhisselâm) : «Bu batını nehirler cennette bulunan iki nehirdir. Dıştaki nehirlerse


Nil ile Fırat'dır» dedi. Sonra bana Beyt-i Ma'mur arzolundu. Ben gene :


Ya Cibril! Bu ne? dedim.


— Bu Beyt-i Ma'mur'dur. Ona her gün yetmİşbin melek girer. Bir defa oradan çıktılar mı bir daha dönmezler. (Bu onların İlk ve} son girişidir, dedi. Sonra bana biri şarap, diğeri süt dolu iki kap getirdiler. Bunları bana sundular. Ben südü ihtiyar ettim. Bunun üzerine bana :


«İsabet ettin! Allah seni fıtrat ve ha yıra isabet ettirdi ümmetin fıtrat* üzere olacak» dediler. Bundan sonra bana her gün elli (vakit) namaz farz kılındı...»


Malik bundan sonra kıssayı hadisin sonuna kadar hikâye etmiş.




265 - (...) Bana Muhammed b. el Müssenna rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muaz b. Hişâtn rivayet etti dedi ki: Bana babam, Katade'den rivayet etti (demiş ki): Bize Enes b. Malik, Malik b. Sa'sa'a'dan rivayet efti ki; Resulüllâh (Saltallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdular...


Müteakiben Malik hadisi yukarıdaki gibi rivayet etmiş şunları ziyade eylemiş:


«Bana içi hikmet ve iman dolu altından bir tas getirdiler. (Göğsümü) boğazımdan karın altına kadar yardılar ve zemzem suyu ile yıkadılar. Sonra (İçine) hikmet ve iman doldurdular.»




266 - (165) Bana Muhammed b. el-Müsenna ile İbnü Beşşar rivayet ettiler. İbnû Müsenna dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti (dedi ki): Bize Şu'be Katade'den rivayet etti demiş ki: Ebûl Âliye'yi [271] şöyle derken işittim: Bana Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in amcası oğlu yani İbni Abbas rivayet etti dedi ki:


— Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İsra hadisesini anlattı da şöyle buyurdu.


— «Musa buğday benizli ve uzun boyludur. Yemen'in Şenûe kabilesi erkeklerinden biri gibidir. Isâ deri i toplu vücutlu ve orta boyludur.» buyurdu.


Bu hadiste Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cehennemin bekçisi Malik ile Deccalı'da zikretti.




267 - (,..)Bize Abd b. Hümeyd de rivayet etti (dedi ki): Bize Yunus b. Muhammed haber verdi .(Dedi ki): Bize Şeyban b. Abdirrahman, Katade'den, o da Ebûl Âliye'den naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bize Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in amcasıoğlu İbni Abbas rivayet etti dedi ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:


«Bana İsra' hâdisesi vakî1 olduğu gece Musa b. Imran (Aleyhisselâmfa uğradım. Uzun, buğday benizli, derli toplu bir zat! zannedersin Şenûe kabilesi erkeklerinden birisidir. Meryem oğlu İsa'yı da orta yapılı, kırmızı beyaz benizli, salınmış düz saçlı gördüm.»


Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Allah-u Zülcelâl'in gösterdiği bir çok âyetler içinde cehennemin bekçisi Malik ile Deccal de gösterilmiştir :


«Binaenaleyh sen Allah'a mülâki olacağından hiç şüphe etme.» [272]


Ravi diyor ki Katade bu âyeti Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Musa (Aleyhisselâm) ile görüşmüştür diye tefsir ederdi.




268 - (166) Bize Ahmed b. Hambel [273] ile Süreye b. Yunus rivayet ettiler dediler ki: Bize Hüşeym rivayet etti (dedi ki): Bize Davud b. Ebû Hind Ebul Âliyye'den, o da İbni Abbas'tan naklen haber verdi ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ezrak vadisine uğramış ve:


«Bu vadi hangi vadidir?» diye sormuş Ashab:


— Ezrak vadisidir cevabım vermişler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :


«Ben Musa (Aleyhisselâm)'ı gür sesi ile Allah'ı telbiye ederek tepeden aşağıya inerken görüyor gibiyim» buyurmuş.


Sonra Herşâ tepesine gelerek:


«Bu tepe hangi tepedir?» diye sormuş.


Ashab: Herşâ tepesidir cevabını vermişler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :


«Ben Yunus b. Metta (Aleyhisselâm)'ı derli toplu, kırmızı dişi bir deve üstünde, yünden bir cübbe giymiş, devesinin çılbırı liften olduğu halde telbiye ederken görüyor gibiyim,» buyurmuşlar.


Ahmed îbni Hanbel hadîsi rivayet ederken: Hüşeym'in (hulme) den murâd liftir dediğini söylemiştir.




269 - (...) Bana Muhammed b. el Müsenna da rivayet etti (dedi ki): Bize İbni Ebi Adiy, Davud'dan, o da Ebul Âliye'den, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet etti: İbni Abbas şöyle demiş. Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte. Mekke ile Medine arasında yolculuk ettik.


Bir vadiden geçerken Resulüllâh (Sallallahü A leyhi ve Sellem):


«Bu vadi hangi vadidir?» diye sordu Ashab:


Ezrak vadisidir dediler. Bunun üzerine Resulüllâh Ekrem (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :


«Sanki ben Musa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'] iki parmağını kulaklarına koymuş o gür sesiyle Allah'a telbiye ederek bu vadiden geçtiğini görüyor gibiyim» buyurdular.


Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Musa'nın rengine ve saçına dair bir şeyler söylemişsede Ravi Davud bunu belleyememiş. İbni Abbas demiş ki: «Bundan sonra yola revan olarak bir dağa geldik.» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :


«Bu dağ hangi dağdır?» diye sordu.


Ashab: Herşa yahut Lifet dağıdır, dediler. Fahri Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) (tekrar) :


«Sanki ben Yunus'u (Aleyhisselâm)'ı kırmızı dişi bir deve üstünde, yünden bir cübbe giymiş, devesinin çılbırı hulbe lifinden olduğu halde telbiye ederek bu vadiden geçerken görüyor gibiyim» buyurdular.




270 (...) Bana Muhammed b. el-Müsenna rivayet etti (dedi ki): Bize tbni Ebî Adiyy İbni Avn'dan, o da Mücahit'ten naklen rivayet etti demiş ki: îbni Abbas'ın yamndaydik yanındakiler Deccal'ın lâfım ettiler (içlerinden biri): Onun iki gözünün arasında kâfirdir (ibaresi) yazılı olacaktır, dedi. Bunun üzerine İbni Abbas: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm. böyle dediğini duymadım. Lâkin şöyle buyurdular:


«ibrahim'e gelince, arkadaşınıza yani bana bakıverin : Musa ise yağız tenli, derli toplu vücutlu bir zattır. Ben onu yuları liften kırmızı bir deve üzerinde telbiye ederek şu vadiye inerken görüyor gibiyim» dedi.




271 - (167) Bize Kuteybetu'bnü Sa'id rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.


Bize Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Cabir'den naklen rivayet etti ki: ResulüHâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:


«Bana bütün peygamberler arz olundu. Bir de ne göreyim Musa. Uzun boylu erkeklerden bir zat! Şenûe (kabilesi) erkeklerinden birisi sanırsın! Isâ b. Meryem (Aleyhisselâm)\ da gördüm. Gördüklerimden ona en ziyade benzeyen Urvetu'bnu Mes'ut'dur. İbrahim (Salavatullahİ AleyhJ'i dahi gördüm. Baktım ki gördüklerimin içinde ona en ziyade benzeyen sahibin izdir {yani benim). Cibril (Aleyhisselâm)'ı da gördüm. Gördüklerim içinde ona en ziyade benzeyen Dihye (el-Kelbi) d ir.»


İbni RunüVin rivayetinde «Dihyetu'bnu Halife» denilmiştir.




272 - (168) Bana Muhammed b. Râfi ile Abd b. Humeyd dahi rivayet ettiler. Her ikisinin lâfızları bir birine yakındır. İbni Râfi' Haddesena tabirini kullandı. Abd ise Ahbarana Abdurrezak dedi: Abdurrezak şöyle demiş: (Bize) Ma'mer. Zuhri'den naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Sa'id b. El-Müseyyep, Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. ŞÖyle demiş Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) :


«Bana Isrâ vaki olduğu zaman Musa (Aîeyhisselâm) ile görüştüm.»


Peygamber (Sallaliahü. Aleyhi ve Sellem) onu tavsif buyurmuş —zannederim— şöyle dedi:


— «Bir de ne göreyim uzunca boylu, başı düz saçlı bir zat. Şenûe (kabilesi) erkeklerinden sanırsın. Isa ile de görüştüm.»


Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) onuda tavsif buyurdu:


— «O da orta yapılı sanki Diymas'tan yani —hamamdan— çıkmış gibi kırmızı benizli idi. İbrahim (Salavafullahu AleyhJ'i de gördüm, zürri-yetİ içersinde ona en ziyade benzeyen benim. Bana iki kap getirdiler. Bi-rînde süt, diğerinde şarap vardı. Bunların hangisini istersen onu al, dediler. Ben sütü alarak içtim. (Getiren zat bana) : Fıtrata hidayet olundun yahut fıtrata isabet ettin. Şayet şarabı olsaydın ümmetin azardı, dedi.» buyurdular.


Bu hadis muhtelif lâfızlarla bütün sahih kitaplarında rivayet edilmiştir. Buhârî onu kesik kesik olmak üzere «Kitabu Bed'i'1-Halk», «Ki-tab-u Halk-ı Âdem» ve «Kitabul Menâkıp» da, Tirmizi «Kitabuf Tefsir» de, Nesaî «Kitabu's Salât» da rivayet etmiştir. Hadisi şerif ümmetin dillerinde destan olan meşhur hadiselerden olup Resulüllâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in İsrâ ve Mi'racmı anlatmaktadır.


îsra geceleyin yürütmek manasınadır. Fahr-i kâinat (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in büyük mucizelerinden bin olmak üzere gecenin bir cüzünde Mekke 'deki Mescid-i Haram 'dan, Kudüs 'deki Mescidi Aksa 'ya yürütüldüğünü


«O Sübhanı (Allah'ı) tenzih ederim ki kulunu geceleyin Mescid-i Hara m'dan (alıp) kendisine âyetlerimizden bazılarını gösterelim dtye havalisini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürütmüştür.» âyet-i kerimesi beyan etmektedir. Oradan göklere çıkarıldığını ve göklerde gördüğü acaip ve garaibin tafsilatını bu hadis-i şerif, ispat eder. Resulüllâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in göklere çıkarılma hadisesine de Mi'raç denilmiştir. Bu hadisenin bir kısmı Kur'ân-ı Kerîm'de şu âyetlerle beyan buyrulmuştur:


«Yemîn ederim ki. Peygamber o Cibril'i Sidre-i Münteha'nın yanında bîr daha inişinde de gördü. O Sidrenin yanında Cennetu'l-Me'va vardır. Sidreyİ Allah'ın cefâlet ve azameti kaplayabildiğine kaplıyordu. Göz ne şaştı, ne de haddini aştı. Vallahi Peygamber Rabbi'nin âyetlerinden en büyüğünü gördü.»


Binaenaleyh İsrâ ve Mi'raç hadisesinin başı ve sonu âyetle, tafsilatı da meşhur hadisle sabit olduğundan bu cihetleri inkâr, küfür, tafsilatını inkâr dalâlettir. Bu muazzam hadiseyi Resulüllâh (SaîîaUahü Aleyhi ve Sellem) vukuunun ertesi günü haber verdiği zaman Mekke müşrikleri kıyametleri koparmış birbirlerine haber verdikten sonra Hz. Ebû Bekr (Radtyalîahu anh)'a koşarak:


«Bak sahibi ne diyor. Güya bu akşam göklere çıkmış orada pek çok acaip ve garaip temaşa etmiş cennet ve cehennemi görmüş; Rabbi ile konuşmuş. Nasıl bunuda tastık eder misin?» demişlerdi Ebû Bekr


«O bunları söylediyse ben kabul ederim. Ben onu bundan daha garibi hususunda tasdik ediyorum» cevabını verdi. Ebû Bekr (Radtyalîahu anhya, Sıddik, unvanı o zaman verilmiştir.


Müşrikler akıllarınca Resulüllâ h.(Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'ı iskât ve ilzam için ona çeşitli sualler sormaya başladılar. Ezcümle Kudüs 'teki Mescid-i Aksa'ya tarif etmesini istediler. O anda Mescid-i Aksa olduğu gibi kendisine tecelli ederek onu müşriklere tavsif buyurdu. Müşrikler buna hiç bir şey deyememişlerdi. Çünki söyledikleri doğru idi. Bu sefer yollardaki kervanlarını sordular onları da yerlerini tayin etmek sureti ile bittafsil haber verdi. Hatta karayağız bir devenin kervanın en önünde bulunduğunu sabahleyin güneş doğarken Mekke 'ye geleceğini söyledi. Müşrikler buna sevinmişlerdi. Çünkü — Haşa — Bununla Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m yalanını tutacaklarını umuyorlardı.


Bu sebeple içlerinden birini güneşin doğduğunu haber vermek için gözcü tayin ettiler. Bir başkasınıda kervanın gelişini gözetmeğe memur ettiler. Neticede bu iki şahıstan biri güneşin doğduğunu haber verirken ötekide kervanın gelmekte olduğunu söylüyor ve sesleri bir birine karışıyordu. Bittabi müşrikler bunada inanmadılar. Hatta onların desiselerine alda-narak bazı zayıf müslümanlar irtidad bile etti.


İşte İsrâ ve Mi'raç hadisesi bu suretle daha o devirde şöhret bularak bir çok dedikodulara ve kargaşalıklara yol açtı.


