Fethul Bari, Sahihi Buhari > Namaz

1. Ciltten Devam"

32. Kıbleye İlişkin Diğer Hususlar, Yanlışlıkla Kıbleden Farklı Yöne Namaz Kılmak


33. Camideki Tukurugun El İle Temizlenmesi


34. Camideki Sümüğün Taşla Temizlenmesi


35. Namazda Sağ Tarafa Tükürülmez


36. Sol Tarafa Veya Sol Ayağın Altına Tükürmek


37. Camiye Tükürmenin Keffâreti


38. Balgamın Camiye Gömülmesi


39. Namazda Tükürüğüne Mani Olamayan Kimsenin Elbisesinin Bir Ucunu Kullanması


40. Namazı Tam Kılmaları Ve Kıbleye Karşı Gereken Saygıyı Göstermeleri Konusunda İmamın Cemaati Uyarması


41. Falancanın Camisi Denir Mi?


42. Camide Mal Paylaştırmak Ve Camiye Hurma Dalı Asmak


43. Camide Yemek Davetinde Bulunmak Ve Daveti Kabul Etmek


44. Camide Davaya Bakmak Ve Karı-Kocanın Lian Yapması


45. Başkasının Evinde İstenilen Veya Gösterilen Yerde Namaz Kılmak


46. Evlerdeki Mescıdler (Namazgahlar)


47. Camiye Girerken Ve Diğer Hayırlı İşlerde Sağdan Başlamak


48. Cahiliye Müşriklerinin Kabirlerinin Başka Bir Yere Nakledilip Yerlerine Cami Yapılması


49. Davar Ağıllarında Namaz Kılmak


50. Develerin Bulunduğu Yerlerde Namaz Kılmak


51. Allah Rızasını Gözeterek, Tandıra, Ateşe Veya Kendisine İbadet Edilen Başka Bir Şeye Karşı Namaz Kılmak


52. Mezarlıkta Namaz Kılmanın Mekruh Oluşu


53. Yere Batırma Cezası Ve Azabın Gerçekleştiği Yerlerde Namaz Kılmak


54. Hıristiyanların Mabedinde Namaz Kılmak


55. Bâb


56. Yeryüzünün Hz. Peygamber İçin Mescid Ve Temizleyici Özelliğe Sahip Kılınması


57. Kadınların Mescidde/Camide Uyuması


58. Erkeklerin Mescidde/Camide Uyuması


59. Seferden Dönünce Namaz Kılmak


60. Camiye Girince İki Rekat Namaz Kılmak


61. Camide Abdest Bozmak


62. Mescidin Yapılması


63. Cami Yapımında Yardımlaşmak


64. Minber Ve Caminin Diğer Ahşap Malzemesi Hakkında Marangozlardan Ve Sanatkarlardan Yardım İstemek


65. Mescid/Cami Yaptıran Kimse


66. Mescide Girince Okların Uçlarını Tutmak


67. Caminin İçinden Geçmek


68. Camide Şiir Okumak


69. Kısa Mızrakla Camiye Girmek


70. Camideki Minber Üzerinde Alışverişten Bahsetmek


71. Camide Borç İsteyip Borçluyu Sıkıştırmak


72. Caminin Temizliğini Yapmak, Camideki Çerçöpü Toplamak


73. Şarap Ticaretinin Camide Haram Kılınması


74. Camiye Hizmet Etmek


75. Esir Ve Borçluların Camide Bağlanması


76. Yeni Müslüman Olanın Gusül Abdesti Alması Ve Esirlerin Camide Bağlanması


77. Hastalar Vb. Kimseler İçin Camide Çadır Kurmak


78. Bir Sebepten Dolayı Camiye Deve Sokmak


79. Bâb


80. Camiye Küçük Kapı Ve Geçit Açmak


81. Kabe Ve Camilerin Kapısının Kapanması


82. Müşriklerin Camiye Girmesi


83. Camide Yüksek Sesle Konuşmak


84. Camide Oturmak Ve Halka Oluşturmak


85. Camide Sırt Üstü Yatıp Ayakları Uzatmak


86. İnsanlara Zarar Vermediği Sürece Yol Üzerinde Cami İnşa Edilebilir


87. Pazardaki Camide Namaz Kılmak


88. Camide Ve Diğer Yerlerde Parmakları Kenetlemek


89. Medine Yollarındaki Mescidler Ve Hz. Peygamberin Namaz Kıldığı Yerler


90. İmamın Sütresi, Cemaatin Sütresi Demektir


91. Namaz Kılan İle Sütre Arasındaki Mesafe


92. Mızrağa Doğru Namaz Kılmak


93. Küçük Mızrağa Doğru Namaz Kılmak


94. Mekke Ve Diğer Yerlerde Sütre Kullanmak


95. Sütuna Doğru Namaz Kılmak


96. Cemaat Dışında Mescidin Direkleri/Sütunları Arasında Namaz Kılmak


97. Bab


98. Yük Devesine, Beş Yaşındaki Deveye, Ağaca Ve Deve Palanına Karşı Namaz Kılmak


99. Yatağa Doğru Namaz Kılmak


100. Namaz Kılan Önünden Geçene Mani Olur


101. Namaz Kılanın Önünden Geçenin Günahı


102. Namaz Kılanın Namaz Kılan Başka Birine Doğru Yönelmesi


103. Uyuyanın Arkasında Namaz Kılmak


104. Kadının Arkasında Nafile Namaz Kılmak


105. Başkası Tarafından Yapılan Bir Fiil, Namaz Kılanın Namazını Bozmaz, Görüşünde Olanlar


106. Namazda Küçük Kız Çocuğunu Omuzda Taşımak


107. Hayızlı Kadının Bulunduğu Yatağa Doğru Namaz Kılmak


108. Secde Etmek İçin Yer Açmak Gayesiyle Namaz Kılanın Hanımını Eliyle Dürtermesi Mümkün Mü?


109. Kadınların Namaz Kılanı Rahatsız Eden Bir Duruma Son Vermesi






FETBU'L-BÂRÎ (2)



8. BÖLÜM NAMAZ


1. Ciltten Devam"



401- Alkame'den şöyle nakledilmiştir: Abdullah İbn Mes'ûd Hz. Peygamber-'in kendilerine namaz kıldırdığını anlattı. (Alkame'nin rivayet ettiği ravi İbrahim, fazla mı yoksa eksik mi kıldırdığını hatırlamıyorum demiştir.)


Allah Resulü selam verince ona, "Ey Allah'ın elçisi namazla ilgili yeni bir gelişme mi oldu?" diye sordular. O da, "Böyle bir şey olmadı" diye cevap verdi. Ashab~ı kiram "Şöyle şöyle namaz kıldırdın" deyince Hz. Peygamber ayaklarını büküp kıbleye yöneldi ve iki kez secdeye gitti, sonra selâm verdi. Yüzünü bize çevirdikten sonra ise şöyle buyurdu: Eğer namazda bir değişiklik olsaydı elbette size haber verirdim. Ancak ben de sizin gibi bir insanım. Nasıl ki siz unutuyorsanız, ben de unuturum. O halde unuttuğum zaman bana hatırlatın. İçinizden kim namazı konusunda şüpheye düşerse doğru olanı esas alıp ona göre namazını tamamlasın. Sonra selâm verip iki kez secde etsin.[1]



Açıklama



(yeni bir gelişme); Burada ashâb-ı kiram, alışageldikleri namazın değiştiğini gösteren bir vahyin gelip gelmediğini öğrenmek istemiştir. Onların bu hususta soru yöneltmeleri, neshi kabul ettiklerini ve neshin meydana geleceğini beklediklerini gösterir.


Bu hadiste, amel ederken peygamberlerin de yanılabileceğine dair delil vardır. Bu hususta İbn Dakîku şöyle demiştir: "Alimlerin çoğu ile en-Nazzâr bu görüştedir. Bazı gruplar Hz. Peygamber'in yamlmayacağını savunarak şaz kalmışlardır. Bu hadiste geçen "Nasıl ki siz unutuyorsanız, ben de unuturum", "O halde unuttuğum zaman bana hatırlatın" ifadeleri onlara cevap niteliğindedir.


Namazda yantlanı ikaz etmek "sübhânallâh" gibi çeşitli zikirlerle olur. Hz. Peygamber'in Eğer namazda bir değişiklik olsaydı elbette size haber verirdim " sözü, İhtiyaç anında açıklama yapmanın geciktirilmemesi gerektiğine bir delildir.


(kıbleye yöneldi); Hadisin bu kısmı, namaz kılarken bütün durumlarda kıbleye yönelmeyi terk etmenin caiz olmadığına delalet eder. Ayrıca bu rivayet, imamın kendisine uyanların sözüne tabî olması gerektiğine delil olarak kullanılmıştır.


(doğru olanı esas alıp); Burada yakine göre namazı devam ettirmek kasdedilmiştir.




32. Kıbleye İlişkin Diğer Hususlar, Yanlışlıkla Kıbleden Farklı Yöne Namaz Kılmak



Hz. Peygamber öğle namazının ikinci rekatında selam verdi ve yüzünü cemaate çevirdi. Daha sonra kalkıp namazın geri kalan kısmını tamamladı.


402- Humeyd, Enes İbn Mâlikten şöyle nakletmiştir: "Hz. Ömer şöyle dedi Üç konuda Rabbim temennilerimi gerçekleştirdi; Hz. Peygamber'e ibrahim makamında bir namaz yeri edinelim dedim, Allah Teâlâ "Siz dt ibrahim'in makamında bir namaz yeri edinin! (orada namaz kılın) [2] âyetini in dirdi. Hicab âyetinde de Rabbim benim temennim doğrultusunda emir buyurdu


Allah Resûlü'ne Ey Allah'ın elçisi hanımlarına söylesen de örtünseler, zira hem iyi hem de kötü insanlar onlarla konuşuyor' dedim. Bunun üzerine hicab âyeti nazil oldu. Rasûlullah'ın hanımları kıskançlık konusunda ona karşı birleşmişlerdi. Onlara, 'Belki de onun Rabbi, sizi bo-şarsa sizden daha hayırlı eşleri ona nasip eder' dedim bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[3]



Açıklama



(Yanlışlıkla Kıbleden Farklı Yöne Namaz Kılmak); Bu meselenin aslı, kıble konusunda ictihadda bulunup hata ettiğini anlayan kimseyle İlgilidir. İbn Ebî Şeybe Saîd İbn Müseyyeb, Atâ, Şa'bî ve daha başkalarının, böyle birinin namazını yeniden kılmasının gerekmediği görüşünde olduğunu nakletmiştir. Kûfelüer de bu görüştedir. Zührî, İmam Mâlik ve başka âlimlerden bir kısım ise, böyle bir kimsenin vakit çıkmadan önce hatasını fark ederse namazını yeniden kılması gerektiği görüşünü savunmuşlardır. İmam Şafiî'ye göre ise ister vakit çıksın isterse çıkmasın mutlak surette namazını kaza eder.


Kıbleyi yanlış tayin edip namaz kılan kimsenin, Kabe'ye arkasını dönmesine rağmen namaz kılan hükmünde olması bu alt başlığın konu başlığı ile olan ilişkisini açıklar.


(Üç konuda Rabbim temennilerimi gerçekleştirdi) Bu ifade "Rabbim üç konuda benim temennim doğrultusunda emir buyurarak benim düşünceme uygun hüküm indirdi" anlamına gelir. Hz. Ömer edeb gereği böylesi bir muvafakati kendisine nispet etmiştir. Ya da, düşüncesinin sonradan meydana geldiğine, hükmün ise ezelde takdir edildiğine işaret buyurmuştur.


Burada Hz. Ömer'in muvafakati üç İle sınırlı tutması, bunun üçten fazla olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bunun dışında pek çok konuda muvafakati gerçekleşmiştir. En meşhuru ise, Bedir esirleri ile münafıkların cenaze namazı konusunda gerçekleşen muvafakattir. Bu iki olay, Buhârî ve Tirmizî'nin "Sahîh"lerinde mevcuttur. İbn Ömer'den kendisinden nakledilen hadiste şöyle demiştir: "İnsanların karşılaştıkları bir durumda, herkes bir şey söyler, Ömer de bir şey söylerse, vahiy onun görüşlerine uygun bir şekilde inerdi." Bu rivayet, onun muvafakatinin çok olduğunu gösterir.


Hadisin konu başlığı ile ilgisine gelince: Bu konuda Kirmânî şöyle demiştir: "Bu başlıktan maksat, kıble ve onunla ilgili nakledilen rivayetlerdir. Bu durumda.


İbrahim makamını Kabe ile tefsir edenlere göre bu hadis ile konu başlığı arasındaki münasebet açıktır.


İbrahim makamını, bütün harem bölgesi olarak tefsir edenlere göre, âyetinde geçen harf-i çeri teb'îd içindir. Şöyle ki, İbrahim makamının bir bölümü, kelimesi ise kıble anlamına gelir. Bu durumda âyet, İbrahim makamının bir bölümünü kıble edinin anlamını ifade eder.


İbrahim makamını, onun üzerine çıktığı taş olarak tefsir edenler de vardır. Bu görüş hepsinden daha isabetlidir. Bu durumda, kıble oiduğu için değil dek bu makamda namaz kılmanın Kabe'ye yönelmekle ilgili olmasından dolayı hadisin konu başlığı ile münasebeti ortaya çıkar.


İbn Reşıd de şöyle demiştir: "Kanaatime göre, kıblenin tayini meselesinin bir ictihad konusu olduğuna işaret etmek, bu hadisin konu başlığı ile ilgisini göstermektedir. Çünkü Hz. Ömer, Kabe'nin ön tarafında bulunan İbrahim makamına doğru, namaz kılınacak yerin tespiti için ictihad etmiştir. Bu içtihadıyla kıble yönlerinden birini tercih etmiştir. Burada da Rabbine muvafakati gerçekleşmiştir. Bu olay, gayretini sarfettikten sonra kıble tayini hususunda ictihad eden kimsenin doğru yaptığını gösterir. Bu durum gayet açıktır.


403- Abdullah İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Müslümanlar Kubâ mescidinde sabah namazını kılarlarken ashaptan birisi çıkagelip, onlara: 'Bu gece inen âyetle Allah Resûlü'ne Kabe'ye yönelmesi emredildi, siz de o tarafa yönelin' deyince, yüzleri Şam'a dönük olan cemaat, hemen o anda Kabe'ye doğru döndü.[4]



Açıklama



(emredildi); Buna göre, Hz. Peygamber'e yapılan emir, ümmetini de bağlar. Kendisine özgü olduğuna dair bir delil bulunmadığı sürece onun, sözleri gibi davranışlarına da uyulur.


Rivayette bahsi geçen kıble değişikliği, İbn Ebî Hâtim'in Süveyle bintu Eslem'den naklettiği ve bizim de şu an bir bölümünü nakledeceğimiz şu hadiste anlatılmaktadır. "...Derken kadınlar erkeklerin, erkekler de kadınların yerine geçti. Geri kalan iki secdeyi Mescid-i Haram'a doğru yaptık." Olayı şu şekilde tasvir edebiliriz: İmam, mescidin Ön tarafında bulunan mihrabdan ayrılarak mescidin arkasına geçmiştir. Çünkü Kabe'ye yönelen beytu'l-makdise sırtını döner. Eğer İmam yerinden ayrılmadan donseydi arkasında cemaatin saf tutacağı genişlikte yer kalmazdı. İmam yerini değiştirince onunla birlikte erkekler de yerlerini değiştirip imamın arkasına geçmişlerdir. Keza kadınlar da hareket edip erkeklerin arkasında saf tutmuşlardır. Bütün bu yapılanlar, namazda amel-i kesîr kavramı içine girer. Muhtemelen bu olay, amel-i kestrin haram kılınmasından önce gerçekleşmiştir. Nitekim bu hadîse, namazda konuşmanın haram kılınmasından önce meydana gelmiştir. Belki de, bahsi geçen maslahattan dolayı yapılan amel-i kesîr mazur görülmüştür. Ya da, cemaat kıbleyi değiştirirken adımlarını peş peşe atmamıştır. Aksine ara ara atmıştır.


Bu hadise göre, nasih olan bir nassın hükmü, nesihten haberi olmayan kimseler hakkında geçerli değildir. Çünkü Kabe'ye yönelme emri, Kubâ sakinlerinin kıldıkları namazdan birkaç vakit önce gelmişti. Tahâvî buradan hareketle, Islâmî davetin kendisine ulaşmadığı ve başka yollardan İslâm'ı öğrenme imkanının bulunmadığı kimselerin farzlarla sorumlu tutulamayacağı hükmüne varmıştır.


Bu rivayet, Rasûlullah döneminde ictihad yapılabildiğine delil teşkil eder. Çünkü Kubâ'daki cemaat namazı bırakmamış, aksine namaza devam etmişlerdir. Onların bu davranışı, namaza devam ederek kıbleyi değiştirme düşüncesini, namazı bozarak yeniden kılma düşüncesine tercih ettiklerini gösterir. Bu da ancak, ictihadla mümkündür. Ancak bu görüş tartışmaya açıktır. Çünkü, cemaat daha önceden haberdar oldukları bir nasa göre böyle davranmış olabilir. Zira Allah Resulü bu değişikliği beklemekte idi. Bu yüzden, namazı bozmadan kıble değiştirilmesi gerektiğini önceden onlara öğretmesinde herhangi bir engel yoktur.


Bu hadis, haber-i vahidin kabul edileceğine ve onunla amel etmenin farz olduğuna delil teşkil eder. Ayrıca haber-i vahidin, ilim ifade eden bir haberle sabit olan bir hükmü neshedebileceğini gösterir. Çünkü Kubâ halkının beytu'l-makdise doğru namaz kılmaları kesin bir bilgiye dayanmaktaydı. Zira Hz. Peygamber'in bu şekilde namaz kıldığını görüp duruyorlardı. Beytu'l-makdisi bırakıp Kabe'ye yönelmeleri, bir kişinin getirdiği haberle olmuştur. Ancak onların bu gerekçelerine şu şekilde itiraz edilmiştir: Kubâ halkına gelen söz konusu haber, bir çok karine ve ipuçlarıyla hissettirilmişti. Bütün bunlar onlar açısından, gelen haberin kesin bilgi içerdiğini gösterir nitelikteydi. Dolayısıyla onlara göre, ilim ifade eden bir husus, yine ilim ifade eden bir başka hususla neshedilmiştir.


Bu hadise göre, namazda olmayan kimse, namazdaki birine bir şeyler öğretebilir. Yine buna göre, namazdaki birinin, namaz kılmayan kimsenin sözünü dinlemesi namazını bozmaz.


İbn Ömer hadisinin konu başlığı İle münasebetine gelince; hadiste geçen "Kabe'ye yönelmesi emredildi" ifadesi, rivayetin konu başlığı ile ilgisini gösterir. Hadisin alt başlıkla uyumu ise şu şekildedir: Kubâ cemaati, namazın ilk rekatını kıblenin değiştiğini bilmedikleri için neshedilen kıbleye doğru kılmıştı. Buna rağmen namazları geçerli kabul edilmişti. Yeniden kılmaları emredilmemişti. Kıble hususunda yanılan kimse de, onlarla aynı durumdadır. Ancak aralarında şu şekilde bir ayırıma gitmek mümkündür: Yeni hükmü bilmeyen kimse, ilk hükme uyar. Bu durumda yanılan kimse için mazur görülmeyen hususlar onun için mazur görülür. Çünkü önceden bildiği hükme göre amel etmiştir.


404- Alkame Abdullah İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Peygamber öğle namazım beş rekat olarak kıldırdı. Cemaat 'Namaza ilave mi oldu?' diye sordu. Allah Resulü Böyle bir şey olmadı' buyurdu. Ashâb-ı kiram 'Beş rekat kıldınız' deyince Rasûlullah ayaklarını katladı ve iki kez secde etti."




33. Camideki Tukurugun El İle Temizlenmesi



405- Enes İbn Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber mescidin kıble istikametindeki duvarında baigam gördü. Bundan dolayı rahatsız oldu. Hatta canının sıkıldığı, simasından belli oluyordu. Hemen kalktı eliyle onu kazıdı ve sonra şöyle buyurdu: "içinizden biri namaza durduğu zaman bilsin ki, Rabbine münacatta bulunuyor demektir (veya Rabbi kıble ile onun arasındadır). O halde, hiç kimse kıble istikametine tükürmesin. Mecbur kalırsa soluna veya ayaklarını bastığı yere tükür-sün." Sonra ridasınin bir ucunu tutup içine tükürüp katladı ve şöyle buyurdu: Ya da, böyle yapsın!"



Açıklama



(Camideki Tükürüğün E! ile Temizlenmesi); Camideki tükürük doğrudan el ile temizlenebileceği gibi bir Alet vasıtayla da temizlenebilir. Ancak İsmâîlî buna itiraz ederek hadiste geçen "eliyle onu kazıdı" ifadesinin, Hz. Peygamber'İn bizzat kendisinin balgamı temizlemeyi üstlendiği anlamına geldiğini belirtmiştir. Ona göre bu ifade Allah Resûlü'nün balgama eliyle temas ettiği şeklinde anlaşılamaz.


(Simasından belli oluyordu); Yani Rasûlullah'ın hoşnutsuzluğu yüzüne yansımıştı. Olayın bu kısmı, Nesâî'nin naklettiği hadiste şöyle anlatılmaktadır: "Allah Resulü kızdı. Hatta yüzü kıpkırmızı kesildi." İmam Buhârî'nin, "Edeb Bölümü"nde İbn Ömer'den naklettiği rivayette ise şu ifadeyle anlatılmıştır: "Bunun üzerine mesdddeki cemaate kızdı."


(Rabbi kıble ile onun arasındadır); Benzer bir ifade, bir sonraki hadiste de vardır. Şöyle ki; "Allah, namaz kılanın yüzünü çevirdiği taraftadır" Bu konuda Hattâbî şunları söylemiştir: "Bu ifade, namaz kılanın yöneldiği kıblenin kişinin niyetine bağlı olarak onu Allah'a ulaştırdığı şeklinde anlaşılır. Bu durumda hadisin anlamı şöyle takdir edilir: Kişinin maksudu, kıble ile kendisi arasındadır." Bu ibarede mudafm hazfedildiği de söylenmiştir. Buna göre mana şöyledir: "Allah'ın azameti veya vereceği sevap kıble ile kişinin arasındadır." İbn Abdilber ise şöyie demiştir: "Bu söz, kıblenin önemini beyan etmek için söylenmiştir."


Hak Teâîâ'nın her yerde mevcut olduğunu söyleyen Mutezile mezhebine mensup bazı kimseler, iddialarını desteklemek için bu hadisi delil olarak kullanmıştır. Ne var ki bu, apaçık bir cehaletten başka bir şey değildir. Çünkü hadise göre ayak basılan yere tükürmek, bir çözüm olarak sunulmuştur. Bu da, onların iddialarını çürütmeye yeterlidir. Ayrıca hadiste, Allah Teâlâ'nın arş'ta olduğunu iddia edenlere de, red söz konusudur.[5] Eğer bu hadis, bu görüşlerden birine delil olabiliyorsa diğerine de olabiliyor demektir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.


Bu hadis göstermektedir ki, ister camide olsun ister cami dışında, kıble istikametine doğru tükürmek, özellikle de namaz kılanların tükürmesi haramdır. Kıble istikameti dışında, camide tükürmenin tenzihen mi yoksa tahrimen mi mekruh olduğu konusunda İse ihtilaf vardır.


İbn Huzeyme ve İbn Hibbân'm sahihlerinde merfû1 olarak nakledilen bir hadis şöyledir: "Her kim kıble istikametine tükürürse, kıyamet günü tükürüğü alnının çatma yapışmış olarak hasredilir." Ebu Dâvûd ve İbn Hibbân Sâib İbn Hallâd'dan şöyle nakletmişlerdir; "Adamın biri, bir cemaate namaz kıldırdı, sonra kıbleye doğru tükürdü. Tükürüğü bitince Hz. Peygamber 'Bu adam size namaz kıldırmadı!' buyurdu. Aynı hadiste Allah Resulü o şöyle buyurmuştur: "Çünkü siz, Allah'a ve peygamberine eziyet ettiniz."


(Ayaklannı bastığı yere); Yani sol ayağını bastığı yere tükürsün.


406- Abdullah İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber kıble istikametinde bulunan duvarda tükürük gördü. Hemen onu kazıdı. Cemaate doğru yönelip şöyle buyurdu: Sizden biri namaz kıldığı zaman, yüzünü döndüğü tarafa tükürmesin. Çünkü Allah, namaz kılarken yöneldiği taraftadır.[6]


407- Müminlerin annesi Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü kıble yönündeki duvarda, sümük veya tükürük ya da balgam gördü ve hemen onu temizledi."




34. Camideki Sümüğün Taşla Temizlenmesi



İbn Abbâs şöyle demiştir: "Yaş bir pisliğe basmışsan, ayaklannı yıka! Eğer kuruysa yıkamana gerek yok.


408-409- Humeyd İbn Abdurrahman.'dan şöyle nakledilmiştir: "Ebu Hureyre ve Ebu Saîd el-Hudrî'nin bana anlattıklarına göre Hz. Peygamber cami duvarında balgam gördü. Hemen bir taş alıp onu kazıyarak temizledi. Sonra da şöyle buyurdu: "Sizden biri balgamını çıkaracağı zaman, ön tarafına ve sağ tarafına tükürmesin. Ya sol tarafına ya da sol ayağını bastığı yere tükürsün.[7]



Açıklama



Hadisin konu başlığı ile ilişkisi: Kıble istikametine tükürmenin yasaklanması,


kıbleye saygıdan ileri gelir, tükürük ve benzeri şeylerin insanı rahatsız etmesinden değil. Az da olsa bunun, yasakta etkisi olsa da, esas olan kıbleye saygıdır. Bu yüzden kıble İstikametine çıkarılan balgamın, tükürüğün ve sümüğün kurusu ile yaşı arasında ayırım yapılmamıştır. Oysa pis olduğu için yasaklanan şeylerin, kurusuna basmanın herhangi bir sakıncası yoktur.




35. Namazda Sağ Tarafa Tükürülmez



410-411- Humeyd İbn Abdurrahman'dan şöyle nakledilmiştir: "Ebu Hurey-re ve Ebu Saîd el-Hudrî'nin bana haber verdiklerine göre Hz. Peygamber cami duvarında balgam görmüş. Hemen bir taş alıp onu kazımış. Sonra da şöyle buyurmuştur: "Sizden biri balgamını çıkaracağı zaman, yüzünü çevirdiği yöne veya sağ tarafına çıkarmasın. Soluna veya sol ayağının altına tükürsün"


412- Enes İbn Mâlik Allah Resûlü'nün şöyle buyurduğun nakletti; "içinizden biri önüne veya sağma tükürmesin! Fakat soluna veya ayağının altına tükürsün!"



Açıklama



(Namazda Sağ Tarafa Tükürülrriez); İmam Nevevî kesin bir üslupla her halükârda sağ tarafa tükürmenin haram olduğunu belirtmiştir. Tükürmenin namazda veya namaz dışında, camide veya cami dışında olması arasında fark gözetmemiştir. İmam Mâlik'in de şöyle dediği nakledilir: "Namaz dışında sağ tarafa tükürmekte bir sakınca yoktur." İbn Mes'ûd'tun namaz dışında sağ tarafa tükürmeyi mekruh kabul ettiği nakledilmiştir. Muaz İbn Cebel'in ise "Müslüman olduktan sonra sağ tarafıma tükürmedim" dediği rivayet edilmiştir. Ömer İbn Abdilazîz de oğluna, her halükârda sağa tükürmesini yasaklamıştır.


Sağ tarafa tükürmenin yasaklanmasının illetini, Hemmâm'm Ebu Hureyre'den naklettiği hadiste geçen "zira sağ tarafında melek vardır" gerekçesi ile izah edenler, söz konusu yasağı namaz hali ile tahsis etmişlerdir.


Hattâbî şöyle demiştir: "Eğer solunda biri varsa, her iki tarafa da tükürmez. Ayağının altına veya elbisesine tükürür."




36. Sol Tarafa Veya Sol Ayağın Altına Tükürmek



413- Enes İbn Mâlik Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmîştir:


"Müslüman namaz kılarken Rabbine münacatta bulunur. O halde Önünüze ve sağ tarafınıza tükürmeyin. Eğer mecbur kalırsanız solunuza veya ayağınızı bastığınız yere tükürsün.


414- Ebu Saîd el-Hudrî'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü caminin kıble istikametinde balgam gördü. Hemen bir taş alıp onu kazıdı. Sonra insanların önüne ve sağma tükürmesini yasakladı. Soluna veya sol ayağının altına tükürmesine ise müsaade etti."




37. Camiye Tükürmenin Keffâreti



415- Enes İbn Mâlikten Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Camiye tükürmek, bir günahtır. Keffâreti ise onu gömmektir."



Açıklama



Ahmed İbn Hanbel ile Taberânî, merfû' olarak Ebu Ümâme'den şu hadisi nakletmelerdir: "Camide balgam çıkarıp sonra onu gömmemek günahtır, onu gömmek ise sevaptır." Buna göre Allah Resulü balgamın gömülmemesini günah kabul etmiştir. Buna benzer bir hadis de, İmam Müslim tarafından merfû' olarak Ebu Zerr'den nakledilmiştir: 'Ümmetimin işlediği kötülükler arasında, camide çıkarılıp gömülmeyen balgamı da gördüm." Kurtubî şöyle demiştir: "Balgamın camide çıkarılması günah sayılmamıştır. Aksine çıkarıldıktan sonra gömülmeden bırakılması günah kabul edilmiştir.


Saîd İbn Mansur'un rivayetine göre Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrâh, bir gece camiye balgamını çıkarmış, ama gömmeyi unutmuştu. Evine gittikten sonra hatırlayınca eline bir meşale alarak gelip balgamını aramış, onu bulup gömmüş ve: "Bu gece bana günah yazmayan Allah'a hamd olsun" demişti..


Bu rivayet göstermektedir ki, günah olan davranış, camide balgamı gömmeden bırakan kimsenin yaptığıdır. Yoksa onu gömene bir günah yoktur. Camiye balgam çıkarmanın yasaklanma nedeni, Müslümanlara eziyet vermesidir. Bu illet, bahsettiğimiz sonucu gösterir.


Bazıları meseleyi ayrıntılı biçimde ele alarak bir Özür dolayısıyla camiden çıkamayan kimsenin camiye tükürüp onu gömmesinde bir sakınca görmezken, camiden çıkmasına bir mani bulunmayan kimselerin camiye tükürmesini yasaklamıştır. Gerçekten de bu, güzel bir ayırımdır.




38. Balgamın Camiye Gömülmesi



416- Hemmâm, Ebu Hureyre kanalıyla Hz. Peygamber'in Şöyle buyurduğunu nakletmiştîr: "Sizden biri namaza durduğu zaman, önüne tükürmesin! Çünkü namaz kılarken Allah'a münacat etmektedir. Sağ tarafına da tükürmesin! Çünkü o tarafında bir melek vardır. Soluna ya da ayağını bastığı yere tükürsün. Sonra da onu gömsün!"




39. Namazda Tükürüğüne Mani Olamayan Kimsenin Elbisesinin Bir Ucunu Kullanması



417- Enes İbn Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü kıble tarafında balgam gördü. Eliyle onu temizledi. Bundan rahatsızlık duyduğu belli oluyordu (veya bundan dolayı aşırı derecede hoşnutsuz olduğu belliydi). Orada bulunanlara şöyle dedi: "Sizden biri namaza durduğu vakit, bilsin ki, Rabbine münacatta bulunur (veya Rabbi onunla kıble arasındadır). Öyleyse, kıbleye doğru tükürmesin. Soluna veya ayağını bastığı yere tükürsün." Daha sonra ridasının ucunu tuttu ve ona tükürdü. Sonra elbisesini katlayıp şöyle buyurdu: "Ya da böyle yapsm!"




Açıklama



Yukarıda yer verdiğimiz sonuçlara ilaveten hadisten çıkarılan hükümler ve faydalı bilgiler şunlardır:


1- Pis kabul edilen veya kendisinden kaçılan şeyler camilerden uzak tutulur.


2- İmam, caminin durumunu araştırır, ona gereken saygıyı gösterir ve onu her türlü kötü şeyden korur.


3- Kişi namaz kılarken tükürebilir. Bu, onun namazını bozmaz.


4- Namazda iken öksürmek ve üflemek caizdir. Çünkü balgam, üfleyerek veya öksürerek atılır. Tabi ki, aşırıya kaçmamak ve bunu bir oyun haline getirmemek şartı vardır. Ayrıca öksürüğün, en azı iki harf veya uzatılarak okunan tek harf olan bir söze dönüşmemesi de aranır.


5- İmam Buhârî bu hadisi, namazda İken üflemenin caiz olduğuna delil getirmiştir. Nitekim "Namaz Böiümü'nün sonlarına doğru bunu göreceğiz. Çoğunluk da, bu görüştedir. Ancak bir önceki maddede sayılan şartlar burada da geçerlidir.


6- Tükürük temizdir. Aynı şekilde balgam ve sümük de temizdir. "İnsan tabiatının pis gördüğü her şey haramdır" diyenler bu konuda farklı düşünmüşlerdir.


7- Huşun ve kubuh (iyi ve kötü) meselesi ancak nas ile bilinir.


8- Sağ taraf sol tarafa göre faziletlidir. Eller de, ayaklara göre üstündür.


9- Çok hayırlı kimselerin bile bolca iyilik yapması teşvik edilmiştir. Çünkü bizzat Hz. Peygamber'in kendisi, balgamı temizlemeyi üstlenmistir. Aynı zamanda bu olay, onun ne kadar alçakgönüllü olduğunu gösterir. Hak Teâîâ onun, şerefini ve şanını artırsın!




40. Namazı Tam Kılmaları Ve Kıbleye Karşı Gereken Saygıyı Göstermeleri Konusunda İmamın Cemaati Uyarması



418- Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu ve nakletmiştir:


"Siz benim kıblem yalnız şurasıdır, dolayısıyla önümden başka bir yeri görmem mi sanıyorsunuz? Allah'a and olsun ki, sizin ne huşunuz ne de rükûunuz bana gizli kalır. Elbette sizi arkamdan da görüyorum."



Açıklama



(Siz benim kıblem yalnız şurasıdır, dolayısıyla önümden başka bir yeri görmediğimi mi sanıyorsunuz?) Buradaki istifham, istifham-ı inkârîdin Bu durumda mana şu şekildedir: Siz, kıblem bu tarafta diye yaptıklarınızı görmediğimi zannetmeyin!


Bir yöne dönen, diğer tarafa sırtını döner. Allah Resulü görme duyusunun bir yöne bağlı olmadığını bildirmiştir. Bunun ne anlama geldiği konusunda âlimler ihtilaf etmiştir. Doğrusu, lafız neye delalet ediyorsa öyle anlaşılması gerekir. Yani buradaki görmeden maksat, gerçek görmedir. Bu durum Allah Resûlü'ne özel bir durumdu. Bir başka ifade ile bu, bir mucizedir. İmam Buhârî de bu görüştedir. Bundan dolayı bu hadisi, "Nübüvvetin Alâmetleri" bölümünde zikretmiştir. Ahmed İbn Hanbel ve diğer muhad-dislerin de bu görüşte olduğu nakledilmiştir.


419- Enes İbn Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber bize bir namaz kıldırdı. Sonra minbere çıktı ve 'Ben sizi şu an gördüğüm gibi namazda ve rukûdayken de görüyorum' buyurdu.[8]



Açıklama



(Şu an gördüğüm gibi); Tercih edilen görüşe göre bu rivayette, görmeden maksat göz ile görmektir. Hadîsin zahiri, bunun sadece namazlara özel bir durum olduğunu gösterir. Ayrıca bu hadiste, namazı huşu1 içinde kılmak ile tadîl-i erkâna riayet etmek teşvik edilmiştir. Yine bu hadisten çıkan bir başka sonuca göre ise, imam, insanların namazdaki durumları hakkında, özellikle de olmaması gereken aykırı bir durum gördüğü zaman oniara nasihat etmelidir. Huşunun hükmünü, imam Buhârî'nin namazın nasıl kılınacağını işlediği konu başlıklarının yer aldığı bölümde, diğer konularla birlikte ayrıntılı bir şekilde ele alacağız.




