Camiu’s-sağır ve Tercemesi > 2. Bölüm

Bunlar hangileridir diye sordum. İşlerine sihir, büyü, dağlamak, fal karıştırmayıp, Allahü Teala'dan başkasına tevekkül ve îtimad etmeyenlerdir, buyuruldu”. Dinleyenler arasında Ukaşe (radıyallahü anh) ayağa kalkıp:


“Ya Resûlallah, dua buyur da onlardan olayım”, deyince:


“Ya Rabbi, bunu onlardan eyle”, buyurdu. Biri daha kalkıp aynı duayı isteyince:


“Ukaşe senden çabuk davrandı” buyurdu. Bir hadîs-i şerifte:


“Allahü Teala'ya tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi, size de gönderirdi. Kuşlar sabahleyin mideleri boş, aç gider. Akşam mideleri dolmuş, doymuş olarak dönerler” buyurdu. Yine buyurdu:


“Bir kimse Allahü Teala'ya sığınırsa, Allahü Teala onun her işine yetişir. Hiç ummadığı yerden ona rızk verir. Her kim dünyaya güvenirse, onu dünyada bırakır”


İbrahim aleyhisselamı mancınığa koyup, ateşe atarken:


“Bana Allah'ım yetişir. O iyi vekil, yardımcıdır”, dedi. Ateşe düşerken Cebrail aleyhisselam gelip, bir dileğin var mı? Dedikçe:


“Var amma, sana değil”, dedi. Böylece: “Hasbiyallah=Bana Allah yetişir”, sözünün eri olduğunu gösterdi. Bunun için Vennecmi sûresinde:


“Sözünün eri olan İbrahim” diye medh buyuruldu. Allahü Teala, Davûd aleyhisselama buyurdu ki:


“Bir kimse her şey'den ümid kesip, yalnız bana güvenirse, yerde ve göklerde bulunanların hepsi, ona zarar yapmağa, aldatmağa uğraşsalar, onu elbette kurtarırım”. Saîd ibn Cübeyr diyor ki, elimi akrep sokmuştu. Annem, elini uzat da efsun etsinler (uydurma şey'ler okusunlar) diye and verdi. Diğer elimi uzattım. Saîd elini okutmadı. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):


“Efsun yapan ve ateş ile dağlayan kimse, Allahü Teala'ya tevekkül etmemiş olur”, buyurmuştur.[1]



Tevekkülün Dereceleri




Tevekkülün üç derecesi vardır:


Birinci derecede olan, gayretli, açık konuşan cesur ve merhametli bir avukata güvenen bir kimse gibidir.


İkinci derecede bulunan kimse, bir çocuğa benzer. Çocuk kendine verilen her şey'i annesi gönderdi sanır. Acıkınca annesini arar. Korkunca annesine sığınır. Çocuğun bu hali, kendiliğinden olup başkasının öğretmesiyle, zorla değildir. İhtiyarı ile de değildir. Bu derecede bulunan kimsenin, kendi tevekkülünden haberi olmaz. Çünkü vekilini kendinden ayrı bilmez. Birinci derecede bulunan ise, tevekkülünü bilir ve zor ile ihtiyarı ile tevekkül eder.


Üçüncü derecede bulunan kimse, yıkayıcının elindeki ölüye benzer Kendisini Allahü Teala'nın kudreti ile hareket eden bir ölü gibi görür. Dert ve acılarla karşılaşırsa, kurtulmak için, dua bile etmez. Halbuki bebek, canı acıyınca annesini çağırır. Bu öyle bir çocuğa benzer ki, annesini çağırmaz. Çünkü annesinin, hep ona baktığını, imdadına koşmağa hazır olduğunu bilir.


Bu üçüncü derecede bulunanların da, ihtiyarlan ellerinde değildir. Fakat ikinci derecedekiler vekile koşar, yalvarır. İhtiyar, birinci derecede vardır ve vekîlin istediği adetlere, sebeblerine yapışmaktadır. Mes'ela, avukatın adeti, bu bulunmadıkça ve dosya hazır olmadıkça, mahkemeye gelmez ise, bu sebebleri hazırladıktan sonra, işi avukata bırakır. Bundan sora herşey'i vekilden bekler. Dosyayı hazırladığını da, vekilden bilir. Çünkü onun adeti ve işareti ile hazırlamışlardır. O halde, birinci derecede bulunanlar, ticaret, çiftçilik yapar. Bir san'at öğrenir. Allahü Teala'nın adeti olan sebeblere yapışır. Fakat tevekkülü bırakmaz, çalışmasına güvenmeyip, Allahü Teala'nın fazlına, keremine, ihsanına güvenir. Kendisini, başvurduğu sebeblerle, maksada eriştirmesini O'ndan bekler. Nitekim, ticaret, çiftçilik sebeblerini de, O gönderdi der. Sebeblere yapışıp, eline geçeni Allahü Teala'dan bilir. İşte Sûre-i Kehf'deki:


“Her şeye kuvvet veren, ancak Allahü Teala'dır” ayet-i kerîmesinin manası budur. Çünkü havi, hareket demektir. Kuvvet, kudret demektir. Bir insan, kuvvetinin kendisinden olmayıp, Allahü Teala'nın yarattığını bilirse, herşey'i O'ndan bekler. Hülasa işlerin meydana gelmesinde, sebebleri arada görmeyen kimse, Allahü Teala'dan başka, kimseden bir şey beklemez. Tevekkül etmiş olur.


Tevekkülün en yüksek derecesini, ariflerin sultanı, Bayezid-i Bestamî haber veriyor. Şöyle ki, Ebû Mûsa Dineverî diyor ki:


“Tevekkülün ne olduğunu Bayezid'e sordum.”


“Sen ne dersin?” dedi. Alimler buyuruyor ki:


“Sağın, solun, her tarafın yılan, akrep dolu olsa, kalbine bir şey gelmemesi tevekküldür”, dedim. Buyurdu ki, “Bunu yapmak kolaydır. Benim yanımda tevekkül, kafirlerin hepsini Cehennemde azab içinde, mü'minlerin hepsini Cennette nîmetler içinde görüp de, ikisi arasında hiç ayrılık bulmamaktır. Ebû Musa'nın dediği, tevekkülün yüksek derecesidir. Fakat bu, zarardan sakınmamak demek değildir. Ebû Bekir (radıyallahü anh) mağarada, yılanın deliğine mübarek ayağını dayayarak, ondan korundu. Halbuki onun tevekkülü, daha üstündü. Fakat o yılandan korkmuyordu. Yılanı yaratandan, O'nun yılana kuvvet ve hareket vermesinden korkuyordu. Her şey'in kuvveti ve hareketinin, ancak Allahü Teala'dan olduğunu görüyordu.


Tevekkül etmek, çalışmamak demek değildir. Çünkü Ebû Bekir (radıyallahü anh) her işinde tevekkül sahibi idi. Halîfe seçildiği zaman, çarşıda kumaş satıyordu. Ya Halîfe! Devlet idare ederken, ticaret yapmak olur mu? dediklerinde:


“Çoluk çocuğuma bakmazsam, millete nasıl bakarım?” buyurdu. Bunun üzerine Halîfeye Beytülmaldan aylık vermeyi uygun buldular. Bundan sonra her saat, millet işleri ile uğraştı. Kendisi tevekkül edenlerin en yükseği iken, ticaret ederdi. Fakat para kazanmayı düşünmezdi. Kazancını sermayesinden, çalışmasından bilmez,.Hak Teala'dan bilirdi. Malını din kardeşlerinin malından daha çok sevmezdi.


Tevekkül etmek için zühd lazımdır. Zahid olmak için ise, tevekkül lazım değildir. Ebû Cafer Haddad, Cüneyd-i Bağdadî'nin hocası idi. Çok tevekkül ederdi. Yirmi sene, tevekkül ettiğini, kimseye belli etmemişti. Her gün, pazarda bir dinar kazanırdı, (Dinar, bir miskal altundur. Bir sniskal. dört gram ve seksen santigramdır). Hepsini fakirlere sadaka verirdi. Cüneyd, onun karşısında tevekkülden söylemezdi. Onun yanında, onda bulunan şey'den konuşmağa utanırdım buyururdu.


Tasavvuf adamlarının çarşıda, pazarda, halk aralarında dolaşmaları, tevekkülün az olduğuna alamettir. Evlerinde oturmaları, Allahü Teala’dan beklemeleri lazımdır. Meşhur yerde, tekkede oturmaları da, çarşıda oturmak gibidir ki, kalblerinin rahat etmesine sebeb, şöhretleri olmak tehlikesi vardır. Fakat şöhret hatırlarına gelmezse, çalışan insan gibi, tevekkül etmiş olur.


Hülasa, tevekkülün esası, insanlardan bir şey beklememek, sebeblere güvenmemek, her şeyi, yalnız Allahü Teala'dan beklemektir, İbrahim-i Havas buyuruyor ki:


“Hızır aleyhisselamı gördüm. Benimle arkadaşlık etmek istedi. Fakat ben istemedim. Çünkü kalbimin ona güvenerek, rahat etmesinden, tevekkülümün azalmasından korktum.” Ahmed İbn Hanbel, bir işçi tutmuştu. Talebesine, işçiye gündeliğinden fazla bir şey ver, dedi. İşçi almadı. İşçi gidince, talebesine, arkasından gidip, o şey'i ver! Şimdi alır, dedi. Talebe, sebebini sordukda:


“O zaman bir şey vereceğimizi kalbi umuyordu. Onun için almadı. Şimdi, giderken hiç ümidi kalmadığı için, alması, tevekkülüne zarar vermez,” dedi.


Demek ki, çalışanların tevekkülü, sermayeye güvenmemektir. Bunun alameti de, sermaye elden giderse, kalbinin hiç sıkılmaması, rızıktan ümidi kesilmemesidir. Çünkü Allahü Teala'ya güvenen bir kimse, hiç ummadığı yerden rızık göndereceğini bilir. Eğer göndermezse, benim için böylesi hayırlı imiş, der.


Böyle bir tevekkül elde edebilmek kolay değildir. Bir kimsenin bütün malı çalınır veya felakete uğrayıp da, kalbinin hiç değişmemesi, herkesin yapacağı şey değildir. Böyle tevekkül eden, pek az bulunur ise de yok değildir. Böylece tevekküle kavuşmak için Allahü Teala'nın fazl, rahmet ve ihsanının sonsuzluğuna ve kudretinin kemal üzere büyük olduğuna, kalbin tam inanması, yakîn hasıl etmesi lazımdır. Birçok kimseye sermayesiz rızık gönderdiğini, birçok sermayenin de felakete sebeb olduğunu düşünmelidir. Kendi sermayesinin elinden gitmesinin hayırlı olduğunu bilmelidir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:


“Bir kimse geceyi, yarın yapacağı işleri düşünmekle geçirir. Halbuki o iş, bu kimsenin felaketine sebeb olacaktır. Allahü Teala, bu kuluna, acıyıp, o işi yaptırmaz. O ise, iş olmadığı için, üzülür. Bu işim neden olmuyor. Kim yaptırmıyor. Bana kim düşmanlık ediyor diye arkadaşlarına kötü gözle bakmaya başlar. Halbuki, Allahü Teala, ona merhamet ederek felaketten korumuştur” Şüphesiz, hastalar, ölümü çok hatırlar. İşte bu altı sebebden dolayı, bazıları ilaç kullanmamıştır.


Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sebeblere muhtaç olmadığı için, kullanırdı.


Son söz olarak deriz ki, hastalık sebeblerinden kaçınmak, tevekküle mani değildir. Halîfe Ömer (radıyallahü anh) Şam'a gidiyordu. Şam'da taûn olduğu işitildi. Yanında bulunanların bazısı, Şam'a girmeyelim, dedi. Bir kısmı da Allahü Teala'nın kaderinden kaçmayalım, dedi. Halîfe de:


“Allahü Teala'nın kaderinden, yine O'nun kaderine kaçalım, şehre girmeyelim. Birinizin bir çayırı ile bir çıplak kayalığı olsa; sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü Teala'nın takdîri ile göndermiş olur,” buyurdu. Abdurrahman İbn Avf'ı (radıyallahü anh) çağırıp, sen ne dersin? buyurdukta:


“Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim:


“Veba olan yere girmeyiniz ve veba olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız” buyurmuştu”, dedi. Halîfe de:


“Elhamdülillah, benim sözüm hadîs-i şerîf'e uygun oldu deyip, Şam'a girmediler. Veba bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebeb, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helak olurlar. Vebalı yerde kirli hava, herkesin içine yerleşince, kaçanlar hastalıktan kurtulamaz.” Hadîs-i şerîf'te buyuruluyor ki: “Veba hastalığı bulunan yerden kaçmak, muharebede kafir karşısından kaçmak gibi, büyük günahdır”.


Tevekkül etmek için, hastalığını herkese bildirmemek lazımdır. Özürsüz bildirmek ve şikayet etmek mekruhtur. Yalnız faydası olacaklara, tabibe veya aczini, zavallılığını bildirmek için söylemek, mekruh olmaz ve tevekkülü bozmaz. Nitekim Alî (radıyallahü anh) hastalanmıştı.


“Nasılsın, iyi misin?” Dediklerinde:


“Hayır”, dedi. Şaşıp, birbirine bakıştılar.


“Allahü Teala'ya aczimi gösteriyorum,” buyurdu. Bu söz onun haline layık idi, O cesaret ve kuvveti, yiğitliği ile aczini biliyordu ve:


“Ya Rabbî, bana sabır ihsan et”, derdi.


Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:


“Allahü Teala’dan afiyet isteyiniz. Bela istemeyiniz!” Demek ki, bir özür olmadıkça, hastalığı herkese söyleyip, halinden şikayet etmek haramdır. Şikayet niyeti ile değilse haram olmaz. Fakat söylememek daha iyidir. Çünkü, çok söyleyerek şikayet şeklini alabilir. Hastanın inlemesi kendisine zararlıdır dediler. Çünkü inlemekte, feryad etmekte, herkese duyurmak vardır. Fudeyl ibn lyad, Bişr-i Hafî ve Veheb ibn Verd hasta oldukları zaman, kimse bilmesin diye, evlerinin kapılarını kilitlerlerdi.[2]



Evli Olanların Tevekkülü




Evli olanın şehirden çıkıp, sahraya gitmesi ve kazanç sebeblerini bırakması doğru değildir. Evli olanın tevekkülü üçüncü dereceden başkasında olmaz. Yani çalışmakla tevekkül etmelidir. Nitekim Ebû Bekri's-Sıddîk (radıyallahü anh) çalışarak tevekkül etmişti. Çünkü tevekkül iki kısımdır:


Birincisi: Açlığa sabredip, ot bile olsa bulduğunu yemeğe kanaat eylemektir.


İkincisi: Açlık ve ölüm başına yazılmış ise, kendisi için bunun hayırlı olduğuna inanmaktır. Çoluğa, çocuğa bu tevekkülü emretmek, kimseye caiz değildir. Belki hakîkatta kendi de, çoluk çocuğuna dahildir. Hatta kendi sabredemeyen kimsenin de, çalışmadan tevekkül etmesi caiz değildir. Eğer çoluk çocuk da, sabretmeye ve tevekkül etmeye razı olsalar, çalışmadan tevekkül etmesi caiz olur. Kısaca derim ki, kendini sıkıntıya, sabretmeye zorlamak caiz ise de, çoluk çocuğu zorlamak caiz değildir.


Bir kimsenin imanı sağlam olup, takva ile amel ederse, çalışıp kazanmasa da, rızık sebebleri önüne gelir. Çocuk, ana rahminde iken, çalışmaktan aciz olduğu için, göbeğinden ona rızık gönderiyor. Dünyaya gelince, anasının göğsünden gönderiyor. Bir şey yiyebileceği yaşa gelince, dişlen yaratıyor. Anası, babası ölür, yetim kalırsa, anasına, babasına verdiği merhamet gibi, başkalarına da verip, herkesin kalbini yetime karşı merhametle dolduruyor. Önce, ona yalnız anası acırdı, kimse bakmazdı. Anası ölünce, binlerce kişiyi, ona şefkatle baktırıyor. Daha büyüyünce, çalışmak için kuvvet veriyor. Para kazanmak arzusunu veriyor. Kendine karşı merhameti, şimdi içine yerleştiriyor, Bir kimse bu arzudan vazgeçip, takva yolunu tutar, kendini yetim hafine korsa, ona karşı kalpleri, yine şefkatle doldurur. Herkes, bu kimse Allah yolundadır. Her şey'in iyisini buna vermelidir, der. Para kazanırken, kendine, yalnız kendi acır. Şimdi herkes acır. Fakat -takva yolundan- ayrılır, nefsine uyar ve çalışmaz, para kazanmazsa, kalplerde ona karşı şefkat hasıl etmez. Böyle kimselerin, tevekkül ediyorum diye, çalışmaması, tembel oturması, hiç caiz değildir. Kendini düşünen kimsenin, çalışıp ihtiyaçlarını elde etmeyi de düşünmesi lazımdır. Demek ki Allah yolunda olup, yetim gibi olana karşı herkesin kalbinde şefkat ve merhamet yaratır. Bunun için Allah yolunda çalışan kimsenin, açlıktan öldüğü görülmemiştir. Bir kimse, alemlerin sahibinin, her şeyi ne büyük nizam ve kemal üzere yarattığını görür, anlarsa:


“Allahü Teala'nın rızık vermediği, yeryüzünde bir mahlûk yoktur” ayet-i kerimesini pek kolay görür. Alemi çok güzel idare edip, kimseyi aç bırakmadığını, bilir. Açlıktan öldürdüğü pek az kimse varsa da, onlara hayırlı olduğu için öldürmüştür,


Evli olanların, çoluk çocuk sahiplerinin bir senelik mal saklaması, tevekkülü bozmaz. Bir seneden fazlası bozar. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) evdekiler için onların kalpleri dayanıksız, olduğu için bir senelik eşya bulundururdu. Kendisi için işe, bir günlük saklamazdı. Saklasaydı, tevekkülüne ziyan vermezdi. Çünkü olup, olmaması müsavi idi. Fakat ümmetine ders vermek için böyle yapardı. Ashab-i Kiramdan (aleyhimürrıdvan) biri vefat ettikte, cebinden iki altın çıkmıştı. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu, iki azab alametidir”, buyurdu. Bu azab, Cennette yüksek dereceye yetişmemek acısı olsa gerektir. Nitekim başka biri vefat edince:


“Kıyamette, bunun yüzü, ayın on dördü gibi parlar. Eğer, yazlık elbisesini kıştan ve kışlığı gazdan hazırlamasaydı, güneş gibi parlardı”, buyurdu. Bir kere de:


“Size en az verilen şey, yakîn ve sabırdır”, buyurdu. Yani elbiseyi, bir yıl önceden hazırlamak, yakînin az olmasındandır. Fakat bütün büyükler, söz birliği ile buyuru yor ki, su kapları, su tesisatı, sofra takımı, dikiş, temizlik vasıtaları, yani bir evde her zaman lazım olan şeyleri saklamak, caizdir ve lazımdır Tevekkülü bozmaz. Çünkü Allahü Teala bu dünyayı öyle yaratmıştır ki gıda ve giyim eşyası her sene taze olarak husule gelmektedir. Allahü Teala'nın adetine uymamak caiz değildir. Fakat ev eşyası, her lazım olduğu zaman ele geçmeyebilir.


Arkadaşı kendisine, İnşaallah demesini hatırlattı. Ama Süleyman Peygamber inşaallah (Allah dilerse) demedi. Ve o gece inşaallah demeden eşlerinin yanına vardı. Ama içlerinden tek bir tanesi hamile kaldı, o da sakat bir çocuk doğurdu.


Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, şayet Davutoğlu Süleyman inşaallah demiş olsaydı, Cenab-ı Hak ona yüz evlat verir, onu sözünde doğrular ve dileğine erdirirdi.”[3]



KONU: İLK YARATILIŞ




1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Yüce Allah, Adem Peygamberi “Cabiye” toprağını cennet suyuyla yoğurup, bu iki maddede yaratmıştır.”[4]


2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz.Allah, Adem Peygamberi altmış zira uzunluğunda yarattıktan sonra ona şöyle emretmiştir: Git oturmakta olan şu meleklere selam ver. Onların (selamı almadaki ) saygı değer sözlerini dinle. Onların selamları, senin ve zürriyetinin saygı değer sözleri olacaktır. Bunun üzerine Adam Peygamber yürüdü ve karşılaştığı meleklere şöyle dedi: “ Esselamu aleyküm” Bunun üzerine melekler; “ Esselamu aleyke ve rahmetullahi” dediler. Cennete girecek olanlar Adem Peygamberin, kıyafetinde ve boyunun uzunluğunda olarak gireceklerdir.(Adem Peygamberin uzunluğu otuz metre idi.) Fakat onun sulbünden gelen nesil azar azar kısalmaya başladı ve şimdiki kısalığa kadar geldiler.”[5]


3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah toprağı cumartesi günü, dağları pazar, ovaları pazartesi, kötülükleri salı, nuru çarşamba, hayvanları perşembe, Adem Peygemberi de cuma günü ikin di ile akşam arasında yaratmıştır.”[6]




1.“Sizin kendi varlık aleminizde bir çok ilahî hikmet ve hakikatler vardır. Siz bunları hala göremeyecek misiniz?”


Ayette de belirtildiği gibi insanlık adına üzülerek söylemek gerekiri ki, insan kendi varlık hakikati dışında birtakım yalan, sahte ve ani hakikatler peşine ve sevdasına düşmüş, boyuna kendisini oyalanmaktadır. Bu kötü durumun daha ne zamana kadar böyle sürüp gideceğini, ancak ulu Allah bilir. Evet, insan önce kendi varlığını, kendi hakikatini öğrenmek zorundadır. Neden meydana gelmiş, nasıl var olmuştur, var eden kimdir, hulasa, mahiyeti nedir? İşte öğrenmemiz gereken ilk şey budur. Şimdi bu soruların cevabını vermeye devam edelim:




4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah Adem Peygamberi yarattıktan sonra kudretiyle sağ omzuna vurup süt gibi bembeyaz ümmeti çıkarır, sonra sol omzuna vurup, simsiyah dinsiz zürriyeti oradan çıkarıp sonra şöyle buyurdu: Bunlar cennetlik, bunlar da ( siyah olanlar ) cehennemliktir. Bu hiç kimseye zulüm değil, belki herkesin niyyetine göre bir hükümdür.”[7]


5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah Zekeriya oğlu Yahya peygamberi anasının rahminde iken mü'min, fravunu da anasının karnında kafir olarak yaratmıştır.”[8]


6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Melekler nurdan, cinler ateşin parçalarından, Adem Peygamber de size tavsif edilen topraktan yaratılmıştır.”[9] 7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki :


“Yeryüzünde yaratılan kıta kabenin yeri, ondan da yeryüzü büyütülüp yaratılmıştır. İlk olarak yaratılan dağ, Ebu kubeys dağıdır. Diğer bütün dağlar bu dağdan türetilmiştir.”[10]


8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şüphesiz Hz. Allah bütün insanlığı karanlığın içerisinde attıktan sonra iman nurunu üzerlerine saçmıştır. O nur kime isabet etmişse o hidayete ermiş, kime de isabet etmemişse o da küfür karanlığı içerisinde kalmıştır.”[11]




İnsan önce bir damla su idi. Bu su bir an dışarıda bırakılsa, hemen bozulur ve pis bir su haline gelir. -Evet, insan bu kadar basit, nazik bir nesneden meydana gelmiştir. Biz tekrar sorularımıza devam edelim.


Yetiştiricilerin yetiştiricisi yüce Allah, alınan gıdaların hülasası olan meniyi erkeğin belinden, kadının göğsünden nasıl çıkartıyor?


Sıcak sevginin kopmaz bağları ile kadın ve erkeği bir araya nasıl getiriyor, neden nefret değilde şehvet zinciri kadın ve erkeği olanca, gücü ile cinsi temasta bulunmaya doğru çekiyor? Münasebet esnasında erkeğin belinden gelen meni, niçin büyük bir heyecan ile çıkıyor? Ve meni neden cinsi birleşme esnasında dökülüyor? Ana rahminde yatan çocuk bir göbek bağı ile anasının hayız kanını bir besin olarak nasıl alıyor? Bu sorulan istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz, ama hem lüzumsuz ve hem de daima hep aynı cevabı alacağınızdan uzatmakta mana yok. Sorulara hemen cevap verelim ki, her şeyin yaratıcısı, ezelî ve ebedî gücün sahibi ulu Allah, basit bir damla su olan meniyi yaratıyor, rahime düşen meni hayız kanı ile besleniyor, bembeyaz olan meni, belirli bir zaman sonra kıpkırmızı kan pıhtısı haline geliyor ve müddetini dolduran kan pıhtısı, ete dönüyor. Bu safhalardan sonra belirli parçalar halinde et, kemik, sinir, damar, saç ve tırnak gibi bölümlerin teşekkül ettiğini görüyoruz. Birbirine zıt olan bütün bu oluşlar hep meniden hasıl oluyor. Kemiklerin, etlerin, sinirlerin, dokuların ye damarların birleşmesinden sonra, bir de bakıyorsunuz ki her azası yerli yerince, tam teşekküllü canlı bir insan dünyaya geliyor.[12]



Bir Damla Meninin İlahî Hikmetleri




Daha önce de belirttiğimiz gibi insanoğlu ilkin bir damla meni idi, sonra meniden kemikler teşekkül etti. Yüce Allah'ın belirti miktarda, belirli şekilde yarattığı kemikler vücudumuzun adeta çatısını kuran direklerdir. Bakıyoruz ki bunlardan bazıları kısa, bazıları uzun; bir kısmı büyük, bir kısmı küçüktür. Basit, yumuşak ve zayıf bir sıvı madde olan meniden nasıl olup ta tamamen kendisine zıt, sert ve kuvvetli bir kemik meydana geliyor? İşte gerçekten bizi düşündürmesi gereken ve daima hayranlığımızı üzerine çekmesi icab eden bir husus. Ve biz gene burada da yüce Allah'ın sonsuz gücünün açık seçik delillerini görmekteyiz.


Çevresi ile daima alış veriş etmek zorunda olan insanın, bu sebeple (nedenle) hareket etmesi gerektiği gerçeğini, bu hareketini de belirli bazı azalan ile yaptığım ve o azaların hareketini sağlayanın kemikler olduğunu hepimiz biliriz, ibretle görüyoruz ki, yüce Allah insanın hareket eden azalarını, tek kemik halinde yaratmamıştır. Aksine bu azalar kendilerine hareket etme kabiliyeti kazandıran birçok kemikler taşır. Birbirine eklenen mafsallar (eklemler) vasıtası ile bağlanan hareket sağlayıcı kemikler, hareket etmeye en elverişli bir şekilde yaratılmıştır. Mesela birbirine bağlanan iki kemikten birinin bir ucu oyuk, diğerinin de oyuğa girecek şekilde birbirine geçmiş ve eklem bağları ile de kopmaz bir surette sımsıkı bağlanmışlardır. Böylece insan, vücudun her hangi bir parçasını, eklemler (mafsallar) vasıtası ile kemikleri harekete geçirir.


Görülüyor ki bütün parçalarıyla bir makineler külliyatı (topluluğu) olan insanın varlığı en ince hesaplara dayanan harikalığı içinde üstün bir sanat tablosu halinde sanatkarların sanatkarı ulu Allah tarafından kainata bahşedilmiş bir yaratık ve ilahi varlığın büyük delillerindendir.[13]



Yerler Ve Göklerdeki İlahî Deliller




“Ey öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkar eden kafirler!... Sizce, sizi tekrar yaratmak (diriltmek) mi güç, yoksa (bin bir hikmetlerle dolu) gökleri yaratmak mı? Ki gökleri ulu Allah bina etmiştir. Göğün boyunu O, yükseltti ve ona bir nizam verdi; göğümüzü gece ile kararttı, fakat gündüzle aydınlığa çıkarttı.” [14]


Yukarıdaki ayetlerde belirtilen ilahi yaratıcılık gücünün müşahedemize açık muazzam eseri karşısında hayran kalmamak ve mimarının yüceliğine ve sanatkarlığına inanmamak elde değildir.


Mesela, dünyamıza hayat veren güneşi, ayı ve pırıl pırıl parlayan yıldızları ile gök, yüce Allah'ın sonsuz hikmetlerini bağrında saklayan bambaşka bir alemdir. Burada sayısız yıldızlar, ay ve güneş hareket ederler, doğarlar ve batarlar. Bu varlıkları harekete geçiren, doğuran ve batıran hangi güçtür? Bu faaliyetler ilahî kanunun ve düzenin dışında cereyan edebilir mi? Elbette hayır... Bütün bunları yapan ve yaratan ulu Allah'tır. En büyük delil de onların düzgün hareketlerinin, belirli zamanlarda doğuş ve batışlarının tabi olduğu ilahî düzenin tek oluğu ifadesidir. Hem sonra feza boşluğunda daimi bir cevelan (dönüşme) ünde bulunan gezegenlerin, içinde bulundukları yörüngeler boyunca çok ince matematiki kurallar dahilinde birbirlerine uymaları, gece ve gündüz, keza mevsimler gibi muayyen ve tekrardan ibaret hadiselerin vukuu büyük bir kudret elinin varlığına şüphesiz en büyük delildir. Ve bu kadar inceliğe ve öneme dayanan hadiselerin en küçük aksaklığıyla kainatta muazzam karışıklıkların ve intizamsızlıkların yüzde yüz mukadder oluşu tesadüf mefhumunu tamamıyla ortadan kaldırmaktadır.


Ve gene mesela yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile yeryüzümüz apayrı bir alemdir. Türlü çeşitli nimetleri ile sayısız varlıkları barındıran uçsuz yer yüzü insan oğlunun hakimiyetine sunulmuş olarak bir çok ilahî hikmetlerle doludur. Bu varlıklar dünyasında da insanoğlu ulu Allah'ın kurtarıcı aydınlık yoluna götürücü rehber ışığı bulmalıdır ve de tutmak zorundadır.


Acaba bu alemlerde var olan yüce hikmetler, insandakilerden daha mı azdır? Elbette ki hayır...


Gerek yerde, gerekse gökte, kişioğlu için yüce Allah'ın ebedî ve ezelî gücünü açıklayan açık, seçik sayısız hikmet ve deliller vardır. Yeter ki biz bu ilaha sırları görecek basirete sahip olalım.[15]



En Mükemmel Yaratık İnsan




Meni denen basit su damlasını yoktan var eden Ulu Allah, ona çıkış merkezi olarak da kadınların göğüslerini, erkeklerin bellerini tayin etti, ana rahmine düşürdü. Burada birbirine benzeyici çeşitli parçalar, çeşitli şekil ve biçim aldılar. Mesela, dayanıldı ve sert kemikler, kan akan damarlar, incecik sinir telleri ve besleme cihazları, hep meniden teşekkül ettiler. Meni devam ile vücudu dik tutacak sert kemik, alınan gıdaları sindirici aletler ile dolu karın, beş duyu azasını taşıyan kafa haline geçti.


Tehlikelere karşı koruyucu kapakları, çapaklarını temizleyici suyu ve kirpikleri ile çeşitli tabakalar halinde ulu Allah'ın yarattığı göz dünyamızı aydınlatarak ilahî güzellikleri görmemizi sağlıyor. İlahi hikmete bakınız ki, ortasına yerleştirilmiş göz bebeği denilen küçücük mercek ile uzağı yakını, yeri göğü görme kabiliyetine sahip kılıyor. Acaba gözsüz bir dünya hayatının tadı olur mu? Elbette ki olmaz. İnsan oğluna göz bahşederek onun dünyasını aydınlatan ulu Allah'a şükürler olsun, amin.


Yüce Allah yine aynı meniden, içinde acı' bir sıvı maddesi bulunan boru halinde kulağı yarattı. Bu sıvı ses dalgalarını iç kulağa iletir ve kulaktan içeri girmek isteyen her türlü böcek vesaire den koruma vazifesini görür. Kepçeyi andıran kulak kepçesi ise hepimizin bildiği gibi, ses dalgalarını toplamaya yarar. İç kulağa iletilen toplanılmış ses dalgaları, oradan beyine ulaşır ve beyinde de beynin manalandırması sonucunda duyum haline geçer. İşte ses dalgalarının böyle beyin tarafından manalandırılma işine biz duyma, (işitme) olayı diyoruz. Kulağın bu en ince hesaplarla yapılışı karşısında her akıllı kişinin Allah'ın varlığı, birliği ve sonsuz gücünün tezahürleri hakkında düşünmemesi hiç bir zaman olağan bir durum olarak karşılanamaz. İnsanoğlu tüm bunlardan derin ve büyük manalar çıkararak ibret almalıdır.


Evet, bir de burnumuz var, acaba bir manası ve vazifesi yok mu? Yüzümüzün ortasına bir çıkıntı halinde burnumuzu yerleştiren ve ona iki delik açarak en güzel ve en uygun şeklini veren ulu Allah onun vasıtası ile hava ve koku almamızı sağlamıştır. Ö yüce yaratan beş duyu organımızdan koku alma hususiyetini (özelliğini) ve vazifesini burnumuza tahsis etmiştir. Aldığımız iyi kötü, faydalı zararlı ve türlü çeşitli kokuları hep bu organımızla alırız. Görülüyor ki bunda da birçok ilahî hikmetler saklıdır.


Tam bir teslimiyet içinde ibretle düşünmemiz gerekir ki, ulu Allah bütün bunları bir damla su olan meniden halk etti ve meniye dikkatle baktığınız zaman ise, onda birçok küçücük çizgiler halinde' noktalar bulunduğunu görürsünüz. Ve onun içinde onu mükemmel bir insan yapan herhangi bir alet ve güce rastlamamız imkansızdır.


Şimdi soralım. Sizin hiç, ustasız, aletsiz yapılmış bir resim, bir eser veya herhangi bir şey gördünüz mü? Daha açıkçası her ne olursa olsun, herhangi bir şey kendiliğinden meydana gelebilir mi?


Hep biliriz ki resmi yapan bir ressam, masayı yapan bir marangoz, elbisemizi diken bir terzi ve ayakkabımızı imal eden bir ayakkabıcı vardır. Kısaca, bunların hiç birisi kendi kendine var olamaz. Şu halde saat gibi hiç şaşmadan çalışan kainat düzeninin kurucusu kimdir? Daha başka bir deyimle, muhteşem insan eserini yaratan ustalar ustası, güçlüler güçlüsü kimdir? Evet, dünya nizamını kuran, insanı yaratan, ezelî ve ebedî gücün sahibi ulu Allahtır. Her şeyi O, var etmiş, her şeyi gene O, yok edecektir. Bir damla meniden koca dünyaya hakim olan insanı yaratan ulu Allah'a sonsuz şükürler olsun, amin.


Biz, insanı yaratan ulu Allah'ın kudretinin kemali rahmetinin tamamı karşısında daima hayranlık duyarız. Çünkü O, kudret ve rahmeti ile insanı dünyaya getirdi, onu merhamet ve şefkat kanatlarının altına alarak ana rahmine düştüğü andan itibaren ölene kadar besledi, büyüttü ve de korudu.


Hepimizin iyice bildiği gibi, yine tekrar söyleyelim ki insan, başlangıçta bir damla meni idi, sonra ana rahmine düştü, burada en güzel şekilde beslenerek dokuz ay içinde her azası eksiksizce teşekkül etti. Artık yatağına sığmayan yavru insan, ana karnından dışarı çıkmak, dünyaya varmak istiyordu. Böylelikle hem kendisi rahatlayacak, hem de yükünü yeteri kadar taşıyan anası hafiflemiş olacaktı. Ulu Allah'ın takdir buyurduğu andan itibaren baş aşağı harekete geçen bebek, kendisine mahsus yolundan çıkmak suretiyle fani dünyaya gözlerini açtı. Doğum hadisesi dediğimiz bu esnada yavru insan, tıpkı aklı başında ihtiyacını bilen ve yolunu görebilen koca bir insan gibiydi. Mesela, bebek neden baş aşağı dönerek doğar? Çünkü dönmez ise ölür. Neden tam gününde doğar? Çünkü doğmaz da gününü geçirirse gene ölür. Bütün bunları, takdir eden ulu Allah’tır. Ve insan bunları düşününce, yüce Allah'ına şükretmekten kendini alıkoyamaz.[16]



ALLAH'IN VARLIĞI




1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şüphesiz her şeyin mahiyetini açıklayacak cümle vardır. Allah'ın mahiyetini açıklayan cüm le ise “ihlas” süresidir.”[17]


2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah (hadisi kutside ) şöyle buyurur: Adem oğlu hakkı ve yetkisi olmadığı halde bana küfür edip söverek beni yalanlar.


Küfür edişi: Ben tek bir Allah, bütün kainatın ihtiyacını sağlayan, doğmamış, doğrulmamış ve hiç bir benzerim olmadığı halde, senin oğlun var diye bana küfür etmiş oluyor. Beni yalanlaması: Allah beni yarattı ama, tekrar diriltecek mi? demesi. Halbuki her varlığın ilk olarak yaratılması, onu tekrar yaratıp iade etmekten daha kolay değildir.”[18]


3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah (hadisi kutsi de ) şöyle buyurur: Adem oğlu ( karşılaştığı bir sıkıntıdan dolayı) zamana küfreder. Halbuki bütün zamanda tasarruf eden benim. Zamanın hiç bir ilgisi yoktur. Geceyi de, gündüzü de çevirip kavrayan benim.”[19]


4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor:


“Her şey hakkında derin düşünebilirsiniz. Fakat Allah'ın varlığının mahiyeti hakkında düşünmeyiniz. Zira semanın yedinci katı ile kürsüsüne varıncaya kadar yedi bir nur perdesi vardır. Allah'ın hakimiyeti daha bunların üzerindedir. Ve bunlar da Allah'ın kuvvet ve kudret tasarrufunun altındadırlar.”[20]


5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Cebrail (a. s.) ma sordum:


“Allah'ı gördünüz mü?” Cebrail:


“Benimle Allah arasında yetmiş nurdan perde vardır. Bu perdelerin en zayıfını görsem yanıp kül olurum, dedi.”[21]


6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bütün varlıların hakiki efendisi Hz. Allahtır,”[22]


7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şüphesiz Allah için yüz on yedi adet faydalı ahlak vardır. Her kim bu ahlaklardan birisiyle dünyadan ayrılırsa cennete girecektir.”


8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah (hadisi kutside) buyurur ki: Kibir benim cübbem, azamet ise benim i zarimdir. Bunların birisini kendisine mal etmekte kim benimle yarış ederse, onu tutup cehenneme atarım.”[23]



Allah Celle Celaluhu




Allah vardır. Birdir, ortağı, benzeri yoktur. Her şeyi yaratan odur, dilediğini dilediğine veren, öldüren, dirilten, besleyen odur. Aziz eden, zelil eden odur. Azizi zelîl, zelili aziz eden odur. Geceyi gündüzden, gündüzü geceden ayıran odur. O, evvellerin evveli, ahirlerin ahiridir. Dilediği gibi hükmeyleyen odur. Gizli aşıkları bilir ve görür. Üzerinden zaman geçmez, ihtiyarlamaz, uyumaz; öldürür ölmez, yedirir yemez, doğdurur doğmaz. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Herşey ona muhtaçtır. Mekandan münezzehdir, mekan ondan münezzeh ir. Her işin faili odur, İbadete layık hiçbir ilah yoktur,


Ancak o vardır. Yerde ve gökte, gayıp alemlerinde ne varsa onun mülküdür, mahlûkudur. Dilediğini hemen var eyler, dilediğini hemen yok eyler. Çok merhametlidir. Bir hadisi kudside:


“Rahmetim gazabımı geçti.” tebşiri ile günahkarları dilşad etmiştir. Rahimdir, kendisine karşı yapılan isyanı, küfrü, fışkı; terbiyesizliği yapan kimse tevbe ve nedamet eder ise ve dilerse affeyler. Cömerttir. Kendisini tanımayan dinsizlere, yolsuzlara, asîlere ikramını esirgemez, rızıklarını verir, kendisine dönerlerse, affetmeyeceği günah yoktur.


Ey mü'min kardeşler, ey Hak yoldaşları! Fırsat elde iken, korkunç ölüm bizi bulmadan, yalnızlık evine girmeden, a'malîmizle baş başa kalmadan, rezil hacil olmadan, oğlumuza, ehlimize hasret kalmadan, ahbaplarımız, ehlimin, evlatlarımız ve arkadaşlarımız bize düşman olmadan, kabre varmadan,; dillerimiz susmadan, gözümüzün nuru sönmeden, yüzümüz kabre dönmeden, narı cahimi görmeden, Rabbimizi dilimizle övelim. Zira kişi sevdiğini çokça anar ve kırmaz, her emrini canına minnet ve devlet, saadet bilir. Biz, onu seversek o da bizi sever, biz onu översek o da bizi över. Ona yürüyerek gidene o kasarak gelir.


O, bize canımızdan daha yakındır, bizler ona uzağız. O, bize yakın olduğu gibi, bizler de ona yakın olmağa çalışalım. Onun hakkında söylediğim ve söylenen, yazdığım ve yazılan bütün denizlerden bir katre, güneşten bir zerredir. Bütün güzellikler ve güzel isimler onundur. O bizim Rabbimiz ve bütün varlığın Rabbidir.


Bizi kulluğundan tard etmesin, kovmasın, kovarsa hangi kapıya gideriz? Nereye güvenir ve dayanırız? Haktan gayri ne şey var ki, bakîdir, sonsuzdur. Bizleri kapısında, kulluğunda daim kılsın. O'nun kapısındaki kulluk, onsuz sultanlıktan çok ama hem de çok hayırlıdır.


Allah'a hiç kimse galip gelemez. Allah, her şeye galiptir ve kafidir. Dua edenin duasını işitir, kalplerden geçen bütün düşüncelere vakıftır.


Manayı münifi: “Sözlerinizi gizli tutsanız da, açıkça söyleseniz de Allahü Teala için aynıdır. Çünkü o, kalblerinizdekini hakkı ile bilir.”[24]


Mülk O'nundur, bütün hamd-ü-senalar O'na mahsustur. Öldürür, diriltir. O, ölmez. Haydır ve diridir. Ebedîdir, daimdir, bakidir. Hayır, O'nun yed-i-kudretindedir. Her şeye kadirdir, her şey O'na dönecektir.


Gökler ve yerler arasında bilinen ve bilinmeyen alemler O'nundur. Mukaddes ve mübarek zatı, hiçbir şeye benzemez. Benzemek ve benzetmekten münezzeh ve mutahhardır.


Allah'lığına ayetleri şahittir. San'atı, birliğine delildir:


Birdir Allah, şeriki yoktur,


Kul hüvallahü ahad, bi-şektir.


Şahid-i-adilken kainatı


Birliğine şek eden eşşektir.[25]



Hikaye




Arabinin birisine, Cenab-ı Hakkın varlığını sordular. Şu cevabı verdi:


“Kum üstünde, bir devenin ayak izini görüyoruz. Bıraktığı bu izlerden, oradan bir devenin veya ona benzer herhangi bir diğer hayvanın geçtiğini anlıyoruz da, görebildiğimiz kadar gökyüzünü, yıldızları, dağları, çölleri, denizleri yaratan bunca eserleri gözlerimizin önünde iken, bütün bunların di bir yaratanı olduğunu neden idrak edemiyoruz? Bunları görüp, bildiği halde; yaratanı bilmeyene, onun varlığını, birliğini, kudret ve kuvvetini inkar edene insan denilir mi?”


Madem ki ben varım; o halde beni de var eden bir kuvvet ve kudret sahibi vardır diyen kişi, Hakkın varlığına; vücudunun burhan olduğunu idrak etmiş demektir. Çünkü hiçbir şey kendi kendisine olmaz. Mutlaka onun bir yapıcısı vardır. O da, seksiz ve şüphesiz Allahü Teala’dır.


Kainatta her şey, ama her şey Hakkın varlığına şahid-i adildir. Akıllara hayret ve durgunluk veren şu ayeti, hep birlikte gözden geçirelim:


Birincisi; gökyüzüdür. Güneşi, ayı, yıldızları ve daha göremediğimiz, bilemediğimiz diğer varlıkları ile enginleşen o muhteşem gökyüzünü bir düşününüz; Düşününüz ki, insanoğlu, en yakını olan aya bile henüz nüfuz edememiştir. Buna karşılık, güneş doğuyor, batıyor, ay çıkıyor, kayboluyor. Gündüzler gece, geceler gündüz oluyor. Aylar, mevsimler değişiyor ve bütün bunlar şaşmadan, şaşırmadan tam ve mutlak bir intizam içinde yüzyıllardır aynı düzen içinde cereyan ediyor. Bütün bunları görüyoruz ve biliyoruz,' Yapanı göremiyorsak inkar mı edelim?