Bu hadiseyi müslümanlar kabul ile telâkki ederek inanmışlardır. Yalnız ne şekilde vuku bulduğu öteden beri ihtilaflıdır. Bazılarına göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rüyasında ruhu ile göklere çıkmıştır. Bunların delili


«Biz sana gösterdiğimiz rüyayı ancak insanlara bir fitne olsun diye


gösterdik.» âyeti kerimesi ile Mâlik b. Sa'sa'a hadisinde Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in


«Bana Cibril, Mescid-i Haram'da uyuduğum bir sırada geldi...» «Bir de uyandım ıriesciddeyim» sözleridir. Ancak âyet-i kerimede beyan buyurulan rü'ya Miraç hakkında değil Fahr-i kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Hudeybiye'de gördükleri rü'-yadır. Filhakika ashab-ı kiramdan bazıları bu rü'ya mucebince o sene Mekke-i Mükerreme'ye ve Mescid-i Haram'a gireceklerini zan ve tahmin etmişler o sene girmek müyesser olamayınca mezkur rü'ya onlar hakkında bir fitne ve iptilâ olmuştu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve. SellemYin Mi'racı rü'ya halindedir deyenler: Ashab-ı Kiramdan Ümmül Mü'minin Âişe (Radıyallahu Anhâ) ile Muaviye (Radtyalîahu anh), Tabiinden Hasanı Basri ve Muhanımed b. İshak 'tır. Hz. Âişe: «Resulüllâh, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in cesedi yer yüzünden kaybolmamıştır. O göklere ruhu ile uruç etmiştir,» demişsede bu sözü o mutlaka başka birisinden işitmiş olacaktır. Çünkü mi'raç zamanında kendileri ya pek küçük yahut henüz doğmamışlardı. Mi'raç bi'setin 12. yılında yani hicretten bir sene evvel vuku bulmuştu.


Selef ve Halef ulemâsının ekserisine göre mi'raç ruh ma'al cesed olmuştur. Yani Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hem ruhi ile hem cesedi ile göklere çıkmıştır. Delilleri zikrettiğimiz İsrâ ayet-i ile sadedinde bulunduğumuz Mi'raç hadisidir. Çünkü Âyet-i kerimede (Abd) ve (îsrâ) kelimeleri zikredilmektedir. Kul mânasına gelen Abd ruhla cesedin mecmu'una itlak olunur. Yalnız cesede Abd denilmediği gibi yalnız ruhada Abd denilemez, İsrâ dahi geceleyin bir cismi yürütmedir. Bu kelime hiç bir zaman yalnız ruhu yürütmek mânasına kullanılmamıştır. Binaenaleyh Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gerek Mekke'den Kudüs'e gerekse Kudüs 'teki Mescid-i Aksa 'dan göklere vaki olan seyahatında hem cesedi hem ruhu ile bulunmuştur. Ha-dis-i Şerif te buna delâlet eder. Zaten aklen müstahil olmadıkça şer'i nas-lan zahirleri üzere bırakmak vaciptir. Buradaki âyet ve hadisin zahiri mânaları müstehil değildir. Çünkü güneş, kutru yerin kutrundan bir milyon şu kadar defa büyük olduğu halde görülmedik bir sür'atle mihveri etrafında dönmektedir. Zaten cisimlerin atomları birbirinin mislidir. Bunlar ancak Kâdir-i mutlak hazretlerinin bazılarında yarattığı hassalarla birbirinden ayrılırlar. Binaenaleyh Allah TeâIâ Hazretlerinin Resulü Ekrem inin bedeninde yahut onu taşıyan vasıatada güneşin hareketinden daha büyük bir sür'at halk'etmiş olması mümkündür.


Aklî delilleri de küf farın ve irtidad eden müslümanların bu hadiseyi şiddetle inkâr etmiş olmalarıdır. Eğer mi'raç rüyada vakî olmuş olsaydı onu kimse inkâr etmezdi çünkü rüyada Peygamberler değil alelade insanlar bile uçarlar. Bunu kimse mühim bir hadiseymiş gibi dile dolamaz inkâr etmez. Binaenaleyh Küffarm şiddetli inkârı dahi miVacın ruh ve ce-sedle vaki olduğuna delildir.


Bazıları Miracın keyfiyeti hakkındaki hilafı kaldırmak için İsrâ ve Miraç hadisesinin bir kaç defa vuku bulduğunu söylerler. Bazılarına göre, İsrâ ile Miraç ayrı ayrı gecelerde vakî' olmuştur. Diğer bazıları bunların biri uykuda diğeri uyanıkken olmak suretiyle ikişer defa vaki' olduğunu: evvelâ uyku halinde İsrâ ve Miraç ettirilerek bu işe hazırlandığını sonra bunların aynen, uyanıkken tekrar edildiğini söylerler.


Ebû Şâme bu bâbtaki rivayetlerin arasını bulmuş ve İşrâmn üç defa vaki olduğunu söylemiştir. Bunlardan birincisi Mekke 'den yalnız Kudüs 'teki Beyti Makdis'e kadardır. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hu seyahatini Burak üzerinde yapmıştır. İkincisi yine Burak üzeroinde Mekke 'den Semavata; üçüncüsü de Mekke 'den Beyt-i Makdis'e oradan da göklere çıkmak sureti ile vuku bulmuştur


Sûfiyyenin kavline göre mi'râc uyanıkken insilâh-ı tâm ile beşeriyetten melekiyete yaklaşmak sureti ile olmuştur.


Insilâh : Lügâtta bir şeyin diğer bir şeyden sıyrılıp soyunması manasınadır. Sûfiyye'nin istilahına göre ise; ruhun ruhaniyeti galebe çalarak bedenden taşması ve genişliyerek iç ve dış alemindeki ahvali anlamasıdır. Bu tarife göre ruh bedenden tamamı ile ayrılmadığı için insilâh ölüm değildir. Nitekim insilâh halindeki şahısta görülen nefes alma ve hareket etme gibi eserler de insilâhm ölüm olmadığını gösterir. Onlara göre, ateşten bulutlara doğru yükselen dumanın bir ucu nasıl daima ateşe bağlı ise insilâh halindeki şahsın bedeninden taşan ruhunun bir ucuda daima bedende kalır. Kezâlik insilâh halinde bulunan bir şahsın idraki kaybolma-yıp bedeninin içinde ve dışındaki ahvali anlaması insilâhm uyku mânası-nada gelmediğini gösterir. Çünkü uyuyan bir kimsede şuur kalmaz. İnsilâh peygamberlerde vakî olduğu gibi onların veresesi bulunan evliyaul-lahta hatta makam ve mertebelerine göre sair mü'minlerde bile vakî olur. Yalnız peygamberlerin insilâhları pek mükemmel olduğu için onların ruh-, lan meleklerle görüşür; onlardan bilgi alarak insanlara neşr ederler. Maa-mafih peygamberlerin insilâhlarıda bir birinden farklıdır. Hz. Musa (Aîeyhisselâm) Cenab-ı Hak ile perde arkasından konuştuğu halde peygamberimiz Muhammed Mustaf (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Teâ1â Hazretlerini görerek konuşmak şerefine nail olmuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beşeriyetten melekiyyete yaklaşması, insanlıktan melekliğe geçmesiyle olur. Nitekim vahiy hadisinde bunun buram buram ter dökmek ve halktan ayrılmak suretiyle eserinin görüldüğü zikir edilmiştir.


Sûfiyyenin kavli bazı kelâm ulemâsı tarafından en cem'iyetli ve mü-tevassıt görülmüştür. Çünkü insilâh bir cihetten rü'yaya benzediği için «Miraç rü'ya halinde olmuştur» diyenlerin kavlini içine aldığı gibi insilâh halinde bulunan şuuru kaybolmaması cihetiyle uyanık kimselere benzediğinden «Miraç uyanıkken vakî olmuştur» diyenlerin kavlinede şamildir. Bu suretle her iki kaville amel edilmiş olur. Ancak az yukarıda işaret ettiğimiz vecihle insilâh yalnız peygamberlerde değil ümmetin bazı efradında da, vakî olduğu için Sûfiyyenin kavline itiraz edilmiştir.


Hadisin Şerik rivayetinde İsrânın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vahiy gelmezden önce vakî olduğu bildiriiiyorsada bu hatadır. Müslim 'inde tenbih ettiği gibi Şerik bu rivayetinde takdim ve tehirler yapmış: ulemânın asla kabul edemiyeceği vehimlere kapılmıştır. İsrâ hakkında en öncelik bildiren kavil Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e peygamberlik geldikten onbeş ay sonra olmasıdır. Daha önce vukuna kail olan yoktur. Zaten Şerik'in makbul bir râvî olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır.


Miraç babında hak olan söz ekser-i selefin kavlidir. Yani Miraç uyanıkken ruh ve cesetle vakî olmuştur. Bu hususta «Şifai Şerif» de yirmi tane sahabe tabiin ve tebe'i tabiîn ismi sayılmıştır. Onlardan sonra gelen Hadis, Fıkıh, Tefsir ve Kelâm ulemâsının ekseriyetle kavlleride budur.


Hadisin bazı rivayetlerinde İsrâ hâdisesinin Kabe 'den başladığı diğer bazılarında evinden, bir takımlarında Ebû Talib'in şi'binden (arazisinden) diğer bazılarında Ümmühânî 'nin evinden başladığı kaydedilmektedir. Bu rivayetler zahiren birbirine muarız gibi görünürse de araları şöyle bulunmuştur: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o akşam Ümmühâni 'nin evinde yatıyordu. Onun evide Ebû Ta1ib'in Şi'binde idi. İsrâ hadisesi o evden başlamıştır. Evin Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e izafe edilmesi orada oturduğu içindir. Melek gelerek kendilerini oradan almış Beytullah'a götürmüş. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) orada bir parça oturarak istirahat etmiş uyuklar gibi olmuştur. Sonra melek onu Beytu11ah'in kapısından çıkarak Buraka bindârmiştir. İşte isranın Kâbe 'den başladığı rivayeti de bundandır. Burak'in nasıl bir hayvan olduğu hadis şerifte beyan buyurulmuştur. Hadis-i şerifin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre Fahr-ı Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu seyahati esnasında beş şeye binmiştir:


1 - Mekke' den, Mescidi Aksa'ya kadar Burak'a,


2 - Oradan birinci semaya kadar Miraç denilen bir merdivene,


3 - Yedinci kat semaya kadar meleklerin kanatlarına binerek gitmiş.


4 - Oradan Sidre-i Münteha'ya kadar Cibril (Aleyhisseiâm) m kanadına.


5 - Kaabi Kayseyn'e kadar Refrefe binmiştir.


Bunların mahiyetini bilmeye bizim için imkân yoktur. Binaenaleyh hepsine haber verildikleri şekilde inanır bu bâbtaki ilmi, Allah ve Resülü'ne havale ederiz. Gerçi Kâdir-i mutlak olan A11ah'ü Zü1ce1â1 için bunların hiç birine ihtiyaç yoksada Habib-i Ekrem 'ini mu'tad olan vasıtalarla yürüterek fazla heyecanlanmasına mâni olmak hikmetine mebni kendilerine hususi binekler tahsis buyurmuştur. İsrânın gece olmasının hikmeti de Allâh'ü a'lem gece halvet ve muhabbet zamanı olduğu yahud bir çok peygamberlere muhtelif mu'ci-zeler geceleyin verildiği içindir. Resulüllâh (Saîlaîlahü Aleyhi ve Seîlem) göklere münacaat için kaldırılmıştır. Onun için de kendisine evvelden vakit tahsis edilmemiştir. Çünkü vakit tayin etmeden bir kimseyi huzura çağırmak o kimse üzerinde daha tesirli olur. Musa (Aleyhisseiâm) 'ı Teâ1â Hazretleri evvelden bildirdiği bir vakitte Tur dağına davet eder kendisine emirlerini orada bildirirdi. Cebel-i Tur ile Beyti Ma'mur'un yüceliği arasındaki fark; pek büyük olduğu düşünülürse Hz. Musa ile Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Seliemy in makamları arasındaki fark kendiliğinden anlaşılır. Keza Süleyman (Aleyhisseiâm)''a rüzgâr müsahhar kılınmış onu bir aylık mesafeye en kısa zamanda ulaştırıyordu. Fahr-i kâinat (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) ise bir anda yatağından arşı alaya kaldırılmıştır.


Bu seyahatta Re sullülâh (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem)'e Hz. Cibril biri, süt, diğeri şarap dolu iki kap takdim ederek:


«Bunların hangisini istersen buyur» demiş; Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Seîlem) sütü tercih etmiştir. Bunun üzerine kendilerine:


«Fıtrata isabet ettin; eğer şarabı tercih etseydin ümmetin azardı.» denilmiştir.


Bu rivayette süt ve şarap takdiminin Beyt-i Mahdis'de geçtiği, başka bir rivayetde işe Sidre-i Münteha'da yapıldığı bildiriliyor. Kapların sayısında da ihtilâf vardır. Bazı rivayetlerde peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) 'e dört kap sunulduğu bunların ikisinde sütle şarap, ikisinde de bal ve su bulunduğu beyan ediliyor. Bu rivayetlerin arası şöyle bulunmuştur; ya ibaredeki (sümme) edatı (vav) manasınadır. Yâni tertibe delalet etmez. Yahut süt takdimi hadisesi biri; Kudus'de susadığı zaman, biri de Sidretü-i Münteha'da olmak üzere iki defa vâkî olmuştur.


Ulemâi ıtratı İslâm ve istikâmet diye tefsir etmişlerdir. Görülüyor ki; süt İslâmiyete şarapta sapıklığa alâmet kılınmıştır. Çünkü süt güzel ve temiz bir gıdadır onun akıbeti daima selâmettir. Bu sebeble ekseriya hastalara süt içmeleri tavsiye olunur. Şarap ise; her türlü pisliklerin ve kötü hallerin esasıdır. Onun için şaraba ümmü'l-habais derler.


Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir :


Acaba Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem)'i haram olan şarapla, helâl süt arasında muhayyer bırakmanın hikmeti nedir?. Ulemâ buna şöyle cevap veriyorlar: Bu muhayyerlik ya o zaman henüz şarap haram kı-lınmadığı içindir, yahud gelen şarap cennet şarabı olduğundandır. Cennnet şarabı haram değildir. Aliyyü-1 Kari'ye göre buradaki hikmet peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem)'in doğruyu seçtiğini göstermek suretiyle onun, faziletini meleklere bildirmektir.