41. Falancanın Camisi Denir Mi?



420- Abdullah Hz. Ömer'den şöyle nakletmiştir: "Hz. Peygamber yarışa hazırlanmış atlar arasında Hafyâ'dan Veda' tepesine kadar yarış yapmıştır. Yarışa hazırlanmamış atlar arasında Seniyye'den Zuraykoğu 1ları camisine kadar yarışmıştır. Abdullah İbn Ömer de yarışanlar arasında idi.[9]



Açıklama



(Zuraykoğullan camisi); Bu hadise göre camilere, onları yaptıranların veye orada namaz kılanların adı verilebilir. İyilikleri yapanlarla birlikte anmak da bu nunla aynı hükümdedir. Çoğunluk bu kanaattedir.




42. Camide Mal Paylaştırmak Ve Camiye Hurma Dalı Asmak



Ebu Abdullah (İmam Buhari) şöyle demiştir. Hurma salkımı anlamına gelir. Tesniyesi çoğulu ise örneğinde olduğu gibi şeklindedir.


421- Enes İbn Mâlikten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'e mısırı Bahreyn'den mal geldi. 'Bunu mescide yığın!' buyurdu. Bu, şimdiye kadar Allah Resûlü'ne gelen en fazla mal idi. Rasûlullah namaz için evinden çıktı, bu sırada gelen mala hiç bakmadı. Namazı bitirdikten sonra malın yanma geldi. Kimi gördüyse ona biraz verdi. Bu esnada amcası Abbâs çıkageldi ve 'Ey Allah'ın elçisi bana da ver. Zira (Bedir'de) hem kendim hem de Akîl için fidye verdim' dedi. Alİah Resulü dedi. Bunun üzerine Abbâs, yere serdiği beze doldurmaya başladı. Sonra bezi kaldırmayı denedi, ama başaramadı. 'Ey Allah'ın elçisi birine emret de, sırtıma kaldırsın' dedi. Rasûlullah saJalifihu aievhi ve senem 'Hayır, olmaz' buyurdu. Bu defa 'Bari sen sırtıma kaldır' dedi. Allah Resulü yine 'hayır, olmaz' dedi. Sonra Abbâs, aldıklarının bir kısmını dağıttı. Tekrar kaldırmayı denedi. Ama başaramadı. Yine Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın elçisi! Birine emret de sırtıma kaldırsın' dedi. Rasûlullah Hayır, olmaz' dedi. Abbâs 'O zaman sen kaldır1 dedi. Rasûlullah =aibiwhu aleyhi ve seik^ı yine 'Hayır, olmaz' dedi. Bunun üzerine Abbâs aldıklarının bir kısmını geri koydu. Sonra yükünü alıp omzuna koydu ve gitti. Hz. Peygamber onun hırsına hayret ettiği İçin gözümüzden kaybolana kadar arkasından baka kaldı. Son dirhem dağıtılana kadar da, meclisi terk etmedi.[10]



Açıklama



(Camide mal paylaştırmak); Bu başlık camide mal paylaşmanın caiz olduğunu gösterir. üzerinde hurma olan dala denir. Bu konuda Sâbit'in "Delâil" adlı eserinde tahriç ettiği bir başka hadis daha vardır. Şöyle ki; "Hz. Peygamber her bahçeden Mescid-i Nebevi'ye bir hurma dalı asılmasını emretti." Allah Resulü hurma dallarının asılmasını yoksullar için istemişti. Sâbit'in bir diğer rivayetinde ise bu olay şöyle anlatılmıştır: "Gelen malın başında Muâz İbn Cebel duruyordu." Muâz'ın gelen malın başında durması, ya ona bekçilik ettiği ya da dağıtımıyla görevlendirildiği içindir.


(Bahreyn'den mal geldi.) İbn EbîŞeybe, Humeyd İbn Hilâl kanalıyla mürsel bir rivayetle, gelen malın Bahreyn için Ön görülmüş haraç olarak Ala İbn el-Hadrami tarafından yollanan yüz bin dirhem olduğunu nakletmiştir. Bu haraç, Hz. Peygamber'e gönderilen ilk haraçtı.


(Hem de Akîl için fidye verdim.) Akîl Ebu Tâlib'in oğlu, Hz. Ali'nin de kardeşidir. Bedir'de amcasıyla birlikte esir edilmişti.


Bu fiil bir şeyi kaldırıp taşımayı ifade eder.


Bu hadiste Hz. Peygamber'in cömertliği bir kez daha ortaya çıkmıştır. O, az veya çok olsun malı hiç önemsemezdi, dönüp ona bakmazdı bile. Ayrıca bu hadis, devlet başkanının kamu yararına olan mallan, hak edenlere geciktirmeden dağıtması gerektiğini gösterir.


Bu hadisten çıkarılan sonuçlara, "Cihad Bölümü"nde "Müşriklerden Fidye Alınması" başlığı altında yer vereceğiz. Bu hadisi İmam Buhârî orada özet olarak zikre de çektir.


Burada bu hadise yer verilmesinin nedeni, Müslümanların ortak malı olan sadaka gibi şeylerin camiye konulabileceğini göstermek içindir. Ancak bunun bir şartı vardır. O da, konan eşyaların namaz gibi camilerin inşa gayesine uygun ibadetlere engel olmaması gerekir. Bahreyn'den gelen malın camiye konması gibi, fitır sadakası olan mallar da camiye konabilir. Ayrıca bu hadisten, insanlara faydalı olan şeylerin de camiye konabileceği anlaşılır. Mesela susayanların İçmesi için su gibi.


Camiye dağıtılmak üzere konan malzeme ile depolamak için konan mallar birbirinden ayırt edilebilir. Depolamak İçin konan mallar, dağıtılacak malların aksine korunur.




43. Camide Yemek Davetinde Bulunmak Ve Daveti Kabul Etmek



422- Ishak İbn Abdullah Enes İbn Mâlik'ten şöyle işittiğini nakletmiştir:


"Hz. Peygamber'i insanlarla birlikte camide otururken buldum. Bana 'Seni Ebu Talha mı gönderdi?' diye sordu. Ben 'Evet' deyince, Yemeğe davet etmen için mi?' diye sordu. Ben yine 'Evet' dedim. Bunun üzerine beraberindekilere 'Kalkın gidelim' dedi. Cemaat yürümeye başladı. Ben de önlerinde yürüdüm.[11]




Açıklama



(Camide Yemek Davetinde Bulunmak ve Daveti Kabul Etmek); Bu hadis, ziyafet olmasa bile yemeğe davet ile bir kaç kişiye yetecek yemeğe çok kişiyi çağırmanın caiz olduğunu gösterir. Ayrıca davet edilenin, davet sahibinin kızmayacağını bildiği takdirde beraberinde başkalarını da götürmesinde bir sakınca olmadığını İfâde eder.




44. Camide Davaya Bakmak Ve Karı-Kocanın Lian Yapması



423- Sehl İbn Sa'd'dan şöyle nakledilmiştir: "Biri Hz. Peygamber'e Ey Allah'ın elçisi! Adam, karısının yanında başka bir erkeği görürse, onu öldürebilir mi?' diye sordu. Sonra benim yanımda camide iken karı koca birbiriyle Han yaptı.[12]




45. Başkasının Evinde İstenilen Veya Gösterilen Yerde Namaz Kılmak



424- İtbân İbn Mâlik'ten yapılan rivayete göre Hz. Peygamber onun evine gelmiş. Ona 'Evinin neresinde sana namaz kıldırmamı istersin?' diye sormuş. Itbân olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: "Ona bir yer gösterdim. Rasûlullah tekbir getirip namaza başladı. Biz de arkasında saf tuttuk. Bize, iki rekat namaz kıldırdı.[13]




Açıklama



Mühelleb şöyle demiştir: "Bu konuda zikredilen hadis, konu başlığının ilk bölümünde belirtilen hükmün ilga edildiğine delalet eder. Çünkü Hz. Peygamber nerede namaz kılabileceği hususunda ev sahibinden izin istemiştir." Ibnu'l-Müneyyir de şunları söylemiştir; "İmam Buhârî meselenin araştırmaya açık bir konu olduğunu ifade etmek istemiştir. Şöyle ki; davet edilen kimse, gittiği evde dilediği yerde namaz kılabilir mi? Eve girmesi konusunda kendisine verilen izin, evin her tarafını kapsar mı? Nereye oturursa otursun, nerede namaz kılarsa kılsın bu umumi izne göre hareket etmiş olur mu? Yoksa nerede namaz kılacağı konusunda izin alması mı gerekir? Zira Allah Resulü izin istemişti. Bu iki İhtimalden ilki daha güçlü görünmektedir. Evet, Allah Resulü izin istemişti. Çünkü ev sahibi namaz kılacağı yeri mübarek kabul etmek için Onu davet etmişti. Bu yüzden namaz kılmak için ev sahibinden, bu amacına uygun yeri göstermesini talep etmişti. Kendisi için namaz kılacak olanlar, genel izne göre hareket ederler." Kanaatime göre ev sahibi, namaz kılacak yeri gösterirse, bu umumi izin tahsise uğramış demektir.




46. Evlerdeki Mescıdler (Namazgahlar)



Berâ İbn Azib, evindeki mescidinde cemaatle namaz kılmıştır.


425- İbn Şihâb'dan şöyle nakledilmiştir: "Mahmud İbn er-Rabî' el-Ensârî bize şöyle anlattı: Ashâb-ı kiramın ensâr kolundan Bedir savaşına katılmış Itbân İbn Mâlik bir gün Rasûlullah'a gelerek Ey Allah'ın elçisi! Akrabalarıma namaz kıldırıyorum. Ama artık gözlerim fonksiyonunu yitirmeye başladı. Yağmur yağıp onlarla evim arasındaki vadiden seller akınca camilerine gidip onlara namaz kıldıramıyorum. Ey Allah'ın elçisi istedim ki, gelip evimde bana namaz kıldırasın. Sonra ben de orayı namazgah edineyim' dedi. Hz. Peygamber ve de ona İnşallah, gelirim' diyerek karşılık verdi."


Itbân olayın bundan sonraki kısmını şu şekilde anlatır: "Bir sabah güneş yükselince Allah Resulü Ebu Bekir ile birlikte çıkageldi. Rasûiullah eve girmek için izin istedi, ben de kabul ettim. Eve girince oturmadı. Sonra 'Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?' diye sordu. Ona evin bir köşesini gösterdim. Rasûiullah namaza durup tekbir aldı. Biz de arkasında durup saf tuttuk. İki rekat namaz kıldırıp selâm verdi."


Itbân daha sonra şöyle devam etti: "Onun için hazırladığımız hazire aşma kalması için gitmesine müsaade etmedik. (Rasûlullah'ın burada olduğunu duyan) çok sayıda mahalle sakini eve akın etti. Nihayet herkes evde toplandı. İçlerinden biri 'Mâlik İbn Duhşin veya İbn Duhayşun nerede?' diye sordu. Bir başkası 'O münafıktır. Allah'ı ve Peygamberi'ni sevmez' diyerek karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Böyle demeyin! Onun Allah rızasını gözeterek lâ ilahe illallah dediğini görmediniz mi?' şeklinde tepki gösterdi. Bu defa ona münafık diyen sahâbî 'Allah ve Peygamberi daha iyi bilir' dedi."


Itbân şöyle devam etti: "Hep Allah Resûlü'nün münafıklara karşı teveccüh gösterip onların iyiliğini istediğine şahit olduk. Hz. Peygamber Şüphesiz Allah, kendi rızasını gözeterek tâ ilahe illallah diyen kimseye ateşi haram kılmıştır' buyurdu.


İbn Şihâb şöyle dedi: "Ensârdan hayırda ön plana çıkan Salİm'in oğullarından biri olan Husayn İbn Muhammed'e Mahmud İbn Rabi' hadisinin sıhhatini sordum. O da, sahih olduğunu belirtti."




Açıklama



(Artık gözlerim fonksiyonunu yitirmeye başladı); Bir başka rivayette "Artık gözlerim yoruldu" şeklinde geçmektedir. Her iki rivayet de, o sırada Itbân'm henüz kör olmadığını gösterir. Ancak İmam Buharı, "Yağmurlu Zamanlarda Verilen İzin" konusunda şu haberi nakletmiştir: "Itbân, âmâ olduğu halde kavmine namaz kıidırırdı. Hz. Peygambere hava karanlık oluyor, yağmur yağıyor, ben ise gözleri görmeyen bir adamım' dedi."


İbn Huzeyme iki rivayeti şu şekilde uzlaştırmıştır: ifadesi henüz görme yeteneğini yitirmeyen ama iyi göremeyen kimseler için kullanıldığı gibi hiçbir şeyi göremeyen kimseler için de kullanılır. Burada en uygunu, şöyle demektir: Itbân gözleri git gide görmez hale geldiği, ayrıca bu tabir, sıhhat halinde gördüğü bazı şeyleri görme duyusunu yitirenler hakkında kullanıldığı için âmâ olduğunu söylemiştir. Böylece iki rivayet arasındaki çelişki giderilir.


(Hazire); Bir tür yemektir. İbn Kuteybe (Ö.276) bu yemeği şöyle tarif etmiştir: "Küçük küçük doğranmış etler, bol miktarda suya konur ve pişinceye kadar kaynatılır. Sonra üzerine un serpilir."


(Hayırda ön plana çıkan); "Nafile Namazları Cemaatle Kılmak" konusunda Ebu Eyyub el-Ensârî'nin Mahmud İbn Rabînin Itbân'dan naklettiği bu haberi, kelime-i tevhidi söyleyenlerin tamamının yanmayacağını ifade ettiği gerekçesiyle, inkar ettiğini gösteren rivayet aktarılacaktır. Nitekim şefaate ilişkin hadisler, kelime-İ tevhidi söyleyen bazı kimselerin de, azab göreceğini bildirir. Alimler bu itiraza şu şekilde cevap vermişlerdir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:


1- İmam Müslim'in naklettiği hadis. Bu hadise göre, İbn Şihâb bu konudaki rivayetten sonra "Bu olayın ardından farzlar ve diğer hususlara ilişkin vahiy geldi. Bize göre bundan böyle, cehennemde azap görmek, bunlara riayet edip etmemeye bağlıdır. Artık kendini aldatmamayı başaran, kendisini aldatmasın!" demiştir. Ancak onun bu sözü, pek de isabetli değildir. Çünkü beş vakit namaz, tartışmasız olarak bu olaydan çok önce farz kılınmıştı. Bu başlık altında verilen hadisten ilk akla gelen mana ise, beş vakit namazı terk eden muvahhidlerin azap görmeyeceğidir.


2- İhlaslı bir şekilde kelime-i tevhidi söyleyenler azap görmez. Çünkü her kim ihlash bir şekilde la ilahe illallah derse farzları terk etmez. İhlas, insanın ödevlerini yerine getirmesini sağlar. Bu cevap, İhlasın böyle bir sonuca götürmesinin kesin olmadığı belirtilerek eleştirilmiştir.


3- Burada muvahhidlerin ebedî olarak cehennemde kalmayacakları dilmiş-tir.


4- Burada muvahhidlerin Müslüman günahkârlar için hazırlanmış ateşe değil de, kafirler için hazırlanmış ateşe girmelerinin haram olduğu kasdedilmiştir.


5- Muvahhidlerin ateşe girmelerinin haram kılınması, salih amellerinin kabul edilip kötü amellerinin bağışlanmasına bağlanmıştır.



Hadisten Çıkarılan Sonuçlar



1- Âmâlar imam olabilir.


2- Bunaklık dahil insan kendisindeki bir takım kusurlardan bahsedebilir. Böyle yapması şikayet ettiği anlamına gelmez.


3- Medine'de Hz. Peygamber'in mescidinin dışında cemaatle namaz kılman başka camilerin de olduğu bu hadisten anlaşılır.


4- Yağmur ve karanlık gibi nedenlerden dolayı cemaate gidilmeyebilir.


5- Namaz için belli bir yer edinilebilir. Ebu Davud'un rivayet ettiği hadis ile yasaklanan, camide belli bir yeri işgal etmek, riya vs. gibi dinin hoş karşılamadığı sebeplerden ötürüdür.


6- Safların düzgün hale getirilmesi gerekir.


7- Misafirin ev sahibine namaz kıldırmasını yasaklayan genel hüküm, ziyareti gerçekleştirenin emiru'l-mü'minin/haîife olması veya ev sahibinin müsaade etmesi halinde geçerli değildir. Hatta bu durumda namaz kıldırmaları mekruh bile değildir. Yani bu umumi hüküm, böylesi durumlarda tahsise uğrar.


8- Hz. Peygamber'in namaz kıldığı veya bastığı yerler mübarek kabul edilir.


9- Salih kimseler, kendilerinin bereketinden istifade etmek üzere çağrıldıkları zaman fitneden emin oldukları sürece davete icabet eder.[14] Itbân, Hz. Peygamber'in namaz kıldırmasını, belki de kıbleyi tam olarak tespit etmek için istemiş olabilir.


10- Faziletli kimseler, kendilerinden aşağıda olan kimselerin davetine icabet eder.


11- Verilen sözü tutmak gerekir.


12- Davet sahibinin rahatsız olmayacağını bildiği takdirde, misafir arkadaşlarını da davete götürebilir.


13- Davet edenin evine girmek için ondan izin istenir.


14- Evin bir köşesinde edinilen namazgahlara her ne kadar mescid adı verilse de, buraların vakfedilmesi gerekmez.


15- Mahalle sakinleri komşularından birinin evine gelen imamdan veya âlim bir zattan istifade edip ondan feyz almak için o evde toplanabilir.


16- Dini bakımdan düzgün olmadığı zannedilen kimselerden devlet başkanı nezdinde uyarı şeklinde bahsedilmesi, gıybet sayılmaz. Hatta devlet başkanının bizzat kendisi bu durumu araştırabilir ve meseleyi güzel bir şekilde çözüme kavuşturur.


17- Herhangi mazeret olmadan cemaate gelmeyen kimselerin neden gelmedikleri araştırılır.


18- İnanç olmadan söz ile iman gerçekleşmez.


19- Tevhîd inancı üzere ölen kimse, ebedî olarak cehennemde kalmaz.


İmam Buhârî bu olayı, bu ve bundan önceki başlık dışında şu konularda da zikretmiştir:


Yağmur yağdığı zaman binek üzerinde namaz kılmaya izin verilmiştir


Nafile namazların cemaatle kılınması İmam ve me'mumun selamı


Devlet başkanı bir topluğu ziyaret ederse onlara namaz kıldırır.


Itbân'ın Bedir savaşma katılması ve domuz eti yemek.


Allah rızası için yapılan amel kabul edilirse sahibini kurtarır.


Bir delile dayanarak başkasının münafık olduğunu iddia eden kimsenin durumu




47. Camiye Girerken Ve Diğer Hayırlı İşlerde Sağdan Başlamak



Ibn Ömer, sağ ayağı ile girer sol ayağı ile çıkardı.


426- Hz. Âişe validemizden şöyle nakledilmiştir: "Temizlik yaparken, taranırken, ayakkabısını giyerken, hasılı bütün işlerinde mümkün olduğu kadar sağdan başlamak, Hz. Peygamber'in hoşuna giderdi."



Açıklama



Hâkim'in "Müstedrek"inde Enes îbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Camiye girmeye niyet ettiğin zaman, sağ adımını atman sünnettir. Camiden çıkınca ise, sol ayağını atarsın." Sahabînin "Sünnet bu şekildedir " sözü, bu rivayetin merfû' şeklinde anlaşılması gerektiğini gösterir. Doğru olan da budur.




48. Cahiliye Müşriklerinin Kabirlerinin Başka Bir Yere Nakledilip Yerlerine Cami Yapılması



Hz. Peygamber buyurmuştur ki: "Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinen Yahudilere Allah lanet etmiştir" Kabirlerde mekruh olan namazlar,


Hz. Ömer, Enes İbn Mâlik'i bir kabrin yanında namaz kılarken görünce "kabre dikkat et! Kabre dikkat et!" demiş, ama namazını iade etmesini emret-memişti.


427- Hz. Âişe validemizden şöyle nakledilmiştir: "Ümmü Habibe ile Ümmü Seleme Habeşistan'da gördükleri içinde resimler bulunan bir kiliseden bahsettiler. Bundan Hz. Peygamber'e de söz ettiler. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurdu: Onlar, aralarından salih bir zât öldüğü zaman mezarının üstüne bir mescid yapıp içine de o görmüş olduğunuz resimleri çizerlerdi. İşte onlar kıyamet günü Allah katında mahlukatın en kötüsüdür.[15]


428- Enes İbn Mâlik'ten şöyle nakledildi:


"Hz. Peygamber Medine'ye geldi. Şehrin yukarı kesimlerinde bulunan ve kendilerine Benû Amr İbn Avf denilen ailenin mahallesinde konakladı. Burada on dört gece kaldı. Sonra Neccaroğulları'na haber saldı. Onlar da kılıçlarını kuşanmış bir vaziyette geldiler. Hz. Peygamber bir binek üzerinde, Ebu Bekir İse onun terkinde İdi. Neccar oğullan nın ileri gelenleri ise, onun etrafındaydı. Bu tablo hâlâ gözümün önündedir.


Nihayet Allah Resulü Ebu Eyyub'un evinin Önündeki durdu. Nerede namaz vakti girerse oracıkta namazını kılmayı severdi. Koyun ağıllarında bile kıldığı olurdu. Nihayet mescidin yapılmasını emretti. Neccaroğu Uan'nın ileri gelenlerine (gelmeleri için) haber yolladı. (Gelince) onlara' Şu arsanız ve duvarınızın değerini bana söy/eyin1 buyurdu. Onlar da, 'Hayır Allah'a yemin ederiz ki bunun bedelini istemiyoruz. Biz, onu Allah için bağışlamak istiyoruz' diye karşılık verdiler."


Enes şöyle dedi: "O arsada, şu an size anlattığım gibi, müşriklerin kabirleri, harabeler, duvarlar ve hurma ağaçları vardı. Allah Resulü müşriklerin kabirlerinin çıkarılıp başka bir yere nakledilmesini emretti. Harabeler düzlendi. Hurma ağaçlan ise söküldü. Hurma ağaçlarının gövdeleri, kıble istikametine dizildi. Kapının etrafı taşlarla örüldü. Ashâb-ı kiram, recez vezninden beyitler söyleyerek taş taşımaya başladı. Allah Resulü de, onlarla birlikte çalışıyordu. Bir yandan da şu beyti söylüyordu:


Allah'ım! Yoktur hayır âhiret hayrından başka Ensâr ve muhacirleri sen bağışla"



Açıklama



(Cahiliyye müşriklerinin kabirlerinin başka bir yere nakledilmesi mümkün mü?); Peygamberler ile onlara tabî olan insanların kabirleri başka bir yere taşınmaz. Çünkü, kabirlerin açılıp taşınması, onlara karşı yapılmış saygısızlık anlamına gelir. Müşrikler için İse, böyle bir şey söz konusu olamaz. Çünkü onlara Wşı saygı gösterme zorunluluğu yoktur.


İmam Buharı, Hz. Peygamberin bhiwicnr. "Peygamberlerinin kabir-terini mescid edinen Yahudilere Allah lanet etmiştir" sözü ile şu sonuca ulaşmak istemiştir: Kabirlerin ibadethaneye dönüştürülmesine yönelik tehdit, peygamberlerin veya salih kulların kabirlerini, onlara gösterdikleri aşırı saygıdan dolayı cami olarak kullananları da kapsar. Nitekim cahiliye dönemi İnsanları da, kabir-krebu şekiîde saygı gösteriyordu. Bu davranışları daha sonraları, kabirlere etmelerine neden olmuştu. Aynı şekilde bu tehdit, onların kabirlerini açıp, Kemiklerini bir başka yere naklederek mezar yerlerine cami yapanları da kapsar. hüküm, aslında peygamberlere özeldir. Ancak onlara tabi olanlar hakkında da aynı hüküm geçerlidir. Kâfirlerin ise, kabirlerini açmakta ve onları küçük davranışta bulunmada bir sakınca yoktur. Mezar yerlerine cami yaptırmak, onlara yönelik aşırı saygı anlamına gelmez. Böylece, Allah Resûlü'nün müşriklerin kabirlerinin açılmasına yönelik davranışı ve onların mezar yerlerine mescidini yaptırması ile peygamberlerin kabirlerini mescid edinenlere lanet okuması arasında yukarıda işaret ettiğimiz farktan dolayı bir çelişki olmadığı anlaşılır.


(Kabirlerde mekruh olan namazlar); Kabrin üzerinde, kabre karşı, veya İki kabir arasında kılman namazlar mekruhtur. Bu konuda İmam Müslim, Ebu Mer-sed el-Ganevî kanalıyla merfû' olarak şu hadisi nakletmiştir: "Kabirlerin üzerine oturmayın, onlara doğru veya onların üzerinde namaz da kılmayın!" Bu hadis Buhârî'nin şartlarına uygun değildir. Bu yüzden o, konu başlığında ona temas etti. Akabinde de, Hz. Ömer'den gelen ve bu rivayetteki yasağın namazın fasit olduğuna delalet etmediğini gösteren rivayeti nakletti. Söz konusu rivayetin metni şöyledir: "Hz. Ömer, Enes Ibn Mâlik'i bir kabrin yanında namaz kılarken görünce "kabre dikkat et! Kabre dikkat et!" demişti." Enes onun kabir yerine kameray dediğini zannetmişti. Onun kabir dediğini anlayınca kabrin kenarına geçip orada namaz kılmıştı."


(Namazını iade etmesini emretmemişti) Bu sonuç, Enes'İn namaza devam etmesinden çıkarılmıştır. Eğer burada namaz kılmak, namazı bozacak olsaydı, şüphesiz o, namazını bozar ve uygun bir yerde yeniden kılardı.


(Ümmü Habîbe ve Ümmü Seleme); Her ikisi de Hz. Peygamberin hanımlarıdır. Habeşistan'a hicret eden Müslümanlar arasında idiler.


İmam Müslim'in Cündüb'den naklettiği rivayete göre Hz. Peygamber bu hadisi vefatından beş gün önce söylemiştir. Rivayette şu şekilde bir de, ilave vardır; "Kabirleri mescide dönüştürmeyin. Ben, size bunu yasaklıyorum!" Burada hadisin ne zaman söylendiğinin belirtilmesi, bu hükmün neshedilmemiş muhkem bir hüküm olduğunu gösterir. Çünkü Allah Resû-lü'nün hayatının son demlerinde söylenmiştir.


(İçine de o görmüş olduğunuz resimlen çizerlerdi); İlk Hıristiyanlar, salih kulların resimlerini ibadethanelerine yaparak, onların resimlerine bakıp motive olmayı, onların iyi hallerinden ders almayı ve onlar gibi çalışmayı hedeflemişlerdi. Daha sonra arkalarından pek çok nesil gelip geçti. Onların gayelerinin ne olduğunu bilemez hale geldiler. Şeytan da onlara 'Sizden önceki nesiller, bu resimlere İbadet edip gerekli saygıyı gösteriyordu' diyerek vesvese verdi. Nihayet, o muttaki ve salih atalarının resimlerine ibadet etmeye başladılar. Bundan dolayı Hz. Peygamber bu sonuca götürecek bir aracın önüne geçmek İçin bu tür davranışları yasaklamıştır. Ayrıca hadiste, resim yapmanın hararn olduğuna dair bir delil vardır.


Beydâvî şöyle demiştir; "Yahudi ve Hıristiyanlar, peygamberlerini yüceltmek maksadıyla onların kabirlerine secde edip, onları namazlarında yöneldikleri kıbleler haline getirmiş ve bu kabirleri put edinmişlerdi. Bu yüzden Allah Resulü onları lanetlemiş, Müslümanlara da onlar gibi olmalarını yasaklamıştır. Kabre doğru yönelmeden, bir de tazim için değil de, hayır ummak gayesiyle salih bir kulun kabrinin yanında cami yapmak, bu tehdidin kapsamına girmez.[16]


(Ebu Bekir onun terkindeydi); Hz. Peygamber Ebu Bekir'i onurlandırmak ve ona verdiği değeri göstermek için onu terkine bindirmişti. Yoksa Ebu Bekir'in de hicret sırasında bindiği bir devesi vardı.


(Değerini bana söyleyin); Allah Resûlü'nün bu sözü şu manaya gelir: "Arsanızın fiyatını söyleyin ki, ben de onun için takdir ettiğim bedeli söyleyeyim." Hz. Peygamber? pazarlık için böyle konuşmuştu.


(Biz, onu Allah için bağışlamak istiyoruz') İsmâîlî nüshasında bu ifade yerine "biz onun bedelini ancak Allah'tan umarız" ibaresi yer almıştır.



Hadisten Çıkan Sonuçlar



1- Müslümanın gördüğü ilginç şeyleri anlatması caizdir. Bunların hükmünü açıklamak ise âlimlere düşer.


2- Haram işleyenler kınanır.


3- Hükümler konusunda akıl değil, dinin söylemleri esastır.


4- Kabristanda namaz kılmak mekruhtur. İster kabrin üstünde, ister yanında isterse ona karşı olsun bu hüküm değişmez.


5- Kişi mülkiyetini elinde bulundurduğu mezarlıkları hibe edebilir ve satabilir.


6- Saygı duyulması gereken kimselere ait olmamak kaydıyla belirsiz hale gelmiş mezarlar başka bir yere nakledilebilir.


7- İçindeki mezar kalıntıları çıkartılıp başka yere nakledildikten sonra müşriklerin kabirlerinin bulunduğu yerde namaz kılınabilîr.


8- Müşriklerin kabirlerinin yerine cami yapılabilir.




49. Davar Ağıllarında Namaz Kılmak



429- Enes İbn Mâlikten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber davar ağıllarında namaz kılardı." Bu hadisi Enes'ten nakleden ravi "daha sonraları Enes'in, 'Mescid inşa edilmeden davar ağıllarında namaz kılardı' dediğini işittim" demiştir.


(Davar Ağıllarında Namaz Kılmak); Enes'in naklettiği bu hadis de bir önceki hadisin bir bölümüdür. Önceki hadiste Allah Resûlü'nün namaz vakti nerede girerse, davar ağılında olsa bile oracıkta namaz kılmayı sevdiği belirtilmişti. Burada ise, mescid inşa edilmeden önce böyle yaptığından bahsedilmiştir. Mescid inşa edildikten sonra Hz. Peygamber mescid dışında, bir zaruret bulunması durumu hariç, namaz kılmayı sevmezdi.


ibn Battal şöyle demiştir: "Bu hadis koyun sidiği ve pisliğinin pis olduğunu söyleyen İmam Şafiî'ye karşı bir delildir. Çünkü davar ağıllarında bunların bulunmadığı bir yer yoktur." Ancak "Asıl olan temizliktir. Genellikle buralarda necasetten kurtulmak mümkün değildir. Asıl ile genel çeliştiği zaman asıl tercih edilir" denerek ona da itiraz edilmiştir. "Temizlik Bölümü"nde "Deve Bevli" konusunda bu mesele ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.



Uyarı



Hadisin devamı, Hz. Peygamber'in mescidin inşasından sonra koyun ağıllarında namaz kılmadığını gösterir. Ancak "Temizlik Bölümü"nde geçtiği üzere, buralarda namaz kılınmasına müsaade etmiştir.




50. Develerin Bulunduğu Yerlerde Namaz Kılmak



430- Nâfi'den şöyle dediği nakledilmiştir: "İbn Ömer'i devesine doğru namaz kılarken gördüm. Onun da Hz. Peygamber'in de bu şekilde namaz kıldığını gördüğünü söyledi.[17]



Açıklama



(Develerin Bulunduğu Yerlerde Namaz Kılmak); Bu başlık ile, koyun ile deve arasında fark gözeten hadislere İşaret edilmiştir. Ancak bu hadisler İmam Buhârî'nin şartlarını taşımaz. Fakat yine de güçlü senetlerle nakledilmiştir. Rivayetlerin çoğunda, "deve yatakları" tabiri geçmektedir. Câbir Ibn Semura ile el-Berâ'dan nakledilen hadiste "develerin çöktüğü yerler", "deve barınağı", "develerin çökertildiği yer", "deve ağılı" ifadeleri kullanılmıştır. İmam Buhârî ise, "develerin bulunduğu yerler" tabirini kullanmayı tercih etmiştir. Çünkü bu ifade, hepsini içine alacak kapsamdadır. "Deve yatakları" ifadesi "develerin bulunduğu yer" tabirinden daha dar anlamlıdır. Çünkü yatak diye tabir olunan yer, develerin sadece su kenarında bulundukları mekanlar İçin kullanılır. Bazı âlimlere göre, develerin bulunduğu diğer yerlerin aksine yalnızca buralarda namaz kılmak yasaklanmıştır. Yatak diye tabir olunan yerlerin develer için tahsis edilen her türlü mekanı kapsadığı da belirtilmiştir. "el-Muğnf adlı eserin müellifi bu görüşü, Ahmed îbn Hanbel'den nakletmiştir.


İsmâîlî, İmam Buhârî'nin, İbn Ömer hadisini delil olarak kullanmasına "Deveye doğru namaz kılmak ve onu sütre olarak kabul etmek, develerin bulunduğu yerlerde namaz kılmanın mekruh olmadığı anlamına gelmez" diyerek itiraz etmiştir. Ancak onun bu itirazına şu şekilde cevap verilmiştir: İmam Buhârî, burada develerin bulunduğu yerlerde namaz kılmanın yasaklanmasının illeti olarak, onların şeytandan yaratılması inancına itiraz etmiştir. Abdulah İbnü'l-Muğaffel hadisinde develerin şeytandan yaratıldığı belirtilmiştir. Benzer bir ifade de el-Berâ hadisinde mevcuttur. Hasılı İmam Buhârî burada şunu söylemek istemiştir: Eğer develerin bu halleri, onîarın bulundukları yerlerde namaz kılmaya mani olsaydı, namaz kılanın önünde durmaları da uygun olmazdı. Aynı şekilde üzerlerinde namaz da kılınmazdı. Oysa, sahih yollarla nakledildiğine göre Hz. Peygamber devesinin üstünde iken nafile namaz kılardı. Nitekim "Vitir" konusunda bu meseleyi yeniden ele alacağız.


Bazı âlimler de, bir deve ile sürü halinde bulunan develer arasında ayırıma gitmişlerdir. Onlara göre sürü halinde bulunan develer, tabiatları gereği kaçmaya meyyaldirler. Bu da, namaz kılanın zihnini dağıtır. Deve üzerinde namaz kılınca veya bağlı bir deveye doğru namaz kılınca böyle bir sakınca yoktur. Bu konudaki nehyin İlletini, develerin bir arada bulunup bulunmamasına bağlayanlar da olmuştur.


Bazı âlimler, 'Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici özelliğe sahip kılındı" hadisinin genel manası ile, bu başlık altında zikredilen hadisleri, develerin bulunduğu yerlerde namaz kılmanın tenzihen mekruh olduğunu söyleyerek uz-laşürmışlardır. En uygun olan da, budur.




51. Allah Rızasını Gözeterek, Tandıra, Ateşe Veya Kendisine İbadet Edilen Başka Bir Şeye Karşı Namaz Kılmak



Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Namaz kıldığım sırada, cehennem bana gösterildi."


431- Abdullah İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: "Güneş tutuldu. Bunun üzerine Allah Resulü namaz kıldı ve şöyle buyurdu: Cehennem bana gösterildi. Bugün gördüğümden daha korkunç bir manzarayla karşılaşmadım"



Açıklama



(Tandır); Ekmek pişirmek ve daha başka amaçları gerçekleştirmek üzere içinde ateş yakılan oyuğa denir. Bu başlıkta ateş zikredilmesine rağmen, tandırın ayrıca adının geçmesi öneminden ileri gelir. Çünkü ateşe tapan Mecusiler sadece, tandır ateşine benzer kor ateşe ibadet ederlerdi.


İmam Buhârî bu lafzı kullanmakla, tandıra karşı namaz kılmayı mekruh gören ibn Sîrîn'den nakledilen rivayete işaret etmiştir. Söz konusu rivayete göre o tandır için "ateşin evi" demiştir.