İnkar edenler; hakkı değil, kendilerini inkar etmiş olurlar. Akil olan kimseler bir zerreden hatta vasıl olurlar. İnkar değil, ikrar ederler, hayretle bu ilahî sanatı seyrederler. Zaten münkirin inkarı da hakkın varlığını ispattır. Yok, yok olunca var çıkar.


Mü'min, îmanının mükafatını dünya ve ahirette, görür, münkir de inkarının cezasını dünya ve ahirette bulur. Bunun, birincisine ayatı afakiye, ikincisine ayatı Süfliye, üçüncüsüne ayatı Nefsiye derler. Allah Kuran-ı Kerim'inde:


“Deve nasıl halk olundu, sema nasıl ref olundu, dağlar nasıl yüceldiler. arz nasıl döşendi, görmüyorlar mı?” diyor. “Göz verdim, baksınlar ve görsünler. Bunları onlara hatırlat çünkü sen ancak bir hatırlatıcısın.”[26] Görsünler de, benim kudretimi temaşa etsinler. Bana îman edip selamet ve saadet bulsunlar. Burada, benim kudretimi görmeyen bakar gözlü amalar, yarın benim cennat ve cemalimi göremeyecek ve gözleri ama olarak haşr olacaklardır.


Bir göz ki obuaya ibret onun nazarında,


Ol düşmanıdır, sahibinin baş üzerinde.


Şimdi Allah’ın ayetlerini oku ve bil, ona secde et. Evvel o, kadim, evvelî ve ahiri olmayan o, kerîm o, ganî o, mabud o! Yoktuk, var etti. Seni insan halk etti. Akıl ve anlamak verdi, duyurdu. Göz verdi, gösterdi. Çıplaktık, giydirdi. El verdi tutturdu, ayak verdi yürüttü. Ölüydük diriltti. Yine öldürecek, inkar eden var mı?


Ondan korkmayacak mısın? Onu sevmeyecek misin? Ona secde etmeyecek misin? Bir sigara verene teşekkür ediyorsun da, o sigarayı almak için sana eli verene şükür yok mu? Takkeyi verene teşekkür var da, takkeyi giyeceğin başı verene şükür yok mu?


Haceti dünya için, sen varırsm yüz yere.


Haceti ukba için, hiç komazsın yüz yere.



Allahı Zülcelal’in Sabit Olan Sıfatları:




1- Hayat: Diri olmak, ebedî olmak, varlığına zeval erişememek.


2- Îlim: Allah her şeyi bilicidir, Onun bilmediği yoktur.


3- Sem’i: Allah işiticidir, O'nun işitmediği, duymadığı hiç bir şey olamaz.


4- Basar: Allah görücüdür. Görmediği hiçbir şey yoktur.


5- İradet: Allah dilediğini yapar.


6- Kudret: Cenabı Hakkın gücünün yetmeyeceği hiçbir şey yoktur. Her emrinde galiptir.


7- Kelam: Allah söyleyicidir. Bizim gibi harf ve seda ile söylemez.


8- Tekvin: Allah bütün mevcudatı, cümle mahlûkatı yaratmıştır ve yaratıcıdır. Dilerse yıkar. O'nun emrine bir şey muhalefet edemez.[27]



Hazretî Allah'ın Zati Sıfatları İse Şunlardır:




1- Vücut: Allah vardır.


2- Kıdem: Evveli yoktur. Evvel O'dur.


3- Beka: Ahiri yoktur. Ahir O'dur.


4- Vahdaniyet: Zatta vahit, Sıfatta Ahaddir. Naziri yoktur.


5- Muhalefetünîl Havadis: Bir şeye benzemez, hiçbir şey de O'na benzemez.


6- Kıyam Bi Nefsîhî: Mekana muhtaç değildir. Mekan ona muhtaçtır.




Ey okuyucu; bunları ezberle!


“Ve emma men ûtiye kitabehu bi-şimalîhi feyekulü ya leyteniy lem ûte kitabiyeh ve lem edri ma hisabiyeh ya leytana kanetil kadiyeh ma agna anniy maliyeh heleke anniy sultaniyeh huzuhu fegûlluhu sümmel-cahiyme sallûhu sümme fiy silsiletin zer'uha seb'üne zira'an feslükûhu innehû kane la yü'minü billahil-aziymi ve la yehuddü ala taam-il-miskin feleyse lehül-yevme hahüna hamiymün vela taamün illa min gısliynin la ye'kûluhû illel-hati'un. Fela uksimu bima tubsirune ve ma la tubsirune innehu lekavlü resûliyn keriym ve ma hüve bi-kavli şa'irin kaliylen ma tü'minune ve la bi-kavli kahiyn kaliylen ma tezekkerun tenzilün min rabbil-alemin.”[28]




Meal-i kerimi: Allahu sübhanehu ve Teala, kafirlerin başına gelecek olan azabı şu ayetleriyle beyan buyurmaktadır: Amel defterleri sol eline verilecek kafire gelince; o da şöyle sızlanacak: Keşke amel defterim bana verilmeseydi. Keşke hesabımın ne olduğunu bilemeseydim. Keşke ölüm hayatıma nihayet verseydi de, tekrar dirilmeyip, hayvanlar gibi toprak olsaydım ve bu anı görmeseydim bu azabı tatmasaydım. Malım, bana yaramadı. Kudretim, kuvvetim ve saltanatım elimden gitti. Tesirim kalmadı, fakr-u zillet içinde kaldım. Ben, ebediyyen azab ve zillet içine düştüm.


Kafir, bu zillet içinde kıvranırken, cehennem zebanilerine şöyle denecek:


“Onu tutun; boynuna bukağı, kelepçe vurun. Ellerini ve kollarını bağlayın. Yetmiş arşın uzunluğunda zencire vurup, alevli ateşe atın. Cehenneme yuvarlayın. Çünkü o azamet sahibi Allah'a îman etmiyordu. Yoksulu ve fakiri doyurmuyor, onları yedirip, içirmek, görüp gözetmek hususunda başkalarını teşvik etmiyordu. Bugün, burada onu da görüp gözetecek bir akrabası, bir dostu veya ahbabı, şefaatçisi bulunmayacaktır. Onun, irinden veya kanlı sulardan başka bir yiyeceği de olmayacaktır. Zira bu kanlı ve irinli sular, günahkar kafirlerin yiyecekleri ve içecekleridir.


Gördüğünüz ve görmediğiniz, bildiğiniz ve bilmediğiniz şeylere yemin ederim ki, bu Kur'an Allah yanında muazzez ve mükerrem bir Resûl'ün, Allah'tan alıp sizlere tebliğ ettiği Hakkın sözüdür. Bu Kur'an, şair sözü değildir. Bu Kur'an, falcı sözü de değildir. Hiç düşünmüyor musunuz? Bu Kur'an-ı Aziym, bilinen ve bilinmeyen alemlerin Rabbi ve sizi yoktan var eden Allah tarafından indirilmiştir.


Allah celle celaluhu; bu ayet-i celîlelerle, kafirlerin cehennemde görecekleri şiddetli azabı beyan buyurmakta ve diğer bir ayet-i kerimede de:


“İnna a'tedna lil-kafiriyne selasile ve aglalen ve sa’ıyra.”[29]


Manayı münifi: Biz, kafirler için demir bukağılar ve zincirler ve alevli ateşler hazırladık, buyurulmaktadır.


İşte; Allah'ın nimetlerini yiyen, lûtuflarını gören, fakat buna rağmen Hakkı tanımayan ve ona şirk koşan, O'nun Resulünü tanımayan, hilkatini unutan, akıbetini düşünmeyen, nereden gelip, nereye gittiğini sezemeyen, Hakkın kanununu çiğneyen kafirlerin sonları budur.[30]



Allahu Teala'nın Hakimiyeti




Allahü Teala'nın zatının var olduğu, sıfatları, nasıl ve ne gibi sorulardan münezzeh ve mukaddes olduğu, bir yerde olmaktan münezzeh olduğu, hepsinin anahtarı insanın kendi nefsini tanımak olduğu anlaşılınca, bilmekten, tanımaktan bir kısım kalmış oluyor. O da, onun mülkünde padişahlığı, hakimiyetidir. Nasıldır, nasıl oluyor, meleklere iş vermesi, meleklerin onun emrine uyması, melekler vasıtasıyla işlerin olması, gökten yere emir göndermesi, göklerin ve yıldızların hareketi, yerde olanların işlerinin göklere bağlı olması, rızıklar anahtarının göğe havale edilmesi nasıl oluyor? Diye sorulması mümkün olan sorulardandır.


Allahü Teala'yı tanımakta, bu mühim bir bahistir. Buna “Marifet-i ef'al”, yani fiiller'i tanıma denir. Bundan öncekilere “Marifet-i zat ve marifet-i sıfat” denildiği gibi. Bunun anahtarı da, kendini tanımaktır. Kendi memleketindeki padişahlığını nasıl yürüttüğünü bilmezsen, kainatın padişahının hükmünü yürüttüğünü nasıl bilmek istersin?


Önce kendini tanı ve bir işine dikkat et. Mesela kağıt üzerine Bismillah yazmak istediğin zaman, önce sende arzu ve istek meydana gelir, sonra kalbinde bir hareket ve kımıldama duyulur. Bu etten olan yürek ki, sol taraftadır. Ondan bir cism-i latif hareket eder ve beyne gider. Bu cism-i latife tabîbler rûh diyorlar. His ve hareket kuvvetlerini taşımaktadır. Hayvanlarda olan rûh ise daha başkadır. Bu rûh ölebilir. Bizim kalb dediğimiz rûh ise, hayvanlarda yoktur. Asla Ölmez. Çünkü o, Allahü Teala’yı bilme, anlama yeridir. Bu rûh beyne ulaşınca, Bismillahın sureti hayal kuvvetinin yeri olan beynin birinci odasında (merkezinde) meydana gelmiş olur. Beyinden çıkan sinirler her tarafa dağılır. Parmakların ucunda İplik gibi düğümlenir. Beyinden bu sinirlere uyarma verilir. Zayıf, kuru olanların kollarında sinirler görülebilir. Sonra sinirler kımıldanır, parmakların uçları hareket eder ve sonra da parmaklar kalemi harekete geçirir. Kalem de mürekkebi harekete getirir. Böylece hislerin yardımıyla hayal hazinesinde) olan Bismillah'ın suretine uygun olarak Besmele kağıtta meydana gelir! Bunda bilhassa gözün yardımı çoktur.


Muhakkak bilmelisin ki, padişahı ve padişahlığı padişahlardan başkası bilmez. Eğer böyle olmasaydı, sana onun memleketinde padişahlık verilirdi. Allahü Teala'nın mülkünden ve padişahlığından sana bir parça verilmiş olurdu; o zaman alemlerin sahibini tanıyamazdın. O halde senin için yaratılmış olan padişahlığa şükret. Sana padişahlık ve kendi memleketine benzeyen bir memleket verdi. Kalbini Arş eyledi. Kalbin menba'ı olan hayvanı ruhunu İsrafil, beynini Kürsî, hayal hezîneni Levh-i Mahfuz, göz, kulak ve bütün duygularını ayrı ayrı birer melek; sinir sisteminin merkezi olan beyinciğini de, gökler ve yıldızlar gibi yarattı. Parmağını, kalemi ve mürekkebi senin emrine verdi. Seni tek ve nasıl olduğu belli olmayan şekilde yarattı ve hepsine padişah eyledi. Sonra da sana:


“Sakın! Kendinden ve padişahlığından gaafil olma ki, yaratandan da gaafil olmayasın” buyurdu. Elbette Allahü Teala Ademi kendi suretinde yarattı O halde, ey insan, nefsini bil ve rabbini tanı.


İnşanın padişahlığı ile Malikü'l-Mülk olan Allahü Teala'nın padişahlığı arasında yaptığımız bu mukaayeseli izahtan, iki büyük ilme işaret olundu: Biri, insanın kendini tanıması, azalarının kuvvetler ve sıfatları ile olan bağlılığı, sıfatlarının ve kuvvetlerinin kalbe bağlılığının nasıl olduğu ilmidir. Bu, böyle bir kitabta incelenemeyecek kadar uzun bir ilimdir. Diğeri alemin padişahının, memleketinin meleklere olan bağlılığının tafsili, meleklerin birbirleri ile olan irtibatı, göklerin, Kürsî'nin ve Arş'ın meleklerle olan alakası; bu ilim ise daha uzundur. Bundan maksat zekİ olanların bu kadarına inanması ve Allahü Teala'nın azametini bununla bitmesidir. Akılsız olanların, bütün bu güzelliklerle böyle bir hazretin mütalaasından mahrûm kaldıklarını, nasıl gaafil olduklarını ve nasıl aldandıklarını bitmesidir, Allahü Teala'nın cemalinden, halk zaten ne anlayabilir? Halkın tanıyabilmesi için bu anlattıklarımız nedir ki![31]



ALLAH MERHAMETİNİN YAYGINLIĞI




1- “Şüphesiz Hz Allah (c.c) kainatı yarattığı zaman, rahmetini de yüz kısım olarak yaratmıştır. Doksan dokuzunu yanında tutarak yalnız bir tek kısmını bütün canlı varlıkların arasına indirmiştir.


Kafirler Allah'ın yanında tutulan rahmetin bu kadar bol olduğunu bilselerdi cennete girmekten umutlarını kesmezlerdi. Müminlerde Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu bilselerdi, cehenneme girmeyeceğiz diye o kadar umutlanmazlardı.”[32]


2- “Şüphesiz Hz. Allah (c.c) göğü ve yeri yarattığı zaman, rahmetini de yüz kısım olarak yaratmıştır.


O, yüz rahmetin her biri yerle semanın arasını dolduracak büyüklüktedir. O, yüz rahmetten bir tanesini yerdeki canlı varlıkların arasına indirmiştir. İşte bu bir tek rahmet sayesinde anneler yavrularına, vahşi hayvanlar eşlerine, kuşlar da, birbirlerine karşı merhamet ederler.


Hz Allah geriye kalan doksan dokuz rahmetini ise yanında tuttu. Kıyamet günü canlılara karşı doksan dokuz rahmetini yüze tamamlayıp muamele eder.”[33]


3- “Ey müminler! Sevininiz... Ve samimi bir yürekle “Lailahe İllallah” cümlesini söyleyen herkişi cennete gireceğine dair müjdeleyiniz.” [34]


4- Allah’ın birliğine inananlar işledikleri günahlar yüzünden cehenneme atılırken fazla ateş acısı çekmesinler diye canlarını alır. Fakat cefaları bittikten sonra, cehennemden çıkarılırken az bir zaman için o azabın acısı tattırılır. [35]


5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor:


“Hz. Allah kişinin (günahları işlemek ve ibadet etmemek için göstereceği) özür ve sebebini, o ömrünü uzatıp yaşını altmışa çıkarmakla reddeder.”[36]


6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şüphesiz Tüce Allah şabanın on beşinci gecesinde mü’min kullarına yaklaşır. Zina eden, haksız olan ile hakim arasında rüşvet aracılığı yayanların dışında samimi bir yürekle istiğfar eden herkesin günahlarını affeder.”[37]


7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şüphesiz yüce Allah kıyamet günü mü'min kuluna yaklaşır ve onu (kimse görmesin diye) rahmet örtüsünün altına alarak, dünyada iken yapmış olduğu günahlarını teker, teker hatırlatıp ikrar ettirmek için şöyle der:( filan yerde falan saatte yaptın ) falanca şu, bu günahlarını hatırlıyor musun?”


Kul: Hatırlıyorum, ey Rabbim der. Ve böylece yapmış olduğu günahlarını ikrar ederek helak olacağını zanneder. Mernamet sahibi olan yüce Allah şöyle seslenir:


Ey kulum, Ben dünyada iken yaptığı günahları yüzüne vurup seni rezil etmedim. Bu günde günahlarını affediyorum. Sonra iyiliklerini yazan amel defterini sağ eline verdikleri zaman mü’min kurtulur.


Kafirlerle, münafıkları görecek mahşer ehli şöyle derler:


İşte bu dünyada iken Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimselere lanet olsun.”[38]


8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Mü'minler Allah'ın azabının ne kadar şiddetli olduğunu bilmiş olsalardı, cennete gireceklerine dair hiçbir ümit beslemezlerdi. Kafirler de Allah’ın rahmetinin ne kadar bol olduğunu bilselerdi, cennete girmekten ümitlerini kesmezlerdi.”[39]


9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şüphesiz şeytan şöyle dedi: Ey Rabbim, büyüklüğüne yemin ve kasem ederim ki, mü’min kullarının ruhları cesetlerinde bulunduğu müddetçe çıkarıp kötü yola saptırmaya çalışırım. Yüce Allah şöyle dedi: Ben de azametime yemin ederim ki, onlarla istiğfar ettikleri müddetçe bütün günahlarını affederim.”[40]




Selam) niçin senden ayırdığımı, biliyor musun? Sen dedin ki, korkarım onu kurt yer. Kurttan korktun ve bana güvenmedi , ümid etmedin. Kardeşlerinin dalgınlığından korktun, benim korumamı, aklına getirmedin”




10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şüphesiz (kıyamette bana verilecek olan havuzun genişliği) Adn şehriyle, Ammar şehrinin arasındaki genişlik kadardır. Suyu sütten beyaz, baldan tatlıdır. Kadehlerinin sayısı yıldızlar kadar çoktur. Onun suyundan bir defa içen ebediyyen susuzluk ihtiyacı duymayacaktır. İlk olarak oraya giren muhacirlerin fakirleri olacaktır. Bunlar saçları kıvırcık, elbiseleri kirli, (fakat kalpleri imanla dolu) hanımlarla evlenemeyen, kendileri için evlerinin kapısı açılmayarak saygı görmeyen, başkalarının hakkını verip, kendi haklarını alamayan (nurlu, seçkin) kişilerdir.”[41]


11- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Öylesine üç şey vardır ki bunlar kimde bulunmazsa, Yüce Allah o kişinin günahlarını affeder:


a) Allah'a şirk koşmadan ölenler.


b) Sihir (büyücülük) yapmadan ölenler.


c) Din kardeşinin kötülüğünü istemeden ölenler.”[42]


12- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ın rahmetine kavuşmanın hüsnü zannında bulunmak, Allah için yapılan kulluğun iyi olmasından doğar.”[43]


13- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şüphesiz Hz. Allah, Allah'tan başka hiç bir kimsenin günahlarını affedemiyeceğini bilip inandığı halde, “ey Rabbim, günahlarımı affet diye” dua ederek yalvaran kulundan hoşlanır.”[44]




Ali (radıyullahü anh) günahlarının çokluğu sebebiyle ümîdsiz olan birini gördü. “Ümîdsiz olma, O'nun rahmeti, senin günahından büyüktür”, buyurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:


“Allahü Teala kıyamet günü, kuluna: Kötülük görünce, niçin nehy-i münker yapmadın der. Eğer Allahü Teala onun diline hüccet verirse ve insanlardan korktum, rahmetine güvendim, derse ona rahmet eder.” Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün buyurdu ki:


“Benim bildiğimi siz bilseniz, az güler, çok ağlardınız. Sahraya çıkar, elinizle göğsünüze vurur, inlerdiniz” Bunun üzerine Cebrail aleyhîsselam geldi ve Allahü Teala buyuruyor ki:


“Kullarımı, rahmetimden niçin ümitsiz ediyorsun” dedi. Tekrar dışarı çıktı ve Allahü Teala'nın rahmet ve fazlından uzun uzun bahsetti, insanlara ümîd verdi. Allahü Teala, Davûd aleyhisselama vahiy gönderdi:


“Beni sev ve kullarımın kalbinde beni sevgili eyle”, buyurdu. Seni nasıl sevdireyim, ya Rabbi? Deyince:


“Onlara nîmet ve ihsanlarımı hatırlat ki, benden iyilikten başka bir şey görmediler”, buyurdu.




14- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:”


“Şüphesiz Hz. Allah için her gün altı bin adet azat edilen kimseler vardır. O kimseler cehemnem ateşine atılmayı hak etmiş olsalar dahi Yüce Allah yine (isterse) azat eder.”[45]


15- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İçinizden her hangi birisi ölmesin. Ancak Allah'ın rahmetine kavuşacağına inanıp hüsnü zannın da bulunarak ölsün.”[46]


16- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah kendisine mahsus bir şekilde gülümseyerek kıyamette biz mü'münlere cemalini gösterir.”[47]


17- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sadaka olarak verilen her hangi bir şey elden ele yüz kişinin arasında dolaşır. En son olarak o sadakayı alıp veren bir kimse, ilk olarak malından vermiş bulunan kimsenin kazandığı sevap kadar sevap kazanır.”[48]


18- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kişinin ailesine, çocuklarına, malına ve kendisine karşı işlediği kötülüklerin kefareti, kıldığı namaz, tuttuğu oruç, verdiği sadaka ve başkalarına iyilikleri emretmek, kötülüklerden nehyetmekle olur.”[49]


19- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah ( hadisi kutside) şöyle buyurur: Şüphesiz mü'minler hayırlı ve faydalı olan her şeye layıktırlar. (Çünkü Allah'tan gelen her şeyi sabır ve şükürle karşılarlar.) Zira ben ruhunu teslim almama karşılık bana hamdü sena ederek tatlı canını teslim eder.”[50]


20- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah (hadisi kutside) şöyle buyuruyor: Ey Adem oğlu, bana kulluk edip, rahmetimden umudunu kesmediğin ve şerik koşmadığın müddetçe, senden sadir olan her türlü günahlarını affederim.


Ey kulum, yerle semayı dolduracak kadar günahla birlikte bana yönelirsen, ben de sema ile dolu olan mağfiretimle sana yönelirim. Ve yapmış olduğun günahlarının da çokluğuna bakmam.”[51]


21- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah (hadisi kutside) şöyle buyurur: Kulum (dünyadaki iyi veya kötü ameline göre ) beni, nasıl zannederse benden onu görecektir. Beni kendisinin affedeceğini zannederse, onu görecek, şayet kötülük göreceğini zannederse, kötülük görecektir.”[52]


22- Adamın birisi, falanca kimse (öylesine bir günah işlemiş ki) Hz. Allah onu affetmez, dedi. Ve böylece kendi kafasından bir hüküm vermişti. Bunun üzerine Yüce Allah o zamanda yaşayan peygamberlerden birisine şöyle vahyetti: “Günah işleyen kişi, yaptığı günaha karşılık iyi amel yapsın.[53]”


23- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Cebrail (a.s.) bir gün bana gelerek şöyle dedi: Ya Muhammed, ümmetinden kim Allaha şerik koşmadan ölürse mutlaka cennete girecektir.” Ben dedim ki:


“Hırsızlık ve zina yapsa, yine cennete girecek mi?”


“Evet, hırsızlık ve zina yapsa da yine girecektir,” diye cevap verdi.[54]


24- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah (hadisi kutside) buyuruyor ki: Kim, günahları affetmeye kadir olduğuma inanıyorsa, günahlarını affederim. Bana şirk koşmadığı müddetçe de günahlarının çokluğuna bakmam.”[55]


25- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah (kutsi hadiste) buyuruyor ki: Ey Adem oğlu, bana çağırdığın, affımı umduğun müddetçe günahlarının çokluğuna bakmayarak affederim. Ey adem oğlu, günahların semaya kadar ulaşsa bile, benim mağfiretimi dilediğin müddetçe çokluğuna bakmayarak affederim. Ey Adem oğlu, bana şirk koşmadan yer dolusu kadar günahlarla huzuruma gelsen, yere dolu su mağfiretimle seni karşılarım.”[56]


26- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Rabbiniz olan Allah, bir varlığı yaratmazdan evvel, kudret eliyle şunu yazmıştır: Beni rahmetim gazabımdan daha yaygın ve daha evveldir.”[57]


27- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hiç bir kimse işittiği ve gördüğü eza ve cefalara karşı yüce Allah'tan daha sabırlı değildir. Çünkü (bir kısım insanlar Allah'ın nimetlerini kullanıp, başkalarına kulluk yapıyor ve ) yüce Allah'a çocuk isnat ederek şirk koşuyor. Buna rağmen Hz. Allah, (türlü türlü nimetleriyle ) besleyip vücutlarına sıhhat, afiyet ve sağlık verdiği gibi üstelik rızıklarını da kesmez.”[58]


28- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dünyada işlediği günahın cezasını dünyada çektikten sonra, ahirette de çekmesi Yüce Allah' m adaletine aykırıdır.


Yine kulun işlemiş olduğu günahı açığa çıkarmayıp yüzüne vurmayan Hz. Allah'ın onu ahirette tazip etmesi cömertliğine aykırıdır.”[59]


29- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İnsanların amelleri her hafta, pazartesi ve perşembe günü Yüce Allah'a arz edilir. Hz. Allah, aralarında kin ve buğuz bulunan türdeşlerin dışında her mü'minin günahını affeder. Ve onların ( kardeşlerin ) hakkında şöyle denilir: Onları bu kinlerinden vazgeçinceye kadar kendi hallerine bırakınız.”[60]


30- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah (hadisi kutside) buyuruyor ki: Ben kulumun sevgilisi olan iki gözünü aldığım zaman eğer sabır ederse, kendisine cennette daha iyileri verilir.”[61]




İki hasta hariç, bu ilaca kimsenin ihtiyacı yoktur. Biri, günahlarının çokluğundan ümitsizliğe kapılmış, tevbe etmiyor ve tevbem kabul olmaz eliyor. Diğeri, uğraşma ve taatin çokluğundan kendini helak ediyor ve dayanamayacağı sıkıntı ve mahrumiyetlere katlanıyor. Bu iki hastanın bir ilaca ihtiyacı vardır. Fakat gaflette olanlara bu, ilaç değil, öldürücü zehir olur. Ümit iki sebeble kuvvetlenir,


Birinci Sebeb: İbret almaktır. Dünyadaki şaşılacak şey'leri, bit kilerin, hayvanların ve çeşit çeşit nimetlerin yaratılmasını düşünür. Bunları şükür bahsinde anlatmıştık. Böylece kendinden uzakta olmayan bir rahmet bir inayet ve bir lütuf görür. Ztra kendine bakarsa ve kendine lazım olanların nasıl yaratıldığına dikkat ederse, kalb ve rûh gibi zarûrî olanları el ve ayak gibi zarurî olmayıp fakat kendisine lazım olanları, dudağın kırmızılığı, kaşın eğriliği, kirpiklerin siyah ve uzun olması gibi ihtiyaç olmayıp güzelliği arttıranların yaratılmasını düşünürse ve bu, rahmetin bütün canlılara ulaştığını, bir arıda bile kendi şekline göre, nice ince yaratılışlar, O'nun san'atları, kendi evini kendi yapma ihsanı, içinde bal toplaması ve arı beyine itaat etmesi ve arı beyinin onları nasıl idame ettiğini düşünen, kendi dış ve içindeki böyle şaşılacak şey'leri aklına getiren ve bütün mahlûkatı böyle bilen kimse rahmetin, ümitsizliğe kapılmaktan büyük olduğunu anlar. Yahut da korkunun fazla olması gerekir. Hatta havf ve reca beraber bulunmalıdır. Reca daha çok olursa yeri vardır. Halbuki Allahü Teala'nın her yarattığındaki rahmet ve lûtfu sayısızdır. Büyüklerden biri buyuruyor ki:


“Kur’an-ı Kerîm'de en uzun olan müdayene ayetinden (Bakara sûresinin 282. ayetidir.) daha ümîd verici ayet yoktur. Zîra Allahü Teala Kur'an-i Kerîm'de en uzun ayeti, malın korunması, saklanması ve zayi olmaması için nasıl borç verilmesi hakkında indirmiştir. Mağfiretimize sebeb olan böyle bir inayeti bize vermeseydi, bildirmeseydi, hepimiz Cehenneme giderdik. Reca elde etmek için bu, bir çaredir. Çok büyük ve sonsuzdur. Herkes bu dereceye kavuşamaz.


İkinci Sebeb: Reca ayet ve hadîslerini düşünmektir. Çünkü bunlar da sayılamayacak kadar çoktur. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de “Hiç biriniz benim rahmetimden ümîdsiz olmayın.” “Melekler sizin için afv diliyorlar” “Cehennem kafirlerin girmesi içindir. Amma sizi onunla korkuturlar” buyuruluyor. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve alihî ve sahbihî ve sellem) ümmeti için mağfiret dilemekten hiç boş kalmazdı.


“La ilahe illallah diyen Cennete girer. Son sözü bu olan kimseyi ateş görmez. Şirksiz olarak öbür dünyaya giden Cehennemde kalmaz”. Yine buyurdu: “Siz günah işlemezseniz, Allahü Teala başka mahlûklar yaratır, onlar günah işlerler, Allahü Teala da onlara merhamet ederdi”. Yine buyurdu: “Allahü Teala kuluna, şefkatli bir ananın çocuğuna acımasından daha çok acır”. Yine buyurdu: “Allahü Teala kıyamet günü, o kadar rahmet izhar eder ki, hiç kimsenin kalbinden o kadarı geçmiş değildir. Hatta şeytan bile merhamet olunacağını düşünerek başını kaldırır.” Yine buyurdu: “Allahü Teala'nın yüz rahmeti vardır. Doksan dokuzunu kıyamete ayırmış ve bu dünyaya bir rahmetten fazla ayırmamıştır. Bütün kalbler bu bir rahmetle, merhamet buluyor. Annenin çocuğuna merhameti, hayvanın yavrusunu koruması bu merhamettendir. Kıyamet günü bu rahmet, ö doksan dokuz rahmetle bir araya gelir ve insanlara saçılır. Her rahmet, göğün ve yerin tabakalarından defalarca büyüktür. O gün ezelde helak olanlar dışında, kimse helak olmaz”. Yine buyurdu: “Şefaatim, ümmetimden, büyük günahı olanlaradır, Zannederler ki mutîlere ve muttekîleredir. Belki günahlara, kötülüklere bulaşmış olanlaradır” Sa'd ibni Bilal der ki:


“İki kimseyi Cehennemden çıkarırlar. Allahü Teala: “Yaptıklarınızın karşılığını gördünüz. Çünkü ben kullarıma zulmetmem”, buyurur. Cehenneme götürmelerini buyurur. Biri zincirlerle ve bukağılarla acele acele yürür. Diğeri geride kalır. Her ikisi geri çevrilir ve niçin böyle yaptınız? Denir. Hızlı yürüyen der ki:


Emir dinlememenin ve kusur işlemenin neye mal olduğunu anladım. Şimdi ondan korktuğum için hızlı yürüdüm. Diğeri, Rabbime hüsn-i zan ettim. Cehennemden çıkarınca, bir daha beni Cehenneme sokmaz diye ümîd ettim,


der. Her ikisini de Cennete gönderir”.


nem) buyurdu: “Kıyamet günü bir ses der ki: “Ey ummet-i Muhammet üç gün farz namazları dışında evden dışarı çıkmadı. Dördüncü gün çıktı ve buyurdu ki: “Allahü Teala bana, ümmetimden yetmiş, kişiyi hesabsız afvedeceğini ve Cennete sokacağını vadetti. Ben bu üç günde daha fazlasını istedim. Allahü Teala'yı kerîm ve büyük buldum. Benim için bu yetmiş binin her birine yetmiş bin daha bağışladı. Ya Rabbî! Benim ümmetim bu kadar olur mu? Dedim. Bu sayıyı köylülerden, cahillerden tamamlarım, buyurdu”.


hayet: “Senin Rabbin insanların zulümlerini mağfiret edicidir” ayet-i kerîmesi geldi. “Rabbin sana o kadar bağışlar ki, razı olursun” ayet-i kerîmesi gelince: “Ümmetinden bir kişi Cehennemde olursa Muhammed (aleyhisselam) razı olmaz”, dedi. Böyle ayetler çoktur.


Hadîs-i şeriflere gelince: Resûlüllah (sallallahü. aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Benim ümmetime merhamet olunmuştur. Onların azabı dünyada fitne ve zelzele olur. Kıyamet günü gelince, her birine bir kafir verilir ve Cehennem için bu sana feda olmuştur denir”


31- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah (hadisi kutside ) buyuruyor ki: Ey Adem oğlu, senin hiç bir yetkin olmadığı halde sana iki sevap vesilesi vardır.


a) Günahlarını arıtmak ve ruhunu temizlemek için, canını alırken (sadakayı cariye için) malının üçte birini vasiyet etme selahiyeti.


b) Ecelin gelip öldüğün vakit, müslümanların cenaze namazını kılmaları ve sevabını sana bağışlamalarıdır.”[62]


32- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz.Allah (hadisi kutside) buyuruyor ki: Ey Adem oğlu, sabah ve ikindi namazlarından sonra beni hatırlayınız ki, bu iki vaktin arasında gelmesi muhtemel olan her türlü belaları sizden def edeyim.”[63]


33- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah (hadisi kutside ) şöyle buyurur: Şayet benim kullarım emirlerime itaat ederek rızamı kazansalardı, geceleyin onlar uykudayken gökten yağmuru yağdırıp, feyzü bereketimi indirir, gündüz de faydalı olan güneşi doğdurur onlara yıldırım seslerini işittirmezdim.”[64]



KONU: ALLAH'IN HAKİKİ DOSTLARI




1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bu ümmetin (her asırda bulunan ) otuz tane “ abdalı” vardır. Kalbleri İbrahim Peygamberin kalbi gibi tertemiz ve nuramidir. Bunlardan bir tanesi Allah'ın rahmetine kavuşunca, Yüce Allah onun yerine başka birisini geçiririr.”[65]




Bir veli, bir beldeden çıktı veya çıkarıldı mı yahut katlolundu mu o beldeye mutlaka bir bela gelir. Zira, veliyullah siperi sa'ika gibidirler. Kendilerine sığınanları kalkan gibi korurlar. Allahu sübhanehu ve Teala, Habib-i edibine hitaben: (Aralarında sen de bulunduğun için, Allahu zül-celal onlara azap etmez.) buyurmuşlardır:




2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ümmetim arasında (her asırda) otuz tane abdal bulunur. Onların sayesinde yer (deprem gibi afetlerden korunuyor.) yaşıyor. Semadan yağmur yağıyor. Ve yine sizlere onların hürmetine Allah'ın yardımları oluyor.”[66]


3- “Şam da (küçük olmak üzere ) kırk tane abdal ( veli) vardır. Bunlardan bir tanesi ölünce Allah yerine başka birisini geçirir. Onların hürmetine bol bereketli yağmurlar yağar, imanlıların düşmanlarına karşı galibiyet kazanmalarına ve Şamlılardan azabların hafiflemesine yardımcı olurlar.”


4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Velilerin ( öylesine tertemiz ve nurani kıyafetleri vardır ki ) göründükleri yerde (herkesin) aklına Allah Teala hazretleri gelir.”


5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kıyafeti bozuk, halleri perişan, saçları dağınık, başkalarının kapılarından kovularak saygı görmeyen, öyle veliler vardır ki, yeminle Allah'tan herhangi bir şey dilerlerse, dilekleri yerine getirilir.”[67]


6- “Saçları dağınık ve tozlu, elbiseleri yırtık ve yamalı, başkalarının gözünde hor ve hakir görünen, Allah'ın öylesine kulları vardır ki, yemin ve ısrarla Allah'tan her hangi bir şey diledikleri vakit, Hz. Allah onların dileklerini yerine getirir.”


7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki;


“Üç şey vardır ki, hak ve doğru olduğuna yemin ederim:


a) İslamda hissesi olan, hissesi olmayanla eşit değildir. İslam'da önemli olan hisselerde üçtür: Namaz, oruç, zekat'tır.


b) Hz. Allah dünyada dost olduğu bir kulunu, kıyamette başkasına dost yapmaz. (yani, dünyada dostu olan kulunu, kıyamette de kendisine dost yapar.)


c) Kişi dünyada kimi seviyorsa, Hz. Allah onu ahirette de o kimse ile hasreder. Dördüncü olan da odur ki, doğru olduğuna yemin edersem umarım ki, günahkar olmam; Hz. Allah dünyada iken bir kulun işlediği günahı yüzüne vurmayıp, onu rezîl etmeden gizli tutarsa, ahirette de günahını gizli tutup o kulu affeder.”[68]




“(Ya Muhammedi Sen aralarında iken, Allahu Teala onlara azap edecek değildir.)”




Evliya'ullah, aleyhissalatü vesselam efendimizin varisleri bulunduklarından, onların bulundukları yere azap inmez. Onlar, o diyardan çekildiler mi, nasıl ki siper-i saika kaldırılınca yıldırımlar etrafa düşerler ve kalkan muharibin elinden alınınca da mızraklar vücuduna saplanırsa, belalar ve musibetler de yağmağa başlar, Netekim, Somuncu Baba'nın ayrılmasından kısa bir müddet sonra, Bursa Timurlenk'in istilalsına uğramış ve halk azabın tadını tatmıştı.


Buna bir başka misal daha verelim: Sultan-ül-ulema da Belh şehrinden sultana gücenerek çekildikten sonra, henüz Bağdad'a vasıl olduğu sırada Belh şehrini Moğollar istila etmişler ve bu şehir halkını bir bela-i asümani halinde kırıp geçirmişlerdi.


Ey ehl-i iyman:


Velileri, Hakkın bir nimeti uzması bilmeli, gerek onlara ve gerekse alimlere saygı göstermelidir. Zira, velisini ve alimini sefil eden milletin, haritayı alemden silineceği ve kalkacağı muhakkaktır.[69]



Hikaye




Velilerden bir zat, zamanın hükümdarının kendisini ziyaret için zaviyesine yaklaştığını görünce, derhal yatağına girdi, yorganı üstüne çekti ve yüzüne kadar örterek, oğluna padişahı odasına almasını tenbih etti.


Hükümdar, zaviyeye girdi ve oğluna babasının nerede olduğunu sordu.


“Yatıyor efendim,” cevabını alınca;


“Yoksa hasta mı?” demeğe kalmadı, veliyullah içeriden seslendi:


“Hayır, hasta filan değilim. Senin yüzünü görmemek için yattım ve yüzümü örttüm. Zira, sen bir zalim hükümdarsın. Sana yaklaşanı, cehennem ateşi kuşatacağından senden kaçıyorum ve yüzünü görmek istemiyorum. Senin yüzünü görmek, cehennem ateşini görmek gibidir,” dedi.


Hükümdar, durakladı ve sordu:


“Beni bu duruma ne düşürdü?”


“Halkın hakkına tecavüz etmen ve zulmen onların malını alman düşürdü.”


Hükümdar, bu sözlere kızmadı. Bilakis hatasını anlayarak, halktan haksız olarak aldıklarını iade etti ve memleket ne adalet, halkına da saadet ve selamet getirdi.


Veliler ve alimler, tıpkı birer ayna gibidirler. Onlara bakanlar, noksanlarını görürler. Yüzlerinde kara varsa silerler.[70]



KONU: VELİLERİN KERAMETLERİ




1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Yeryüzü, İbrahim Peygamber seviyesinde (kalpleri dünyalık kirlerden arınmış, büyük yetkilere sahip ) kırk tane erkek veliden hiç bir zaman boş değildir. Onların hürmetine ( Hz. Allah bol ve bereketli ) yağmurlar yağdırıp size yardım eder. Onlardan bir tanesi Allah'ın rahmetine kavuşunca Cenab-ı Hak, onun yerine başka birisini geçirir.”[71]


2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hızır (a.s.) ma hızır isminin verilmiş olmasının sebebi, bitkisiz, kupkuru beyaz bir yere oturunca o yer, altında kabararak yeşermesindendir.”[72]


3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İnsanoğlunun yaratılışından bu ana kadar beşiktekilerden sadece dört çocuk konuşmuştur. Bunlar: Hazreti İsa, ( a.s.) Yusuf Peygamber'in şahidi, Cureycin arkadaşı, Fravun’un tarakçısının çocuğudur.”[73]




Not: Bakire olan Hz. Meryem'in hamile olduğunu gören akraba ve tanıdıkları karnındaki çocuğu nereden aldın diye dedikoduya başladılar. Ve şöyle dediler:


“Ey Meryem, sen kötü bir sülaleye mensup değilsin, annen de temiz bir kadın olup ömründe asla zina yapmamıştır. Öyleyse bu karnındaki ( haşa ) kimin piçidir.”


Bunun üzerine Hz. Meryem:


“Karnımdaki çocuk, alnımın kader yazısı, omzumdaki melekler zina yapmadığıma dair benim şahitlerimdir, dedi. Doğum yaptıktan sonra bu da benim şahidimdir, bununla konuşabilirsiniz,” dedi. Dedikodu yapanlar konuşmasını işaret ederken, Hz.İ sa (a.s.):


“Ben bir zina mahsûlü değilim. Allah'ın kulu ve peygamberiyim ve faziletli bir insanım” diye konuşmuştur.


Yusuf peygamberin (a.s.) şahidi olan çocuk da şöyle konuşmuştur:


“Züleyha'nın gömleği önden yırtılmışsa Züleyha doğru, arkadan yırtılmışsa yalan söylüyor,” demiştir.