Cibril (Aleyhisseiâm) birinci semanın kapısını çaldığı zaman o semanın bekçisi kendisine kim olduğunu; yanında kimin bulunduğunu sormuş; Muhammed (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) olduğunu anlayınca :


«O gönderildi mi?» diye sormuştur. Ulemânın beyanına göre bu sualden murâd peygamber olup olmadığını öğrenmek değil: «Göklere çıkmak için gönderildi mi?» demektir. Yoksa o ana kadar Resul üllâh (Saîlaliahü Aleyhi ve Selletn)'in peygamber gönderildiğim bilmiyen hiç bir melek tasavvur edilemez. Vakıa Kaadı İyaz bu hususta ihtilâf olunduğuna işaret ile sualin hakikaten peygamber oldumu olmadımı mânasında sorulmuş olduğuna kail olanlar bulunduğunu anlatmak istemişse-de bu kavil doğru.. değildir. Hadis-i şerifte zikri geçen Beytü'1 Mâ'mûr, Sidretü'l Münteha ve emsali müsenımaların hakikatini ancak Allah ve Resulü bilir. Biz bunların ancak isimleri ile bazı vasıflarını biliyoruz. Beyt-i Mâ'mûr hadiste beyan buyurulduğu vecihle içerisine her gün 70.000 melâikenin girdiği bir yerdir. Sahih haberlere göre Kur'ân-ı Kerîm Levh'i-Mahfuzdan buraya bir defada inmiş oradanda Resulüllâh (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem/e yirmi üç senede inzal buyurulmuştur.


Sidre : Nebk ağacıdır. Keyfiyyetini Allah bilir. İbni Abbs ile diğer müfessirlerin beyanına göre buna Sidretü'l Münteha Tesmiye edilmesinin vechi meleklerin ilmi onda nihayet bulduğu içindir. Onun ötesine Resulüllâh (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den başka geçen olmamıştır. Bazı rivayetlerde görülen Şakk-i Sadır hadisesine gelince: Muhtelif rivayetlerden anlaşıldığına göre bu hadise üç defa vuku bulmuştur.


İlk defa : Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) , Beni S a'd kabilesinde süt annesi Halime 'nin nezdinde iken vuku bulmuş.


ikincisi : Mi'raç gecesinde olmuştur. Bazıları Mi'raç gecesinde böyle bir şey olmadığını iddia etmişlersede bu kavil merdûttur. Çünkü Mi'raç gecesinde de vakî olduğu sahih hadisle sabittir. Mucize kabilinden olan bu gibi harikaları inkâra mecal yoktur. Küçüklüğündeki hadise Müslim'in Şeyban b. Ferruh rivayetinde şöyle izah edilmiştir. Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) çocuklarla oynarken kendisine ,Cibril-i Emin (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) gelerek onu tutmuş yere yatırarak karnını yarmış ve kalbini çıkarmış ondan bir kan pıhtısı aldıktan sonra Resulü Ekrem (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem)J e :


«İşte şeytanın senden nasibi budur.» demiş sonra kalbini altın bir tas içinde zemzem suyu ile yıkayarak dikmiş ve yerine koymuş. Bu hadiseyi gören çocuklar telâşla süt annesine koşarak «Muhammed öldürüldü» diye haber vermişler. Sonra onu karşılamaya döndükleri zaman rengini uçmuş görmüşler. Ulemânın beyanına göre bu ameliyenin hikmeti Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) 'i şeytandan korumaktır.


İkinci hâdise Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem)^ vahiy geldiği zaman olmuştur. Bunun hikmeti onun kalbini kuvvetlendirmektir. Bu suretle kendisine yahiy edilen şeyleri kolaylıkla telâkki etmiş vahyin bütün ağırlıklarına tahammül buyurmuştur.


Üçüncüsü de : Semavata çıkacağı zaman olmuştur. Bunun hikmeti de Resulü Ekrem (Sallaîlahü Aleyhi ve Settem)'i münacat için hazır lamaktır.


Tıybi diyor ki: Gerek Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seüemy'in göğsünün yarılması gerekse kalbinin çıkarılması meselesinde çıkar yol menkul ile mâkul arasını bulmak iddiasiyle boş yere uğraşmak değil doğrudan doğruya vakıayı teslim ve tasdik etmektir. Hamdolsun biz muhbir-i sadık olan Resûl-ü Zişan'ın verdiği haber hususunda hakikatten mecaze gitmeğe cevaz vermiyoruz. Maamafih ülema-i zahirin pek doğru bulduğumuz bu sözlerine karşı ülema-i Batın bu rivâyetlerdeki lâfızlardan hakikî mânalarının kastolunmadiğını bunların birer temsilden ibaret olduğunu iddia etmişlerdir. Bu zevata göre Şakk-ı Sadır hadisesi berzah alemine ait bir temsildir. Şah Veli.yullah (Huccetul-lahi'l-Baliga) adlı eserinde şunları söyler. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in göğsü yarılarak imanla doldurulmasının misali ona nur doldurmak ve bu nurun, onun ruhuna galebe çalması beşeri tabiat alevlerinin sönmesi ve sema aleminden taşıp gelen tecellilere tâbi olma* sidir. Lâkin Şeyban b. Ferruh rivâyetindeki tafsilata dikkat edilirse anlaşılırki; ehl-i batının bu te'villerine mecal yoktur. Zira hadiseyi gören çocukların Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) 'in süt annesine koşarak «Muhammed Öldürüldü» demeleri sonra onu karşıladıklarında renginin uçtuğunu mülâhaza etmeleri ve nihayet Enes (Radİyallahu anhym:


cBen Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in göğsünde o iğnenin eserini görürdüm demesi bu bâbta hiç bir te'vile imkân bırakmayacak kadar sarih hakikatlardır. Mucizeye imanı olan bir müslümanın bu bâbta tereddüd göstermesi asla caiz olamaz.


Yalnız Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve.octietn) 'in kalbine bir altın kapla iman ve hikmet doldurulması mecazdır. Bundan murâd tasın içinde kemâl-i imanla hikmete sebep olan bir şey'in bulunmasıdır. O şey imanla hikmete sebep olabileceği için mecazen iman yerinde kullanılmıştır. Yani mecazen imanın sebebine iman denilmiştir.


Harme1e hadisinde zikri geçen karaltılar Âdem oğullarının ruhları diye tefsir edilmiştir. Vakıa kâfir ruhlarının «siccin» de olacağını mü'min ruhlannınsa cennette sefa süreceğini bildiren sahih haberler va-rid olmuştur. Binaenaleyh nasıl olurda kâfirlerin ruhları Hz. Âdem (Aleyhİsselâm) 'in yanında bulunabilir? Şeklinde bir sual hatıra gelebilirse-de zaman zaman bütün ruhların Âdem (Aleyhİsselâm) 'a arz olunması Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem)'in böyle arz esnasında oradan geçmiş bulunması ihtimal dahilinde olduğu gibi cennetliklerle cehennemliklerin daimi şekilde değilde bazan yerlerine girmeleri sair vakitlerde Hz. Âdem'in etrafında bulunmaları da muhtemeldir. Hatta üçüncü bir ihtimal olmak üzere cennetin Âdem (Aleyhİsselâm) 'm sağında cehennemin de solunda bulunması caizdir. Âdem (Aleyhİsselâm) 'm sağ tarafına baktığı zaman gülmesi zürriyetinin iyi hallerde olmalarına sevindiği için sol tarafına bakıp ağlaması da yine zürriyetinden bazılarının kötü hallerine acıdığı içindir. Musa (Aleyhİsselâm) 'm ağlaması dahi — Haşa— Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)1! çekemediği için değil onun ümmetine nispetle kendi ümmetinin az olmasıdır. Keza Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) hakkında (çocuk) tabirini kullanması onu tahkir için değil Peygamberimiz (Aleyhisselâtü ve Sellâm)'a ömrü en kısa olduğu halde Teâ1â Hazretlerinin en büyük minnet ve ihsanda bulunduğunu ve onu bütün peygamberlerden şerefli ümmetinin de bütün ümmetlerden üstün ve çok olduğunu gprerek takdir ettiğindendir.


Harme1e 'nin rivayetinde:


ibrahim (Aleyhisselâm) 'm altıncı - semada olduğu bildiriliyor. Buharj 'nin Şerik rivayetinde de Öyledir. Bu iki rivayetten mâda heryerde Hz. ibrahim (Aleyhisselâm) in yedinci katta olduğu zikredilmiştir. Mir'ac müteaddid defalar vâki olmuştur, dersek rivayetler arasında tearuz yoktur. Aksi takdirde yedinci katta rivayetini tercih ederiz.


«Nihayet öyle bir seviyeye çıktım ki, orada kalemlerin hışırtısını işitiyordum.» buyurmuştur.


Ha11abi diyor ki: «Bu ses hükmü 'ilâhî ile vahyi yazarken ve levh-i mahfuzdan A11ah 'm dilediği şeyleri istinsah ederken meleklerin kalemlerinden çıkan sestir.» Kaadî İyâz'da şunları söylüyor: Bu hadis «Resulüllâh (Saltallahü Aleyhi ve Se!lem)'e vahiy ve mikdarlarm Levh-i Mahfuzdan kalemlerle yazıldığının sahih olduğuna imanın vücubu babında ehl-i sünnetin delilidir. Bunların keyfiyetini ancak A11ah bilir. Âyet ve hadislerde nasıl vârid olduysa zahiri üzere inanmak keyfiyyetini Allah'a yahut A11ah 'm bildirdiği zevata havale etmek icap eder. Bu gibi âyet ve hadisleri te'vil edenler ancak düşüncesi, imâm zayıf olanlardır. Çünkü şeriatın getirdiği bu delilleri akli deliller de muhal görmez Allah dilediğini yapar dilediğini hükmeder...» Yine aynı rivayette namazların sayısını indirme hususunda:


«Rabbime müracaat ettim, o da bunların satrını indirdi...» Duyurulmaktadır.


Vakıa şatr kelimesi yarı mânasında kullanılırsa da burada ondan mu-râd yarı değil bir mikdârdır ki Kaadî İyâz 'in beyanına göre bu miktar beşte birdir. Nevevî, Kaadî 'nin beşte birle takdirine bile lüzum görmüyor ve: «Burada şatrdan murâd: yine yarı olup bir kaç defa müracaat sonunda Rabbim yarısını indirdi demektir. Çünkü hadis muhtasardır...> diyor. Harmele rivayetindcki:


«Rabbim... bende söz bir olur; değişmez buyurdu.»


Cümlesi : Karşısında şöyle bir sual hatıra, gelebilir : Namazları elliden beşe indirdi: Bu sözün değişmesi değilimdir?


Cevap : Bu sözün manası teklifler değil verdiğim haberler değişmez; yahud kazay-ı mübrem denilen katı'i hükümler değişmez; Kazay-ı mualr lâk değişebilir demektir. Bu cümle ile «Bundan sonra artık söz değişmez.» manası da kastedilmiş olabilir.


Muhammed b. el Müsenna rivayetinde bahsedilen dört nehir, Buhârî ve diğer sahih kitaplarda beyan edildiği vecihîe Sidretü'l Müntehâ 'nin kökünden çıkmaktadırlar. Bu dört nehrin bâtını olanları Mukati1'in beyanına göre Kevser ile SeI -sebil 'dir. Zahiri olanları ise Ni1 ile Fırat 'tir. Ulemâdan bazılarına göre bu isimler cennet ırmaklarını büyüklük ve lezzet yönünden


Ni1'le Fırat'a benzeterek İstiare edilmiş de olabilir. İsimlerin tevafukundan yani cennette Ni1 ve Fırat isminde iki nehir bulunmasından da ileri gelebilir. Maamafih yeryüzündeki Ni1 ile Fıra t'ın mahiyetini bilmediğimiz Sidret'ül Münteha 'nin dibinden kaynamaları da mümkündür. Allah-u Âlem.


Abd b. Humeyd rivâyetindeki :


«Allah'a mülâki olacağından hiç şüphe etme.» âyet-i kerimesini şahit gösteren Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) değil râviler-den biridir. Katade'nin tefsirine Mücahid, Kelbi ve Süddî gibi bir çok zevat iştirak etmişlerdir. İbni Abbas, Mukatil Zeccac ve diğer müfessirlerin kavline göre ise; âyetin mânası: «Sen Musa'nın Kitaba kavuşacağına hiç şüphe etme.» demektir. Ma'âni ulemâsı da ayni fikirdedirler.


Yine bu hadisin Ahmet b. Hanbel ve Muhammed b. El-Müsennâ rivayetlerinde Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin, Musa ve Yunus (Aleyhisselâm) \ İsrâ gecesinde telbiye ederken gördüğüne işaret buyurulmaktadır. Bu zevatın dünyada olmadıkları halde nasıl Hac ve Telbiye ettikleri suali hatıra gelebilir. Bu suale ulemâ muhtelif cevaplar vermişlerdir:


1) Mezkûr peygamberler şehitler gibi hatta şehidlerden de efdaldir-ler. Şehidlerin ise; Rab'leri nezdinde diri oldukları Nassı Kur'ân ile sabit-' tir. Binaenaleyh bu Hadis-i şerifte vârid olduğu üzere bu peygamberlerin de Hac edip namaz kılmaları ve bu suretle imkânları nisbetinde A11ah'a yaklaşmaları ihtimalden uzak değildir. Çünkü onlar vefat etmiş te olsalar hükmen yine âmel diyarı olan bu dünyada sayılırlar. Dünyanın müddeti bitip de arkasından dâr-i ceza olan âhiret geldiği zaman amel de sona erecektir.


Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) göklerde diğer peygamberleri de ruh ve cesedleriyle görmüştür. Onu istikbâl ve teşrif için ruhları o gece bedenleri şekline girmiş yahûd hakikaten bedenleri kabirlerinden oraya getirilmişdir.


2) Âhiret ameli zikr ve duadan ibarettir. Onların yaptığı da budur.


3) Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu peygamberler hakkındaki rüyasını İsrâ gecesi görmemiştir.


4) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların dünyadaki hallerini görmüştür yani bu zevatın hali hayatta nasıl hac ve telbiye ettikleri ona temsilen gösterilmiştir.


5) Kendilerini görmemiş de olsa; hayatta iken oniann Hac ve Telbiye ettikleri Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vahiy suretile bildirilmiştir.




Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Etmektedir



1) Cibril (Aleyhisselâm) 'm, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)'e gelerek onu göklere çıkarması Resulüllâh (SalUUlahü Aleyhi ve Sellem)'in hak peygamber olduğuna ve başka hiç bir peygambere verilmeyen bir çok şeylerin yalnız ona verildiğine delâlet eder.


2) Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'e vahiy getiren melek Cibril (Aleyhisselâm)'dav,


3) Mi'raç birkaç defa vakî olmuştur.


4) Hadis-i şerif bir yere girerken izin istemeyi ve Dunun adabının kapıyı çalmak olduğunu, keza; «sen kimsin» denildikte (ben) demeyip adını Söylemek lâzım geleceğini beyân etmektedir. Maksat kendini tanıtmaktır. Binaenaleyh kapıyı çalan kimsenin mutlaka kendini tanıtacak şekilde kendi adını; icap ederse babasının ve dedesinin adını söylemesi gerekir. Çünkü yalnız kendi adını söylemek çok defa işe yaramaz o isimde bir çok şahıslar bulunabilir.


5) Semanın hakikaten kapıcısı ve o semaya müvekkel bekçi melekleri vardır.


6) Resulüllâh (SallaUahü Aleyhi ve Sellem), İbrahim (Aleyhisselâm)'m neslindendir. Çünkü Hz. İbrahim ona Salih evlâd diye hitap etmiş diğerleri ise Salih kardeş demişlerdir.


7) Kibir ve gurura müeddi olmayacağını bilmek şartiyle bir kimseyi yüzüne karşı medhetmek caizdir.


8) Babalar evlâtlarına karşı şefkatli olurlar. Ve onların iyi hallerine sevinirler.


9) Şafiîler bu hadisle vitir namazının vacip olmadığına istidlal etmişlerdir. Hanefilere görede hadis vitir namazının vucübuna delâlet etmez fakat vitir namazı bu hadiseden sonra Resulüllâ h (SalUUlahü Aleyhi ve Sellem)'in :


«Allah size bir namaz daha ziyade etti...» hadisti şerifi ile sabit olmuştur. Bundan dolayıdır ki; vitirin derecesi farz kuvvetinde değildir.


10) Hadisin zahiri cennetlik olsun cehennemlik olsun Benî Âdemin ruhlarının semada olduğuna delâlet etmektedir.


11) Cennet ve cehennem halk edilmişlerdir. Hatta İbni Battal: «Bu hadiste cennetin semada olduğuna delil vardır» der.


12) Meleklerin altın tas kullandığına bakarak bazıları Mushaf vesai-renin altın ile yaldızlanmasının caiz olduğuna hüküm vermişlersede bu doğru değildir. Çünkü meleklerin hükmü bizim hükmümüz gibi değildir. Üstelik onlar mükellef de değillerdir. Bununla beraber, o zaman henüz altın ve gümüş isti'mali haram kılınmamıştı.


13) Bazıları bu hadisle ibâdetin teklif edildikten sonra kullar tarafından henüz âmel edilmeden neshedilebileceğine istidlal etmişlerdir.


14) Beş vakit namaz Mi'raçta farz kılınmıştır. İbni Battal: «Ülernâ namazın İsrâ gecesinde farz kılındığı hususunda müttefiktirler» diyor.


15) Mü'minlerin ruhları semaya kaldırılır.


16) Benî Âdemin iyi âmelleri Âdem (Aleyhisselâm) 'ı sevindirir kötü âmelleri ise bizar eder.


17) Gelen misafire hoşbeş etmek ve kendisini güler yüzle karşılamak icap eder.


18) Allah 'in emirleri muhtelif melekler tarafından yazılır. İlim dahi muhtelif kalemler tarafından yazılmak icap eder. Çünkü semâvât âleminde Sünnetullah bu olunca; yerde de kullarının buna ittibâ' etmesi gerekir. A11ah'in kaza buyurduğu malum eceller v.s. tebdil edilmez kullarına merhameten bazı hükümleri Nesh buyurması bundan hariçtir.


19) Hadis-i şerif meleklerin çokluğuna da delildir.




75 - Mesih b. Meryem Île Mesih Decca'lin Zikri Babı



273 - (169) Bize Yahya b. Vahya rivayet etti dedi ki: Nâfi'den, onunda Abdillah b. Ömer'den, onunda Resulüllâh (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) den naklettiği şu hadîsi Malîk'e okudum. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurmuşlar ki:


«Bir gece (rüyamda) kendimi Kabe'nin yanında gördüm : Derken öyle karayağız güzeli bir zat gördüm ki erkeklerden gördüğün karayağızların en güzeli! Kulaklarına inmiş öyle saçları vardı ki gördüğün uzun saçların en güzeli! Onları taramış da (üzerlerinden) su damlıyordu, iki zâta (yahut iki zâffn omuzlarına) dayanarak beyti tavaf ediyordu : Bu kim? diye sordum. Mesih b. Meryem dediler. Sonra birdenbire son derece kıvırcık saçlı, sağ sözü şaşı bir herifle karşılaştım. Zannedersin gözü salkımdan dışarı fırlamış bir üzüm tanesi. Bu kim? diye sordum. Bu da Mesih Deccal'dır dediler.




274 - (...) Bize Muhammed b. tshâk el Müseyyebî [274] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Enes yani İbni lyâd, [275] Musa'dan —ki İbni Ukbecür.— [276], o da Nafi'den rivayet etti demiş ki: Abdullah b. Ömer şöyle dedîs Birgün Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) cemaat arasında Mesih Deccal'i anarak şöyle buyurdular:


«Şüphesiz ki Allah Tebareke ve Teâlâ tek gözlü değildir. Dikkat edin ki Mesih Deccal sağ gözü kor (bir herif) dir. Zannedersin gözü salkımdan fırlamış bir üzüm danesidir.»


«Akşam rüyamda kendimi Kabe'nin yanında gördüm. Bir de baktım erkeklerin karayağız güzellerinden görebileceğin en güzel bir zat! uzun saçları omuzlarını, çalıyor. Saçı taranmış, başından w damlıyor. Ellerini iki zatın omuzlarına koymuş; aralarında Beyti tavaf ediyor. (Oradakilere) Bu kim? dedim. Mesih b. Meryem cevchını verdiler. Onun arkasında gayetle kıvırcık saçlı, sağ gözü kör gördüğün insanların ibni Katan [277]'a en benzeri bir adam! O da etlerini iki adamın omuzlarına koymuş Beyti tavaf ediyor. Bu kim? diye sordum. Bu mesih-i Deccal'dır, dediler.




275 - (...) Bize İbnü Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hanzale, [278], Salim'den [279], o da İbni Ömer'den rivayet etti" ki: Resuîüîlâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):


«Kabe'nin yanında esmer düz saçlı, ellerini iki adamın üzerine koymuş, başından su akan yahut su damlayan bir zat gördüm. Bu kimdir? diye sordum. İsa b. Meryem'dir yahut Mesih b. Meryem'dir, dediler. (Ravi bu sözlerden hangisini söylediğini bilmiyoruz demiş) Onun arkasında da kırmızı, saçı kıvırcık, sağ gözü kör birisini gördüm. Gördüklerim içinde en ziyade İbni Katan'a benzeyen birisi.


— Bu kimdir? diye sordum.


— Mesih-i Deccal'dır diye cevap verdiler.» buyurmuşlar.




276 - (170) Bize Kuteybetu'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize y, [280] Ukayl* [281] den, o da Zühri'den, o da Ebû Selemete'bni Abdur-rahman'dan, o da Cabir b. Abdillâh'tan naklen rivayet etti ki: Resulüllâh


«Kureyş beni tekzib ettiği zaman Hıcr'de ayağa kalktım. Allah bana Beyt-ül Makdis'i tecelli ettirdi. Bunun üzerirfe ona bakarak KureyşIİlere onun alâmetlerini haber vermeye başladım.» buyurmuşlar.




277 - (171) Bana Harmele b. Vahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti dedi" ki: Bana Yunus b. Yezid, İbni Şi hap'tan, o da Salim b. Abdillâlt b. Ömer b. El Hattap'dan, o da babasından naklen haber verdi. Demiş ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ı şöyle buyururken işittim:


«Bir defa ben uyurken kendimi Kabe'yi tavaf ediyor gördüm. Bir de baktım karayağız, salınmış düz saçlı bir zat iki kişinin arasına girmiş, başından su damlıyor yahut su akıyor.


— Bu kimdir? dedim.


— Bu Meryem'in oğludur, dediler.


Sonra ona iltifat etmek için ilerledim, bir de baktım ki, kırmızı benizli, cesim, kıvırcık saçlı, bir gözü kör bir herif, gözü salkımdan uğramış üzüm danesi gibi.


— Bu kim? diye sordum.


— Deccal'dır, dediler.


insanlar içinde ona en ziyade benzeyen ibni Katan'dır.»




278 - (172) Bana Zübeyr b. Harb'da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hu-ceyn b. El Müsenna [282] rivayet etti. Dedi ki): Bize Abdülaziz — ki İbni Ebi Seleme'dir [283] — Abdillah b. Fadıl' [284] dan, o da Ebî Selemete'bni Abdir-rahman'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti, demiş ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:


«Gerçekten kendimi Hicr'da gördüm. Kureyş bana Isrâ seyahatimi soruyordu ezcümle bana Beyt-i Makdis'den tesbit edemediğim bazı şeyler sordular. Bu sebeple o kadar müşkil mevkide kaldım ki, hiç bir zaman bu kadar sıkıİmamıştım. Derken Allah onu bana arzeyledi. Onu görüyordum. (Artık) Bana ne sordularsa kendilerine haber verdim. Bir de kendimi peygamberlerden müteşekkil bir cemaatin içinde gördüm. Baktım ki, Musa kalkmış namaz kılıyor. Düz saçlı, uzunca boylu bir zat zannedersin Şenûe kabilesi erkeklerinden biri. Bir de baktım Isâ b. Meryem (Aleyhh selâm) kalkmış namaz kılıyor. İnsanların ona en ziyade benziyenî Ur-vetü'bnü Mes'ut Es-Sekafi'dir. Baktım İbrahim (Aleyhisselâm) da kalkmış namaz kılıyor. İnsanların ona en ziyade benzeyeni sahibinizdir (yâni benim.} Derken namaz vakti geldi, ben onlara imam. oldum, namazı bİri-rince içlerinden bin :


— Ya Muhammedi Şu zat cehennemin bekçisi Mâlik'dir, Ona selâm ver dedi. Ben ona doğru bakınca o bana selâm verdi.


Bu hadisi Buhârî «Kitab-ul Libas» ile «Kitabu't Ta?bîr» de*tahriç etmiştir. Hadis-i Şerif Mesih b. Meryem ile Mesih-i Decca1'm farklarını bildirmek için vârid olmuştur. Yahya 'nın rivayetinde tasrih edilmemiş olsa da ondan sonraki Muhammed b. İshâk rivayetinden anlaşılıyor ki Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) îsâ (Aleyhisselâm) ile Deccal'ı rüyasında Kâbe 'yi tavaf ederlerken görmüşlerdir. Nevevî 'nin beyanına göre; Beytullah'a Kabe ismi verilmesi yüksek ve aort Jcöşe olduğu içindir. Araplar dört köşeli olan her eve Kabe derler.


Limme: Kulakların yumuşağına kadar salınan saç demektir. Omuzlara kadar inen saçlara cümme derler. Hadiste


«İki zata yahut İki zatın omuzlarına dayanarak» denilmesi râvd şekk ettiği içindir.


«Üzerlerinden su damlıyordu» ibaresi hakkında Kaadî Iyaz şunları söylüyor: «Bu ibareden zahiri mâna yani saçlarını yeni taradığı için üzerlerinden henüz su damlıyordu mânası kasdedümiş olabilir. Fakat bence bundan murâd İsâ (Aleyhisselâm)'m yüzünün parlaklığı ve güzelliğidir. İbare onun güzelliği için istiare edilmiştir» Kaadî Bâcî, ise zahiri mânayı tercih etmiştir. İsâ (Aleyhisselâm) in tavafı hakkında yine Kaadî İyâz şöyle diyor: «Eğer Resulüllâh (Sallalkthü Aleyhi 'e Selîem) 'in Hz. İsâ 'y1 görüşü rüya değil de hakikatse onun bu tavafı hakikattir. Çünkü İsâ (Aleyhisselâm) ölmemiştir. İbni Ömer'in rivayetinde bizzat İbni Ömer 'in tenbih ettiği gibi rüyada görmüşse bu da bir ihtimaldir. Decca1'in Kabe'yi tavafıda rüya halinde olduğuna hamledilir. Çünkü Deccal'm Mekke ve Medine 'ye girmiyeceği Sahîh hadiste vârid olmuştur. Bununla beraber Ma1îk 'in rivayetinde Decca1 'in tavafından bahsedilmemiştir. Şöyle de denilebilir. Deccal'm Medine 'ye girmesinin haram kılınması fitne çıkardığı zamana mahsustur. Allahu Alem.»