(Şey); Özel bir ifadeden sonra gelen genel bir ifadedir. Dolayısıyla güneş, putlar, heykeller vs. bu lafeın delalet ettiği manaya dahildir.


Bu başlık ile, zikredilen nesnelerin namaz kılan ile kıble arasında olması kasdedilmiştir. Ismâîlî, "Allah Teâlâ'nm peygamberine gösterdiği ateş, namaz kılanın yöneldiği ve bazı toplumların mabud olarak kabul ettikleri ateşle bir değildir" diyerek konu başlığına itiraz etmiştir.


Ibnü't-Tîn de şöyle demiştir: "Bu rivayet, konu başlığına delil olmaz. Çünkü Hz. Peygamber k;-; kendi isteği ile ateşe doğru namaz kılmamıştır. Zira cehennem, Allah Teâlâ'nm kullarını uyarmak için hedeflediği bir gayeden dolayı sonradan kendisine gösterilmiştir." Onun bu görüşü, Hz. Peygamber'in sdem kendi iradesine göre hareket edip etmemesinin aynı olduğu söylenerek eleştirilmiştir. Çünkü Allah Resulü batıl olan bir şeyi asla kabul etmezdi. Dolayısıyla bu durum, bu şekilde namaz kılmanın caiz olduğunu gösterir.


İsmâîlî'nin iradeden yola çıkarak, kasten yapılan ile kasten yapılmayanı birbirinden ayırması doğru olsa bile, hadis ile konu başlığı arasındaki ilişki, bir şekilde namaz kılan ile kıble arasında ateşin bulunmasıdır.


Kanaatime göre bunlardan daha güzel olan yorum şöyledir: İmam Buharı konu başlığında bu nesnelere doğru namaz kılmanın mekruh olduğunu açıklamadı. Hatta bunun hükmünü belirtmedi. Muhtemelen kıble ile kendisi arasında bu nesnelerden biri bulunan, ancak yerini değiştirmeye veya onların yerini değiştirmeye muktedir olan ile bunu yapamayanları birbirinden ayırt etmek istemiş olabilir. Bu durumda ikinci gruba giren insanlar için, bu şekilde namaz kılmak mekruh değildir. Bu da konu başlığı altında yer verilen hadise uygundur. İlk gruba giren insanlar için ise, bu şekilde namaz kılmak mekruhtur. İbn Abbâs'ın heykeller hakkındaki görüşünü açıklarken bu konuyu ayrıntılı bir biçimde yeniden eİe alacağız. Konuyla ilgiîi olarak İbn Ebî Şeybe, İbn Sîrîn'in tandıra veya içinde ateş bulunan bir yere karşı namaz kılmayı mekruh kabul ettiğine dair bir rivayet nakletmiştir.


Ateşe doğru namaz kılmayı mekruh kabul etmeyenlere son devir âlimlerinden Kâdî es-Serûcî Hidâye şerhinde İtiraz ederek şöyle demiştir: "Bu hadiste, bu şekilde namaz kılmanın mekruh olmadığına dair bir delil yoktur. Çünkü Allah Resûlü Ateş bana gösterildi" buyurmuştur. Bu ifade, ateşin onun önünde gösterildiği anlamına gelmez. Sağında, solunda veya başka bir yerde gösterilmiş olabilir. Belki de henüz namaza başlamadan önce ona gösterilmiştir."


Sanki İmam Buhârî böyle bir İtirazın yapılacağını görmüş ve çok daha önceden ona cevap hazırlamıştır. Bu yüzden konu başlığından hemen sonra Enes'-ten nakledilen "Namaz kıldığım sırada, cehennem bana gösterildi." hadisini nakletmiştir. Hz. Peygamberin ateşi önünde görmesi İse, İbn Abbâs hadisinden anlaşılmaktadır. Bu hadiste Rasulullah namazını bitirince ashabı ona, "Ey Allah'ın elçisi! Bulunduğun yerden biraz geriye çekildiğini ve sanki bir şeyden uzak durmaya çalıştığını gördük" demiştir. Hz. Peygamber de, kendisine cehennem gösterildiği için böyle yaptığını söylemiştir.


Burada muallak olarak zikredilen Enes hadisi, "Tevhîd Bölümü"nde şu şekilde muttasıl olarak zikredilecektir: "Biraz önce namaz kıldığım esnada, şu duvarın üstünde cennet ve cehennem bana gösterildi." Bu rivayet, bu tür nesnelerin namaz kılana yakın ve uzak olmasına göre hükmün farklılık arz edeceğini söyleyenlere bir cevap niteliğindedir.




52. Mezarlıkta Namaz Kılmanın Mekruh Oluşu



432- İbn Ömer Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Bazı namazlarınızı evinizde kılın! Evlerinizi kabirlere çevirmeyin! [18]



Açıklama



(Mezarlıkta Namaz Kılmanın Mekruh Oluşu); İmam Buhârî Hz. Peygamber'in Evlerinizi kabirlere çevirmeyin!" sözünden hareketle mezarlıkların ibadet yeri olmadığı, buralarda kılınacak namazın da mekruh olduğu sonucuna varmıştır.


Ebu Saîd el-Hudrî'den merfû' olarak şu hadis nakledilmiştir: "Tuvalet ve mezarlık dışında bütün yeryüzü mestid kılınmıştır" Bu rivayetin ravileri güvenilirsika olmalarına rağmen, bunun merfû1 mu yoksa mürsel mi olduğu konusunda farklı yorumlar yapılmıştır. Buna rağmen Hâkim ile İbn Hibbân bu hadisin sahih olduğuna hükmetmişlerdir.


Hadiste geçen namaz lafzından maksat, nafile namazlardır. İmam Müslim'in Câbir'den merfû' olarak naklettiği şu hadis bunu göstermektedir: 'Sizden biri camide namaz kıldığı zaman, bir kısım namazlarını da evinde kılmaya bıraksın!" Kanaatime göre bu hadis de, yukarıdaki hadis de farz namazların da kasdedilebileceği ihtimalini bertaraf etmez. Nitekim Kadı lyâz bazı âlimlerden bu hadisin şu manaya geldiğini nakletmiştir: "Camiye gidemeyen kadınlar ile daha başka kimselerin sizin arkanızda namaz kılmaları için bazı farz namazları evinizde kılın." Her ne kadar bu mananın doğru olma ihtimali olsa da, ilk mana daha tercihe şayandır. Şeyh Muhyiddin bu konuda katı davranarak, buradaki namaz lafzı ile farz namazların kasdedilemeyeceğini ifade etmiştir.


İbnü't-Tîn ise şöyle demiştir: "İmam Buhârî bu hadisi tevil ederek, mezarlıklarda namaz kılmanın mekruh olduğu sonucuna varmıştır. Bazı âlimler ise, bu hadisin evlerde namaz kılmayı teşvik için söylendiği görüşündedir. Çünkü ölüler, namaz kılmaz. Bu durumda hadisin anlamı şu şekilde olur; 'Evlerinde, yani kabirlerinde namaz kılmayan ölüler gibi olmayın!' Mezarlıklarda namaz kılınmasının caiz ya da haram olması konusunda bu hadisin delil olacak bir yönü yoktur." Kanaatime göre, İbnü't-Tîn eğer lafız açısından böyle söylemişse, söyledikleri kabul edilir. Yok eğer mutlak manada bunu söylemişse, asla kabul edilmez. Çünkü İmam Buhârî'nin ne şekilde bu hükme ulaştığını yukarıda ifade ettik. İbnu'l-Münzir bir çok ilim ehlinin bu hadisi delil göstererek mezarlıkların namaz kılınacak yer olmadığını ifade ettiklerini söylemiştir. Hattâbî ve "Şerhu's-sünne" adlı eserinde el-Beğavî de bu kanaatte olduklarını kaydetmektedirler.


Turbeştî ise "Bu hadis dört manaya gelebilir" deyip yukarıda bahsettiğimiz üç manayı zikrettikten sonra dördüncüyü şu şekilde açıklamıştır; "Bu hadis ile, evinde namaz kılmayanın, kendisini bir nevi ölü, evini de bir tür mezar haline getirdiği kasdedilmiş olabilir." Kanaatime göre İmam Müslim'in naklettiği şu hadis de bu görüşü desteklemektedir: "içinde Allah'ın anıldığı ev ile Allattın anılmadığt ev, diri ile ölüye benzer."


Hattâbî şöyle demiştir: "Bu hadisi, ölülerin eve gömülmesinin yasakîanma-sıyla tevil edenler, hiç İsabetli bir görüşe sahip değillerdir. Zira Allah Resulü yaşadığı sürece ikamet ettiği evine defnedilmiştir." Ancak burada İddia edilen şey, hadisin lafzına uygun bir tevildir. Özellikle de, hadisin ikinci kısmında yer alan nehy, ilk kısmında yer alan emirden ayrı düşünüldüğü zaman bu durum daha belirgin hale gelir. Bu yorumu reddedenlere, Kirmanı "Eve defnedilme, sadece Allah Resûlü'ne mahsus olabilir" diyerek İtiraz etmiştir.


Hz. Peygamber'in evine defnedilmesi, sadece ona özgü bir durum olarak yorumlandığı takdirde, başkalarının bu şekilde defnedilmesinin yasaklanması yadırganamaz. Aksine bunu, bu şekilde anlamak gerekir. Çünkü, evlere defnetmeye devam etmek, bir müddet sonra evleri kabristana çevirir. Buralarda namaz kılmak da, mekruh olur. İmam Müslim'in Ebu Hureyre'den naklettiği hadis, konu başlığı altında yer verilen hadisten daha açıktır: "Evlerinizi, mezarlık yapmayın!" Bu hadisin lafzı, evlere defnedilmenin mutlak olarak yasaklandığını gösterir.




53. Yere Batırma Cezası Ve Azabın Gerçekleştiği Yerlerde Namaz Kılmak



Anlatıldığına göre Hz. Ali, Babîl'in yere batırıldığı bölgelerde namaz kılmayı mekruh kabul ederdi.


433- Abdullah İbn Ömer Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


Azaba uğramış kavimlerin yurdundan ancak ağlayarak geçiniz! Eğer ağlamıyorsanız oradan geçmeyin ki, onların başına gelenler sizin âe başınıza gelmesin.[19]



Açıklama



(Yere Batırma Cezası ve Azabın Gerçekleştiği Yerlerde Namaz Kılmak) Bu ifadeyle bu mekanlarda kılınacak namazın hükmünün ne olduğu kasdedilmiştir. Azabın, yere batırmadan sonra zikredilmesi, umumi bir mananın hususi bir manaya atfedilmesinden dolayıdır. Çünkü, yere batırma da azabın bir parçasıdır.


Hattâbî şöyle demiştir: "İlim adamlarından Babil'de namaz kılmayı yasaklayan kimsenin olduğunu bilmiyorum. Eğer gerçekten Hz. Ali böyle bir şey söylemişse, bu bölgede yerleşmeyi kendisi için uygun görmemiş olabilir. Çünkü bizzat o, Babil'de kaldığı zaman içinde, namazlarını kılmıştır. O bu ifadesi ile, meteûmu (namaz kılmayı) söyleyip lâzımı (burada ikamet etmeyi) kasdetmiştir. Belki buraya yerleşme ve bölgeyi vatan edinme yasağı, sadece Hz. Ali'nin şahsına ait olabilir. Bununla kendisini, Irak'ta karşı karşıya kaldığı fitneden sakındırmak istemiştir." Olayın akışı ilk ihtimaie daha uygundur. İkinci tevilin ise uzak bir ihtimal olduğunu gösterir.


(Geçmeyin) Bu yasak, ashâb-ı kiram Rasûlullah ile birlikte Tebük'e giderken, Semud kavminin yurdu el-Hıcr bölgesinden geçerken söylenmiştir.


(ancak ağlayarak geçiniz!) Bu ifade ile ağlamanın, sadece bu bölgelerden geçmeye başlarken olduğu kasdedilmemiştir. Aksine geçişin sürdüğü bütün zaman dilimlerinde olması gerektiği bildirilmiştir. Buralarda durulduğu zaman, yine öncelikle geçiş sırasında istenen bu durumun sağlanması gerekir. Allah Resûlü'nün buradan geçerken kesinlikle durmadığı konusu ileride gelecektir.


İbn Battal şöyle demiştir: "Bu hadis, bu tür yerlerde namaz kılmanın mubah olduğuna delalet eder. Çünkü namaz, ağlama ve tazarru yeridir." Öyle anlaşılıyor ki o bu ifadeleriyle hadisin Hz. Ali'den nakledilen rivayete uygun olmadığına işaret etmiştir. Kanaatime göre, her iki rivayet de, buralarda durulmaması ifade ediyor. Nitekim "Meğâzî Bölümü"nde İmam Buhârî'nin de nakledeceği gibi bu hadisin sonunda şu ifade yer alır: "Sonra Resûluliah başını eğdi ve vadiyi geçinceye kadar yürüyüşünü hızlandırdı." Allah Resûlü'nün bu şekilde hareket etmesi, onun bu bölgede namaz kılmadığım gösterir, Hz. Ali'nin Bâbil'in yere batırılan bölgesinde böyle yapmıştır.


(Sizin de başınıza gelmesin!) İmam Buhârî "Peygamberler Bölümü"nde bu hadisi şeklinde rivayet etmiştir. Cümle nahiye/yasak cümlesi olduğundan meczum okunması daha uygundur. Haber anlamında nehiydir. Bu durumda bir mudâf takdir edilir. O zaman "başınıza gelmesinden korktuğunuz için" şeklinde bir anlam olur. Söz konusu korku şu şekilde izah edilir: Ağlamak kişiyi düşünmeye ve ibret almaya sevk eder. Bundan dolayı Allah Resulü ashabına, Allah'ın o kafirler hakkında takdir ettiği hususlardan ağlamayı gerektiren halleri tefekkür etmelerini emretmiştir. Allah Teâlâ kendilerini yeryüzünde hakim kılmasına ve uzun süre onlara imkan tanımasına rağmen Semud kavmi, Allah'ı inkar etmişti. Daha sonra Allah Teâlâ da, onlardan intikamını alıp üzerlerine şiddetli bir azab göndermişti. Hak Teâlâ kalpleri çevirendir. Bu yüzden mü'min kişi, akıbetinin o inançsızlar gibi olmayacağından emin olamaz. Ayrıca Hz. Peygamber ashabına Semud kavminin Allah'ın verdiği nimetlere karşı nankörlük etmesi ve O'na iman ve itaati gerektirecek hususlarda akıllarını kullanmama sonucunda başına gelenleri düşünmelerini emretmiştir. Kim helak olmuş insanların yurdundan geçer ve onların durumlarına bakarak ağlamayı gerektiren hallerini düşünmezse, aklını kullanmama konusunda onlara benzer. Böyle davrananların bu hali, kalplerinin katı olduğuna ve huşûdan yoksun olduklarına delalet eder. Bu durumun onları, helak olan kavimlerin amelini işlemeye sevk etmesinden ve onlarla aynı akıbeti paylaşmalarından emin olunmaz


İşte bu yorumla, "zalimler için takdir edilen azap, nasıl olur da böylesi -bir zulme bulaşmamış kimselerin başına gelir" şeklinde itiraz edenlere cevap verilmiş olur. Zira biraz önce yaptığımız açıklamaya göre zalim olmadığı halde zalim kimselerin yaptığı yanlışlıkları idrak etmeyen ve bunlar üzerinde düşünmeyen'kimsenin farkında olmadan zalim olup da onlar gibi azap görmesinden emin olunmaz.


Bu hadiste, kulun daima Allah'ın murakabesi altında bulunduğu bilincinde olması teşvik edilmiş, azaba uğramışların yurdunda oturmak ise yasaklanmıştır. Ayrıca onların mekanlarından geçerken hızlı hareket etmek teşvik edilmiştir. Nitekim şu âyet-i kerime de buna işaret etmektedir: "(Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu.[20]




54. Hıristiyanların Mabedinde Namaz Kılmak



Hz. Ömer şöyle demiştir; "İkonlar yüzünden içinde resim bulunan kiliselerinizde namaz kılmayız."


İbn Abbâs içinde ikon bulunmayan manastırlarda namaz kılardı.


434- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir:


Ümmü Seleme Hz. Peygamber'e Habeşistan'da gördüğü Mâriya kilisesinden bahsetti. Ona orada gördüğü resimleri anlattı. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurdu: Onlar Öyle bir toplum ki, aralarından salih bir kul (veya salih bir adam) öldüğü zaman mezannm üzerine bir mesdd yaparlar. Sonra da onun içine o resimleri yaparlar, işte onlar, Allah katında mahlukatın en kötüsüdür."



Açıklama



(İkonlar yüzünden) kelimesinin çoğuludur. Resim ile ikon arasında tam girişimlilik ilişkisi vardır. Resim, ikondan daha kapsamlıdır.


Buradaki zamiri kiliseye işaret eder. Asîlî rivayetinde ise atıf harfi, ilavesi ile kelimesi geçmektedir. (Bu durumda rivayetin anlamı şu şekilde olur: ikonlar ve resimler yüzünden kiliselerinizde namaz kılmayız.)


Bu rivayet Abdürrezzak İbn Hemmâm tarafından, Hz. Ömer'in kölesi Eşlem kanalıyla senedle birlikte zikredilmiştir. O, olayı şöyle anlatmıştır; "Hz. Ömer Şam'a geldiğinde, Hıristiyanlann ileri gelenlerinden biri onun için yemek hazırlattı. Ona: 'Davetimi kabul edip beni onurlandırman, beni memnun eder' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer ikonları kasdederek, İçindeki resimlerden dolayı kiliselerinize girmeyiz' dedi.


Bu rivayetin konu başlığı İle ilişkisi ise, yukarıdaki hadiste geçen "Mezarının üzerine bir mesdd yaparlar" ifadesi üzerine kurulmuştur. Çünkü bu ifadede, müslümanın kilisede namazı kılmak suretiyle burayı mesdd haline getirmesinin yasaklandığına işaret edilmiştir.



55. Bâb



435-436- Ubeydullah İbn Abdullah İbn Utbe Hz. Âişe ile İbn Abbâs'm şöyle dediğini nakletmiştir: "Allah Resulü son rahatsızlığı esnasında kendisine ait kadife bir örtü ile yüzünü örtmeye başladı. Örtüden bunaldıkça yüzünü açardı. Bu haldeyken şöyle buyurdu: Yahudi ve Hıristiyanlara Allah lanet etsin! Zira onlar Peygamberlerinin kabirlerini mesdd edindiler. Böylece ümmetini onların yaptıklarından sakındırıyordu.[21]


437- Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu


nakletmiştir: "Allah Yahudilerin canım alsın! Çünkü onlar peygamberlerinin kabirlerini mesdd edindiler."



Açıklama



Bu konu, bir önceki konu ile ilintilidir. Aralarındaki ortak payda ise, kabirlerin mescid haline dönüştürülmesinin yasakİanmasidır. İmam Buhârî burada böyle bir şey yapmanın, İster resim ve heykel bulunsun isterse bulunmasın her halükârda yerildiğini açıklamak istemiştir.


(Son rahatsızlığı esnasında) yani vefatına yakın bir sırada..


Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, üzerinde şekiller bulunan örtüye denir.


(Bu haldeyken şöyle buyurdu) Bu ifade, Hz. Peygamber'in bu hastalık yüzünden vefat edeceğini bildiğini, bunun için de önceki milletler gibi Müslümanların da O'nun kabrini yüceltip Yahudi ve Hıristiyanlar gibi lanete uğrayacağından endişe ettiğini gösterir. Onun için kendisinden sonra islâm ümmeti de aynı hataya düşmesinler diye Yahudi ve Hıristiyanlara lanet okuyarak, böyle yapacak herkesin de lanete uğrayacağını anlatmak istenmiştir.


(Edindiler) Bu, lanetin neden gerekîi olduğunu açıklayan cümle-i müstenefe (başlangıç cümlesi)dir.[22]


Burada Hıristiyanlardan bahsedilmesi problemli görülmüştür. Çünkü kendilerine bir çok peygamber gönderilen Yahudilerin aksine onlara sadece Hz. İsa gönderilmiştir. Hz. İsa ile Peygamberimiz arasında başka bir peygamber gelme-mistir. Hz. İsa'nın da kabri yoktur.


Bu itiraza şu şekilde cevap verilir: Hıristiyanların da nebileri vardır. Ancak onlar resul değildir. Bir görüşe göre havariler ile Hz. Meryem resul olmayan nebilerdendir. Şöyle de cevap vermek mümkündür: "Peygamberler" lafzı Yahudi ve Hıristiyanlar ile birlikte zikredilmiştir. Peygamberlerden maksat, onlara tabî olan büyük zatlardır. Ancak burada peygamberlerden bahsetmekle yetinilmiştir. Nitekim imam Müslim'in Cündüb'den naklettiği şu hadis de bunu destekler niteliktedir: "Onlar, peygamberlerinin ve salih kimselerin kabirlerini mescid edinirlerdi." Bu sebepten dolayı bundan önceki hadiste sadece Hıristiyanlar hakkında "Onlardan salih bir zat vefat edince" ifadesi yer almıştır. Bir cevap da şu şekilde verilebilir: Edinme, kabirleri ilk defa ibadethaneye çevirmeyi ve ilk defa ibadethaneye çevirenlere tabî olmayı içine alan bir kavramdır. Yahudiler bu işi başlatmış, Hıristiyanlar da onlara tâbi olmuştur. Hiç kuşkusuz Hıristiyanlar, Yahudilerin tazimde bulunduğu bir çok peygambere tazim gösterir.




56. Yeryüzünün Hz. Peygamber İçin Mescid Ve Temizleyici Özelliğe Sahip Kılınması



438- Câbir İbn Abdillah Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


Benden önce peygamberlerin hiçbirine verilmeyen şu beş özellik bana bahşedildi:


Yürüyerek bir ayda aşılacak mesafede bulunan düşmanlara korku salmakta ilahi yardıma tnazhar oldum.


Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici vasfa sahip kılındı. Ümmetimden her kim, bir yerde namaz vaktine girerse namazını kılsın.


Ganimetler bana helal kılındı.


Peygamberler kendi kavmine gönderildi, ben ise tüm insanlara gönderildim.


Bana şefaat etme hakkı verildi."




Açıklama



(Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici vasfa sahip kılındı) İmam Buhârî bu hadisi bu başlık altında zikretmek suretiyle, önceki başlıklarda geçen ve kilise vs. gibi yerlerde namaz kılmanın mekruh olduğuna dair görüşlerin harama delalet etmediğini İfade etmek İstemiştir. Zira bu hadisteki "yeryüzü benim için mescid kılındı" buyruğu genel bir ifadedir. Buna göre, yeryüzünün her tarafı namaz veya namaz kılınacak yer yapılması için uygundur.


Önceki başlıklarda geçen mekruh terimi, tahrim manasına da gelebilir. Bu durumda Câbir hadisi önceki hadislerle tahsis edilmiş olur. Ancak tercihe şayan olan, ilk görüştür. Çünkü bu hadiste Allah Resulü kendisine verilen nimetleri saymaktadır. Dolayısıyla bu hadisin tahsis edilmesine, yani manasının husûsîleştiri İme sine gerek yoktur. Burada, pis yerde namaz kılmanın caiz olmadığı söylenerek bir itiraz yöneltilemez. Çünkü necispis olma, olağanüstü bir durumdur. Bu yüzden bir şeyin necis/pis olmadan önceki haline bakılır. Asıl itibar ilk haledir.




57. Kadınların Mescidde/Camide Uyuması



439- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir:


Arap bir kabilenin zenci bir cariyesi vardı. Onu azat etmişlerdi. Buna rağmen cariye, onlardan ayrılmamıştı.


Cariye şöyle anlattı: 'Bir defasında kabileye mensup gelin olacak genç bir kız yıkanacağı yere gitmek üzere evden çıktı. Bu esnada üzerinde kırmızı meşinden yapılmış bir kuşak (kemer) vardı. Onu çıkarmış veya düşürmüştü. Bir küçük çaylak gelerek yerdeki ziynet eşyasını et sanıp kapmış. İnsanlar o kuşağı arayıp durdular, ama bulamadılar. Bunun üzerine bu kuşağı benim aldığımı zannedip beni hırsızlıkla itham ettiler.'


Dedi ki: 'Her tarafı aramaya koyuldular. Hatta onun ön tarafına bile bakmışlar.'


Kadıncağız olayı anlatmaya şöyle devam etti: 'Allah'a and oİsun ki, ben gözlerinin önünde ayakta dururken, çaylak geldi ve o kuşağı yere bıraktı. Söz konusu kuşak tam kalabalığın ortasına düştü. Bunun üzerine dedim ki: İşte bu, sizin beni itham ettiğiniz şey! Oysa ben, böyle bir suçu işlemekten beriyim. İşte aradığınız kuşak!'


Hz. Aişe validemiz olayı anlatmaya şöyle devam etti: Daha sonra kadın RasuluIIah'a gelip Müslüman oldu. Mescidin bir köşesinde ona ait bir çerge, kıl kilim veya keçeden yapılmış bir çadır vardı. Ara sıra yanıma gelir benimle konuşurdu. Ne vakit, yanıma otursa şu beyti okurdu:


Rabbimin bir cüvesidir kuşak günü Küfür diyarından kurtardı aldı beni.


Hz. Aişe son olarak şunu dedi: 'Ne zaman yanıma otursan hep bu beyti söylersin, neden acaba?' diye ona sordum. Bunun üzerine bana, bu olayı anlattı.[23] (Kadınların mescidde/camide uyuması) Bu ifade kadınların camide kalması anlamında kullanılmıştır.


(Vişâh) Kadınların süs olarak bir omuza takıp bele doğru çaprazlama bir şekilde bağlayarak kullandıkları inci ile süslenmiş bir ziynet eşyasıdır. Vişahın, inci ile süslenmiş genişçe deriden yapılmış ve kadınların omuzlan ile böğürleri arasına taktıkları bir takı olduğu da söylenmiştir. kelimesinin ismi tasgiridir. Hem harem bölgesinde hem de dışında öldürülmesine müsaade edilen malum kuşun adıdır.


(Dedi ki: Her tarafı aramaya koyuldular. Hatta onun ön tarafına bile bakmışlar.) Hadisten ilk akla gelen manaya göre bu söz, cariye tarafından söylenmiştir. [24] Gaybet sigasiyla söylenmesi ise, ya iltifat sanatından ya da cariyenin kendisini onlardan tecrid etmesinden ileri gelir. Nitekim Sabit rivayetinde hadisin bu kısmı şu şekilde anlatılmıştır: "Beni aklaması için Allah'a dua ettim. Derken onların bakışları arasında çaylak geldi."


Kıldan örülmüş kilimden yapılan çadır demektir.




Hadisten Çıkan Sonuçlar



1- Evi barkı olmayan müslüman kadın veya erkeklerin fitneden emin olunduğu ve çadır vs. gibi şeylerle diğer insanlarla irtibatlarını kestikleri takdirde, geceleri mescidde/camide kalmalarında ve konuşmalarında bir sakınca yoktur.


2- Kişi, sıkıntılı anlar yaşadığı ülkeden ayrılabilir. Bu kadının yaptığı gibi kendisi için daha hayırlı bir bölgeye geçebilir.


3- Küfür diyarından hicret etmek faziletli bir davranıştır.


4-Kafir bile olsa mazlumun çağrısına karşılık verilir. Hadisin akışına baktığımız zaman, zenci kadının Müslüman oluşu Medine'ye gelmesinden sonra gerçekleşmiştir.




58. Erkeklerin Mescidde/Camide Uyuması



Ebu Kılâbe Enes'ten şöyle nakletmiştir:


Ukl kabilesinden bir grup Hz. Peygamber'in yanma geldi ve Suffe'ye yerleştiler. Abdurrahman İbn Ebî Bekir şöyle demiştir: "Suffe'de kalanlar fakirdi.


440- Abdullah'tan nakledildiğine göre o, ailesi yokken bekar olduğu gençlik yıllarında Mescid-i Nebevî'de uyurmuş.[25]


441- Sehl İbn Sa'd'dan şöyle nakledilmiştir:


"Hz. Peygamber Hz. Fatıma'nm evine gitti. O esnada Hz. Ali'yi evde bulamadı. Fatıma'ya 'Amcanın oğlu nerede?' diye sordu. O da 'O-nunla aramda bir tartışma oldu, bunun üzerine bana kızdı ve evden çıkıp gitti. Yanımda kayiule yapmadı' dedi. Allah Rasulü birine 'Bak bakalım Ali nereye gitmiş' diye talimat verdi. Bir müddet sonra adam çıkageldi ve 'Ey Allah'ın elçisi ve setler şu anda Ali mescidde uyuyor dedi.


Hz. Peygamber mescide geldi. Bu esnada Ali uyuyordu. Ridasının bir kısmı açılmıştı. Bu yüzden vücudunun bir bölümü toprağa bulaşmıştı. Rasûlullah bir yandan toprağı temizliyor bir yandan da 'Kalk Ebu turâb! Kalk Ebu turâb1 diyordu.[26]



Açıklama



(Erkeklerin Mescidde/Camide Uyuması) Bu başlık erkeklerin mesidde cami-de uyumasının caiz olduğunu gösterir. Çoğunluk bu görüştedir. İbn Abbâs'ın, namaz kılmak İçin camiye gelip bu sırada uyuklayanların dışında camide uyunmasını mekruh gördüğü nakledilmiştir. İbn Mes'ûd'a göre her ne şekilde olursa olsun camide uyumak mekruhtur. İmam Mâlik ise meseleye ayrıntılı bir biçimde yaklaşmıştır. Ona göre evi barkı olan kimselerin camide uyuması mekruhtur. Evi barkı olmayanların uyuması İse, mubahtır.


(Suffe) Mescidi Nebevi'de bulunan üstü örtülü bir yerin adıdır. Yoksul Müslümanlar buraya sığınırdı.


{'Amcanın oğlu nerede?') Bu ifadeye göre, akrabalara amcaoğlu denebilir. Zira Hz. Ali, Hz. Fatıma'nm amcası oğlu değil, babasının amcasının oğludur. Allah Resulü böyle demekle, Hz. Fatma'ya kocasına bu şekilde hitap etmesini işaret buyurmuştur. Çünkü akrabalık bağlarının anılması aradaki buzların erimesine yardımcı olur. Öyle anlaşılıyor ki, Allah Resulü onların arasında meydana gelen tatsızlığı sezmiş, bunun için kızından, aralarındaki akrabalık bağını da anarak ona karşı şefkatle davranmasını istemiştir.


(Bu esnada o, uyuyordu.) Hadisin konu başlığıyla alakalı bölümü, burasıdır. Çünkü İbn Ömer'den nakledilen rivayet, evi barkı olmayan yoksul kimselerin mescidde/camide uyumasının mubah olduğunu gösterir. Bu konudaki diğer


rivayetler de bu doğrultudadır. Sadece Hz. Ali'nin bu olayını anlatan rivayet, herkesin camide uyuyabileceğine delalet eder. Ancak gece uykusu ile gündüz yapılan kayiule uykusunu birbirinden ayrı değerlendirmek de mümkündür.



Hadisten Çıkan Sonuçlar



1- Camide kayiule yapılabilir.


2- Öfkeli birine sinirlendirmeyecek şekilde şaka yapılabilir. Bu şekilde öfkesinin dinmesine yardımcı olunur.


3- Bir kimseyi babasından başka bir şeye nispet ederek ona künye verilebilir. Ayrıca künyesi olan birine başka bir künye daha verilebilir.


4- Sinirlenmediği takdirde birine künye ile lakap takılabilir. Nitekim "Edeb Bölümü"nde bu lakap ile (Ebu Turâb) çağrılmanın Hz. Ali'nin hoşuna gittiğine dair rivayetlere yer vereceğiz.


5- Damadın öfkesini dindirmek ve ona güzel söz söylemek caizdir.


6- Bir baba, kızının evine kocasının kızmayacağını bildiği zaman, onun iznini almadan girebilir.


7- Namaz dışında omuzların açılmasında hiçbir sakınca yoktur.


442- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir:


"Eh!-i Suffe'den yetmiş kişi gördüm. Hiçbirinin ridası yoktu. Ya İzarları ya da boyunlarına bağlayıp aşağı doğru saldıkları örtüleri vardı. Bunların da bazısı, diz kapakları ile topuklarının arasına, bazısı ise topuklarına kadar uzanırdı. (Namazda iken) [27] Avret mahallinin görüneceğinden korktukları için elleriyle onu toplarlardı."



Açıklama



(Ehl-i Suffe'den yetmiş kişi gördüm) Bu İfade, ehl-İ suffe'nin yetmiş kişiden fazla olduğunu gösterir. Ebu Hureyre'nin görmüş olduğu yetmiş kişi, Hz. Peygamberin maûne gazvesine gönderdiği yetmiş kişinin dışında kalan kimselerdi. Bi'r-i maûne gazvesine gönderilenler de, Suffe'de kalan sahabîlerdi. Ancak hepsi Ebu Hureyre'nin Müslüman olmasından önce orada şehit düşmüştü.




59. Seferden Dönünce Namaz Kılmak



Ka'b İbn Mâlik şöyle demiştir: "Rasulullah bir seferden döndüğü zaman ilk önce mescide gider ve orda namaz kılardı."


443- (Hallâd İbn Yahya, Mis'ar ve Muharib İbn Disâr kanalıyla) [28] Câbir İbn Abdillah'tan şöyİe nakledilmiştir:


Allah Resûlü'nün mescidde olduğu bir sırada onun yanma vardım. (Ravilerden Mis'ar, 'zannımca Muharib, Câbir'in kuşluk vakti geldiğini belirtti' demiştir.) Bana 'iki rekat namaz kıl' diye emretti. Ondan alacağım vardı. Borcunu ödedi, bir miktar da fazla verdi.[29]



Açıklama



(Seferden Dönünce Namaz Kılmak) Bu ifade bir seferden dönünce camide namaz kılmak anlamında kullanılmıştır. İmam Buhârî Ka'b'dan nakledilen rivayetin akabinde Câbir'den gelen hadisi zikretmek suretiyle Hz. Peygarnber'in fiili ile emrini birleştirmiştir. Böylece seferden sonra namaz kılmanın Allah Resûlü'ne özgü özel bir durum olarak anlaşılmaması gerektiğini ifade etmiştir.


(Borcunu ödedi) Söz konusu borç, Câbir'in devesinin 1/8'i idi.


Nevevî şöyle demiştir: "Bu hadiste bahsi geçen namaz, seferden döndükten sonra kılman "kudüm namazı"dır. Camiye giren kimsenin oturmadan önce kılması emredilen tahiyyetu'l-mescid namazı değildir. Ancak bu namaz, tahiyyetü'l-mescid namazının yerine de geçer.


Bir sebebe dayalı olarak da olsa, yasaklanan vakitlerde namaz kılmayı haram kabul çden bazı kimseler, hadiste geçen "kuşluk vakti" İfadesini delil olarak kullanmışlardır. Ancak burada onlar için bir delil söz konusu değildir. Çünkü söz konusu olay, herkesin gözü önünde gerçekleşmiştir."




60. Camiye Girince İki Rekat Namaz Kılmak



444- Ebu Katâde es-Selemî'den Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: İçinizden biri camiye girdiği zaman oturmadan önce iki rekat namaz kilsini.[30]



Açıklama



(iki rekat) Bu ifade, ittifakla hadisin iki rekattan fazla namaz kılmaya delalet etmediğini gösterir. Söz konusu namazın iki rekattan az olup olmayacağı konusunda ise ihtilaf vardır. Doğrusu bu hadise uymaktır. Allah Resûlü'nün bu sünneti iki rekattan az bir namazla gerçekleşmez. Fetva ehli, bu hadisteki emrin, mendup bir hükme delalet ettiği kanaatindedir. İbn Battal, Zâ-hîri mezhebine mensup kimselerin buradaki emri, farz olarak telakki ettiğini nakletmiştir. İbn Hazm ise, bunun farz olmadığını sarih bir şekilde ifade etmiştir.