Cüreyc’in arkadaşı çocuk iken, Cüreyc'den olduğunu iddia ediyordu, Bebek:


“Ben Cüreyc'in oğlu değilim. Bir çobanın oğluyum” diyerek bu iftirayı bertaraf etmişti.[74]



KONU: SALİH KULLARI SEVMEK




1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Herkes sevdikleriyle kıyamet günü hışırda beraber olacaktır.”[75]


2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İmanın lezzetini (ibadetlerin zevkini tatmak ) isteyen, bir mü'min kardeşini sevmek isterse onu Allah için sevsin”[76]


3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kişinin din kardeşine güler yüzlülük ve şefkat göstererek bakması, şu camim de yapılan bir senelik itikaf ibadetinden daha üstündür.”[77]


4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Karşılaşan iki mü'min kardeş, birbirlerinin ellerini tutarak Allah'a hamdü sena ederlerse, ay-rıldıkları vakit, günahları affedilmiş olarak ayrılırlar.”[78]


5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Öylesine üç kimse vardır ki, sığınacak hiç bir gölge olmadığı vakit, bunlar Allah'ın himayesinde olacaklardır. a) Allah'ın kendisiyle beraber olduğuna kesinlikle iman ederek yolculuğa çıkan kimse.


b) Güzel bir kadın kendisini çağırdığı halde, Allah'tan korktuğu için bu teklifi reddeden kimse.


c) Din kardeşini sadece Allah rızası için seven kimse.”[79]


6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şüphesiz Hz. Allah (kıyamet günü ) cennete girecek olan kimselere şöyle seslenir:


Ey cennet ehli, size ihsan ettiğim cennet nimetlerine razı mısınız? Onlar da:


Yarattıklarınızdan hiç birisine vermediğini bize ihsan eyledin nasıl razı olmayalım, derler.Yüce Allah:


Size verdiklerimin daha iyisini vereyim mi? buyurur. Ehli cennet:


Ondan daha iyisi var mı, derler? Hz. Allah:


Evet, o da sizden razı olmak ve ebediyyen sizi azaplandırmamaktır, buyurur.”[80]


7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah, ( işledikleri kötülüklerden dolayı azap etmek istediği ) bir milletin camiye gidenlerine bakar, o anda merhamete geldiğinden o milleti affeder ve vermek istediği azabı da geri çevirir.”[81]



KONU: ALLAH'IN MURAKABESİ




1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“ Tam iyilik ve Allah'a karşı bağlılık, Allah'ı görür gibi ibadet etmenizdir. Her ne kadar sen O’nu göremezsen O seni görür.”[82]


2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sana tavsiyem şudur; Mensubu bulunduğun bir milletin salih bir liderinden utandığın gibi Allah’tan da utanmalısın.”[83]



KONU: AMELDE NİFAK




1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah (hadisi kutside) buyuruyor ki: İnsanları yaratan benim. Onların dilleri baldan daha tatlı, kalbleri ise zehirden daha acıdır. Zatıma yemin ederim ki, (yaptıkları kötülüklerden ötürü ) onları hayret içinde bırakacak fitneleri başlarına getireceğim. Yaptığım iyiliklere aldanarak bana cürette mi bulunuyorlar?”[84]


2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Muhakkak ki Hz. Allah, benim rızamı kazanmak gayesiyle, halisane olarak lailahe illah diyenleri cehennem ateşine haram kılmıştır.”[85]


3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Cenab-ı Hak, sığırların, ot otlamak için dilleriyle otları ağızlarıyla topladıkları gibi, ağız yapan lafçıları sevmez.”[86]


4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Cenab-ı Hak, kıyamet günü bilginleri affetmediği konularda mektep görmeyenleri (okuma-yazma bilmeyenleri) affedecektir.”[87]


5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hakikatte bütün kalpler Allah'ın iki parmağı arasındadır. Onları dilediği yöne çevirebilir.”[88]


6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ümmetimin hakkında en çok korktuğum sapık devlet adamlarıdır.”[89]


7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ümmetimin akibeti hususunda en çok korktuğum kimseler, dili ile bilgili ( edebiyatçı) münafıklardır.”[90]


8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ben ümmetim hakkında ne mü’minden ne de müşrikten korkmam. Çünkü mü'mini imam fenalık yapmaktan, müşrik ise onun küfrü açık olduğundan müslümanlar, ondan sakınırlar. Ama, benim en çok korktuğum münafıklardır, zira onlar göründükleri gibi inanmazlar onlar, sizin iyi gördüğünüz gibi konuşurlar, tasvip etmediğiniz tarzda amel ederler, sizi dilleriyle aldatırlar.”[91]




Allahü Teala İçin Ameli Tanımak: Allahü Teala’nın, kendisine bir takım işleri emir ve bir kısım şeyleri de yasak ettiğini kulun bilmesidir. Allahü Teala’nın yapmasını emreylediği şeylere Taat, yasak ettikleri ise Ma'sıyyet, ya'nî günahdır. Allahü Teala gerek emrinin yapılmasında, gerek yasaklarından sakınmada kula ihlas üzere olmağı Kur'an-ı kerim ve sünnet-i seniyyenin yolundan gitmeği, hidayet ve doğru yolu istemeği emreylemiştir. Bunun için her işi yaparken, kulun kalbinde Allahü Teala’dan gayrisi olmamalıdır. Kul görünen günahları terk edip, gizli ve kalbe ait günahlardan sakınmayanlardan da olmamalıdır. Çünkü kalbe ait ve görünmeyen günahlar, günahların aslı ve anasıdır. Çünkü Allahü Teala aşikar günahları terk edip, kalbe ait günahları terk etmeyenlere mağfireti va'detmedi. Bunun için kul, bozuk rüyyet ve sakat irade ile zahirî ibadetlerle uğraşmamalıdır. Bu halde onun taatinin hepsi, günaha döner de, bedenin zahmeti, arzuların azlığı, şehvet ve lezzetleri terkle beraber, dünya ve ahiret cezasına çarpılır. Dünya ve ahirette zarar eder. Ancak taatini ihlas, takva ve vera'la ve niyyetini sıdk ile süslemeli, iradesini muhasebe ile korumalıdır. Kulun kasdı, doğru niyyeti istemek, azmi de söz. hareket ve hallerinin hepsinde taate ve günahlardan yüz çevirmeğe başlayıp, ihlas ve tevhidi istemesidir. Böylece ameli tanımak elde edildiği gibi, niyyeti tanımak, bilmek de sabit olur. Kul için layık olan şeytanın onu aldatmasından, tuzağına düşürmesinden, hile ve aldatmasına tutkun eylemesinden sakınmalıdır. Çünkü şeytanın kulların kalbinde yayılmış, açılmış bir takım alet ve vasıtaları leziz kutuları vardır. Cahil onu nur ve yakîn zanneder. Halbuki onlar şübhe ve zulmettiler. İblis kula taatten yüz kapı açar, onunla kulu en aşağı dereceye düşürmek, onunla amelini mahvetmek ister. Kaçının! Sakının! Çok sakının! Ey mü'minsen onun tuzak ve çeşit çeşit hile ve desiselerinden çok sakın! İnsan Kur'an-ı kerîmi öğrendiği gibi, şeytanın hilelerini de öğrenebilirse öğrenmelidir. Allahü Teala kula böyle emreylemiştir. Bunun için kul günah dan sakındığı gibi, Hakka taatte de şeytanın aldatma ve hilelerinden kaçınmalıdır. Eğer kulun kalbine bir şey gelirse, yahut nefsi onu bir şey'e çağırır veya bir şekilde tahrik ederse, hakikatini bilmek, ilmi olmadan o işte acele etmeyip, dikkatli davranmalı, mecburen alimlere başvurmalı, Allahü Teala’yı, emir ve yasaklarını bilen fakîhler ile bir arada bulunmalıdır. Böylece fakîhler onlara doğru yolu göstermelidir. Kalbine gelen şey'i kendilerine bildirmelidir. Kulun Allah için halis olan ameli bilmeden, çok namaz kılmak, oruç tutmak ve çok nafile ibadetler yapmağa aldanmaması lazımdır. Kul, kendi fi'lini nefsini, rabbini ve düşmanını tanımakla beraber görürse, fi'li düzgün ve sahîh olur. Bu halat kul ilim ve fıkha varis olur.




9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şüphesiz, ümmetim hakkında en çok korktuğum şey şirktir. Yani, Allah'a ortak koşmaktır. Bununla, sizin güneşe, aya veya puta tapacağını söylemek istemiyorum. Fakat Allah' tan başkasına ibadet edeceğinizi ve gizli şehevi arzularınıza tapacağınızı söylüyorum.”[92]


10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ümmetimden bazı kimseler dine ait fıkhi bilgilerle mücehhez olacaklar ve Kur'an-ı Kerimi okuyacaklar, bu kimseler, kendi zuurnlarınca şöyle diyeceklerdir: Biz amirlerin yanına yaklaşalım, hem dünyalık nasibimizi onlardan alırız, hem de onları dinimize döndürürüz. Ancak durum hiç de onların zan ve tahminleri gibi çıkmayacaktır. Çünkü: Çalıdan, dikenden başka bir şey kopmadığı gibi, ümeraya yaklaşmaktan da hatadan başka bir şey elde edilmeyecektir.”[93]


11- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Cennet ehlinden bir kısmı ( ahirette ) cehennem ehlinden bir takım kimselerin halini görürler ve onlara neden cehenneme girdiklerini ve and olsun ki, biz cennete sizden öğrendiklerimizle girdik, derler. Cehennemdekiler de: Biz de söylerdik ama kendimiz amel etmezdik, diye cevap verirler.”[94]


12- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kulun kalbinde gizlediği kombinezona göre, ulu Allah kıyamet günü ona bir elbise giydirir; kalbinde taşıdığı inanç iyi ise, iyi bir gömlek, kötü ise kötü bir gömlek giydirilir.”[95]


13- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kim, halkı Allah'ın hoşuna gitmeyen ( Haram ve günah olan ) şeyler ile memnun etmeye çalışırsa yüce mevla onu insanlara terk eder. Her kim de Allah'ın razı olduğu yaptığından dolayı (cahil) kimseleri kızdırırsa Ulu Allah’ın insanlardan gelecek eza ve cefaya karşı o kimseyi korumayı üzerine alır.”[96]


14- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İsrail oğulları, ne zaman emri ilahiye imtisali bırakıp tarihleri ile meşgul oldular, hikaye ve efsanelerin tesirinde kaldılar, helak oldular.”[97]


15- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Adem oğlunun kalbi, daldan dala konan güvercin gibidir, günde yedi yön değişir.”[98]


16- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Adem oğlunun kalbinde büyük vadiler ve o vadilerin içinde de dereler vardır. Her kim bu kalbinin muhtelif derelerine (İyi-kötü) dalarsa Allah o kimsenin bu vadilerde ölmesi ile ilgilenmez; kim Allah'a tevekkül ederse Allah ona yeter.”[99]


17- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Adem oğullarının kalplerinin hepsi, Rahman olan Allah'ın parmaklarından, yani kuvvet ve kudretinden iki parmağının arasında bir kalp gibidir; o kalbi istediği tarafa yöneltir.”[100]


18- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kıyamet gününde Allah nezdinde insanların derece bakımından en aşağısı, ahiretini dünya için yok eden kuldur.”[101]


19- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah’ın haram kıldığını işleyenlere karşı, gayret ve hamiyet sahibi olmak imandan, günahkarlara karşı boyun eğmek münafıklıktandır.” Yani: Dini haysiyet ve şahsiyete sahip olup, dini ahkamın tezyif ve tahkirine karşı tepki göstermek imanın alameti olduğu gibi, dine karşı yapılan çirkin davranışlara boyun eğmek, tavizkar davranmak nifak alameti sayılmıştır.”[102]


20- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Gadredenlerin, yani: Sözünde durmayarak başkalar mazulm ve haksızlıkta bulunanların, kıyamet gününde onları terzil için bulundukları yere bir bayrak asılır ve bu falan gaddarın alametidir diye yaptığı kötülükler herkese duyurulur.”[103]


21- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ölmeden kıyamete kalanlar ve onu görenler en kötülerinizdendir.”[104]



KONU: DİLİN AFETLERİ




1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İnsan oğlu sabah kalktığında vücudun bütün uzuvları (el, ayak, göz, kulak gibi) dile şöyle derler: Başımıza gelecek bütün felaketler senin yüzünden olacaktır. Öyleyse Allah'tan kork ve bizi felakete sürükleme. Çünkü: Sen doğru hareket edersen biz de selamete çıkarız; eğri yollara saparsan biz de saparız.”[105]




1. Dil. Hak Teala'nın yarattığı şaşılacak şey’lerdendir. Görünüşte bir et parçasıdır; amma hakikatte varlıkta olan her şey onun tasarrufu altındadır. Hatta olmayan şey'ler bile ondadır. Çünkü o, hem yokluktan, hem de varlıktan ibarettir. Belki aklın vekilidir. Aklın haricinde ise bir şey yoktur. Akla, vehme ve hayale gelen her şey'i, dil söyler. Diğer uzuvlar böyle değildir. Mesela göz, renkten ve şekilden başkasını anlamaz. Kulak ise, yalnız ses duyar. Beden ülkesindeki diğer uzuvlar da, ancak bir şey ile alakalıdır. Dilin ise kalp gibi, hepsiyle münasebeti vardır. Dil kalbin karşılığı olduğu, bütün suretleri kalpten alıp ve anlattığı gibi, suretler kalbe ulaşır ve söylediği her sözden kalpte bir sıfat meydana gelir. Mesela, dil ile yalvarır, ağlar, sızlar ve böyle sözler söylerse, ağlama sesleri çıkarırsa, kalp bundan bir incelik, yanma ve üzülme sıfatı edinir. Böylece kalbdeki ateşin alevi beyni kaplar ve gözlerden dışarı çıkmaya başlar. Çalgı aletlerinin sesleri ve güzelleri anlatan sözler söyleyince, kalbde sevinç ve neş'e hareketi meydana gelmeye başlar, şehvet kamçılanır. Bunun gibi dilin söylediği her sözden kalbde ona uygun bir sıfat zuhur eder. Kötü sözler söylerse kalb kararır; doğru ve iyi şey'ler konuşursa kalb nurlanmaya, parlamaya başlar. Yalan ve eğrî-büğrü konuşursa, kalb de eğri olur. Hatta şey'leri doğru görmez. Eğik ayna gibi olur. Bu sebeble, şairlerin ve yalan söyleyenlerin rüyaları doğru çıkmazlar. Çünkü kalbleri yatan ve bozuk sözlerden eğrilmiştir. Doğru konuşmayı ve doğru olmayı adet edenin, rüyaları da doğru olur. Bunun gibi doğru rüya görmeyenler, ahirete gidince, bütün lezzetlerin en üstünü olan Allahü Teala'yı görmesi de, kalbine eğri olur ve olduğu gibi görmez. O lezzetin, saadetinden mahrum kalır. Güzel bir yüz, eğik bir aynada eğri ve yamuk-yumuk olur. Nitekim kılıcın üzerindeki ayna gibi parlak, fakat yüksek ve alçak olan yerlere bakınca, bir güzel yüze bakmanın lezzetini bulamaz. Ahiretteki ve Allahü Teala hakkındaki işler de böyledir. O halde kalbin doğruluğu ve eğriliği, dilin doğru ve eğriliğine bağlıdır. Bunun için Resulüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem): “Kalb doğru olmayınca, îman doğru ve müstakim olmaz. Dil doğru olmayınca, kalb de doğru olmaz”, buyurdu.




2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“(Ey ümmetim), şüphesiz Hz. Allah size annelerinize asi olmayı, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmenizi ve başkalarının malına el uzatmayı haram kılmıştır. Keza, sizler için dedikoduyu, lüzumsuz konuşma ve soru sormayı ve malınızı haram yollarda harcamayı çirkin (mekruh) kılmıştır.”[106]


3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah, her sözün hesabını soracaktır; o halde herkes Allah'tan korksun ve sözüne dikkat etsin.”[107]


4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kişi, Allah’ın razı olacağı bir kelime söylerse, onun tahmin etmeyeceği şekilde bu kelimenin sevabı kıyamete kadar yazılır.


Ve yine bir kişi de Allah'ın gazabını gerektiren bir kelime sarf ederse onun zannedemeyeceği şekilde cenab-ı Hak o kimseye kıyamete kadar günah yazar.”[108]


5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Fasık için gıybet olmaz: Yani, içki, kumar gibi günahları açıktan işleyen kimsenin bu hareketlerinin başkasını söylemek gıybet sayılmaz.”[109]


6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kim, din kardeşinin ırz ve namusunu arkasından müdafaa ederse, Allah'ın o kimseyi cehennemden koruması bir hak olur.”[110]


7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kim, bir kimsenin ayıplanması maksadı ile onda olmayan bir şeyi ona isnad ederse söylerse, Cenab-ı Hak, söylediğini isbat edinceye kadar o kimseyi cehenneme hapseder.”[111]


8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kim, başkasında bulunan bir şeyi söylerse o kimseyi gıybet etmiş olur.”[112]


9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dünyada ikiyüzlü olanın, kıyamet günü ateşten iki dili olacaktır.”[113]


10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Çok konuşanın yanlışı da çok olur; çok yanlış yapanın günahı da çok olur; günahı çok olanın ise cehennem ateşi gerektir.”[114]


11- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şahitlik için çağırıldığında inkar eden (Doğruyu söylemekten çekinen) kimse, yalancı şahitlik yapmış gibidir.”[115]


12- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Toplantı yerleri birer emanettir. Yani: Bir yerde oturulup, bir şey konuşulduğunda o söz orada kalmalı, başkasına ihbar veya ifşa edilmemelidir. Ancak üç meclis bundan müstesnadır:


a) İnsan kanından bahsedilen meclis: Bir mecliste oturulduğunda, bir insanın öldürüleceği veya bir insanın öldürüldüğü söylenirse,


b) Haram olan bir zinanın yapıldığı veya yapılacağı anlatılırsa,


c) Haksız yere bir malın gasbından bahsedilen meclis.


Bu meclislerde bulunan ve bu üç keyfiyeti duyan kimsenin meydana gelmiş veya gelecek olan bir haksızlık ve günahı haber vermek ve ifşada bulunması gerekir.”[116]


13- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Lisanını kötü sözden men edemeyen kul, imanın hakikatına eremez.”[117]


14- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hikmet on kısımdır: Bunun dokuzu bir şeye karışmamakta, biri de susmaktadır.”[118]


15- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ümmetimin hayırlısı o kimselerdir ki, görüldükleri zaman yanlarında Allah zikredilenlerdir şerlileri ise, koğuculuk yapan ve böylece sevenlerin arasını açan, başkalarına kusur takmak için koşan kimselerdir.”[119]


16- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Müslümanlara sövmek fasıklık: (Allah'ın emirlerine karşı gelmek), müslümanlar ile dövüşmek küfürdür, müslümanların malları da, kanları gibi haramdır.”[120]


17- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


(Hayırlı sözün dışında) “Susmak ibadetlerin en yükseğidir”[121]


18- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Susmak abidin süsü, sahilin örtüsüdür.”[122]


19- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sükkut, ahlakın en güzelidir; şaka yapmak ise, sahibini küçültür.”[123]


20- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki;


“Dünyada iki yüzlülük eden kimse, kıyamet günü ateşten iki yüzü olarak kalkacaktır.”[124]


21- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dilini islah edip, güzel söz söyleyene Allah rahmet eder.”[125]


22- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Konuşarak kazanan, (Faydalı söz ve zikir edenler gibi), ya da susunca selamete eren kişiye Allah rahmet eder.”[126]


23- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ölülere söven kimse, kendini felaket uçurumuna atmış gibidir.”[127]


24- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Mü'mine söven kimse kendisini ölüm uçurumuna atmış gibidir.”[128]



Dilin Afetleri




1. Sana lüzumu olmayan sözü söylersin. Söylemediğin zaman din ve dünyan için sana hiç bir zarar vermez. Bununla İslamiyet in güzelliğinin dışında kalırsın. Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Kaçınılması icab eden şey'den el çekmek, İslam’ın güzelliğindendir” Bu nev'i sözler şöyledir ki, insanlarla oturur, yolculuk hikayeleri, bağ, bahçe, dağlara ait sözler söyler, geçmişte başından geçenleri eksiksiz ve mübalağasız anlatır. Bunların hepsi lüzumsuzdur. Bunlardan koçmalıdır. Zîra söylenmemelerinde hiç bir zarar yoktur. Bunun gibi, bir kimseyi görüp, ihtiyacın olmayan şey'i sorman da böyledir. Bu da sormanda bir afet olmadığı zamandır. Amma mesela oruç tutuyor musun? Diye sorsan doğru söylerse, ibadeti izhar eylemiş otur. Yalan söylerse, günahkar olur. Bunlar da on beş afettir.[129]



2. Batıl Ve Günah Konuşmak




Batıl konuşmak, bid'atler hakkında konuşmaktır. Günah söylemek ise, kendi fısk ve fesadını anlatmak ve başkalarına da anlattırmaktır. Şarabı ve fışkı anlatan hikayeler söylemektir. Yahut bir toplantıda münakaşa edip, birbirine galiz sözler söyleyenlerin, birbirlerini incitenlerin hallerini, sözlerini anlatmaktır. Yahut insanları güldürmek için kadın hikayeleri anlatmaktır. Bunların hepsi günahtır. Birinci afet gibi değildir. Çünkü dereceyi düşürür. Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:


“Bir kimse bir söz söyler ve o sözden korkmaz ve o sözün kıymetini bilmezse, o söz onu Cehennemin dibine götürür. Bir söz söyler ve ondan korkarsa, o söz onu Cennete götürür”.[130]




25- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ümmetimin ermişlerinin alameti: Onlar hiçbir şeye lanet asla etmezler.”[131]


26- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İki türlü gülmek vardır:


1. Allah'ın sevdiği gülmek;


2. Allah'ın gazap ettiği gülmek.


Allah (c. c.)'nün sevdiği gülmek: Bir kimse ile karşılaştığında ona karşı hoş görünmek ve onu memnun etmek maksadı ile güler yüz göstermektir,


Cenab-ı hakkın buğzunu gerektiren gülme ise: Muhatabına eziyet ve onunla alay etmek için gayri ciddi kelimeler söyleyerek gülüşmelere sebep olan batıl sözler ile meydana gelen gülmektir. Ki, başkasını alay olsun diye batıl sözler ile gülen kimsenin cezası derinliği 70 sene uzaklıkta olan cehennemin çukuruna atılmaktır.”[132]


27- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Müslümanın malına haksız yere el uzatmak, günahların en büyüğüdür.”[133]


28- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hırsızlığın en beteri: Devlet adamının sözlerini çalmaktır. Yani onun namına konuştuğunu söyleyerek halkı aldatmasıdır;


Günahların, hata yönünden eh büyüğü de: Haksız yere bir müslümanın malından almaktır;


Hastayı ziyaret etmek sevap getiren iyiliklerdendir; ziyaretin tamamlanması ise, elini hastanın üzerine koyarak halini sormaktır;


Şefaatlerin en üstünü, evlenmek isteyen iki kişi arasını bularak, onları birleştirmektir.


Elbiseyi güzel şekilde giymek, peygamberlerin yaptığı gibi önce gömleği sonra şalvarı giyinmek tarzıdır. Duaların kabul olduğu anlardan biri de aksırınca yapılan duadır, bu anda yapılan dua kubule iktiran eder.”[134]


29- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki :


“Sizi yalan yere şahitlik etmekten men ederim.”[135]


30- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sana, başkalarına lanet (Bela), okumamanı tavsiye ederim.”[136]


31- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Gıybet, din kardeşinden onun hoşlanmadığı şeylerle bahsetmendir.”[137]


32- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İnsanoğlunun bütün sözleri, lehine değil, aleyhinedir. Ancak: Allah'ın güzel olan emirlerini başkalarına söyleme, yasaklarını da yapmamaları için başkalarına ikaz etmek ve de şanı yüce olan Allah'ı zikretmesi, lehine olan sözleridir.”[138]


33- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Yüce Rabbim Miraç gecesinde beni yükselttiğinde, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir kavmin yanından geçtim. Cebrile, bunların kim olduklarını sordum. O, bunların (dünyada) halkın etini ( hakkını) yiyen ve mal ve servetlerine tecavüz edenler olduklarını söyledi.”[139]


34- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Yalancı şahitler, Hz. Allah onları cehenneme atmadan bir adım atamazlar.”[140]


35- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kim, hakkı olmadığı halde, bir müslümanın sırf ayıplansın diye ayıplarını meydana çıkarırsa Cenab-ı Hak da o kimseyi kıyamet günü ateşe atmak suretiyle teşhir edecektir.”[141]



3. Sözde Muhalefet, Münakaşa Ve Mürailik




Bazı kimselerde adet haline gelmiştir ki, kim ne söylerse kabul etmez, hayır, öyle değildir, der. Bu, sen ahmaksın, bir şey bilmezsin, yalan konuşursun, ben ise akıllıyım, zekiyim, bilgiliyim ve doğru konuşurum demektir. Bu söz ile iki helak edici sıfatı kuvvetlendirmiş olur. Biri tekebbür (kendini büyük görmek) öbürü ise başkalarına saldırmaktır.[142]



4. Malda Husûmet




Mal hususunda husûmet için ya kaadı'mn (hakimin) huzuruna yahut başka yere gidilir. Bunun afeti büyüktür. Resûlüllah (Sallatfahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Bir kimse, ilmi olmadan bir kimseye muhalefet ederse, susu ricaya kadar Allahü Teala'nın gazabında olur” Demişlerdir ki: Kalbi dağıtan, hayatın zevkini gideren, din mürüvvetini götürpn. mal hususundaki husûmet (düşmanlık) gibi hiçbir şey yoktur. Hiçbir vera' sahibi malda husûmet etmemiştir. Zira, olduğundan fazla söylenmedikçe husûmet olmaz. Vera1 ise fazla söyletmez. Hiçbir şey olmasa da hasmına tatlı söz söyleyemez. Halbuki tatlı sözün üstünlüğü çoktur.[143]




36- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Fitne uyumaktadır. Onu uyandırana Allah lanet etsin.”[144]


37- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kişinin vücudundaki bütün organları, dilin şiddet ve kötü sözlerinden şikayetçidirler.”[145]


38- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bana dünyadan şu kadar veya bu kadar servet de verseler yine de bir insanın (Kusur telakki edilecek ) halini anlatmam.”


( Peygamberimizin bu hadisi, Hz. Ayşe'nin,


“Sana şu kısa boylu Safiye yetti.” demesi üzerine, peygamberimiz de ona


“ Denize katsan onu bulandıracak bir söz söyledin.” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ayşe de ben onda olan bir hali hikaye ettim, demesi üzerine Resulullah efendimiz yukarda mealen arz ettiğimiz hadisini buyurdular.)[146]


39- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kişi söylemesinde zarar görmediği bazı kelimelerden dolayı 70 safhalı cehennemi boylar.”[147]


40- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sözü yalan olmaktan uzaklaştıracak çok yönler vardır.”[148]


41- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Namuslu bir kadına zina iftirasında bulunmak yüz senelik ( En uzun ömrün) ibadetini yıkar ve yok eder.”[149]


42- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kardeşinin yüzüne söylemekten çekindiğin her türlü söz gıybettir.”[150]



5. Fuhuş Söylemek




Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:


“Fuhuş söyleyen (çirkin söz söylemek, sövmek) kimseye Cennet haramdır” Yine bu yurdu:


“Cehennemde öyle insanlar olur ki, ağzından çıkan pisliğin fena-kokusundan bütün Cehennemdekiler feryad edip, bu kimdir? Derler. Bunlar, fuhuş ve çirkin sözlerin konuşulduğu yeri seven ve kendileri de öyle konuşanlardır, denir.” İbrahim ibn Meysere diyor ki:


“Fuhuş söyleyen, kıyamette köpek şeklinde olacaktır”. Fuhuşun en çoğu, fesadçılarda olduğu gibi, çirkin sözler söyleyip, avret yerlerini anmaktır. Sövmek ise bunu bir kimseye söylemektir. Resûlüllah (Aleyhissalatü vesselam) buyurdu:


“Annesine babasına sövene lanet olsun”.


“Bunu kim yapar?” dediklerinde:


“Başkasının anne ve babasına sövüp kendi anne ve babasına sövdüren, anne ve babasına sövmüş demektir” buyurdu.


Mübaşeret (cima’) bildiren sözleri, fuhuş olmaması için îma ile söylemelidir. Çirkinlik bulunan her şeyde işaretle konuşup açık söylememelidir. Kadın ismini açık söylemeyip “örtülüler” demek lazımdır. Bir kimsede basur ve bars gibi çirkin hastalıklar varsa “hastalık” deyip, böyle sözlerde edebli olmalıdır. Çünkü bu da fuhuş sözlerden bir çeşit olabilir.[151]




43- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İki bacağının ve iki çenesinin arasında bulunanları hıfzetmesini bilen kimse cennete girer.”[152]


44- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Lisanını, kulağını ve gözünü Arefe günü korumasını bilen kimse, bu arefeden gelecek arefeye kadar yapacağı ufak tefek günahlardan affedilir.”[153]


45- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Aslı (anası ve babası) temiz olan ve temiz doğan kimsenin huzuru da temiz olur. (Helal olan böyle bir evlat kimsenin gıybetini yapmaz,).”[154]


46- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Haya hislerinden yoksun olan, pahasızca işler yapan, kimsenin aleyhinde konuşmak gıybet değildir.”[155]


47- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Elini ve dilini tutmasını bilen kimse kurtuluş bulmuştur.”


48- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bedenin sıhhati ve ruhun afiyeti on kısımdır. Bunun dokuzu susmakla, biri de insanlardan uzak bulunmakla kazanılır.”


49- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Karşılıklı biribirlerine sövenlerin günahı, küfre ilk defa başlayana aittir. Kendisine sövülen bu haddi aşmadıkça...”[156]


50- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kıyamet günü Allah'ın yanında durumu en kötü olan kimse, nasın kendisini kötü, çirkin sözlülüğünden dolayı terk ettiği kimsedir.”[157]


51- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kişiyi huzurunda övmek, onu ( kör bıçakla ) kesmekten beterdir,”[158]


52- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Başkasını övmekten sakınınız. Çünkü, bu hal onu gurura sevk eder ve helakine sebep olacağından boğazlanmak demektir.”[159]


53- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İftira ve söz koğuculuğu yapmaktan kaçınınız.”[160]


54- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Yalan söylemekten kesinlikle kaçınız. Çünkü: Yalan imanın yabancısıdır, imanla yalan birlikte bulunamaz.”[161]


55- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bir adam veya kadın, cariyelerine böyle bir fiiline muttali olmadıkları halde ( ey zina eden, zinakar ) derlerse kıyamet günü cariyeleri tarafından haklarında (had) uygulanır. Çünkü dünyada aralarından müsavat olmadığından haddin uygulanması mümkün değildir.”[162]



6. Lanet Etmektir




Bil ki lanet etmek, kötüdür. Hayvana, İnşana, elbiseye, neye olursa olsun böyledir. Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor:


“Mümin lanet etmez” Seferde hanımı Resûlüllah'la (aleyhisselam) beraber idi. Bir deveye lanet etti. Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:


“O devenin üstündeki her şey'i alın. Kaafileden çıkarın. Zira mel'undur.” Bir müddet deve öyle dolaştı, kimse yanına yaklaşmadı. Ebû'd-Derda (Radıyallahü anh) buyurur:


“Bir kimse, toprağa veya birşey'e lanet etse, o şey der ki, lanet bizim ikimizden de daha çok Allahü Teala'ya asî ofana olsun”. Bir gün Ebû Bekiri's-Sıddîk (radıyallahü anh) bir şey'e lanet etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) işitti ve üç defa:


“Ka’be'nin sahibinin hakkı için sen sıddıksın, lanet yoktur” buyurdu. Tevbe ettim, tevbe ettim dedi ve kefaret için bir köle azad etti.[163]



7. Şiir Ve Nağme




Sema bahsinde bunun haram olmadığını anlatmıştık. Çünkü Resulüllah'ın huzurunda şiir okumuşlardı. Şairi Hasan'a, kafirleri kötüleyici, hicv edici şiirle, cevab vermesini emretmişti. Fakat yalan söylemek, bir müslümanı kötülemek yahut da överken yalan söylemek caiz değildir. Amma, şiir san'atı olarak teşbih yoluyla söylenenler, görünüşte yalan da olsa haram olmaz. Çünkü bunlardan maksad, bunlara inanmak değildir. Böyle şiirler, arabî dilde Resûlüllah'ın (Sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda söylenmiştir.[164]



8. Mizah




Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) şakalaşmayı yasaklamıştır. Az olmak şartı ile arada bir yapmak mubahtır. Şart, iyi huylu, güzel ahlaklı olmaktır. Ve yine şarttır ki, adet ve meslek haline getirmemeli ve doğru söylemelidir. Çünkü fazla şaka ve mîzah vakti öldürür ve çok güldürür. Çok gülmek ise kalbi karartır. Heybet ve vekarı giderir. Hatta böyle kimseden uzak durmaya başlarlar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:


“Ben mîzah (şaka) konuşurum, fakat doğru konuşurum” Yine buyurdu:


“Başkalarını güldürmek için bir söz söyleyen, Süreyya yıldızından yere düşmekten daha çok kendi derecesinden düşer” Çok güldüren her şey kötüdür. Gülmek, tebessümden fazla olmamalıdır. Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:


“Benim bildiğimi siz bilseniz, az güler, çok ağlarsınız” . Bir kimse, diğer bir kimseye dedi ki:


“Bilmiyor musun ki, şübhesiz Cehennemden geçilecektir. Nitekim Allahü Teala: “Sizden her biriniz ondan geçecektir”, buyuruyor. Oradan tekrar çıkılacağını biliyor musun?” Arkadaşı:


“Hayır, bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine:


“Gülmek nedir ve gülmeye sebeb nedir?” Dedi.


Ata-i Sülemî (Rahmetullahi aleyh) kırk sene gülmedi. Veheb ibn Verd, Ramazan bayramı günü bir gurup kimselerin güldüklerini, eğlendiklerini gördü. Buyurdu ki:


“Eğer bu insanları afvetmişler ve oruçlarını kabul etmişlerse, bu işleri şükür edenlerin işi değildir. Kabul etmemişlerse bu işleri Allah'tan korkanların işleri değildir”. İbn Abbas (Radıyallahü anhüma) buyurdu:


“Günah işleyip de gülen. Cehenneme girer ve daima ağlar”. Muhammed İbn Vasi' buyurdu:


“Bir kimse Cennette ağlarsa, haline şaşılır mı?”


“Şaşılır” dediler.


“O halde dünyada gülen ve yerinin Cennet veya Cehennem olduğunu bilmeyene daha çok şaşılır”, buyurdu.[165]



9. Alay Etmek Ve Gülmek




Bir kimse ile alay etmek ve ona gülmek, sözünü ve işlerini, gülünç şekilde anlatmaktır. O kimse bundan kırıtırsa, haramdır. Allahü Teala:


“Kimseye hakaret gözü ile bakmayın ve kimseye gülmeyin ki, o sizden daha iyi olabilir”, buyurdu. Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:


“Bir kimseyi tevbe etmiş olduğu bir günahtan dolayı gıybet eden kimse, o günaha mübtela olmayınca ölmez” Sesi çıkacak kadar gülmekten men'etmiştir. Buyurdu ki:


“İnsan, benzerini yaptığı işe niçin güler?” Yine buyurdu:


“Alay edene ve insanlara gülene, kıyamet günü Cennetin kapısını açarlar ve oha gel gir derler. Yaklaşınca kapıyı kapatırlar. Dönünce yine bağırırlar, başka bir kapı acarlar. O ise o üzüntü ve gam arasında ezilir durur. Yaklaşınca kapı kapanır. Nihayet çağırırlar da gidemez. Anlar ki kendisi ile alay ediyorlardır”


Komiklik ve maskaralık yapana gülmek, kimseyi rencide etmiyorsa, haram değildir. Şaka kısmından sayılır. Bir kimse rencîde olursa, haram olur.[166]



10. Yalan Yere Söz Vermek




Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurur:


“Üç şey yardır ki, bunlardan biri kimde bulunursa, namaz kılsa da, oruç tutsa da münafıktır. Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, kendisine verilen emanete hıyanet eyler” Yine buyurdu:


“Söz vermek borç gibidir. Kaçmamak lazımdır.”


Allahü Teala, İsmail aleyhisselamı övüyor ve onun için, sözünün eri buyuruyor. Derler ki, bir kimseye bir yerde buluşmak için söz verdi. Yirmi iki gün orada onu bekledi ve sözünü yerine getirmek istedi. Ashab-i Kiramdan biri anlatır:


“Resûlüllah'a bîat ettim ve şuraya geleceğim dedim, sonra unuttum. Üçüncü gün gittim, orada idi”. Buyurdu ki: “Ey delikanlı, üç gündür seni bekliyorum”.


Elden geldiği kadar zorla söz vermemelidir. Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem):


“İnşaallah yapabilirim”, derdi. Söz verince, bir zaruret olmaksızın, elden geldiği müddetçe sözünü yerine getirmelidir. Bir kimseye bir yerde buluşmayı söz verince, alimler namaz vakti girinceye kadar orada beklenir, dediler. Bir kimseye verilen bir şey'i geri almak, sözünde durmamaktan daha çirkindir. Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve böyle kimseyi kustuğunu yiyen köpeğe benzetmiştir.[167]



11. Yalan Konuşmak Ve Yalan Yere Yemin Etmek




Bunlar büyük günahlardandır. Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:


“Yalan, nifak kapılarından bir kapıdır” Yine buyurdu:


“Kul, Allahü Teala'nın indinde yalancı yazılana kadar, bir bir yalan söyler.” Yine buyurdu:


“Yalan rızkı azaltır.” Yine buyurdu:


“Tüccarlar tacirdirler” Yani tüccarlar, kötü iş işlerler.


“Alış-veriş helal olunca, niçin böyledir” diye, sordular.


“Yemin ettikleri ve günaha girdikleri, konuştukları zaman yalan söyledikleri için”, buyurdu. Yine buyurdu: “İnsanları güldürmek için yalan söyleyenlere, yazıklar, esefler, korkular olsun!” Yine buyurdu:


“Şöyle gördüm ki: Bir kimse bana kalk dedi. Kalktım, iki kişi gördüm. Biri ayakta, diğeri oturuyordu. Ayakta duran, ucu eğri bir demiri; bu oturanın ağzına sokmuş, ağzının bir tarafını yarmış ve omuzuna kadar ayırmıştı. Sonra öbür tarafını da böyle ayırdı. Sonra ağzının önünü de böylece çekip ayırdı. Yalan söyleyicidir. Kıyamet gününe kadar böyle azabolunur”, dediler.


Abdullah ibn Cîrad (Radıyallahü anh):


“Resûlüllah'a (Sallallahü aleyhi ve sellem), mü'min zina eder mi?” dedi.


“Edebilir”, buyurdu.


“Yalan söyler mi?” dedi.


“Hayır”, buyurdu ve:


“Yalan söyleyenler îmanı olmayanlardır”, ayet-i kerîmesini okudu. Abdullah ibn Amir (Radıyalfahü anh) der ki, “Küçük bir çocuk oyun oynamaya gitti. Gel, sana bir şey vereyim,” dedim. Resûlüllah (Sailallahü aleyhi ve sellem) evimizde idi.


“Ne vermek istedin?” buyurdu.


“Hurma,” dedim.


“Vermezsen, amel defterine yalan söyledi yazarlar”, buyurdu. Yine buyurdu.


“En büyük günahların neler olduğunu size bildireyim: Şirk, anayı babayı incitmek.” Böyle buyurdu ve bir yere dayanıp otururken, kalktı doğru oturdu ve:


“Ancak yalan söyleyemez”, buyurdu.


Büyükler, yalan söylemek icab ettiği yerde, sözün manasını değiştirerek, doğru söylemeyi tercih etmişlerdir. O kimsenin arzu ettiği şey ne ise, o sözden onu anlar. Buna mearîz denir. Şöyle ki, Matraf, bir emîrin huzurunda idi. Niçin bu kadar az geliyorsun? Dediği zaman:


“Emîrin (sultanın) yanından gittiğimden beri, Allahü Teala kuvvet verinceye kadar sırtımı yerden kaldıramadım”, dedi. Hasta olduğunu zannetti. Bu söz ise doğru idi. Şabî'yi birisi gelip arasa, cariyesine:


“Kapının yanına bir daire çiz, ortasında dur ve burada yoktur de yahut mescidde arayın de, buyururdu. Muaz ibn Cebel (Radıyallahü anh) memuriyetinden dönünce, hanımı:


“Bu kadar memurluk yaptın, zekat topladın, bize ne getirdin?” dedi.


“Beni gözeten vardı, bir şey getiremedim,” dedi. O, Allahü Teala'yı kastetti, hanımı ise, Ömer'in (Radiyallahü anh) onu kontrol eden birisini gönderdiğini sandı. Hanımı Hazret-i Ömer'in (Radıyallahü anh) evine gidip, kızarak:


“Muaz, Resûlüllah'ın (Aleyhisselam) ve Ebû Bekri's-Sıddîk'ın (Radıyallahü anh) yanında emîn idi. Siz niçin onun yanında adam bulunduruyorsunuz?” Dedi. Hazret-i Ömer, Muaz'ı (Radıyallahü anhüma) çağırdı ve ne olduğunu sordu. Hadiseyi anlatınca, Ömer (Radıyallahü anh) güldü ve hanımına vermesi için ona bir şey'ler verdi.


Bu da ihtiyaç düştüğü zaman söylenir. Lüzum olmayınca söz doğru olsa da insanları yanlış anlamaya sevk etmek caiz olmaz.


Abdullah İbn Utbe (Rahmetullahi aleyh) buyurur:


“Babamla Ömer İbn Abdülaziz'in yanında idik. Dışarı çıkınca, üstünde güzel bir kaftan vardı. İnsanlar, halîfenin kaftanıdır, dediler.


“Allahü Teala halîfeye çok iyi karşılık versin”, dedim. Babam:


“Oğlum, sakın yalan söyleme, yalana benzeyen şey'ler de söyleme”, dedi. Yani bu söz yalana yakındır. Fakat az bir fayda için mübah olur. Latife etmek ve bir kimsenin gönlünü almak gibi; Nitekim Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:


“İhtiyar Kadınlar Cennete girmez”. “Seni deve yavrusuna bindireyim”, “Kocanın gözünde beyazlık var” Böyle sözde bir zarar varsa, caiz olmaz. Mesela bir kimseyi kandırarak, filan kadın veya kız seni seviyor deyip, kalbini o kadına bağlamak ve bunun gibi şey'ler caiz değildir. Fakat zararı yoksa ve şaka olarak yalan söylese günah derecesine çıkmaz ise de îmanı kemal derecesinden düşürür.


“İbadet on kısımdır. Dokuzu susmak, biri ise insanlardan kaçmaktır”. Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve seliem) buyurdu:


“Çok konuşan çok hata eder, çok hata eden çok günah işler. Çok günah işleyene ateş daha layıktır” Bunun için Ebû Bekiri's-Sıddîk (radıyallahü anh) konuşmamak için ağzında taş saklardı. İbn Mes'ûd (Radıyallahü anh): “Hapse layık, dilden daha uygun bir şey yoktur,” derdi.


Ubeyd ibn Yûnus diyor ki, bir kimsenin sözlerine kulak verip, kendi işlerinde bu sözlerin te'sirlerini görmediğim kimse yoktur. Rebi' ibn Heysem (Rahmetullahi aleyh) yirmi sene dünya kelamı konuşmadı. Sabahleyin kalkınca, kaiem ve kağıt getirir; söylediğini, konuştuğunu yazardı. Akşam bu konuşmalardan kendini hesaba çekerdi.


Susmanın bütün bu faziletleri, dilin afet ve zararlarının çok olmasındandır. Bütün lüzumsuz şey'ler, dil ucundan meydana gelir. Söylemesi hoş ve kolaydır. Fakat iyi ile kötüsü arasını ayırmak zordur. Susmak ile bu mesuliyetlerden kurtulunur. Kalb ve himmet toplanır, tefekkür ve zikir ile meşgul olur.


Söz dört kısımdır: Birincisi tamamen zararlıdır. İkincisinde hem zarar, hem de fayda vardır. Üçüncüsünde ne fayda ne de zarar vardır. Bu ise fuzûlî konuşmaktır. Zararı, zamanını boş geçirmek bakımından yeter derecededir. Dördüncüsü yalnız faydalı sözdür. O halde sözlerin dörtte üçü söylenmemelidir. Dörtte biri söylenmelidir. O da biraz evvel geçen ayet-i kerîmedeki manadadır. Resûlüllah'ın (Sallallahü aleyhi ve sellem): “Susan kurtuldu”, sözünün manası budur. Bunlar bilinince dilin afetleri de bilinir.


Ulu Allah buyuruyor ki:


1- “Ey iman edenler!... Allah'dan korkun ve doğru söyleyin (yalancılık etmeyin) ki; Allah işlerinizi iyiye götürsün ve günahlarınızı bağışlasın. Allah'a ve O'nun resulüne itaat edenler en büyük kurtuluşa ulaşmış olurlar.”[168]


Ulu Allah buyuruyor ki:


“Ey iman edenler!... Allah'dan korkun ve doğrularla beraber olun.”[169]



12. Gıybet




Bu da ekseriya dil ile olur. Allahü Teala'nın korudukları hariç bundan kimse kurtulamaz, Çok büyük günahtır. Allahü Teala Kur'an-ı Kerim'de bunu, ölü kardeşinin etini yemeye benzetiyor Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:


“Gıybetten uzak olunuz. Çünkü gıybet zinadan fenadır. Çünkü zinanın tevbesi kabul edilir amma, gıybet edilen helal etmeyince gıybetin tevbesi kabul edilmez” Yine buyurdu:


“Mîrac gecesi bir gurup insanlar gördüm, tırnakları ile yüzlerinin etlerini kazırlardı.”


“Bunlar kimdir?” Dedim.


“İnsanları gıybet edenlerdir, dediler.” Süleyman ibn Cabir (Radıyallahü anh) anlatır:


“Resûlüllah'a, (Aleyhisselam) bana, beni koruyacak bir şey öğretiniz,” dedim.


“Kendi kovandan başkasının kabına su doldurmak olsa bile iyi işi küçük görme, müslüman kardeşine doğru ol, yanından kalkınca gıybet etme”, buyurdu. Allahü Teala Mûsa aleyhisselama vahiy gönderdi:


“Gıybet edip tevbe etmeyen Cehenneme girenlerin birincisi olur. Tevbe edip de ölen ise Cennete girenlerin sonuncusu olur”. Cabir (Radıyallahü anh) anlatır:


“Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) ile seferde idik. İki kabre uğradı ve:


“İkisi de azabtadır. Biri gıybet ettiği için, diğeri de elbisesini bevilden (sidikten) korumadığı için”, buyurdu. Sonra yaş bir dalı ikiye böldü, mezarların üzerine koydu ve:


“Bunlar kurumayınca azablar hafiflemez” buyurdu.


“Bir (Evli) kimse zina ettiğini kendi ağzıyla söyleyince, taş ile recm edilmesini” buyurdu.


“Biri diğerine, onu köpeği taşlar gibi taşlasınlar” dedi. Sonra Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) bir leşin yanından geçti:


“Bu leşi yiyin”, buyurdu.


“Leştir nasıl yeriz,” dediklerinde:


“Yediğiniz kardeşinizin eti bundan daha kötüdür, günahı da bundan büyüktür”, buyurdu. Ashab-i Kiram birbirleriyle, doğru görüşür, gıybet etmezlerdi ve bunu en üstün ibadetlerden bilirlerdi. Buna uymamayı ise münafıklık sayarlardı.