Mesih meselesine gelince: Mesih hem İsa (Aleyhisselâm)m hemde Decca1'm sıfatıdır. İsâ (Aleyhisselâm) 'a niçin Mesih denildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Vahidi 'nin nakline göre; Ebû Übeyd ile Leys bu kelimenin esas itibari ile* İbranî olduğunu İbranî 'de mesihâ şeklinde telâffuz edildiğini Arapların onu biraz değiştirerek Mesih şeklinde telâffuz ettiklerini, nitekim Musa 'nın da aslı İbranîde Musa yahut Mişâ olup Arapların Musa dediklerini söylemişlerdir. Bu takdirde kelime müştak değil cârnid bir isimdir. Fakat yine Vahidinin beyanına göre ekseri ulemâ bu kelimenin müştak olduğuna kaildirler, Cumhurun kavlide budur. Fakat hangi kelimeden müştak olduğu ihtilaflıdır. İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) 'dan. rivayet edildiğine göre; tnesihden müştaktır. Çünkü İsâ (Aleyhisselâm) hangi hastaya dokunsa; o hasta iyileşirdi. İbnu'l A'râbî ile diğer bazı ulemâya göre Mesih: Sıddık demektir. Bazıları Hz. 1sâ 'nın ayakları dümdüz olup çukurları bulunmadığı için kendisine Mesih denildiğini diğer bazıları Zekeriyya (Aleyhisselâm) ona eliyle dokunduğu için kendisine bu isim verildiğini söylemişlerdir. Yeryüzünde Mesh ettiği yani seyahatta bulunduğu için Mesih denildiğini iddia edenler bulunduğu gibi doğarken vücudu yağla kaplı bulunduğu için kendisine bu isim verildiğini söyleyenlerde vardır. Aynî Hz. İsâ'ya niçin Mesih denildiği hususunda yirmi üç kavil bulunduğunu ve bunları bir eserinde topladığını bildiriyor. Kamus sahibi bu kavilleri elliye çıkarmıştır. Rağıp : Müfredatında şöyle demektedir. «Mesh: As-îmda bir şey üzerine elini sürmek ve bir şeyden eseri gidermektir.>


Deccal'a Mesih denilmesi bazılarına göre gözü silik yani dümdüz olduğu içindir. Diğer bazılarına göre; gözü kör olduğu için Mesih denilmiştir. Zira bir gözü kör olanlara mesih derler. «Deccal çıktığı zaman yeryüzünü dolaşacağı için ona bu isim verilmiştir.» diyenler bulunduğu gibi daha başka sebepler gösterenlerde olmuştur Aynî, Deccal'a Mesih denilmesi hususunda beş, Deccal denilmesi hususunda on kavil bulunduğunu ve bunJprı «Zeynü'l-Mecalis» namındaki kitabında birer birer saydığını söyler


Kaadî İyâz diyor ki: «İsa [/iieyhisselâm) hakkında kulla" nılan Mesih kelimesinin Mesih şeklinde okunacağı hususundu ravilerden hiç birinin hilafı yoktur. Fakat bu kelimenin Deccal hakkında ne şekilde okunacağı ihtilaflıdır. Ekseri ulemâya göre İsâ (Aleyhisselâm) hakkında nasıl okunursa Deccal hakkında da öyle okunur. Lafız itibari ile aralarında fark yoktur. Yalnız İsâ (Aleyhisselâm) Mesih-i Hidâyet, Deccal ise, Mesih-i Dalâlet 'tir. Bazı râviler bu kelimeyi Deccal hakkında «Missih» şeklinde rivayet etmişlerdir. Bu takdirde kelime noktalı ha ile yazılır. Bir takımları da Misîh şeklinde rivayet etmişlerdir. Allah-u A'lem»


Hadis-i şerifte Deccal hakkında Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Ca'd, Katat» tabirlerini kullanmıştır. Meşhur olan rivayet buysada Kaadî İyâz, Katat kelimesinin katıt şeklinde de rivayet edildiğini söyler. Bunun mânası saçı fazla kıvırcık demektir. Herevî 'nin beyanına göre Ca'd kelimesi erkekler hakkında hem medih hem de zem için kullanılır. Zemm için kullanılırsa biri kısa ve mütereddit diğeri de bahil ve cimri mânasına olmak üzere iki şekilde kullanılır. Araplar «câ'du'I-Yedeyn» ve «Ca'dü'l-Esâbi'» derler. Bunlardan cimri mâna-sinı kastederler. Bu kelime medih hususunda kullanıldığı zaman dahi iki mânaya gelir. Biri Ahlâkî şiddetli, diğeri saçları kıvırcık demektir. Kıvırcık saçın medih sayılması düz saç acemlere yani arap olmayan milletlere mahsus olduğundandır. Kaadî İyâz diyor ki: «Herevi'den başkalarına göre Ca'd Deccal hakkında zem, İsâ (Aleyhisselâm), hakkında ise medih sıfatıdır.»


Hadis-i şerifte zikri geçen tâfiye kelimesi hemze ile «tâfie» şeklindede rivayet olunmuştur. Bu takdirde mâna; gözünün nuru gitmiş, kör olmuş demektir. Tâfiye şeklinde okunduğuna göre ise; gözü fırlamış anadan uğramış manasınadır.


Kaadî îyâz (Rahimehullah) : «Bize bu kelime ekseri üstadları-rruzdan hemzesiz olarak rivayet edilmiştir. Ekserisinin sahih gördüğü rivayette budur. Ahfeş 'te buna zahib olmuştur. Mânası: Decca1 'm gözü iri üzüm danesinin diğer üzüm daneleri arasından dışarıya taştığı gibi çıkmış anadan uğramış demektir. Mezkûr kelimeyi üstadlanmızdan ba" zıiarı hemze İle zapdetmişsede diğerleri bunu kabul etmemiştir. Fakat kabul etmemeğe bir sebep yoktur. Çünkü hadis-i şerifte Decca1 'in silik gözlü olduğu, gözünün çukur veya çıkık değil sönük olduğu yani kör olduğu tavsif buyurulmuştur. İşte suyu akan bir üzüm danesinin sıfatıda budur. Bu tavsif, kelimenin hemze ile okunmasının doğru olduğunu gösterir.» diyor.


Decca1'm bu rivayette sağ gözünün, başka bir rivayette sol gözünün kör olduğu bildirilmesi her iki gözünün sakatlığmdandır. Çünkü Araplar sakat olan her şeye bahusus sakat göze a'ver derler. Decca1'in İki gözüde sakattır. Biri tamamiyle kor diğeri anadan uğramış çıkıktır. Sakat bir kimse Allahlik dâvasında bulunursa yalancı olduğunu her kes anlar.


Hadisin Muhammed b. İshâk rivayetinde: «Şüphesiz ki Allah Tebareke ve Teâlâ tek gözlü değildir. Dikkat edin ki Mesih Deccal sağ gözü kör (bîr herif) dür.» buyurulmaktadır.


Bundan murâd : Allah Teâlâ bütün noksanlıklardan ve yaratılmaktan münezzehdir. Decca1 'sa hem mahlûk nemde sakattır. Binaenaleyh bunu böyle bilmeniz ve başkalarına da böyle öğretmeniz icap eder.


Tâki halk Decca1'm verdiği hayal ve kuruntulara ve onun fitnelerine aldanmasın demektir.


Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Se!lem)'e Beyt-i Makdîs'in gösterilmesi iki suretle olabilir. Ya onu görebileceği bir yere götürülmüş; sonra tekrar yerine iade edilmişdir. Yahud Beyt-i Makdîs'in misâli gözünün önüne getirilmişdir. Birinci ihtimal daha kuvvetli görülmüştür. Çünkü mu'cize hakkında daha beliğdir. Bir anda Be1kis'in tahtını Hz. Sü1eyman'a getiren Allahü Azimüşsan şüphesiz ki buna da kadirdir.


Hadisin Züheyr b. Harb rivayetinde:


«Baktım ki Musa kalkmış namaz kılıyor. .» buyrulmuştur. Semâdaki peygamberlerin Haccedip namaz kılmalarından muradın ne olduğu az yukarıda geçen İsrâ hadisinde görülmüştü. Burada Kaadî-İyâz Şunları söylüyor:


«Peygamber (SattaUahü Aleyhi ve Sellem) Beyt-i Makdis'te peygamberlere namaz kıldırdığı ve mertebelerine göre göklerde gördüğü zevat kendisine selâm vererek hoşbeşte bulundukları halde acaba Musa(Aleyhtsselâm)\ kabrinde namaz kılarken nasıl gördü? denilirse, bunun cevabı şudur. İhtimâlki Musa (Aleyhisselâm) 'ı Kesîb-i Ahmer yanındaki kabrinde görmesi göklere çıkmazdan evvel Beyt-i Makdis yolunda olmuş sonra Musa (Aleyhisselâm) ondan önce semâya çıkmıştıc. Yahut peygamberlerle bir araya gelerek namaz kıldırması ve Hz. Musa'yi görmesi Sidretü'l-Münteha' dan döndükten sonra vuku bulmuştur...» Fakat Übbî bu son cevabı beğenmemiştir.


Muhakkaktır ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellerç)ym İsra ge-gecesi peygamberleri görmesi biri Kudüs'de diğeri göklerde olmak üzere iki defa vâkî olmuşdur. Kudüs'de Peygamberlere kıldırdığı namaz ya ta-hiyye namazı yahud hassaten Mi'rac namazıdır. Bu namazın göklerden indikten sonra kılınmış olması ihtimal ise de çıkmadan kılınması ihtimâli daha kuvvetli görülmüştür.


Yine Übbî: «Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Deccal'i İbnî Katan'a benzetmesi İbnî Katan hakkında zemm değildir. Maamafih Buhârî'de İbnî Katan'in kâfir olduğu zikredilmektedir. Binaenaleyh zemm olsada bir şey lâzım gelmez. Çünkü kâfirin zemmî mubahtır.» diyor.


Kuteybetu'bnü Sa'id rivayetinde zikri geçen Hıcr'den murâd Hatım'dir. Hatim, Kabe 'nin dışında bırakılan ve yarım daire şeklinde alçak bir duvarla çevrilen kısımdır. Vaktiyle Kabe inşa edilirken malzeme kifayet etmemiş onun için bu kısım dışarda bırakılmıştır. Fakat hükmen Kabe 'nin içinden sayıldığından tavaf Hâtim'in dışından yapılır.


Gerek Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gerekse İsâ (AleyhisselâmTm iki kişinin omuzlarına dayanarak tavaf etmeleriyle bilis-tidlâl bazıları bir şeye binerek tavaf etmeyi caiz görmüşlersede ulemâ Özürsüz olanlara bunu mekruh görmüştür. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'in başkasının yardımı ile tavaf etmesi bir özüre mebni idi. Yahut insanlara görünerek hac ibadetlerini öğretmek için binek üzerinde ta-i/af etmişti. İsâ (Aleyhisselâm) 'in tavafı da Özre mebni idi. Yahut bir rüyadan.ibaretti. Birde onun şeriatı bizim şeriatımızdan başka idi. Bize onun şeriatına tabi olmak vacip değildir.




76 - Sidretü'l-Münteha Hakkında Bir Bap



279 - (173) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Üsârae rivayet etti. (Dedi ki): Bize Malik b. Migvel rivayet etti. H.


Bize İbırî Nümeyr ile Züheyr b. Harb da hep birden Abdullah b. NÜ-meyr'den rivayet ettiler lâfızları birbirine yakındır. İbni Nümeyr dedi ki: Bize babam rivayet etti (Dedi ki): Bize Malik b. Miğvel, Zübeyr b. Adİy'-den, [285] o da Talha'dan, [286] o d^ Mürra'dan, [287] o da Abdullah'tan [288] naklen rivayet etti.


Abdullah şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) göklere çıkarıldığı gece Sidretü'I-Müntehaya götürüldü. Sidre altıncı semâdadır. Yer yüzüaden semâya çıkarılan onda nihayet bulur ve sonra ondan alınır. Onun yukarısından inen şeyler de onda karar kılar sonra ondan alınır. (Abdullah burada) o dem ki:


«S id reyi Allah'ın azamet ve celâli (toplayabildiğine kaplıyordu.» Âyetini okumuş ve onu altından pervaneler diye tefsir etmiştir. Sonra (rivayetine devamla): Resulüllâh (SaUaiîahü Aleyhi ve Seliem) 'e (orada) üç şey verilmiştir.


1) Beş vakit namaz verilmiştir.


2) Bakara sûresinin son âyetleri verilmiştir.


3) Ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların büyük günahları mağfiret olunmuştur.» demiş.




280 - (174) Bana Ebur-Râbî' Ez-Zehranî [289] de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abbad — ki İbni'l-Avvam, [290] dır — rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şeybanî [291] rivayet etti dedi ki: Zirr b. Hubeyş'e [292] Allah Azze ve Cel-le'nin :


«İki yay arası kadar veya daha yakın oldu.» Âyet-i kerimesinin mânasını sordum (cevaben) «Bana İbni Mes'ut Peygamher(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in Cibril'i gördüğünü onun altı yüz kanadı bulunduğunu haber verdi» dedi.




281 - (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b.. Gıyâs, Şeybani'den, o da Zirr'dan, o da Abdullah'tan naklen rivayet etti. Abdullah demiş ki:


«Onun gördüğünü kalp yalanlamadı.» âyetinin mânâsı Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Cibril (Ateyhisselâm)'ı görmüştür. Cibril'in altıyüz kanadı vardır, demektir.




282 - (...) Bize Ubeydullah b. Mu'az el Amberi rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti dedi ki: Bize Şube, Süleyman eş-Şeybani'den rivayet etti, o da Zirr b. Hubeyş'den, o da Abdullah'tan dinlemiş. Abdullah:


«Yemin olsun ki, o Rabbinin en büyük âyetlerinden bazılarını görmüştür.» âyet-i kerimesi hakkında Resulüllâh Aleyhi ve Seİlem) Cibrili altı yüz kanadı olduğu halde kendi suretinde görmüştür demiş.


Bu hadisin bütün asıl nüshalarında Sidre-i Münteha'nın altıncı semâda olduğu rivayet edilmektedir. Halbuki İsrâ hadisinin Enes rivayetlerinde onun yedinci katta olduğunu görmüştük. Kaadî îyâz o rivayetin esah olduğunu söyledikten sonra: «Ekseri ulemânın kavli de budur. Münteha ismi verilmeside bunu iktiza eder» diyor. Nevevî : Bu rivayetlerin arasını cem etmeye çalışmış ve: «Sidreniri kökü altıncı katta büyük bir kısmı da yedinci katta olabilir. Çünkü onun son derece büyük olduğu malûmdur. Hali \(RahimehuUah)\ «Bu ağaç yedinci kattadır. Bütün semâvatı ve cenneti gölgelendirir, demiştir.» şeklinde mütealaâ yürütmüştür.


Sidre-i Münteha hakkında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır «Hak dini Kur'ân dili» tefsirinde aşağıdaki malûmatı vermektedir.


Münteha: İsmi mekân ve masdar-ı mimi olabileceğine göre nihayet sidresi veya son haddin sidresi mefumunu ifâde eder bir isim olmuştur. Sidre, yukarılarda da geçtiği üzre bir ağaçtır. Kamus tercümesinde: «Sidr» sinin kesri ve daim sükûnu ile şecere-i nebk ismi dir ki Arabistan kirazı tabir olunur. Trabzon hurması o nevidendir. Müfredi Şiiredir. Cem'i siderât ve sidirât ve sider ve südür gelir ve şecere-i mezbur iki gûnâ olur. Biri Büstânî'dir ki yemişi hoş olup yaprağı ile de gaslolunur. Birisi berridir, ki yemişi kekre olur. Ve ikisininde gölgesi begayet koyu ve. lâtif ve hafif olur,» denilmiştir.