Hz. Peygamber'in ön safa doğru ilerlemeye çalışan bir adama, "Cemaate eziyet ediyorsun, otur!" demesi, tahiyyetu'l-mescid namazının farz olmadığını gösterir. Çünkü Allah Resulü o adama, bu namazı kılmasını emretmemiştir. Tahâvî ve daha başkaları bu rivayeti, tahiyyetü'l-mescid namazının farz olmadığına delil olarak kullanmışlardır. Ayrıca Tahâvî şöyle demiştir: "Hadisteki emir, namaz kılınmasının yasaklandığı vakitler için geçerli değildir." Bana göre, ortada iki tane umum ifade eden nas vardır. Bunlardan biri, herhangi bir ayrıntıya girmeden camiye giren herkesin namaz kılmasını emreden hadis, diğeri ise belirli vakitlerde namaz kılmayı yasaklayan nastır. O halde, ikisinden birisinin tahsise uğraması gerekir. Bazıları, yasağı tahsis edip emri umumiliği üzerine bırakmıştır. Şafiler'e göre bu görüş, daha doğrudur. Bazıları da bunun tam tersini yapmıştır. Bu da, Hanefilerle Malikiler'in görüşüdür.


(oturmadan önce) Bir grup ilim adamı, mescide girdikten sonra iki rek'at namaz kılmadan oturan kimsenin tekrar ayağa kalkıp bu namazı telafi etme şansının olmadığını açık bir dille beyan etmişlerdir. Ancak bu görüş eleştiriye açıktır. Çünkü İbn Hibbân'ın "Sahfh"inde naklettiği rivayete göre Ebu Zerr mescide girdiği zaman Allah Resulü ona İki rekat namaz kıldın mı?' diye sormuş. Ebu Zerr 'hayır' diye cevap verince 'Kalk ve iki rekat namaz kıl' buyurmuştur. İbn Hibbân kitabında bu hadise "Tahiyyetü'l-mescid Namazı Oturmakla Geçmez" şeklinde bir başlık koymuştur. "Cuma Bölümü"nde geleceği gibi Süİeyk kıssası da bu kabildendir.


el-Muhib et-Taberî şöyle demiştir: "Tahiyyetü'l-mescid namazının oturmadan önceki vakti, faziletli bir vakit, oturduktan sonra ayağa kalkıp da kılındığı vakti ise, bu namazın kılınabileceği caiz olan bir vakittir denebilir. Ya da, oturmadan önce kılınması eda, oturduktan sonra kılınması ise. kazadır. Hatta oturduktan sonra da dini açıdan bu namazın kılınabilmesi, oturmanın uzun sürmediği zamanlarda mümkündür denebilir."



Faydalı Bir Not



Ebu Katâde'den nakledilen bu hadisin bir vürûd sebebi vardır. Şöyle ki; "Ebu Katâde bir gün mescide girdiğinde Hz. Peygamber'i ashabının arasında otururken gördü. O da, onların yanma oturdu. Bunun üzerine Allah Resulü Namaz kılmaktan seni ne alıkoydu?' diye sordu. Ebu Katâde, 'Seni ve ashabını otururken gördüm (bu yüzden ben de oturdum) diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu: "İçinizden biri camiye girdiği zaman iki rekat namaz kılmadan oturmasın!" Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. İbn Ebî Şeybe başka bir kanalla Ebu Katâde'den şöyle nakletmiştik "Hz. Peygamber Camilere hakkını verin! buyurdu. Orada bulunan ashab, Camilerin hakkı nedir?' diye sorunca şöyle buyurdu: Oturmadan önce iki rekat namaz kılmaktır."




61. Camide Abdest Bozmak



445- Ebu Hureyre'den Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "İçinizden biri ahdestini bozmadın namaz kıldığı yerde sürece melekler onun için bağışlanma diter: Allah'ım onu ığışla! Allah'ım ona merhamet et! derler."



Açıklama



(Camide Abdest Bozmak) el-Mâzirî şöyle demiştir: "İmam Buhârî, abdestsiz mseleri cünüp kimseler gibi görüp, onların camiye girmesini ve camide otur-


asını haram kabul edenlere itiraz edildiğine bu başlık ile işaret etmiştir." Bu rivayette bahsi geçen abdestsizlik hali, yellenme vs. gibi durumlarla zkonusu olur. Ancak bunun diğer hades türlerini de kapsayacağı söylenmiştir, abi ki, kötü karşılanacak bir şey yapılmaması gerekir. Nitekim İmam Müslim'in aklettiği şu rivayette geçen "abdestini bozmadığı ve cemaate eziyet vermediği İrece" ifadesi de bunu desteklemektedir.


(Melekler onun için bağışlanma diler) Buradaki meleklerden maksat, hafaza eya gezici meleklerdir. Ya da bu lafız, bütün melekleri içine alacak kadar kapımlıdır.


[namaz kıldığı yerde durduğu sürece) Bu ifadeden, söz konusu kişinin bumduğu yeri terk ettiği zaman, meleklerin bağışlanma dilemesinin de sona eresği anlaşılır.


"Camide Oturup Namazı Beklemek" konusu işlenince, namazı beklemenin e kadar faziletli bir amel olduğu anlatılacaktır. Kişi camide ister oturduğu yeren ayrılmasın isterse yerini değiştirsin, alacağı sevap değişmez. Hadise göre ülah Resulü şöyle buyurmuştur: "Namazı beklediği sürece amaz sevabı almaya devam eder." Buna göre Hz. Peygamber Fıaz için hazırlanmış her yer manasına hamledilebilir. Böylece iki hadis arasında erhangi bir çelişkiden söz edilemez. (abdestini bozmadan) Bu ifade, kişi camide kalsa bile, abdestini bozmasının neleklerin bağışlanma dilemesine son vereceği anlamına gelir. Bu hadise göre amide abdest bozmak, daha önceki bölümlerin birinde ifade edilen ve keffâreti ilan balgam çıkarmaktan daha çirkin bir davranıştır. Ancak bunun için bir îeffâret belirtilmemiştir. Aksine bu işi yapan, meleklerin bağışlama dilemesinden hıahrum bırakılmıştır. Malum olduğu üzere meleklerin dualarının kabul olunması umulur. Çünkü Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Ancak Allah'ın hoşnut olduğu kimselere şefaat ederler.[31]




62. Mescidin Yapılması



Ebu Saîd şöyle demiştir: "Mescidin tavanı hurma yaprakları ve soyulmuş hurma dallarıyla örtülüydü."


Hz. Ömer mescidin yapılmasını emretti ve (yapı ustasına) şöyle dedi: İnsanları yağmurdan koru! Kırmızı ve san renkleri kullanmaktan kaçın! Aksi takdirde insanları fitneye sürüklersin!" Enes İbn Mâlik şöyle dedi: "Yapılan camilerle övünürler, ama onları çok az ihya ederler." İbn Abbâs da şöyle demiştir: "Yahudi ve Hıristiyanların (mabedlerini) süslediği gibi siz de camilerinizi süsleyeceksiniz."



Açıklama



(Mescidin Yapılması) Bu başlıktaki mescid ile Mesdd-i Nebevi kasdediL mistir.


(Aksi takdirde insanları fitneye sürüklersin) İbn Battal şöyle demiştir: "Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in aleyhi üzerindeki şekillerden dolayı hamîsa denen örtüyü Ebu Cehrn'e geri göndermesine ve ona 'Bu, beni namazda oyaladı' demesine bakarak bu kanaate ulaşmıştır."


Hz. Ömer'in bu konuya ilişkin özel bir bilgiye sahip olma ihtimali de vardır.


(Yapılan camilerle övünürler) Burada muallak olarak zikredilen bu rivayet, Ebu Ya'lâ'nm "MüsnecTinde ve İbn Huzeyme'nin Ebu Kılâbe kanalıyla, senedi kaydedilerek zikredilmiştir. Buna göre Enes şöyle demiştir; "Rasûluliah'ı şöyle derken işittim: Öyle bir zaman gelecek ki, ümmetimin fertleri cami yaptırmakla birbirine karşı övünecekler ama onhnpek az ihya(imar) edecekler."



Not



(ama onlan pek az ihya(imar) edecekler) Camilerin ihyası (İmarı), binayı dikmekle değil, namaz kılmak ve Allah'ı anmakla olur. Bağavî şöyle demiştir: "Teşyîd, yüksek binalar yapmak demektir. Yahudi ve Hıristiyanlar kitaplarını tahrif edip değiştirdikten sonra mabedlerini süslemişlerdir."


446- Salih İbn Keysân, Nâfi'Yıin Abdullah'ın kendisine şöyle bildirdiğini nak-letmiştir:


"Rasulullah'ın saiiaihhu deyhi w sfeUnr döneminde Mescid-i Nebevi kerpiçle bina edilmişti. Tavanı hurma yapraklarından, direkleri ise hurma ağaçlarının gövde kısımlarından oluşuyordu. Ebu Bekir, mescidin bu yapısına, herhangi bir ilavede bulunmadı. Hz. Ömer mescidi genişletti. Ancak Hz. Peygamber dönemindeki gibi kerpiç ve hurma dalı ile yeniden inşa etti. Direklerini ise odundan yaptı. Daha sonra Hz. Osman mescidin yapı tarzını değiştirdi. Mescidi çok genişletti. Duvarlarını nakışlı taşlar ve kireçle ördü. Sütunlarını, nakışlı taşlarla yükseltti. Tavanını İse sac adı verilen bir ağaçtan yaptı."



Açıklama



(sac) Hindistan'dan gelen malum ağacın adıdır. İbn Battal ve diğerleri şöyle demiştir: "Cami yapımında sünnet olan, itidalli olmak ve caminin tezyininde aşırıya kaçmamaktır." Zira Hz. Ömer, kendi döneminde fetihlerin çoğalıp maddi refahın artmasına rağmen Mescid-i Nebevî'nin şeklini değiştirmemiştir. Sadece onu yeniden inşa etmeye ihtiyaç duymuştu. Çünkü hurma dallarından oluşan tavanı, haşereler tarafından yendiği için delik deşik hale gelmişti.


Daha sonra Hz. Osman dönemi geldi. Onun zamanında mâlî İmkanlar daha da arttı. Buna rağmen o, aşırı süse kaçmadan mescidin genel görünümünü güzelleştirdi. Yine de bazı sahabiler onu eleştirmekten geri durmadı. Nitekim ilende bu konu ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. İlk defa camileri aşırı biçimde süsleyen Velid İbn Abdİlmelik İbn Mervân olmuştur. Bu hâdise, sahabe döneminin sonlarında vuku bulmuştu. Fitne çıkmasından endişe ettiği için bir çok ilim adamı bu uygulama karşısında tepki göstermeyip sessiz kalmıştır. Bazıları ise buna ruhsat vermiştir. Mesela Ebu Hanîfe bu kanaattedir. Ancak bunun, camilere saygı göstermek düşüncesi İle ve hazineden gelen ödeneklerle yapılmamasını şart koşmuşlardır.


İbnu'l-Müneyyir şöyle demiştir: "İnsanlar yüksek binalar yapıp evlerini süslemeye başlayınca, camilerin basit konuma düşmemesi için süslenmesi daha uygun oldu." Fakat şu şekilde ona itiraz edilmiştir: "Eğer camilerin süslenmesinin yasaklanması, şaşaalı bir yaşamı terk etme konusunda selefe uymaktan ileri geliyorsa, onun söyledikleri doğrudur. Yok eğer süslerin namaz kılanın zihnini dağıtmasından endişe duyulduğu için yasaklanmışsa söyledikleri geçersizdir. Çünkü yasağın illeti devam etmektedir."


Enes'ten nakledilen bu hadis, meydana gelecek bir olayı haber verdiği için peygamberliğin ispatında kullanılan mucizelerden biridir. Nitekim, önceden bildirilen bu durum, haber verildiği gibi meydana gelmiştir.




63. Cami Yapımında Yardımlaşmak



"Allah'a ortak koşanlar, kendilerinin kafirliğine bizzat kendileri şahitlik ederlerken, Allah'ın mescitlerini imar etme yetkileri yoktur. Onlann bütün işleri boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedî kalacaklardır. Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.[32]


447- İkrime'den şöyle nakledilmiştir: İbn Abbâs bana ve oğlu Ali'ye "Ebu Saîd'e gidip ne dediğini dinleyin" dedi. Biz de kalkıp gittik. Bir de baktık ki, o bir bahçeyi suluyordu. Sonra ridasmı tuttu ve ayaklarını elbisesinin içine sokarak oturdu. Sonra da konuşmaya başladı. Derken lafı, cami yapımına getirdi ve şöyle dedi: "Biz kerpiçleri birer birer, Ammâr ise, ikişer ikişer taşıyordu. Allah


Resulü onu böyle görünce üzerine bulaşan tozu temizlemeye başladı. Bir yandan da, şöyle buyurdu: "Vâh Ammâr'a!.. Onu azgın bir grup öldürecek... Ammâr onîan cennete, onlar da kendisini cehenneme davet edecek...'


Bunun üzerine Ammâr 'Fitnelerden Allah'a sığınırım!' dedi.[33]


(Allah'ın mescitlerini) Bu ifade ile secde yapılan veya namaz kılmak için tahsis edilen yerler kasdedilmiş olabilir, ikinci ihtimale göre, imardan maksat, caminin İnşası olabileceği gibi camilerde Allah'ı anmak için bulunmak da olabilir.


(Suluyordu) Bu hadiste, bütün ilmi bir tek kişinin öğrenemeyeceğine işaret vardır. Çünkü İbn Abbâs, ilminin genişliğine rağmen, oğluna gidip Ebu Saîd'den bir şeyler öğrenmesini emretmiştir. Belki de onun, kendisinin bilmediği bir-şeyi bildiğinden haberdardı. Ya da, âli isnada ulaşması için oğlunu ona göndermiş de olabilir. Zira Ebu Saîd çok önceden sahâbî olma şerefine nail olmuş ve Hz. Peygamber'den İbn Abbâs'a göre daha fazla hadis işitmişti.



Bu Hadisten Selef-İ Salihinin Şu Özellikleri Ortaya Çıkar:



1- Tevazu sahibi idiler.


2- Kibirden uzak dururlardı.


3- Birbirlerinin yaşam standartlarına muttali idiler.


4- Faziletli kimselerin üstün yönlerini kabul ederlerdi.


5- İlim öğrencisine lütufkâr davranırlardı.


6- ilim talebesinin ihtiyaçlarını karşılamayı kendi ihtiyaçlarını karşılamaya tercih ederlerdi.


(Sonra ridasını tuttu ve ayaklarını elbisesinin içine sokarak oturdu.) Bu hadise göre ilim öğretmek için gerekli hazırlıklar yapılır, fitne ve baskının olduğu dönemlerde hadise saygıdan dolayı hadis rivayet edilmez.


(Ammâr ise, İkişer İkişer taşıyordu) Ammâr kerpicin birini kendi yerine, ötekini Allah Resûlü'nün yerine taşıyordu, Buna göre hayır işlerinde meşakkate girmek caizdir. Ayrıca, maslahatların gerektirdiği ölçüde ve cami yapmanın fazileti sebebi ile Öndere saygı gösterip onun yerine iş yapılır.


(Üzerine bulaşan tozu) Burada, Allah yolunda çalışan birine fiilî ve sözlü olarak iyilikte bulunup ona karşı onur verici davranış sergilemek söz konusudur.


Burada Ammâr'ı öldürenler kasdedilmiştir. Nitekim hadisin bu kısmı başka bir senetle "Onu kendisinin cennete davet edeceği azgın bir kitle/ bir grup öldürecek..." şeklinde nakledilmiştir.


Ammâr Sıffin savaşında Hz. Ali'nin yanında yer almıştı. Onu öldürenler ise Muâviye'nin yanında Hz. Ali'ye karşı savaşıyorlardı. Malum olduğu üzere Muâvİye'nin de yanında bazı sahâbîler bulunuyordu. Onların cehenneme davet etmesi nasıl mümkündür?" şeklinde bir itiraz yöneltilecek olursa şu şekilde cevap verilir: "Bazı sahâbîler, cennete davet ettiklerini zannediyorlardı. Onların her biri müctehiddi. Dolayısıyla onlar zanlarına tabi olduklarından dolayı kınanamaz. Buradaki cennete davet etmekten maksat, cennete ulaştıracak vasıtaya davet etmektir. O da, devlet başkanına İtaat etmektir. Benzer şekilde Ammâr da onları, Hz. Ali'ye itaate çağırıyordu. Çünkü o dönemde itaat edilmesi gereken devlet başkanı oydu. Kısacası her iki taraf birbirinin aksine çağrıda bulunuyordu. Ancak onların bu şekilde davranmaları mazur görülür. Çünkü kanaatleri doğrultusundaki tevillerine göre böyle davranmışlardı."


İbn Battal Mühelleb'e tabi olarak şöyle demiştir: "Azgın bir grup ifadesi Haricîler hakkında kullanıldığı zaman yerinde bir ifade olur. Nitekim Hz. Ali, kendilerini cemaate çağıran Ammâr'ı onlara elçi olarak göndermişti. Ancak bu ifade, ashâb-ı kiramdan herhangi biri için kullanılamaz." Bir çok sarih de bu konuda ona tabî olmuştur. Ancak birkaç açıdan bu görüş tenkit edilir:


1- Haricîler Ammâr'm öldürülmesinden sonra Hz. Ali'ye baş kaldırmışlardır. Bu konuda ilim ehli arasında bir görüş farklılığı sözkonusu değildir. Çünkü hâricîlik, tahkim olayından sonra başlamıştır. Tahkim ise, Sıffîn savaşının sona ermesinin akabinde gerçekleşmişti. Ammâr ise kesinlikle bu hadiseden önce öldürülmüştü. Ölümünden sonra Hz. Ali'nin onu, Haricîlere elçi olarak göndermesi düşünülemez.


2- Hz. Ali'nin Ammâr'ı elçi olarak gönderdiği toplum, Küfe halkıdır. Cemel vakasından önce onu Kufe'ye göndererek Kufelilerden Hz. Âişe ve onunla birlikte hareket edenlere karşı kendi yanında savaşa girmelerini istemişti. Hz. Âişe ile birlikte hareket eden sahâbîler vardı. Hatta Muâviye'nin yanında yer alan sahâbîlerden daha faziletli olanlar vardı. Dolayısıyla Mühelleb yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştur. Ayrıca onlara Haricîler demek, son derece yanlıştır.


3- O, eksik olan bu rivayette geçtiği üzere hadisi lafzî olarak anlayıp açıklamıştır.



Hadisten Çıkan Sonuçlar



1- Hz. Peygamber'İn nübüvvetinin alametlerinden biri dadey. ha ortaya çıkmıştır.


2- Hz. Ali ve Ammâr'ın faziletleri belli olmuştur.


3- Bu rivayet, savaşa girmekle hata ettiğini, isabetli bir karar veremediğini iddia ederek Hz. Ali'ye düşmanca tavır alanlara cevap niteliğindedir.




64. Minber Ve Caminin Diğer Ahşap Malzemesi Hakkında Marangozlardan Ve Sanatkarlardan Yardım İstemek



448- Sehl'den şöyle nakledilmiştir:


"Hz. Peygamber bir kadına haber gönderip 'Marangoz kölene emret de benim için üzerine oturacağım bir minber yapsın' buyurdu."


449. Câbir'den şöyle nakledildi; "Kadının biri 'Ey Allah'ın elçisi sizin mescitte üzerine oturacağınız bir şey yaptırayım mı? Zira benim marangoz bir kölem var.' dedi. Hz. Peygamber de 'Eğer istiyorsan bir minber yaptır buyurdu.[34]



Hadislerden Çıkan Sonuçlar



1- İstemeden yapılan çalışmalar (yardım ve İyilikler) kabul edilir.


2- Yerine getireceği bilinen birinin yerine vaatte bulunulabilir.


3- Hayır işleri yaparak, iyi insanlara yaklaşılabilir.




65. Mescid/Cami Yaptıran Kimse



450- Ömer İbn Katâde'den şöyle nakledilmiştir: "Ubeydullah el-Havlânî, Mescid-i Nebevî'yi yeniden inşa ettiği zaman, İnsanların kendisi hakkında ileri geri konuşmaya başladığı bir sırada Hz. Osman'ın şöyle dediğini nakletmiştir: 'Hakkımda çok ileri gittiniz. Oysa ben, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu İşittim: Her kim bir mescid/camt yaptırırsa (Ravilerden Bukeyr kendisinden önceki raviyi kasdederek zannımca Allah rızasını gözeterek kaydını da zikretmişti' demiştir.) Hak Teâtâ da onun için cennette onun bir benzerini inşa eder."




Açıklama



(Mescid/cami Yaptıran Kimse) Bu başlık, mescid/cami yaptıran kimselerin faziletine ilişkindir.


(insanlar kendisi hakkında ileri geri konuşmaya başladığı bîr sırada) Bu olayın açıklaması İmam Müslim'in naklettiği şu rivayette mevcuttur: "Hz. Osman Mescid-i Nebevt'yi yeniden inşa etmeyi düşününce, diğer sahâbîler bunu yadırgadı ve mescidin eski halinde kalmasını istediler." Sahabe mescidin, Allah Resûlü'nün aleyhi ve dönemindeki haliyle kalmasını arzuluyordu.


Beğavî "Şerhu's-sünne" adlı eserinde şöyle demiştir: "Sahabe, Hz. Osman'a, mescidi genişleteceği için itiraz etmemiştir. Aksine mescidi nakışlı taşlarla yeniden yapacağı için karşı çıkmışlardır."


(Hakkımda çok ileri gittiniz.) Bu ifadeyle, sahabenin Hz. Osman'a itiraz ederken söyledikleri sözler kasdedilmiştir.



Not



Hz. Osman'ın Mescid-i Nebevî'yi yeniden inşa etmesi, meşhur olan görüşe göre h.30'da gerçekleşmiştir. Bir başka görüşe göre de, hilafetinin son senesinde meydana gelmiştir.


(Her kim bir mescid/cami yaptırırsa) Bu ifadede mescid lafzı, umum ifade etmesi için nekira olarak kullanılmıştır. Bu sayede hem büyük, hem de küçük mescidleri/camileri kapsar. Nitekim bu hadis, Tirmizî'nin Enes İbn Mâ-lik'ten naklettiği rivayette "küçük veya büyük bir mescid' şeklinde geçmektedir. İbn Ebî Şeybe ise bu konuda zikredilen hadisi başka bir senetle nakletmiştir. Söz konusu rivayette hadiste şu ilave mevcuttur: "bağırtlak kuşunun yumurtlamak için yaptığı yuva kadar olsa bile"


Alimlerin çoğu bu ifadeyi, mübalağalı kabul etmiştir. Çünkü bağırtlak kuşunun yumurtasını bırakıp üzerinde uyumak için yaptığı yuva, namaz kılacak kadar geniş olamaz. O halde bu ifade, her kim ihtiyaç miktarı kadar mescide/camiye ilavede bulunursa, yaptığı ilave miktarı kadar sevap kazanır. Ya da camiyi inşa edenlerin alacağı sevaba ortak olur. Herkes yaptığı miktar kadar sevap kazanır. Bütün bu yorumlar, mescid/cami ile akla ilk gelen mana, yani namaz için tahsis edilen mekan kasdedildiği zaman geçerlidir. Eğer mescid ile secde yapılan yer, yani namaz kılanın alnını koyduğu yer kasdediliyorsa bu anlatılan yorumlarda hiç birine gerek kalmaz. Ancak yaptırmak ifadesi gerçekten bir bina inşa etmek manasını akla getirmektedir.


(Allah'ın rızasını gözeterek) Yani ihlaslı bir şekilde mescid/cami yaptırırsa.




Not



İbnu'İ-Cevzî şöyle demiştir: "Her kim yaptırdığı camiye kendi adını verirse, ihlastan uzaklaşır. Kim de ücret mukabili mescid/cami yaparsa, ihlastan yoksun olduğu için bu hadiste belirtilen va'dden nasibini alamaz. Ancak genel olarak sevap kazanabilir."


Sünen musannıfları ile İbn Huyezme ve Hâkim Ukbe İbn Amir'den merfû1 olarak şu hadisi nakletmelerdir: 'Allah Teâlâ bir ok ile üç kişiyi cennete sokar: Sevabını Allah'tan umarak yapanı, onu atanı ve atmada yardımcı olanı.' Bu hadiste geçen 'Sevabım Allah'tan umarak' ifadesi, yaptığı iş ile mücahidlere yardımcı olmayı hedefleyen kimseleri içine alır. Bu ifade, hem gönüllü çalışan, hem de ücret mukabili çalışan ok ustalarını kapsar. Ancak ihlas sadece gönüllü kimselerde görülür.


Hadiste geçen sevap, yeryüzünün belli bir parçasını, üzerine bir bina kurmadan etrafını duvarla çevirerek mescide/camiye tahsis eden kimse için de geçerli midir? Ya da sahip olduğu binayı mescid/cami olarak vakfeden kimseler bu sevaba nail olabilir mi? Eğer hadisin lafzını esas alırsak bu sorulara olumsuz cevap veririz. Yok eğer hadisin manasını esas alırsak olumlu cevap veririz. Bu görüş tercihe biraz daha yakındır. ^ (yaptı [yukarıda "yaptırdı" şeklinde tercüme etmeyi tercih ettik) fiili, bilfiil yapmanın gereklerini yerine getirmeye denir. Ancak hadisin manası mescid/cami yaptırmayı emreden kimselerin de bu sevaba ortak olduğunu gösterir. Nitekim Hz. Osman'ın da bu hadisi delil olarak kullanması bu yorum İle örtüşür. Çünkü o, hadisi kendi talimatlarına delil olarak kullanmıştır. Malum olduğu üzere o, bizzat mescidin inşasına soyunmamıştır.


Hak Teâlâ da onun için cennette onun bir benzerini inşa eder) İnşa etmenin Allah'a nispet edilmesi, mecazîdir. Burada inşa etmenin öznesinin zikredilmesi, Hak Teâlâ'yı tazim içindir. Ancak, dinleyenlerin gönüllerini yumuşatmak veya söz konusu inşanın dünyada iken mescid/cami yapan kimseler tarafından gerçekleştiği vehmine sed çekmek için zikredildiği de söylenmiştir.


onun bir benzerini mahzuf bir masdarın sıfatıdır. Takdiri ise şöyledir: kelimesinin İki türlü kullanımı vardır:


a) Mutlak olarak müfred sıyğasiyla kullanılır: Mesela şu âyet-i kerîmede böyle bir kullanıma sahiptir Bu yüzden dediler ki: Kavimleri bize kölelik edip bize taparken, bizim gibi olan bu iki adama inanır mıyız?")


b) Müfret, tesniye ve cem' bakımından kendinden öncekine tabi olur. Mesela şu âyette böyle bir kullanım söz konusudur: Sizin gibi topluluklardır:[35]


Birinci kullanıma göre, mescid/cami yaptıranların alacakları karşılık, çeşitli binalar olur. Böylece iyiliklerin on misli ile karşılanacağından hareketle hadisteki kaydını problemli görenlere cevap verilmiş olur. Çünkü burada, Allah Teâlâ'nın cami yaptıranı, onun benzeri on bina ile ödüllendirme ihtimali vardır. Bu soruna, Allah Resûlü'nün bu hadisi "Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır [36] ayetinin nüzulünden Önce söylediğini belirterek cevap vermek ise pek isabetli değildir. Aynı şekilde bir ile takyidin, birden fazlaya delalet edebileceğini belirterek verilen cevap da uygun değildir. İnsanın aklına ve gönlüne yatan cevaplardan biri de şudur: Buradaki benzerlik kemiyet bakımındandır. Fazla sevap ise, keyfiyet bakımındandır. Şöyle ki, nice bir ev vardır ki, on evden, hatta yüz evden daha üstündür.


Burada benzerlikten maksat, söz konusu iyiliğin başka bir şeyden değil de sadece bina cinsinden karşılığının verilmesidir. Bunu söylerken de diğer hususlar dikkate alınmamıştır. Ancak burada, dünyanın darlığı ve cennetin genişliğine bakınca iki dünya arasında kesinlikle fark olduğu ortaya çıkar. Çünkü Buhârî'de geçtiği üzere bir karış cennet, dünya ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır. Ahmed İbn Hanbel de Vasile hadisinde şu ifadeleri nakletmiştir: "Allah ona, cennette dünyadakinden daha hayırlı bir bina dikti." Bu hadis de göstermektedir ki; benzerlik ile bütün yönlerden birbirine denk olma kasdedilmemiştir. Bu konuda Nevevî de şöyle demiştir: "Belki de burada şu kasdedilmiştir: Dünyada cami yaptırana cennette verilecek binanın üstünlüğü, dünyada camilerin evlere olan üstünlüğü gibidir."


(cennette) bu câr ve mecrûr, fiiline mutallıktır. Ya da «di-'den hâldir. Bu hadiste, cami yaptıranlann cennete gireceğine İşaret edilmiştir. Çünkü, ona ödül olarak yapılacak bina, oturması içindir. Cennete girmeden de, binasında oturması düşünülemez.




66. Mescide Girince Okların Uçlarını Tutmak



451- Süfyan'dan şöyle nakledilmiştir: Amr'a tâbir İbn Abdullah'ın "Bir adam Mescid-i Nebevî'ye geldi, yanında oklar taşıyordu. Allah Resulü ona, demir sahip buyurdu" dediğini işitip işitmediğini sordum.[37]



Açıklama



(Tutmak) Bu ifadenin, "camiye oklarla giren kimsenin oklarına sahip çıkması müstehapür" şeklinde anlaşılması mümkündür. Buhârî ve Müslim Hammad İbn Zeyd kanalıyla şu rivayeti nakletmişlerdir: 'Adamın biri, yanında taşıdığı oklarla camiye girdi. Okların demir ucu (torbasının dışına taşmış) görünüyordu. Bunun üzerine herhangi bir Müslümana zarar vermemesi için okların ucuna sahip çıkması emredildi."



Hadisten Çıkan Sonuçlar



İbn Battal Hadisten çıkan sonuçlan şöyle sıralamıştır:


1- Kanın, azına da çoğuna da saygı gösterilmesi gerektiğine işaret edilmiştir.


2- Müslümanın dokunulmazlığı bir kez daha te'kid edilmiştir.


3- Camiye silah sokulması caizdir.




67. Caminin İçinden Geçmek



452- Ebu Bürde babasından Hz. Peygamber'in öyle buyurduğunu nakletmişür:


"Camimizin veya pazarımızın bîr bölümünden okla geçen herkes, okunun ucuna sahip olsun! Okun ucunu tutmayarak bir müslümanı yaralamasın! [38]


(Caminin İçinden Geçmek) Bu başlık, caminin içinden geçmenin caiz oidu-ğunu gösterir.




68. Camide Şiir Okumak



453- Ebu Seleme İbn Abdurrahman İbn Avf, Hasan İbn Sâbit'in Ebu Hureyre'den "Allah adına söyle! Allah Resulünün 'Ey Hassan, Rasûlullah adına cevap ver! Allah'ım! Onu ruhu'l-kudüsle destekle' dediğini duymadın mı?! diyerek şahitliğine müracaat ettiğini, onun da 'evet' dediğini nakletmiştir."



Açıklama



(Camide Şiir Okumak) Bu başlık camide şiir okumanın hükmünü araştırmak için konmuştur.


(Onu ruhu'l-kudüsle destekle') Ruhu'l-kudüs'ten maksat, Cebrail'dir Hassân'm Hz. Peygamber'in yerine cevap vermesinden maksat ise, Rasûlullah'i ve ashabını hicveden kâfirlere karşılık vermesidir. Nitekim Tirmizî Hz. Aişe'den şöyle nakletmiştir: "Allah Resulü Mescid-i Nebevî'de Hassan için bir minber koydurmuştu. Hassan oraya çıkıp kâfirleri hicvederdi." İbn Battal şöyle demiştir; "Bu konuda zikredilen hadise göre Hassan, Hz. Peygamber'in huzurunda camide şür söylememiştir. Ancak İmam Buhârî'nin "Vahyin Başlangıcı Bölümünde" Saîd kanalıyla naklettiği rivayete göre Hassân'a "Benim adıma onlara cevap ver!" demesi Mescid-i Nebevî'de gerçekleşmiştir. Bunun üzerine Hassan da, müşriklere karşı cevap olarak söylediği beyitleri okumuştu." İbn Battal dışında kalan sarihler ise şöyle demiştir; "Buhârî, Hz. Peygamber'in Has-sân'dan şiir okumasını istemesinden hareketle burada, içeriği hak olan şiirlerin hak olduğunu ifade etmek istemiştir. Eğer şiir hak olursa, diğer sözler gibi camide söylenmesinde bir sakınca yoktur. Aksi takdirde boş ve çirkin söz örneklerinde olduğu gibi yasaklanır.


Bu konuda İbn Huzeyme'nin "Sahfh"inde, Tirmizî'nin de "Sünen"inde nakledip hasen kabul ettiği bir hadis vardır. Şöyle ki; "Hz. Peygamber camide şiir okunmasını yasakladı." Bu doğrultuda birkaç hadis daha vardır. Ancak hepsinin senedleri tenkide uğramıştır. Bu hadis Üe konu başlığı altında zikredilen hadis şu şekilde uzlaştınlır: "Okunması yasaklanan şiirler, cahiliye dönemine ve batıl ehline ait şiirlerdir. Okunmasına izin verilen şiirler ise bunların dışında kalan şiirlerdir." Bir uzlaştırma da şu şekilde yapılmıştır: "Camilerde sürekli olarak şiir okunması, camiye gelen cemaati meşgul eder. İşte bu durumlarda camide şiir okumak yasaklanmıştır."




69. Kısa Mızrakla Camiye Girmek



454- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bir gün Allah Resûlü'nün odamın kapısının önüne geldiğini gördüm. O esnada Habeşliler Mescİd-i Nebevî'de oyun oynuyorlardı. Bu sırada Allah Resulü oyunlarını izlemem için ridasıyla beni perdeliyordu.[39]


455- İbn Şîhab Urve kanalıyla Hz. Aişe'den şöyle nakletmiştir: "Habeşliler kısa mizraklarıyla oynarken Allah Resûlü'nün onları İzlediğini-gördüm."



Açıklama



(Pvisa Mızrakla Camiye Girmek) Bu başlık, kısa mızrak taşıyan kimselerin camiye girebileceklerini gösterir. Habeşlilerin mızraklarının ucunun ne kadar sivri olduğu meşhurdu. Kanaatime göre İmam Buhârî, 452. hadisi kınına sokulmamış mızrak uçlarıyla camiden geçmenin yasaklanmasıyla tahsis etmiştir. Mızrakla ile camiden geçme ile oynama arasındaki fark şöyle izah edilir: Mızraklarla sergilenen oyun sırasında ondan korunmak kolaydır. Diğer durumlarda ise sakınmak zordur. Birden insanı yaralayabilir. Bundan da korunulamaz.


(Bir gün Allah Resûlü'nün odamın kapısının önüne geldiğini gördüm. O esnada Habeşliler Mescid-i Nebevî'de oyun oynuyorlardı). Bu ifade camide mızrak İle oyun sergilemenin caiz olduğunu gösterir. Ibnut-Tîn, Ebu'l-Hasan el-Lahmî'den şu görüşü nakletmiştir: "Mızrakla camide oyun sergilemek, Kur'an ve sünnet ile neshedilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'den 'Allah o evlerin yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir [40] âyeti, sünnetten ise 'Çocuklarınızı ve mecnunlarınızı camilerden uzak tutun!' hadisi bu hükmü neshetmiştir."


Ancak bu görüşe şu şekilde itiraz edilmiştir: Söz konusu hadis zayıftır. Ne bu hadiste ne de âyette iddia edilen görüşü destekler mahiyette bir bilgi vardır. Tarih de buna tanıklık etmemektedir. Dolayısıyla burada zikredilen delililerle neshin gerçekleştiği söylenemez.


Bu rivayette bahsedilen mızrak oyunu, sıradan bir oyun değildi. Aksine cesaretli kimseleri savaş meydanlarına hazırlamak ve düşmana karşı mücadele İçin yetiştirmeyi hedefleyen bir eğitimdi. Mühelleb şöyle demiştir: "Cami, Müslüman toplumun genel işlerini görüşmek için ihdas edilmiştir. Bu yüzden din ile dine bağlı insanların menfaatine gelen işlerin camide görüşülmesi caizdir."