Kutade (Radıyallahü anh) buyurur:


“Kabir azabı üç kısımdır: Üçte biri gıybet, üçte biri söz taşımak, üçte biri de elbisesini bevilden korumamaktandır”. İsa aleyhisselam havarileri ile ölü bir köpeğin yanından geçiyordu.


“Bu hayvan ne pis kokuyor” dediklerinde, İsa aleyhisselam:


“Onun o beyaz dişleri ne güzeldir”, buyurdu. Bununla onlara, neyi görürlerse, iyi taraflarını söylemelerini öğretti.[170]



13. Söz Taşımak Ve Nemmanlık Etmek




Allahü Teala: “O kıymetsiz kimse, insanları ayıblar ve fesad yönünden birinden söz alıp, diğerine götürür, gammazlık eder”, buyurdu. Ve yine buyurdu:


“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi ve ayıblamayı adet edinene şiddetli azab vardır” Bütün bu ayetlerle nemmamlığı (söz taşımayı) bildiriyor. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):


“Nemmam (söz taşıyıcı) Cennete giremez”, buyurdu. Ve yine buyurdu:


“Size en fenanızı haber vereyim. Aranızda söz taşıyanlar, aranızı bozanlar ve insanları birbirine düşürenlerdir” Ve yine buyurdu:


“Allahü Teala Cenneti yarattığı zaman, Cennete, konuş buyurdu. Bana kavuşanlar ne iyi insanlardır,” dedi. Allahü Teala buyurdu:


“İzzet ve Celalime yemin ederim ki, sekiz sınıf insan sana giremez. Şarap içenler, zina eden ve etmekte devam edenler, söz taşıyanlar, hanımlarının namusunu korumayanlar (deyyüsler), şerîatle amel etmesi icabedip de etmeyen devlet memurları, kadınlara benzeyen erkekler, sıla-i rahim yapmayanlar ve sözünde durmayanlar.” Haberde geldi ki, İsrail oğullarına bir kıtlık vaki oldu. Mûsa aleyhisselam yağmur duasına çıktı. Yağmur yağmadı. Musa aleyhisselam'a vahiy geldi:


“Senin duanı nasıl kabul ederim kî aranızda bir nemmam vardır?” Musa aleyhisselam:


“Ya Rabbî, o kimdir? Bana bildir de aramızdan çıkarayım, dedi. Allahü Teala:


“Ben nemmamı sevmem, kendim mi nemmamlık yapayım?” Buyurdu. Bunun üzerine Musa aleyhisselam herkesin nemmamlıktan tevbe etmesini söyledi. Herkes tevbe etti ve yağmur yağdı.


Bir kimse hikmetle konuşan bir hakîmi arıyordu. Bunun için binlerce kilometre yol yürüdü. Bulunca ona; taştan sert, göklerden geniş, yer küresinden ağır, zemheriden soğuk, ateşten sıcak, okyanustan engin, yetimden hor nedir, diye sordu. Buyurdu ki:


“Suçsuza, kabahatsize bühtan, yerden ağırdır. Hak (doğruluk), göklerden geniştir. Fakirin kalbindeki kanaat, okyanustan engindir. Haset, ateşten yakıcıdır. Yakınlık göstermeyen akrabaya muhtaç olmak, zemheriden soğuktur. Kafirin kalbi, taştan, katıdır. Sözüne aldırılmayan nemmam yetimden hordur”.


Ulu Allah buyuruyor ki:


“Ey iman edenler!... Zannın (şahsî kanaatlerin) çoğundan kaçının. Çünkü bazı zanlar (şahsî kanaatler) günahın ta kendisidirler. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın, yekdiğerinizi arkadan çekiştirmeyiniz. İçinizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bu sizin için tiksindirici bir şeydir. Allah'dan korkunuz. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve çok esirgeyendir.”


“Ey insanlar!... Biz sizi gerçekten bir dişi ile bir erkekten (Havva ile Adem'den) yarattık (türettik) Sadece (kolaylıkla) tanışabilesiniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.”[171]




“Andolsun ki insanı yaratan biziz; nefsinin ona ne vesvesele verdiğini (içinde dönüp dolaşan gizli duyguları) biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. Hatırla ki, (insanın) hem sağında, hem solunda oturan, onun amellerini kaydetmekte olan iki de (melek) vardır. Kişinin ağzından bir söz çıkmaya görsün; (onu hemen kayda geçirmeye) hazır bir gözcü yanı başındadır.”[172]



14. Birbirini Sevmeyenler Arasında İki Yüzlülük Yapmak




Herkesin yanında onun hoşuna gider şekilde söz söyleyen, birinin sözünü diğerine, diğerinin sözünü evvelkisine söyler ve her birine de ben seni seviyorum şeklinde görünür. Bu ise nemmamlıktan kötüdür. Resûlüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:


“Bu dünyada ikiyüzlü olan, öbür dünyada ateşten iki dilli olur” Yine buyurdu:


“Allahü Teala'nın indinde kulların en kötüsü ikiyüzlülerdir.” O halde, iki düşman ile görüşen, duyduğunu, duymadığını, doğru sözünü, diğerinin yanında veya arkasında, olduğu gibi söylemelidir. Ancak münafık olmaz Birbirlerinin her sözünü diğerine anlatmamalı ve her birine ben seni seviyorum diye göstermemelidir.


İbn Ömer'e (Radıyallahü anhüma):


“Devlet reîsinin yanına gittiğimiz zaman, dışardaki gibi konuşmuyoruz”, dediklerinde:


“Biz Resulüllah'ın (Sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bunu nifak sayardık” buyurdu. Zaruret olmadan sultanların yanına gidip, orada her zamanki gibi konuşmayan; münafık ve ikiyüzlü olur. Bir zaruret olunca, caiz olur.[173]



15. İnsanları Övmek Ve Dünya Menfaati İçin Yaranmak




Bunda altı afet vardır. Dördü söyleyen için, ikisi de övülmekte olan dinleyen içindir.


Övenin afetleri:


1- Olduğundan fazla söyleyip, yalancılık yapar. Hadîs-i Şerifte geldi ki:


“İnsanları övmekte aşırı gidenin kıyamette dili, o kadar uzun edilir ki, yere yayılır, üzerine basar ve ayağı kayıp düşer”


2- İçinde nifak olur ve karşısındakini överek onu sevdiğini göstermek ister. Halbuki onu sevmez.


3- Aslını bitmediği şey'ler söyler- Mesela siz zahirisiniz, müttekîsiniz, ilimle dolusunuz ve bunun gibi sözler söyler. Bir kimse, bir başkasını övdü. Resulüllah (Sallallahü aleyhi ve sellem):


“Sana yazıklar olsun. Onun boynunu vurdun”, buyurdu. Sonra yine buyurdu ki:


“Muhakkak bir kimseyi öveceksen, böyle olduğunu zannediyorum söyle. Allahü Teala üzerine bir kimseye her bakımdan iyidir demem. Zira onun hesabını Allah bilir. İyi desen de, zannetsen de değişmez” 4- Övdüğü kimse zalim olabilir ve onun sözüyle sevinebilir.


Övülen e iki şekilde zarar vardır:


1- Kendini beğenir ve gururlanır. Hazreti Ömer (Radıyallahü anh) bir gün yanında kamçısı oturuyordu. Carûd isminde birisi yanlarına geldi. Birisi:


“Bu Rebia kabilesinin reisidir,” dedi. Ömer (Radıyallahü anh) onu kamçı ile dövdü.


“Ya Emîre'l-Mü'minîn, bu dayak niçindir?” Dedi.


“Bu adamın ne dediğini duymadın mı?” Buyurdu. Ve tekrar Ömer (Radıyallahü anh) buyurdu ki:


“Kalbine bir şey geldiğinden korktum. O gururu kırmak istedim.”


2- Karşısındakine alimsin ve salihsin gibi sözler söylerse, ilerisi için çalışmaz ve:


“Ben zaten olgunlaştım”, der. Bu yüzdendir ki, Resûlüllah'ın (Sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda birini Övdüklerinde:


“Boynunu vurdun, duyarsa felah bulmaz”, buyurdu. Yine buyurdu.


“Bir kimsenin, keskin bir bıçak ile bir kimseye saldırması, onu, yüzüne karşı övmekten daha iyidir” Ziyad ibn Eşlem buyurur:


“Övülme dinleyenin yanına şeytan gelir, onu yerden kaldırır. Fakat mü'min kendini bilir ve alçalır.”


Bu altı afetin zararı olmasa övmek iyi olur, Resûlüllah (SallAllahü aleyhi ve sellem) sahabeyi medhetti ve:


“Ey Ömer! Beni Peygamber olarak insanlara göndermeselerdi, seni gönderirlerdi”, buyurdu. Yine buyurdu: “Eğer bütün alemdekilerin imanı Ebû Bekir'in îmanı ile tartılsa, Ebû Bekir'in îmanı ağır gelir” Buna benzer hadîs-i şerîf'ler çoktur. Bu övmenin onlara zarar vermeyeceğini biliyordu.


Fakat kendini övmek çirkindir, kötüdür ve Allahü Teala bunu yasak etmiştir ve:


“Ben iyiyim, deyip, kendinizi övmeyiniz”, buyurmuştur.


Ulu Allah buyuruyor ki:


“Allah'a karşı yalan söyleyenlerin Kıyamet günü kapkara olduğunu göreceksiniz. Kibirlik taslayanlar için Cehennem'de yer yok mu sanki? Allah kendisinden korkup kötülükten sakınanları, kurtuluşlarının sebebi olan imanlarının sayesinde necate kavuşturur. Onlar kötülük yüzü görmez, onlar için tasalanmak da söz konusu değildir.”[174]



Övülene Düşen Vazifeler




Bilmiş ol ki; medhedilen kimse, böbürlenme ve kendini beğenme hastalığına yakalanmaktan ve tembellik göstermekten son derece sakınmalıdır. Bu hastalıklarından, insanoğlunun ancak kendini bilmesi, riyanın inceliklerini ve amellerdeki afetleri anlaması ile korunabilir. Zira insan, başkasının bilemediği, kendisinin birçok kusurlarını bilir. Eğer kendisini medheden, onun kusurlarını bilseydi, onu medhetanesinden çoktan vaz geçerdi.


Dîğer bir vazifesi de, medheden şahsı küçük göstermek ve “O, bilmez ve anlamaz” demek suretiyle yapılan medh u senayı kerih karşılamaktır.


Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Medhedenlerin yüzüne toprak saçın, yani onları hakîr görün.” buyurmuştur. Süfyan b. Uyeyne:


“Kendini bilen kimseyi övmek, ona zarar vermez.” diyor. Salihlerden birini övmüşler, o da:


“Allah'ım, beni sen bilirsin, bunlar bilemezler.” demiştir. Diğer biri de medhedildiği zaman:


“Allah'ım, şu kulun, senin mekrine uğramak suretiyle bana yaklaşmak istiyor. Ben ona kızdığıma seni şahid tutarım.” dedi. Hz. Ali de medhedildiğini duyduğu zaman:


“Allah'ım, bunların bilmedikleri kusurlarımı bağışla, bunların sözleri ile beni muahaze etme, onların sandıklarından beni daha hayırlı eyle.” demiştir. Adamın biri Hz. Ömer'i övmeğe başlayınca, Hz. Ömer:


“Nedir, hem beni, hem de kendini helake çalışıyorsun.” dedi. Adamın biri Hz. Alî'yi gıyabında zemmettiği halde, yüzüne karşı övmeğe başlayınca, Hz. Alî:


“Söylediklerinden daha düşük ve fakat içinden geçenden daha üstünüm.” dedi.


56- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Kişinin en hayırlı ve zararlı uzvu iki çenesi arasında bulunan, yani lisanıdır. Hayır da ondan, şer de ondan gelir.”[175]


57- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bütün belalar dilin yüzündendir.”[176]


58- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Başkalarını ( söz, yazı ve şiirle ) çokça övenlerin yüzüne toprak saçınız.”[177]



Esmaül Husna



1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Yüce Allah'ın doksan dokuz tane ismi şerifi vardır. Kim bunları ( tanı bir teslimiyetle ) sayarsa cenneti hak etmiş olur. Allah böyle bir Allah'tır ki, ondan başka ibadet e layık hiç bir şey yoktur. “ Rahman” (Dünyada bütün insanlara merhamet edici) “Errahim” ( ahirette yalnız mü'münlere rahmet edici, “El Melik” (emirleri her şeye geçer) “El Kudüs” (zatı noksan sıfatlardan beridir) “Esselam” ( ayıplardan salimdir. )


“El Mü'min” ( mü'minleri azaptan, mahluklarını zulümden koruyucu) “El Müheymin” ( yarattıklarının hallerini gözeticidir ) “El Aziz” (kuvvet ve galebe sahibidir.) “El Cebbar” ( kırılanları onarıcı, eksikleri tamamlayıcıdır.) “El Mütekebbir” (büyüklük kendisine mahsustur) “El Halk” (yoktan var edicidir ) “El Barju” (muhtelif şekillerle mahlukatı ayırıcı ve noksansız yaratıcıdır) “El Musaviru” (her şeyi suret ile ayırıcı) “ El Gaffaru” ( günahları örtücü) “El Gahharu” ( küfürle isyanla karşı geleni kahredici.) “Elvehhabu” (karşılıksız vericidir.) “Errezzagu” (rızıkları yaratıcı) “El Fettahu” (açıcıdır.) “El Alim” (gizli ve aşikare her şeyi bilicidir.)“El Gabidu” (ruhları gabzedici ) “El Basitu” ( bazılarının kalbini hayra rağbetli kılıcı) “El Hafizu” (küffarı lanetle manen alçaltıcı, mü'müni ahirette yükseltmek için bazen dünyalık bakımından zayıflatıcıdır.) “Errafıu” (mü'müni iman ve hidayetle yükseltici ) “El Muizzu” (taat sahibini aziz edici) “ El Müzillu” (emirlerine karşı koyan ehlini zeli edici) “Essemîu” (nihayetsiz işitici) “Elbasir”(sonsuz görücüdür) “El Hakim” (kişiyi kötüden, hakkı batıldan ayırıcı) “El Adlü” (adaletle hük -medicidir.) “El Halimu” (cezada ne acele ve ne de ihmal edicidir.) “Ellatifu” “kullarına çok affedici ) “El Habiru” (her şey den haberdardır.) “El Azimu” (zatında ve sıfatında kamildir.)


“El Gafuru” ( pek çok mağfiret edici) “Eşşekuru” ( az hayra çok sevap verici ve salih kullarını sena edici) “El Aliyyu” ( sonsuz derecede alidir.) “El Kebiru” (Allahü Teala büyüktür) “El Hafizu” (her şeyi hifzedici) “El Mükitu” ( ruhun bedenin kuvvetlerini yaratıcı, her zaman rızık verici ) “El Hasîbu” (hesaba çekicidir.) “El Celilu” (sıfatlarında kamildir.) “El Kerimu” ( istemeden, vesilesiz vericidir.) “Erragibu” (muhafaza için gözeticidir) “El Mücîbu” (duaları kabul edici) “El Vasîu” (ilmi, rahmeti her şeyden geniştir.) “El Hakimu” ( her şeyi hikmet üzere yaratıp yerle yerinde yapıcı) “El Vedudu” ( evliyaları ve hayır sahibi mü'minleri sevici ) “El Mecidu” (kadri yüksek, zatı şerefli, işleri güzeldir.) “El Baisu” (öldükten sonra diriltici ) “Eşşehidü” (her şeye şahittir.) “El Hakku” (Allah'ın varlığı haktır) “El Vekılu” (kulların umurunu taahhüt edici ) “El Gaviyyü” ( kuvvetinin nihayeti yoktur) “El Metınu” (kudreti şiddetlidir) “El Veliyyü” (müminlere dost ve veli olup yardım edici ) “El Hamidü” (hamdü senaya çok müstehaktır.) “El Muhsi” (her şeyi sayıcı ve sayılarını bilici ) “El Mübdiu” ( her şeyi maddesiz ve örneksiz olarak yoktan var edici ) “El Muıdu” (öldürüp yeniden diriltici ) “El Mümîtu” ( ölümü halk edici ) “El Hayyü” ( ebedi-hayata sahiptir...) “El Kayyumu” (gökleri yeri ve her şeyi tutucu ve muhafaza edici) “El Vacidu” (istediğini bulur, ondan gizli bir şey yoktur... ) “Elmacidu” (azameti, kadri, şanı büyük, şerefi keremi ve fazlı çoktur.) “El Vahidu” (şeriki ve benzeri olmamakta tektir.) “Es-Samedü” (ihtiyaçtan münezzehtir.) “El Gadiru” (her istediğini dilediği gibi yapmaya kadirdir.) “El Muktediru” ( kuvvet verip bazı şeyleri kulları vasıtasıyla icat edici ) “El Mukaddimu” (bazılarını ileri götürücüdür.) “El Muahhiru” ( bazı şeyleri bazılarından geri bırakıcıdır.) “El Evvelü” (ezelidir, iptidası yoktur) “El Ahiru” (ebedidir, sonu yoktur) “Ezzahiru” (varlığı kudretinde aşik,ardır her şeye galiptir.) “El Batınu” ( kibriyası ile insanların ve aklın gözüne görünmez.) “El Vali” ( kainatı idare edici) “El Müteali” (her şeyden pek yücedir.) “El Berru” (ihsan ve bahş edici) “Ettevvabu” (tevbeleri kabul edici ) “El Müntegimu” (asilerden şiddetle intikam alıcı) “El Afuvvu.” ( günahları mahvedici) “Erraufu” (affedeni affeder, çok merhamet sahibidir) “Malikul Mülki' Zül Celali Vel İkram” ( kulların ve bütün mülkün sahibi, azamet ve ikram sahibidir) “El Muksitu” (mazlumların hakkını zalimlerden alıcı) “El Camiu” ( birbirine zıd şeyler toplayıcı) “El Ganiyyü” (herkes O'na muhtaçtır. ) “El Muğni” (halkı muhtaçlıktan kurtarıcı) “El Manîu” ( dilediğini men edicidir.) “Eddarru” (dilediğine zarar verici) “En Nafiu” (dilediğine menfaat verici ) “Ennur” ( hakkı gösterici, yeri gökleri ve dilediği kalblerî nurlandırıcı ) “El Hadi” ( hak yolu gösterici ye ona sevk edici ) “El Bedıu” (Örneksiz, maddesiz icat edicidir.) “El Bağı” (her şeyin bir sonu vardır. Fakat yalnız O bakidir) “El Varisu” ( bütün mülkün varisi ancak O'dur.) “Er Reşidu” (iyi amelleri tarif edici, dilediğini hayırda devam ettirici) “Ess Buru” (asilerin cezasına kaadir iken acele etmeyip sonraya bırakıcıdır)[178]


2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Muhakkak ki yüce Allah' ın doksan tane ismi şerifi vardır. Kim bu isimleri (hulusu kalp ile) sayarsa cenneti hak etmiş olur. Hz. Allah birdir, biri sever.”[179]


3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Yüce Allah'ın doksan dokuz şerifi ismi vardır. Kendisi tek olduğu için teki sever. Herhangi bir kul bu isimlerle dua ederse, cennet o kişiye vacip olur.”[180]




Ya Allah esmasının hassası:


Her cuma günü, bin kerre Ya Allah diyen kimse, evliya zümresine dahil olur.


Cuma günleri, taharet-i kamile ile -ki gusül abdesti almaktır- cuma namazından evvel, yüz kerre Ya Allah derse, ne gibi dileği varsa matlûbuna nail olur.


Her gün bin kerre Ya Allah derse, İlm-El-Yakin'e yükselir, kalb-i selime nail olur.


Bir hastaya iki yüz kerre Ya Allah okunsa, eceli gelmemişse şifaya kavuşacağı muhakkaktır.


4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şüphesiz Hz. Allah (c.c)ın 99 ismi celilesi vardır. Müminlerden kim bunları sayıp ezberlerse, mutlaka Cennete girecektir.[181]



Allah'ı Anmak




1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Maddi ve manevi temizlik imanın yarısıdır. (Allah’ın verdiği nimetlere karşı) hamdetmek mizanı (Mahşer terazisini ) doldurur. Sübhanallahi velhümdü lillahi cümlelerinin sevabı yerle gök arasını doldurur.


Namaz nurdur, sadaka kurtuluş beyyinesidir. Sabır insanı doğru yola çıkaracak ışıktır, kötülüklerin terki ibadetlere devam sabırla mümkündür.


Kur'an kişinin leh ve aleyhine olan işlerde kat'ı delildir. Bütün insanlar (24 saat maddi ve manevi her türlü işlerinden hiç durmadan) çalışırlar, çabalarlar. Bunun yanında azınlık nefsini Allah'a satan, yaptığı ibadet ve taatlerinin sevabını alır ve böylece kendisini selamete ulaştırır, bir kısmı da nefsini leylanın emrinde koşturur ve onun istek ve arzularına boyun eğer ve de dolayısı ile kendi öz nefsini felaketten felakete sürükler.”[182]


2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şu beş cümleyi ağzınızdan, eksik itmeyiniz:


a. Süphanellah, ( Allah'ı takdis ve tenzih ederim)


b. Elhamdülillah, (Maddi ve manevi nimetlere yapılan bütün hamdü senalar Allah'a yaraşır )


c. Lailahe İllallah, (Allah'dan başka ibadete hak kazanan yoktur)


d. Lahavle velakuvete illa billahi (Kötülük ve ahlaksızlıktan dönmek ve ibadetlere devam etmek gücüne sahip olmak ancak, Allah' in lütuf ve yardımı ile olur.)”


3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“(Namazların akabinde...) Sühanallah, Elhamdülillah. Allahü ekber cümlelerini söyleyiniz ve bunları parmak uçları ile sayınız. Çünkü: parmaklarınızda sorulup, konuşturulacak, gagul olmayınız ki, Cenabı-Allah'ın rahmetinden unutulmuş olmayasınız.”[183]



ALLAHÜ TEALA'YI ZİKİR




4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“(Kıyamet gününde) Hz. Allah'ın yanında peygamber ve şehit olmayan öyle kimseler bulunacaktır ki, yüzlerindeki ilahi nur bakanların gözlerini kamaştıracaktır... Bunların mevki ve Allah'a olan yakınlıklarına peygamberler ve şehitler bile gıpta edeceklerdir.


Bu kimseler, her kabileden toplanıp Allah'ı zikredenlerdir. Hurmaların en iyisini seçip yiyenler gibi, bu zevat da Allah'ı tesbih seçerek hamd, sena ve zikreden kimselerdir.”[184]


5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Cennete girmeleri için, en önce çağırılacak kimseler: Geniş ve sıkışık onlarında bile Allah'ı anmaya ve şükür etmeye devam eden kimseler olacaktır.”[185]


6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Lahavle ve la kuvvete illa billahi, cümlesinin manasından sana bahsedeyim mi? Allah'ın haram kıldığı şeylerden uzak kalmak ancak onu koruması ile mümkündür. Allah'ın emirlerine itaat etmek gücü de ancak onun yardımı ile olur, ( Ey ashabım ) biraz önce Cibril bana gelerek böylece haber verdi.”[186]


7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ı zikrin ( anmanın ) en üstünü ( La ilahe illallah) duaların en güzeli de ( Elhamdü lillah) cümleleri ile olur.”[187]


8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ın güzel gördüğü şeyleri yapmak kişiyi her türlü kötülüklerden korur. Lailahi illallah, cümlesini okumaya devam eden kimseyi bu kelime 99 bela def eder ki bunların en küçüğü üzüntüdür.”[188]


9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“ Zamanların en kıymetlisi, gecenin en son anıdır.”[189]


10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kıyamet günü derece bakımından insanların en üstünü Allah'ı bol bol anan kimseler olacaktır.”[190]


11- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İçinizden en faziletlisi görüldüğü zaman yüzündeki ilahi nurdan, Allah anılan kimselerdir.”[191]


12- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sübhanallahı-El Melıkıl Kuddusi - Rebbil Melaiketi Verruhi, cümlesini çokça oku. Bu dua okununca yer, gök izzet ve şerefle sallanır.”[192]


13- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Lahavle Ve La Kuvvete İlla Billahi cümlesini çok çok oku, çünkü bu dua cennet hazinelerindendir .''[193]


14- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Size mecnun denilinceye kadar Allah'ı çokça anınız.”[194]


15- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki;


“Allah (c.c.) sözlerden dört sözü seçmiştir. bu sözler, Subhanallah, Elhamdü Lillahi , Lailane Îllalahü, Ellahü Ekber dir.


Subhanallah diyenin kimsenin defterine 20 sevap yazılır ve defterinden 20 günahı silinir. Allah'ü ekber, diyene de aynı şey Lailahe illahü diyene öyle, içtenlikte Elhamdülillahi Rabbil-i Alemin, diyen kimsenin 30 hatası bağışlanır ve hesabına otuz sevap yazılır.”[195]


16- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Allah şöyle buyurur: Benim hakkıyle kulum o kuldur ki, cephede düşmanla savaştığı zaman beni anar.”[196]


17- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Yıldızlar, dünya sakinlerini aydınlattığı gibi, içinde Allah'ın anıldığı ev de, sema ehlini aydınlatır.”[197]


18- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dünya ve içinde olanlar hiç makbul değildir. Ancak, Allah'ı zikretmek ve ilim öğrenmek, ilme sahip olmak suretiyle Allah dostu olmak bundan müstesnadır.”[198]




Bütün ibadetlerin özü ve aslı, Allahü Teala'yı hatırlamaktır. İs'lamın direği namazdır ve namazdan da maksat Allahü Teala'yı zikir ve anmaktır. Husûsen Allahü Teala buyurur:


“Muhakkak ki namaz İnsanı çirkin ve kötü şey'lerden uzaklaştırır ve muhakkak ki Allah'ı zikir daha büyüktür” Kur'an-ı Kerîm okumanın ibadetlerin en faziletlisi olmasının p sebebi, Allahü Teala'nın kelamı, sözü olması, Allahü Teala'yı hatırlatıcı olması ve içerisindekilerin hepsinin Allahü Teala'yı anmayı, hatırlamayı tazelemesi, yenilemesidir. Oruçtan maksat, şehvet ve arzuları kırmaktır. Böylece şehvet ve istek sıkıntılarından kurtulan kalb, temizlenir ve zikir edilecek yer olur. Kalb arzularla dolu olunca, zikir etmesi mümkün olmaz ve zikir ona te'sîr etmez. Beytullah'ı (Kabe'yi) ziyaret olan Hacdan maksat, hane (ev) sahibini hatırlamak ve O'nu görmeyi, O'nunla konuşmayı candan istemektir.


Demek ki, bütün ibadetlerin başı ve aslı zikirdir. Zaten müslüman olmak için La İlahe İllallah, Muhammedün Resûlüllah kelimesini söylemek lazımdır. Bu ise zikrin, Allahü Teala'yı anmanın ta kendisidir. Diğer bütün ibadetler bu zikri kuvvetlendirmek içindir. Allahü Teala'nın seni anması, senin O'nu anmanın neticesidir. Bunun için Allahü Teala: “Beni anınız ki, ben de sizi anayım”, buyuruyor. Bu ha tırlamak, devamlı olmalıdır. Devamlı olmazsa, ekseri hallerde olmalıdır. Çünkü kurtuluş buna bağlıdır. Bunun için Allahü Teala:


“Kurtulmak istiyorsanız, Allahü Teala'vı çok zikrediniz”, buyuruyor. Kurtuluş ümîdinin anahtarı; az değil çok zikretmek, az halde değil, bir çok hallerde zikretmektir. Yine bunun için buyurdu:


“Ayakta, otururken ve yanları üzerinde yatarken Allahü Teala'yı zikredenler.” Bu ayet-i kerime, ayakta iken, otururken ve yatarken Allahü Teala'yı hiç unutmayan insanları övmektedir. Allahü Teala buyurdu:


“Rabbiru, kendinde tazarrû ve korkarak, ses ile olmaksızın, sabah ve akşam zikret, hiçbir zaman O'ndan gaafil olma”.


Peygamber efendimize (Sallallahü aleyhi ve sellem), işlerden hangisi faziletlidir? Diye sordular. Buyurdu ki: “Öldüğü zaman dilinin, Allahü Teala'nın zikri ile yaş olmasıdır”


Kalb zikir nuru ile süslenince saadetin en büyüğü ele geçmiş demektir. Bu dünyada görülmezse, öldükten sonra görülür. Kalbi Allahü Teala ile bulundurmak için onu daima murakebe etmelidir. Hiç unutmamalıdır. Çünkü devamlı Allahü Teala'yı zikretmek, hatırlamak Allahü Teala'nın melekûtundaki şaşılacak hallerin anahtarıdır. Peygamber efendimizin (Saltallahü aleyhi ve sellem:


“Cennet bahçelerinde durup seyretmek isteyen, Allahü Teala'yı çok zikretmelidir”, Hadîs-i Şerîfi'nin manası budur.


Kısaca bu anlattıklarımızdan, bütün ibadetlerin özünün zikir olduğu anlaşıldı. Hakîki zikir, bir emir veya yasakla karşılaştığı zaman Allahü Teala'yı hatırlamaktır. Günah ise elini çekmeli, emir ise, yapmalıdır. Eğer zikri bunu yaptırmıyorsa, hayaldir ve işin aslını anlamamıştır.[199]



Tehlil, Tesbih, Tahmid, Salavat Ve İstiğfarın Üstünlüğü




Peygamber efendimiz (Sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor:


“Kulun yaptığı her iyilik, kıyamet günü teraziye konur. Yalnız La İlahe illallah kelimesi konmaz. Eğer onu teraziye koysalar, yedi kat göklerden, yer den ve içinde olanlardan ağır gelir” Yine buyurdu: “La ilahe illallah diyen dediğinde sadık ise, yeryüzündeki topraklar kadar günahı da olsa afvedilir” Ve yine buyurdu:


“İhlas ile La ilahe illallah diyen, Cennete gider” Ve yine buyurdu:


“La ilahe illallahu vahdehû la şerîkeleh; lehü'l-mülkü, ve lehü'l-hamdü ve hüve ala külü şeyin kadîrr tehlîlini her gün yüz defa söyleyen, on köle azad etmiş gibidir. Defterine yüz iyilik yazılır ve defterinden yüz kötülük silinir. Akşama kadar bu kelime onu şeytandan korur”


Sahîh-i Buhari'de bildiriyor ki:


“Bu kelimeyi kim söylerse, İsmail aleyhisselamın oğullarından dört köleyi kölelikten azad etmiş gibi olur”


Yine Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:


“Günde yüz defa sübhanallahi ve bihamdihî, diyenin bütün günahları affolunur, isterse denizin köpüğü kadar fazla olsun” Ve yine buyurdu:


“Her namazdan sonra otuz üç defa Sübhanallah, otuz üç defa Elhamdülillah, otuz üç defa Allahü Ekber deyip, “La ilahe illallahü vahdehû la şerîkeleh lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve ala külli şey'in kadir” sözü ile yüze tamamlayanın bütün günahları afvedilir, isterse denizköpüğü kadar çok olsun”




19- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sübhanallah - Elhamdü Lillah, Lailahi İllallah Ve Ellahü Ekber sözleri ile Allah'ı anmak, ağaçların gazel yaprağı döktükleri gibi, günahları dökerler.”[200]


20- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Her şeyin bir cilası vardır Kalplerin cilası da Allah'ı anmaktır. Hiç bir şey insanı, zikir kadar Allah'ın azabından kurtaramaz, hatta, kılıcın kırılıncaya kadar savaşman dahi.”[201]


21- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Üç şeyden insan gaflet eder:


a. Allah'ı anmaktan,


b. Sabah namazını, güneş doğmadan önce kılmaktan,


c. Borç hususunda, girinceye kadar kişi bunun farkına varmaktan”[202]


22- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“(Cenabı Hak, şöyle buyurur: Kulum beni kimsenin bulunmadığı yerde anarsa, ben onu meleklerin topluluğu arasında anarım. Şayet, bir topluluğun içinde (samimiyetle ) anarsa ben onu Refiki A'la'da anarım.”[203]


23- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bir kimse günde yüz defa (Lailahe İllallah) derse, Allah onu yüzü ayın on dördü gibi parlak olarak mahşere gönderecektir. Aynı zamanda, bu kadar kelime-i tevhit veya daha fazlasını çekenlerden maada onun amelinden daha üstün bir amel de olmayacaktır.”[204]


24- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bir topluluk, Allah'ın evlerinden birinde ( mescitlerde ), toplanıp Allah’ın kitabını okur ve Kuran öğretimi yaparlarsa üzerlerine huzur iner ve rahmeti ilahi onları kapsar. Yüce Allah onları yanında (Meleklerden müteşekkil )bir cennet ve cemaat arasında anar.”[205]


25- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ı zikretmek üzere bir yerde toplanan kavim, oradan ayrılacakları zaman onlara şöyle hitap edilir: Allah'ı andığınızdan dolayı buradan affedilmiş olarak kalkınız.”[206]


26- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bir yere toplanan insanlar, Allah'ı anmaz, Resul üzerine salatü selam okumadan dağılırlarsa, onlar oradan kokmuş bir leşin bırakacağı pis kokudan daha ağır bir raiha bırakarak ayrılırlar.”[207]


27- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ben rabbıma her sabah mutlaka yüz defa istiğfar ederim.”[208]


28- Resulullah (s.a.v.)buyuruyor ki:


“Beş vakit namaz arkasında şu tesbihata belli miktarda behemehal devam ediniz; günahınız bağışlanır, hatalarınız yok olur:


a) Otuz üç defa Sübhanallahi, manası: Allah'ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih eder, kemal sıfatlarla takdis ederim.


b) Otuz üç defa Elhamdü Lîllahi, anlamı: Allah'ın seni verdiğin sayısız nimetlerine karşı hamd ederim.


c) Otuz üç defa Allahü Ekber, anlamı: Yüce Rabbim sen yücelerden daha yücesin, her şeyden büyüksün.


Tarz namazlarının ardından bu teşbihlere devam ediniz.”[209]


29- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Cehennemden korunmak için kalkanınızı alınız. Bunun için Sübhanallah - Elhamdü Lillah - Velailahe İllalahü Vellahü Ekber, deyiniz.


Ölmez salih amel olan bu kelimat size kıyamet günü takdim edilecek ve bunlar sizi cehennemden koruyacaktırlar.”[210]


30- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Zikrin (Allahı anmanın), en hayırlısı gizli olanıdır. Rızkın hayırlısı da yeteri kadar olanıdır.”[211]


31- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İbadetin en hayırlısı, çok gizli olup, kimsenin görmediği bir yerde yapılan ibadettir.”[212]


32- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki: En hayırlı kelam dört tanedir; hangisinden başlasan sana zarar vermez, fayda verir. Bu kelimeler: Subhanallah - Elhamdü Lillah - La İlahe İllallah Ve Allahü Ekber'dir.”[213]


33- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Gafiller arasında Allah'ı anmak, her kesin kaçtığı yerde sabır ve sebat gösterme menzilindedir?”[214]


34- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kimsenin bulunmadığı yerde Allah'ı anmak, kafirlerle savaşırken herkes kaçtığı halde çarpışmaya tek başına düşman safları arasında çarpışan mücahit gibidir.”[215]


35- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ne büyük ve ne yüce ki, şu beş kelime mizanda bunlardan daha ağır gelecek bir amel bulunmayacak:


a) Lailahe illallah


b) Sübhan Allah,


c) Elhamdü Lillah,


d) Ellahü Ekber,


Salih bir evlat ki, onu yetiştiren babasından önce vefat ederse bunun sağlayacağı sevap: (Burada böyle bir evladı yetiştirip, sevabını kazanmak, önceki dört tesbihle eşit kabul edilmiştir.”[216]




Ulu Allah buyuruyor ki:


“Yedi gökle yer ve bunların üzerinde bulunan bütün yaratıklar (insanlar, melekler, cinler, hayvanlar ve bütün cansızlar) O'nu (Allah'ı) noksan sıfatlardan tenzih ederler. Ancak siz onların teşbihini anlamazsınız. O kullarının günahlarına karşı müsamahakar ve af edicidir.”[217]




36- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Allah bana yeter, o güzel dayanaktır anlamına gelen Hesbünallahü Ve Nüme1 Vekil cümlesi bütün korkulardan emniyettir.”[218]


37- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hüsnü zan, güzel ibadetler cümlesindendir.”[219]


38- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sübhanallah - Elham -Dülillah - La İlahe İllalahü Vellahü Ekber cümleleri insanoğlunun yanından yiyen kurt gibi, günahları yer ve bitirir.”[220]


39- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ı on defa tesbih, on defa tahmit, on defa tekbir et ve ondan sonra ne İstersen, Rabbin hemen kabul buyurur.”[221]


40- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Yüz kere Sübhanallah demen, senin hakkında İsmail Peygamberin evladından yüz köle azat etmene denktir; Allah'ı yüz defa Elhamdü Lillah diyerek tahmit edersen bu da senin hakkında yüz adet, mücahitlerin binecekleri sırtı eğerli at sadaka vermene karşıdır; yüz kere Allahü Ekber demek suretiyle Allah' ı tekbir etmen senin hakkında yüz adet deveyi kurban etmişçesine sevap kazandırır; Cenab-ı Hakkı yüz defa La İlahe-İllalah demek suretiyle tehlil edersen bu da senin için yerle göğün arasını dolduracak kadar sevap kazandırır ve o gün hiçbir kimsenin ameli bunları yapmış olmadıkça senden yüksek olamaz.”[222]




41- Resulullah (s.a.v.) buyuruyo rki:


“Herhangi birinin tuvalete girdiği zaman (Bismillah) derse, avret yerleri ile cinler arasında bu kelime bir perde teşkil eder ve sükutunuz de teşbih yerine geçer.”[223]


42- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ı anmak kalplere şifadır.”[224]


43- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Peygamberleri anmak bir nev'i ibadettir; Allah'ın veli kullarını anmak günahların keffaretidir, ölümü hatırlamak bir sadakadır; kabri hatıra getirmek ise seni Cennete yaklaştırır.”[225]


44- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ı anmak sana verilen bir nimettir; öyle ise şükran borcunuzu ödeyiniz.”[226]


45- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İşitilmeyecek kadar gizli yapılan zikir Hafeze (Koruyucu) meleklerin işiteceği yükseklikte yapılan zikirden 70 kat daha fazla sevaplıdır.”[227]




Derler ki, Peygamber efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna bir kimse geldi ve:


“Dünya beni terk etti, elimde bir şey kalmadı, fakır ve aciz oldum. Ne yapmam lazım?” diye sordu. Buyurdu ki; “Meleklerin salavat ve mahlûkatın tesbih ile rızıklarını bulduğu şey'i bilmiyor musun?”


“O nedir Ya Resûlallah?” dedi. Buyurdu:


“Sübhanaltahi'l-azim, sübhanallahi ve bihamdihi, estağfurullah, her gün bunları sabah namazından önce ve sabahtan sonra yüz defa söyle, dünya, istesen de istemesen de yüzünü sana döner; ve Allahü Teala her bir kelimeden bir melek yaratır, kıyamete kadar tesbih söyler ve sevabı sana olur” . Ve yine buyurdu:


“Devamlı olan salih ameller bu kelimelerdir: Sübhanallühi ve'l-hamdü lillahî vela ilahe illallahü vallahü ekber” Ve yine buyurdu:


“Ben bu kelimeleri söylemeyi, gök kubbe altında olan her şey'den daha çok severim.” Ve yine buyurdu:


“Allahü Teala'nın indinde en sevgili sözler bu dört kelimedir” Ve yine buyurdu:


“İki kelime vardır, dilde hafif, terazide ağırdır ve Allahü Teala'nın indinde pek sevgilidir: Sübhanallahi ve bihamdlhî”


Fakirler, Peygamber efendimize (Sallallahü aleyhi ve sellem) dediler ki:


“Zenginler ahiret sevabının hepsini götürdüler, Bizim yaptığımız her İbadeti onlar da yapıyorlar, onlar ise sadaka veriyor, biz veremiyoruz”. Buyurdu ki:


“Sizin fakirlik sebebiyle her teşbihiniz, tahliliniz ve tekbiriniz sadakadır. Yaptığınız her emr-i maruf ve nehy-i münker sadakadır. Eğer sizden biriniz ehlinin ağzına bir lokma koyarsa sadakadır” Fakirlerin söylediği tesbih ve tahmîdin faziletinin daha fazla olmasının sebebi, fakirlerin kalblerinin dünya zulmeti ile kararmamış bilakis çok parlak olmasındandır.




Zikir Nedir.


Zikir: Cenab-ı Hak'kı anmaktır.


Zikir: Haktan gafil olmamaktır.


Zikir: İbadetlerin en üstünüdür.


Zikir: İbadetlerin temel rüknüdür.


Zikir: Mezkûrdan başka her şeyi unutmaktır.


Zikir: Mezkûr ile kaim olmaktır.


Zikir: Kalbi tasviye etmektir.


Zikir: Masiva'dan alaka kesmektir.


Zikir: Mevla’dan ayrılmamaktır.


Zikir: Allah'ın zat ve sıfatlarında fani olmaktır.


Zikir: Mevla ile daimi irtibattır.


Zikir: Allah ile kul arasında ilahi bir bağdır.


Zikir: Tam bir duadır


Zikir: Bir emr-i hüdadır.


Zikir: Bütün taatlerin özüdür.


Zikir: Halikımızın istek ve arzusudur.




46- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şeytan insan oğlunun kalbine hortumunu sokar, Allah'ı anınca derhal kaçar;unutunca tekrar hortumunu insanın kalbine takar.”[228]


47- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ı zikretmen için halkı terk edip, inzivaya çekilen ve kimsenin bulunmadığı yerde Allah'ı zikredenler herkesi geçmiştir. Zikir onun omuzundan günahı indirir ve o kimse kıyamet günü çok hafif, tüy gibi mahşer yerine gelir.”[229]


48- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah katında en hoşa giden söz, kutun Sübhanallah, Elhamdü Lillah, Lailahi İllallah Ve Allahü Ekber demesidir. Bu cümlelerden hangisi ile önce başlarsan zararı yoktur.”[230]


49- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sübhanallah Ve Elhamdü Lillah, Allah yanında en sevimli sözlerdir.”[231]


50- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Gecenin bir kısmında uyanan aile reisi, çoluk çocuğunu (veya eşini) kaldırır ve beraberce İki rek'at namaz kılarlarsa (Kur'anda Allah'ı çok anan erkek ve kadınlar olarak) ismi geçenlerden kaydedilirler.”[232]


51- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sabahladığınızda şöyle deyiniz: Ey Allah’ımız bizi sabaha sen çıkardın, akşama da sen erdireceksin, bizi sen yaşatacak ve öldüreceksin; dönüş sanadır.”[233]


52- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Yatağına uzandığın zaman şöyle söyle: Allah adı ile Allah'ın gazap ve azabından, kullarının şerrinden ve Şeytanın vesvesesinden ve yanıma sokulup aldatmasından Allanın tam olan sözüne (Kelime'i Şehadete) sığınırım.”[234]


53- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Yanmakta olan bir kimseyi görürseniz, hemen Allahü Ekber deyin. Bu kelime sizi ateşten korur.”[235]


54- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Cennet bahçesine uğrarsanız onun meyvasından nasibinizi alınız. Orada bulunanlar; ey Allah'ın resûlü, cennet bahçesinden ne kasd ediyorsunuz? Diye sorarlar. Bunun üzerine Peygamberimiz de: (Bir grup mü'minin bir araya gelip Allahı anmalarıdır) diye cevap verdiler,”[236]


55- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Cennet bahçesine uğrarsanız nasibinizi alınız.” Orada bulunanlar:


“Cennet bahçesi nedir?” Cevap:


“Mescidler;”


“Nasip nasıl alınır?” Cevap:


“Sübhanallah-Elhamdü Lillah - Allahü Ekber Ve Lailahe İllallahü Vallahü Ekber sözcükleridir, diye cevap verdiler.”[237]


56- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Cennet bahçesine uğrarsanız meyvasından nasibinizi alınız.” Soruldu:


“Cennet bahçesi nedir?” Cevaben buyurdular ki:


“O ilim meclisleridir.”[238]


57- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Münafıklar, size riyakarlık yapıyorlar deyinceye kadar Allah'ı anmaya devam ediniz. O'nun ismini ağzınızdan bırakmayınız.”[239]


58- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hangi bir toplantıda uzun u -zun oturulup da Allah anılmaz veya onun peygamberi üzerine salavat getirilmeden dağılırlarsa, Cenab-ı Hak isterse onları affeder, isterse azap eder.”[240]




Allah (c.c.) Hazretleri kitab-ı keriminde:


“Öyle ise siz beni (taat ve ibadetle) anın, ben de sizi (sevab ve mağfiretle) anayım. Bir de bana şükredin, bana nankörlük etmeyin” buyuruyor.”[241]




59- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dört söz, sözlerin en üstünüdür; hangisinin daha üstün olduğunu kabul edip onu başa almanda bir mazur yoktur. Bu kelimeler:


Suphanallah, Elhamdülillah, Lallahe İllalahü Vellahü Ekber ve El-lahüEkber.”[242]


60- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kıyamet günün benim şefaatime en çok kavuşmak saadetine eren kimse, samimi bir yürekle Lailahe İllallah, diyenlerdir.”[243]


61- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ı sevmenin alameti, onu anmayı da sevmektir; Allah'ı sevmemenin alameti de onunadmın anılmasını sevmemektir.”[244]


62- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İsmi Azam, (Kur'anda) üç surede vardır:


1. Bakara Suresinde,


2. Ali İmran Suresinde,


3. Taha Suresinde.”[245]


63- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İsmi Azam ki, onunla dua edildiği takdirde kabulü muhakkaktır. Allah'ın bu büyük ismi şu ayettedir: (Ali İmran Suresi): De ki, ey Allah'ım sen mülkün gerçek sahibisin.”[246]


64- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İsmi Azam şu iki ayettedir: Sizin ilahınız tek olan ilahtır ve ondan başka ilah da yoktur; Rahman rahim olan odur. Ve Ali İmran Suresi'nin İlk ayeti: Allah öyle bir Allahtır ki ondan başka ilah yoktur, o diri ve hükümrandır.”[247]


65- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Size, arşın altındaki Cennet hazinesine götürecek kelimeyi söylİyeyim mi? La Havle Ve La Kuvvete İlla Billahi, deyin. Cenab-ı Hak derhal şöyle der: Kulum İslam oldu ve İslamiyeti benimsedi.”[248]


66- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Elem ve kederlerden kurtaran kelimeler: La İlahe İllallahü - Halim-ü -Kerim, La İlahe İllallahül- Aliyyül Azim. Lailahe İllallahü Rabbüssemavatissab'i Ve Rabbülarşil - Kerim.”[249]


67- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İki cümle vardır ki, bunlar dile hafif, tartıda ağır ve Rahman olan rabbın nezdinde sevimlidir. Bu kelimeler şunlardır: Sübhanallahi Ve Bihamdihi - Sübhanallahil Azim.”[250]


68- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İki cümle vardır ki, bir tanesinin Arş’a yükselmesine yani kabulüne, bir şey engel olamaz, diğerinin cevabı ise yerle gök arasını doldurur. Bu sözler: La İlahe İllallah, Allahü Ekber'dir.”[251]


69- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Birkaç dua (söz) vardır ki, bunları ölüm anında söyleyen kimse muhakkak cennete girer: Bu dualar:


1. La İlahe İllallah-ü-Lhalimü-Elkerimü. (Üç defa okunacak),


2. Elhamdü Lillahî Rabbîl Alemin (Üç defa okunacak),


3. Tebbarekellezibi Yedihilmülkü, Yuhyi Ve Yümitü Ve Hüve Ala Külli Şey'in Kadir. (Bir defa okunacak).”[252]


70- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Öyle dualar vardır ki, bunları hayır veya zikir meclislerinde bu kelimeleri söyleyen kimse için nasıl ki senetin altı hürürle mühürlenirse, cenab-ı Hak'da o kimse için böyle bir mühür mühürler:


Sübhaneke Allahümme Ve Bi Hamdike - Lailahe İlla Ente Esteğfirüke Ve Etubü İleyke'dir bu cümleler.”[253]


71- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Peygamber efendimiz, hanımları uyumak istediklerinde onlara, otuz üçer defa hamd, teşbih ve tekbir etmelerini, yani otuz üçer defa Elhamdü lillah- Süphanallah Ve Allahü Ekber demelerini emrederdi.”[254]


72- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“O Peygamber (s.a.s.) ayakta, yatarken ve otururken her an Allah' ı anardı.”[255]


73- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Resulullah, bir meclisten kalkmadan önce, Sübhaneke Allahüme, Rabbi Ve Bihamdike, Lailahe İlla Enter Esteğfirüke Ve Etübü İleyke, derdi. Ve bu duayı oturduğu yerden, meclisten kalkmadan önce okuyan kimsenin o mecliste işlediği günahlarının tamamı bağışlanır, buyururdu”[256]


74- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sabah namazından sonra cemaatle birlikte güneş doğuncaya kadar Allah'ı anmak benim için dünya ve dünyada bulunan bütün nimetlerden daha sevimlidir; keza, İkindi namazından sonra cemaatle birlikte güneş batıncaya kadar Allahı anmak da dünya ve dünyada olanlardan daha sevimlidir, benim için buyurdu.”[257]


75- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sübhanallah -Elhamdü Lillafî, Lailahe İllallahü Vellahü Ekber, sözleri ile yapılan tesbih benim yanımda güneş üzerine doğan şeylerden daha sevimlidir.”[258]


76- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Her şeyin bir anahtarı vardır. Göklerin anahtarı da Lailahe Îllallaha cümlesidir.”[259]




Her ibadet bir zikirdir. Namaz kılmak, oruç tutmak kur'an okumak, dua yapmak, tehlil ve tekbir getirmek, salat-ü selam getirmek ve teşbih çekmek gibi ibadetlerin hepsi de zikir cümlesindendir. Kur'an-ı Kerim, zikir için muayyen bir sınır koymamıştır. Zühd ve takva gelişip de, tasavvufî kuruluşlar, derviş teşekküllerini meydana getirince zikir muayyen nizamlara ve adetlere göre yapılmaya başlanmıştır. Zikiri sadece onların yaptıklarından ibaret sanmamalıdır. Zikir gafletten kurtulmaktır. Öyleyse, kendimizi gafletten kurtarmak, şeriatın her emrine sarılmak ve her yasağından sakınmak da zikirdir. Zira bunlar yapılırken emir ve yasakların sahibi olan Allah (c.c.) hatırlanmaktadır. Yani gaflet gitmektedir. İnsanlar haraket ve işlerinde; Cenab-ı Hakkın emir ve yasaklarını gözetince, emir ve yasakların sahibi olan Hz. Allah'ı unutmaktan kurtulur. Bu haliyle devamlı zikretmiş olur.


77- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İki kişiden birisi paralarını dağıtır; diğeri de Allah'ı zikrederse, Allah'ı anan (anmadan paralarını dağıtandan), Allah yanında daha üsündür.”[260]


78- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Güneşin enerjisinden faydalanıp, hayatiyet kazanan her şey Allah'ı hamd ve tesbih eder; Şeytan ve bazı adem oğlundan azgınlar müstesna.”[261]


79- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Lailahe İllallah kelimesini hiçbir amel (sevap kazandırmakta geçemez), aynı zamanda bu kelime (kişinin İslamiyeti kabulünden önce işlediği) bütün günahları yok eder.”[262]


80- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“La Havle Ve La Kuvvute İlla Billahi sözü 99 derde devadır; en küçüğü üzüntüdür.”[263]


81- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“(Hafeze melekleri) insanin iki omuzunda günah ve sevabı yazıp, Allah'a takdim eden melekler), kulun amellerini Allah'a sunduklarında günlük amelin başında ve sonunda sevap görülünce, yüce Allah onlara şöyle buyurur: (Sabah ve akşam hayır işleyen) bu kulumu affettim, şahit olunuz.”[264]


82- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Bir müslüman Allah'ı anarak yatar ve gece kalkıp, rabbına ibadette bulunursa Cenab-ı Hak' dan dünya ve ahiretle ilgili ne isterse Allah ona istediğini verir.”[265]




Zikrîn Çeşitleri


Ulema-i İslam, zikrin çeşitlerini beyan etmişler, zikir:


a. Lisanla,


b. Kalble,


c. Bedenle olmak üzere üç türlü yapılır demişlerdir. Şimdi bunları kısaca izah edelim.


Lisanla zikir: Allahû Tealaya hamd-ü sena etmek, onu esma-i hüsnasıyla yad etmek, teşbih ve tehlü etmek, şükretmek, istiğfar etmek, kur'an okumak ve dua. etmekle olur.


Kalble zikiri Allahü zülcelali gönülden anmaktır. Bu da üç kısma ayrılır:


Birincisi: Allah (c.c.) Hazretlerinin zat ve sıfatına delalet eden ayetleri düşünmek ve şüpheleri def ederek esma-i ilahiyeyi tefekkür etmektir.


İkincisi: Ahkam-ı rubûbiyeti ve vazaif-i ubudiyeti tefekkür etmektir. Hz. Allah Buyuruyor ki:




83- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İçinde Allah'ın anıldığı ev ile anılmadığı evlerin biri ölüye, diğeri diriye benzer.”[266]


84- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İnanç ve samimiyetle La İlahe İllah diyen kimse Cennet'e girer.”[267]


85- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bir grup mümin bir yerde oturup, Allah'ı zikrederlerse, onlar o meclisten dağılmadan kendilerine Allah tarafından günahlarınız bağışlanmış ve kötülükleriniz iyiliklere dönüşmüş olarak dağılıma, denir.”[268]


86- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ı zikirden daha üstün sadaka olamaz.”[269]


87- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Mümin bir kul hulusi kalble -Lailahe İllallah- derse, büyük günahlardan kaçınılması şartı ile o kimse için Arş-ı Alaya kadar göklerin kapısı açılır.”[270]


88- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ın ismi anıldığı yerin bir noktasının yedi' tabakası, üzerinde Allah anıldığı için, biri birini müjdeler; çevresindeki arzın diğer kısımları üzerine iftihar ederler. Ayrıca, bir mü'min yerin bir noktasında namaz kılmak istediği zaman o nokta bununla iftihar eder.”[271]


89- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Son sözü Lailahe İllallah olan kimse, Cennet'e girer.”[272]




“Bunlar; iman edenlerdir. Allah'ın zikriyle gönülleri (vicdanları) huzur-u sükûna kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki kalbler ancak zikrullah ile oturaklasın (olgunlaşır)”[273]




İbnü-1 Arabi “Hiç bir salih amel yoktur ki, salih olabilmesi için zikir şart koşulmasın. Zekatını verir veya orucunu tutarken Allah'ı zikretmeyenin ameli kamil olmaz. Binaenaleyh, zikir bu cihetle amellerin en faziletlisidir” diyor. Bu nedenle, yüce Mevlamız kullarının zikri çoğaltmalarını istiyor ve bir ayet-i celilede:


“Ey iman edenler! Allah'ı çok zikredin”[274] buyuruyor.




90- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kim, günde yüz defa -Sübhanallahi Ve Bihamdîk- derse, günahları bağışlanır; denizlerin köpüğü kadar da olsa.”[275]


91- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Malını Allah yolunda harcamaktan cimrilik eden ve gece uykusundan (ibadet için) kalkamayan kimsenin Sübhanallah Ve Elhamdü Lillah, kelimelerine devam etmesi gerekir.”[276]


92- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“(Ey Ebu Hüreyre, dikmekte olduğun hurma ağacından daha çok meyva veren) bir ağaçtan size haber vereyim mi? Sen, Sübhanallah - Elhamdü Lillah, La-İlahe İllallahü Vellahü Ekber, dersen; bu cümlelerin her bir kelimesi için Cennet'de senin için bir ağaç dikilir.”[277]


93- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Amellerin en hayırlısını, gerçek sahibiniz Allah yanında en temizini, derecenizi en çok yükseltenini, sizin için altın ve gümüşü Allah yolunda harcamanızdan daha daha hayırlı olan ve düşmanlarınızın boynunu vurmak için yapacağınız savaştan daha hayırlı olan bir ameli size göstereyim mi?”


(Söyle ya Resulüllah denilince de:)


“Allah'ı Anmak. (Buyurdu).”[278]




Üçüncüsü: Allahû Teala'nın azametini, kudretini, mahlûkatındaki; akıllara hayret veren sanatını temaşa ve tefekkür etmek ve mahlûkatm her zerresinin zat-ı ulûhiyete delalet eden bir ayna olduğunu görmektir.


Bedenle zikir: Bedenin uzuvlarından her birinin memur bulundukları vazifelerle meşgul olmaları nehyolundukları şeylerden uzak durmalarıdır. Namaz kılmak, oruç tutmak, haccetmek gibi ibadetler de bu cümledendir.


Dil beytini pak ededn,


Dervişi Anka eden,


Alam-i lahuta giden,


Mevla zikidir, zikri.


Zikir en büyük ibadettir. Bunun delili “Allah'ı zikretmek elbette en büyük (ibadet) dir,”[279] ayet-i celilesidir.


İbn-i Abbas (r.a.):


“Bu ayetin iki vechi (manası) vardır.


A- Allah'ın sizi zikredip anması, sizin onu zikredip anmanızdan daha büyüktür.


B- Allah'ın zikri, zikir olmıyan sair ibadetlerin hep sinden daha büyüktür, diyor.”


Müslümanlık unvanında anlattıklarımızdan, insanın toprak ve sudan meydana gelen bu gurbet alemine (dünyaya) ticaret için gönderildiği anlaşıldı. Yoksa ruhun hakîkati yüksektir. Yüksekten gelmiştir ve yine oraya gidecektir. İnşanın bu dünyadaki sermayesi ömrüdür. Bu öyle bir sermayedir ki, her an tükenmektedir. Her nefesini fayda ve iyilikle geçirmezse ziyan eder, helak olur. Bunun için Allahü Teala buyurur: “Asra yemin olsun ki insan zarardadır. Ancak îman edenler ve...” (2). O, sermayesi buz olan bir kimseye benzer ki, yaz ortasında buz satar “ve: “Ey Müslümanlar! Sermayesi erimekte olana acıyınız”, der. Bunun gibi insanın ömür sermayesi erimektedir. Çünkü nefesleri Allahü Teala'nın ilminde sayılıdır, bellidir. O halde, bu işin ehemmiyetini anlayan nefeslerini gözetir ve bilir ki, her bir nefesi saadet-i ebediyeyi ele geçiren bir cevherdir. Bir kimsenin altın ve gümüşten olan sermayesinden daha çok bunu sevmesi, buna eğilmesi lazımdır. Nefeslerinin kıymetini bilmek de, gündüz ve gece vakitlerini hayra taksim edip, herşey'e bir vakit ayırmakla olur. Bunun için vlrdler konmuştur.


Virdlerin konmasının esas sebebi, boş vakit geçirmemektir. Çünkü ahiret saadetine kavuşanların, bu dünyadan giderken, Allahü Teala'ya ünsiyetle ve O'nun sevgisi ile dolu kimseler olduğunu anlamışlardır. Ünsiyet ise zikre devamsız olmaz. Muhabbet de, marifetsiz bulunmaz. Marifet ise, yarattıklarında ki incelikleri ve intizamı düşünmeden ele geçmez. O halde, zikre ve fikre devam, saadete kavuşmanın esasıdır. Dünyayı, şehveti, arzuları ve günahları terk etmek; zikir ve fi kirin iyi ve rahat olması için lazımdır. Zikre devamın iki yolu vardır. Biri, dil ile değil, kalb ile devamlı Allah, Allah demektir. Hatta kalb ile söylememen, çünkü o da, kalbin konuşması olur. Belki hiç unutmayacak şekilde daima müşahede olmalıdır.


Fakat bu çok zordur. Herkes kalbini bir halde ve bir şekilde tutamaz. Birçokları bundan sıkılır. Sıkılmamak için çeşitli virdler koymuşlardır. Bazısı beden ile olur; namaz gibi. Bazısı dil ile olur; Kur'an-ı Kerim’i ve tesbîh okumak gibi. Bazısı da kalb ile olur; tefekkür gibi. Böyle ce her vakitte ayrı bir şeyle meşgul olur. Bir halden bir hale geçtiği için de, sakin ve üzüntüsüz olur. Bunun yanında dünya işlerinden yapması zarurî olanlar için de zaman ayırır. Maksat şudur ki, bütün vakitlerini ahiret işine veremiyorsa, hiç olmazsa çoğunu vermelidir. Ancak terazinin sevab kefesi ağır gelir. Çünkü vaktin yarısını dünyaya ve mübahla elde etmeğe, yarısını da ahirete verirse, diğer kefenin ağır geleceğinden korkulur.




Ulu Allah buyuruyor ki:


“Ey iman edenler!... Allah'ı çok çok zikredin (anın) iz. Sabah aksam O'nu noksan sıfatlardan tenzih ediniz. O, sizi karanlıklardan çıkarıp aydınlığa ulaştırmak için, size rahmet yağdırmakta; melekleri de sizin af edilmeniz için dua etmektedirler. O müminlere karşı çok esirgeyicidir.”[280]




Ulu Allah buyuruyor ki :


“Allah'ımızdan günahlarımızı af etmesini dileyiniz. Çünkü O, çok affe dicidir (o, sayede) O, üstünüzdeki gökyüzüne bol bol yağmur bulutu gön derir. Mallarınız ve oğullarınızı çoğaltır.”[281]




KİTAPTA 428-443 EKSİK VAR




49- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah’ım, ömrümüz boyunca olduğu gibi, öbür dünyada da kulaklarımızdan, gözlerimizden faydalanmayı nasip eyle. Bize haksızlık edenlere karşı yardımcımız ol. Düşmanlarımızdan öcümüzü almak nasip eyle.”[282] Ebu Hüreyre


50- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allahım, (senden başkasına muhtaç olmıyacak derecede) zenginlik, dostlarımı da (başkalarına muhtaç olmayacak derecede) zengin etmeni dilerim.”[283]


51- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allahım, ümmetimin canını, ya aydınlık yolunda düşmanla çarpışırken gerçek şehit, ya da deva bulmaz taun hastalığının pençesine düşürüp manevi şehit olarak al.”[284]


52- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allahım, senden gönlümü hidayete eriştiren, işimi düzene sokan, görünür görünmez her şeyimi düzenleyen, amelimi günahlardan arıtan, bana doğru yolu ilham eden, sevdiklerimi veren ve beni tüm kötülüklerden koruyan yaygın rahmetini dilerim.


Allahım, bana küfre açık kapı bırakmayan eksiksiz bir iman nasip eyle. Bu dünyada da öbür dünyada da şerefli derecelere eriştirecek yaygın rahmetini bahşeyle.


Allahım senden alın yazımın yüzümü güldürmesini, şehitlerin üstün derecesine erişmeyi, mutlu kulların gibi ömür sürmeyi, düşmanlar karşısında yardımcı olmanı dilerim.


Allahım, görüşüm kıt, çalışma gücüm az (elimden bir şeygelmez o yüzden ihtiyaçlarımı sana havale ederim, rahmetine son derece muhtacım. Ey her işi çekip çeviren, gönüllere şifa veren Allahım, denizlerde akan tatlı su akıntılar ıyle, acı su akıntılarının karışmalarına meydan vermeksizin, birbirinden uzak tuttuğun gibi, böylece de beni cehennem azabından uzak tutmanı, bela ve musibetlerden, kabir azabından korumanı dilerim.


Allahım, aklımın yetişemiyeceği, fikrimin uzanamadığı kullarından birine vadettiğin iyiliği senden dilerim. Çünkü böylesine bir iyiliği ele geçirmek için sana ben daha çok sevgi beslerim. Senden rahmetini dilerim, ey tüm varlıkların sahibi olan Allahım...


Kopmaz güçlü ipin, dosdoğru aydınlık yolun sahibi Allahım, senden, olanca azabının çatacağı günde (kıyamet gününde) cehennem azabından kurtulmayı dilerim; yine senden, ölümsüzlüğe açılan günde (kıyamet günü) namazlarını eksiksizce kılan, emirlerine teslimiyetle boyun eyen, nice nimetlerine erişen, verdiği sözü yerine getiren ve engin yakınlığına erişen seçkin kullarınla birlikte cennete girmeyi dilerim. Çünkü sen esirgeyen, yakınlarını seven, aynı zamancla dilediğini hemen yerine getirensin.


Allahım, bizi, yolunu şaşıran ve şaşırtanlardan değil, hidayetine eren ve eriştiren kullarından eyle. Sevdiklerini sırf, seni sevdikleri için severiz, düşmanlarını da sırf seni sevmedikleri için düşman dileriz.


Allahım, işte duamız, kabulünü diliyoruz; işte gayret ve çabamız, hayırlı neticesini bekliyoruz.


Allahım, gönlümü (ölünce) kabrimi, önümü, arkamı, sağımı, solumu, üstümü, altımı, gözümü, kulağımı, saçımı, derimi, etimi, kanımı, kemiklerimi (tüm azalarımı ve bütün varlığımı) sönmez nurunla ışıklandır. Allahım, beni iman aydınlığı ile donat. Sen her türlü noksanlıktan uzak ve münezzehsin. O yenilmez gücüyle tüm varlıkları şefkat ve merhamet kanatları altında korur. Çünkü sen, her türlü noksanlıklardan uzak ve münezzehsin. Sen zengin ve cömertsin.” [285]




“Neden çocuk doğmadan, nezrettin? Kız olursa ne olacak?” dedi. Gerçekten de kız doğdu. Lakin Hanne, kızına erkek ismi olan, Abid manasına Meryem adını verdi. Maksadı kız da olsa, onunla adağını ödemek ve onu Beyt-i Makdes'in hizmetine vermekti. Öyle yaptı ve Zekeriyya Aleyhisselam ona bakmaya memur edildi. Hz. Zekeriyya Mescit'te hizmet eden Hz. Meryem'in yanma her ne zaman girse, yanında türlü yiyecekler, çeşitli meyveler bulurdu. Hz. Meryem'e:


“Bunlar sana nereden geliyor?” diye sorunca, Meryem'in cevabı:


“Allah tarafından” olurdu.




53- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Beni verdiğin nimetlerine karşı şükür borcunu yerine getiren, bela ve musibetlere göğüs geren, kendi gözünde küçük, başkalarının gözünde ise büyük görünen seçkin kullarından eyle.”[286]


54- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Bizi dirlik ve düzen üzere yaşat, aramızdaki sevgi bağlarını güçlendir, kalblerimizi aynı görüş halkası etrafında birleştir, aydınlık (islam) yolda lekesiz kurtuluşa eriştir. Bizleri dine aykırı taşlan hareketlerden koru.


Allah'ım, kulaklarımızı, gözlerimizi, eşlerimizi, çocuk lanmızı, nesillerimizi (kuşaklarımızı) aydınlık (islam) yolundan ayırma. Tövbelerimizi kabul eyle. Çünkü sen gerçekten tövbeleri kabul eden ve esirgeyensin.


Allah'ım, bizleri verdiğin nimetlere karşı şükür borcunu yerine getiren, nimetlerin karşısında nankörlük değil, bol bol hamd eden kullarından eyle, üzerimizden nimetini eksiltme.”[287]


55- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. İşte halimi sana arzediyorura: Güçsüz, beceriksiz, üstelikte herkesin küçük gördüğü bir kulum. Beni kime bırakıyorsun? Çirkin yüzünü dikmiş, ağır pençesi altında çiğnemek için fırsat kollayan zalim bir düşman eline mi, yoksa acz içinde kıvranan, güçsüz, beceriksiz bir dostun yavan merhametine mi?[288]




İslam alimleri öğrencilerine:


“Derse başladığımız zaman “Radiyallhü anke ve an cemaati'l müslimîn” “Allah senden ve müslümanlarm cemaatinden razı olsun” deyiniz. “Radiyallahü anke”, “Allah senden razı olsun” diyerek beni tahsis etmeyiniz. Zira yalnız bana yaptığınız dua, belki kabule mazhar olmaz, lakin benimle beraber, bütün müslümanlara duayı şamil kılarsanız onlardan biri hakkında Allah duanızı kabul buyurur. Biri hakkında duayı kabul eden Allah (c.c.) Hazretleri lûtf-u keremiyle diğerleri hakkında da duanızı kabul buyurur” derlerdi.




56- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allahım, vücudumu benzersiz mükemmellik ve güzellikte yarattığın gibi, böylece huylarımı da mükemmel ve güzel eyle.”[289]


57- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah’ım, her türlü iyiliği senden dilerim. Çünkü bütün iyiliklerin anahtarı senin kudret elindedir. Her türlü kötülükten sana sığınırım. Çünkü tüm kötülüklerin anahtarı da senin kudret elindedir.”[290]


58- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allahım, rahmetinin gereklerini, mağfiretinin sebeplerini, bol bol iyiliklerini, cennete girme, cehennemden kurtulmayı senden dilerim.”[291]


59- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allahım, gözlerimi, kulaklarımı her iki dünyada da bana faydalı kıl; vücudumu, dinimi koru; öcümü alıncaya kadar, haksızlık e denlere karşı bana yardım eyle.


Allahım, nefsimi emrine verdim; işimi sana havale ettim; sırtımı sana dayadım; bütün varlığımla sana yöneldim. Çünkü senden başka sığınak ve barınak yoktur. Gönderdiğin peygamberlere ve indirdiğin kitablara inanıyorum.[292]


60- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allahım, çaresiz acizlikten, miskin tembellikten, savaştan kaçmaktan, taşlaşmış kalbden, aşırı yaşlılıktan, gaflete dalmaktan, zillete düşmekten, yoksulluktan ve bu yüzden kötü yola sapmaktan sana sığınırım.


Allahım, kanaatsizlikten, küfür ve inkarcılıktan, günah işlemekten kötü yola düşmekten, özü başka, sözü başka olmaktan, gösterişten sana sığınırım.


Allahım, sağırlıktan, dilsizlikten, delirmekten, cüzzam hastalığından, vücudun her yanını alaca benekler içinde bırakan cilt hastalığından (abraş hastalığı) ve bulaşıcı her türlü ağır hastalıklardan sana sığınırım.”[293]


61- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Fayda vermeyen ilimden, korkmayan kalbden, kabul olunmayan duadan, doymak bilmeyen nefisten, açlıktan (açlık ne kötü şeydir!), hıyanetten (hıyanet sahibine ne kötü sonuç hazırlar!), tembellikten, korkaklıktan ve aşırı yaşlılıktan sana sığınırım. Yine ahir ömrümde başkalarının eline düşmekten, ahir zamanda çıkacak deccalın yolumu şaşırtmasından, kabir azabından, hayatın ve ölümün getirdiği kötülüklerden sana sığınırım.


Allah'ım!.. Senden aydınlık yolunda yol alırken korkunu taşıyan, emirlerine boyun eğen, her şeyde sana yönelen özlü kalbler isteriz. Allah'ım, senden mağfiretinin sebeplerini, rahmetinin vesilelerini, tüm kötülüklerden kurtulmayı, bol bol iyüiklerini, cennetine erişmeyi, cehennemden uzaklaşmayı dileriz.”[294]


62- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Ahir ömrümde düşmemek için rızkımı fazlalaştır, başkalarının eline düşmemek için rızkımı bollaştır.”[295]


63- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Senden, yasaklarına engel olacak dürüstlük ve namusluluk; dünyada selamet, ahirette saadet; çoluk çocuğumu, mal ve servetimi korumanı dilerim.”[296]




Resûl-i Ekrem Efendimiz:


“Kazayı duadan başka bir şey geri çevirmez. Ömrü iyilikten başka bir şey uzatmaz” buyurmuşlardır.




Hz. Asiye Fir'avn'ın hanımıdır. Hz. Musa'yı Fir'avn'jn gazabından kurtarmıştır. Adı Asiye bin-i Mûzahimdir. Musa (a.s.) ın halası olduğu da söylenmiştir. (1) Hz. Musa, Fir'avn'e karşı asasını kullandığı zaman ona iman etmişti. Fir'avn'da ona imanı sebebiyle şiddetli azap etmişti. O kadar ki, güneşe karşı elldrini ayaklarını dört çivi ile çivilemiş, üzerine de kocaman bir kaya yerleştirmişti. Bütün bunlara rağmen imanını muhafaza etmiş, Cenab-ı Hak ta onu iman ehline örnek vermiştir. Hz. Allah şöyle beyan ediyor;


“Allah iman edenlere de Fir'avn'ın karısını bir misal olarak irad etti. (O'na yapılan işkence, tahammül edilmez hal aldığı vakit) bu kadın:




64- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Senden başıma gelen her şeyin, değişmez kader yazısının neticesi olduğuna inanarak sağlam iman isterim. Yine senden ezelde taksim ettiğin (üleştirdiğin) nimetlerden payıma düşenle geçinmeye kanaat etmek isterim.”[297]


65- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... Hiç şüphesiz ki İbrahim Peygamber seçkin kulun ve yakın dostundu. O yüzden Mekke'li-lerin bolluğa kavuşması için yaptığı duayı kabul etmiştin. Ben de senin seçkin kulun ve son elçin olarak saua yalvarıyorum: Ne olur, Medine'lileri bereket ve bolluğa kavuştur, bitki ve mahsullerini Mekke'lilerin iki katı kadar artır.”[298]


66- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... İbrahim Peygamber senden Mekke civarının yasak bölge olarak kabul edilmesini istemiş, sen de bu İsteğini yerine getirerek Mekke civarını yasak bölge ilan etmiştin.


Şimdi ben de senden Medine etrafım kuşatan şu iki dağ arasının yasak bölge ilan edilmesini istiyorum, isteğimi kabul et, Allah'ım! (İsteğim yerine geldiğinde) yasak bölgede bir damla kan dökülmeyecek, silah çekilmeyecek, bir ağaç dalı bile koparılmayacaktır. Yalnız hayvan beslemek İçin ağaç dalı koparılabtiir (Bu kadarına izin vardır.).


Allah'ım, güzel Medine’mizi bolluğa kavuştur, bitki ve mahsûllerimizi Mekke’nin iki katına çıkart.


Varlığımı kudret elinde tutan Allah'a and olsun güzel Medine’mizin tüm cadde ve sokaklarını ikişer muhafız melek korumuştur. Arkadaşlarım, sizler Medine’ye gelip yerleşene kadar melekler bu kutsal vazifelerine devam ettiler.”[299]


67- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... Tembellikten, aşırı yaşlılıktan, günaha düşmekten, ağır borçtan, Münker ile Nekir'in sorgusundan, kabir azabından. Zebanilerin sorgusundan, Cehennem azabından, kötü yola sürükleyen zenginlikten, sana sığınırım.


Allah'ım!.... Yoksulluğun açacağı felaketlerden, ahir zamanda çıkacak olan Deccal'in yolumu şaşırtmasından sana sığınırım.


Allah'ım, beni su, kar ve buz arılığında günah kirlerinden arıt; bembeyaz elbisenin lekelerinden arıtılarak eski beyaz haline büründürülmesi gibi öylece kalbimi de kusurlardan pakla. Günahlarla aramda doğu ile batı arasındaki uzaklık kadar uzaklık muhafaza eyle.”[300]


68- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... Bu dünyada da öbür dünyada da bildiğim, bilmediğim tüm iyilikleri senden dilerim. Bu dünyada da öbür dünyada da bildiğim, bilmediğim tüm kötülüklerden de sana sığınırını.


Allah'ım, seçkin kullarının ve peygamberlerinin istedikleri iyilikleri senden ister; sığındıkları kötülüklerden de sana sığınırım.


Allah'ım, senden Cennetini ve Cennetine kavuşturan söz ve hareketleri diler; cehenneminden ve cehennemine yaklaştıran söz ve hareketlerden de sana sığınırını. Allah'ım, alın yazımı hayırlı kılmanı dilerim.”[301]


69- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Sana inanan, benim de peygamberin olduğumu kabul eden kuluna sana kavuşmayı sevdir; onun alın yazısını kolaylaştır (yüzünü güldür); dünyalıklarını kıs.


Allah'ım, sana inanmayan, benim de peygamberin olduğumu kabul etmeyen kuluna ise sana kavuşmayı sevdirme; onun alın yazısını zorlaştır (yüzünü güldürme), dünyalıklarını bollaştır.”[302]


70- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... Sana boyun eğiyor, sana inanıyor, sana dayanıyor, sana yöneliyorum; bütün mücadelelerim senin yolunadır.


Allah'ım, ululuğun yüzü suyu hürmetine doğru yolu şaşırmaktan sana sığınırım. Senden başka Allah yoktur: Sen ölmeyen dirisin, insanlar ile cinler ise ölmeye mahkûm fani varlıklardır.”[303]


71- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Dile getirdiğimiz ve daha nice getireceğimiz her türlü seçkin hamd ve sena sana mahsustur.


Allah'ım, namazlarım, tüm ibadetlerim senin yolunadır; senin için yaşıyor, senin için ölüyorum. Son sığınağım sen, ardımda bıraktıklarımın sahibi de sensin.


Allah'ım; kabir azabından, kalbin vesvesesinden, işimin dağılmasından sana sığınırım. Allah'ım, düzenli olarak esen rüzgarın fayda getirmesini dilerim; şiddetli rüzgarın açacağı zarardan da sana sığınırım.


Allah'ım; kusurlarımı bağışla, hoş gör. Korkularımı defet, önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden gelecek musibetlerden beni koru. Deprem felaketlerinden sana sığınırım, Allah'ım!..”[304]


72- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Bana vücut sağlığı ver, gözümün nurunu koru; gözlerimi her İki dünyada da bana faydalı kıl. Allah'tan başka Allah yoktur. O müsamahakar ve cömerttir. Ulu Arş'in sahibi olan Allah tüm noksanlıklardan uzaktır. Hamd lerin her türlüsü alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.”[305]


73- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Kötülüklerle aramıza perde olan korkudan, bizi Cennetine ulaştıracak olan itaatinden dünya musibetlerini rahatlıkla karşılamamızı temin edecek olan sağlam imandan nasibimizi ihsan eyle. Ömrümüz boyunca olduğu gibi öldükten sonra da kulaklarımızın, gözlerimizin ve bedeni gücümüzün bize faydalı olmasını nasip eyle.


Bize haksızlık edenden öcümüzü almak nasip eyle. Bize saldıranlara karşı yardımcımız ol, dinimize musibet verme. Tek dileğimiz ve önem verdiğimiz şey dünya olmasın. Kalbinde merhamet taşımayan kimseleri başımıza musallat etme, Allah'ım!..”[306]


74- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.” Bana öğrettiğin bilgilerden gereği gibi faydalanmayı ve faydalı bilgileri Öğrenmeyi nasip eyle. Bilgimi arttır. Her zaman hamd, Allah'a mahsustur. Cehennemliklerin acı durumuna düşmekten Allah'a sığınırım.”[307]


75- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... Sana sık sık şükretmeyi, seni çok çok anmayı, senin öğütlerine ayak uydurmayı ve tavsiyelerini tutmayı bana nasip eyle.”[308]


76- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Senden diliyor ve varlıklara rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberin Muhammed'in aracılığı ile sana yöneliyorum: “Ey Muhammedi Şu dileğimin yerine getirilmesi için senin aracılığınla Rabbime yöneliyor ve dua ediyorum. Allah'ım, ne olur Hz. Muhammed'i (s.a.a.) bana aracı kılarak O'nun aracılığıyla dileğimi ihsan eyle.”[309]


77- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... Kulaklarımın, gözlerimin, dilimin, kalbimin ve şehvetimin açacağı kötülüklerden sana sığınırım.”[310]




“Ey Rabbim! Bana nezdinde, Cennet, in içinde bir ev yap. Beni Fir'avn'dan ve onun (fena) amel (ve hareket) lirinden kurtar. Beni o zalimler güruhundan selamete çıkar demişti.


Bu niyazı üzerine Cenab-ı Hak da onun ruhunu kab zetmişti. Ölmeden önce kendisine Cennet'teki makamı gösterilmiştir. Şu halde kötü kocaların eline düşen, lakin imalarını muhafaza eden hanımlar kocalarının yaptıklarında mes'ûl değildir. Allah onları akibet, felah ve selaha erdirir.


Hocamdan işittim. Hocam gözleri ile gördüğünü yemin ile söyledi. Memleketlerinde bir kadının üç çocuğu varmış. Çocukların yaramazlığına kızan ana, onlara şöylece beddua etmiş. (Üç Cumada üçünüz de kara toprağa girin) demiş. Evet; üç cumada üçü de yere girdiklerinde hocam şahit olduğunu ifade ederlerdi. Bu kıssayı da salih bir kimseden dinledim. Trabzonda bir ailenin gayet kötü bir çocuğu varmış. Her gece sarhoş, ayyaş, küfürbaz nara atarak bütün mahalleyi ta'ciz ederek evine gelirmiş. Bu çocuğun bu halini gören ana, baba şerrinden kendisine birşey soyliyemezler, korkularından tir-tir titrerlermiş. Bir gece eve gelen bu asî evlad anasını ve babasını duada bulmuş ve onların duasını dinlemiş. Ana, baba şöyle dua ediyorlarmış:


(Ya Rabbi bizim oğlumuzu islah et, kötü huylarını iyi huylara tebdil et. Onu Habibin hürmetine salihlerden eyle.)[311]




78- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. İşimi yoluna koyan dinimi, geçimimi sağlayan dünyamı, son sığmağım olan ahiretlmi dirlik ve düzen üzere kıl. Bol bol iyilik işlediğim sürece ömrümü uzat; ölümümü de tüm sıkıntılardan, kurtularak huzura kavuşmama vesile eyle.”[312]


79- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!. Senden aydınlık yoluna kavuşmayı, yasaklarından sakınarak emirlerine sarılmayı, dünyada selameti, ahirette saadeti ve kanaat eden zenginliği dilerim.”[313]


80- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Kusurlarımı örtbas et; beni korkaklıktan koru, başkalarına borçlanmaktan kurtar.”[314]


81- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Sana karşı beslediğim sevgiyi her sevginin, sana karşı duyduğum korkuyu da her korkunun üstünde tut. Özlemini duyduğum rızana kavuşabilmek için dünyalıklarla ilgimi kes. Dünyaya bel bağlayanların gözlerini mal ve servet sevincine bürümene karşılık benim gözlerimi de ibadet aşkı, ibadet sevinciyle bürü.”[315]


82- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Senden vücut sağlığı, namusluluk (ve dürüstlük), huzur ve güvenlik, iyi ahlak ve alın yazıma boyun eğmeyi dilerim.”[316]


83- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Kötü günden, kötü geceden, kötü anlardan, kötü arkadaştan, kötü komşudan sana sığınırım.”[317]




Bu duayı, dinleyen şakî evlat derhal ana ve babasının ellerine sarılıp (Beni affedin) diyerek ağlamaya başlamış ve bir daha öyle kötülükleri yapmak şöyle dursun, bilakis salihlerden olmuştur. Zira kalpleri çeviren Allahtır. Beddua iyi bir şey değildir. Değil ki evladınıza beddua etmek, düşmanımızın dahi Allahdan ıslahını istemeliyiz.


Biliyorsunuz. Hz. Ömer B. Hattab'ın iymanına sebep Resûl (s.a.v.) ün onun iyman ile müşerref olması için dua buyurmalarıdır. Bu dua-i Nebi ile Hz. Ömer İslam ile müşerref olmuştur.[318]




84- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Rızanı diler, gazabından sana sığınırım. Senden vücut sağlığı diler, beni felaketlerden korumanı isterim. Seni övmeye bildiğim övme şekilleri yeterli değildir. Sen ancak bizzat kendini övdüğün gibisin.”[319]


85- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Senden sarsılmaz bir iman, kökleş-[320]


86- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... (Öbür dünyayı boylayıp da gözyaşlarını kana, dişlerim kırmızı kora dönmeden, korkundan ağlarken gönlüme şifa verici sapır sapır gözyaşları döken iki mübarek göz ihsan eyle.”[321]


87- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... Beni gerçek ilimle donat, yumuşak huyla beze, bana emirlerine sarılmayı, yasaklardan sakınmayı sanip eyle. Dünyada selamete, ahirette saadete erişmeyi ihsan eyle.”[322]


88- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Bana vücut sağlığı ver, yaygın rahmetini ihsan eyle, canımı ibadet ve vaat üzere al, ahir ömrü iyi amelle noktala, bütün bunlara karşılık da Cennetine girmek nasip et.”[323]




Şeytanın iğvası ile yasak ağaçtan meyve yiyen Hz. Adem ile Havva, yaptıklarının hata olduğunu anlayınca, şu duayı yaptılar ve aff-ı ilahîye nail oldular:'


“Ey Rabbimiz! Kendimize zulmettik, eğer bizi bağış lamaz ve merhamet etmezsen, muhakkak ziyan edenlerden oluruz.”


Dua Nedir


Dua: Çağırmak manasınadır.


Dua: Mü'minin dilinde asay-ı Musa'dır.[324]




89- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Gözleriyle (dıştan) gülümseyen fakat için için diş bileyen sahte dostun şerrinden sana sığınırım. Çünkü böylesine sahte dostlar iyilikleri gizlerler, kötülükleri ise yayarlar.”[325]


90- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!., (ufak - tefek) bütün günah ve kusurlarımı bağışla. Allah'ım, derecemi yükselt, eksiklerimi gider, beni iyi amel ve ahlak ile hidayetine eriştir. Çünkü iyi ameller işleyerek hidayetine eriştiren de, kötü ameller işleyerek doğru yoldan saptıran da ancak Sensin.”[326]


91- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... Yaşamam hayırlı olduğu sürece yaşat, ölümüm hayırlı olduğu zaman da canımı al.


Allah'ım; başkaları olsun veya olmasın, senden yüreğime korkunu yerleştirmeni; sevinçli veya öfkeli olayım, senden doğruluk ve samimiyetten saptırmamanı, dilerim.


Allah'ım, fakir veya zengin olayım, senden tutumluluktan (hesabını bilirlilikten) ayırmamanı dilerim.


Allah'ım; senden sarsılmaz iman, kesintisiz sevinç, kadere boyun eğmeyi, öldükten sonra tatlı hayat, gül yüzünü doya doya seyretmeyi, zarar verici belalara ve yolumu şaşırtıcı felaketlere uğramadan huzuruna kavuşmayı dilerim.


Allah'ım, bizleri imanla donat; hidayetine erenlerin yoluna kavuştur.”[327]




Dua: İbadetin ruhudur.


Dua: Kulluk vazifesi ve insanlık borcudur.


Dua: Halık-ı zûlcelal'e yalvarmaktır.


Dua: Cenab-ı Hak'kı anmaktır.


Dua: Benlik ve enaniyeti terketmektir.


Dua: Cenab-ı Hak'tan yardım istemektir.


Dua: Kulun, arzularını Rabbine bildirmesidir.


Dua: Hak'ka tam teslimiyettir.


Dua: Dilek ve hacetleri Halik-ı Azam'a arzetmektir.[328]




92- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Ağır borçtan, baskın düşmandan, ister bekar, ister evli olsun kadınlarımızın kötü yola sapmasından (ve erkekleri de baştan çıkarmasından), ahır zamanda çıkacak olan Deccal’ın yolumuzu şaşırtmasından sana sığınırım.”[329]


93- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Ayağım kayıp düşmekten, bir şey altında kalarak ezilmekten, suda boğulmaktan, ateşte yanmaktan sana sığınırım. Allah'ım; son nefeste ölümle pençeleşirken şeytanın yanıltmasından, savaş meydanından kaçarken can vermekten, yılan, çıyan gibi zararlı yaratıkların sokmasıyla ölmekten sana sığınırım.”[330]


94- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... Yoksulluktan, kıtlıktan, ayağa düşmekten (zilletten) ve haksızlığa uğramaktan sana sığınırım.”[331]


95- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!... Kavgadan (düşmanlıktan), münafıklıktan, ve kötü ahlaktan sana sığınırım.”[332]


96- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ey insanların Rabbi, dert ve sıkıntıların gidericisi, tüm hastalıkların kökünden kazıyıcısı olan Allah'ım!,., Bana tüm hastalıkları kökünden kazıyıcı engin şifandan ihsan eyle. Çünkü senden başka şifa veren yoktur.”[333]


97- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Üzüntü veya tasaya, dert veya felakete uğrayan kimse, “Allah'ım!... Sen eşi ve ortağı olmayan biricik Rabbimsin. İçine düştüğüm şu sıkıntılı durumdan beni kurtar.” dua ettiğinde sıkıntısı derhal üzerinden atılır.”


98- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şiddetli rüzgar estiğinde şöyle dua ederdi : “Allah'ım!... Esmekte olan rüzgarın faydalar getirmesini senden diler, açacağı zararlardan da sana sığınırım.”[334]




Dua: Allahû Azîmüşşan'a hamd etmektir.