Bu maddede bir hayret mânası da vardır. Seder ve sederât göz kamaşmak ve hayran olmak demektir. Bundan bina-i nev'i olduğu zamanda bir nevi tahayyur ifade eder müfessirin Sidre-i müntehâyı her iki mânaya işaret ederek tefsir etmişlerdir.


1 - Sidre-i Münteha arşın sağından yedinci semâda bir hadiste de altıncı semâda bir nebk ağacıdır ki; müttekilere mev'ûd olan cennetteki nehirler (Sure-i Muhammed) onun altından kaynar. Hz. Peygamber 'den bunun vasfında meyveleri Kılâl-i Hecer [293] ve yaprakları âzan-i fiyele [294] gibi: «bir şecere ki rakip [295] gölgesinde yetmiş sene gitse kat edemez. Bir yaprağı ümmetin hepsini örter», «bir şecereki Râkib gölgesinde yüz sene gider katedemez ve bir yaprağı bir ümmet bü-rür» gibi haberler nakledilmiştir. Bunda bütün âlern-i halkın ecrâm ve eb'âdı ile Müntehâyı teşekkülâtı, âlem-i Emir hududuna çükilmiş bir ağaç, bir şecere-i kevn olarak gösterilmiş görünür İbni Mes'ud'den de


«Sidre-i Münteha cennetin uçlorındandır. Üzerinde Sündüs ve Isteb-rak'in etekleri vardır.» diye rivayet edilmiş olmakla Keşşefta :


«Galiba bu ağaç cennetin ucunda ve sonunda olacaktır denilmiştir.»


İbni Abbas ve Kâ'b 'dan nakledildiğine göre; Sidre-i Münteha arşın altında bir sidredir ki; gerek melek ve gerek Nebiy ve gerek sair mahlûkattan her âlimin ilmi nihayet ona müntehi olur. Ondan ötesi gaybdır. Allah 'tan başkası bilmez. Yahut Dahhak 'tan rivayet olduğu üzere emri ilâhiden her şey ona müntehi olur. Ondan ileri geçemez. Hep bu kaviller Münteha denilmesinin vechini beyan gibidir.


2 - Fahr-i Râzi 'nin birinciden sonra kaydettiği bir kavle göre de; sidre «Râkib» den rikbe gibi binâ-i merre olarak Sidre-i münteha hayret-i kusvâ son derece hayret demektir. Yani akılların hayrette kaldığı, daha fevkinde hayret tasavvur edilemiyecek vecihle son derecede hayrette kaldığı makamda Hz. Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve SeÜem) hayrette kalmadı, şaşmadı, kaybetmedi, gördüğünü gördü. Maamafih yine Râzî' derki: Sahih olan evvelki vecihtir...» [296]


«Ebû Bekr hadisinde geçen


«Altından pervaneler» yerine bazı rivayetlerde «


«Altından çekirgeler» denilmiştir. Burada her iki rivayetten maksad


Sidre-i Müntehâyı kaplayan tecelliyatın sayılmayacak derecedeki güzelliği ve çokluğudur.


Ayni rivayette geçen «Mukhimat» in mânası inşam helak eden ve cehenneme sürükleyen büyük günahtır. Hadisin bu cümlesinden murâd o ümmetten olup şirl^ koşmadan ölenlerin büyük günahlarının affedilme-sidir. Nevevî 'nin beyanına göre affetmek hiç azap etmemek değildir. Çünkü şer'i delillerle ve icma'ı ümmetle sabit olmuştur ki; bazı âsi mü'minler azap göreceklerdir. Maamafih bu cümleden husus kasdedilmiş olmak ta muhtemeldir. Yani bu ümmetin bazı fertlerine azap yüzü göstermeden büyük günahları affolunacaktır. Allah-u Alem


Ebur-Rabî ' rivayetinde Hz. Abdullah b. Mes'ud


âyet-i kerimesini Resulüllâh {Sallalkzhü Aleyhi ve Sellem) , Cibri1'i altı yüz kanadı ile yani kendi şekli ile gördü diye tefsir etmiştir. Bu bâbta yine E1ma1ı1ı merhum şu malûmatı vermektedir.


«Kavs malûm ki; yay demektir Kaâb da yayın kabzası ile giriş mahallinden iki köşe aralığına denir ki; bir yayda iki Kaâb bulunur. Bu mâna ile bazıları kalb tariki ile bir kavsin iki kaâbı demek olabileceğini söylemişlerdir. Yani kabzası ile kirişi arasına da kaâb denilebildiği söylenmiştir. Mızrak: Rumh, değnek: savt, arşın: zira', kol, boy, kulaç: Bâ, adım' Hat ve, karış: Sibr, şerre, Fitr, parmak: isb'i uzunluk ölçüsü olarak kullanılmış olduğu gibi kavs te öyle bir uzunluk mikyası olarak kullanılmıştır. Hicaz lügatinde kavs arşın mânasına geldiği ve İbnî Abbas 'dan burada bu mânaya olduğu da söylenmiştir. Buna göre «iki kavsin kaâbı» iki arşın kadar demek gibi olmuş oluyor. Lâkin burada, daha güzel bir mâna nakledilmiştir. Şöyleki:


Araplar cahiliyetinde bir ittifak için andlaşacakları zaman iki yay çıkarır birini diğerinin üzerine koyarak ikisinin kaâbını birleştirir sonra ikisini beraber çekip onlarla bir ok atarlar: Bu onların her birinin rızası diğerinin rızası, gadabı diğerinin gadabı olup hilafı mümkün olmayacak vecihle ahidleştiklerini işaret olurdu. Bu mânada kaâb mikdar mânasına değil iki kavsin birlik manzarasını gösteren kabza ile kiriş arası oluyor.


Görülüyor ki bu mâna hem o birinden daha ziyade bir yakınlık tasvir ediyor hemde manevi bir kurbe işaret ediyor...» [297]


Binaenaleyh İbni Mes'ut' (Radiyallahu anh) *ın tefsirine göre âyet-i kerimenin toplu mânası şöyle oluyor: «Cibril (Aleyhisselâm) o yüksek ufuktan Resulü Ekrem (Saikılîahü A ieyhİ ve Sellem) 'e doğru öyle yaklaştı ve sarktı ki aralarında ancak üst üste konmuş iki yayın biribirlerine olan mesafesi kadar yahut daha yakın bir mesafe hasıl oldu.» Bittabi bu âyet-i kerimeyle manevi yaklaşmaya işaret buyrulmuştur. Bu âyet-i kerimeye daha başka türlü mâna verenlerde vardır.


Müslim'in EbûBekr rivayetinde (281 ci hadis) Abdullah b. Mes'ut:


«Gönül gördüğünü tekzip etmedi.» âyetini : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cibri1'i görmüştür» şeklinde tefsir etmiştir ki; bu onun mezhebidir. Cumhuru müfessirine göre ise âyetten mu-râd Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in rabbini görmesidir. A11ah'ı gördü diyenlerden bazıları kalbi ile gördüğüne diğerleri gözü ile gördüğüne kaildirler. Enes (Radiyallahu anh) ile îktime Hasen ve Rebi'in mezhebi budur.


Ubeydullah b. Muaz rivayetinde İbni Mes'ut Hazretlerinin:


«Yemin olsun ki, o Rabbinin en büyük âyetlerinden bazılarını görmüştür.» âyet-i kerimesini yine: «Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cibri1 'i kendi sureti ile altı yüz kanatlı olarak görmüştür,»


diye tefsir etmiştir. Büyük âyetlerden birinin Cibril (Aleyhisselâm) olduğunda şüphe yoksada tamamının ne olduğunu bilmeye bizim için imkân yoktur. İbni Mes'ud'un bu kavli ekseri Selefin mezhebidir. Dahhak 'a göre bu büyük âyetlerden murâd Sidretu'l-Münteha'dir. Bazıları Refref olduğunu söylemişlerdir.


Bakare sûresinin Son âyetlerinden murad : O âyetlerin mânâ Ve medlulleridir. Yoksa Bakare Suresi Medinede inmiş, Mi'rac ise Mekke'de vâki olmuşdur. MaamafihMi'râc gecesi vasıtasız, bilâhare Cibril va-sıtasıyle inmiş olması da mümkündür. Bakara Suresi'nin son âyetleri. Allahın bu Ümmete olan rahmetini, onlara hafif emirler teklif buyurduğunu günahlarını afv ve%endilerini kâfirleri karşı muzaffer kıldığım beyan etmektedir.




77 - Allah Azze ve Celle'nin : «Yemin Olsun ki, Onu Bir Başka İnişte de Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Babı



283 - (175) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet ett. (Dedi ki): Bize Ali b* Müshir, Abdulmelik' [298] ten, o da Âtâ'dan, o da Ebû Hüreyre'den rivayet etti. Ebû Hüreyre:


«Yemin olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyet-i kerimesi hak-kında «O Cibril-i gördü» demiştir.




284 - (176) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs' [299] Abdulmelik'ten, o da Âtâ'dan, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet ettiki İbni Abbas:


«Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Seîiem) onu kalbi ile gördü» demiş.




285 - (...) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Sa'id el-Eşecc hep birden Veki'den rivayet ettiler. Eşecc dedi ki: Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize A'meş, Ziyad b. Husayn Ebu Cehme'den, [300] o da Ebu'l-Âli-ye'den, [301] o da İbni Abbas'tan naklen rivayet etti ki İbni Abbas :


«Onun gördüğünü gönül yalanlamadı, yemin olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyetleri hakkında onu kalbi ile iki defa gördü demiştir.




286 - (...) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs.b. Gıyâs A'meş'ten rivayet etti. A'meş: Bize Ebû Cebine bu isnadla rivayet etti demiş.




287 - (177) Bana Zuheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. İbrahim Davud'tan [302], o da Şa'bi'den, o da Mesruk'tan [303] naklen rivayet etti. Mesruk şöyle demiş: Hz. Âîşe'nin yanında dayanmış oturuyordum. Bana dedi ki:


— Ya Ebâ Âişe: [304] Üç şey vardır, ki her kim onlardan birini söylerse Allah'ın Resulüne büyük iftira atmış olur. Ben :


— Nedir onlar? dedim.


1 - «Herkim Muhammed (âatialtohü Aleyhi ve Seîiem) 'in rabbini gördüğünü söylerse Allah'ın Resulüne büyük iftira atmış olur» dedi. Ben dayanmış vizayette idim. Hemen oturarak;


— Ya Ümmel mü'minin! Bana müsade buyur acele etme Allah Azze ve Celle:


«Yemin olsun ki, peygamber onu apaçık ufukta gördü.» «Yemin olsun ki, onu başka bir İnişte de gördü.» hnvurmadımı? dedim. &\şe(Radtyallahu Anhâ):


— Bu ümmetten bu meseleyi ResulüHâhf.Wfa7fa/z« Aleyhi ve Sellemfe ilk soran benim. Resulü Ekrem


— «O ancak Cibril'dir. Ben onu şu iki defadan başka halk edildiği şekilde görmedim. Onu semadan inerken vücudunun büyüklüğü yer ile gök arasını kaplamış olarak gördüm.» (Radıyaîiahu Anhâ)hxıyvntiLv\vr. Aişe


(sözüne devamla):


— Hem sen Allah'ın (kendisi hakkında):


«Onu gözler idrak edemez ama o gözleri idrak eder. O lâtiftir, ha-birdir.» buyurduğunu işitmedinmi (yine) Teâlâ Hazretlerinin:


«Hiç bir insan için imkân yoktur ki, Allah onunla ya vahiy ile ye perde arkasından, yahut kendisine bir Resul göndererek onun izniyle, onuiı dilediğini vahiy buyurması şekillerinden başka bir suretle konuşmuş olsun. Çünkü Allah en yüksek ve en hakimdir.» buyurduğunu duymadın mı?


2 - «Her kim Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah'ın kitabından bir şey gizledi derse Allah'ın Resulüne büyük iftira atmış olur. Halbuki Allah:


«Ey Resul! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yap-mnTsan Allah'ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın.» buyurmaktadır.


3 - «Her kim kendinin yarın olacak şeyleri haber verdiğini söylerse muhakkak Allah'a en büyük iftirada bulunmuştur. Halbuki Allah:


«De ki, göklerde ve yerlerde olanlar gaibi bilmezler. Ancak Allah bilir.» buyuruyor dedi.




288 - (...)Bize Muhammed b. el-Müsenna da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdulvehhab rivayet etti. (Dedi ki): Bize Davud bu isnadla İbni' Uleyye hadisi gibi rivayette bulundu, o sunuda ziyade eyledi; Âişe dedi ki:


— Eğer Muhammed (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) kendisine indirilen den bir şey gizliyecek olsaydı şu âyeti gizlerdi:


«Hanı sen Allah'ın kendisine nimet verdiği, -senin de lurf-u ihsanda bulunduğun zata! Sen zevceni nikâhında tut, Allah'tan da kork diyordun da Allah'ın meydana çıkaracağı şeyi içinde gizliyor. Allah kendisinden korkmana daha lâyık olduğu halde insanlardan korkuyordun...» [305]




289 - (...) Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam rivayet etti. Dedi ki: Bize İsmail, Şâbi'den, o da Mesruk'tan naklen rivayet etti. Mesruk şöyle demiş: Âişe (Radıyaîiahu Anhâ) 'ya:


— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü? diye sordum.


— Sübhanallah! Vallahi bu söylediğinden tüylerim ürperdi dedi... râvî hadîsi olduğu gibi anlattı. Ama Davud'un hadisi daha tamam ve daha uzundur.




290 - (...) Bize yine İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsarne [306] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Zekeriyya [307] İbni Eşva'dan, [308] o da Âmir'den, o da Mesruk'tan naklen rivayet etti. Mesruk şöyle demiş: Âişe'ye: O halde.


«Sonra yaklaştı da : "Sarktı iki yay kadar yahut daha yakın oldu ve Allah kuluna vahyettiğini etti" âyetleri ne hakkındadır? diye sordum.