Bu hadise göre mubah olan oyunları seyretmek caizdir. Ayrıca bu rivayet, Allah Resûlü'nün s^hiiâk: deyni w sdi™- eşine karşı güzel davrandığını ve ona iyi muamelede bulunduğunu gösterir. Bir de Hz. Aişe'nin onun yanında ne kadar değerli olduğuna delalet eder.


(ridasıyla beni perdeliyordu) Bu ifade, bahsi geçen olayın hicab âyetinin inmesinden sonra gerçekleştiğini gösterir. Ayrıca kadınların erkeklere bakmasının caiz olduğuna delalet eder. Kadının erkeğe bakmasını haram kabul edenler, o sırada Hz. Aişe'nin küçük olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak bu görüşün, biraz önce verdiğimiz malumattan dolayı isabetli olmadığı anlaşılır.




70. Camideki Minber Üzerinde Alışverişten Bahsetmek



456- Berîre Hz. Aişe'ye gelip ondan mükatebesi hakkında yardım istedi. Hz. Aişe "Eğer dilersen efendine (geri kalan borcunu) öder senin velayetini ben üstlenirim" dedi.


Berire'nin efendisi (Hz. Âişe'ye), "Eğer dilersen ona geri kalan borçlarını ödemesi için gerekli bedeli verirsin" dedi.


Ravilerden Süfyân bir keresinde olayın bundan sonraki kısmını şöyle anlattı: "Dilersen onu âzad edersin, ancak velayeti bizim olur." Rasûlullah saviâhu alevi gelince, Hz. Aişe, ona bu olayı haber verdi. Bunun üzerine Allah Resulü ve seiiem şöyle buyurdu: "Onu al ve âzad eti Vetâ hakkı ise, âzad edenindir." buyurdu: "Bazı kimselere ne oluyor ki Allah'ın kitabında olmayan alışveriş şartları ileri sürüyorlar. Allah'ın kitabında olmayan bir şartı Heri süren, bilsin ki o konuda böyle bir hakkı yoktur. Yüz kere şart koşsa da yine durum değişmez.[41]



Açıklama



(Camideki Minber Üzerinde Alışverişten Bahsetmek) Bu hadisin konu başlığı ile münasebeti, "Bazı kimselere ne oluyor ki! Allah'ın kitabında olmayan şartlar ileri sürüyorlar" ifadesi ile sağlanmıştır. Çünkü bu söz, rivayette bahsedilen olaya işaret etmektedir. Bu olayda da, alışveriş, âzad etme ve velayet konulan geçmektedir.


Bu kitabı eleştiren bazt kimseler vehme kapılarak "Bu rivayete göre, alışveriş camide gerçekleşmemiştir" demişlerdir. Çünkü onlar, konu başlığının minber üzerinde alışveriş yapmanın caiz olduğu anlamına geldiğini zannetmişlerdir. Oysa olay, zannettikleri gibi değildir. Çünkü bir şeyden bahsedip o şeyin hükmünü açıklamak ile doğrudan akit yapmak birbirinden farklıdır. Meydana gelen bir şeyin hükmünü açıklamak, doğru ve hayırlı bir iştir. Doğrudan akit yapmak İse cami içinde, yasaklanan gürültüye yol açar. Mâzirî şöyle demiştir: "Fakihler, gerçekleştiği takdirde camide yapılan akdin geçerli olduğu konusunda ittifak etmelerine rağmen, bunun caiz olup olmadığı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir."


{Allah'ın kitabında olmayan şartlar ileri sürüyorlar) Hattâbî şöyle demiştir: "Bu hadisle, Allah'ın kitabında belirtilmeyen bütün şartların batıl olduğu kasdedilmemiştir. Çünkü ' Ve/â hakkı ise, âzad edenindir ' cümlesi Hz. Peygamber'e aittir. Ancak Allah Teâlâ kitabında ona itaati emretmiştir. Dolayısıyla bu hükmün kitaba nispeti mümkün hale gelmiştir." Fakat ona şu şekilde itiraz edilmiştir: "Eğer böyle bir şey mümkün olsaydı, Hz. Peygamber'in sözlerinin gerektirdikleri de ona nispet edilirdi." Ancak bu itiraza da şu şekilde cevap verilmiştir: "Hattâbî'nin böyle bir nispette bulunması umum yoluyla mümkündür. Yoksa belli bir mesele hakkında değildir." Hattâbî bu görüşüyle hadiste geçen Allah'ın kitabı ifadesiyle Kur'an'm kasdedildiğini ifade etmiştir. Ibn Mes'üd'un Vâşime/dövme yaptırma olayında Ümmü Ya'kub'a söylediği. şu söz de, onun meylettiği bu görüşe benzer: "Neden Rasûlullah'm lanet ettiğine lanet etmeyeyim ki! Zaten bu, Allah'ın kitabında da var!" Daha sonra İbn Mes'ûd, bu şekilde hareket etmenin Allah'ın kitabında olduğuna dair "Peygamber size neyi verdiyse onu alın! [42] ayetini delil olarak getirmiştir.


Bu hadisteki "Allah'ın kitabı" ifadesinden maksat, O'nun Kur'an'da veya sünnette belirtilmiş hükmü de olabilir. Kitap'tan maksat Ievh-i mahfuzda yazılı bilgiler de olabilir.




71. Camide Borç İsteyip Borçluyu Sıkıştırmak



457- "Mescid-i Nebevî'de Ka'b İbn Mâlik, İbn Ebî Hadrad'den, borcunu ödemesini istemişti. Bu esnada birbirlerine karşı seslerini yükseltmişlerdi. O sırada evinde olan Hz. Peygamber seslerini işitmiş ve onlara doğru yönelip odasının perdesini aralayarak 'Ey Ka'b!' diye seslenmişti. Ka'b 'Buyur ey Allah'ın elçisi!' diye karşılık verince Rasûlullah eliyle yarısını işaret ederek alacağının bir kısmından vaz geç' buyurmuştur. Ka'b Vazgeçtim bile' deyince bu defa İbn Ebû Hadrad'e 'Kalk ve borcunu öde' diye emretmiştir."



Açıklama



(Camide) Bu konuyla ilgili iki mesele vardır: Birincisi, konu hadisinden de anlaşılacağı gibi borçlunun borcunu ödemesini istemektir. Diğeri ise, hadiste açıkça geçmeyen borçlunun borcunu ödemesi için sıkıştırılmasıdır. Son dönem âlimlerinden biri, başlıkta borçlunun sıkıştırılmasına yer verilmesiyle İlgili olarak şunları demiştir: "Muhtemelen İmam Buhârî bunu, Ka'b'ın İbn Ebi Hadrad'den borcunu isterken onun yakasına yapışmasından çıkarmıştır. Sanki iki taraf da Hz. Peygamberin çıkıp aralarında hükmetmesini bekliyordu... Tartışma anında borçluyu bırakmamak caiz ise, hakim nezdinde haklı olduğu ortaya çıkınca, onu bırakmamak haydi haydi caiz olur." Kanaatime göre, başlığın bu şekilde olması İmam Buhârî'nin kendine özgü tasarrufundan ileri gelir. Nitekim o, bu şekilde başlık atmak suretiyle "Sulh" konusu ve daha başka başlıklar altında zikrettiği rivayete işaret etmiştir. Söz konusu rivayete göre "Ka'b'm Abdullah İbn Ebî Hadrad el-Eslemî'den alacağı vardı. Bir gün onunla karşılaştı ve onu bırakmadı. Tartışmaya başladılar. Bu esnada sesleri yükselmişti."


(Vazgeçtim bile) Bu söz, Ka'b'm Hz. Peygamber'in sniuu.hu aleyhi emrini yerine getirmedeki hassasiyetinden ileri gelir. Rasûlullah'ın saibDâhu aisvfo w. taifem "Kalk" emri, İbn Ebî Hadrad'e yöneliktir.



Hadisten Çıkan Sonuçlar



1-Bu hadiste borçta yapılan indirim ile borcun ertelenmesinin birlikte olmasının caiz olmadığına işaret edilmiştir.


2-Kişi çirkin söz sarfetmediği sürece camide sesini yükseltebilir, Ancak bir rivayete göre İmam Mâlik, ne surette olursa olsun camide yüksek sesle konuşmayı haram kabul etmiştir. Bir başka rivayete göre İse sesin niçin yükseltildiğine bakarak hüküm vermiştir. Mesela ilim, hayır ve mutlaka yüksek sesi gerektiren meselelerde yüksek sesle konuşmayı caiz görmüştür. Gürültü patırtı gibi meselelerde ise bunu caiz görmemiştir. Mühelleb ise şöyle demiştir: "Eğer camide yüksek sesle konuşmak caiz olmasaydı, Hz. Peygamber onların bu şekilde davranmalara mani olup, bunun caiz olmadığını açıklardı." Ancak camide konuşmanın haram olduğunu söyleyenler bu izah karşısında, şunları söyleyebilir: Hz. Peygamber bunun yasak olduğunu daha önce belirtmişti. Burada yasağı yenilemeye gerek görmedi. Bundan dolayıdır ki, yüksek sesle konuşmayı sona erdirecek çözüme başvurdu. Yüksek sesle konuşmaya neden olan sorunu çözerek iki taraf arasında sulh yaptı.


3- Anlaşıldığı takdirde işarete itibar edilir.


4- Hak sahibine karşı aracı olunur.


5- Hakim iki tarafın anlaşmasını önerebilir.


6- Aracılık teklifi kabul edilebilir.


7- Kapının üstüne perde çekilebilir.




72. Caminin Temizliğini Yapmak, Camideki Çerçöpü Toplamak



458- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir:


"Zenci bir adam veya zenci bir kadın, Mescid-i Nebevî'yi süpürürdü. Derken vefat etti. Bir gün Hz. Peygamber onu sordu. Etrafındakiler Vefat etti' diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah Resulü 'Onun vefatım bana haber vermeniz gerekmiyor muydu?! Bana kabrini gösterin? buyurdu. Sonra mezanna gelip onun için namaz kıldı.[43]



Hadisten Çıkan Sonuçlar



1- Camileri temizlemek faziletli bir ameldir.


2- Ortadan kaybolan hizmetçi ve eş dost sorulur.


3- Kişi dua ile ödüllendirilebilir.


4- Hayırlı kimselerin cenaze namazına katılmak teşvik edilmiştir.


5-Cenaze namazına yetişemeyen kimselerin, daha sonra ölünün kabrine gelerek onun için namaz kılması menduptur.


6- Vefat ilan edilir.




73. Şarap Ticaretinin Camide Haram Kılınması



459- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Faiz konusunda el-Bakara süresindeki âyetler nazil olduktan sonra Hz. Peygamber Mescİd-İ Nebevî'ye çıkıp hemen bu ayetleri ashabına okudu. Sonra da şarap ticaretini haram kıldı.[44]



Açıklama



(Şarap Ticaretinin Camide Haram Kılınması) Bu başlık, camide şarap ticaretinin camide haram kılınıp hükümlerinin açıklanmasının uygun olduğunu İfade eder. Yoksa İmam Buhârî şarap ticaretinin sadece camide haram olduğunu kasdetmemistir. Bu başlığın amacı, camileri kötü söz ve davranışlardan korumak gerektiğini, ancak sakındırmak için bunlardan bahsedilebileceğini anlatmaktır. Nitekim Kadı yâz şöyle demiştir: "Şarabın haram kılınması, faiz âyetinin nüzulünden çok önce olmuştu. Muhtemelen Hz. Peygamber şarabın haram kılındığını tekit etmek için bir kez daha söylemiştir." Belki de, şarap ticaretinin haram kılınması, şarabın kendisinin haram kılınmasından sonra gerçekleşmiştir.




74. Camiye Hizmet Etmek



İbn Abbâs "Robbim! Karnımdakini azadh bir kul olarak sırf sana adadım [45] âyetini "Hizmet etmesi için mabede adadım" şeklinde yorumlanmıştır.


460- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Bir adam veya bir kadın Mescid-i Nebevî'yi süpürüyordu. Rivayetin ravilerinden Ebu Râfi' 'zannımca temizleyen kişi bir hanımdı1 demiş, sonra yukarıdaki hadisi anlatıp Hz. Peygamber'in onun kabrine giderek namazını kıldığını bildirmiştir."



Açıklama



(azadh) Bu ayetin zahirinde İmran ailesinin o gün için sorumlu olduğu şeriata göre çocukları bir hizmete adamanın bu ayetin zahirinden caiz olduğu anlaşılır. İmam Buhârî bu olayı anlatmak suretiyle, hizmetini görmek suretiyle mabede saygı göstermenin önceki ümmetlerde de dinen kabul gören bir uygulama olduğunu belirtmek istemiştir. Hatta önceki ümmetlere mensup biri, karnındaki yavrusunu mabedin hizmetine adamıştır.


Bu hadisin konu başlığı ile ilişkisi, kadının kendisini Mescid-i Nebevî'nin hizmetine adamasıyla kurulur. Nitekim onun bu davranışını Hz. Peygamber sessiz kalarak onaylamıştır.




75. Esir Ve Borçluların Camide Bağlanması



461- Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Dün gece cinlerden bir ifrit (veya buna benzer bir ifade kutlandı), namazımı bozmak için aniden bana saldırdı. Fakat Rabbim ona karşı beni galip getirdi. Sabahlayınca hepiniz onu göresiniz diye mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Sonra kardeşim Süleyman ıtı "Rabbim! Beni bağışla, bana, benden başka hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver [46] dediğini hatırladım (ve onu tutup bağlamaktan vazgeçtim)." Hadisin ravilerinden Ravh dedi ki: "Sonra Hz. Peygamber spJbMhu hv^h ye sd^n onu kovdu.[47]



Açıklama



(aniden bana saldırdı) ansızın saldırmak manasına gelir.


Nesâî Hz. Aişe'den Allah Resûlü'nün şöyle buyurduğunu nakletmiştir; "Onu yakaladım, sonra yere serdim. Nihayet onu boğdum. Dilinin soğukluğunu elimle hissedebiliyordum."


Ibn Battal ve diğerleri bu hadise dayanarak, cinin Rasûlullah'a asli suretinin dışında çıkmadan göründüğünü iddia etmişlerdir. Bu konuda şunları söylemişlerdir: "Şeytanın yaratıldığı şekilde görünmesi, sadece Hz. Peygamber için söz konusudur. Onun dışındaki insanlar için İse mümkün değildir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "O ve yandaşları, sizin onlan göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.[48] Bu konuyla ilgili ortaya konan sonuçlara, İmam Buhârî'nin bu hadisi zikrettiği "Yaratılışın Başlangıcı" Bölümünde yer alan "Cin" konusunda ayrıntılı bir biçimde temas edeceğiz.




76. Yeni Müslüman Olanın Gusül Abdesti Alması Ve Esirlerin Camide Bağlanması



Şüreyh borçlunun mescidin direklerine bağlanarak ahkonmasını emrederdi.


462- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Necd taraflarına bir süvari birliği gönderdi. Birlik, Hanifeoğullanndan Sümâme İbn Osâl adında birini esir alarak döndü. Ashâb-ı kiram onu Mescid-i Nebevî'nin direklerinden birine bağladılar. Derken Allah Resulü sai'anaim mescide geldi ve 'Sümâme'yi serbest bırakın dedi. Sümâme mescidin yakınlarındaki bir hurma ağacının yanına gidip gusül abdesti aldı. Daha sonra mescide geldi ve 'Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in onun elçisi olduğuna şehadet ederim' dedi.[49]



Açıklama



(Müslüman Olanın Gusül Abdesti Alması ve Esirlerin Camide Bağlanması) Müslüman olanın gusül abdesti almasının, camilerle ilgili hükümlerle çok uzaktan ilişkisi vardır. Şöyle ki; kâfirler genellikle cünüp olur. Cünüp birinin de, zaruret dışında camiye girmesi haramdır. Kâfir Müslüman olunca, cünüp olarak camide kalmasını gerektiren zaruret hali de ortadan kalkar. Camide kalmasının mümkün olabilmesi için de gusül abdesti alır.


İbnu'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Sümâme hadisinin 'Esir ve Borçluların Camide Bağlanması' başlığı altında zikredilmesi daha uygundur şeklinde, İmam Buhârî'ye bir itiraz yöneltilmiştir. Ancak buna şu şekilde cevap verilmiştir: "İmam Buhârî, ifrit kıssasını delil olarak kullanmayı Sümâme kıssasını delil olarak kullanmaya tercih etmiş olabilir. Çünkü ifrit olayında, onu bağlamaya yeltenen Hz. Peygamber'in bizzat kendisi idi. Sümâme'yi ise başkaları bağlamıştır. Allah Resulü onu bu halde görünce de, Sümame'yi serbest bırahn!' buyurmuştur. İmam Buhârî'nin bu tercihi, Hz. Peygamber'in onun bağlanmasını hoş karşılamamasın in, takririnden daha evla olduğunu gösterir. Yani kavli sünnet, takrîrî sünnetten önce gelir.


Öyle anlaşılıyor ki, İbnu'l-Müneyyir, hadisin Buhârî'deki ve diğer kitaplar-daki rivayetine tam olarak bakmış değildir. İmam Buhârî "Mağazi Bölümü"nün sonlarına doğru, bu rivayeti bu şekilde bir kez daha zikretmiştir. Buna göre Hz. Peygamber Sümâme mescidde bağlı iken üç kez yanından geçmiş, ancak üçüncü gün onun serbest bırakılmasını istemiştir. Müslim ve diğer hadis imamları da bu şekilde rivayet etmişlerdir. Hatta İbn İshak "Meğâzî" adlı eserinde onun bağlanmasını emredenin Hz. Peygamber olduğunu açık bir şekilde belirtmiştir. Böylece İbnu'l-Müneyyir'in ulaştığı sonucun doğru olmadığı anlaşılır. Sahabenin Mescİd-i Nebevî'de Allah Resûlü'nün rıza göstermeyeceği bir şey yapmasını nasıl mümkün görür, doğrusu anlamak mümkün değil. Hakikatte bu görüş, fasit bir esasa dayalı fasit bir düşüncedir. (Şüreyh borçlunun mescidin direklerine bağlanarak alıkonmasmı emrederdi.) Şüreyh borç konusunda birinin aleyhine hükmettiği zaman, o kimsenin borcunu ödeyinceye kadar camide hapsedilmesine karar verirdi. Eğer borcunu öderse, serbest bıraktırırdı. Aksi takdirde hapsedilmesini emrederdi.




77. Hastalar Vb. Kimseler İçin Camide Çadır Kurmak



463- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hendek savaşında Sa'd İbn Muâz, kolundaki atar damardan yaralanmıştı. Allah Resulü onu yakından ziyaret edebilmek için Mescid-i Nebevî'de ona mahsus bir çadır kurdurdu. O esnada Mescid'de Ğıfaroğulları'nın bir çadırı vardı. Kendilerine doğru akan kandan korkup yan tarafta olan çadıra doğru 'Ey çadırdaki komşular! Sizin tarafınızdan bize doğru bir şeyler akıyor?' diye seslendiler. İşte o akan şey, Sa'dın yarasından sızan kandı. Bir müddet sonra da Sa'd bu yaradan dolayı vefat etti.[50]


Hattâbî şöyle demiştir: "Gıfaroğulları sakin sakin otururken akan kan onları korkutmuştu."




78. Bir Sebepten Dolayı Camiye Deve Sokmak



ibn Abbâs şöyle demiştir: "Hz. Peygamber, devesinin üzerinde tavaf etti."


464- Ümmü Seleme'den şöyle nakledilmiştir: "Hasta olduğumu Allah Resûlü'ne ve se'icm arz ettim. O da 'insanların arkasından deveye binerek tavaf buyurdu. Ben de bu şekilde tavafımı yaptım. O sırada Hz. Peygamber'in Kabe'nin karşısında namaza durup Tûr suresini okuduğunu gördüm.[51]



Açıklama



(Bir Sebepten Dolayı Camiye Deve Sokmak) Bu durum, ihtiyaç hasıl olunca söz konusudur. İbn Battal şöyle demiştir: "Bu hadis ihtiyaç hasıl olduğu sürece eti yenen hayvanlann camiye sokulmasının caiz olduğunu gösterir. Zira onların bevli, camiyi kirletmez. Eti yenmeyen hayvanlar için ise ,bunun tarn tersi sözkonusudur." ihtiyaç olmadığı zaman devenin camiye sokulmasının caiz olmadiğini gösteren bir hususun hadiste mevcut olmadığı söylenerek onun bu görüşüne İtiraz edilmiştir. Aslında bu konu, camiye sokulan hayvanın camiyi kirletip kirletmemesiyle alakalıdır. Eğer hayvanın camiyi kirletmesinden endişe edilirse, onu sokmak haram olur. Bir görüşe göre ise, Hz. Peygamber'in devesi eğitilmiş idi. Bu yüzden gezip dolaşmasına rağmen camiyi kirletmesinden emin olunurdu.[52] Belki de Ümmü Seleme'nin devesi de bu özelliğe sahipti.




79. Bâb



465- Ebu Katâde'den şöyle nakledilmiştir: "Enes'in haber verdiğine göre Rasûlullah'ın sahâbîlerinden İki kişi, karanlık bir gecede onun huzurundan ayrılmıştı. Ellerinde ise fenere benzer, yollarını aydınlatan iki ışık vardı. Birbirlerinden ayrıldıkları vakit, her birinin elinde bir ışık vardı. Netice de, ikisi de bu şekilde ailesinin yanma vardı.[53]




Açıklama



Bu hadisin camilerle ilgili bölümler arasında zikredilmesi şu açıdandır: Her iki şahabı de, yatsı namazını Allah Resulü ile birlikte kılabilmek için geç vakte kadar, o karanlık gecede, mescidde kalmışlardı. Bu yüzden bu hadis için "Karanlık Gecede Camiye Yürüyerek "Gitmenin Fazileti" şeklinde bir başlık koymak uygun olur. Ayrıca bu başlıkla, şu hadise işaret edilmiştir: "Hz. Peygamber karanlık gecede yürüyerek mescide gelenleri, kıyamet günü tam nur ile müjdeledi." Bu başlık altında zikredilen hadis bunu destekler niteliktedir. Çünkü Allah Teâlâ bu iki sahâbîyi dünyalık bîr ışıkla ödüllendirmiş, âhirette ise bundan daha büyüğünü ve mükemmelini onlar için hazırlamıştır.




80. Camiye Küçük Kapı Ve Geçit Açmak



466- Ebu Saîd el-Hudrî'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü hutbeye çıkıp şöyle buyurdu: 'Allah Teâlâ bir kulu, dünya ile kendi kaUndakiler arasında tercih konusunda serbest bıraktı. O kul da, Allah katındakileri tercih etti.'


Bunun üzerine Ebu Bekir ağlamaya başladı. Kendi kendime 'Eğer Allah bir kulu dünya ile kendi katmdakiler arasında muhayyer bıraktıysa, o kul da Hak Teâlâ nezdindekileri tercih ettiyse, bu İhtiyar niçin ağlıyor?' diye sordum. Meğer o kul, Allah Resûlü'nün kendisiymiş. Ebu Bekir de hepimizden bilgili olduğu için bunun ne anlama geldiğini anlamış, onun için ağlamıştı. Onun ağladığını gören Hz. Peygamber ve şöyle buyurdu: Ey Ebu Bekir! Ağlama! Malım ve arkadaşlığım en fazla benimle paylaşan Ebu Bekir'dir. Eğer ümmetim arasında bir dost (halîl) edinecek olsaydım, kuşkusuz Ebu Bekir'i edinirdim. Ne var ki, İslâm kardeşliği ve sevgisi bundan daha üstündür. Mescide açık bütün kapılar kapatılsın. Sadece Ebu Bekir'in kapısı kalsın![54]


467- İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber vefatına kadar süren hastalık günlerinin birinde başına bir bez bağlayarak minbere çıktı. Allah'a hamd-u senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu: İnsanlar içinde Ebu Bekir İbn Ebî Kuhâfe kadar cam ve malıyla yanımda yer alan başka biri olmamıştır. Eğer insanlardan bir dost (halîl) edinecek olsaydım, elbette Ebu Bekir'i dost edinirdim. Ancak İslâm dostluğu ile sevgisi her şeyden üstündür. Ebu Bekir'in kapısı dışında, mescide açılan bütün kapılar kapansın! [55]




Açıklama



(Camiye Küçük Kapı ve Geçit Açmak) bir kanatlı veya hiç kanadı olmayan küçük kapılara denir.


(İnsanlar içinde Ebu Bekir İbn Ebî Kuhâfe kadar cam ve malıyla yanımda yer alan başka biri olmamıştır). Nevevî şöyle demiştir: "Alimlere göre bu hadiste


geçen kelimesi, Ebu Bekir'in canı ve malıyla Hz. Peygamber'e herkesten daha fazla iyitik ettiği anlamına gelir. Yapılan iyiliği başa kalkmak anlamına gelmez." Kurtubî ise şöyle demiştir: "Buradaki, kelimesi (minnet altında bırakmak) manasına gelir. Bundan maksat İse, Ebu Bekir'in Hz. Peygamber üzerinde çok hakkı olduğunu belirtmektir. Eğer başka biri bu şekilde Allah Resûlü'ne iyilik etmiş olsaydı kuşkusuz bunlarla onu minnet altında bırakırdı."


İbn Abbâs'tan gelen hadise göre Hz. Peygamber bu sözü, ölüme kadar devam eden hastalığı esnasında söylemiştir. O sırada Hz. Ebu Bekir'e cemaate namaz kıldırmasını emretmişti. Bu yüzden diğer Müslümanların aksine, onun mescide açılan kapısının kapatılmamasıni istedi. Hz. Peygamberin bu uygulamasıyla Ebu Bekir'in kendisinden sonra hilafet makamına geleceğine işaret ettiği de söylenmiştir.




81. Kabe Ve Camilerin Kapısının Kapanması



Ebu Abdullah (Buharı) şöyle demiştir: "Abdullah İbn Muhammed, Süfyan kanalıyla İbn Cüreyc'den şöyle nakletmiştir. İbn Ebî Müleyke bana şöyle dedi: "Keşke İbn Abbâs'ın mescidlerini ve kapılarını görseydin!"


468- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Mekke'ye geldi. Osman İbn Talha'yı çağırdı. O da gelip Kabe'nin kapısını açtı. Allah, Resulü Bilal, Üsame İbn Zeydve Osman İbn Talha Kabe'yi Muazzama'nın içine girdi. Daha sonra kapı kapandı. Bir müddet içeride kaldılar, sonra dışarı çıktılar.


İbn Ömer olayı anlatmaya şöyle devam etti: "(Çıktıklarını görünce) hemen koşup Bilal'e (Allah Resûİü'nün içeride ne yaptığını) sordum.


0 da, 'Namaz kıldı' diye cevap verdi. Bu defa 'Nerede?1 diye sordum. O da, İki direk arasında' diye cevap verdi."


îbn Ömer son olarak şunları dedi: "Kaç rekat kıldığını sormak ise, aklıma gelmedi."



Açıklama



(Görseydin) Yani onun mescidlerini görseydin, sağlamlığı ve temizliğine hayran kalırdın. Cümlenin akışı, bu tür hasletlerin o dönemin camilerinde görülmediğini gösterir.


ibn Battal şöyle demiştir: "Allah Resûlü'nün Kabe'ye girdikten sonra kapıyı kapattırması, Müslümanların Kabe içinde namaz kılmanın sünnet olduğunu zannedip bu uygulamayı sürdürmelerine mani olmak içindir." Ancak bu görüşün pek de isabetli olmadığı açıktır. Diğerleri ise şöyle demiştir: Belki de Hz. Peygamber saib insanların başında toplanmasına mani olmak için böyle yapmıştır. Çünkü ashâb-ı kirÂm onun fiillerini uygulamak için ellerinden gelen gayreti gösteriyordu. Ya da, kalbini rahatlatıp tam olarak huşu' içinde namaz kılmak için bu şekilde davranmıştır.


Rasûlullah Osman'ı da beraberinde Kabe'nin içine sokmuştur. Bu şekilde insanlara, onun Kabe sorumluluğunun devam ettiği mesajını vermiştir. Bilal ve Üsâme'yi ise sürekli kendi hizmetini gördükleri için Kabe'ye sokmuştur.


Bir yoruma göre ise, Hz. Peygamber'in Kabe'nin kapısını kapatması, içeride İken her tarafa doğru namaz kılma İmkanını sağlamak içindir. Çünkü açık olan kapı tarafına doğru namaz kılmak caiz değildir.




82. Müşriklerin Camiye Girmesi



469- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Necd taraflarına bir süvari birliği göndermişti. Birlik, Hanifeoğullarından Sümâme İbn Üsâl adında birini esir alıp döndü. Onu Mescid-i Nebevî'nin direklerinden birine bağladılar."



Açıklama



(Müşrik Birini Camiye Girmesi) Müşriklerin camiye girmesi konusunda çeşitli görüşler vardır. Meseİa Hanefiler'e göre bu, her halükârda caizdir. Malikîler ile Müzenî'ye göre ise bu, her durumda haramdır. Safîler ise meseleyi ayırım yaparak ele almışlar, bu çerçevede konuyla ilgili âyetten dolayı müşriklerin


Mescid-İ Haram'a girmesini yasaklarken, diğer camilere girmesini caiz görmüşlerdir.


Bir yoruma göre de, ehl-i kitaptan olan müşriklerin camilere girmesine müsaade edilir. Ancak bu konuda zikredilen hadis, bu görüşü çürütmektedir. Zira Sümâme ehl-İ kitaptan değildir.




83. Camide Yüksek Sesle Konuşmak



470- Sâib İbn Yezîd'den şöyle nakledilmiştir: "Bir gün Mescid-i Nebevî'de ayakta duruyordum. Birden adamın teki bana bir çakıl taşı artı. Hemen dönüp baktım. O kişi Ömer İbn Hattab'mış. Bana, 'Git şu iki adamı tut getir!1 dedi. Ben de gittim, onları bulup getirdim. Onlara 'Siz kimsiniz?' veya 'Nerelisiniz?' diye sordu. Onlar da 'Taifiiyiz' diye cevap verdiler. Bunun üzerine Ömer onlara şöyle dedi: Eğer Medine'li olsaydınız canınızı yakardım. Zira siz, Rasûlullah'ın mescidinde sesinizi yükseltiyorsunuz!"


(Camide Yüksek Sesle Konuşmak) İmam Buhârî bu başlık ile, bu konuda farklı görüşlerin olduğuna işaret etmiştir. İmam Mâlik'e göre her ne şekilde olursa olsun, camide yüksek sesle konuşmak mekruhtur. İlim için veya başka bir nedenle dahi olsa hüküm yine aynıdır. Onun dışındakiler ise konuyu aymma tabi tutmuşlardır. Onlara göre dinî bir gayeye yönelik veya dünyevî bir yaran olan konularda yüksek sesle konuşulabilir, faydasız konularda ise yüksek sesle konuşulamaz. İmam Buhârî, camide yüksek sesle konuşmanın yasak olduğunu gösteren Hz. Ömer hadisi ile bunun yasak olmadığına delalet eden Ka'b hadisini" zikretmek suretiyle, sesi yükseltmenin faydasız konularda yasak, zaruretin bulunduğu durumlarda ise mubah olduğuna işaret etmiştir.


(Eğer Medine'li olsaydınız) Bu ifade, camide yüksek sesle konuşmanın daha önce yasaklandığını gösterir. Ayrıca bu hadise göre, hükmü bilme imkanı olmayan kimselerin cehaletleri hoş görülür.


(canınızı yakardım) İsmâîlî hadisi "Sopa vurarak canınızı yakardım" şeklinde rivayet etmiştir. Buradan da anlaşılıyor ki bu hadis, hükmen merfû'dur. Çünkü Hz. Ömer sadece tevkîfî konulara muhalefet eden kimseleri sopa atmakla tehdit ederdi.


471- Abdullah İbn Ka'b rivayetine göre babası Ka'b İbn Mâlik Mescid-i Nebevî'de İbn Ebi Hadrad'den, kendisine olan borcunu ödemesini istemiş. Bu esnada birbirlerine karşı seslerini yükseltmişler. O sırada evinde olan Hz. Peygamber seslerini İşitmiş ve onlara doğru yönelip odasının perdesini aralayarak 'Ey Ka'b İbn Mâlik, Ey Ka'bF diye seslenmiş. Ka'b 'Buyur ey Allah'ın elçisi!' diye karşılık vermiş. Bunun üzerine Rasûiullah eliyle yarısını işaret ederek 'Alacağının bir kısmından vaz geç' buyurmuş. Ka'b Vazgeçtim bile' deyince bu defa İbn Ebu Hadrad'e Kalk ve borcunu öde' diye emretmiştir.




84. Camide Oturmak Ve Halka Oluşturmak



472- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber minberde iken adamın biri ona, 'Gece namazı hakkında ne buyuruyorsun?' diye sordu. O da şöyle buyurdu: ikişer ikişer kılınır. Eğer namaz kılan sabah namazı vaktinin girmesinden endişe ederse tek rekat kılar. Kıldığı bu tek rekat önceden kıldıklarını vitre çevirir."


İbn Ömer şöyle derdi: "Geceleyin kıldığınız son namaz vitir olsun. Çünkü Hz. Peygamber böyle emretmiştir.[56]


473- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir:


"Hutbe okuduğu bir sırada Hz. Peygamber'e bir adam geldi ve 'Gece namazı nasıl kılınır?' diye sordu. O da şöyle buyurdu: ikişer ikişer kılarsın. Sabah namazı vaktinin girmesinden endişe edersen, önceki kıldığın namazları vitre çevirecek tek rekattık bir namaz kılarsın."


Velîd İbn Kesîr, Ubeydullah İbn Abdullah kanalıyla İbn Ömer'in bir adamın Mescid'de bulunan Hz. Peygamber'e seslendiğini nakletmiştir.


474- Ebu Vâkıd el-Leysî'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Mescid-i Nebevî'de iken üç adam çıkageldi. İkisi Allah Resulünün yanma geldi. Diğeri İse öbür başa yöneldi. İki kişiden biri (Peygamber'in etrafında toplanan halkanın kenarında) bir boşluk bulup oturdu. Diğeri İse halkanın arkasına oturdu. Allah Resulü konuşmasını tamamlayınca şöyle buyurdu: Size şu üç kişiden haber vereyim mi? Biri Allah'a sığındı, diğeri haya etti, Allah da ondan haya etti, diğeri Allah'tan yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi."



Açıklama



(Ne buyuruyorsun?) İmam Buhârî bu rivayetlerle, söz konusu konuşmaların Mescid-i Nebevî'de geçtiğini açıklamak istemiştir. Ancak bu şekilde rivayetler konu başlığına delil olarak kullanılabilir. Camilerde halka oluşturmak konusunda ise Mühelleb şöyle demiştir: "İmam Buhârî, ashâb-ı kiramın, mescitte konuşma yaparken Hz. Peygamber'in sefe. etrafında oturmalarını alimlerin etrafında kurulan ders halkalarına benzetmiştir. Çünkü zahir olan manaya göre, her ne vakit Hz. Peygamber minbere çıksa alimlerin etrafındaki halkalara benzer şekilde ashâb-ı kiram onun etrafında öbeklenip otururdu." Diğerleri ise şöyle demiştir: "İbn Ömer'den nakledilen hadis, konu başlığının oturma kısmıyla ilgilidir. Ebu Vâkıd hadisi ise diğer kısmı olan halka oluşturmakla ilgilidir.


İmam Müslim Câbir İbn Semure'den şöyle bir hadis nakletmiştir: "Hz. Peygamber ve ssüem Mescid-i Nebevî'ye girdiği vakit ashâb-ı kiram ayrı ayrı halkalar oluşturmuştu. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Allah aşkına neyiniz var! Neden bölük bölük oturuyorsunuz!" Bu hadis ile konu başlığı altında zikredilen hadisler arasında her hangi bir çelişki yoktur. Çünkü bu hadiste Allah Resulü onların faydasız bir konu hakkında halka halka oturmalarını yadırgamıştır. Diğerinde ise kendisi etrafında halka oluşturmaları söz konusudur. Bu halkanın da gayesi ilim dinleyip, bilgi öğrenmekti.