Dua: Kabbimizin verdiği nimetlere şükretmektir.[335]




99- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) sinirlendiğinde “Sevgili karıcığım Ayşe!” diye hitap ederek şu duayı okumasını tavsiye ederdi: “Muhammed'in Rabbi olan[336]


100- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah katında dua etmekten daha değerli h bir ibadet yoktur.”[337]


101- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Cebrail (a.s.) Kabe'ye gelip Kabe duvarlarına kapanarak göyle dua ederken görürdüm: “Ey varlığının eşi ortağı olmayan cömert ve biricik Allah'ım!.... Verdiğin nice nimetlerini benden geri alma.”[338]


102- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kalblerimiz muhafazalı kaplara benzer. En üstün kalb, helal yiyeceklerle beslenen ve faydalı bilgileri barındıran kalbdir. Allah'tan bir şey istediğinizde samimi bir yürekle muhakkak yerine getirileceğine inanarak isteyiniz. Çünkü Allah dünyalıklara dalan ve samimi bir yürekle dua etmeyen bir kalbin üstünkörü duasını asla kabul etmez.”[339]


103- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Gizlice içimden geçenleri açıkça işlediklerimden daha hayırlı eyle, açıkça işlediklerimi de katında faydalı eyle. Allah'ım, senden, kullarına verdiğin mal ve servetin, çoluk ve çocuğun en faydalısını isterim.”[340]




Dua: Kalbi vasıtasız Cenab-ı Hak'ka rabdetmektir.


Dua: İzhar-ı ubudiyettir.


Dua: Bir ızdırab çığlığından, bir yardım talebinden ibarettir.


Dua: Yaradana, yalvarıp yakarma ile yaklaşmadır. Hayır, yardım ve merhamet dileğinde bulunmadır.


Dua: Sevenin sevdiğine niyazıdır,


Dua: İmanın gıdasıdır.[341]




104- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ey yeri ve gökleri yaratan, gizli-açık her şeyi hakkıyle bilen ve tüm varlıkların biricik sahibi olan Allah'ım!.. Gerçek bilir ve bildiririm ki senden başka Allah yoktur.


Allah'ım nefsin çılgın istek ve arzularından, şeytanın bozguncu telkinlerinden ve yüreğime aşılamak istediği şirkten (Allah'a ortak koşmaktan) sana sığınırım.”[342]


Sabah kalktığınızda, akşam döndüğünüzde ve geceleri yatağa girdiğinizde bu duayı dilinizden düsürmeyiniz.


105- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Şu duayı çokça okuyun: “Allah'ım!.. Senden ölünce muhakkak ahiret aleminde huzuruna çıkacağına manan, alın yazına boyun eğen, verdiğin nimetlere kanaat eden bir mü'min olmayı dilerim.[343]


106- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sabahları kalktığınızda, akşamları da döndüğünüzde şu duayı okuyun: “Allah'ım!.. Dinime, bana, çocuklarıma, aileme, mal ve servetime gelecek her türlü felakete karşı senden yardım dilerim.”[344]


107- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Günahlarımı bağışla. Rahmetini benden esirgeme. Bana vücut sağlığı ver, helalden rızkımı bol bol ihsan eyle. Bu duayı çokça okuyunuz. Çünkü bu dualar dünya ve ahiretle ilgili tüm iyi dileklerinizin toplu ifadesidir.[345]


108- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Şu duayı sık sık okuyunuz: “Allah'ım!.. Gerçekten öz nefsime yazık ettim. (Yığın yığın günaha girdim). (Ne olur) sınırsız mağfiretinle günahlarımı bağışla. Çünkü günahları ancak sen bağışlarsın. (Ne olur) yaygın rahmetini benden esirgeme. Çünkü sen gerçekten kullarını esirgeyen ve bağışlayansın.”[346]




Dua: Ruhun cilasıdır.


Dua: Mü'minin silahıdır.


Dua: Rahmet ve merhameti davettir


Dua: İbadettir.[347]




109- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Şu duayı dilinizden düşürmeyiniz: “Allah'ım!.. Beni dosdoğru islam yoluna kavuştur; üstelik de bana bu yolda zikzak çizmeksizin ok gibi dosdoğru yürümek nasip eyle.”[348]


110- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Peygamber'e (s.a.s.) salat ve selam getirmeksizin yapılan tüm dualar Allah tarafında kabul olunmazlar.”[349]


111- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) şiddetli Kuzey rüzgarı (Poyraz) estiğinde şöyle dua ederdi: “Allah'ım, bu rüzgarın açacağı zararlardan sana sığınırım.”[350]


112- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle bir dua ederdi: “Allah'ım, bu rüzgarı kuru değil, su zerrecikleriyle yüklü bulutların taşınmasına vasıta eyle. Eyle ki canlılar ve bitkiler yağmura kansın. Veya bu rüzgarı kısırlaştırıcı değil, erkek tohumları dişilerle tozlaştırarak meyva ağaçlarının çiftleşmelerine, dolayısıyla da bol bol yemiş vermelerine yardımcı eyle.”[351]


113- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) vücudunda bir kırgınlık hissettüğnde Felak ile Nas (Kul euzü birabbil felak ile Kul euzü birabbinnasi) surelerini okuyup üfleyerek ağrıyan yerini eliyle sıvazlardı.[352]


114- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) vücudunda bir kırgınlık hissettiğinde Cebrail (a.s.) O'na şu duayı okudu: “Allah'ım!.. Sevgili Peygamberin Muhammed'i her türlü hastalıklardan, haset çeken kıskançların yapacağı kötülüklerden ve tüm kem gözlerden koru. O’na şifa ver.”[353]




Hz. Allah buyuruyor ki:


(Habibim ilan et ve kullarıma) “De ki: (Ey insanlar) Sizin dua ve ilticanız olmasaydı, Rabbim size değer verirmiydi?” buyuruyor.[354]




115- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) kendi gözü veya sahabilerden birininki ağrıdığında şu duayı okurdu: “Alah'ım!.. Ömrüm boyunca olduğu gibi öldükten sonra da bana gözlerimden faydalanmayı ve düşmanlardan öcümü almayı nasip eyle. Bana haksızlık edenlere karşı benden yardımını esirgeme.”[355]


116- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) dara veya sıkıntıya düştüğünde şöyle dua ederdi: “Kullarına karşılık Rabb, yaratıklarına karşılık yaratıcı, rızkınla beslenen varlıklarına karşılık da nzık verici olarak bana sen yetersin Allah'ım!.. Ulu Allah bana yeter. Ne güzel vekildir O. O'ndan başka Allah yoktur. O'na güvenir ve dayanırım, O ulu Arş'ın sahibidir.” [356]


117- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) sabah kalktığı, akşamı yattığında şöyle dua ederdi: “Alah'ım!.. Senden beklenmedik iyilikler dilerim. Beklenmedik kötülük ve günahlardan da sana sığınırım.” Bu duayı ümmetine de tavsiye ederek sözlerini şöyle bitirdi: Çünkü kişi sabah çıktığında, akşam erdiğinde başına beklenmedik ne gibi olaylar geleceğini bilmez.”[357]


118- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) sabah ve akşamleyin şöyle dua ederdi: “(Allah'a şükürler olsun!) Allah'a ortak koşuculardan uzak, aydınlık yolun amansız savunucusu atamız İbrahim Peygamber'in dini, maslümanlık öz yapımız ve Kelime-i şehadet üzere sabaha kavuştur. (Ne mutlu bize!)”


119- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) geceleri uykusundan uyandığında Ulu Allah'a şöyle yalvarır yakarırdı:


“Allah'ım!.. Benim günahlarımı bağışla, benden rahmetini' esirgeme, beni dosdoğru islam (aydınlık) yoluna kavuştur.”[358]




Bu ayet-i celile, duanın değerini ne kadar güzel ifade ediyor. Dua ve ilticası olmayana, Cenab-ı Hak'kın kıymet vermediği beyan ediliyor. Zira dua Hak'kı tanımaktır.[359]




120- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) Fatiha'nın sonunda, “Gayril mağdubi aleyhim veieddallin (Allah'ım!. Bizi gazabına uğrayan ve yolunu şaşıranların yoluna değil, dosdoğru islam (aydınlık) yoluna kavuştur.)” dediğinde, birinci saftaki cemaat duyacak kadar, “Amin (Duamızı kabul et, Allah'ım!)” diye dua ederdi.[360]


121- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) katıldığı ilim ve sohbet toplantılanndan ayrılırken en az on-onbeş defa şu duayı okurdu: “Ulu Allah'a tövbe ediyor, günahlarınım bağışlanmasını O'ndan diliyorum. O tüm varlıklara hükmetme gücünü elinde tutan ölümsüz diridir.”[361]


122- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) bir milletten endişeye düştüğünde şu duayı okurda: “Allah'ım!.. Senden o milletin taşlaşmış kalbine korkunu salmanı diler, yapacağı kötülüklerden de sana sığınırız,”[362]


123- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) bir şeye nazar değdirmekten sakındığında şu duayı okurdu: “Allah'ım!.. Neye nazarım değecekse onu benden koru, hiç birşeye zararım dokunmasın.”[363]


124- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) evden çıkarken şöyle dua ederdi: “Allah'ın, ismiyle kapıdan çıkıyor ve O'na güveniyorum. Kötülüklerden dönme gücünü de, iyiliklere sarılma gücünü de veren yalnız Allah'tır.”[364]


125- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) evden çıkarken şöyle dua ederdi: “Allah'ın ismiyle kapıdan çıkıyor ve O'na güveniyorum. Kötülüklerden dönme gücünü de, iyiliklere sarılma gücünü de veren yalnız Allah'tır. Allah'ım; yolumu şaşırmaktan ve savrulmaktan, küçük düşmekten ve düşürülmekten, haksızlığa uğramaktan ve uğratılmaktan, kaba hareketlerden ve kaba hareketlere itilmekten, isyan ettirilmekten sana sığınırım.”[365]


126- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) helaya girerken şöyle dua ederdi: “Allah'ım!.. Kirli pisliklerden, kötü ve kötülüklere iten şeytandan sana sığınırım.”[366]


127- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) helaya girerken şöyle dua ederdi: “Allah'ım!.. Dişi ve erkek şeytanlardan sana sığınırım.”[367]


128- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) camie girerken şöyle dua ederdi: “Allah'ım!.. Lanetlik şeytandan Ulu Allah'a sığınırım. O tüm varlıkları hükmü altında tutar ve sınırsız derecede cömerttir.”


Sevgili peygamberimiz (s.a.s.) camie girerken bu duayı okuyan mü'minin günün geri kalan diğer saatlerinde şeytanın şerrinden korunacağını söylemiştir.[368]




130- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) mezarlığı ziyarete gittiğinde şöyle dua ederdi: “Ey Allah'ı iman üzere bu dünyadan göç eden fani ruhlar, çürümüş vücutlar, dağılmış iskeletler!.. Selam size! Allah'ım, onlara rahat ve huzur, saadet ve selamet ihsan eyle.”[369]


131- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) hasta ziyaretine gittiğinde hastaya ve yanındakilere şöyle derdi: “İnşallah geçer. Üzülecek bir durum yok. Çünkü hastalık sahibini günah ve kötülüklerinden temizler.”[370]




Kibr-û gururu bırakıp yaradana sığınmaktır. Kul, bunları yaptığı zaman Hak katında değer kazanacaktır. Öyleyse dört elle duaya sarılmak. Rızay-ı Bariyi kazanmak için Allahû zûlceîale yalvarmak lazımdır.


Dua, musibeti redde, rahmet-i ilahiyi celbe vesiledir. Dua Cenab-ı Hak'ka kurbiyyettir. Nitekim Allah'a Teala buna işaret ediyor ve:




132- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) yeni ayı gördüğünde şöyle dua ederdi: “işte uğurlu ve (aydınlık yolu) gösterici bir ay! Allah'ım, senden bu ayın (ümmetim adına) uğurlu ve hayırlı olmasını dilerim. (Hz. Peygamber s.a.s.) bu sözleri üç defa tekrarlardı. Allah'ım, senden bu ayın uğurlu, bu ayki alın yazımın hayırlı olmasını diler.[371]


133- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) birine dua ettiğinde bu duadan kişi fayda gördüğü gibi, çocukları hatta torunları bile fayda görürdü.[372]


134- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) Allah'a dua etmeye başladığında ilkin kendine, ardından da diğer mü'minlere dua ederdi.”[373]


135- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) duaya bağlar ken ellerini göğe kaldırır, dua bitince de yüzüne sürerdi.[374]


136- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) avuçlarını yüzüne karşı tutarak dua ederdi.[375]


137- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) yeni ayı gördüğünde şöyle dua ederdi: “Allah'ım, yeni ayı bizlere iman ve İslam, güven ve huzur, saadet ve selamet, sağlık ve sağlamlık, rızık ve bolluk yönünden verimli eyle.” [376]


138- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) yeni evlileri tebrik ederken şöyle derdi: “Allah evliliğinizi mübarek eylesin, iyi geçimler nasip etsin, aydınlık yolda ömür boyu aynı yastıkta kocatsın!....”[377]


139- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) gözlerini göğe dikerek şöyle dua ederdi: “Ey kalbleri istediği yöne çeviren Allah'ım!... Kalbimi taatinden ayırma.”[378]


140- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) sevdiği bir şeyle karşılaştığında:


“Yaygın lütfuyla iyilikleri tamamlayan Allah'a hamd olsun!....” Sevmediği birşeyle karşılaştığında da:


“Her durumda hamd Allah'a mahsustur. Cehennemliklerin acıklı durumundan sana sığınırım” Allah'ım!....” diye dua ederdi.[379]


141- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) sıkıntılı anlarında şöyle dua ederdi: “Allah'tan başka Ailah yoktur. O ulu ve müsamahakardır. Allah'tan başka Allah yoktur. O ulu Arş'ın sahibidir. Allah'tan başka Allar yoktur. O (yerin ve) yedi kat göğün biricik sahibidir.”[380]


142- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) çoğu zaman şu duayı okurdu: “Ey kalbleri istediği anda istediği yöne çeviren Allah'ım!... Kalbimi aydınlık hak yolundan ayırma.” Orada bulunan Ümmü Seleme,


“Ey Allah'ın elçisi! Bu duayı ne kadar da çok okuyorsunuz?” diye sorduğunda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle cevap verir:


“Ey sevgili eşim Ümmü Seleme! Bütün insanların kalbleri Allah'ın iki kudret parmağı arasındadır; dilediğini doğru yolda tutar, dilediğini de saptırır.”[381]


143- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şu duayı çokça okurdu: “Ey Rabbimiz; bize bu dünyada da, öbür dünyada da iyilik ver, bizi Cehennem azabından koru.”[382]


144- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İçinizden biri bir yerde konakladığında Kelimei şehadet getirip ardından da, Allahım (yılan çıyan gibi) zararlı yaratıklarının şerrinden sana sığınırım. Derse oradan ayrılana kadar hiç bir zararlı yaratık ona zarar vermez.”[383]


145- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İçinizden biri eşiyle birleştiği vakit, Allah'ın lanetlik Şeytanî, bizden ve doğacak çocuklardan uzaklaştır. Diye dua ederse lanetlik Şeytan doğan çocuğa ebediyyen zarar veremez.”[384]


146- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) (camide namaz kılarken) birinci saftaki cemaut için üç, üçüncü saftakiler için de bir kerre istiğfar ederdi.[385]


147- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) duasına şu sözlerle başlardı: “Sübhane rabbiyel aliyyil alel vehhap (Allahım seni her türlü noksanlıklardan uzak tutarım.) Sen en üstün derecelerin (cennetlerin) sahibi ve gerçek bahşedici olan Rabbimizsin.”[386]


148- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) kısa ve bol manalı cümlelerle dua etmekten hoşlanır, uzun dualara iltifat etmezdi.[387]


149- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Peygamberimiz (s.a.s.) yoksul mü'minlerin dualarının desteğiyle ülkeler fethine çıkar, düşmanlar karşısında Allah'ın yardımına mazhar olurlardı.[388]


150- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) sıtma ve her türlü ağrıya tutulanlara şu duayı öğretirdi: “Ulu Allah'ın ismiyle başlarım. Kan dolaşımını hızlandırarak vücudumu ateş nöbetlerine boğan her türlü hastalıktan ve cehennem ateşinin yakıcı sıcağından Ulu Allah'a sığınırım.[389]


151- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Hz. Peygamber (s.a.s.) bir şey kendisini üzdüğünde şöyle derdi: “Ey diri ve tüm varlığı hükmü altında tutan Ulu Alah'ım yaygın rahmetinden yardım dilerim.”[390]


152- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İster doğudan ister batıdan (ne kadar uzaktan olursa olsun) cuma günü herhangi bir dilekde bulunan kimsenin dileği hemen yerme getirilir. “Allah'ım senden başka Allah yoktur. Sen çok şefkat sahibi ve çok cömertsin yeri ve gökleri yaratansın. İkram ve ululuk sahibisin ne olur dileğimi kabul et”[391]




“(Habibim) kullarım sana beni sorunca (haber ver ki) işte ben yakınımdır. Bana dua edince, ben o dua edenin da'vetine icabet ederim. O halde onlar da benim da vetime (itaatle) icabet ve bana imanda devam etsinler. Ta ki, (o sayede) doğru yola ulaşmış olalar” buyuruyor.[392]




153- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Bir gün sahabilerden biri Peygamberimize (s.a.v.) gelerek ismi Azam duasının ne olduğunu öğrenmek istediğini söyler. Hz. Peygamber de şöyle karşılık verir:


“(Ey şahabım!) ismi azam duasının sana bir faydasının dokunacağını bilsem hiç şüphesiz öğretirim: Ama bir faydası olacağını sanmam) yalnız sana şu noktayı önemle belirtmek isterim. Ciddiyet ve samimiyet içinde muhakkak kabul olunacağını inanarak dua et, hangi duayı edersen et, az olsa da muhakkak kabul (olunacaktır). Bu şartları yerine getirmedikten sonra İsmi Azam ile dua etsen de duan kabul olunmayacaktır.”[393]


154- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Bir gün sahabilerden biri Hz. Peygambere (s.a.v.) gelerek


“Ey Allah'ın elçisi! Falan kadınla evlenmek istiyorum. Fakat bir türlü olmuyor. Ne olur dua et de bu iş olsun.” der. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bu sahabiye şöyle karşılık verir.


“Ben dahil Cebrail, Mikail, İsrafil ve tüm Arş melekleri dua etse, yine de alın yazısında kim ise onunla evlenirsin.”[394]


155- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Cebrail (a.s.) her geldiğinde bana şu cümlemle dua etmemi tavsiye ederdi: “Allah'ım!.. Bana helal yemek nasip et, beni iyi amellere hadim eyle.”[395]


156- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Vakti zamanında bir peygamber mnmetiyle birlikte yağmur duasına çıkar. Dua ederlerken bir de bakar ki bir karınca ayaklarını göğe kaldırmış kendine mahsus diliyle (yağmur yağdırması için) Alah'a dua etmektedir. Bunu gören Peygamber ümmetine “Hadi dönün karıncanın yüzü suyu hürmetine sizin de duanız kabul olundu.” diye seslenir”[396]


157- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) yeni ayı gördüğünde şöyle derdi: “Allahım!.. Yeni ayı bize uğurlu ve doğru yolu gösterici eyle. Ey ay, seni yaratan ve sana mükemmel güzellik veren Allah'a inanıyorum. Eşsiz güzellikte yaratıcı olan Allah her türlü noksanlıklardan uzaktır.”[397]


158- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Rüzgar esmeye başladığında Hz. Peygamber (s.a.s.) yüzünü rüzgara dönüp diz üstü çökerek ellerini göğe kaldırır ve şöyle dua ederdi:


“Allahım!.. Bu rüzgarın hayırlı olmasını ve zarar açmasından sana sığınırım. Allahım, bu rüzgarı değil, rahmete vesile eyle. Allahım, bu rüzgarı kasırga halinde değil hafif estir.”[398]


159- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz. Peygamber (s.a.s.) sıkıntıya düştüğünde Cebrail (a.s.) hemen yardımına koşar ve “Ey Muhammed!.. Şu duayı oku.” derdi: Her zaman diri olan Allah'a güvendim hamd ve şükür, Allah'a mahsustur. O evlat edinmemiştir; O'nun varlıklar aleminde benzeri ve ortağı”[399]


160- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kötü dilekte bulunmadığı veya yakınlarıyla normal ilişkilerini kesmek için dua etmediği sürece samimi yürekle dilekte bulunun. Kimsenin duasını Allah muhakkak yerine getirir veya üzerinden herhangi bir kötülüğü def eder.”[400]


161- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kişinin yapacağı en üstün dua şudur: “Allah'ım!.. Senden bu dünyada selamet ve huzur, öbür dünyada da saadet ve mutluluk dilerim.”[401]


162- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Din kardeşine ardından hayır duada bulunan bir mü'mine, Allah adına hareket etme yetkisine sahip olan melek de hayır duada bulunur.”[402]


163- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Üzüntü, hastalık veya felakete düştüğünde, “Allah yegane rabbindir. O'nun ortağı ve benzeri yoktur” diyen kimse üzüntü, hastalık veya felaketten kurtulur.”[403]




Duanın Fazileti


Allahü zülcelalin, kullarından yapmalarını istediği ibadetlerden biri de, duadır. Dua ederek istemek, kuldan, yapılan duaya icabet etmek ise, Cenab-ı Hak'dandır.[404]




164- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Muhtaç duruma düşen kimse, ihtiyacını karşılamak için eğer insanlardan medet umarsa ihtiyaç kapısı kapanmaz. Yok, eğer Allah'tan medet umarsa Allah ona ya ömrünü uzatarak ya da hemen varlığa kavuşturarak, zenginlik kapılarını açar.”[405]


165- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İçinden gelerek samimi bir yürekle şehit olmak istiyen bir kimseyi, yatağında eceliyle ölse bile, Allah şehitler derecesine eriştirerek yükseltir.”[406]


166- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Arka arkaya üç defa Allah'tan Cenneti dileyen kimseye Cennet dile gelerek şöyle seslenir: “Allah'ım! Bu kulunu Cennetine kavuştur!” Ard arda üç defa Allah'tan Cehennemden uzaklaşmayı dileyen kimseye de Cehennem dile gelerek şöyle seslenir: “Allah'ım... Bu kulunu Cehennemden uzaklaştır.”[407]


167- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sevgili kızım Esma!.. Sıkıntıya düştüğünde seni o sıkıntıdan kurtaracak olan şu duayı öğreteyim mi? ?Allah, tüm varlığı hükmü altında tutan rabbimdir. O'na eş ve ortak yakıştıramam.”[408]


168- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Ey Ali!.. Sana bir dua öğreteyim ki bu duayı okuduğun takdirde Sayr dağı (Yemen'de büyük bir dağın ismi) kadar borcun olsa yine Allahü cella ve ala sana bu borcun altından kalkma imkanı verir. İşte dua şu: “Allah'ım!.. Bana haramdan değil, helalinden geçimimi ve ölünceye kadar bütün rızklarımı bana ihsan et beni aciz kullarının yardımına değil yaygın ve bol lütfü kereminle zengin eyle.”[409]


169- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ey Ebu Amame sana bir dua öğreteyim mi ki? Okuduğunda Allahu cella ve ala seni her türlü üzüntüden ve borçtan kurtaracaktır. İşte öğreteceğim dua şu: Sabahtan, cimrilikten, ağır borcun altına girmekten ve düşmanlara mağlûp olmaktan sana sığınırım.”[410]


170- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Beni dinleyin size öyle dua öğreteyim ki okuduğunuzda her türlü huzura kavuşmuş olacaksmız.


“Allah'tan başka ilah yoktur. O, yüce ve uludur. O'ndan başka ilah yoktur. O, müsamahakar ve cömerttir. Allah'tan başka ilah yoktur, Allahü celle celalühü her türlü noksanlıklardan uzak ve münezzehtir. O, yedi kat sema ve yüce arşın sahibidir. Bunun için Ham d şükür ve her türlü ibadet, niyaz O'na mahsustur. Zira o, bütün varlıkların sahibi ve her şeye muktedirdir.”[411]


171- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sıkıntıya düşüren felaketlerden, kötü yola sapmaktan, bahtsız kara alın yazısından harekete geçiren düşman gürültüsünden Allah'a sığınırım.”[412]


172- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şu üç kimsenin duasını kabul etmeyi Allah kendisine borç bilir:


a) İftara kadar oruçlunun duası,


b) Öcü alınıncaya kadar haksızlığa uğrayanın duası,


c) Evine dönünceye kadar misafirin duası,”[413]


173- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şu üç dua muhakkak kabul edilir:


a) Babanın evladına duası,


b) Misafirin duası,


c) Haksızlığa uğrayanın duası,[414]


174- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şu üç dua muhakkak kabul (edilir):


a) İftara kadar oruçlunun duası,


b) Haksızlığa uğramanın duası,


c) Adaletten ayrılmayan devlet büyüğünün duası, Bu duaların her üçünü de Ulu Allah kabul etmek üzere bulutlar üstünde göğe yükseltir. Ve onlara semanın ka pılarını açarak şöyle buyurur: “Ululuğun büyüklüğün hakkı için müddet sonda olsa bile sana yardım ederek ve seni kabul edeceğiz,”[415]


175- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sıkıntılı ve felaketli aslusunda Allah tarafından duasmm kabulü karşısında sevilen kimse sevinçlerinden bol bol dua etsin.”[416]


176- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İçinizden biri “Dua ettim, kabul olunmadı” diyerek acelecilik ve umutsuzluğa kapılmadığı müddetçe duası kabul olunur.”[417]


177- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ateşe atılan ibrahimPeygamberin son sözü bu”[418]


178- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Amin (kabul et, Allah'ım!) sözü tüm varlıkların sahibi olan Allah'ın dua eden mü'minlerin dillerine verdiği kabul mühürüdür...”[419]


179- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Dualarınıza, “ya zel celali vel ikram (Ey ululuk sahibi olan Allah'ım)” diyerek bağlayın. Allah günahlarınızı bağışlar.[420]


180- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Muhakkak kabul olunacağına inanarak dua ediniz ve biliniz ki kabul olunacağına inanmıyan gafil kalbin duasını Allah kabul etmez.”[421]


181- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ey Ömer!.. Hasta ziyaretine vardığında hastanın duasını almaya bak. Çünkü hasta kimsenin duası meleklerin duası gibi makbuldür.”[422]


182- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Biriniz dua ederken “Allah'ım! Bana dilersen ver, diyerek değil, (Allah’ım! Bana ver) diyerek isteyeceğini kesin olarak istesin. Çünkü Allah'! mecbur tutacak hiç bir kuvvet yoktur.”[423]




Cenab-ı Hak, bizim bütün ihtiyaçlan^nızı biliyor, buna rağmen, “Dua edin, ihtiyacınızı öyle vereyim” buyuruyor. Demek oluyor ki, Halik-ı zülcelal kulunun, yalvarmasından hoşlanıyor. Onun azcini itiraf ederek dîvanına gelmesini, kendisine tazarru ve niyaz etmesini istiyor. Nite kim, Resûl-i Ekrem Efendimiz de bu hadîsi şeriflerinde, bu duruma işaret ediyor ve:[424]




183- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'a dua ettiğinizde avuçlarınızı açıp ellerinizi göğe kaldırarak dua ediniz. Duayı bitirdiğinizde avuç içlerinizi yüzlerinize sürünüz.”[425]


184- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İçinizden biriniz namaza durduğunda “Sübhaneke” yi son oturuşta Allahümme salli” ile “Allahümme barik”i bunlardan sonra da dilediği duayı okusun.”[426]


185- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“(Öğleden sonra) gölgeler (batıdan doğuya) döndüğünde ve rüzgar esmeye bağladığında Allah'tan ne dileğiniz varsa isteyin. Çünkü bu anlar Allah'a yönelenlerin (ermişlerin) ibadet ederek değerlendirdiği kıymetli dakikalardır.”[427]


186- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İçinde sabibi bir istek beliren bir kimse hemen Rabbine dua etsin. Çünkü içinde samimi istek beliren kimsenin duasını Allah muhakkak kabul eder.”[428]


187- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Üzüntü, sıkıntı, acıya veya bir musibete düştü ğünüzde şöyle dua ediniz: “Yüce Allah Rabbimizdir, O'nun eşi ve ortağı yoktur.”[429]


188- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Biriniz bir yerde konakladığında şöyle dua etsin: “Allah'ım yılan, çıyan gibi zararlı yaratıkların şerrinden tüm mübarek sığınına sözleriyle sana sığınırını.” Bu şekilde dua eden kimseye konakladığı yerden ayrılıncaya kadar, hiç bir zararlı yaratık ona zarar veremez.”[430]


189- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“(Minarelerde) müezzin ezan okumağa başladıklarında gök kapıları açılır. Ve bu arada yapılan dualar kabul olunur.”[431]


190- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İçinizden biri vücudunun herhangi bir yerinde acı duyduğunda hemen elini oraya koyarak yedi defa şu duayı okusun. (Acısı muhakkak dîner)


“Duyduğum acının sıkıntısından ululuk ve kudretiyle her şeye kadir olan Allah'a sığınırım.”[432]


191- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Gece yatağınıza yatarken Fatiha ile ihlasi okursanız (sabaha kadar) ölüm müstesna tüm felaketlerden korunursunuz.”[433]


192- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bir tehlikeyle karşılaştığınızda şu duayı okuyun “Bismillahirrahmanirrahim vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.” Esirgeyen bağışlayan Allah'ın adıyla başlarım. Kötülüklerden uzaklaşma gücünü de, ibadete sarılma gücünü de veren Allah'tır. O yüce ve uludur” Hiç şüphesiz Ulu Allah bu duayı okuyanının başından her yüklü belayı defeder.[434]


193- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şu dört dua muhakkak kabul olunur.


a) Adaletten aynlnuyan devlet büyüğünün duası,


b) Mümin, kardeşine ardından dua edenin duası,


c) Haksızlığa uğruyanın duası,


ç) Ana babasına dua edenin duası.[435]


194- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Nazar değmesinden Allah'a sığınınız. Zira nazar değmesi haktır.”[436]


195- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Yoksulluktan ihmalkarlıktan başkalarına zulüm etmekten ve zulüme uğramaktan Allah'a sığınınız.”




(Ibn-i Neccar: Enes)


“Muhakkak ki, mü'min bir kul, Allah'a dua eder; Allah-ü Teala, Cibril'e:[437]




196- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dininizi çoluk çocuğunuzu, mal ve servetinizi, iyi amellerin neticelerini Allah'a emanet ediniz.”[438]


197- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Bana şu üç üstünlük (Meziyet) verildi.


a. Saflar halinde namaz kılmak,


b. Selamlaşmak (ki selamlaşmak cennetliklerin karşılıklı saygı ifadeleridir.)


c. Amin sözü sizden önce hanın paygamberdeiı başka hiç bir kimse “Amin” demezdi yalnız Musa peygamber dua ederken Harun'da “Amin” diyerek onu takip ederdi...”[439]


198- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Başkalarının vücut sağlığını istersen kendin de sağlam ve sağlıklı olursan.”[440]


199- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kalplerinizde incelik ve yumuşaklık hissettiğiniz zamanlarda dua etmek fırsatını kaçırmayınız. Çünkü kalbin incelik ve yumuşaklığı rahmet vesile olur.”[441]


200- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“O hastaya nazar duasını okumadınız mı (Keşke okusaydınız) Çünkü hiç şüphesiz ümmetimin başına gelen belaların üçte biri nazar değmesinden gelir.”[442]


201- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Her hatim indirildiğinde (Kur’an’ı kerim baştan sona kadar okunduğunda) yapılan dualar muhakkak kabul' olunur.”[443]


202- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Günahlardan af dilemenin en güzeli (Allah’ım hoşuna giden şekli) haksız arasında “Alalhume ente rabi adıyla bilinen şu duayı okumaktır:




“Ona icabet etme. Çünkü, ben onun sesini işitmeyi seviyorum,” buyurur. Günahkar bir kul dua edince de.


“Ya Cibril! Onun ihtiyacını ver. Çünkü, ben onun sesini duymayı sevmiyorum, buyurur.” diyor.[444]




“Ey Allahım!.. Sen benim rabbimsin, senden başka nllah yoktur, beni yaratan sensin, ben senin kulunum, senin emrine ve vaadin üzerine gücümün yettiği kadar yaptığım günahları itiraf ediyorum. Çünkü günahlarımı ancak sen af edersin... Beni af eyle. Bu duayı samimî bir yürekle okuduğa günün gecesinde ölen bir kimse cennetliklerindendir.[445]


203- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'tan firdevsi dileyin. Çünkü firdevs cennetin göbeği (orta yeri) dir. Ve yine çünkü firdevslikler arasında ibadetle meşgul olan meleklerin kıpırtılarını duyarlar.”[446]


204- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Rabbinden dünyada selamet ahirette saadet dile. Çünkü dünyada, selamet ahirette saadete kavuştun mu? Lekesiz kurtuluşa erdin demektir.”[447]


205- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'tan günahlarımızın affını, dünyada selamet ahirette saadet dileyiniz.”[448]


206- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'tan günahlarımızın affını dünyada se-îamet ahirette saadet dileyiniz. Çünkü sarsılmaz imandan sonra insanoğluna bunlardan daha üstün bir iyilik bahsedilemez.”[449]


207- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Alah'tan (ne dilerseniz) geniş lutfundan dileyiniz. Çünkü Allah taala böyle dilekleri sever ve en üstün ibadet de (dua ettikten sonra) içine düştüğünüz sıkıntıdan kurtulmak için özlemle beklediği anlardır.”[450]




“Ey Rabbimiz! Bize Dünya'da da iyi hal ver, Ahirette de iyi hal ver ve bizi o ateş azabından koru.”[451]




208- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'tan faydalı ilim isteyin. Faydasız ilimden de Alan'a sığının.”[452]


209- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'tan ihtiyaçlarımızı sabah namazlarında isteyiniz (İstekleriniz muhakkak yerine getirilir.)”[453]


210- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şu beş dua muhakkak kabul olunur.


a) Öcünü alıncaya kadar haksızlığa uğrayanın duası.


b) Evine dönünceye kadar hacının duası,


c) Savaştan dönünceye kadar gazinin duası,


d) İyileşinceye kadar hastanın duası,


e) Mü'min kardeşinin ardından dua eden mü'minin duası,”[454]


211- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah korkusunu kalbine yerleştiresin günahlarını bağışlasın, nerede olursan ol, sana hayır yolunu açsın...”[455]


212- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sübhanallah, elhamdülillah Allah'ü ekber” cümlelerini birer birer on defa okuduktan sonra Allah'tan ne dilerseniz dileyin. Çünkü Allah” “Muhakkak yerine getireceğim”, “muhakkak yerine getireceğim” diye seslenir.[456]


213- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Her ihtiyacınızı Allah'tan isteyiniz. Ayakkabı bağınızı bile. Çünkü Allah sizi muvaffak etmediği taktirde ayakkabı bağını bile elde edemezsiniz.”[457]


214- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Vücudumuzun herhangi bir yerinde kızgınlık hissettiğinde sağ elinizi ağrıyan yerinize koyarak yedi defa sıvalayın ve her sıvalayışta da şu duayı okuyunuz: “Ağrıyan yerimin başıma açacağı felaketten Allah'ın kudret ve ululuğuna sığınırım.”[458]


215- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


En makbul dualar, arefe günleri yapılan dualardır. Benim ve benden önce gelen peygamber kesin okuduğu en makbul sözleri şunlardır,


“La ilahe illallahu vehduhu la şerikelah lehul mülkü ve lehülhamdü ve huve ala külli şey'in kadir. (Allah’dan başka Allah yoktur. O, birdir, O'nun eşi ve ortağı yoktur. Varlık onundur. Hamd ve Sena O'na mahsustur. O her şeye gücü yeten Ulu'dur.”[459]


216- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“En iyi dua Allah’tan günahlarımızı bağışlamasını dilemektir.”[460]


217- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kendisine iyilik eden bir iyiliksevere dua eden kimsenin duası Allah katından asla geri çevrilmez.”


218- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sıkıntıya düşen bir kimse şu duayı okusun. “Allah’ım!... Rahmetini umarım. Göz açıp kapayacak kadar bile beni kendi başıma bırakma, her şeyimi düzene boy. Çünkü senden başka Allah yoktur.”[461]


219- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Yunus Peygamber balığın karnındayken şu duayı okuyordu:


“Senden başka Allah yoktur. Allahım seni bütün nok-banlıklardan uzak tutarım. Ben öz nefsime yazık edenlerden oldum.”


Bu duayı okuyarak her hangi bir dilekte bulunan müminin dileğini Ulu Allah muhakkak yerine getirir.[462]


220- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Haksızlığa uğrayan kimsenin duası günahkar bile olsa muhakkak kabul olunur. Çünkü günahı kendine aittir.”[463]


221- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Mümin kardeşinin ardından dua eden kimsenin duası muhakkak kabul olunur. Dua ederken başucunda bulunan bir melek, “Amin, aynı şekilde senin için de dileğin yerine gelsin der”.[464]


222- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Gizli olarak yapılan bir dua açık olarak yapılan yetmiş duaya denktir.”[465]


223- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dua, ibadetlerin ta kendisidir.”[466]


224- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dua ibadetlerin iliğidir, (özüdür)”[467]


225- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ezanla - kamet arasında yapılan dualar muhakkak kabul olunur.”[468]


226- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dua müminin öz silahı, dinin temel direği, yerin ve göğün nurudur.”[469]


227- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dua, kaza ve belaları defeder. Başkasına iyilik yapmak ise rızkı arttırır. Çünkü kul hiç şüphesiz, işlediği günahlar yüzünden rızkından mahrum kalabilir.”[470]


228- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dua, Allah'ın manevi silahlarla donatılmış güçlü bir askeridir. Kuşanmış olarak hazır vaziyette sahibinin bela ve musibetlerini rededer.”[471]


229- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Sevgili peygamberimize ve O'nun temiz soyuna salat ve selam getirmedikçe yapılan dualar Allah katında kabul olunmaz.”[472]


230- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Allah'ım!.. Yolunda savaşan veya namaza koşan kullarına sağlık ve sağlamlık ver.”[473]


231- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Dişiniz ağrıdığında, ağrıyan dişinizin üzerine şahadet parmağınızı koyduktan sonra yasini şerifin son yedi ayetini okuyun (O ağrıyan dişin ağrısı hemen diner).”[474]


232- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Vücudunuzun bir yerinde ağrı duyduğunuzda acıyan yere sağ elinizi koyarak üç defa besmele çektikten sonra ardından yedi defa şu duayı okuyun:”


“Acıyan yerimin doğacağı felaketten sınırsız kudretin sahibi olan Allah'a sağınırım.”[475]


233- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Gücünüz yettiğince çokça istiğfar etmeye çalışınız. Çünkü Allah katında en değerli ve sevimli ibadet istiğfar etmek (Allah'tan günahların bağışlanmasını istemek) dir.”[476]


234- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Her dua sonunda muhakkak “amin” demek gerekir.”[477]




“Ey Rabbimiz! Unuttuk yahut yamldıysak, bizi tutup sorguya çekme. Ey Rabbimiz! Bizden evvelki ümmetlere bimiz! Takat getiremiyeceğimizi bize taşıtma, Bizden sadır olan günahlan sil; bağışla, bizi yargıla, bize merhamel et. Sen Mevlamızsm bizim. Artık kafirlere karşı da bize yardım et.


Peygamberimizin (a.v.) bir hadisi şerifi şöyle izah edilmektedir: Çekirdek kendisinden zuhur eden ağacın maddesi olduğu ve belki de geliştikten sonra dallariyle, yapraklariyle, ağaç suretinde zuhur eden şey, o çekirdekten ibaret bulunduğu gibi dünyada kazanılan ameller ve ahlak dahi ayniyle cennet ve ateş maddesi olup ahirette ve ebediyet aleminde Cennet ve Cehennem ve bunlardaki lezzetler ve elemler suretinde zuhur edecektir. Bir ayeti celilede Cehennem, bu dünyevî neş'ede imansızları ihata ' eden kötü ahlak ve batıl akidelerden ibarettir.


Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“İçinizden en iyileriniz, günahı çok olduğu halde umutsuzluğa kapılmayıp da bol bol tövbe eden; Ulu Allah'a yönelerek O'na yalvarıp yakaranınızdır.”


Ey mü'min!.. Şu ibret dolu Allah kelamını düşün:


“Kötülük işleyenler veya kendilerine yazık edenler, bu hareketlerinden sonra Allah'a tövbe ederlerse, Allah'ın çok bağışlayıcı ve çok esirgeyici olduğunu görürler.”[478]




235- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Başınıza bir sıkıntı veya bir musibet geldiğinde sizi ondan kurtaracak olan bir dua söyliyeyim mi?” (dinleyicilerin hepsi) “Söyle, ey Allah'ın elçisi dediler,”


“Öyleyse Yunus Peygamber'in balığın karnındayken okuduğu duayı okuyun (muhakkak sıkıntı veya musibetlerden kurtulursunuz.”


“Lailahe illa ente sübhaneke inni küntü minnezzalimin (Alah'ım senden başka Allah yoktur. Seni her türlü noksanlıklardan uzak tutarım. Ben öz nefsime yazık edenlerden oldum.”[479]


236- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ey Esma! Sağ elini boynunda çıkan çıbanın özerine koy ve ardından da üç defa şu duayı oku:


Allah'ın ulu ismiyle başlarım. Allahım!... Katında sarsılmaz bir itibara sahip olan temiz ve kutsal Peygamberin duaları hürmetine boynumdaki çıbanın acısında ve doğuracağı felaketten sana sığınırım.”[480]


237- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Ey gayra!.. Sağ elini kalbinin üzerine koy ve ardından da şu duayı oku:


Acın hemen dinecektir. “Allah'ın Ulu adıyla başlarım. Allahım... Bana dermanından derman, şifandan şifa, yaygın lütfundan zenginlik ver. Benden acını kaldır.”[481]


238- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Şu özlü ve şümullü duayı çokça okuyunuz. Allahım!.. Bu dünyada da, öbür dünyada da bildiğimi ve bilmediğim tüm iyilikleri senden dilerim. Bu dünyada da, öbür dünyada da bildiğim ve bilmediğim tüm kötülüklerden de sana sığınırım.”[482]


239- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


Bu hadis 102. hadiste geçmiştir. Lütfen bakınız.[483]




Ey mü'min!.. Bir daha asla günah işlemiyeceğihe kalbinin bütün samimiyetiyle karar verip and iç. -Yalnız Allah'ın takdir ettiklerinden kurtuluş mümkün değildir- tmkan ve şartlarının elverdiği nispette hak ve hukukunu çiğnediğin kimselerle helalleşmece bak. Helalliklerini alamadıklarından ötürü de affetmesi için Ulu Allah'a yalvar. Olaki haksızlığa uğrattıklarım senden hoşnut eder.


Vaktinde yerine getiremediğin üzerine borç olan kalmış ibadetlerini kaza et. Sonra tüm vücudunu temizle, ellerini yıka, abdest al, dört rek'at namaz bittikten sonra Allah'tan başka her hangi bir fani varlığın göremiyeceği bir yere git ve orada yüzünü toprağa sür. Sonra başına toprak serp. En değerli uzvun olan yüzünü toprağa öylesine sür ki, iki gözün iki çeşme ırmak ırmak yaş akıtsın, gönlüm hüzün ve yalnızlık türküleri kaysın, hakir olan kısık sesin hıçkırıklara karışsın. İşlediğin günahlarını bir bir ortaya dök.


“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra, kalblerimizi batıla meylettirme. Kendi yanından bir rahmet bağışla. Şüphesiz sen, ziyadesiyle bağışlıyansın.”[484]






Münacat


Abdi muhtacın kapına geldi kıldı iltica


Eyle ihran her nurdan lütfedip ya rabbena


Ömrü rızkın eyle müzdat ola memnun-u şad


Şerr-i a'da eyle hüssad devrola hem daima


Fethedip ebvabı hayır-u feyzini her ruzu şeb


Müstecab eyle duasın hem de hacatın reva


Hanesinden ammei afati ib'ad eyleyip


Kendüsünün can-u cismin eyle mahfuz ey huda


Kaffe-i esma-i hüsna hem de esmaünnebi


İsmi a'zam hem dahi yüz dört kitap pürbaha


Cümle maksudu muradını hazretüıden dilerim


Senden irak kimse yoktur ya gani pervendigar


Mustafanın ab-ı ruyi hakkıçün ya mustean


Tamu odundan halas et ya gani pervendigar


Ol kıyamet şiddetinden sen halas et cümlemiz


Mustafaya sen bağışla ya gani pervendigar


Okuyanı, hem yazanı rahmetinle yarlığa


Dinleyenleri dahi hem ya gani pervendıgar.