— Bu ancak Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellemydir. Cibril ona erkekliler suretinde gelirdi. Bu defasında ise asıl kendi sureti olan şekilde gelmiş ve semânın ufkunu kaplamıştır» dedi.


Mesruktan rivayet edilen Hz. Âişe hadisini Buhârî «Ki-tabu't-Tefsir» ile «Kitabu't Tevhid» de Tirmizi ile Nesaî de «Kitâbu't-Tefsir» de tahriç etmişlerdir. Görülüyor ki; bu babın ilk rivayetini teşkil eden (283) numaralı hadiste Ebû Hûreyre (Radlyaliahu anh) «Yemin olsun ki, onu diğer bir inişte de gördü.» âyet-i kerimesini Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Seîîem), Cibri1'i gördü şeklinde tefsir etmektedir. Ekseri ulemânın kavlide budur. Vahidi 'nin beyanına göre; Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem), Cibril (Aleyhisselâm)'ı kendi şekil ve sureti ile görmüştür. Ibni Abbas (Radtyallahu ctfih) ise Âyei-i kerimeyi: «Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü» diye tefsir eylemiştir. Bu takdirde âyetteki diğer inişten murâd Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in inişidir. Filvaki Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) o gece namazların adedini indirmek niyazı ile Teâ1â Hazretleri ile konuştuğu yere bir kaç defa çıkmıştı. Oradan dönerek Musa (Aleyhisselâm)'a gelmesine iniş denilir.


285 numaralı hadiste İbni Abbas:


«Yemin olsun kİ, onu bir başka inişte de gördü.» âyetini Peygamber kalbi ile gördü diye tefsir etmiştir. Ulemâ bu âyetin mânasında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre; Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem), A11ah'ı kalbi ile görmüş diğerlerine göre ise gözü ile görmüştür.


Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ) hadisine gelince Âişe (Radıyallahu Anhâ) rü'yet meselesini kabul etmemektedir. Biz ulemânın bu baptaki kavillerini nakletmezden önce kelâm ilminin ~rü'yetullah meselesi hakkında beyanatını arz etmek isteriz.


Kelâm ilmine göre mü'minler cennette Allah'ı görecekler; Onlar için cennette en büyük nimet ve lezzette bu olacaktır. Dünyada A11ah’m görülüp görülemiyeceği meselesi de ihtilaflıdır. Allah'ı görmek aklen caiz, naklen sabittir. Aklen caiz olmasından murâd görülmesinin imkânsız olduğuna delil bulunmamasıdır. Çünkü rü'yetullahı inkâr edenler onun imkânsız olduğuna şimdiye kadar bir delil getirememişlerdir. Bu da bu bâbta vârid olan şer-i delilleri zahiri mânaları üzere bırakmaya kâfidir. Bir delil ancak aklen muhal olduğu zaman tevil edilir. Aklen müstehil olmadığı zaman o delili zahiri mânası üzere bırakmak vacib olur. Burada Allah'ı görmenin imkânsız olduğuna bir delil bulunmaması şer*i delilleri zârihî mânaları üzere bırakmaya kâfidir. Nitekim A11ah 'm işitmesi görmesi gibi sıfatları ile haşir - neşir, cennet, cehennem, sırat ve mizan gibi nakli delillerle sabit olan itikadı meselelerin mümkün oldukları başka bir akli delille ispata hacet kalmaksızın sırf imkânsız olduğuna delâlet edecek bir delil bulunmadığı için o bâbtaki şer'i delilleri hiç teVil edilmeden zahiri mânaları ile ispat edilmişlerdir. Bu deliller.


«O gün bir takım yüzler pırtı pmı parlayacak, Kablenne bakacaklardır.» Âyet-i kerimesi ile


«Bedir halinde ayı nasıl görüyorsanız Robbinizi de öyle göreceksiniz...» Hadis-i Şerifi ve icmâ'i ümmettir. Mezkûr hadis eshab-ı kiramın büyüklerinden yirmi zat tarafından rivayet edilmiş bir hadistir. Âhirette A11ah'in görüleceğine dair sahabe ve tabiînin icma'ları ise tevatüren sabittir. Bu bâbta ihtilâf ancak dalâlet fırkalarından olan Şiîlerle mu'-tezilenin zuhurundan sonra olmuştur. Bunlar bir şeyin görünmesi için onun cisim olmasını bir yerde bulunmasını ve engel bulunmaksızın görenin karşısına gelmesini şart koşarlar. Ve: «Bütün bu şartlar Allah Teâlâ hakkında muhaldir» derlerse de kendilerine cevap verilmiş ve: «Âhirette bakî gözlerle Allah Teâlâ'yi görmek için bu söylenenler! şart değildir. Çünkü oradaki görmenin hakikati buradaki fânî gözlerle görmekten farklıdır. Binaenaleyh bu dünyada görmek için şart olan şeyler orada şart değildir.» denilmiştir. Kelâm ulemâsının «Allah Teâiâ'yı keyfiyetsiz olarak görmek caizdir.» sözlerinin mânası da budur. Muhaliflerin en kuvvetli nakli delilleri


«Onu gözler ihata edemez ama o gözleri ihata eder.» [309] Âyet-i fce-rimesidir. Fakat onların bu istidlallerine de şu suretle cevap verilmiştir:


(1) Âyetteki lâm harfinin ahd için olması muhtemeldir. Bu takdirde bazı gözlerin görmeyeceğini ifade eder ki onlar da kâfirlerdir.


(2) Âyetteki nefyin istiğrak için olması muhtemeldir. Bu takdirde umum-u selb değil selb-i umûm ifade eder Yani A11ah'ı hiç bir kimse germeyecek değildir. Şu halde bazı kimselerin göreceği kendiliğinden anlaşılır.


(3) Âyet-i kerimede Allah Teâlâ 'mn hiç bir zaman ve hiç bir halde görülmeyeceğine delâlet yoktur. Binaenaleyh. Cennet'te görülebilir.


(4) Âyetteki idraktan murâd ihata sureti ile görmektir. İhatalı surette görmenin caiz olmaması mutlak surette görmemeyi istilzam etmez.»


Muhalifler bir de Teâ1â Hazretlerinin Musa (Aİeyhisseîâm) 'a «Sen beni göremezsin.» buyurması ile istidlal ederler. Buna da:


«Âyetteki (len) edatı nefy-i müebbed için değil nefy-i müekked içindir. Binaenaleyh âhirette mü'minlerin A11ah'ı görmeyeceğini ifâde etmez» diye cevap verilmiştir.


Teâ1â Hazretlerini dünyada uyanıkken görme meselesine gelince: Ulemânın bazıları bunun mümkün olduğuna bazıları da mümkün olmadığına kail olmuşlardır. Mümkündür diyenler Mi'raç gecesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in A11ah'ı gördüğüne delâlet eden hadislerle istidlal ettikleri gibi imkânsız görenler de yine aynı gece Resu1ü11âh (SaUallahü Aleyhi ve Sellemyin Rabbinİ görmediğine delâlet eden hadislerle ihticac ederler.


Allah Teâlâ'yı rü'yada görmek caizdir. Nitekim selef-i Salih-inden bir çoklarının gördüğü nakledilmiştir. Bundan dolayıdır ki; ehli sünnetin büyük ulemâsından biri olan Âmidî «El Ahkâm» nam eserinde: «Hak ve hakikat şudur ki rü'yada Allah'ı görmek caizdir buna hiç bir mâni yoktur...» demiştir. Acaba Peygamber (Scdlallahü Aleyhi ve Sellem) göklere çıktığı gece Rabbi'ni görmüş ve onunla konuşmuş mudur? Şimdi de ulemânın bu bâbtaki sözlerini görelim:


Kaadî İyâz şöyle diyor: Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in İsrâ gecesi Rabbini görüp görmediği hususunda selef ve halef ulemâsı ihtilâf etmişlerdir. Bu hadiste görüldüğü vecihle Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ) bunu inkâr etmiştir. Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) ile bir cemaatında inkâr ettikleri rivayet edildiği gibi meşhur kavle göre İbni Mes'ut (Radiyallahu anh) 'm mezhebi de budur. Hadis ve kelâm ulemâsından bir cemaat da buna kail olmuşlardır. İbni Abbas (Radiyallahu A nhüma)''dan rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gözü ile görmüştür. Ayni kavil Ebû Zerr ve Kâ'b (Radiyallahu Anhüma) ile Hasan-ı Basri (Rahimehullah) 'den de rivayet olunur. Hatta Hasani Basri bunun üzerine yemin edermiş. İbni1 Mes'ut ve Ebu Hüreyre (Radiyallahu Anhüma) ile Ahmet b. Hanbe1 'in dahi buna kail oldukları rivayet edilir [310] Ebu'I-Hasen


EI-Eşari ile onun eshabmdan bir cemaat dahi Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Rabbini gördüğüne kaildirler. Üstadları-mızdan bazıları bu hususta tevakkuf etmiş ve:


«Gördüğüne dair açık delil yoksada görülmesi caizdir» demişlerdir. Dünyada Allah Teâlâ'yı görmek caizdir. Musa (Aleyhisselâm) m A11ah'ı görmek istemesi onun görülebileceğine delildir. Çünkü bir Peygamber Rabbi hakkında caiz yahut imkânsız olan şeyleri bilmez olamaz ulemâ Musa (SaUallahü Aleyhi ve Sellemyin Rabbini görüp gör-. mediği hususunda ve keza âyetin muktazasında ihtilâf etmişlerdir. Kaadi Ebû Bekr'in cevabı, görmüş olmasını iktiza eder. Peygamberimiz Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in İsrâ gecesi Rab-biyle vasıtasız konuşup konuşmadığı hususunda dahi ihtilâf etmişlerdir. İmâm Ebu'l Hasen El-Eşarî ile kelâm ulemâsından bir cemaata göre konumuştur. Bazıları bu kavli Ca'fer b. Muhammed ile İbni Mes'ut ve İbni Abbas (Radiyallahu Anhüma)'ya nisbet ederler. Keza Teâ1â Hazretlerinin:


«Sonra yaklaştı da sarktı.» âyet-i kerimesi hakkında ihtilâf olunmuştur. Ekseriyete göre; bu yaklaşma ve sarkma Cibril ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arasında müştereken olmuştur. Yahut yalnız biri diğerine ve Sidre-i Müntehaya yaklaşmıştır. İbni Abbas (Radiyallahu Anhüma) ile Hasan-1 Basri, Muhammed b. Kâ'b, Ca'fer b. Muhammed ve başkaları yaklaş, manın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den Rabbine yahut Rabbinden ona vaki olduğunu söylemişlerdir. Bu kavle göre yaklaşma ve sarkma mutat şekilde değil te'vil suretiyledir. Hatta Ca'fer b. Muhammed 'iri dediği gibi Allanın yaklaşmasının bir haddî yoktur. Kul-larınkinin ise haddi hududu vardır. Binaenaleyh Peygamber (Sallallahü Ateyhi ve Sellem)'m Rabbi Teâlâ'ya yaklaşmasının mânası Allah indindeki büyük mevkiinin zuhuru ve marifet nurlarının üzerinde parlaması gaibe ve meleküt âleminin sırrına başka hiç bir kimsenin muttali ola-mıyacağı bir surette muttali' olmasıdır. Allah'in Resulü 'ne yaklaşmasından murâd ta bütün bunları ve Resû1ü'ne olan fadl-u ihsanını göstermesidir. Bu takdirde:


«ilci yay arası kadar veya daha yakın oldu.» âyet-i kerimesinin mânası Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e nispetle mahallin letafeti ile marifetin izahından ve arz-ı hakikattân; A11ah'a nispetle ise gösterilen rağbete icabet ve peygamberin mevkiini göstermekten ibaret olur.


Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Rabbi TeâIâ'dan hikâye ettiği:


«Her kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım...»


hadisinde yapılan te'vil burada da yapılır.» Kaadi'nin sözü burada bitti, Şafiîlerden Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail «Et-Tahrir» namındaki Müslim şerhinde Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)fin Rabbini gördüğünü ihtiyar etmiş ve şöyle demiştir: Bu meselede deliller çoksada biz ancak en kuvvetlisini alıyoruz. O da* îbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) 'nın şu sözüdür.


«İbrahim'in Halilullah olmasına, Musa'nın Allah ile konuşmasına ve Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'\n Allah'ı görmesine siz şaşıyor musunuz?»


İkrime 'den rivayet ulunur ki İbni Abbas (Radıyallahu anh)'ya:


«Muhammed (Sallallahü A leyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü?»


diye sorulmuşta: evet cevabını vermiş. Zararsız bir isnadla Şu'be'nin Katâde'den, onunda Enes (Radıyallahu anh)'âan rivayet ettiği bir hadiste Enes :


«Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} Rabbini görmüştür» demiş. Hasan-ı Basri: «Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini görmüştür» diye yemin edermiş. Bu bâbta asıl olan bu ümmetin Âlimi, ve müşkilât babında merci-i İbni Abbas'm hadisidir. Kendisine İbni Ömer (Radıyallahu Anhüm) bu meselede müracaat ederek mektup yazmış ve: «Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü?» diye sormuş. O da gördüğünü haber vermiştir. Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ) hadisi bu hadise dokunmaz. Çünkü Âişe «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i ben Rabbimi görmedim derken işittim»* şeklinde haber vermiştir. O bu sözü ancak TeâIâ Hazretlerinin:


«Allah'ın hiç bir insan için ya vahiy, ya hicap arkasından, yahut da kendisine bir resul göndererek onun izniyle dilediğini bildirmesi şekillerinden başka konuşmasına imkân yoktur. Çünkü Allah pek yüksek ve pek hakimdir.» [311] Âyet-i kerimesi ile :


«Onu gözler ihata edemez ama, o gözleri ihata eder.» âyetini te'vil ederek söylemiştir.