(Hz. Peygamber Mescid-i Nebevî'de iken) "İlim Bölümünde bu hadis, "yanında birileri bulunduğu bir sırada" kaydı ile birlikte nakledilmiştir. Bu ilaveli rivayet, konu başlığına daha uygundur.




85. Camide Sırt Üstü Yatıp Ayakları Uzatmak



475- Abbâd İbn Temîm amcasının Hz. Peygamber'î camideyken, bir ayağını öbürünün üstüne atarak sırt üstü uyuduğunu gördüğünü nakletmiştir. İbn Şihâb, Saîd İbn Müseyyeb'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Ömer ve Osman da aynı şekilde yapardı.[57]



Açıklama



(Bir ayağını öbürünün üstüne atarak) Hattâbî şöyle demiştir: "Bu hadis, bu şekilde camide yatmayı yasaklayan hadisin mensuh olduğunu gösterir. Ya da, bu şekilde uyumanın yasaklanması, avret mahallinin açılma tehlikesinin olduğu zamana hamledilir. Avret mahallinin açılma tehlikesinin olmadığı anlarda ise, bu şekilde uyumak caizdir." Bu ikinci yorum, nesih iddiasından daha iyidir. Çünkü ihtimal ile nesih gerçekleşmez.


Muhaddislerden Beyhakî, Beğavî ve daha başkaları ile İbn Battal ve onun yolundan gidenler, kesin bir dille bunun mensuh olduğunu belirtmişlerdir. Ancak Allah Resûlü'nün saibüâh» aleyhi ve seiien bu şekilde davranması, bunun caiz olduğunu açıklar.


Hz. Peygamber'in bu şekilde uyuması, kalabalık arasında değil de, istirahat anında meydana gelmiştir. Çünkü adeTi gereği Allah Resulü cemaat arasında vakur bir şekilde otururdu.


Hattâbî şöyle demiştir: "Bu hadise göre, camide yaslanmak, yan yatmak ve diğer istirahat şekilleri caizdir." Dâvûdî de şöyle demiştir: "Camide bulunmanın sevabı sadece oturana mahsus değildir. Aksine uyuyan da bu sevaba nail olur."




86. İnsanlara Zarar Vermediği Sürece Yol Üzerinde Cami İnşa Edilebilir



Hasan, Eyyûb ve Mâlik bunun caiz olduğuna hükmetmiştir.


476- Urve İbn Zübeyr'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'in eşi Aişe validemiz şöyle dedi: Aklım yetti yeteli anne ve babam müslümandır. Her Allah'ın günü Allah Resulü sabah akşam bize gelirdi. Derken Ebu Bekir'in aklına bir fikir geldi ve evinin avlusuna bir mescid İnşa etti. Orada namaz kılıp Kur'an okuyordu. Müşriklerin kadın ve çocukları başına toplanıp, hayran hayran ona bakıyorlardı. Çünkü Ebu Bekir hisli bir insandı. Kur'an okuduğu zaman göz yaşlarına hakim olamazdı. Onun bu hali, Kureyşli müşrikleri endişelendirmişti.[58]



Açıklama



(insanlara Zarar Vermediği Sürece Yol Üzerine Cami İnşa Edilebilir) Mâzirî şöyie demiştir: "Kişinin kendi mülküne, mescid inşa etmesi icmâ' ile caizdir. Başkasının mülküne mescid inşası ise, yine icmâ' ile haramdır. Kimseye zarar vermeyeceği mubah alanlarda mescid inşa etmesi ise yine caizdir. Bazıları şâz bir görüşü benimseyerek bunun da caiz olmadığını söylemiştir. Gerekçe olarak da, miibah yollarm/kamuya ait arazilerin, insanların yararına tahsis edilmiş mekanlar olduğunu göstermişlerdir. Eğer buralara mescid yaptırılırsa, bazı insanların istifade edeceği alanlar kısıtlanmış olur. İmam Buhârî bu görüşte olanlara cevap vermek istemiştir. Bu yüzden Ebu Bekir'in kıssasını kendi görüşünü desteklemek için delil olarak kullanmıştır. Çünkü Allah Resulü onun mescidini görmüş ve onaylamıştı."




87. Pazardaki Camide Namaz Kılmak



İbn Avn, üzerlerine kapıların kapatıldığı bir binada tahsis edilen mescidde namaz kıldı.


477- Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde ve pazarda/dükkanında (tek başına) kıldığı namazdan 25 kat daha üstündür. İçinizden biri abdeste niyet eder, güzelce abdest alır, sonra da sadece namaz kılmak gayesiyle camiye gelirse, camiye kadar attığı her adımda Allah onu bir derece yükseltir ve günahlarından birini siler. Camiye girince ise, namaz için kaldığı sürece namaz kılıyor demektir. Namaz kıldığı yerde kaldığı ve abdestini bozarak meleklere eziyet etmediği sürece [59] Melekler onun için: Allah'ım onu bağışla! Allah'ım ona merhamet et diye dua ederler."




Açıklama



(Pazardaki Camide Namaz Kılmak): İmam Buhârî bu başlık ile, pazarların en şerli, camilerin de en hayırlı mekanlar olduğuna dair varid olan hadise işaret etmiştir. Bu hadisi Bezzâr ve daha başkaları tahriç etmiştir. Ancak hadisin senedi sahih değildir. Sahih olsaydı bile, pazarlara cami yapılmasına manî olmazdı. Çünkü caminin yapıldığı yer, mescide dönüşünce hayırlı bir yer olur.


İbnü'l-Müneyyİr şöyle demiştir: "Konu başlığının pazarlarda namaz kılmayan İbn Ömer hadisîyle ilişkisi şu şekilde kurulabilir: İmam Buhârî, bu rivayet ile, bazılarının İbn Avn'ın mahcur olmasından/tek başına bir yerde tek bir oda edinerek yaşamasından hareketle, birilerinin pazar yerlerine cami yapılmasının yasak olduğu vehmine kapılmasına mani olmak için, söz konusu mekanlara da cami yapılmasının caiz olduğuna İşaret etmek istemiştir. Çünkü İbn Ömer üzerlerine kapıiarı kapatılmış bir evde namaz kılmıştı. Bir kimsenin bir evde tek başına yaşaması ve kapısının kapalı olması o mekanın cami yapılmasına engel değildir.


Kirmanı şöyle demiştir: "Belki de Buhârî'nin gayesi, insanların rahatça girip Çıkma imkanının bulunmadığı evlerin bir bölümünün cami olarak kullanılmasını yasaklayan Hanefîler'e cevap vermektir." Ancak Hanefîler'in kitaplarına baktığımız zaman bunun haram değil, mekruh olduğunu görürüz.


Böylece Ebu Hureyre hadisine göre pazarlarda kılınan namazların dînen uygun olduğu ortaya çıkar. Pazarlarda tek başına namaz kılmak caiz olunca, buralarda cemaatle namaz kılınması için cami yapmak haydi haydi caiz olur. İbn Battal da bu görüşte olduğunu ifade etmiştir.




88. Camide Ve Diğer Yerlerde Parmakları Kenetlemek



478-479- İbn Ömer veya İbn Anır'dan nakledildiğine göre Hz. Peygamber parmaklarını birbirine geçirmiştir.[60]


480- Asım İbn Muhammed şöyle demiştir; Bu hadisi babamdan işitmiştim. Ama iyi belleyememiştim. Daha sonra Vâkıd babasından naklederek bu hadisi iyice öğrenmeme vesile oldu. Vâkid'ın babasına da Abdullah nakîetmiştir. Buna göre Allah Resûlu şöyle buyurmuş: "Ey Abdullah İbn Amr!


Ne oluyor sana! Neden basit insanlarla bu şekilde bir arada kaldın!"


481- Ebu Musa Hz. Peygamber'in parmaklarını birbirine kenetleyerek şöyle buyurduğunu nakîetmiştir: "Mümin, mümin için, parçaları birbirini sıkt sıkıya tutan bir bina gibidir.[61]


482- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber bize öğle veya ikindi namazlarından birini kıldırdı. (İbn Şîrîn Ebu Hurey-re'nin bunun hangi namaz olduğunu belirttiğini, ama kendisinin bunu unuttuğunu söylemiştir) İki rekattan sonra selam verdi. Sonra Mescidin (ön tarafına) konmuş kütüğe yöneldi ve ona yaslandı. Kızgın gibi görünüyordu. Sağ elini sol elinin üstüne koydu sonra parmaklarını birleştirdi. Daha sonra sağ yanağını, sol elinin sırtına koydu. Bu esnada camiden çıkmak için acele davrananlar Mescİd-i Nebevî'nin kapılarından çıkarken 'Namaz kısaldı1 deyip duruyordu. Cemaatin içinde Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Ama onlar da Peygamber ile konuşmaya cesaret edemiyorlardı. Cemaat arasında kollan uzun olduğu için kendisine denen biri daha vardı. (Onlardan önce) 'Ey Allah'ın elçisi, namaz mı kısaldı, yoksa unuttun mu?' diye sordu. Allah Resulü.


Ne namaz kısaldı, ne de unuttum' diye cevap verdi. Sonra 'Zül-yedeyn'in dediği gibi mi oldu?' diye sordu. Cemaat 'Evet' deyince, biraz öne geçti ve namazın geri kalan kısmını kıldırıp selam verdi. Daha sonra tekbir getirip önceki secdesi gibi belki de ondan daha uzun secde etti. Sonra başını kaldırıp tekrar tekbir getirdi. Sonra yeniden tekbir getirip önceki secdesi gibi belki de ondan daha uzun secde etti. Daha sonra başını kaldırıp tekbir getirdi. (Ravi der ki: Muhtemelen, bundan sonra ne yaptığını İbn Sîrîn'e sordular o da şöyle cevap verdi): En sonunda selam verdi. (Ravi der ki) Bana haber verildiğine göre, İmrân İbn Husayn TEn sonunda selam verdi1 demiştir.[62]



Açıklama



(Camide ve Diğer Yerlerde Parmaklan Kenetlemek) Bu başlık, parmakları birbirine kenetlemenin nerede olursa olsun caiz olduğu anlamına gelir. Ebu Hureyre'den nakledilen hadis, bunun camide yapılmasının caiz olduğunu gösterir. Eğer camide böyle yapmak caizse, diğer yerlerde evveliyetle caizdir. Son iki hadisten daha önce geçen İbn Ömer veya İbn Amr hadisinde Peygamber Efendimiz'in parmaklarını birbirine kenetlediği sabittir. Ayrıca o hadiste Allah Resulü şöyle buyurmuştu: "Ey Abdullah İbn Amr! Ne oluyor sana! Neden basit kimselerle bu şekilde bir arada kaldın!" Humeydî bu rivayeti "el-Cem' beyne's-Sahîhayn" adlı eserinde Ebu Mes'ûd'dan nakletmiştir. Aynca söz konusu rivayette şöyle bir ilave de mevcuttur: "Zira onlar ahitlerine ve sözlerine sadık kalmamış ve birbiriyle anlaşmazlık içine düşüp şu şekle gelmişlerdir. (Bu esnada parmaklarını bîr birine kenetlemişti)."


İbn Battal şöyle demiştir: "Fıkıh konulan arasında böyle bir başlığın kullanılması, camide parmaklan kenetlemenin yasak olduğuna dair varid olan rivayetlere muhalefet etme anlamına gelir. Zira bunun yasak olduğu konusunda sahih oİmayan yollarla hem müsned, hem de mürsel şekilde rivayetler nakledilmiştir."


İbn Battal, bu konudaki müsned rivayet ile, Ka'b İbn Acre hadisine işaret etmiştir. Söz konusu hadise göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: 'Sizden biri abdest alıp camiye gitmek niyetiyle evinden çıkarsa, ellerini birbirine geçirmesin! Çünkü bu esnada o, namazdadır." Bu hadisin müsned olup olmadığı konusunda İhtilaf vardır. Bazıları gerekçesiyle birlikte bu hadisin zayıf olduğunu göstermiştir.


İbnu'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Doğrusu bu hadisler arasında bir çelişki söz Sunusu değildir. Parmakların birbirine geçirilmesi, abes bir görüntü oluşturması durumunda yasaklanmıştır. Bu konuda zikredilen hadiste ise, temsil yöntemi söz konusudur. Burada soyut bir konu somut bir şekilde anlatılmıştır." Bizce de, İbn Ömer ve Ebu Musa hadislerinde bu durum söz konusudur. Ancak Ebu Hureyre hadisinde bunu söyleyemeyiz.


İsmâîlî ise rivayetleri şu şekilde uzîaştırmıştır: Bu nehiy, namazda veya namaza yönelindiği bir sırada geçerlidir. Çünkü namazı bekleyen, namaz kılan hükmündedir. Bu konuda zikredilen hadisler ise namaz dışında parmakları kenetlemenin caiz olduğunu gösterir. Bu durum, ilk iki hadiste son derece açıktır. Ebu Hureyre'den nakledilen hadis ise, Hz. Peygamber'in namazın bitmesinden sonra parmaklarını kenetlediğini gösterir. Bu durumda Allah Resulü namazı bitirmiş hükmündedir. Kişinin camide bulunduğu sürece parmaklarını kenetlemesini yasaklayan rivayet ise daha önce ifade ettiğimiz gibi zayıftır."


Parmaklan kenetlemenin neden yasaklandığı konusunda ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre> bu şeytandan olduğu, bazılarına göre abdesti bozma ihtimali olan uykuya neden olduğu için-yasaklanmıştır. "Parmakları kenetlemek, insanlar arasındaki görüş farklılıklarına ve ihtilafa benzer, bu yüzden namaz kılan hükmünde olan kimselerin bunu yapması hoş karşılanmamış diyenler de vardır. Bu görüşü ileri sürenler, böyle yapanların Hz. Peygamber'in namaz kılanlara getirdiği şu yasağa düşmemesini hedefler: "İhtilaf etmeyin! Yoksa kalpleriniz de ihtilafa düşer! (Ayrı durmayın! Yoksa kalpleriniz birbirinize ısınmaz) "


(Öğle veya ikindi) kelimesi zeval anı ile başlar gün batana kadar sürer." Nitekim bu konuya ileride döneceğiz.




89. Medine Yollarındaki Mescidler Ve Hz. Peygamberin Namaz Kıldığı Yerler



483- Musa İbn Ukbe şöyle demiştir: "Salim [63] İbn Abdullah'ın yol üzerinde yer arayıp, sonra aradığını bulduğu yerde namaz kıldığını gördüm. Babasının da, buralarda namaz kıldığından bahsetti. O da, Hz. Peygamber'in bu yerlerde namaz kıldığını görmüştü."


Musa İbn Ukbe anlatmaya şöyle devam etti: "Nâfİ', İbn Ömer'in de o yerlerde namaz kıldığını nakletti." Bunun doğru olup olmadığını Sâlim'e sordum o da şöyle cevap verdi: "Kesinlikle biliyorum ki, Şerafu'r-ravhâ'da [64] bulunun mescid dışında Nâfi'nin kıldığı bütün yerlerde o da namaz kıldı.[65]


484- Nâfi'den şöyle nakledilmiştir:


"Abdullah'ın bana haber verdiğine göre Rasûlullah umre yapacağı zaman Zülhuleyfe'de konaklardı. Veda haccında da, burada konaklamıştı. Bugün Zülhuleyfe'deki mescidin bulunduğu yerde Semura/Mugaylân/bö-ğürtlen ağacının altında dururdu. Bu güzergahta bir gazveden veya hacdan ya da umreden dönerken vadinin (Vâdİ'İ-akîk) [66] iç kısmında konaklardı. Vadiden çıkınca devesini vadinin doğu kesimindeki uç tarafında yer alan Bathâ'ya (kumlu alan) çökertirdi. Sabaha çıkıncaya kadar gecenin son kısmını burada geçirirdi, taş caminin bulunduğu yerde ya da üzerinde cami bulunan tepede değil. Abdullah'ın namaz kıldığı içinde kum birikintilerinin olduğu vadi girintisinde namaz kılardı, Nitekim Allah Resulü burada namaz kılardı. Sonraları sel, Bathâ'daki kumları sürükleyip buraya getirdi. Nihayet Abdullah'ın namaz kıldığı yeri belirsiz hale getirdi.[67]


485- Ravi der ki: "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Şerefu'r-ravhâ'daki mescidin dışında küçük bir mescid daha var. Hz. Peygamber işte o mescidin yerinde namaz kıldı." Abdullah, Hz. Peygamber'in namaz kıldığı yeri biliyordu. Orayı şöyle tarif ederdi: "Mescidde namaz kılmak için ayağa kalktığın zaman, sağ tarafında kalır. Burası Mekke'ye giderken yolun sağma düşer. Onunla büyük mescid arasında bir taş atımlık veya buna yakın bir mesafe vardır."


486- Ravi der ki: "İbn Ömer, Munsarafu'r-ravhâ [68] yakınlarında Irk adındaki tepeye doğru namaz kılardı. Bu tepenin ucu, Mekke istikametine giderken Munsaraf ile kendisi arasında inşa edilen camiye varmadan yolun kenarında biterdi. Buraya bir cami yapılmıştı. Ancak Abdullah, burada namaz kılmazdı. Bu camiyi sol tarafına alırdı. Ya da arkasına alıp Irk tepesine doğru önünde kılardı. Abdullah Ravhâ'dan hareket ettikten sonra, buraya gelinceye kadar öğle namazını kılmazdı. Ama buraya vardığında namazını burada kılardı. Mekke'den dönerken de, eğer sabahtan kısa süre Önce veya seher vaktinin sonlarına doğru buraya varmışsa, gecenin geri kalan kısmını sabah namazını kılmak için bu mekanda geçirirdi."


487- Ravi der ki: "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Hz. Peygamber Rüveyse'ye [69] varmadan yolun sağında ve ön kısmına gelen tarafta Rüveyse'deki konaklama yerinin iki mil kadar berisinde bir tepeciğe kadar uzanan geniş ve düz bir yerde koca bir ağacın altında konaklardı. Ağacın üst dallan kırılmış, içi boşalmıştı. Ancak gövdesi duruyordu. Oyuk kısmı ise kumlarla dolmuştu."


488- Ravi der ki: "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Hz. Peygamber tepeye doğru giderken Arc'ın [70] arka tarafına düşen yokuş aşağı İnen sel yatağında namaz kıldı. Namaz kıldığı yerin kenarında iki ya da üç mezar vardı. Mezarların üstünde de taş yığını yardı. Burası yoldaki işaret taşlarının yakınında yolun sağ tarafına düşüyordu. Öğlenin kavurucu sıcağı azalmaya meyledince Abdullah, Arc'dan yola çıkardı. Öğle namazını ise işte burada kılardı."


489- Ravi der ki: "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Hz. Peygamber Herşâ dağının ilerisindeki dere yatağında, yoîun solunda bulunan büyük ağaçların altında konaklardı. Söz konusu dere yatağı, Herşâ dağının tepesine bitişikti. Yol ile buranın arasında bir ok atımlık mesafe vardı. Abdullah buradaki ağaçların yola en yakın ve en büyük olanına doğru namaz kılardı."


490- Ravi der ki:"Abdul!ah İbn Ömer şöyle anlattı: Hz. Peygamber Merru'z-zahrân'ın Medine istikametine en yakın dere yatağında konaklardı. Safravât'tan [71] inince Mekke'ye giderken yolun solunda kalan dere yatağının ortasında dururdu. Hz. Peygamberin konakladığı yer ile yol arasında bir taş atımlık mesafe vardı."


491- Ravi der ki: "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Allah Resulü Zu Tuvâ'da [72] konaklardı. Sabaha kadar geceyi burada geçirirdi. Mekke'ye girmeden önce sabah namazını burada kılardı. Rasûlullah'm namaz kıldığı yer sert bir kayadan oluşan tepenin üstüydü. Sonraları cami yapılan tepede değildi. Onun namaz kıldığı yer, buranın biraz aşağı kesiminde sert kayadan oluşan tepenin üstüydü.[73]


492- Ravi der ki; "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Allah Resulü kendisiyle Kabe istikametine doğru uzanan dağın iki gediğine yönelip namaz kıldı." Abdullah İbn Ömer, daha sonraları buraya inşa edilen camiyi, taş tepenin üzerine yapılan caminin soluna alarak namaza dururdu. Hz. Peygamber'in namazgahı ise, buranın altında siyah kayaların bulunduğu yerde İdi. Buraya yaklaşık 10 zira uzunlukta idi. İbn Ömer Mekke'ye doğru giden yolcu ile Kabe arasında kalan dağm iki gediğine yönelerek namaz kılardı."



Açıklama



(Medine Yollarındaki Mescidler) Başlığın bu kısmı, Medine ile Mekke arasındaki yollarda bulunan camileri ifade eder.


Özetle ifade edecek olursak, İbn Ömer, Hz. Peygamber'in namaz kıldığı bu mekanlardan bereket ummuştur. Onun Allah Resûlü'nü takip etmede ne kadar titiz olduğu herkesçe malumdur. Onun bu davranışı, babasından nakledilen şu rivayetle çelişmez: "Hz. Ömer, bir sefer esnasında Müslümanların bir mekana doğru hücum ettiklerini gördü. Çevresindekilere bunun nedenini sordu. Onlar da, Hz. Peygamber burada namaz kıldığı için, insanlar koşarak oraya gidiyor' diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: Kim namazını kılmamışsa kılsın, yoksa yola devam etsin. Çünkü ehl-i kitap, peygamberlerini bu şekilde takip ettikleri ve onların ibadet ettikleri yerleri havra ve kilise edindikleri için heiak oldu."


Hz. Ömer'in bu sözleri, insanların bu tür yerleri namaz kılmadan gezmelerini hoş karşılamadığı şeklinde anlaşılır. Ya da, bu durumun, işin aslını bilmeyenler tarafından bir farz olarak anlaşılmasından endişe ettiğini gösterir. Her iki durum da, İbn Ömer için söz konusu olamaz. Ayrıca Itbân hadisi daha önce geçmişti. Itbân, Hz. Peygamber'den kendi evinde namaz klimasını istemişti. Onun namaz kıldığı yeri, namazgah olarak kullanmayı hedefliyordu. Hz. Peygamber de, ona olumlu cevap vermişti. İşte bunlar, salihlerin yolunu izleyerek, bereket ummanın delilidir.[74]


Dikenleri olan bir ağaçtır. Ümmü Ğaylân adıyla tanınır. (Büğürtlen ağacı olduğu tahmin edilir).


Hattâbî şöyle demiştir: "İkamet için değil de, dinlenmek için konaklamayı ifade eder. Genellikle gecenin son kısmındaki dinlenmeler için kullanılır."


Medine'ye iki gecede kat edilecek mesafede bulunan büyük bir köyün adıdır.


Hadislerde geçen namaz kılman yerlerden, Zü'1-Huleyfe mescidi dışında kalanlar günümüzde bilinmemektedir. Ravhâ'daki namazgahları ise, o bölgede yaşayan insanlar bilmektedir. Tirmizî'nin Amr İbn Avftan naklettiği hadise göre, Hz. Peygamber Ravhâ vadisinde namaz kılıp şöyle buyurmuştur: "Bu vadide yetmiş Peygamber namaz kılmıştır."


İbn Ömer'in davranışlarından Hz. Peygamber' aynen takip edip onun fiilleriyle bereket umması, Hz. Peygamberin saibUâhu aleyhi yaptıklarının aynen yapılmasının müstehab olduğunu gösterir. Şafiilerden Beğavî şöyle demiştir: "Bir insan, Hz. Peygamberin aleyhi vs seiiem namaz kıldığı sabit olan namazgahlarda namaz kılmayı adaşa, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksâ'da namaz kılmayı adayan kimseye farz olduğu gibi ona da adağını yerine getirmek farz olur.[75]


İmam Buhârî Medine yollarında, bulunan mescid ve namazgahlara işaret etmiştir. Medine'deki camilerden ise bahsetmemiştir. Çünkü Medine'deki cami ve namazgahları konu edinen hadisler, onun şartlarına uygun değildir. Ömer İbn Şeybe "Ahbâru Medine" adlı eserinde, Hz. Peygamberin Medine'de namaz kıldığı cami ve yerleri tam olarak zikretmiştir. Ebu Gassân ve diğer ilim ehlinden, Medine ve civarındaki camilerin nakışlı ve birbirine uygun taştan yapıldığı nakledilmektedir. Hz. Peygamber buralarda namaz kılmıştır. Ömer İbn Abdülaziz Medine'deki mescidi yaptığı zaman Müslümanlara, bu mescidin ne şekilde yapıldığını sormuş, sonra kendisi de, nakışlı ve birbirine uygun taşlarla bu mescidi yeniden İnşa etmiştir."


Ömer İbn Şeybe, Medine'deki camilerin birçoğunun yerini belirtmiştir. Ancak günümüzde bunların çoğunun eseri kalmamıştır. Şu an hâlâ varlığını sürdüren meşhur camileri şu şekilde sıralayabiliriz:


1- Kubâ Mescidi


2- Fadîh Mescidi. Kubâ Mescidinin doğusuna düşer.


3- Benû Kurayza Mescidi


4- Meşrabetu Ümmİ İbrahim. Benû Kurayza Mescidinin kuzeyine düşer.


5- Benû Zafer Mescidi. Bakî mezarlığının doğusuna düşer ve el-Bağla Mescidi olarak bilinir.


6- Benû Muâviye Mescidi. İcâbe Mescidi olarak bilinir.


7- Fetih Mescidi. Sel' dağına yakın bir yerde bulunur.


8- Kıbleteyn Mescidi. Benû Seleme kabilesinin bulunduğu yerdedir.


Alimlerimiz, camilerin yerini bu şekilde tespit etmişlerdir. Bunun faydası İse biraz önce Beğavî'nin ifade ettiği hususta görülür. Doğrusunu en iyi Allah bilir.[76]



90. İmamın Sütresi, Cemaatin Sütresi Demektir



493- Abdullah İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: "Dişi bir merkebe binmiş olarak geldim. O sıralar ergenİik çağına yaklaşmıştım. Hz. Peygamber Mina'da önünde bir duvar yokken cemaate namaz kıldırıyordu. Safın bir bölümünün önünden geçtim. Sonra merkepten indim ve onu otlağa saldım. Ardından namaz safına katıldım. Hiç kimse bu hareketimi yadırgamadı."



Açıklama



(İmamın Sütresi, Cemaatin Sütresi Demektir): İmam Buharı bu konuda üç hadis zikretti. Bunlardan ikinci ve üçüncü hadisin konu başlığı ile münasebeti açıktır. Çünkü Hz. Peygamber ashabına kendi sütresi dışında


sütre edinmelerini emretmemiştir. Ibn Abbâs'tan nakledilen birinci hadisin ise, bu konuya delil olması tartışmalıdır. Çünkü bu rivayete göre Allah Resûlü'nün bir sütreye doğru namaz kıldığı belirtilmemiştir. Hatta Beyhakî bu hadis için, "Sütresiz namaz kılmak" şeklinde başlık atmıştır. "İlim Bölümü"nde "Küçüğün Sema'sı Sahih Olur" konusunda İmam Şafiî'nin şöyle dediğini nakletmiştik: "İbn Abbâs'ın "önünde bir duvar yokken" ifadesi, Hz. Peygamberin sütresiz olarak namaz kıldığını gösterir." Ayrıca bu görüşü destekleyen el-Bezzâr'm naklettiği rivayete de yer vermiştik. Son dönem âlimlerinden biri şöyle demiştir: "Önünde bir duvar yokken" ifadesi, Hz. Peygamberin Önünde duvar dışında herhangi başka bir şey olmadığı anlamına gelmez. Şu kadarı var ki, İbn Abbâs'ın cemaatin önünden geçtiğini, onların da buna İtiraz etmediğini bildirmesi ashâb-ı kiramın alışık olmadığı yeni bir durumun meydana geldiğini gösterir. Eğer ortada duvardan başka b;r sütre bulunsaydı, onun bu şekilde haber vermesinin bir manası kalmazdı. Çünkü onun geçişini hiç kimse inkar etmemişti. Öyle anlaşılıyor ki, İmam Buhârî, bu durumu, Hz. Peygamber'in alışık olunan genel âdeti üzerine hamletmiştir. Çünkü Allah Resûlu önünde küçük mızrağı olmadan açık alanda namaz kılmazdı. Daha sonra İmam Buhârî bu hadisi İbn Ömer ve Cuhayfe'den naklettiği hadislerle desteklemiştir. İbn Ömer hadisine göre Hz. Peygamber sürekli bu şekilde, yani önünde bir mızrak olduğu halde namaz kılardı. "Seferlerinde böyle yapardı" ifadesi bunu göstermektedir. Nevevî de bu konuda İmam Buhârî'yle aynı görüşü paylaşmıştır. Müslim Şerh-'inde bu hadisten çıkarılan sonuçları anlatırken şöyle demiştir: "Bu hadise göre, imamın kullandığı sütre, cemaat için de geçerlidir." (Hiç kimse bu hareketimi yadırgamadı) İbn Dakîkul-'îyd şöyle demiştir: "İbn Abbâs, ashabın kendisine İtiraz etmemesini, bu şekilde cemaatin önünden geçmenin caiz olduğuna delil olarak getirdi. Ama onların namazlarını iade etmediklerini delil olarak ileri sürmedi. Çünkü İtiraz etmemeleri, namazlarını yeniden kılmamalarından daha etkilidir."


Bizce cemaatin namazlarını yeniden kılmaması, sadece namazlarının geçerli olduğuna delalet eder, cemaatin önünden geçmeye delalet etmez. Cemaatin itiraz etmemesi İse, hem cemaatin önünden geçmenin normal olduğunu hem de namazın geçerli olduğunu gösterir. Buradan hareketle, cemaatin itiraz etmemesinden, namaz kılanların önünden geçmenin caiz olduğu anlaşılır. Ancak bunun şartı vardır. O da, İtirazın vuku bulmasına engel teşkil edecek bir durumun olmaması ve İbn Abbâs'ın bu fiilinin herkesçe bilinmesidir. Bu anlatılan habere bakarak, aradaki safın engel teşkil etmesi yüzünden Hz. Peygamber'in İbn Abbâs'ın bu şekilde hareket ettiğini görmediğini söyleyemeyiz. Çünkü daha önce anlattığımız gibi Allah Resulü namazda iken önünü gördüğü gibi arkasını da görürdü. Nitekim İmam Buhârî'nin "Hac Bölümü"nde, naklettiği rivayete göre İbn Abbâs, birinci safın bir bölümünün önünden geçmiştir. Bu durumda, Hz. Peygamber'inonu görmediğinden bahsedilemez. Bütün bu anlattıklarımız olmasa bile, yeni olaylar karşısında hemen Hz. Peygamber'e soru soran ashâb-ı kiram için soru sorma imkanı doğmuştu. Buna rağmen soru sormamaları, Hz. Peygamber'in konuya muttali olduğunu gösterir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.


Bu hadise dayanarak namaz kılanın önünden merkep geçmesinin, namazı bozmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Buna göre bu hadis, İmam Müslim'in Ebu Zerr'den naklettiği ve merkebin, kadının ve siyah köpeğin namaz kılanın önünden geçtiği zaman namazı bozacağına dair hadisi neshetmiştir. Ancak buna, şu şekilde itiraz edilmiştir. Burada merkebin geçmesi, binicisi İbn Abbâs ile birlikte olmuştur. Nitekim bunun, namaza zarar vermeyeceği daha önce geçmişti. Çünkü imamın kullandığı sütre cemaat için de geçerlidir. Merkebin İbn Abbâs indikten sonra da cemaatin önünden geçtiğini söylemek için, bunu gösteren bir rivayete ihtiyaç duyulur. İbn Abdilberr şöyle demiştir: "İbn Abbâs'tan nakledilen bu hadis, Ebu Saîd'den nakledilen şu hadisi tahsis eder: "Sizden biri namaz kıldığı zaman, hiç kimsenin Önünden geçmesine izin vermesin!" Bu hadis tahsis edilerek, sadece imam İle tek başına namaz kılan kimseler hakkında geçerli hale gelmiştir. İmama uyan kimsenin önünden birinin geçmesi, İbn Abbâs'tan nakledilen hadise göre onun namazına zarar vermez... Bütün bu konularda alimler arasında en küçük bir İhtilaf yoktur.


Kadı îyâz'a göre bu konuda da ihtilaf vardır. Söz konusu ihtilaf şu meselede ortaya çıkar: "İmamın önünden biri geçerse, imamın kullandığı sütrenin cemaat için de geçerli olduğunu söyleyenlere göre ne imamın namazı bozulur, ne de cemaatin. İmamın kendisi bizzat sütredir diyenlere göre ise, imamın namazı bozulur, cemaatin namazı ise bozulmaz,"


İbn Abbâs hadisi ile ilgi diğer konular, "İlim BölümiTnde anlatıldı.


494- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber bayram günü namazgaha doğru çıktığı zaman, bir mızrağın getirilip Önüne konmasını emrederdi. Sonra cemaati arkasına alarak ona doğru namaz kılardı. Bunu seferde iken yapardı. Bundan dolayı daha sonra gelen yöneticiler bayram namazlarında mızrak taşımayı bir sünnet olarak kabul etmişlerdir.[77]



Açıklama



(Mızrağın getirilip önüne konmasını emrederdi): Hz. Peygamber hizmetçisine mızrağı alıp getirmesini emretmiştir. İmam Buhârî, "Bayramlar" konusunda Nâfi"den şöyle nakletmiştir: "Allah Resulü bayram sabahında namazgaha doğru hareket edince, küçük mızrak da onunla birlikte taşınıp önüne dikilirdi. Sonra Allah Resulü veseiiem ona doğru namaz kildırırdı." İbn Mâce, İbn Huzeyme ve İsmâîlî buna ilaveten şunu da rivayet etmişlerdir: "Namazgah, açık bir alan idi. Etrafında (imam için sütre olabilecek) hiçbir şey yoktu."


(Bundan dolayı) Bundan dolayı daha sonra gelen Müslüman yöneticiler bayram vs. gibi günlerde mızrakla çıkmaya ve onu önlerine koymaya başladılar.


Bu hadise göre namazda ihtiyatlı olmak caizdir. Düşmanları savmak, özellikle de sefer esnasında onlardan korunmak için bir silah alınabilir ve kullanılabilir.


495-Avn İbn EbîCuhayfe, babasından Hz. Peygamber'in önüne bir mızrak koyarak Bathâ'da kendilerine öğle ve ikindi namazını ikişer rekat olarak kıldırdığını, bu esnada önünden kadın ve merkebin geçtiğini dinlediğini nakletmiştir.



Açıklama



(Bathâ'da kendilerine öğle ve ikindi namazını kıldırdığını): Bathâ ile Mekke'deki meşhur Bathâ kasdedilmiştir. Burası Mekke dışında bir yerin adıdır. Buraya Abtah da denir. Adem'in, Şu'be ve Avn kanalıyla yaptığı rivayette bunlara İlaveten namazların öğlenin en sıcak vaktinde kılındığı belirtilmiştir. İmam Nevevî'nin de işaret ettiği gibi bundan, Hz. Peygamber'in »-Hatain öğle ve ikindi namazlarını, öğle vaktinde cem ederek kıldırdığı anlaşılır. Ancak" (ikindiyi iki rekat kıldırdı) ifadesini, vakti girdikten sonra ikindi namazını iki rekat olarak k!ldırdı şeklinde anlamak da mümkündür.


(önünden kadın ve merkebin geçtiğini): Yani kıble ile dikili mızrak arasından kadın ve merkep geçerdi.



Hadisten Çıkan Sonuçlar



1- Salih kulların dokunduğu şeylerden bereket ummak


2- Namaz kılanın, önünden birinin geçmesinden endişe ettiğinde sütre kullanmalıdır


3- Sütrenin bir mızrak kalınlığında olması yeterlidir.


4- Yolculuk esnasında namazları cem etmek, normal vaktinde kılmaktan daha evladır. Çünkü bu rivayet, Hz. Peygamber'in bu şekilde yapmayı sürdürdüğü hissini uyandırmaktadır.


5- Namazları kısaltmak, ikamet edilen şehirden ayrılınca başlar.


6- Sahabe Hz. Peygamber'e karşı son derece saygılı davranmıştır.


7- Paçaları katlamak, özellikle de yolculuk esnasında müstehaptır.