Sonra şu duayı okursun:


“Ey büyük - küçük tüm işlerin en sonunda baş vuracağı son kapı; ey gamlıların son dayanağı; ey “Ol!” deyince olduran, “öl!” deyince de öldüren Ulu Allah!.. Her yanımızı, günahar sardı. Ey sıkıntıları gideren Allah'ım, bizi bu günahların ağır sıkıntısından kurtar. Ben o günde yanlız sana güveniyorum. Tövbemi kabul et, ey gerçek tövbeleri kabul eden Allah'ım!..


Daha sonra da bol bol ağlayarak, feryad figan ederek şu sözleri haykır:


“Ey bir işi diğer işine sekte vurmayan; ey bir duyuşu, diğer duyuşuna engel olmayan; ey yığın yığın isteyicilerin


isteklerinden usanmayan; ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'ım... Sen dilediğin her şeyi yapmağa kaadirsin. Ne olur, bizi affmla rızıklandır, bize rahmet ve mağfiretinin nihayetsiz tadım taddır.


En sonunda da sevgili Peygamberimize salavat getir, O'nun pak soyundan gelenlere, yolundan gidenlere rahmet oku.


Ey mü'min!.. Ayrıca Allah'tan bütün mü'minleri affetmesini dile, O'nun aydınlık yoluncia yürü. Artık sen hiç caymamak üzere gerçek bir tövbe ettin. Anadan yeni doğmuş bir çocuk gibi günahlardan arınmış bulunuyorsun. Allah'ın gözdesi ve sevgilisisin. Tarifsiz sevaplar, ölçüsüz rahmet ve hareketler sana! Sana emniyet ve kurtuluşun engin ufku açıldı. Allah'ın gazabına uğramaktan, günahların boğucu sıkıntısından ve tasasından kurtuldun. Allah'ın izniyle böylece de Tövbe geçidini geçtin.


Geniş lûtfu ve yaygın rahmetiyle doğru yolu gösteren yanlız Ulu Allah'tır.




Duanın Fazileti


Hz. Allah buyuruyor ki:


“Kullarım, sana benden sordukları zaman (Bilsinler ki) şüphesiz ben onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kab ederim. Artık onlar da benim davetime icabet etsinler.” [485]




Hz. Allah buyuruyor ki:


“Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu, O aşırı gidenleri sevmez.”[486]




Hz. Allah buyuruyor ki:


“Ve Rabbınız, bana dua edin, ben de sizin davetinize icab edeyim buyurdu. Bana ibadet etmekten kibr edenler hakir olarak Cehenneme girecekler.” [487]




Hz. Allah buyuruyor ki:


“İster Allah diyerek düa et, ister Rahman diye dua et. İkisi de Allahü Teala’nın esma-i hüsnasındandır.”[488]





Katade anlatıyor:


“Size, hastalığınızı teşhis ettirip tedavi çarelerini bulduran Kur'an-ı Kerîm'dir. Hastalığınız günah irtikabı, tedavisi ise, tevbe ve istiğfardır.” Hazret-i Ali:


“Kurtuluş çareleri elinde iken helak olan kimseye şaşarım” buyurdu.


“O çare nedir?” sualine cevab olarak;


“Tevbe ve istiğfardır” buyurdular. Yine Hazret-i Ali:


“Allahü Teala azab etmeği murad ettiği bir kimseye istiğfarı talim etmez. Kime istiğfarı talim buyurdu ise, ona da azab etmez” demiştir. Fudayl şöyle diyor:


“Kişinin “Estağfirullah” demesi, Allahım, günahımı kaldır, yok et demektir.”


Diğer bazıları:


“Kul ni'met ile günah arasındadır. Yani bir yandan kendisine bol ni'metler verilirken öte yandan isyan eder. Kula yakışan; ni'mete hamd, günaha tevbe etmektir” demişlerdir.


Kabe duvarına sarılan bedevinin biri şöyle dua ediyordu:


“Allah’ım! Günaha devam ile istiğfar etmem küstahlık, Senin geniş aîvi nı bilerek tevbeden sarf-ı nazar etmem ise, kötü bir hareket olur. Baf na ihtiyacın olmadığı halde, nice ni'metler vermekle sevgimi kazandın; ben ise, daima sana muhtaç olduğum halde isyan etmekle gadai bini celb ediyorum. Ey iyilikleri va'dettiği zaman sözünde duran vaadinde yani azab ile korkutmasında afvedip bağışlayan Allah’ım benim büyük kusurlarımı Senin büyük ve geniş olan afvınin arasına al, ey merhamet edicilerin en merhametlisi! Bana rahmet eyle!.”


Abdullah bin Verrak şöyle anlatıyor:


“Yağmur damlaları ve deniz dalgalan kadar günahın olsa da ihlas ile şu istiğfarı okursan Allahü Teala onları bağışlar:


“Allahım! Tevbe ettikten sonra tekrar ettiğim bütün günahlardan sana istiğfar ederim..Sana va'ad edib sözümde durmadığım bütün hareketlerimden sana istiğfar ederim. Senin rızan için yapmayı kas-dettîğim halde riya ve başkasını ortak ettiğim bütün amellerimden Sana istiğfar ederim. Bana in'am ettiğin ni'metlerle isyan ettiğim bütün hatalardan Sana istiğfar ederim. Ey gizli ve aşikareyi bilen Allah’ım, gündüz aydınlığında, gece karanlığında, cemaatte, yalnızlıkta, gizli ve aşikarede yapmış olduğum bütün hatalardan Sana istiğfar eder ve senden mağfiret dilerim, ey hilm sahibi olan Allahım!”


Bütün mü'minlerin avf-ü mağfireti için El Fatiha.




240- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Tekva (Allah korkusu ve sevgisinin kalbde yerleşmesi), ibadetin yarısıdır. Dua da ibadetin yarısıdır. Cenab-ı Allah bir kimse hakkında hayır murat ederse, kalbine dua hissini yerleştirir; o kimse Rabbına duaya yönelir.”[489]


241- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Kabrin azabından Allaha sığınınız, cehennemin azabından Allah'a sığınınız, Deccalın şerrinden Allah'a sığınınız. Ölülerin ve dirilerin şerrinden ( İnsanlardan) Allah'a sığınınız.”[490]



HAZRETİ MUHAMMEDİN ŞEMAİLİ ŞERİFİ (TAVSİRİ)




Hadis İlmi: Bu bir ilimdir ki, bununla Resulün söz, iş ve halleri bilinir. Bu ilmin gayesi iki dünyanın saadetini elde etmektir.


Resulüllahın şemaili de ahvalinden olunca bu da hadis ilminin konuları arasında yer almıştır, her ne kadar söz olmasa da...


Resullullah ( s. a.a.) in sıfat ve şemaili şöyle idi:


1- Resulullah efendimiz beyaz tenli idi. Kendisi ne şişman ne de zayıf, ne çok uzun, ne de kısa yani, orta boylu idi. [491]


2- Peygamberimiz (s.a.s.) o kadar beyaz tenli idi ki, sanki gümüşten yapılmış gibi idi. Saçları ne sert ne de çok yumuşaktı.[492]




Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Ve Sellemîn Suret Ve Hilkati (Yaratılışı)


Resûl-i Ekrem ne çok uzun, ne de çok kısa boylu idi. Yalnız olarak yürüdüğü zaman “Orta boylu” denirdi. Bununla beraber halk arasında gezerken ondan da uzun denecek kimse yoktu. Resûl-i Ekrem hepsinden uzun gözükürdü. Hariçte uzun görünen iki kimse etrafına gelse, ancak omuzları hizasında görülürlerdi. Resûl-i Ekrem:


“İyiliğin hepsi ortada orta boyludadır.” buyurdu. Resûl-i Ekrem'in Rengi:


Resûl-i Ekrem'in rengi parlaktı; ne çok beyaz, ne de çok koyu idi buğday renginde yani esmer idi.




3- “Hz.Muhammedin vücudu, beyaz ve kırmızı karışımı bir renge sahipti. Göz bebekleri siyah ve kirpikleri uzun idi”[493]


4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Onun ay ışığı gibi parlayan mübaret vücudu beyaz-kırmızı renkteydi. Başı büyükçe, parlak yüzlü ve iki kaşı arası açıktı. Kirpikleri uzundu.”[494]


5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“O, yüz bakımından insanların en güzeli, keza ahlakı yönden de insanların en üstünü idi. Ne çok uzun ne de çok kısa idi.”[495]


6 - Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Huyca insanların en güzeli idi.”[496]


7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hz.Muhammed, İnsanların en güzeli, en çömerti ve en cesuru idi.”[497]


8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“En güzel vasıfa sahip idi. Orta boylu, omuzları geniş, yanakları hafif sarkık, saçlarının rengi kuzguni siyah, gözleri sürmeli, kirpikleri uzundu. Ayaklarını yere bastığı zaman, tabanlarının tamamını yere basardı. Beli çok ince yapılı değildi. Elbiselerini çıkardığı zaman omuzları dökülmüş gümüş yuvarlağını andırıyordu. Güldüğü zaman inciler saçılıyordu. (Dişleri inci tanesi gibi görünüyorlardı.)”[498]


9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Teri inci tanesi gibi parlak idi, yürüdüğü zaman mübarek vucuduyla beraber, toplu olarak yürürdü.”[499]




Amcası Ebû Talib onu şöyle tavsif eder:


“Öyle beyaz bir yüz ki, o yüzün suyu hürmetine bulutlardan yağmur istenir. Öyle bir kerem sahibi ki, yetimler onun eline bakar, dullar ve yoksullar ona güvenir.”


Bazıları, yüzünün, kırmızı ile beyaz karışımı olduğunu söylediler.[500]




10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyorki:


“Perde arkasında duran bir gelinden daha hayalı idi.”[501]


11- Resulullah (s.a.v.) buyuruyorki:


“Ön dişlerinin arası açıktı. Konuştuğu zaman, dişleri nur gibi görünür ve kelimeler bu iki diş arasından çıkardı.”[502]


12- Resulullah (s.a.v.) buyuruyorki:


“Sakalının ön tarafı çok güzeldi.”[503]


13- Resulullah (s.a.v.) buyuruyorki:


“Mübarek sırtında güvercin yumurtasını andıran bir peygamberlik mührü bulunuyordu.”[504]


14- Resulullah (s.a.v.) buyuruyorki:


“Kavmin orta boylularındandı. Boyu ne çok uzun, ne de kısa idi. Nurlu yüzlü idi. Ne çok beyaz ne de esmer idi. Saçları ne çok sert netçok yumuşaktı.”[505]


15- Resulullah (s.a.v.) buyuruyorki:


“Mubaret saçları omuzlarına kadar uzanırdı. Kulak yumuşaklarr üzerinde idi.”[506]


16- Resulullah (s.a.v.) buyuruyorki:


“Saçlarının akı (ihtiyarlık çağında ) yirmi saç teli kadardı.”[507]


17- Resulullah (s.a.v.) buyuruyorki:


“Başı, kolları ve ayakları iri, dolgun idi.”[508]


18- Resulullah (s.a.v.) buyuruyorki:


“Mübarek ağzı genişçe, gözlerinin rengi ( Akı çok ak, siyahı çok siyah idi.) ökçeleri az etli idi.”.[509]




Terlediği zaman terleri yüzünden inci danesi gibi dökülür ve teri misk gibi kokardı. Saçı, erkek saçının en güzeli idi. Fazla kıvırcık olmadığı gibi fazla düz de değildi. Taradığı zaman adeta bükülmüş bir ip gibi tarak izleri saçında belli olurdu. Bazıları saçlarının omuz başlarına kadar indiğini söylerse de ekseriyet kulak yumuşaklarına kadar indiğini söyler. Saçlarını dörde böldüğünü de söyleyenler vardır. Çok kere saçlarını iki yanlarına böler ve zülüfleri yanlardan parlardı. Saç ve sakalında on yediyi geçmeyen beyaz tüy vardı.


Resûl-i Ekrem, insanların en güzel, en çok yüzü nurlu olanlardan biri idi. Onu anlatanlar; ayın on dördü gibi güzel, derlerdi. Onun neş'e ve üzüntüsü yüzünden belli olurdu. O, arkadaşı Ebû Bekir'in anlattığı gibidir, derlerdi. Ebû Bekir (r.a.) şöyle anlatırdı:[510]




19- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:


“Hz.Peygamber, gürbüz ve iri yapılıydı. Yüzü ayın ondördü gibi ışik saçıyordu. Orta boydan uzun ve uzun boyludan da kısa boylu idi. Başı büyük ve saçı güzeldi. Saçları iki bölüğe ayrıldığı zaman, ikiye ayırırdı. Yoksa kendi haline bırakırdı. Saçlarının uzunluğu kulak memelerini geçmezdi. Rengi beyaz (nurlu) idi. Şakakları geniş, kaşları bitişmeden tam ve ince bir halde idi. İki kaşın arasında öfkelendiği zaman beliren bir damar vardı. Burnu uzun ve ucu ince orta kısmı tümseği andırıyordu. Çok koku alırdı. Sakalı gür, yanakları yumuşaktı. Mübarek ağzı geniş, dişleri beyaz ve seyrekti. Göğsündeki kıllar ince bir şerit halinde idi. Boynu, halis gümüş parlaklığında mermerden bir heykelin boynu gibi idi. Mutedil bir yaradılışa sahipti. Semizdi ve uzuvlarında gevşeklik denen bir hal yoktu. Göğüsü ve karnı aynı hizada idi. Göğüsü ve omuzları genişti. Mafsalları iri idi. Elbisenin dışında kalan vücut kısımları beyazdı. Göğüsünden göbeğine kadar kıllar bir hat teşkil ediyordu. Meme ve karın kılsızdı. Dirsekleri ve omuzları, göğüsün yüksek kısımları killi idi. Bilekleri uzundu. El ayaları genişti. Kemikleri düzdü. El ve ayakları iri idi. Ayak üzengileri yere değmezdi. Ayakları kalındı. Döndüğü zaman, vücudunun tamamı dönerdi. Salınmadan yürürdü. Kibarca yürürdü. Yukardan aşağı inercesine adımını rahat atardı. Yukarı bakmazdı. Yere bakışı göğe bakışından daha uzun sürerdi. Bakışları anlamlıydı. Ve sahabilerini idare ederdi. Karşılaştığı kimselere selam verirdi.”[511]




“Mustafa, hayra davet eden bir emin idi, ayın on dördü gibi karanlığı aydınlatırdı.”


Resûl-i Ekrem'in alnı geniş, kaşları ince ve uzun idi. iki kaşmın arası açık ve gümüş gibi parlaktı. Gözlerinin karası geniş idi. Biraz kızarıntı ile karışıktı. Kirpikleri birbirine karışacak kadar sıkışıkdı, burnu düz, dişleri seyrekdi. Güîümsediği zaman dişleri inci gibi parlardı. En güzel dudaklara sahip olup ağzı açık kalmazdı. Yanakları yumuşaktı ve sarkık değildi. Yüzü uzun olmadığı gibi sakal devirisi gibi parlak da değildi. Sakalını azad eder, bıyığının fazlasını keserdi. Boğazı ve boynu kısa olmadığı gibi fazla uzun da değildi. Boynundan açık kalıp güneş ve rüzgarın dövdüğü kısmı altun savatlı gümüş bardak gibi parlardı. Gömlek altında kapalı kalan kısmı ise ay gibi parlakdı.[512]




20- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Arı, duru konuşurdu.”[513]


21- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“(Peygamber efendimiz ) çok terlermiş.”[514]


22- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sözleri açık idi. Sözünü herkes anlardı.”[515]


23- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yüzü yuvarlak ay ve güneş gibi idi.”[516]


24- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Onun nazarında en kötü huy yalancılıktı.”[517]


25- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“En çok sevdiği hurma olgun (Medine ) hurmalarıydı.”[518]


26- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“En çok sevdiği giysi gömlekti.” [519]


27- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Dini ibadetlerde devamlılığı severdi.”[520]


28- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kokulu çiçeklerden en çok kına çiçeğinin kokusunu ( Bu çiçeği ) severdi.”[521]


29- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“İçileceklerden (Meşrubattan ), en çok sevdiği ve içtiği süt idi.”[522]




Resûl-i Ekrem'in göğsü geniş olup etleri sarkmış deeildi. Ay gibi beyaz ve1 ayna gibi düz idi. Göğsü ile göbeği arası yukardan aşağı bir istikamette kıllı olup başka taraflarında tüy yoktu. Omuz kemikleri ve kemik başları büyüktü. Sırtı geniş olup iki omuzu arasında Nübüvvet mührü vardı ve sağ omuzu tarafında idi. Ortasında sanya meyyal siyah bir gül vardı. Et yelesine benzer şekilde etrafında bazı kıllar vardı. Kol ve bazıları irice idi. Bilekleri kaim ve elleri geniş idi. Parmakları uzunca ve parlaklıkta gümüş gibi ıcu. Avucu, parmaktan yumuşak ve misk gibi kokulu idi. Onunla musafaha eden kimse akşama kadar elinde güzel kokunun izlerini duyardı. Elini hangi çocuğun başına koyup da okşadıysa, akşama kadar o çocuğun başı güzel kokusu ile diğerlerinden ayrılırdı. Baldırları iri idi. Şişmanlığı orta derecede olup etleri sarkmamıştı.[523]




30- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Koyunun en çok ön tarafının etini yemeyi severdi.”[524]


31- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Aylardan en çok Şaban ayında oruç tutmasını severdi.”[525]


32- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“En çok sevdiği yemek tiritti. ( Et suyu ile ekmeğin bir araya gelmesinden meydana gelen bir nev'i yemek ) ve keş, yağ ve hurmadan yapılmış, Arapların Heys dediği yemekti.”[526]


33- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Koyunun ön kollarını yemeği çok severdi.”[527]


34- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Meyvalardan en çok sevdiği yaş hurma ile karpuzdu.”[528]


35- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Etlerden en çok sevdiği, kürek kemikleri arasındaki et idi.”[529]


36- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kaza’i hecete oturduğu zaman en çok onu tam gizleyecek bir tepe veya hurma ağaçları yığınları arkasında bulunmaktan hoşlanırdı.”[530]


37- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Cemaatle namaz kıldığı zaman herkesten çabuk kılardı, tek başına kendi için namaz kıldığı vakit ise namazı en uzun kılan o idi.”[531]


38- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hastayı ziyarete gittiği veya yanına bir hasta getirildiği zaman şöyle dua ederdi:


“Ey insanların rabbı bu hastadan rahatsızlığı gider, şifa sahibi sensin, bunu şifaya kavuştur. Seri şifa verince artık hiç bir hastalık gelemez, çünkü gerçekjjifa senin verdiğin şifadır.”[532]




Resûl-i Ekrem'in yürümesine gelince; sanki bir kayadan çıkar veya bir çukurdan iner gibi adımlarını ağır ve çekinerek atar, yürürken sallanmaz ve adımlarını fazla açmazdı. Resûl-i Ekrem:


“İnsanlar içinde Adem Aleyhisselam'a en çok benzeyen benim. Gerek ahlak ve gerek yaratılış bakımından da bana en çok benzeyen İbrahim Aleyhisselam dır.” buyurdu.


Adem aleyhisselam, lihikmetillah memnu ağaçtan yiyince, cennetten çıkarıldı ve 300 sene:[533]




39- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Huzuruna insanların ruhuna uygun olmadığı için, sevmediği isimde birisi geldiği zaman onun adını hemen güzel bir isimle değiştirirdi.”[534]


40- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Zekat emvalini getiren kimseler için, Allahım sen falan insanın ailesine rahmet et, diyerek onları terviç ederdi.”[535]


41- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sevincini mucip bir işle karşılaştığı zaman şöyle derdi:


“İyilikleri nimeti ile tamamlayan Allah'a hamdolsun; hoşuna gitmeyen bir işle karşılaştığın da: Her durumda Allah'a hamd olsun, derdi.”[536]


42- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ganimet geldiği zaman onu günü gününe heımen taksim ederdi, evlilere iki hisse, bekarlara bir hisse verirdi.”[537]


43- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kendisine yeni çıkan turfanda bir meyva getirildiği zaman onu önce gözünün üzerinde, sonra dudaklarının üzerinde koyarak, Allah'ım der ve sonra bu meyvayı çocuklara verirdi.”[538]


44- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Güzel bir koku getirildiği zaman önce ellerine sonra da saçlarına sürerdi.”[539]


45- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sütü gördüğü zaman, sütün bir bereket ( rahmet ) olduğunu, söylerdi.”[540]


46- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Bedir Savaşı'na ve ağaç altında yapılan bi'ata iştirak eden bir sahabenin cenazesi için 9 tekbir alırdı, bu iki olaydan yalnız birine iştirak edenlerin cenaze namazı için 7 tekbir alırdı. Bu iki olaydan birine katılmayanların cenazesi için de 4 tekbir getirirdi.”[541]






“Ya Rabbena, yani ey bizim Allahımız. Biz nefsimize zulmeyledik. Sana karşı bizden zelle zuhur etti. Eğer, sen bize rahnı edip bizi affetmezsen, biz hüsranda kalmışlardan oluruz”[542]




47- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Peygamber efendimiz, yatağına girdiği zaman elini yanağının altına koyarak: “Senin adınla dirildim ve senin isminle öleceğim derdi. Yatağından sabahleyin kalktığı zamanda: Ölümü andıran uykudan, bizi yeniden hayata kavuşturan Allah'a hamd ederim; diriliş ona olacaktır.”[543]


48- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yatağına uzandığı zaman şöyle dua ederdi:


“Allah adı ile yatağıma uzandım. Allahım günahlarımı bağışla, şeytanı benden uzaklaştır. Sana olan borçlarımı, rehinimi çöz, hesap sevabını ağır getir ve beni sana en yakın yüceliğe erdir.”[544]


49- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yatağına uzandığı zaman ( Kul ya Eyyühel Kafirun.. u sonuna kadar okurdu, yani: Kafirun suresini okurdu.”[545]


50- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sefere çıkacağı zaman hanımlarının arasında kur'a çekerdi. Hangisine kur'a isabet ederse onu beraberinde sefere götürürdü”[546]


51- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Birisine iyi davrandığını göstermek isterse, ona zemzem ikram ederdi.”[547]


52- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


Orduyu yola koyarken, uğurlarken dua ederdi. “Allah sizin dininizi, üzerinize aldığınızın ödevinizi ve amellerinizin sonucunu korusun. Yani bu hususlarda size yardım etsin, sizi Allah'a emanet ederim.”[548]




diyerek gözyaşı döküp feryad figan ile tevbe, istiğfar ederek yalvardı. Böylece gece gündüz demeyip nedamet eyledi. Bir gün tesbihi istiğfarında: “Yarabbi! Hamil olduğum nûr-u Muhammed hürmetine bizi af eyle” diye inlediğinde, Merhameti ilahî cûşu huruşa gelip: “Ya Adem, Muhammed'in hürmetine seni ve eşini affeyledim. Benim indimde Muhammedin mevkii sana ne öğretti?” deyince, “Yarabbi! Beni yaratıp, bana ruh verince gözümü açtım ki senin ismi şerifin ile Muhammedin ismini cennetin her yerinde müşahede ettim ve bildim ki mevcudat onun için yaratıldı. Onun için suçlular bağışlanacak.” dedi.[549]




53- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Savaşa çıkmak istediği zaman muammalı, yani sözleri delalet ettiği mananın gayriri ifade eder şekilde konuşurdu. (Bu onun bir taktiği idi.)[550]


54- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


Uyumak istediği zaman sağ elini yüzüne koyar ve sonra da şöyle derdi: “Kullarını dirilttikten sonra, senin azabından sana sığınırım. Bu duayı üç defa tekrarlardı.”[551]


55- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


Sefere çıktığı zaman şöyle dua ederdi: “Allahım, yardımınla düşmanla karşılaşır, düşmanı hezimete uğratırım ve yine senin yardımınla geri dönerim.”[552]


56- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hz.Muhammed, yeni bir elbise aldığı zaman elbiselere başlık, gömlek ve entari gibi isimler verir sonra ( Allahım, hamd sana yaraşır, bu elbiseyi bana giyindiren sensin, bunun hayırlı olmasını senden niyaz ederim. Bu elbisenin yapıldığı iyi gayelerde kullanmamı nasip et, bu elbisenin şerrinde ve biçildiği kötü gayelerden de sana sığınırım.” derdi.[553]




57- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“(Resulullah ) üstüste bir kaç gece yemek yemeden yatarlardı, ev halkı da akşam yemek için bir şey bulamadığı olurdu. Onun en çok sevdiği gıda, arpa ekmeği idi.”[554]


58- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hz.Muhammet (s.a.s.) sahabilerinin üzerinde ipek elbise gördüğü zaman onu çıkarttırırdı.”[555]


59- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hanımlarının odalarında güzel koku arar ve eline geçtiği zaman da ondan sürünürdü. (Çünkü güzel kokuyu severdi.)[556]


60- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Resulullah, amcası Abbas'a bir evladın babasına gösterdiği saygıyı gösterirdi.”[557]


61- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hz.Muhammed, yerde oturur, yere oturarak yemek yer, koyununu kendi sağar ve hizmetçisinin çağırması üzerine gelir arpa ekmeğini yerdi.”[558]


62- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sebbih İsme Rabbıkel A'la, süresini çok severdi.”[559]


63- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Resulullah, başından ve iki omuzunun arasından kan aldırırdı ve şöyle derdi: “Bu kanı aldıran bir kimse için başka tedaviye ihtiyaç yoktur.”[560]


64- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Peygamber efendimiz kabağı severdi.” [561]


65- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Helva ve balı çok severdi.”[562]


66- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Güzel kokulu bitkileri çok severdi. Elinden hiç eksik etmezdi.” [563]


67- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kaymak ve hurmayı severdi.”[564]


68- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Salatayı çok severdi.”[565]


69- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sözlerini öyle tane tane konuşurdu ki, dinleyenler isterlerse sözlerini sayabilirlerdi.”[566]


70- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Bazen arpa ekmeğine ve kolcusu ağırlaşmış yemekleri yemek üzere davet edilirdi.” [567]


71- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Süte ve hurmaya (iki temiz ) diye isim verirdi.”[568]


72- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ağız kokusundan çok nefret ederdi.”[569]




Allah celle hazretleri: “Ya Adem, bir kimsenin denizlerin katresi, güneşin zerresi kadar günahı olsa, Muhammet! hürmetine benden afüv taleb etse, affederim. Hem, ya Adem seni cennetten çıkardım. Onun ümmetini cennete koyup bir daha çıkarmam. Bir kimse bana ibadet eylese, ibadeti yerden semaya kadar olsa, Habibim Muhammed'e içinde muhabbet yok ise, o ibadeti kabul etmem.” buyurdu. Resulü Ekrem Efendimiz sabırlı ve halim idi. Uhud muharebesinde kafirler mübarek dişlerini şehid ettikleri zaman, eshabın bazıları (Ya Resûlallah, bu kafirlere beddua eyle) dediklerinde Efendimiz: “Ben alemlere rahmet olarak gönderildim. Beddua için gönderilmedim” buyurdular ve ilave ettiler.[570]




73- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Aç kaldığı zaman, kasığına tas bağlardı.”[571]


74- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kadınların elleri eldivenli iken tokalaşırdı.”[572]


75- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Çanaktaki suyu içmesi için kediye verirdi, kedi içtikten sonra artan su ile de abdest alırdı.”[573]


76- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ensarı (Medine yerlilerini ) ziyaret eder, çocuklarına dahi selam verip başlarını okşardı.”[574]


77- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Abdestinden artan su ile misvakini temizlerdi.”[575]


78- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Misk ve amberden mürekkep, hind kokuları ile kokulanırdı. Kafur ile de buhurdanlık ile kokulanırdı.”[576]


79- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hanımlarının yanına, aynı saate gece ve gündüz uğrardı.”[577]


80- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Başlığını başına dolardı. Arkadan düğümler ve iki omuzu arasına sarkıtırdı.”[578]




ki: “Bugün bana karşı harb eden bu zavallılar içinde bana îman edecek çok kimseler görüyorum. Bunların eyladları Allah dinini şarka, garba yayacaklar. Allah için gaza edeceklerdir” buyurdu.


Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in Şecaati (Kahramanlığı)


Resûl-i Ekrem insanların en bahadır, en cesur ve yüreklilerinden idi. Bu hususta Hz. Ali (r.a.) hatıralarını şöyle anlatıyor:


“Bedir gününde (bozguna uğradığımız sıkışık bir anda) Resûl-i Ekrem'e sığınıyorduk. O ise bizden önde ve düşmana daha yakın idi. O gün orada bulunanların en metini o idi. (1098) Yine Hz. Ali:


“İki saf birbirine karıştığı, harbin ateşli anlarında Resûl-i Ekrem'e iltica ediyorduk, düşmana en yakın olanımız da o idi.”[579]




81- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kurbanını kendi eliyle keserdi.”[580]


82- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Bineğinin arkasına, yani terkisine başkasını da alırdı. Yemeğini yere oturarak yerdi. Kölelerin dahi davetine icabet ederdi Eşşeğe binmek suretiyle tevazu hali gösterirdi.”[581]


83- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Merkebe biner, ayakkabılarına pençe vurdurur, gömleğini ya malatır, kaba yün elbiseler giyerdi. Ve bu benim sünnetimdir, sünnetimden ayrılan benden değildir, derdi,”[582]


84- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hasır üzerinde namaz kılardı.”[583]


85- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Atı, sıcak ve kapalı yerde beslerdi ki, at şişmanlamadan be sinlensin ve harbe hazır hale gelsin.”[584]


86- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Rüyaları güzel veya güzel isimlere göre tabir ederdi.”[585]


87- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Güzel rüyalar onu hayrete düşürürdü. Böyle rüyaları severdi.”[586]


88- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kabın dibine süzülmüş olan, madde özlerini severdi.”[587]


89- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Bir iş için çıktığında, kendisine o işle ilgili anlam taşıyan ve sonucunun iyiliğine işaret sayılabilecek sözler söylenmesini severdi.”[588]


90- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Bütün hayvanları severdi.”[589]


91- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Soğutulmuş tatlıyı severdi.”[590]


92- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Güzel kokuyu çok severdi.” [591]


93- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Uğurlu sayılabilecek güzel sözleri severdi.(Yola çıkmakta olan insana uğurlar olsun demek gibi ) Ama, kuş uçmasından, tavşan rastlamasından uğursuzluk çıkarmayı hiç sevmezdi.”[592]


94- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Güzel koku kendisine yaklaşınca hemen anlardı.” [593]


95- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ev işlerini yapardı, en çok yaptığı ev işi de ip örmekti.” [594]


96- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ramazanda camide itikafta bulunmasına rağmen, hastayı ziyareti ihmal etmezdi.” [595]


97- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“İyi anlaşılsın diye ( icabında ) kelimeleri üç defa tekrarlardı. Bunu yapmaktan üşenmezdi.”[596]


98- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Elbiseleri bizzat kendisi katlar - kaldırır, koyununu kendisi sağar ve şahsi hizmetlerini kendisi yapardı.”[597]


99- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Çirkin ve anlamsız adları değiştirirdi.”[598]


100- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“En kötü insanları güler yüzü ve tatlı sözü ile yola getirirdi.”[599]


101- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Gecelerini hanımları arasında adilane bir şekilde taksim ederdi ve şöyle buyururdu: “Yarabbi, ben maliki bulunduğum kimseler üzerinde bu taksimi yaptım, adaletten aykılmadım. Benim sahip olmadığim hususlarda beni ayıplama. “[600]


102- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Bayram, sevinç ve meserret günlerinde yanında def çalınmasına müsaade ederdi.”[601]


103- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Canı sıkıldığı adama, yanları ve sırtı yere gelsin, derdi.”[602]


104- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Çok hediye gönderirdi.”[603]


105- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Allah'ı çok anardı, boş laf az söylerdi, namazı ( yalnız kılınca ) uzunca kılardı, hutbeyi kısa keserdi, yoksul ve dul kadınları ile kölelerle yürüyüp onların sorularını cevaplandırmaktan çok zevk alırdı.”[604]


106- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Bağıra çağıra konuşmayı, konuşulmasını sevmezdi ve alçak konuşulmasından hoşlanırdı.”[605]


107- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sırtında bulunan nübüvvet mührünü herkesin görmesini istemezdi.”[606]


108- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Lüzumsuz soru sorulmasını sevmez ve bunu yapanları ayıp lardı. Ashabdan Ebu Ruzeyne soru sorduğunda ona cevap verir ( çok faydalı ve lüzumlu sorular soran ) bu zatı severdi.”[607]




Denildi ki; Resûl-i Ekrem az söyler, az konuşurdu. Fakat harb ile emredeceği zaman bütün gücü ile harekete geçer ve çok şiddetli bir tavır takınırdı. Düşmana en yakın yerde bulunduğu için cesur muharibler ancak ona yaklaşırdı.


İmran b. Husayn diyor ki:


“Resûl-i Ekrem düşman askerleri ile karşılaştığı zaman, ilk vuran o olurdu. (Resûl-i Ekrem ilahî ahlak ile muttasıf olduğu için merhametten ayrılmamakla beraber harb meydanlarında) insanların en şiddetlisi idi. Huneyn çenginde müşrikleronu kuşattığı zaman atından inerek:


“Ben Peygamberim yalan yok, ben Abdülmuttalib'in oğlunun oğluyum,” dedi ve o gün ondan daha cesur ve daha metin kimse görülmedi.[608]




109- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kadınların ellerini kınasız ve boyasız görmeyi sevmezdi... (Kına veya ağaç kabuğu boyası ki, mücessem olmaz.)”[609]


110- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Savaşta bağırıp, çağırmayı sevmezdi.”[610]


111- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Oturduğu meclisten kalkınca, yüksek sesle yirmi defa (esteğfirullahe ) derdi.”[611]


112- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“(Hz.Muhammed ) gazadan, haç veya Umreden döndüğü zaman yüksek bir yere çıkarak üç defa tekbir getirir ve arkasından da şu duayı okurdu:


“Lailane İllallahü Vahdehu La Şerike Lehu, Lehül Mülkü Ve Lehül Hamdü Ve Hüve Ala Külli Şey1 in Kadir. Abidüne, Sacidüne Lirabbina Hamidun. Sadakallahü Ve'dehu Ve Nasara Abdehu Ve Hezeme Vahdehu.”[612]


113- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ashabı kiramdan birisi ile karşılaştığı zaman, onunla beraber olur ve o adam dönüp gitmedikçe o da gitmezdi. Birisi karşılaştığında elini Resulüllaha uzattığı zaman o sahabi elini çekmedikçe Hz. Peygamber (s.a.s.) çekmezdi. Keza, sahabileri ile karşılaştığı zaman o sahabi mübarek sözünü dinlemek istediği zaman Resullüllah onun sözünü kesmez ve o adam gidinceye kadar ona anlatmaktan usanmazdı.”[613]




Resül-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in Tevazuu


Resûl-i Ekrem en ustun mevkie sahip olmakla beraber, insanların en mütevazii idi. İbn Amir diyor ki:


“Hac mevsiminde ak bir deve üzerinde herkes arasında, kimseyi sağa sola itip kakmadan, Resûl-i Ekrem'i de sıradan insanlar gibi cemreler atarken gördüm.” Çullu merkebine biner, terkisine adam alırdı. Hastalan ziyaret eder, cenazelere katılır, kölelerin bile davetlerine icabet ederdi.


Bir gün Bedevinin biri gelerek Resûl-i Ekrem'den bir şey istedi. Resûl-i Ekrem istediğini verince, adama:


“Nasıl memnun oldun mu?” Diye sordu. Adam:


“Hayır, memnun olmadım, iyi bir şey de yapmadın, dedi. Meclisde hazır bulunan müslümanlann canı sıkıldı ve adamı' tekdir için davrandıklarında, Resûl-i Ekrem onlara:


“İlişmeyin”, diye işaret buyurdu. Sonra da meclisten kalkıp hane-i saadetlerine girdi. Bir müddet sonra Bedeviyi çağırtarak, daha bazı ikramlarda bulundu ve:




114- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Peygamber efendimiz, sahabe'i kiramdan birisi ele karşılaşınca, onun sırtını okşar ve hakkında “hayır dua ederdi.”[614]


115- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Dostları ile karşılaşınca, tokalaşmadan: (el sıkışmadan önce) selam verirdi.”[615]


116- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Resulullah, bir kişinin ismini hatırlayamadı zaman, o kimiye ey Allah'ın kulunun oğlu anlamına gelen ( Yabne Abdillah) diye hitap ederdi.”[616]


117- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kur'an'dan rahmet ihtiva eden bir ayet okuduğu zaman Allah'tan rahmet niyaz ederdi, korku ayeti geçtiğin Allah'a sığınır ve Yüce Rabbı tenzih eden bir ayet okuduğu veya okunduğu zaman da Cenab-ı Hakkı tesbih ederdi.”[617]


118- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ev halkından birisi rahatsızlandığı zaman ona Muavvezeteyni : (Kul, Euzu... sürelerini) okurdu.”[618]


119- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yürüdüğü zaman sağa, sola ve arkaya dönmeden vakur olarak yürürdü.”[619]


120- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ashabı ile birlikte yürürken ( mağrur hükümdarlara benzememek ve gurura kapılmamak için ) sahabelerini Önüne alır ve kendisi onların arkasından yürürdü. Bu suretle melekler onun arkasında yer alarak, zatı ekdasi korurlardı.”[620]




121- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yürüdüğü zaman hızlı yürürdü, o derece ki, onunla birlikte yürüyenler koştukları halde ona yetişemezlerdi.”[621]




“Şimdi memnun oldun mu?” diye sordu. Bedevi:


“Evet şimdi memnun oldum, sa'yiniz meşkûr olsun,” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:


“Orada çirkin konuştun. Ashabımın sana karşı gönlü kırıldı ve içlerinden sana nefret beslemeğe başladılar. Şimdi bana ifade ettiğin memnuniyeti onların huzurunda da ifade eder misin?”[622]




122- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Uyuduğu zaman solurdu.”[623]


123- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“(Uyuyunca) Gözleri uyurdu, fakat kalbi uyumazdı.”[624]


124- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Uyurken sağ elini yanağının üzerine koyar ve uyumadan önce şöyle derdi: Yarabbi kullarını hesap günü için dirilttiğin gün beni azabından koru.”[625]


125- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Konakladığı yere de öyle namazını kılmadan kalkıp gitmezdi. Oradan ayrılmazdı.”[626]


126- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Seferde bir yere indiği veya normal zamanlarda bir eve uğradığı zaman iki rekat namaz kılmadan oturmazdı.”[627]


127- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Başı sıkılacak bir durum, ya da üzüleceği bir hususla karşılaştığı zaman şöyle duada bulunurdu:


Ya Hayyü Kayyümü Bi Rahmetikî Estegisu: Diri ve her şeye egemen olan Allahım, rahmetine sığınırım.”[628]


128- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yarım baş ağrısı kendisini yakaladığı zaman, bir veya yarım gün terketmezdi.”[629]


129- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Çok cömert ve merhametli idi. Yanına gelip bir şey isteyen olursa ( varsa ona istediğini verir ) yoksa vereceğini va'd eder ve sözünü tutardı.”[630]


130- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Çok cesur ve çetindi. Tek başına bir ekibe karşı dururdu.”[631]




Şayet bu memnûniyetini onların huzurunda da ifade edersen, sana karşı, duydukları kin ve nefret ortadan kalkar, buyurdu. Adam:


“Evet, onların yanında da aynı şeyi ifade ederim, dedi. Resûl-i Ekrem akşam üzeri veya sabahleyin aynı toplantıya gelerek:


“Bu Bedevi memnun değildi, fakat ona biraz fazla ikramda bulunduğumuz için memnuniyetini ifade etti. Sorun bakalım ne diyor.” Buyurdu. [632]




131- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yatağı çok hafif, ince idi. Yattığı zaman ( ayaklarını değil) baş tarafına mescide yönelirdi.”[633]


132- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Softan yapılmış, kaba kumaştı.”[634]


133- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Gömleğini bileklerine kadar indirirdi.”[635]


134- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Entarisi topuklarından yukarı idi. Yenleri parmaklarla beraberdi.”[636]


135- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Cuma ve bayram giysileri ayrı idi.”[637]


136- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hafif şakalar yapardı.”[638]


137- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


Güler yüzlü ve hoş kokulu nefesli idi.”[639]


138- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Dört kişinin taşıdığı büyük bir kazanı vardı.”[640]


139- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Garra dedikleri ve dört kişimin taşıyabildiği büyük bir kazanı vardı. (Yemek kabı vardı.)”[641]


140- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Resulüllah'ın, bir sürme kabı vardı. Her gece her iki gözüne mil sürme çekerdi.”[642]




Adam:


“Evet memnunum, Allah razı olsun, dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:


“Benimle şu Arabın hali, şöyle bir adamın vaziyetine benzer: Adamın devesi var, deve kendisinden kaçmış, deveyi yakalamak için insanlar devenin peşine düşmüş, fakat insanların hücumu deveyi daha uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.” Bunun üzerine adam:[643]




141- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Biri Bilal'ı Habeşi, diğeri gözleri ama olan Ümmü Mektum olmak üzeri iki müezzini vardı.”[644]


142- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hizmetçilerine, bir ihtiyacınız var mı, diye sorardı.”[645]


143- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben çıplak gezmekten men edildim buyurdu.”[646]


144- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kimseyi töhmet etmez ve bir başkasının da diğerini ithamı' nı kabul etmezdi.”[647]


145- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Geceleri üzerine başını koyup, uyuduğu yastığının dışı deri içi ise hurma lifinden idi.”[648]


146- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Soğan, sarımsak ve yabani pırasayı yemezdi.”[649]


147- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“(Hayberde kendisine zehirli koyun eti yedirilmesinden sonra) verilen hediyelerden önce sahibi yemeden kendileri yemezlerdi”[650]


148- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Arkasını bir yere yaslayarak yemek yemez ve beraberinde yürüyenleri arkasına alarak yürümezlerdi.”[651]


149- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Gece uykusundan uyanıp, kalkınca mutlaka dişlerini misvakı ile temizlerdi.”[652]




Bırakın peşine koşmayın, ben ona sizden daha merhametli olduğum gibi, halini de daha iyi bilirim, dedi ve yerden aldığı bir tutam ot ile devesine huy huy diye seslendi, deve de yavaş yavaş adama yaklaştı ve adam deveyi yakalayarak yükünü vurdu ve sırtına bindi. “Şayet ben de o zaman sizi serbest bıraksaydım adamı öldürseydiniz, adam Cehennem'e gidecekti (fakat şimdi adamı kurtarmış olduk),” buyurdu


Hz. Ali'den (r.a.) şöyle demiştir:


“Her hangi bir ihtiyaç için kapusuna gelen dîn kardeşinin yardımına koşmayan ve kendisini bu işe, selahiyettar görmeyen kimseye şaşarım. Sevap ve günah korkusu olmasa bile, İnsanlık ve güzel ahlak adına yardımına koşmalıdır; zira




150- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Karnını doyuracak kadar hurma bulamadığı sık sık olurdu. Bununla beraber yedeğinde hiç hurması yoktu.”[653]


151- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kendisinden istenileni verirdi.”[654]


152- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kendisinden istenilen şeyi varsa muhakkak verir, yoksa da sükut ederdi.”[655]


153- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sevmediği bir şeyi yapanın yüzüne karşı neden bunu yapıyorsun, diye çıkışmazdı? Bilki, neden bu insanlar böyle yaparlar gibi ortaya söz söylerdi.”[656]


154- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yoksul, zayıf Müslümünların yanına bizzat gider, onların hal ve hatırlarını sorardı. Hastalarını ziyaret eder ve ölümlerinde, ölülerinde hazır bulunurdu.”[657]


155- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kendisine hurma ikram edildiği zaman, içinde kurt bulunup bulunmadığını iyice araştırır, şayet kurt varsa onu çıkarır sonra yerdi.”[658]


156- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kendilerine takdim edilen küçük çocukları önce kutlar ve hayır dua eder ve sonra da ezilmiş hurmayı ağızlarına koyardı.”[659]


157- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Misk ve benzeri kokuları yanında bulundurur ve onu başına ve sakalına sürerdi.”[660]


158- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Mübarek sakalının eninden ve uzunluğundan ( makasla ) alırdı.”[661]


159- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Evlenmeyi teşvik ve emrederdi. Kadınlardan ilgiyi kesmeyi ( evlenmemeyi ) şiddetle men ederdi.”[662]


160- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yüzüğünü sağ eline takardı.”[663]


161- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“( Bazan da ) sol elinin parmağına takardı.”[664]




162- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Mümkün mertebe sağdan başlamayı severdi, Abdest alırken ayakkabısını giyerken ve bütün işlerinde sağdan başlardı.”[665]


163- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sözü o derece tek tek konuşurdu ki, saymak isteyen sözlerini sayabilirdi.”[666]


164- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Elbiseseni kendisi diker, ayakkabılarını pençeler ve bir erkeğin evinde yapabileceği her işi yapardı.”[667]


165- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Gıda ile tıka basa asla doldurmadığı karnını, sallanmaması için kasığına taş bağlardı.”[668]


166- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Bazan sarığının altına külah giyerdi. Bazan yalnız külah bazan da yalnız sarık giydiği olurdu. Bazan mudarrab denilen yön işi külahını giyer, harp sırasında da ayrı bir külah giyerdi. Çok defa külahı sütre yaparak, arkasında namaz kılardı. Güzel huylarındandı: Silahına, eşyasına ve binek atına isim takmak.”[669]


167- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“İyice anlaşılsın diye cümle ve kelimeleri tekrar ederdi.”[670]


168- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Çirkin adları değiştirirdi.”[671]




kurtuluş yolu budur.” Bunun üzerine adamın biri:


Sen bunu Resûl-i Ekrem'den duydun mu? diye sorunca Hz.Ali:


“Evet duydum. O, bu hususta en hayırlı davranan kimse idi.[672]




169- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“O zatı ekdas, kendisini sevindirecek bir iş, olay ile karşılaşınca Cenab-ı Hakka şükranı nimet olarak secde ederdi.”[673]


170- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Bir toplumu korkunç bulursa şöyle dua ederdi:


Allahım, onların kötülüklerinden sana sığınırım. Kötülükleri defeden sensin ve sen her şeye galipsin.”[674]


171- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hanımları ile baş başa kaldığı zaman, insanların en yumuşak huylusu, en keremlisi ve en güler yüzlüsü olurdu.”[675]


172- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Dostlarından birisi üç gün üst üstte meclisinde bulunmazsa bunun sebenini sorardı. O gelmeyen kimse ortalarda yoksa o adamın akibetini araştırırdı. Şayet adam evinde falan ise onu ziyarete, giderdi. Adam hasta ise yanına gidip, geçmiş olsun derdi.”[676]


173- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Oturduğu meclisten kalktığı zaman, orada işlenmesi muhtemel hataların affı için yirmi defa Estahfirullahi, derdi.”[677]


174- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Huzuruna, devletlerden gelen heyetleri kabul ederkenen güzel elbiselerini giyer ve etrafında bulunan ashabına da aynı şekilde, temiz ve güzel giyinmelerini emrederdi.”[678]


175- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Seferden döndüğünde ilk olarak, ehli beytinin çocukları ile görüşürdü.”[679]




Hatta Tayy kabilesinin esirleri Resûl-i Ekrem'e arzedildiği zaman, içlerinden genç bir kız Resûl-i Ekrem'e:


“Ey Muhammed, ben kabilenin reisi olan Hatem-i Taî'nin kızı Sufane'yim. Babam, hakkı sever, eli altında bulunanlara iyi muamele eder, esirleri serbest bırakır, açları doyurur, ekmek yedirir, selam verir, ihtiyaç için geleni boş çevirmez, cömertlik ve sahavetiyle meşhur bir zattır. Benim rezîl ve şefîl olmamı istemezsen, beni serbest bırak gideyim, dedi. Resûl-i Ekrem: [680]




176- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Atının adına Müzteciz, devesinin adına Kasvaü, katırının adına Düldül, merkebinin adına Ufeyr, zırhının Zatüfudul kılıcının adı ise Zülfikar idi.”[681]


177- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yarın için hiç bir mal biriktirmezdi.”[682]


178- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“O üç defa bir sözü söyleyince, artık ona başka bir şey sormaya mahal kalmazdı.”[683]


179- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ondan bir şey istenmeye görsün mutlaka isteneni yapardı.”[684]


180- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hiç bir şeye hayır, olmaz dediği görülmezdi. İstenilen şeyi yapacaksa evet, derdi. Yapmak istemediği takdirde de susar, cevap vermezdi. (Olmaz demezdi.)”[685]


181- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yürüdüğü zaman dönüp geriye bakmazdı. Hatta cübbesi bir ağaca takılmış olsa dahi yine dönmezdi ve sahabelerden gelip, cübbesini ağaçtan kurtarırlardı.”[686]


182- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Herkese sevdiği isim veya künle ile çağırılmasını hitap edilmesini isterdi.”[687]


183- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Son sözü şöyle olmuştu.