Kaide şudurki: Sahabi bir söz söylerde başkaları ona muhalefet ederse o şahabının sözü hüccet olmaz. Madem ki İbni Abbas 'tan rü'ye-tullahi ispat babında gelen rivayetler sahihtir o halde onları sabit olarak kabul etmek icap eder. Çünkü bu rivayetler akılla anlaşılan zanla kabul edilen rivayetlerden değildir. Bunlar ancak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işitmekle alınırlar. İbni Abbas Hazretlerinin bu meselede zan ve içtihadı ile konuştuğuna hiç bir kimse kani' değildir. Birde Ma'mer b. Raşit, Âişe ile İbni Abbas (Radıyallahu Anhüm) arasındaki ihtilâf zikredildiği zaman: «Bizce Âişe, İbni Abbas 'tan daha âlim değildir» demiştir. Suda varki İbni Abbas bir şey'i ispat: başkaları aynı şeyi nefiyetmiştir. Nefiyle ispat bu suretle tearuz edince ispat tarafı tercih olunur.»


Hâkim 'in: «El Müstedrek» inde İbni Abbas (Radiyallahu anh)'da.n rivayet ettiği bir hadiste Resulül1âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :


«Ben Rabbim Azze ve Celle'yi gördüm.» buyurmuştur.


Bu hadise bakarak bazıları şöyle demişlerdir:


«Sözde asıl olan mecaz değil hakikattir.» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e hâs olmak üzere Teâ1â Hazretleri dünyada kendisine görünmek sureti ile bir ikramda bulunmasına hiç bir mâni yoktur. Nitekim Musa (Aleyhisselâm) 'ada konuşmak sureti ile ikramda bulunmuştu. Bazı Ehl-i tahkika göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah-ı Zülcelâl ile münacaatta bulunduğu halde ona (kelimûllah) denmeyip bu ismin Musa (Aleyhisselâm)'a verilmesinin sırrı Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in konuşmadan başka birde A11ah'ı görmüş olmasıdır. Musa (Aleyhisselâm) yalnız konuşmuştur. Görnıekse yalnız hicap arkasından konuşmaktan daha şereflidir. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunların ikisinede yani kendisine hâss olmak üzere hem konuşmak hem görmek şerefine nail olmuştur.


Hasılı; ekseri ulemânın tercihine göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İsra gecesi Rabbini görmüştür. Âişe (Radıyallahu Anhâ) Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den bir hadis rivayet ederek onun Rabbini görmediğini ispat etmemiştir. Eğer böyle bir hadis olsaydı onu mutlaka söylerdi. Bu bâbta söyledikleri kendi içtiadmdan ibarettir. Görülüyor ki Âişe (Radıyallahu A nhâ) validemiz. Mesruk 'a üç şey söylemiş bunların A11ah 'a karşı büyük iftira olduğuna âyetlerle istidlal etmişlerdir. Şöyleki:


1) İsrâ gecesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Rabbini gördüğünü iddia etmeyi iftira saymış ve buna iki âyetle yani:


«Onu (Allah'ı) gözler ihata edemez amma, o gözleri ihata eder.» [312]


ve :


«Hiç bir insan için imkân yoktur ki, Allah onunla ya vahîy ile, ya perde arkasından, yahut da kendisine bir Resul göndererek onun izniyle, onun dilediğini vahy buyurması şekillerinden başka bir surette konuşmuş olsun...» [313]âyetleri ile istidlal etmiştir. Fakat ulemâ bu istidlale


cevap vermiş ve:


«İdrakin mânası bir şey'i ihatalı surette bilmektir. Allah Teâ1â 'yi bu şekilde bilmeye imkân yoktur. Âyetin nassı da budur. Bir delilde ihata edemez tabirinin kullanılması onu îhatasiz olaxak görmeye mâni değildir.» demişlerdir. Daha başka cevap verenlerde olmuştur, İkinci âyetle istidlaline ise üç vecihle cevap verilmiştir.


a) Görmek konuşmayı icap etmez konuşmadan fa'örmek te caizdir.


b) Bu âyet yukarıda geçen delillerle tahsis edilmiştir.


c) Vahiyden murâd bazılarına göre vasıtasız konuşmadır. Lâkin Cumhur-u ulemâya göre buradaki vahiyden murâd ilham ve rüyada görmektir. Bunların ikisinede vahiy denilir.


Hicap arkasından murâd; Vahidî ile diğer müfessirlere göre görünmeden konuşmaktır, Teâ1â Hazretleri ile konuşan peygamberler onu görmeden kelâmını işitirler. Yoksa maksat arada bir perde bulu- , nupta bir yeri diğerinden ayırmak değildir. Teâ1â Hazretlerini görmemek hicap arkasından konuşmak gibidir. Bu kavlinde Hz. Âişe (Radiyallahu A nhâ) 'ya Ibni Abbas (Radiyaîîahu anh) muhalefet etmiştir. Tirmizi 'nin İbni Abbas 'tan tahriç ettiği "bîr rivayette :


İbni Abbas: «Muhammed Rabbirn görmüştür» dedi. Ben kendisine :


— Allah (Onu gözler ihata edemez) buyurmuyur mu? dedim,


İbni Abbas:


— Yazık sana bu mesele Allah kendi nuru ile tecelli ettiği zaman vâkî olmuştur. Resûlüllâh {Sallallahü Aleyhi ve Seîiem) Rabbi-ni iki defa gördü» demiştir.


İbni Ebû Hüzeyme'nin kuvvetli bir isnadla Enes (Radiyallahu anh) 'den rivayet ettiği bir hadistede Enes: «Muhammed Rabbini görmüştür demiştir.» İbni Abbas (Radiyaîîahu anh) dan hadis rivayet eden Kâ'bu'l-Ahbar, Zührî, Mâ'mer ve diğer bir çok zevat ile imam-ı Eş'ari 'nin ve ona tabi olan bir çok ulemânın kavilleri de budur. Urvetü'bnü'z-Zübeyr (Radiyaîîahu anh) 'in yanında Hz. Aişe 'nin bu meseleyi inkâr ettiği söylendiği zaman gadaba gelirmiş.


Âlûsî'nin beyanına göre bazıları Hz. Âişe ile İbnî Abbas (Radiyallahu anhûmajnın kavillerini şöyle tevil etmişlerdir. Hazreti Aışe'nin «görmedi» demesi, gözlerin tahammül edemediği nuru ile görmedi demektir. îbni Abbas'ın «gördü» demesi ise, Allahi, göz kamaştırmayan nuru ile gördü manasınadır. Bu babta İbni Abbas (Radiyallahu anh) dan iki rivayet vardır. Bunların birine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gözü ile diğerine göre kalbi ile görmüştür.


2) Herkim Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'inKur'ân-ı Kerîm'den bir şey gizlediğine kail olursa Resulüllaha en büyük iftirayı atmış olur. Âişe (Radiyallahu Anhâ) buna :


«Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen şeyleri tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Rabbinin risaletini tebliğ etmiş olmazsın.» [314] âyet-i kerimesi ile istidlal etmiştir.


3) Her kim yarın ne olacağını bildiğini iddia ederse A11ah'a karşı büyük iftirada bulunmuştur bunada:


«De ki: göklerde ve yerde bulunanlar gaibi bilmezler, onu ancak Allah bilir,» [315] âyeti ile istidlal etmiştir.


«Yemin olsun ki onu bir başka inişte daha görmüştü.» [316] âyetini Hz. Âişe (Radiyallahu Anhâ), Peygamber Cibril'i gördü, diye tefsir etmişti ki ekser-i ulemânın kavlide budur. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm-, de görme hadisesinin sidre-i münteha yanında olduğu beyan Duyurulmuş birde görmenin başka bir iniş esnasında vuku bulduğu haber verilmiştir. Allah-ü Teâlâ'yı mekânla inişle vasfetmeye imkân yoktur. Binaenaleyh Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) Hz. Cibri1'i görmüş demek olur. Filvaki Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) biri Ufk-i â'lâda değire de semâda Sidretü'l-Münteha yanında olmak üzere, Cibril (Aleyhîsselâm)'ı kendi sureti ile iki defa görmüştür. Âişe (Radiyallahu Anhâ)'m ise; ayni hadiseyi ispatı şu suretle hallolunur. Hz. Âişe 'nin görmedi demesi, gözü ile görmedi mânasına, İbni Abbas 'in gördü demeside kalbi ile gördü mânasına alınır bu suretle iki hadisin arası bulunmuş olur. Nitekim Müslim 'in, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe den rivayet ettiği 284 numaralı hadisde İbni Abbas


«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Allah'ı kalbi ile gördü» demiştir. Kurtubî: Bu mesele hakkında bir şey söylemeyip tevakkuf halinde kalmayı tercih etmiş ve bu kavli muhakkıkin-i ülem.âdan bir cemaata nispet eylemiştir. Kurtubî; bu bâbta kat'i bir delil bulunmadığını her iki tarafın, te'vîlî kabil bir birine zıt delillerin zahirleri ile istidlal ettiğini söylemekte ve:


«Bu mesele amele dair meselelerden değildir ki; zanni delillerle ispat edilebilsin. Mesele itikada dairdir. Binaenaleyh kafi delil ister» demektedir.


Hz. Âişe (Radıyaııanu Anhâ), Mesruk'a karşı âyetlerle istidlal ederken «Allah buyuruyor» tabirini kullanmıştır. Bu tabiri Tabiı'-nin meşhurlarından olan Mutarrif b. Abdillâh b. Şihhîr doğru bulmamış ve:


«Allah buyuruyor demeyin lâkin Allah buyurdu deyin» tavsiyesinde bulunmuştur. Fakat Sahabe, Tabiîn ve onlardan sonra gelen büyük imamlar Mutarrif'in beğenmediği bu tabiri kullana gelmişlerdir. Binaenaleyh sahih ve muhtar olan Allah Teâlâ hakkında; «Buyuruyor, buyurdu» tabirlerinin ikisinin de caiz olmasıdır. Nitekim: «Allah buyuruyor» tabiri Kur'ân-ı Kerîm'de de vardır,


Âişe (Radıyaîiahu Anhâ) Sûre-i Şûra âyetinin başındaki tvav) i terk etmişsede maksadı tilâvet değil istidlal olduğu için bunda beis görülmemiştir. Bir çok hadislerde bunun emsali görülmektedir.


Müslim'in İbni Nümeyr 'den rivayet ettiği 289 numaralı hadiste Mesruk, Âiş eiRadıyaîiahu Anhâ) 'ya: «Muhammedi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü?» diye sormuş. Hz. Âişe (Radıyaîiahu Anhâ) buna


«Sübhanallah vallahi senin söylediğinden tüylerim ürperdi.» Cevabı m vermiştir. Sübhanallah'dan murad; hakikatda Allahü zü-1' Celâli her . türlü noksanlıklardan tenzih isede bu kelimeyi Arablar taaccüb — şaşma makamında kullanılar Hz. Aise (Radıyaîiahu Anhâ) bu suale şaşmış ve «sübhanallah» sözüyle: «Nasıl oluyor da böyle bir meseleyi sen bilmiyorsun» demek isiemiştir. Mezkûr kelime Arapçada bir çok yerlerde taaccüp mânasında kullanılmıştır. Araplar bazen taaccüp makamında «lâilâhe illallah» derler.


Müslim'in İbni Nümeyr'den rivayet ettiği 290 numaralı hadiste Âişe (Radıyaîiahu Anhâ) Necm Sûresinin:


«Sonra yaklaştı da sarktı.» âyetini Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e yaklaştı diye tefsir etmekte ve Cibri1'in her zaman insan suretinde gelirken o defasında kendi sureti ile geldiğini söylemektedir. Bu hususta İmam-ı- Vahidi şunları söylüyor:


»Tedellînin mânası yukarıdan aşağı doğru uzanmaktır. Esas itibarı ile kelimenin mânası bu isede; sonra yukarıya doğru yaklaşmak mânasında kullanılmıştır.» Bazıları âyet-i kerimede takdim ve tehir bulunduğunu söylemişlerdir. Asıl mâna sonra sarktıda yaklaştı demektir. Çünkü sarkmak yaklaşmaya sebebtir. İbnü'l-Â'rabi: «Tedelli yükseldikten sonra yaklaşmadır* demiştir. KeIbî'ye göre âyetin mânası-«Cibril (Aleyhisselâm), Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e yaklaştı» demektir. Hasan-ı Basri ile Katade: «Cibril yerden yüksek ufka çıkarak doğrulduktan sonra yaklaştı ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in yanına indi» demişlerdir.


Zeccac diyo rki: «Allah Teâlâ kullarına kendi dilleri ile anlayacakları şekilde hitab etmiştir:


«İki yay arası kadar veya daha yakın oldu.» âyetinin mânası sizin takdirinizle iki yay arası kadar yahut daha yakın pldu demektir. Yoksa Teâlâ Hazretleri eşyanın hakikatlerini seksiz şüphesiz bilir. Lâkin bize bizim âdetimize göre hitab etmiştir. Âyetten murâd: «Cibril (Aleyhisselâm) o muazzam hilkati ile ve bunca cüzleri ile Peygamber 'e işte bu derece yaklaştı demektir.




78 - Peygamber Aleyhiseelamin: «O Bir Nur Onu Nasıl Göreyim!... Kavli İle Bir Nur Gördüm» Hadisi Hakkında Bir Bab



291 - (178) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Yezid b. İbrahim' [317] den, o da Katade'den, o da Abdullah b. Şa-ktk' [318] ten, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti. Ebû Zerr: Şöyle demiş Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e :


— Rabbini gördün mü? diye sordum.


— «O bir nur, onu nasıl göreyim!» buyurdu.




292 (...) Bize Muhamnıed b. Beşşar rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muaz b. Hişam rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.


Bana Haccac b. eş-Şair de rivayet etti. (Dedi ki): Bize-Aftan b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hemmam [319] rivayet etti. Bunların ikisi-de Katade'den, o da Abdullah b. Şakik'ten naklen rivayet etmişlerdir. Abdullah demiş ki: Ebû Zerr'e: Resulüllâh (SalMlahü Aleyhi ve Sellem) 'i görsem ona soracaktım dedim.


— Ona ne soracaktın? dedi.


— Rabbini gördün mü? diye soracaktım dedim. Ebû Zerr:


— Ben sordum: «Bir nur gördüm» buyurdu dedi:
dua

Anonim" seçeneğiyle isim vermeden yorum yazılabilir.
"Adı/URL" seçeneğiyle sadece isim verilerek de yorum eklenebilir.

Yorum Gönder (0)
Daha yeni Daha eski