8- Mızrak vs. taşımak müstehaptır.


9- Yolculuk sırasında da, ezan okunması din tarafından öngörülmüştür. Nitekim bu konuya "Ezan" bahsinde döneceğiz.


10- Fitne korkusu yoksa erkeğin baldırına bakmak caizdir. Bu konuda icmâ1 vardır.


11- Kırmızı elbise giymek caizdir.



91. Namaz Kılan İle Sütre Arasındaki Mesafe



496- Sehl'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamberin namaz kıldığı yer ile duvar arasında bir koyunun geçebileceği kadar mesafe vardı.[78]


497- Seleme'den şöyle nakledilmiştir: "Minber ile mescidin duvarı arasında bir koyunun zar zor geçebileceği kadar dar bir mesafe vardı."



Açıklama



Hadislerin konu başlığı ile ilişkisi hakkında Kirmanı şöyle demiştir: "Hz. Peygamber minberin kenarında namaz kıldınrdı. O dönemde


mescidinde mihrab yoktu. Onunla duvar arasındaki mesafe, minber ile duvar arasındaki mesafe kadardı. Buradan hareketle İmam Buhârî şunu ifade etmek istemiştir: Namaz kılan İle sütre arasındaki mesafe, Hz. Peygamberin minberi ile kıble duvarı arasındaki mesafe kadar olmalıdır."


İbn Batta! da şöyle demiştir: "Bu mesafe, namaz kılan Üe sütre arasında olması gereken en kısa mesafedir. Bir başka ifade ile, namaz kılan ile sütre arasındaki en az mesafe, bir koyunun geçebileceği kadar olmalıdır. Bazıları Bilal'den nakledilen hadise dayanarak bunun üç zira' olması gerektiğini söylemiştir. Söz konusu hadis, şöyledir: "Hz. Peygamber Kabe'de namaz kıldı. Kendisi iîe duvar arasında üç zira' uzunluğunda mesafe vardı." Dâvûdî bu iki rivayeti uzlaştırarak, söz konusu mesafenin en azının bir koyun geçeceği kadar, en uzunun ise üç zira' olacağını söylemiştir. Bazıları da, üç zirâ'lık mesafenin, ayaktayken veya tahiyyata oturmuşken bir koyun geçecek kadar mesafenin ise rükû' ve secde esnasında söz konusu olduğunu belirtmiştir.


Beğavi şöyle der: "İlim ehli, sütreye yakın olmayı müstehap kabul etmektedirler. Arada secde edebilecek kadar bir mesafe bırakmayı uygun görmüşlerdir. Aynı şekilde İki saf arasındaki mesafenin de, secdeye İmkan verecek genişlikte olmasının müstehap olduğu görüşündedirler. Nitekim sütreye yakın olmak emredilmiştir. Bu emrin geçtiği hadiste, bunun hikmeti de açıklanmıştır. Söz konusu hadis Ebu Davud'un naklettiği şu rivayettir: "içinizden biri sütreye doğru namaz kıldığı zaman, ona yaklaşsın! Şeytan onun namazım bozmasın!"




92. Mızrağa Doğru Namaz Kılmak



498- Abdullah'tan şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber için bir mızrak dikilirdi. Sonra ona doğru namaz kılardı."



93. Küçük Mızrağa Doğru Namaz Kılmak



499- Avn İbn Ebu Cuhayfe babasından şöyle nakletmiştir: "Öğlenin en sıcak vaktinde, Hz. Peygamber yanımıza geldi. Hemen ona abdest suyu getirildi. Sonra abdest alıp bize öğle ve ikindi namazını kıldırdı. Önünde küçük mızrak bir vardı. Mızrağın öbür tarafından kadınlar ve merkepler geçip duruyordu."


500- Enes İbn Mâlikten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber ihtiyaç gidermek için çıktığı zaman, ben, bir çocukla birlikte onu takip ederdim. Elimizde ucunda demir bulunan sopa, asa ya da küçük bir mızrak olurdu. Bir de su kabı taşırdık. Allah Resulü ihtiyacını giderince ona su verirdik."




94. Mekke Ve Diğer Yerlerde Sütre Kullanmak



501- Ebu Cuhayfe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber öğlenin en sıcak olduğu anda dışarı çıkıp Bathâ'da öğle ve ikindi namazını ikişer rekat olarak kıldırdı. Bu esnada önünde küçük bir mızrak dikili duruyordu. Sonra abdest aldı. İnsanlar abdest suyunu kapıp üzerlerine sürmeye başladılar."



Açıklama



(Mekke ve Diğer Yerlerde Sütre Kullanmak): "Diğer yerlerde" ifadesi ile Bat-hâ kasdedilmiştir. Bahta, Mekke'dedir.


İbnu'l-Müneyyir şöyle demiştir: "İmam Buhârî başlıkta Mekke'yi özel olarak zikretti. Böylece sütrenin kıble olduğu şeklinde yanlış bir düşünceye kapılıp 'Mekke'de Kabe'den başka kıble yoktur, o halde burada sütreye de gerek yoktur' denmesine engel olmuştur."


Kanaatime göre, İmam Buhârî bu başlık ile "Mekke'de Namaz Kılanın Önünden Geçen Hiçbir Şey Namazı Bozmaz" şeklinde başlık kullanıp daha sonra da, İbn Cüreyc, Kesîr İbn Kesîr ibn Muttalip, Muttalib'in de babası ve dedesinden oluşan senetle "Hz. Peygamber'i Mescid-i Haram'da namaz kılarken gördüm, cemaat ile onun arasında bir sütre yoktu" hadisini nakleden Abdurrezzak'a bir İtirazda bulunmuştur. Söz konusu bu rivayeti, Sünen musannıfları da nakletmiştir. Rivayetin ravileri sikadır/güvenilir kimselerdir. Yine de rivayet illetlidir. Ebu Dâvûd, Ahmed kanalıyla İbn Uyeyne'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "İbn Cüreyc bize bu şekilde haber verdi. Bu arada Kesîr ile karşılaş-!ım. Bana onun babasından hadis dinlemediğini bildirdi. Ancak dedesi tarafından bazı akrabalarından hadis aldığını söyledi.


İmam Buhârî, bu hadisin zayıf olduğuna işaret etmeyi, sütre kullanmanın dînen öngörüldüğü konusunda Mekke ile diğer yerler arasında bir fark olmadığını ifade etmek istemiştir. Ebu Cuhayfe hadisini de buna delil olarak getirmiştir. Bu hadisin ne şekilde delil olduğunu daha önce ifade etmiştik. Nitekim Şafiilei nezdinde malum olan da budur. Yani namaz kılanın önünden geçmenin yasak olması, Mekke ile diğer şehirlere göre değişmez. Bazı fakihler zaruretten dolayı sadece tavaf edenler için sütre kullanmanın gerekli olmadığını söylemiştir. Han-belî mezhebine mensup bazı kimseler ise, Mekke'nin tamamında sütre kullanıl-mayabileceğini söylemişlerdir.




95. Sütuna Doğru Namaz Kılmak



Hz. Ömer şöyle demiştir: "Cami sütununa yaslanarak sohbet edenler, sütunlara doğru namaz kılan kimselere öncelik tanımalıdırlar."


Hz. Ömer, İki direğin/sütunun arasında namaz kılan bir adam gördü. Bunun üzerine adamı sütunun karşısına getirdi ve "Buna doğru namaz kıl!" dedi.


502- Yezid İbn Ebî Ubeyd'den şöyle nakledilmiştir:


"Seleme İbnü'1-Ekva' ile birlikte mescide gelirdim. O, Mushaf'ın yanındaki direğin kenannda namaz kılardı. Ona, 'Ey Ebu Müslim bana Öyle geliyor ki, bu direğin yanında namaz kılmak için çaba harcıyorsun' dedim. O da, 'Evet, çünkü Allah Resûlü'nün burada namaz kılmak için fırsat kolladığını gördüm' diye cevap verdi."



Açıklama



(Mushaf'ın yanındaki) Bu ifade göstermektedir ki, Mescid-i Nebevî'de Mushaf'ın özel biri yeri vardır. Nitekim İmam Müslim'in rivayetinde "sandığın arkasında namaz kılardı" ifadesi yer almaktadır. Bu da Mushafın muhafaza edildiği bir sandığın olduğunu göstermektedir. Bazı hocalarımızın bildirdiğine göre söz konusu direk, Ravza-i Mutahhara'nın ortasında bulunuyormuş. Bu direk, muhacirlerin direği olarak tamnırmış.


Rivayete göre Hz. Âİşe şöyle dermiş: "Eğer insanlar bu direği bilseydi, onun yanına varmak için oklarla birbirlerine girerlerdi." Hz. Âişe bu direğin yerini İb-nu'z-Zübeyr'e bildirmiştir. Bundan dolayı o, söz konusu direğin yanında çokça namaz kılardı. İbnu'n-Neccâr'ın "Tarihu'l-Medîne" adlı kitabında Kureyşli muhacirlerin bu direğin etrafında toplandıkları nakledilmektedir.


503- Enes İbn Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'in ashabının ileri gelenlerini, akşam namazında mescidin direklerine hücum ederken gördüm.[79]




96. Cemaat Dışında Mescidin Direkleri/Sütunları Arasında Namaz Kılmak



504- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Üsâme İbn Zeyd, Osman İbn Talha ve BilAI ile birlikte Kabe'nin İçine girdi. Allah Resulü orada uzunca kaldı. Sonra çıktı. Ondan sonra Kabe'ye ilk defa ben girdim. Bilâl'e 'Allah Resulü nerede namaz kıldı?' diye sordum. O da, 'Öndeki iki direğin arasında namaz kıldı' diye cevap verdi."


505- Abdullah İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Üsâme İbn Zeyd, Bilâl ve Osman İbn Talha el-Hacbî Kabe'ye girdi. Sonra kapıyı kapatıp içeride bir müddet kaldılar. Dışarı çıktığı zaman Bilal'e 'Hz. Peygamber ne yaptı?' diye sordum. O da 'Bir direği soluna, ötekini de sağma, üç direği ise arkasına aldı. (O dönemde Kabe'nin altı direği vardı.) Sonra namaz kıldı. İsmail bize dedi ki; Mâlik'in bana naklettiğine göre iki direği sağ tarafında bırakmıştı."




Açıklama



(Cemaat Dışında Mescidin Direkleri/Sütunları Arasında Namaz Kılmak): İmam Buhârî konu başlığına "Cemaat Dışında" kaydını koydu. Çünkü iki direğin arasında tek başına namaz kılmak, safı bozar. Cemaatle namaz kılarken ise safların, düzgün tutulması gerekir. "Müsned" şerhinde Râfiî şöyle demiştir: "İmam Buhârî bu hadisi (İbn Ömer'in Bilâl'den naklettiği hadisi) tek başına iki direk arasında namaz kılmanın bir sakıncasının bulunmadığına delil olarak getirdi ve tek başına namaz kılan kimsenin direğe/sütuna doğru namaz kılmasının daha uygun olduğuna işaret etti. Direğe karşı namaz kılmanın daha evla olmasına rağmen, iki direk arasında da namaz kılmak mekruh değildir. Cemaatle birlikte namaz kılan kimsenin iki direk arasında durması, direğe karşı namaz kılmak gibidir." Onun bu görüşleri pek de isabetli değildir. Çünkü iki direk arasında namaz kılmak yasaklanmıştır. Nitekim yasak getiren hadis, Hâkim tarafından, sahih bir senetle Enes'ten nakledilmiştir. Ayrıca üç Sünen'de de bu mevcuttur. Tirmizî bu rivayeti "hasen" kabul etmiştir. Muhib et-Taberî şöyle der: "Bazıları iki direk arasında namaz kılmayı mekruh kabuî etmiştir. Çünkü bunu yasaklayan bir hadis vardır. Ancak iki direk arasında namaz kılmanın mekruh oluşu, yer sıkıntısının olmadığı anlarda söz konusudur. Mekruh olmasının hikmeti ise ya saf bölündüğü ya da buralara ayakkabı konduğu içindir.




97. Bab



506- Nâfi'den şöyle nakledilmiştir: "Abdullah Kabe'ye S'rdiği zaman, girdiği istikametten dümdüz yürürdü. Yürürken Kabe'nin kapısını arkasına alırdı. Karşı duvarla arasında üç zirâ'lık mesafe kalıncaya kadar ilerler ve sonra namaz kılardı. BilAl'in kendisine Rasûlullah'm namaz kıldığı yer olarak gösterdiği yerde namaz kılmaya özen gösterirdi."


İbn Ömer şöyle demiştir: "Herhangi birimiz, Kabe'nin içinde dilediği yerde namaz kılabilir. Bunda bir sakınca yoktur."




98. Yük Devesine, Beş Yaşındaki Deveye, Ağaca Ve Deve Palanına Karşı Namaz Kılmak


507- Ibn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber devesinin tam karşısına geçip ona doğru namaz kılardı."


Ravi'lerden Ubeydullah şöyle demiştir. "Nâfi'e 'develer huysuzlandığı zaman ne yapılır, ne dersin?' diye sordum. O da '(Allah Resulü bu tür durumlarda), palanı alıp başka tarafa kor, sonra onu düzler ve onun son kısmına doğru namaz kılardı. İbn Ömer de, böyle yapardı."




Açıklama



(Yük Devesine, Beş Yaşındaki Deveye, Ağaca Ve Deve Semerine Karşı Namaz Kılmak): yük taşımada kullanılan deveye denir beş yaşına girmiş deve demektir.


İmam Buhârî, ağacı da, yük gibi değerlendirdi. Belki de, başlıkta ağaca yer vermek suretiyle, Hz. Ali'den nakledilen şu hadise işaret etti: "Bedir savaşında kendimize şöyle bir göz attım. İstisnasız herkes uyuyordu. Sadece Rasûlullah ayakta idi. O, bir ağaca doğru namaz kılıyordu. Sabaha kadar da dua etti." Nesâî bu hadisi hasen senetle nakletmiştir.


(develer huysuzlandığı zaman): Develerin huysuzlanıp namaz kılana saldırmasından endişe edildiğinde, ona doğru namaz kılmaktan vazgeçilir ve devenin semerine doğru namaz kılınır. Yani namaz kılan, semeri sütre olarak kullanır.


(son kısmına doğru): Bu ifadede İle, semerin sonunda bulunan ve hayvana binen kimsenin yaslanmasına yarayan, tahtadan yapılmış parça kasdedilmiştir. Kurtubî şöyle demiştir: "Bu hadis, sabit duran hayvanları sütre olarak kullanmanın caiz olduğuna delil teşkil eder.


Bu hadis, deve yataklarında namaz kılmayı yasaklayan hadis ile çelişmez. Çünkü deve yatakları, develerin su kenarında kaldıkları yerdir. Deve yataklarında namaz kılmanın mekruh oluşu, ya buraların çok pis kokmasından, ya da, namazı kılanın develerin arasına girip birini sütre olarak kullanmasından ileri gelir.


Kurtubî dışındaki âlimler ise şunu söylemiştir: "Deve yataklarında namaz kılmanın yasaklanmasının illeti, develerin şeytandan yaratılmasıdır. Hz. Peygamber'in sefer sırasında deveye doğru namaz kılması ise, zaruret halinde gerçekleşmiş bir durum olarak değerlendirilir. Bu durum, Allah Resûlü'nün evlerin dar olması yüzünden yatakta yatan kadına doğru namaz kılmasına benzer.


İmam Şafiî'nin Buvaytî[80] tarafından nakledilen "Kadın ve hayvandan sütre olmaz" görüşü bu izaha dayanır. Tabi ki, bu durum, kişinin başka seçeneğinin bulunduğu anlarda söz konusudur.


Nitekim, Abdürrezzâk, İbn Uyeyne, Abdullah İbn Dînâr kanalıyla İbn Ömer'in üzerinde semer bulunan deveye doğru namaz kılmayı hoş karşılamadığını nakletmiştir. Bunun hikmeti şu olabilir: Develer üzerlerinde semer olduğu zaman, üzerlerinde yük bulunmadığı hallerden çok daha sakindirler.



Not



Fakihlere göre sütrenin en küçüğü, deve semerinin son kısmı kadar olmalıdır. Ölçü olarak bunun neye tekabül ettiği konusunda ise farklı görüşler vardır. Bazılarına göre bu bir zira1, bazılarına göre ise üç zirâ'dir. Meşhur olan da budur. Ancak İbn Ömer'in devesine vurduğu palanın/semerin son kısmı bir zira kadardı.




99. Yatağa Doğru Namaz Kılmak



508- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bizi köpek ve merkeplerle bir mi tuttunuz?! Oysa ben yatakta yan gelmiş yatarken Hz. Peygamber gelir, yatağı tam ortalayarak karşısına geçer, sonra da namaz kılardı. Onun bu şekilde bana doğru yönelmesi hoşuma gitmezdi. Bu yüzden, yatağın ayak tarafından sessizce sıyrılmaya koyulurdum. Sonunda hiç sezdirmeden yorganımdan ayrılırdım."



Açıklama



(Yatağa Doğru Namaz Kılmak): İmam Buhârî bu başlık altında Esved'in Hz. Âişe'den naklettiği hadise yer verdi. Buna göre Allah Resulü Hz. Âişe'nin uzanıp yattığı yatağı tam ortalayarak namaz kılardı.


(Bir mi tuttunuz?!): Hz. Âişe'nin bunu kabul etmediğini gösteren bir soru kipi. Hz. Âişe kendisinin de hazır bulunduğu bir mecliste "Namaz kılanın Önünden geçen köpek, merkep ve kadın namazı bozar" diyen kimseye cevap olarak bu sözü söylemiştir.[81]




100. Namaz Kılan Önünden Geçene Mani Olur



İbn Ömer, Kabe'de iken teşehhüde oturduğu bir sırada önünden geçmek isteyen kişiye mani olmuştur. Ayrıca şöyle demiştir: "Eğer biri önünden geçme konusunda ısrarcı olursa, mesele onunla kavga edeceğin kadar büyürse, kavga et!"


509- Ebu Salih es-Semmân'dan şöyle nakledilmiştir: "Ebu Saîd el-Hudrî'yi Cuma günü cemaatle arasına bir sütre koyarak namaz kılarken gördüm. Ebu Muaytoğullarından bir gencin, onun önünden geçmek istediğini gördüm. Ama Ebu Saîd göğsünü iterek ona mani oldu. Genç etrafına bakındı. Fakat geçecek başka yer bulamadı. Tekrar Önünde geçmeyi denedi. Bu defa Ebu Saîd öncekinden daha şiddetli bir şekilde onu itti. Bunun üzerine genç, Ebu Saîd'e hakaret etti, sonra Mervân'ın yanma gidip onun yaptıklarını şikayet etti. Ardından Ebu Saîd, Mervân'ın yanma geldi. Mervan ona, 'Ey Ebu Saîd! Yeğeninle ne alıp veremediğin var?' diye sordu. O da şöyle cevap verdi: Ben Hz. Peygamberi şöyle derken işittim: "Sizden biri cemaatle arasına bir sütre koyar, sonrada biri çıkıp önünden geçmek isterse onu engellesin! Eğer geçmekte ısrar ederse onunla gerekirse kavga etsin! Zira o, kesinlikle şeytandır.[82]



Açıklama



(Namaz Kılan, Önünden Geçene Mani Olur): Namaz kılan, ister insan olsun İster başka bir varlık önünden geçene engel olur.


(Kabe'de iken) Burada sadece Kabe'nin açıkça zikredilmesi, "Kabe kalabalık olduğu için burada namaz kılanın önünden geçmenin bir sakıncası yoktur" şeklinde yanlış bir düşünceye kapılınmasını önlemek içindir.


Kabe'nin 2İkredüdiği rivayeti, Buhârî'nin hocası Ebu Nuaym kendisine ait "Kitâbu's-salâfta Salih İbn Keysân kanalıyla bitiştirmiştir. Söz konusu rivayet şöyledir: "İbn Ömer'i Kabe'de namaz kılarken gördüm. Hiç kimsenin önünden geçmesine izin vermiyordu. Geçmek isteyenlere mani oluyordu. Yani önünden geçmek isteyenlere engel oluyordu.


(kavga etsin savaşsın!): Başlığın hemen altında zikredilen bu son cümle İbn Ömer'in sözüdür. Abdürrezzâk'm sütreye doğru namaz kılan ile sütreye doğru namaz kılmayanı birbirinden ayırdığı nakledilmiştir.


('Ey Ebu Saîd! Yeğeninle ne alıp veremediğin var?') Mervân, İslâm kardeşliğinden hareketle bu cümleyi söylemiştir. Bu ifade, geçenin Velîd olmadığını gösterir. Çünkü babası Ukbe, kâfir olarak öldürülmüştü. Râfiî bu hadisi, namaz kılanın, önünden geçeni, geçecek başka bir yerin olmadığı anlarda bile engellemeşinin dînen öngörüldüğüne delil olarak kullanmıştır. Bu konuda o, İmam'ul-Haremeyn Cüveynî'ye muhalefet etmiştir.


(engellesin!) Müslim'deki ifade "göğsünden iterek engellesin" şeklindedir. Kurtubî bu ifadenin "işaret yoluyla veya hafifçe iterek engellesin!" manasına geldiğini söylemiştir.


(Kavga etsin sauaşsm): Yani ikinci itişini, birinciye göre biraz daha şiddetli yapsın! Alimler, bu İfadenin, namaz kılanın, namaza yönelmeye engel olduğu ve namazda huşu' içinde olmaya mani olduğu gerekçesiyle önünden geçen kimseyle siîah kullanarak savaşması anlamına gelmediği konusunda icmâ' etmişlerdir. Ancak Şâfiîler'den bir grup, namaz kılanın önünden geçenle gerçekten savaşması gerektiği görüşünü benimsemiştir. "Kabes" adlı eserinde İbn Arabî bunu İsabetsiz bulduğunu açıklayıp şöyle demiştir: "Burada savaşmaktan maksat, iterek engel olmaktır." Bâcî bu konuda şu şekilde tuhaf bir görüş ileri sürmüştür: "Muhtemelen buradaki savaştan maksat, lanet edip şiddete başvurmaktır." Bu görüş, basit hareketlerin aksine, namazda konuşmanın namazı bozacağı belirtilerek çürütülmüştür. Bâcî 'lanet eder' derken ona bu şekilde hitap etmeyi değil de, beddua etmeyi kasdetmîş olabilir. Ancak bu, hadisten neyin kasdedildiğini en iyi bilen sahabenin fiiline aykırıdır. Nitekim İsmâîlî şöyle bir rivayet nakletmişür: "Eğer geçmekte ısrar ederse, elini döşüne koy ve ona mani ol. Bu rivayet, namaz kılanın önünden geçen kimsenin nasıl engelleneceğini açık bir şekilde göstermektedir. Beyhakî, İmam Şafiî'nin buradaki savaşı, birinci itmeden daha şiddetli bir şekilde İtme olarak anladığını nakletmişür. İbn Ömer'in fiillerinden, bunun namaz kılan adamın önünden geçen kimsenin ısrarcı olması durumunda söz konusu olduğu anlaşılır.


Genel olarak mezhebimize bağlı İlim adamı arkadaşlarımız şu kanaattedir: "Namaz kılan, önünden geçene en hafif bir şekilde engel olur. Eğer adam, geçmekte ısrar ederse biraz daha şiddetli bir şekilde engel olur. Bu durum, adamın ölmesine neden olsa, onu öldürene herhangi bir ceza verilmez. Çünkü Sâri', onunla savaşmaya İzin vermiştir. Meşru bir savaşta öldürülene de, her hangi bir tazminat ödenmez."


Kadı iyâz ve diğer bazı ilim adamlarından bu konu ile ilgili olarak şu görüşler nakledilmiştir: "Bize göre, bu şekilde birinin öldürülmesinin diyeti gerektirip gerektirmeyeceği tartışmalıdır." İbn Battal ve daha başkaları, namaz kılanın, önünden geçeni engellemek için yürümesinin caiz olmadığını ve amel-i kesirde bulunamayacağını nakletmişlerdir. Çünkü bu fiiller, namaz açısından birinin önünden geçmesinden daha kötüdür. Cumhura göre, namaz kılarken önünden geçeni engellemeyen birinin, o kimsenin geri dönüp geçmesine de İzin vermesi gerekmez. Çünkü, bu durumda, tekrar namaz kılanın önünden geçmek söz konusudur. Nevevî şöyle demiştir: "Namaz kılanın, önünden geçeni engellemesinin farz olduğunu söyleyen hiçbir fakih bilmiyorum. Üstelik bizim mezhebimize mensup âlimlere göre bu, menduptur."


Zahirî mezhebine mensup âlimlere göre, namaz kılanın önünden geçeni engellemesi farzdır. Öyle anlaşılıyor ki, İmam Nevevî onların görüşlerine muttali olmamıştır. Ya da onların görüşlerine bir değer atfetmemiştir.


{Zira o, kesinlikle şeytandır): Yani onun bu davranışı, şeytan işidir. Çünkü namaz kılanın hususunu bozmak için ısrarla mücadele etmek şeytanın işidir. Üstelik, insanlardan inatçı kimselere şeytan denmesi oldukça yaygındır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de "...İnsan ue cin şeytanları.[83] tabiri vardır. İbn Battal şöyle demiştir: "Bu hadise göre şeytan lafzı, dînî konularda fitneye sebebiyet veren herkes için kullanılabilir. Hükümler isimlere göre değil, mânâlara göre verilir. Çünkü namaz kılanın önünden geçenin, sırf geçti diye şeytana dönüşmesi imkansızdır." Muhtemelen bu ifade, "Onu böyle yapmaya sevk eden şeytandır" manasına gelir.


İbn Ebî Cemre, "Zira o, kesinlikle şeytandır" ifadesinden hareketle, "Onunla savaşsın!" buyruğunun gerçek savaş anlamına gelmediğini, aksine bunun güzel ve nazik bir şekilde onu engellemek olduğu sonucuna varmıştır. Bu konuda şunları söyler: "Şeytanla savaşmak, Allah'a sığınmakla (Euzü çekmekle), onun için sütre koymak ise besmele vs. ile olur. Zaruret anında namaz sırasında küçük bir takım işler yapılabilir. İnsanın, önünden geçenle hakiki manasıyla savaşması, namaz kılanın önünden geçenin işlediği cürümden daha büyüktür.


Namaz kılanın önünden geçenle mücadele etmesi, önünden geçildiği için namaza bir zarar geldiği için midir? Yoksa önünden geçenin günah işlemesini önlemeye yönelik bir fiil midir? Bu ikinci ihtimal daha ağır basmaktadır."


Onun dışındakiler ise şöyle demiştir: "Aksine birinci ihtimal daha ağır basmaktadır. Çünkü namaz kılanın namazıyla alakadar olması, başkasının günaha düşmesini engelleme gayreti içinde olmasından daha evladır, "ibn Ebî Şeybe, İbn Mes'ûd'dan şöyle nakletmiştir: "Namaz kılanın önünden geçilmesi, namazın yarısını bozar." Ebu Nuaym da Hz. Ömer'den şöyle nakletmiştir: "Eğer namaz kılan, birinin önünden geçmesiyle namazından nelerin eksildiğini bir bilseydi, mutlaka cemaatle arasına koyacağı bir sütreye doğru namaz kılardı." Bu iki rivayete göre, namaz kılanın önünden geçenin engellenmesi namaza zarar veren bir halin ortadan kaldırılması içindir. Meselenin namaz kılanın önünden geçenle bir ilgisi yoktur. Her ne kadar bu iki rivayet, lafız bakımından mevkuf oisa da, mana bakımından hükmen merfû'dur. Çünkü, bu tür konularda reye dayalı bir şey söylenemez.




101. Namaz Kılanın Önünden Geçenin Günahı



510- Zeyd İbn Hâlid, Büsr İbn Saîd'i Ebu Cüheym'e gönderip, ona Hz. Peygamberin namaz kılanın önünden geçen hakkında ne buyurduğunu sormasını istemiş. (Büsr, Ebu Cüheym'e gidip bu soruyu sormuş.) O da şöyle cevap vermiştir: Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu işittim: "Namaz kılanın önünden geçen, ne kadar büyük bir günah işlediğini bilseydi, onun önünden geçmek yerine kırk (zaman) beklemeyi daha hayırlı bulurdu." Ebu'n-Nadr şöyle demiştir: "Ravi kırk gün mü, kırk ay mı, yoksa kırk yıl mı dedi hatırlamıyorum."



Açıklama



(önünden): Bu ifade ile, namaz kılanın hemen önünden geçmek kasdedil-miştir. Bu mesafenin ne kadar olduğu hususunda âlimler ihtilaf etmiştir. Bazılarına göre, bu mesafe secde ettiği yer kadarken, bazılarına göre ise, üç zira' kadardır. Bu mesafenin bir taş atımlık uzaklık kadar olduğu da söylenmiştir.


(Namaz kılanın önünden geçen, ne kadar büyük bir günah işlediğini bilseydi): Eğer namaz kılanın önünden geçen, bu fiili yüzünden ne kadar büyük bir günah işlediğini bilseydi, o günaha bulaşmamak için hadiste belirtilen süre kadar beklemeyi tercih ederdi.


İmam Nevevî şöyle demiştir: "Bu hadis, namaz kılanın önünden geçmenin haram olduğuna delildir. Çünkü bu hadiste, hem namaz kılanın önünden geçme güçlü bir şekilde yasaklanmış hem de, bu yasağı çiğneyenler şiddetli bir tehditle uyarılmıştır." Bu da, namaz kılanın önünden geçmenin büyük günahlardan kabul edildiğini gösterir.



Önemli Açıklama



1- İbn Battal "bilseydi" lafzından hareketle, sadece namaz kılanın önünden geçmenin haram olduğunu bile bile geçenlerin günah işlediği sonucuna varmıştır. Ancak, bu lafızdan, bu sonuca ulaşması zorlamadır. Fakat başka delillerden bu hükme ulaşıldığı malumdur.


2-Hadisin lafei, söz konusu tehdidin sadece namaz kılanın önünden geçene yönelik olduğunu gösterir. Dolayısıyla bile bile namaz kılanın önünde duranları, oturanları ve uyuyanları içermez. Fakat eğer buradaki yasağın illetini namaz kılanın huşû'suna zarar vermek olarak tespit edersek, bu kimseler de bahsi geçen tehdide muhatap olurlar.


3- Hadisin zahiri, namaz kılanların hepsinin önünden geçmenin yasak olduğunu gösterir. Bazı Mâlikîîere göre ise sadece imamın ve tek başına namaz kılanın önünden geçmek yasaktır. Zira onlara göre, birinin imama uyan kişinin önünden geçmesi, onun namazına zarar vermez. Çünkü imamın sütresi, aynı zamanda onun için de sütredir. Ya da, imamın kendisi sütredir.


Görüşlerini bu şekilde gerekçelendirmeleri, iddialarıyla uyuşmamaktadır. Çünkü sütre, namaz kılanın önünden geçenin değil, namaz kılanın işini kolaylaştırır. Dolayısıyla bu konuda, imam, imama uyan ve tek başına namaz kılan aynıdır.


4- İbn Dakîku'l-'îyd'in ifade ettiğine göre bazı Maliki fakihler, günah olup olmaması açısından namaz kılan ile namaz kılanın önünden geçenin durumunu dört kısma ayırmışlardır.


a) Sadece namaz kılanın önünden geçenin günahkâr olduğu durum: Namaz kılan, insanların başka geçiti olmayan yerlerde sütreye doğru namaz kılar, daha uzak ve daha geniş bir yerden geçme imkanı olan biri gelir namaz kılanın önünden geçerse, bu durumda sadece geçen kişi günahkâr olur.


b) Sadece namaz kılanın günahkâr olduğu durum. Namaz kılan, insanların gelip geçtiği güzergâhta sütre kullanmadan veya sütreden uzak bir şekilde namaza durur, biri de gelip başka alternatifi bulunmadığı daha geniş bir yer bulamadığı için önünden geçerse, bu durumda sadece namaz kılan günahkâr olur.


c) Her ikisinin de günahkâr olduğu durum. Namaz kılan, insanların geçtiği güzergâhta sütre kullanmadan veya sütreden uzak bir şekilde namaza durur, biri de gelip geçerken geçebileceği daha geniş başka bir alternatif yeri bulunmasına rağmen onun önünden geçerse, bu durumda ikisi de günahkâr olur.


d) Her ikisinin de günahkâr olmadığı durum. Namaz kılan, insanların başka bir geçme imkanının olmadığı yerlerde sütreye doğru namaza durur, başka yerden geçme imkanı olmayan biri de gelir ve onun önünden geçerse, bu durumda ikisi de günahkâr olmaz.


Hadisin zahiri, her ne surette olursa olsun, namaz kılanın önünden geçmeyi yasaklamaktadır. Geçecek başka bir yer bulamayan kimse, namaz kılanın namazını bitirmesini beklemelidir. Ebu Saîd'in anlattığı olay da bunu desteklemektedir. Çünkü onun naklettiği hadiste "Genç, etrafına bakındı. Fakat geçecek başka yer bulamadı." ifadesi yer almaktadır. Nitekim daha önce İmamu'l-Harameyn Cüueynî'nin "Namaz kılanın bu durumlarda önünden geçeni engellemesi din tarafından öngörülmemiştir" şeklindeki görüşüne işaret etmiştik. İmam Gazzâlî de bu konuda onunla aynı görüşü paylaşmaktadır. Ancak Râfiî buna itiraz etmiştir. İbnu'r-Rif'a da onu aynen izleyerek şöyle eleştirmiştir: "Genç, Ebu Saîd'in engellemesini hak etmiştir. Çünkü vaktinde namaza gelmeyerek kusurlu duruma düşmüştür. Nitekim o geldiğinde cemaat kalabahklaşmıştı."


Onun bu söylediği, ihtimal dahilindedir. Ancak bu hadisin delil oiarak kullanılmasına mani değildir. Çünkü Ebu Saîd, onun namaza geç kalmasını bir olarak kabul etmemiştir.




102. Namaz Kılanın Namaz Kılan Başka Birine Doğru Yönelmesi



Hz. Osman namaz kılan adamın karşısına geçilmesini mekruh görürdü. Namaz kılanı meşgul ederse onun karşısına geçmek mekruhtur. Meşgul etmediği durumlara ilişkin Zeyd İbn Sabit şöyle demiştir. "Namaz kılan birinin karşısına geçilmiş geçilmemiş aldırmam. Çünkü namaz kılan bir erkeğin önünde bir başka erkeğin bulunması onun namazını bozmaz."


511- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Âİşe'nin yanında namazı bozan hallerden bahsedildi. Köpek, merkep ve kadının erkeğin namazını bozacağını söylediler. Bunun üzerine Hz. Aişe şöyle tepki gösterdi: "Bizi köpek yerine mi koydunuz! Oysa ben, kıble ile Hz. Peygamber arasında yatağa yan gelmiş yatarken O'nun (bana doğru) namaz kıldığım gördüm. Bazen bir ihtiyacım olurdu. Onun karşısına geçmek hoşuma gitmezdi, bu yüzden sessizce (yatağın ucundan) sıyrılıp kalkardım."



Açıklama



(Bir erkeğin başka bir erkeğin karşısında namaza durması): namaz kılana doğru yönelmek mekruh mu değil mi? Ya da namaz kılanı oyalayan haller İle oyalamayan haller birbirinden ayırt edilir mi? Bu başlık,sorulara cevap aramak için konmuştur.


İbn Reşîd şöyle demiştir: "İmam Buhârî, ne surette olursa olsun bir kimsenin namaz kılarken önünde duran bir kadının kendisini, Önünde bulunan bir erkekten daha fazla meşgul edebileceğini ifade etmek İstemiştir. Buna rağmen, bu Hz. Peygamber'in namazına zarar vermemiştir. Çünkü, Allah Resûlu onunla meşgul olmamıştır. O halde, önündeki kadının kendisini meşgul etmediği kimselerin namazı da, kadının kıble istikametinde bulunmasından dolayı zarar görmez. Bu hüküm, erkekler hakkında ise evveli yetle geçerlidir."




103. Uyuyanın Arkasında Namaz Kılmak



512- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Ben yatağında tam karşısına gelecek şekilde uyurken Hz. Peygamber namaz kılardı. Vitir namazını kılmak istediği zaman ise beni uyandırdı. Sonra ben de vitrimi kılardım."