Yüce Rabbimin hakkı için ben görevimi yaptım. Tebliğ ettim, olmuştu ve sonrada ruhunu teslim etmişti.”[688]


184- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Benim sıfatım: Allah'a çok hamdetmek ve ona dayanmaktır. Sertlik ve katılık değildir. O, kendisine yapılan iyiliklere, iyilikle karşılık verir, ona karşı yapılan kötülüklere daha iyilikle mukabele ederdi.”[689]




“Ey cariye! Bu dediğin doğrudan mü’mininin vasfıdır. Eğer baban müslüman olsaydı, ona rahmetle dua ederdik. Bu kızı serbest bırakın çünkü bunun babası ahlakî faziletleri sever. Allahu Teala da güzel ahlakı sever.” buyurdu. Tam bu sırada Ebû Burde b. Niyar ayağa kalkarak:


“Ey Allah'ın Resulü, Allahu Teala ahlakî faziletleri sever mi? diye sordu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.):


“Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, Cennet'e ancak huyu güzel olanlar girer,” buyurdu.




Ulu Allah buyuruyor ki:


2- “Andolsun ki, size kendi aranızdan öyle bir Peygamber gelmiştir ki sıkıntıya uğramanız ona çok üzücü ve ağır gelir; kalbi üstünüzde titrer, Mü'minlere karşı esirgeyici ve bağışlayıcıdır. (Sevgili Peygamber'im Muhammed!... Eğer kullar sana ita'at etmekten) yüz çevirirlerse, de ki “bana Allah yeter; ondan başka Allah yoktur; ben ancak O'na| güvenir ve dayanırım. O, büyük Arş'ın sahibidir.”[690]




Ulu Allah buyuruyor ki:


1- “(Sevgili Peygamber'imiz Muhammed!... Kullarıma şunu da anlat). Hani Ulu Allah (gönderdiği) bütün elçilerden söz almış ve onlara buyurmuş ki; “şimdi size kitap ve hikmet veriyorum. (Fakat şunu unutmamalısınız ki) size bildirdiklerimi doğrulayan bir elçim arkanızdan geldiği zaman ona inanacak ve onun yardımcısı olacaksınız.”


Daha sonra Ulu Allah Peygamber'lere aramızdaki bu sözleşmeyi teker teker kabul ediyor ve gerektirdiği şekilde davranmayı üzerinize alıyor musunuz?” diye sormuştur.


Bütün Peygamberler Allah'ın buyurduklarına “kabul ediyoruz “diye cevap vermişlerdir. Peygamberler bu cevabı üzerine Ulu Allah; “bu sözleşmede sizler biribirinizin şahidi olunuz; ben de sizinle birlikte bu sözleşmenin şahidiyim,” diye buyurmuştur.[691]




Ulu Allah buyuruyor ki:


“Kulu ve en üstün elçisi Hz. Muhammed'i bir gece Mescidi Haram Kabe'den Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya kadar ulaştıran Allah her türlü noksan sıfattan uzaktır. O Mescid-i Aksa ki. Biz onun çevresini verimli ve bereketli kıldık. Peygamber'e (s.a.s.) ayetlerimizin bir kısmım gösterelim diye (O'nu bu yolculuğa çıkardık) şüphesiz ki, Allah işiten ve görendir.”[692]




Canlılar arasında ruhu en önce yaratılan ve insanlığa sonuncu defa elçi olarak gönderilmiş Hz. Muhammed (s.a.s.) canlı - cansız bütün varlıkları ile kainatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı bir Allah sevgisidir. Bu itibarla çöldekikum tanesinden tutun da, baygın na'melerle kuytu ormanların ağaç dallarında, öten kuşlara ve günümüzde sayısı üç buçuk milyara varmış insanların yeryüzünün en uzağındaki kişisine kadar her şey varlığını iki dünyanın efendisine borçludur. İşte onun içindir ki, bütün varlıklar O'na derinden saygı beslemekte ve kendi dilleri ile ona sevgi ve minnettarlıklarını ifade etmektedirler. Denebilir ki varlıklar içersinde iki dünyanın efendisine karşı gereken saygıyı en az gösteren insan oğludur. Ne kadar yazık!...


Doğduğu yer Mekke, göç ettiği yer ise Medine'i münevveredir. Ümmeti, Allaha çokça hamdeden, normal ve sade giysiler giyen, etrafını aydınlatan, Kur'anı Kerimi kalplerinde taşıyan, düşmana karşı saf saf durulduğu gibi, namazda saf bağlayan, canını feda ederek şehitlik kam ile Allah'a yaklaşan gece ibadet edip, gündüzün arslanlar gibi çalışan insanlardır.[693]



KONU: PEYGAMBERİMİZİN FAZİLETİ




1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Şüphesiz ben iyikliklerin kapısı açmak, kilitli kalpleri fethetmek için gönderilen son peygamberim.


Hikmetleri toplayan ve o hikmetleri çözen Kur'an-ı Kerim bana verildi. Bana verilen Kur'an'da ( ve îlka edilen vahyde ) sözü özü verildi, bildirildi.[694]


Hikmet ve akla dayanmayanlar sizi helake sürüklemesin.”


2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben ancak, tebligacıyım, hidayeti veren Allah’ır. Her şeyi veren Allah'tır. Ben ancak, taksim ederim verileni.”[695]


3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben, (ganimet mallarını) herkese eşit veriyorum. Sevdiklerime, arzu ettiğim halde onların yüzükoyun cehenneme atılmalarından korktuğum için fazla vermiyorum.”[696]




O Habibullah cihana gelince yedi kat yer ve göklerin ehli, hepsi, onu görmeye geldiler. Cennetten Huril-İyn denilen iri gözlü huriler, her birinin ellerinde nurdan tabaklar olduğu halde geldiler, Muhanı-med Aieyhisselam'm üzerine saçtılar. Bütün putlar, yüzleri üzerine düştüler. O gün bin tane kilisenin kubbesi çöktü. Kisranm sarayı da çöktü ve tak'ı çatlayıp yıkıldı. Save denizi yere geçti ve Mecusilerin ateşleri söndü.[697]




4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben Mekke'de öyle taşlar bilirim ki, ben peygamber olarak gönderilmezden önce beni selamlarlardı.”[698]


5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Benim kalbime de gölge düştüğü için, dünya işleri ile uğraştığımdan dolayı kalbimi meşgule den bu bulutları dağıtması için günde yüz defa tövbe ederim.”[699]


6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben bedduacı olarak değil, alemler için rahmet olarak gönderildim.”[700]


7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Muhakkak ki ben bedduacı olarak gönderilmedim.”[701]


8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Gerçi ben latife yapmaktayım. Ancak, benim latifelerim başkası gibi yalan taşımaz, gerçeği ifade eder.”[702]


9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Cenabı hak, bana her şeyin anahtarlarını verdi. Ancak, beş şeyi bildirmedi. Kıyametin ne zaman kopacağını Allah bilir.”[703]


10- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Biraz önce cennet ve cehennem bana şu duvarın üzerinde gösterildi. Hayri ve şerri bugünkü gibi görmedim. Şayet sizin benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, az güler çok ağlardınız.”[704]




O Hazret'in gölgesi yoktu. Çünkü kendisi baştan ayağa nurdu. Şüphesiz nurun da gölgesi olmaz. Aynı zamanda başı üzerinde bir, parça bulut vardı. Nereye giderse o bulut da kendisiyle beraber giderdi. Gözü, önünü nasıl görürse arkadan da öyle görürdü. Aynı zamanda bir bakışta Maşrıkı ve Mağribi görürdü. Kulağı da uyanıkken nasıl işitirse uyurken de aynı şekilde işitirdi. Burnundaki mucize de şöyleydi ki, Cebrail. Aleyhisselam vahiy için ona geldiği zaman gökten ayrılır ayrılmaz kokusundan anlardı. Dişlerinin nurundan gece yollar görünürdü, bir şey kayb olsa onun nurunun aydınlığında bulunurdu![705]




11- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ümmetimin hali, iyi ve kötü anı elleriyle birlikte bana gösterildi. Ümmetimin güzel amellerinden yoldan taş atmayı (yolu islah etmeyi) de gördüm. Kötü amellerden de mescide (ve civardaki) atılıp, gömülmeyen tükürüğün cezayı gerektiren suç olduğunu gördüm.”[706]


12- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Dün gece ümmetimin hali bana şu odanın yanında gösterildi. Ümmetimden her adamı, sizin arkadaşınızı tanımanızdan daha iyi tanıyordum. Çünkü Onlar bana toprak kayıplar halinde gösterildi.”[707]


13- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Medine'nin ufuklarında ki melekler beklerken, Taun hastalığı ve Deccal Medine'ye hiç bir zaman giremez.”[708]


14- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Aydınlık gecelerde ve ışıklı günlerde bana salavat okuyunuz. Bu salavatlar bana arzedilecektir.”[709]


15- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Cuma gecesi ve Cuma günü bana çok salavat okuyunuz. Bu gün ve gece bana çok salavat okuyan kimse için ben tanık ve şefaatçi olurum.”[710]


16- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Cennet kapısına gelir ve açılmasını isterim. Cennet baş kapıcısı bana kim olduğumu sorar ben de, Muhammed deyince şöyle cevap verecektir: Bu kapıyı sana açmaya ve senden önce kimseye açmamaya emrolundum.”[711]


17- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yüce Allah'dan bana bir gelen geldi. Beni, ümmetimin yarısının cennete girmesi ile tümüne şefaat etmem arasında muhayyer bıraktı. Ben şefaat etmemi tercih ettim. Şefaatim, Allah'a şirk koşmadan ölen kimseler için olacaktır.”[712]




Arkasında güvercin, yumurtası kadar Nübüvvet Mührü vardı Terlediği zaman teri, gül ve misk gibi kokardı. Bir avuç toprak ile on iki bin asken perişan eyledi. Bir parmağı ile işaret etmesi üzerine av gökten yere inip iki parça oldu ve nebiliğine şehadet eyledi Bir eece ay, gökten yere inip beşiğini salladı. Parmağından sular aktı. Zehirli pişmiş kuzu dile gelip ona:[713]




18- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Rabbimden bana birisi gelerek şöyle dedi: Kim sana bir selavat getirirse, onun karşılığı olarak Yüce Allah o kimseye on iyilik yazar, on kötülüğünü de bağışlar on defa derecesini yükseltir ve o selavatm aynısını da sahibine iade eder.”[714]


19- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Cebrail ( a.s.) geldi ve şöyle dedi: Gerçekten benim ve senin Rabbin sana diyor ki: “ Habibim zikrinin nasıl yükseltildiğini biliyor musun? “ Ben dedim ki Allah daha iyi bilir. Cenab-ı Hak buyurdu: “ Ben nerede zikr olundumsa benimle beraber sen de zikdedildin.”[715]


20- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Müezzinin sesini duyduğunuz zaman, onun söyledikleri gibi siz de söyleyiniz. Sonra bana se lavat getiriniz. Kim bana selavat getirirse, Yüce Allah o kimseye on merhamet eder. Sonra benim için Allah'tan vesileyi isteyiniz. Vesile cennette öyle bir değirli makamdır ki, o ancak Allah'ın kullarından birisine verilecektir. O kulun da yalnız ben olacağımı ümit ediyorum. Kim benim için vesileyi isterse şefaatim ona helal olsun.”[716]


21- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben kıyamet günü peygamberlerin önderi, hatibi ve şefaatçisi olacağım. Bu benim için bir gururlanma değil, belki Allahın (c.c.) bana vermiş olduğu nimetlerden bahsetmemdir.”[717]




“Ey Resûlullah, benden yeme, dedi.


Hurma ağacını yere dikti, o anda bitip üzerinden hurma yediler. Her nereye giderse taşlar ve ağaçlar ona selam verirdi ve onlarla konuşurdu. Bütün halkı, güzel ahlakı ile kul eylemişti. Hiç bir vakit riya işlemedi. Bir nefes de nefsinin arzusuna uymadı. Hükmederken kimseyi kimseye üstün tutmadı ve iltimas etmedi. Fakr ile iftihar ederdi. Süslü ve gösterişli elbiseleri sevmez, fakirler gibi aba giyerdi. Tevazuundan arpa ekmeği yer, yemek yemezdi. Dünyaya “Mel'un” der, dünya ehline meyil ve muhabbet göstermezdi. Hiç ihtilam olmadı, üzerine sinek konmadı ve kendisini bit, pire isırmadı. Hak Teala Hazretleri, onu bütün peygamberlere üstün yarattı. Onun için Halim bir kişiliğe ve cömert ahlaka sahip idi. Belağati, fesahati, sabrı, rızası kemalde, halka karşı da şefkatli ve muhabbetli idi. Bir kişi onu davet[718]




22- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kıyamet günü perdelerin arkasından birisi şöyle seslenir. “Ey toplum ehli, Muhammed’in kızı Fatıma geçinceye kadar gözlerinizi kapayınız.”[719]


23- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Dikkat, Yüce Allah'a and olsun ki, şüphesiz ben semada ve yerde emin ( güvenilir kişi lakabıyla) çağrılırım.”[720]


24- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sözlerin en doğrusu Allah’ın kelamı Kur'an-ı Kerim'dir. Hidayet yollarının en üstünü Hz. Allah’ın yolundan giden, Muhammedin yoludur. İslama uymayan her şey bidattir. Her bidat sapıklık, her sapıklığın yolu da cehennemdir. Kıyamet ansızın gelecektir. ( şahadet parmağı ile orta parmağının arasındaki yakınlığı göstererek ) ben ve kıyamet işte böyle. ( birbirimize çok yakınız) kıyamet sabah akşam ansızın gelecektir. Ben her mümine öz nefsinden daha yakınım. Çünkü malını terk ederek ölen bir kimsenin malı onundur. (yani varislerindir.) Geride bıraktığı bütün borcunun ödenmesi, çocuklarının bakılıp yetiştirilmesi ise bana aittir. Çünkü ben müminlerin velisiyim.”[721]


25- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Şüphesiz yüce Allah siz müminleri üç tehlikeden kurtarmıştır.


a) Peygamberimiz Hz. Muhammedin size beddua etmesinden. Eğer beddua etseydi helak olurdunuz.


b) Batılı desdekliyenin, hakkı tutana galip gelmesinden.


c) Batıl bir inanç üzerinde fikir birliğine varmanızdan.”[722]




eylese giderdi. Hasta olsalar gidip onların hallerini sorardı. Eğer bir kişi seferde ölse onun gaip namazını kılardı. Eğer şehirde ölse cenazesinde hazır olurdu.


İlim ehline cahillerden fazla hürmet gösterirdi. Kafirlere ve münafıklara asla riayet eylemezdi. Kimseye sövmedi, küsmedi, tükürmedi. Fenalık edene iyilik ederdi. Bir meclise geldiği zaman nerede yer bulursa orada otururdu. Zenginleri, zenginliği için ağırlamadı ve dervişleri, derviş oldukları için horlamadı. Elbisesini kendi yamardı. Hangi davara gerekse binerdi, ar etmezdi. Yolda düşkün bir kimseye rastla-sa onu hayvanına bindirirdi. Pazartesi ve Perşembe, biyz (gök ayının 13, 14, 15.) günleri ve aşure günlerinde oruç tutardı. Geceleri de ibadet eder, on rik'at namaz kılardı, ondan sonra vitr namazını kılardı. Yatacağı zaman da döşeğinin yanında iki rik'at namaz kılardı.[723]




26- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Şüphesiz Yüce Allah beni cömert ve yumuşak huylu bir insan olarak yaratmış, zalim ve kindar olarak yaratmamıştır.”[724]


27- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Şüphesiz Allah halkı yarattı, beni onların en hayırlı fırkası içinde kıldı. Sonra fırkaları ikiye ayırdı. Beni en hayırlısının içinde kıldı. Sonra kabileleri seçti beni en hayırlısının içinde kıldı. Sonra evleri seçti, yine beni evlerin en hayırlısı içinde kıldı. Ben onların nefis bakımından da, ev bakımından da en hayırlı olanıyım.”[725] 28- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Her kafilenin bir öncüsü vardır. (Kıyamette) havuz başında da sizin öncünüz benim. Kim havuza gelir su içirse asla susamaz. Susamıyan kimse de cennete girer.”[726]


29- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yüce Allah'a yemin ederim ki, benden sonra size benden daha adaletli olanını asla bulamayacaksınız.”[727]


30- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Benden önceki peygamberlerden hiç birine verilmeyen şeyler bana verildi:


a) Düşmanın kalbine düşürülen korkuyla yardım olundum.


b) Yerin anahtarları ( her türlü keşiflerin anahtarları) bana verildi.


c) Ahmet adıyla isimlendirildim.


d) ( suyun olmadığı yerlerde ) toprak benim için temizleyici kılındı.”[728]


31- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kelimelerin anahtarları, toplaycıları ve sonuncuları bana verildi. ( Kur'an-ı Kerim)”[729]




Na't-i Hazret-i Peygamberi


Eyleyen uşşakı şeyda daima


Tal’atındır ya Resûlallah senin


Derd ile ah ettiren subh ü mesa


Hasretindir ya Resûlallah senin.[730]




32- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Gerçekten nebiler topluluğunun üzerine belalar ve musibetler kat kat verilir.”[731]


33- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sizden biriniz herhangi bir müslümanın hakkını almak maksadıyla, bu minberin yanında yalan yere yemin ederse, Yüce Allah o kimseyi dünyadaki durumu kadar iyi olursa olsun, yine cehenneme koyar.”[732]


34- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Her peygambere (infaslı) insanların inanacağı bir veya bir kaç tane mucize verilmiştir. Vah yoluyla bana verilen en açık mucize ise: Kur'an-i Kerim'dir. Kıyamet günü benim peşimden gelecek ümmetimin, her peygamberin ümmetinden çok olacağını umuyorum.”[733]


35- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Bana öylesine beş meziyet verildi ki, o meziyetler hiç bir peygambere verilmemeştir:


a) Benim korkumun bir aylık mesafede bulunan düşmanlarımın ta kalbine girmesi.


b) Yeryüzü bana mescid, ( su bulunmadığı yerde teyemmüm etmek için ) toprağın da temizleyici olması.


c) Benden önce ganimet malı hiç kimseye helal olmadığı halde bana helal kılınması.


d) Her nebinin peygamberliği yalnız kendi kavmine mahsus olduğu halde benim peygamberliğimin bütün insanlığı kapsaması.”[734]


36- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Hayatım sizler için faydalıdır. Çünkü bilmediklerinizi bana sorup öğrenirseniz. Ben öldüğüm zaman vefatım da sizler için faydalıdır. Zira, sizin dünyada iken, yapmiş olduklarınızın (iyi, kötü) hepsi bir bir bana gösterilecektir. İyisini gördüğüm zaman Allah'a hamd ederim. Kötüsünü görürsem sizler için istiğfar ederim.”[735]




Rûz ü şeb karım benim ef gan iden


Nar-ı hasretle dilim suzan iden


Dembedem bu gözlerim giryan iden


Firkatindir ya Resûlallah senin.


Esfiyanın gördüğü Iûtf-ı Huda


Evliyanın sürdüğü zevk ü sefa


Enbiyanın bulduğu rıfat şeha


Devletindir ya Resûlallah senin.[736]




37- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Benim nezdimde kıyamet günü insanların en üstünü, bana en çok selavat getirendir.”[737]


38- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Allahın (c.c.) öyle melekleri vardır ki, kendilerine ( insanların ) ibadetlerini işitme duygusu verilmiştir. Kim bana selavat getirirse o melekler onu bana ulaştırır. Rabbime yalvardım ki, bana selavat getiren kuluna on tane rahmetini ihsan eylesin.”[738]


39- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Şüphesiz Hz. Allah'ın öyle melekleri vardır ki, yeryüzünde dolaşıp ümmetimden bana selam getirirler.”[739]


40- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Şüphesiz her peygamberin diğer geçmiş peygamberlerden yardım eden bir dostu vardır. Bana yardım eden dostum ise atam Hz. İbrahimdir.”[740]


41- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Şüphesiz benim bir kaç tane ismim vardır:


a) Muhammed: Herkesin methu sena ettiği kimse,


b) Ahmet: Allaha çokça hamdü sena eden.


c) Haşır: Bütün insanların etrafında toplanacağı kişi.


d) Mahi: Her türlü küfrü imha eden kişi.


e ) Akib: Son peygamber.”[741]




Merhamet kıl ben garip avareye


Mücrimem, rahm eyle yüzü kareye


Şefkat itmek bi-kes ü biçareye


Adetindir ya Resûlallah senin.


Ey şefi-ül müznibin nur-i ehad


Bir garibindir Nasuhi kıl meded


Bab-ı-lûtfundan kerem kıl itme red


Ümmetindir ya Resûlallah senin.


Aşağıdaki Hadis-i Kudsinin meali buna delalet eder.[742]




42- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Peygamberler namaz kılmak üzere kabirlerin de sağ olarak yaşamaktadırlar.”[743]


43- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Peygamberler önder, din alimleri ise, dinin efendileridir. Bunların meclisleri fazilet üstünlüğüdür.”[744]


44- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben Adem Peygamberden beri, anam ve babam beni dünyaya getirinceye kadar o arada geçen bütün nesillerden, zina yoluyla değil, nikah yoluyla gelmişim. Cahiliyetin fuhuş kirlerinden en ufak bir leke benim vücuduma karışmamıştır.”[745]


45- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Adem oğlunun en seçkinleri beş kişidir. Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (a. ş.) Beş kişinin en seçikini ise, efendimiz Muhammed' (s. a. s.) dir.”[746]


46- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Annem beni dünyaya getirdiği zaman Basra apartmanlarını nurlandıran bir nurun kendisinden sıçradığını görüyordu.”[747]


47- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Annem, Şam apartmanlarını aydınlatan bir nurun kendisinde peyda olduğu rüyasında görüyordu.”[748]




“Resulüm, Ya Muhammed aleyhîsselam. Eğer, sen olmasaydın bu cihanı halk etmezdim” diyor. Diğer bir ayette: (Ey insanlar, muhakkak ki Resulü Azîz geldi.) Diğer bir ayetinde: (Kim ki Resulüme itaat etti, muhakkak bana itaat etti) diyor. Başka bir ayetinde: (Habibim! Senin mübarek ismini ve evsafı cemilini yükselttim.)


Bir gün ashabın kibarından bir zat Resule sordu:


(Ya Resûlallah, siz ne vakitten beri nebisiniz.) Resulü Ekrem efendimiz:


(Adem nebî, su ile toprak arasında iken ben nebî idim) buyurdular.


Ey aşıkı sadık! Bu ayetlerden ve hadîslerden düşünerek hisse almak lazımdır. Bir gün yine efendimiz, bütün kainatın efendisi, Hazreti Ömer radıyallahu anh efendimize:


(Beni ne kadar seversin ya Ömer?) diye buyurdu. Hazreti Ömer radıyallahu anh cevabında: (Ya Resûlallah, seni her şeyden fazla[749]




48- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben Rabbimi gözlerimle görme şerefine nail oldum.”[750]


49- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben Cebrail (a.s.) altıyüz kanadıyla birlikte gördüm.”[751]


50- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Oturduğunuz meclislerinizi bana selavat getirmekle süsleyiniz. Çünkü selavatlarmız sizin için nur olacaktır. ( Kıyamet günü o nurun sayesinde sırat köprüsünden geçmeyi başaracaksınız.)”[752]


51- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Bir melek yanıma gelerek bana selam verdikten sonra şöyle dedi: Ben devamlı olarak senin le müşerref olmak için Allah’ımdan müsaade istiyordum. (Melek daha sonra şöyle dedi:) “Ey Allah’ın Resulü sana müjdeler olsun ki, Allah’ın nezdinde senden daha iyi bir hiç kimse yoktur.”[753]


52- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ey müminler bana selavat getiriniz. Zira üzerime getirilen selavatlar, günahlarınızın kirlerini temizleyen manevi bir alettir.”[754]


53- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ey müminler bana selavat getiriniz ve tam manasıyla dua ediniz. Sonra şöyle deyiniz : Allahümme saîli ala Muhammedin ve alaa'li Muhammed, ve barik ala Muhammed'in ve ala a'li Muhammedin kema berak te a'la İbrahime ve , alaa'li İbrahim inneke hamidüm mecid.


Allah’ım, efendimiz Hz. Muhammedin ve aile efradının derecelerini yükselt ve makamlarını ali eyle. İbrahim (a. s.) ve aile efradına ihsan da bulunduğun fevzü bereketini, Hz.Muhammed ve aile efradını da bağışla. Çünkü sen şüphesiz hamid ve mecitsin.”[755]


54- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ey müminler beni selavatla andığınız zaman, diğer peygamberlere de salavat getiriniz. Zira ben peygamber olarak gönderildiğim gibi onlar da gönderilmişlerdir.”[756]




severim, fakat nefsimi senden fazla severim.) deyince,


“Vallahi ya Ömer, sen kamil mü'min olamadın” cevabını verdi. Hazreti Ömer bu söz üstüne ağlayarak:


“Ya Resûlallah seni şimdi, nefsimden de ziyade seviyorum” dedi. O zaman Resûlullah:


“Şimdi mü'mini kamil oldun ya Ömer” buyurdular.[757]




55- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben dört meziyetle insanlardan üstün kılılndım.


a) Cömertlikle


b) Cesurlukla


c) Zevcelerime karşı iyi davranmakla


d) Beden kuvvetiyle”[758]


56- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Biz (ben ve ümmetim…) bütün insanlardan üstün kılındık.


a) Namazda cemaatımızın safları (semadaki) meleklerin safları gibi olması


b) Yerin bütün kıtalarile birlikte bize namaz kılacak bir mescit olarak verilmesi


c) Su bulamadığımız yerin topraklarının temizleyici olmasıdır.


Bekare suresinin son ayetleri, arşı a’lanın altında bulunan ilahi defineden ancak bize verildiğini, bizden başka hiç kimseye nasip olmadığını bildir.”[759]


57- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben iki meziyetle Adem peygamberden üstün kılındım.


a) Bana musallat olan şeytan, kafir olmasına rağmen, Yüce Allah yardım etti. O da bana teslim oldu.


b) Zevcelerim hak yolunda bana yardımcı olduğu halde, Adem peygamberin zevcesi günah işlemede kendisine yardımcı olmuştur.”[760]


58- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Peygamberlerin bütün malları ümmetine sadaka kalır. Ailelerine yedirip giydirdikleri müstesnadır. Çünkü biz peygamberlerin malları miras olarak bırakılmaz.”[761]


59- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Benden sonra beni en fazla seven kişiler, bütün çoluk çocuğunu feda etmek pahasına da olsa, beni görmek isteyenlerdir.”[762]




Demek Rasulü her şeyden fazla, nefsimizden fazla sevmedikçe kamil imana nail olamayacağımız bu hadis ile sabit oldu.


Bir gün bir Arabi gelerek:


“Ya Resulullah, kıyamet ne zamandır?” Diye sual etti. Efendimiz bu suale karşı:


“Ey Arabi; o bir emri mukarrerdir. Ne vakit olsa olacaktır. Sen o gün için[763]




60- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben peygamber iken Adem aleyhisselam ruh ile ceset arasında idi.”[764]


61- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Sevgili peygamberinizde sabah namazının abdestini alerken, Medinelilerin hizmetçileri, abdest aldığı yere su kabları ile geliyorlardı. Peygamberimiz kablarda bulunan sulara fevzü bereket girsin diye, herkesin kabına elini daldırdı.”[765]


62- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Eğer Musa peygamber sağ olup gelseydi. Sizde beni bırakarak O'na tabi olsaydınız, şüphesiz ki doğru yoldan sapmış olacaktınız. Peygamberlerin arasında size düşen hisse benim. Ümmetlerin arasında bana düşen hisse ise sizlersiniz.”[766]


63- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben Allahtan başka hakiki bir dost edinseydim Ebu Bekri (r.a.) dost edinirdim. Fakat O benim din kardeşim ve hakiki bir arkadaşımdır.”[767]


64- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ey müminler, her birinizin cehennem ateşine düşmemesi içiz (manen) eteğinizden tutup kurtarmağa çalışıyorum.”[768]


65- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Şüphesiz benim vefatımla yeryüzüne gelecek olan musibet müslümanları kuvvetlendirir.”[769]




ne hazırladın?) buyurdu. Arabî: (Ya Resûlallah hiç bir hazırlığım yoktur, ama Allahı ve seni severim.) dedi. Hazreti Peygamber buyurdular ki:


(Bu sözde sadık isen sevdiğin ile berabersin.)


Nakledilir ki, Hak Teala Hazretleri, Fahr-i Alem Hazretlerinin nurundan bir ağaç yarattı, dört budağı vardı. Ona Yakîn Ağacı derlerdi. Ondan sonra Muhammed Mustafa Aleyhisselam'ın nurunu inciden bir zarf içinde zahir eyledi. Bir tavus kuşu suretinde o ağacın üzerine kondu. Bin sene o ağacın üzerinde teşbih eyledi. Ondan sonra Hak Teala Hazretleri haya aynasını, o tavusun karşısına koydu. Tavus kuşu, o aynaya baktığı zaman çok güzel surette ve gayet süslü bir heybette olduğunu gördü. Utandı, beş kere secde etti. Böylece o secde, bize beş vakit namaz oldu.[770]




66- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kurban kesmek size değil bana farz kılınmıştır. Kuşluk namazı kılmak size değil, bana emrolunmuştur.”[771]


67- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Her peygamber hastalandığı vakit, dünyayı isteyip eski sıhhatine dönmek ile (ahirette Allah’ın cemalini görmek için ) irtihal etmenin arasında muhayyer bırakılır.”[772]


68- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Her peygamber vefat ettiğinde kırk sabahın dışında, her gün kabrinde ( kıyamete kadar namaz kılmak için ) ayağa kalkar.”[773]


70- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Asıl cimri, yanında anıldığım zaman bana selavat getirmeyendir.”[774]


71- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Doğru ve kolay olan bir dinle birlikte sizlere peygamber olarak gönderildim. Öyleyse yolumdan ayrılan insan benden değildir.”[775]


72- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben kıyamete yakın (hakiki bir gayeyi tahakkuk için ) kılıcımla savaşmağa gönderildim. Eşi ve ortağı olmayan Allah'a ibadet edilsin. Benim rızkım mızrak gölgesi altında kılınmıştır. Hakaret ve küçüklük lekeleri bana muhalefet edenlerindir. Başka bir millete benzeyen bir kimse onlardan sayılır.”[776]




Hak Teala Hazretleri, o nura yine nazar eyledi. O nur, Hak'ctan haya edip terledi. Böylece Hak Teala Hazretleri, onun başının terinden melekleri yarattı. Yüzünün terinden de Arş'i, Kürs'i, Levh'i, Kalem’i, Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları yarattı. Gövdesinin terinden ise Nebileri, Resulleri, Alimleri, Şehidleri ve Salihleri yarattı. O tavusun kuyruğunun terinden de Yahudileri, Nasarayı ve münafıkları yarattı. Ayağının terinden de yerleri ve yerlerin içindekileri yarattı, ta esfeles-safiline ve cehennemle cehennemin içindekilere vanncaya kadar...


Ondan sonra Hak Teala. Hazretleri dedi:


“ Ey Muhammed, önüne nazar eyle.”[777]




73- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Rüyasında beni gören (kıyamet günü ) beni mutlaka görecektir. Çünkü şeytan Benim suretime girip rüyasında hiç bir insana kendisini gösteremez.”[778]


74- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kim beni rüyasında görürse, mutlaka uyanıkken de görür. Çünkü Şeytan benim şeklime giremez.”[779]


75- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kim Beni Medine'i münevvereye gelip sadece Allalı rızası için ziyaret ederse, Ben de onun Kıyamet günü dostu ve şefaatçisi olurum.”[780]


76- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kim kabrim yanında bana selavatı şerife getirirse Ben onu işitirim (karşılık olarak ona dua ederim.) Kim memleketine dönerken Bana selavat getirirse, memleketine varmasına vesile olurum.”[781]


77- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kim Bana bir kere selavat getirirse, Yüce Allah kendisine Uhut dağı kadar sevap yazacaktır.”[782]


78- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Doğudan esen rüzgarla, düşmanlarıma karşı Bana yardımcı olundu. Dinsiz kavmi ise batıdan esen rüzgarla helak oldular.”[783]


79- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yüce Allah Benden hadisleri dinleyip başkalarına ulaştıranlardan razı olsun. Umulur ki ulaştırılan kimseler daha anlayışlı olabilir.”[784]




Muhammed Mustafa Aleyhisselanı önüne nazar ettiği zaman her tarafının nur olduğunu gördü. Önündeki nur, Hazreti Ebubekir'in nuru idi. Onun ardında Hazreti Ömer'in nuru, sağında Hazreti Osman'ın nuru, solunda ise Hazreti Ali'nin nuru vardı. Allah hepsinden razı olsun.


Ondan sonra Muhammed Mustafa Aleyhisselanı Hazretlerinin nuru, yetmiş bin sene Hakkı tesbih ve zikreyledi. Bundan sonra evvela nebilerin canlarını yarattı. Hak Teala Hazretleri nebilerin canlarını yarattığı zaman onlar: “La ilahe illallahu Muhammedün resûlullah” dediler.[785]




80- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yüce Allaha yemin ederim ki, ben her gün yetmiş kereden fazla tevbe ve istiğfar ederim.”[786]


81- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ey insanlar benden bir kere dahi olsun şüphelenmeyin. Çünkü ben ancak, Allah'ın helal kıldıklarına helal, haram kıldıklarına da haramdır derim.”[787]


82- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Benimle sizin durumunuzla yaktığı ateşe atlayan kelebekleri kurtarmaya çalışan kimselerin durumu gibidir. Çünkü ben ( dininizi öğretmek suretiyle ) sizi eteğiniz den tutup ateşten kurtarmağa çalışırken, siz de elimden kaçıp ( çeşitli günahlar işleyerek ) ateşe atlıyorsunuz.”[788]


83- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Benim kıyametin durumu ( ha geldi, ha gelecek diye) yarış eden iki koşu atma benzer. Yine benimle sizin durumunuz, daha önce gönderilip düşman bu tarafa geliyor diye elbiselerini çıkararak işaret eden bir öncüye benzer.”[789]




Bundan sonra Hak Teala Hazretleri bir kandil yarattı. Muhammed Aleyhisselam'ın ruhunu dünyadaki gibi tasvir eyledi, o kandile koydu, namaz kılar gibi... Ondan sonra nebilerin canları, Muhammed Aleyhisselam'ın ruhu çevresinde iki yüz bin yıl tavaf eylediler. Ondan sonra Hak Teala Hazretleri, ruhlara buyurdu:


“Muhammed Aleyh is selam'a nazar edin.”


Bunun üzerine ruhlar, ona nazar eylediler. Her kim başını gördüyse yeryüzüne sultan oldu. Her kim alnını gördüyse adil oldu.




Alemler nura gark oldu,


Muhammed doğduğu gece.


Mü,min, münafık fark oldu,


Muhammed doğduğu gece.


Gökten yere nûr atıldı,


Yediler kırka katıldı,


Keşişlerin dili tutuldu,


Muhamraed doğduğu gece.[790]




84- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben müminlere öz nefislerinden daha üstünüm. Çünkü borçlu olarak ölen bir müminin borcunun ödenmesi bana aittir. Şayet malı varsa o malı varislerine kalır.”[791]


85- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Benim ismim Muhammed (a.s.) dır. Babamın adı Abdullah Bin Muttalip İbni Haşim, İbni Abdi Menaf, İbni Kuseyy, İbni Hekim, İbni Mürre Kaab, İbni Lüey, İbni Galib, İbni Fihr, İbni Malik, İbni Nazır, İbni Kinane, İbni Hüzeyme, İbni Müdrike, İbni İlyas, İbni Mudar, İbni Mirar, İbni Mead, bunlar benim atalarımdır. Yüce Allah neslimi iki grubu ayırdığı zaman beni en iyi gruptan eylemiştir. Ben bir ana ve babadan nikah yolu ile dünyaya geldim. Adem Peygamberden bu ana kadar gelmiş geçmiş olan ecdadımdan bana fuhuş lekelerinden hiç bir leke bulaşmamıştır Öyleyse ben soyca hepinizden daha üstünüm.”[792]


86- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Şüphesiz ben, yalanı ve yanlışı olmayan doğru bir peygamberim. Aynı zamanda Abdulmattalibin torunuyum.”[793]


87- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Şüphesiz ben, yalanı, yanlışı olmayan doğru bir peygamberim. Aynı zamanda Abdulmuttalibin torunuyum. Ben soyca en halis bir arabım. Kureyş kabilesinden olup Said B. Bekri kabilesinde büyümüşüm. Benim lisanım olan Arap diline yanlışlıklar nereden karışır?”[794]




Muhammedi anadan düştü,


Kafirlerin aklı şaştı,


Kiliseler hep yere göçtü,


Muhammed doğduğu gece


Suyun rengi nura döndü,


Gökten yere nurlar indi,


Hep susuzlar suya kandı,


Muhammed doğduğu gece[795]




88- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Ben kıyamet günü herkesden evvel dirilip, kabrimden çıkarak mahşer meydanına geleceğim. Allah'ın huzuruna gelen insanların hatibi, O'nun rahmetinden umutlarını kesenlerin müjdeleyicisi ben olacağım. O şiddetli günde hamd sancağı eline verilecektir. Allah'ın indinde insanların en üstün olani benim. Bu, benim için bir iftihar meselesi değil, belki Yüce Allah’ın bana verdiği nimetlerini ikrar etmemdir.”[796]


94- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kıyamet günü insanların, en çok peşinden gidecek olan peygamber ben olacağım. (Ümmetim diğer peygamberlerin ümmetinden daha fazla olacaktır.) Ve cennet’in kapısını çalacak ilk insan yine ben olacağım.”[797]


91- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yer yarılarak kabrimden en önce çıkacak, cennetin zinetlerinden giyecek, arşı A'lanın sağında ilk önce ayağa kalkacak ben olacağım. Arşı A'lanın sağında o makama benden başka hiç kimse oturmayacaktır.”[798]


92- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Yer yarılarak kabrinden, ilk önce ben çıkacağım. Ondan sonra Ebu Bekir, Ömer, sonra Medine ahalisi çıkarak benimle birlikte, kabirlerinden çıkan Mekke’lileri bekleyeceğiz.”[799]


93- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki


“Kıyamet günü bütün insanların efendisi, yer yarılarak kabrinden ilk çıkacak insanlara şefaat kabul edilecek yine ben olacağım.”[800]




Cenabı-risaletmeab efendimiz, Rebiulevvelin on ikinci Pazartesi günü, Rumî nisanın yirmi veya yirmi ikisinde; duha vaktinde zuhur edeceği için; nisan yağmurları buna binaen mübarek ve şifalı ve berekete sebeb olmuştur. Efendimiz doğduğu gece, Kabe ikiye ayrılmıştı. Bu vak'adan dolayı, Kureyş çok korkmuşlar, türlü türlü bu hadiseyi tefsir etmişlerdi. Kimisi Hz. Amine'nin pederinin o gece alemi bekaya gitmesinden ötürü olduğunu ileri sürüyordu. Zira, o gece Resul hazretlerinin anne dedeleri olan Vahab bin Abdi-Menaf ki, arabın sayılı kişilerindendi. Efendimizin doğduğu gece onun vefat haberi Mekke'ye yayılmıştı.


Kureyş, bu münazaada iken, Kabe'nin, içinden işittikleri[801]


dua
islam

Anonim" seçeneğiyle isim vermeden yorum yazılabilir.
"Adı/URL" seçeneğiyle sadece isim verilerek de yorum eklenebilir.

Yorum Gönder (0)
Daha yeni Daha eski