Açıklama



(Uyuyanın Arkasında Namaz Kılmak): Mücahid, Tavus ve Mâlik uyuyan kimseye karşı namaz kılınmasını mekruh kabul etmişlerdir. Çünkü yatan kimsenin üzeri açılabilir. Namaz kılanı meşgul edecek bazı yerleri görülebilir, İmam Buhârî'nin tasarrufundan anlaşıldığına göre, böyle bir tehlike olmadığı sürece yatan kimseye karşı namaz kılmak mekruh değildir.




104. Kadının Arkasında Nafile Namaz Kılmak



513- Hz. Peygamber'in eşi, Hz. Aİşe'den şöyle nakledilmiştir:


"Allah Resûİü'nün önünde uyurdum. Bu esnada ayaklarımı onun kıblesine doğru uzatırdım. Allah Resulü secde yapmak İstediği zaman, eliyle beni dürter, ben de ayaklarımı toplardım. Ayağa kalkınca ise tekrar ayaklarımı uzatırdım."


Hz. Aİşe şöyle demiştir: "O dönemde evlerde lamba yoktu."



Açıklama



(Kadının Arkasında Nafile Namaz Kılmak): Hadisin içeriği, Hz. Peygamber'in kıldığı namazın nafile olduğunu göstermektedir. Çünkü Allah Resulü geceleyin evinde namaz kılmıştır. Malum olduğu üzere O , farz namazları, cemaatle camide kılardı.


Hz. Aişe'nin "O dönemde evlerde lamba yoktu" demesi, Hz. Peygamber'in onunla meşgul olmadığına işaret eder. Allah Resûİü'nün onun ayaklarını uzattığı yere secde etmek istediği zaman eliyle onu dürtmesi bu düşüncemize zarar vermez. Nitekim bu durum Ebu Davud'un naklettiği rivayette açık bir biçimde belirtilmiştir. Kadınların Hz. Peygamber'i meşgul etmesi, düşünülemez. Bunun gibi, kadınların kendisini etkilemeyeceğinden emin olan kimseler, bu şekilde namaz kılabilir.



Önemli Açıklama



Hz. Peygamber'İn bu şekilde namaz kılması, daha önce geçen hadiste belirtilen Hz. Aişe'nin üzerinde bulunduğu yatağa doğru namaz kılmasından farklıdır. Çünkü Allah Resulü Hz. Âişe yatağın üzerindeyken namaz kılınca secde etmek için onun ayağını uzattığı yere ihtiyaç duymamıştır. Ancak Hz. Peygamber'in yatağın kenarında değil de, üzerinde namaz kıldığı ileri sürülerek söz konusu iki rivayetin anlattığı olayın aynı olduğu söylenmiştir. Nitekim İsmâîl bu görüşe meyletmişti. Ancak, rivayetlerde anlatılan olayları birbirinden farklı olarak algılamak daha evladır.




105. Başkası Tarafından Yapılan Bir Fiil, Namaz Kılanın Namazını Bozmaz, Görüşünde Olanlar



514- Hz. Aişe'nin yanında namaz kılanın önünden geçen köpek, merkep ve kadının namazı bozacağından bahsedildi. Bunun üzerine o, şöyle dedi: "Bizi merkeple köpeğe mi benzettiniz! Allah'a and olsun ki, ben, kıble ile Hz. Peygamber saiiaitâhu aleyhi ve seiiem arasında yatakta yatarken, onun bana doğru namaz kıldığını gördüm. Bazen bir ihtiyacım hasıl olurdu. Ona karşı oturup, Allah aleyhi ve seiiem rahatsız etmek istemezdim. Bu yüzden ayak ucu tarafından yavaşça sıyrılıp yataktan çıkardım."



Açıklama



(Başkası Tarafından Yapılan Bir Fiil, Namaz Kılanın Namazını Bozmaz Görüşünde Olanlar): Bu hadisle amel edip etmeme konusunda âlimler farklı yorumlar yapmışlardır.Tahâvî ve daha başka âlimlere göre, Ebu Zerr'den nakledilen hadis ile buna benzer diğer rivayetler, Hz. Âişe hadisi vb. ile neshedilmiştir. Ancak, neshin iki olayın zamanının bilinmesi ve iki olayı uzlaştırmanın mümkün olmaması durumunda gerçekleştiği söylenerek bu görüşe itiraz edilmiştir. Zaman bakımından meseleye baktığımız zaman, olaylann tarihinin saptanması imkansızdır. İki olayı uzlaştırmak ise mümkündür. İmam Şafiî ve diğer âlimler, Ebu Zerr hadisinde geçen namazı kat' etme ifadesini, namazı bozmak olarak değil de, namazdaki huşûu azaltmak olarak tevil etmiştir. Nitekim bu rivayetin râvîsinin köpeğin siyah ile takyid edilmesini sorması ve ona siyah köpeğin şeytan olduğu şeklinden cevap verilmesi de bunu destekler. Malum olduğu üzere, şeytanın namaz kılanın önünden geçmesi, namazı bozmaz. Nitekim bu konuda "Sahih-i Buhârî'de "Namaz için kamet getirildiği zaman şeytan döner gider, kamet bitince kişi ile nefsi arasına girer." hadisi gelecektir. "Namazda Bir Şey Yapmak" başlığı altında ise, "Şeytan karşıma çıktı ve bana saldırdı" hadisi nakledilecektir. Nesâî ise Hz. Aişe'den Allah Resûîü'nün şöyle dediğini nakletmiştîr: "Onu yakaladım, yere yatırıp boğdum." Bu hadiste şeytanın Hz. Peygamberin namazını bozmak için geldiği söylenemez. Bize göre İmam Müslim'in rivayeti, namazın neden bozulduğunu açıklamaktadır. Buna göre şeytan, bir ateş parçasını getirip Allah Resûîü'nün yüzüne vurmak istemiştir. Sadece namaz kılanın önünden geçmek ile onun namazı bozulmaz.


Bazılarına göre Ebu Zerr hadisi tercih edilir. Çünkü Hz. Âişe hadisi ibaha bildirmektedir.


Bu yorumlar, iki hadisin birbirine zıt olduğu esasına dayanır. Oysa iki rivayeti uzlaştırmak mümkündür. Kısaca bu rivayetler arasında herhangi bir çelişki yoktur.


Ahmed İbn Hanbel şöyle demiştir: "Namaz kılanın önünden siyah köpeğin geçmesi, namazı bozar. Merkebin veya kadının geçmesi ise tartışmalıdır." İbn Dakîku'l-'îyd onun bu sözünü şu şekilde izah etmiştir: "Ahmed İbn Hanbel siyah köpeğin namazı bozduğunu gösteren hadislere aykırı bir hadis bulamamıştır. Ancak Mina'da merkebinin üzerinde namaz kılanların önünden geçen İbn Ab-bâs'tan nakledilen hadis, merkebin namazı bozacağına dair hadisle çelişir. Aynı şekilde bu konuda zikredilen Hz. Aişe hadisi de kadının namaz kılanın önünden geçmesinin namazı bozacağı hükmü ile çelişir."


(Ona karşı oturup, Allah Resûlü'nü rahatsız etmek istemezdim): Hadisin bu kısmı, oturan kadının, uyuyan kadından daha fazla namaz kılanın huşû'unu bozduğuna delil olarak getirilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, namaz kılanın zihninin dağılması, karşısındakinin hareket edip etmemesine bağlıdır. Buna göre, namaz kılanın önünden geçmek, daha çok namaz kılanın zihnini dağıtır. Hz. Aişe (bir rivayette) şöyle demiştir: "Ayağa kalkıp Hz. Peygamber'in önünden geçmekten hoşlanmazdım. Bu yüzden sessizce kayarak yataktan ayrılırdım." Anlaşılan o ki, Hz. Âişe, sadece önünden geçme anında değil, her ne surette olursa olsun, kadının namazı bozmayacağı görüşündedir.


515- İbn Şihâb amcasına başkasının yaptığı bir fiil yüzünden namazın bozulup bozulmayacağını sormuş, o da şöyle cevap vermişti:


"Haricî hiçbir şey namazı bozmaz. Urve İbn Zübeyr'in bana haber verdiğine göre Allah Resûîü'nün eşi Hz. Aişe şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber selem, gece vakti kalkar namaza dururdu. Bu esnada' ben ise, onunla kıble arasında birlikte uyuduğumuz yatakta yatardım.



Açıklama



(İbn Şihâb amcasına başkasının yaptığı bir fiil yüzünden namazın bozulup bozulmayacağını sormuş) İbn Şihâb'ın delil olarak kullandığı Hz. Âişe hadisiyle şu şekilde istidlalde bulunulmuştur: "Kadın namazı bozar" hadisi, kadının geçme, ayakta durma, oturma ve yatma hallerinin tamamını kapsar. Hz. Peygamber'in önünde uyuyan Hz, Aişe'ye doğru namaz kılmasının sahih bir yolla bize nakledilmesi, yatan kadına karşı namaz kılmanın namazı bozacağı hükmünün neshedildiğini gösterir. Kadının diğer durumlarının namazı bozması da, buna kıyaslanarak artık namazı bozmayacağı şeklinde anlaşılır."


Ancak bu yorumun kabul edilmesi, kadının yukarıda bahsi geçen hallerinin birbirine eşit olduğunun İspat edilmesine bağlıdır. Nitekim bu husustaki tartışmalara daha önce işaret etmiştik. Şayet Hz. Aişe'den nakledilen hadisin, Ebu Zerr hadisinden sonra varid olduğu ispatlanırsa, bu durum, sadece kadının namaz kılanın önünde uyumasının namazı bozacağı hükmünün neshedildiğine delalet eder. Yine de bazıları, buna rağmen bu hadisin delil olarak kullanılmasına birkaç yönden itiraz etmiştir:


a) Kadının namazı bozması, namaz kılanın zihnini dağıtmasına yol açacak durumların meydana gelmesinden dolayıdır. Hz. Âişe, o dönemde evlerde lamba olmadığını ifade etmiştir. Böylece illetin ortadan kalkmasıyla birlikte ma'lûl da ortadan kalkar. Bir başka ifade ile, namaz kılanın zihnini dağıtacak durum söz konusu olmayınca, bu durumla ilgili olarak verilmiş hüküm de söz konusu olmaz.


b) Ebu Zerr hadisinde kadın, mutlak olarak zikredilmiştir. Hz. Âişe hadisinde ise zevce vasfı ile mukayyed olarak geçmektedir. Bu durumda mutlak mukay-yede hamledilir ve şöyle denir: Namaz kılanın önünden kadının geçmesinin namazı bozması, fitneye düşme endişesi yüzünden yabancı kadınlarla takyit edilmiştir. Eğer namaz kılanın önünden geçen eşi olursa, bu durum namazı bozmaz. Çünkü eşi, zaten kendisinindir.


c) Hz. Aişe hadisinde anlatılan olay, bir takım ihtimallere açıktır. Ebu Zerr hadisinde ise, başka bir ihtima! düşünülemez. Çünkü bu hadis, genei teşrî' sadedinde, yani herkese hitap eden dînî bir hüküm açıklanırken söylenmiştir. Nitekim İbn Battal bu durumu şu şekilde izah etmiştir: "Hz. Peygamberin. Hz. Aişe'ye doğru namaz kılması ona özgü bir durumdur. Çünkü hiç kimse onun gibi nefsine hakim olamaz." Hanbelî âlimlerinden biri şöyle der: "Ebu Zerr hadisi ile onunla aynı manayı ifade eden sahih hadisler, sarih olmayan veya sarih olup da sahih olmayan bir takım rivayetlerle çelişmektedir. Bu durumda, sarih olan Ebu Zerr hadisi ile amel etmekten vazgeçilemez. Yani çeşitli ihtimallere açık olan Hz. Aişe hadisi ve onu destekleyen diğer hadislerle amel edilmez. Namaz kılanın önünden geçen ile kıble ve onun arasında uyuyan kimse arasındaki fark şudur: Namaz kılanın önünden geçmek haramdır. Uyuyarak ya da başka şekilde onun önünde durmak ise haram değildir. Buna göre, kadının namaz kılanın önünden geçmesi namazı bozarken, önünde hareketsiz durması ise namazı bozmaz."




106. Namazda Küçük Kız Çocuğunu Omuzda Taşımak



516- Ebu Katâde el-Ensârî'den şöyle nakledilmiştir:


"Hz. Peygamber kızı Zeyneb'in Ebu'l-As İbn Rabî' İbn Abdişems'ten olma kızı Ümâme'yi taşıyarak namaz kılardı. Secdeye vardığı zaman onu bırakır, ayağa kalktığı zaman ise tekrar alırdı.[84]



Açıklama



(Namazda Küçük Kız Çocuğunu Omuzda Taşımak): İbn Battal şöyle demiştir: "Buhârî bu hadisi zikretmekle, namaz kılanın küçük kız çocuğunu taşımasının namazına bir zarar vermediğini belirterek onun, namaz kılanın önünden geçmesinin namaza hiç zarar vermeyeceğini ifade etmek istemiştir. Çünkü kızı taşımak, onun önünden geçmesine göre daha büyük bir olaydır. İmam Şafiî de bu tür bir istinbata işaret etmiştir. Ancak İmam Buhârî'nin "kız" lafzını "küçük" sıfatı ile takyit etmesi, küçük olmayanların aynı hükümde olmayacağı anlamına gelir.


(Ümâme'yi taşıyarak): Ümâme, Hz. Peygamber döneminde küçüktü. Hz. Ali, Hz. Fatıma'nın vasiyeti üzerine vefatından sonra onunla evlenmiştir.


Kurtubî şöyle demiştir: "Alimler bu hadisin yorumu hakkında farklı yorumlar yapmışlardır. Çocuğu taşımanın amel-i kesîr kapsamına girmesi, onların farklı yorumlarına neden olmuştur. Mesela İbnu'l-Kâsım İmam Mâlik'in "Rasûlullah nafile namazda böyle yapmıştır" görüşünde olduğunu nakletmektedir. Ancak bu görüş son derece zayıftır. Çünkü hadisin zahiri, bunun farz namazda olduğunu gösterir. Daha önce Mâzinî ile Kadı lyaz bunun zayıf bir ihtimal olduğuna işaret etmiştir. Çünkü İmam Müslim'in "Sahîh"inde şöyle bir rivayet vardır: "Hz. Peygamber'i (torunu) Ümâmeyi omuzunda taşıyarak ashaba namaz kıldırırken gördüm." Mâzinî şöyle demiştir: Allah Re-sûlü'nün cemaate nafile namaz kıldırması, bilinen bir olay değildir." Nitekim Ebu Dâvûd'da şöyle bir rivayet mevcuttur: "Öğlen veya ikindide Hz. Peygamber'i bekliyorduk. Bilâl namaz için ezan okumuştu. Derken Allah Resulü omuzunda Ümâme varken evinden çıkıp geldi ve namaz kıldırdığı yere geçti. Biz de arkasında saf tuttuk. Tekbir alıp namaza başladı. Ümâme hâlâ omuzundaydı." Eşheb ve Abdullah İbn Nâfi' imam Mâiik'in "Bu durum, zaruretten kaynaklanır. Çünkü Hz. Peygamber. torununa bakacak birini bulamamıştı" dediğini nakletmiştir. Malikîlerden bazıları da şöyle demiştir: "Eğer Rasûlullah Ümâmeyi indirseydi, ağlardı. O zaman Allah Rasulü'nün zihninin onunla


meşgul olması, taşırkenki meşguliyetinden daha fazla olurdu." el-Bâcî de şöyle demiştir: "Eğer kız çocuğuna bakacak biri varsa, bu durumda sadece nafile namazlarda omuza alınabilir. Yok eğer ona bakacak kimse yoksa hem nafile hem de farz namazlarda taşınabilir." Nevevî ise şöyle demiştir. "Maliki mezhebine mensup bazî kimseler, bu hadisin mensuh olduğunu iddia etmişlerdir. Bazıları da, bunun Allah Resûlü'ne özgü bir durum olduğu kanaatini benimsemişlerdir. Kimileri de, bunun zaruretten kaynaklandığı görüşündedir. Bütün bunlar, delile dayanmayan asılsız iddialardan ibarettir. Bu hadiste, İslâmî prensiplere aykırı bii durum yoktur. Çünkü, insan temizdir. Bağırsaklarında bulunanlar ise mazur görülür. Çocukların vücudları İle elbiseleri, necaset görülmediği sürece temiz kabul edilir. Az veya aralıklarla olan ameller namazı bozmaz. Diğer dini deliller bunu destekler niteliktedir. Hz. Peygamber'in .vfoiiâhu bu şekilde davranması, bunun caiz olduğunu öğretmek içindir."


Fâkihânt ise şöyle demiştir: "Rasûlullah'm Ümâme'yi taşıması, Arapların kız çocuğundan hoşlanmama ve onu yanlarında gezdirmeme âdetlerini yıkmak içindir. Onları bu âdetten vazgeçirmek için gösterdiği hassasiyetten dolayı namazda bile onlara muhalefet etmiştir. Yaparak açıklamak, söz ile açıklamadan daha etkilidir."



Hadisten Çıkarılan Sonuçlar



1- Çocukları camiye getirmek caizdir.


2- Küçük çocuklara dokunmanın abdeste bir zararı yoktur.


3- İnsan taşıyan birinin namazı sahihtir.


4- Temiz kabul edilen bîr hayvanı taşıyan kimsenin de namazı sahihtir.


5- Hz. Peygamber'in alçakgönüllülüğü ile çocuklara karşı ne denli şefkat gösterdiği bir kez daha ortaya çıkmıştır.


6- Hadis Allah Resûlü'nün çocuklara ve ana-babalarına değer verdiğini göstermektedir.




107. Hayızlı Kadının Bulunduğu Yatağa Doğru Namaz Kılmak



517- Abdullah İbn Şeddâd İbn el-Hâd şöyle demiştir: "Teyzem Meymûne bintu'l-Hâris bana şunu haber verdi: Yatağım Hz. Peygamber'in namaz kıldığı yerin kenarında idi. Bazen yatakta olduğum sırada elbisesi bana temas ederdi."


518- Abdullah İbn Şeddâd, Hz. Meymûne'nin şöyle dediğini nakletmiştir:


"Hz. Peygamber ben yanı başında uyurken namaz kılardı. Secdeye vardığı zaman hayızh olmama rağmen elbisesi bana değerdi."



Açıklama



(Hayızlı Kadının Bulunduğu Yatağa Doğru Namaz Kılmak): Bunun mekruh olup olmadığı tartışılmıştır. Başlık altında zikredilen hadis, bunun mekruh olmadığını gösterir.




108. Secde Etmek İçin Yer Açmak Gayesiyle Namaz Kılanın Hanımını Eliyle Dürtermesi Mümkün Mü?



519- Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Bizi köpek ve merkeple bir tutmanız ne kadar da çirkin! Haberiniz olsun ki ben, Hz. Rasûlullah'ı kıble ile onun arasında yattığım bir sırada namaz küarken gördüm. Secde etmek istediği zaman, ayaklanma dokunurdu. Ben de hemen ayaklarımı toplardım."



Açıklama



(Secde Etmek İçin Yer Açmak Gayesiyle Namaz Kılan Hanımını Hiyle Dürter mi?) Bir önceki başlık altında, namaz kılanın elbisesinin hanımına değmesi durumunda namazın sahih olduğu belirtilirken, burada ise namaz kılanın vücudunun bir parçasının hanımına değmesi durumunda namazın sahih olduğu açıklanmıştır.




109. Kadınların Namaz Kılanı Rahatsız Eden Bir Duruma Son Vermesi



520- Abdullah'tan şöyle nakledilmiştir:


"Hz. Peygamber Kabe'nin yanında namaza durmuştu. Bu esnada Kureyşliler meclislerinde toplanmıştı. İçlerinden biri, (Allah Resûlü'nü kasdederek) 'şu gösteriş yapan adama baksanıza!' diye seslendi ve şöyle dedi: "Hanginiz falancaoğullarının kestiği deveye gidip, işkembesinde kalan pisliklerini, kanını ve döl eşini alıp buraya getirir, sonra secdeye gidinceye kadar bekler ve getirdiklerini onun omuzuna atar?"


(Bunu gerçekleştirmek üzere) İçlerinden en bedbahtı hemen fırladı. Rasûlullah secdeye varınca getirdiklerini omuzuna koydu. Allah Resûlu secdede öylesine kaldı. Bu manzara karşısında Kureyş'liler gülmeye başladı. O kadar çok gülüyorlardı ki, gülmekten birbirlerinin üstüne yığıldılar. Bu arada biri koşup o sıralar henüz küçük olan Hz. Fatıma'ya durumu haber verdi. Hz. Fatıma koşarak geîdi. Üzerine konanları kaldırıncaya kadar, Allah Resulü kaldı. Hz. Fatıma Kureyşliler'e dönüp hakaret etti. Hz. Peygamber namazını bitirince şöyle beddua etti: Ey ulu Allah'ım! Kureyş'i sana havale ediyorum. Ey ulu Allahım! Kureyşi sana havale ediyorum. Ey ulu Allah'ım! Kureyş'i sana havale ediyorum.


Sonra isimlerini söyleyerek bedduasına devam etti: Ey ulu Allah'ım! Amr İbn Hişam'ı, Utbe İbn Rabîa'yı, Şeybe İbn Rabîa'yı, Velîd İbn Utbe'yi, Ümeyye İbn Halefi, Ukbe İbn Ebî Muayt'ı ve Umara İbn Velîd'i sana havale ediyorum.


Abdullah rivayeti anlatmaya şöyle devam etmiştir: "Allah'a yemin olsun ki, Bedir savaşında bunların hepsinin leşinin yere serildiğini gördüm. Sonra hepsi, Kalîb'e yani Bedir'dekİ çukurlara sürüklenip atıldılar. Rasûlullah da onlar hakkında 'Kalîb'e/çukura atılanlar lanete uğradı' buyurdu.



Açıklama



(Kadınların Namaz Kılanı Rahatsız Eden Bir Duruma Son Vermesi): İbn Battal şöyle demiştir: "Bu başlık, kendisinden önceki başlıklarla yakından alakalıdır. Şöyle ki, kadın, namaz kılanın üstünden bir şeyi almak istediği zaman, ne taraftan alabiliyorsa o taraftan alır. Onun bu haİi, namaz kılanın önünden geçmesinden daha kötü değildir. Ancak bundan geri kalır tarafı da yoktur."





--------------------------------------------------------------------------------


[1] Hadisin geçtiği diğer yerler: 404, 1226, 6671, 7249.


[2] el-Bakara 2/125.


[3] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4483, 4790, 4616.


[4] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4488, 4490, 4491, 4492, 4493, 7251.


[5] Yukarıdaki hadiste Hak Teâlâ'nm Arşa istiva ettiği görüşünde olanlara dair bir red söz konusu değildir. Çünkü O'nun Arş'a istiva ettiğini gösteren âyet ve hadisler muhkem olup kesin bilgi İfade ederler. Üstelik gayet açıktırlar. En küçük bîr tevile dahi ihtiyaç bırakmazlar. Ehl-i sünnet, bunu böyle kabul edip Allah Teâlâ'yı mahlukatından hiç kimseye benzetmeden O'nun şanına yaki-şır bir şekilde buna İman etmenin gerekliliği konusunda icmâ' etmiştir. Hz. Peygamber'İn sallalîâ-hu aleyhi ve sellem, "Allah namaz kılan kimsenin önündedir" ve "Rabbi onunla kıble arasındadır" sözleri muhkem naslar ışığında tevil edilmelidir. Nitekim İmam İbn Abdilberr bu hususa işaret etmiştir. Dolayısıyla bu lafızlar, son derece açık, muhkem ve kat'î naslann varlığını bildirdiği istivaya aykırı bir manaya hamledılemez. İbn Bâz. s. 508.


[6] Hadisin geçtiği diğer yerler: 753, 1213, 6111.


[7] 408. Hadisin geçtiği diğsr yerler: 410, 416; 409. Hadisin geçtiği diğer yerler: 411, 414.


[8] Hadisin geçtiği diğer yerler: 742, 6644.


[9] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2868, 2869, 2870, 7336.


[10] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3049, 3165.


[11] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3528, 5381, 545, 6688.


[12] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4745, 4746, 5259, 5308, 5309, 6854, 7165, 7166, 7304.


[13] Hadisin geçtiği diğer yerler: 425, 667, 686, 838, 840, 1186, 4009, 4010, 5401, 6423, 6938.


[14] Ancak bu görüş pek de isabetli değildir. Doğrusu, bu tür durumlar sadece Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve seilem mahsustur. Çünkü, Allah Teâlâ bu özelliği ona vermiştir. Başkaları onunla bir tutulamaz. Çünkü diğer insanlarla Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seilem arasında dağlar kadar fark vardır. Bu tür meseleleri başkaları için caiz görenler, sapıklığa ve şirke kapı aralar. Nitekim bazı insanların bu hataya düştüğünü görmekteyiz. Hak Teâlâ'dan bizi doğru yolda daim etmesini dileriz. İbn Bâz, s. 522.


[15] Hadisin geçtiği diğer yerler: 434, 1341, 3828.


[16] Bu şekilde hayır ummak, caiz değildir. Nitekim buna, daha önce işaret etmiştik.


[17] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 507.


[18] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 1187.


[19] Hadisin geçtiği diğer yerler: 338, 3381, 4419, 4420, 4702.


[20] İbrahim 14/45


[21] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1330, 1390, 3453, 4441, 4443, 5815; 3454, 4444, 5816.


[22] Nahiv ilminde bu tür cümlelere istinafi beyânı denir. [Mütercim.]


[23] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3835.


[24] Ahmed Naim, bu sözü cariyenin söylediği kanaatindedir, bk. Tercid-i Sarih Tercümesi, 11, 382.


[25] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1121,1156,3738,3740,7015; 7028,7030.


[26] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3703, 6204, 6280.


[27] bk. Kastalânî, îrşûduVsâri, II, 114.[Mütercim]


[28] bk. İbn Hacer, Fethu'1-Bâri, I, 639. [H.Aldemir]


[29] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1801, 2097, 2309, 2385. 2494, 2470, 2603, 2604, 2728. 2861, 2967, 3087, 3089, 3090, 3052, 5079, 5080, 5243, 5244, 5245, 5246, 5247, 5367, 6387.


[30] Hadîsin geçtiği diğer bir yer: 1164.


[31] el-Enbiyâ 21/28.


[32] et-Tevbe 9/17-18.


[33] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 2812.


[34] Hadisin geçtiği diğer yerler: 918, 2095, 3584, 3585.


[35] el-En'am, 6/38


[36] Gİ-Mü'minun, 23/47


[37] Hadisin geçtiği diğer yerler: 7073, 7074.


[38] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 7075.


[39] Hadisin geçtiği diğer yerler: 455, 950, 988, 2906, 3529, 3931, 5190, 5236.


[40] en-Nûr 24/36.


[41] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1493, 2155, 2168, 2536, 2560, 2561, 2563, 2564, 2565, 2578, 2717, 2726, 2729, 7235, 5097, 5279, 5284, 5430, 6717, 6751, 6754, 6758, 6760.


[42] el-Haşr 59/7.


[43] Hadisin geçtiği diğer yerler: 460, 1337.


[44] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2084, 2226,4540, 4541, 4542, 4543.


[45] Sâd, 38/35.


[46] Sâd, 38/35.


[47] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1210, 3284, 3423, 4808.


[48] el-A'râf, 7/27.


[49] Hadisin geçtiği diğer yerler: 469, 2422, 2423, 4372.


[50] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2813, 3901, 4117, 4122.


[51] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1619, 1626, 1633, 4853.


[52] Bu görüşün isabetli bir tarafı yoktur. Doğrusu, deve ve eti yenen diğer hayvanların bevillerinîn temiz olduğudur. Dolayısıyla İbn Battâl'ın da ifade ettiği gibi bunların camiyi kirletmesi söz konusu olamaz. Bin Bâz


[53] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3639, 3805


[54] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3654, 3904.


[55] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3656, 3657, 6738.


[56] Hadisin geçtiği diğer yerler: 473, 990, 993, 995, 1137.




[57] Hadisin geçtiği diğer yerler: 5969, 6287.


[58] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2138, 2263, 2264, 2297, 3905, 4093, 5087, 6079.


[59] Hadisin bu şekilde tercümesi için bk. Kastalânî, İrşâd, II, 157. [Mütercim]


[60] Hadîsin geçtiği diğer bir yer: 480.


[61] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2446, 6026.


[62] Hadisin geçtiği diğer yerler: 714, 715, 1227, 12228, 1229, 6051, 7250.


[63] Salim Abdullah'ın ogiu, Hz. Ömer'in de torunudur. Nâfi' ise Hz. Ömer'in kölesidir. [Mütercim]


[64] Medine'ye 36 mil uzaklıkta bir yerin adıdır. Bk. Kastaiani, İrşâd, II, 161. [Mütercim]


[65] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1535, 2336, 7345.


[66] Kastalânî, İrşâd, II, 162. [Mütercim]


[67] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1532, 1533, 1799.


[68] Mekke ile Bedir arasında bir yerin adıdır. Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Tercümesi [Mütercim]


[69] Medine'ye 17 fersah uzaklıkta bir köyün adıdır. Kastalânî, İrşâd, II, 164. [Mütercim]


[70] Rüveyse'den 13 ile 14 mil uzaklıkta büyük bir köyün adidir. Ahmed Naim, Tecrid-i sarih Tercümesi. [Mütercim]


[71] Merru'z-zahrân'dan sona gelsn vadi veya dağların adıdır. Kastalânî, îrşâd, II, 166. [Mütercim]


[72] Mekke'ye yakın bir yerin adıdır. Ahmed Naim, Tecrid-i sarih Tercümesi, II, s. 437 [Mütercim]


[73] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1767, 1769.


[74] Bu yanlıştır. Doğrusu daha önce açıkladığımız bilgilerdir. Bu tür konularda diğer insanlar. Hz. Peygamber saltallâhu aleyhi ve sellem ile kıyasianamaz. Hakikat şu ki, Hz. Ömer, şirke giden yolu kapatmak için peygamberlerin izlerinin birebir taklit edilmesini yasaklamak istemiştir. Ayrıca o, oğlunun bu şekilde davrandığını herkesten daha iyi bilmektedir.


Cumhur, Hz. Ömer'in düşüncelerini esas almıştır. Itbân kıssası buna muhalif değildir. Çünkü Itbân hadisinde, Hz. Peygamber'i sallailâhu aleyhi ve sellem örnek alma söz konusudur. Bu da, yol vs. gibi yerlerde Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve seİlem davranışlarını taklit etmekten farklıdır. Zira bu tür konularda Allah Resûlü'nün sallallâhu aleyhi ve sellem izini sürmek, din tarafından öngörülmemiştir. Nitekim Hz. Ömer'in bu tavrı da, bunu göstermektedir. Belki de, bu şekilde Hz, Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem uyanlar aşırılığa kaçıp şirke düşmüştür. Doğrusunu en iyi Allah bilir. Abdülaziz İbn Bâz


[75] Bu görüş zayıftır. Doğrusu, üç mescid dışında vasıtayla gidilebilecek uzaklıkta olan hiçbir mescidde namaz adamak farz olmaz. Eğer vasıtayla yolculuk yapılmadan gidilebilecek mescidde adakta bulunulursa, bu konu tartışmalıdır. Beğavî'nin belirttiği yerlere, ibadet kastıyla gitmek caiz değildir. Şirke açılan kapıyı kapatmak için, buralarda namaz kılmayı adayan kimsenin, adağına sadık kalması gerekmez. Başka bir camide namazını kılması yeterlidir. Doğrusunu en iyi Allah bilir. İbn Bâz s. 571.


[76] Hz.Peygamber zamanında Medine'de bulunan mescidler hakkında geniş bilgi İçin bk. Nuruddin Ali İbn Ahmed es-Semhûdî, Vefâu'1-Vefa bi ahbâri dari'l-Mustafa1 adlı eseri, Beyrut 1971, I—II-(A.Ağırakça).


[77] Hadisin geçtiği diğer yerler: 498, 972, 973.


[78] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 7334.


[79] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 625.


[80] İmam Şafiî'nin talebesidir. [Mütercim]


[81] Burada geçen bazı kavram ve kelimelerin izahları mütercim tarafından tercümeye yansıtıldığı için metinden ayrıca tercüme edilmesine gerek görülmemiştir.


[82] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 3274.


[83] el-En'am, 6/112


[84] Hadİsin geçtiği diğer bir yer: 5996.


Fethul Bari, Sahihi Buhari > 2.Cilt > 003

40. Yağmur Ve Hastalık Hallerinde Namazın Mescide Gitmeden Bulunulan Mekanda Kılınabileceğine Dair Ruhsat Vardır


41. Cemaate Katılmayı Engelleyecek Haklı Bir Mazeret Bulunması Durumunda İmam Gelen Cemaate Namaz Kıldırır Mı Ve Hava Yağmurlu İse Cuma Hutbesini Okur Mu?


42. Namaz İçin Kamet Getirildiği Zaman Yemek Hazır İşe Ne Yapılır? Abdullah İbn Ömer Böyle Bir Durumda Akşam Yemeğini Yerdi


43. Elinde Yemek Üzere Olduğu Bir Lokma Bulunan İmamın Namaza Çağırılması


44. Ailenin İhtiyaçlarını Gidermek İçin Çalışmak Ve Namaz İçin Kamet Getirildiğinde Çıkıp Cemaate Katılmak


45. Sadece Resûlullah İn Namazını Ve Sünnetini Öğretmek Amacıyla İnsanlara Namaz Kıldırmak


46. İlim Ve Fazilet Sahibi İnsanlar İmamlık Yapmaya Daha Layıktır


47. Mazeret Sebebiyle İmamın Yanıbaşında Namaz Kılmak


48. Cemaate Namaz Kıldırmak Üzere İmamlığa Geçen Bir Kimse Asıl İmam Geldikten Sonra Geriye Çekilse De Çekilmese De Namazıgeçerli (Caiz) Olur


49. Namaz Kılacak Kimselerin Kuran I Kerim Bilgileri Eşitse Yaşça Büyük Olan İmamlık Yapar


50. Bir Topluluğu Ziyarete Gelen İmamın Onlara Namaz Kıldırması


51. İmam Kendisine Uyulması İçin Vardır


52. İmamın Arkasında Namaz Kılan Cemaat Ne Zaman Secdeye Varır? Enes İbn Mâlik Şöyle Demiştir: İmam Secde Ettiğinde Siz De Secde Edin!


53. Başını İmamdan Önce Kaldıran Kimse Günahkârdır


54. Kölenin Namaz Kıldırması


Kölenin Namaz Kıldırması


Namaz Kılarken Açık Olan Kur'an'dan Okumak


Gayri Meşru Olarak Doğan Bir Kimsenin İmamlık Yapması


Ergenlik Çağına Yaklaşmış Mümeyyiz Küçüklerin Namaz Kıldırması


55. İmamın Eksik Kıldığı Namazı Cemaatin Tam Olarak Kılması


56. Fitneye Karışan Kimselerin Ve Bidatçilerin İmamlık Yapması


57. Cemaat Tek Kışı Olduğunda İmamın Sağ Tarafına Durur Ve Yanyana Namaz Kılarlar


58. Cemaat Tek Kişi Olup İmamın Sol Tarafında Namaza Dursa Ve İmam Onu Tutup Sağ Tarafına Geçirse İkisinin De Namazı Bozulmaz


59. Bir Kimse İmamlık Yapmaya Niyet Etmeksizin Namaz Kılarken Birilerinin Gelip Ona Uyması Ve Onun İmamlık Yapması


60. İmam Namazı Çok Uzattığı İçin Cemaatin Namazdan Çıkıp Tek Başına Kılması


61. İmam Kıyamı Kısa Ve Hafif Tutmalı Ancak Rükû Ve Secdeleri Tam Olarak Yerine Getirmelidir


62. Bir Kimse Tek Başına Kıldığında Namazını İstediği Kadar Uzatabilir


63. Namazı Çok Uzatan İmamın Şikayet Edilmesi Ebû Üseyd Namazı Uzatan Oğluna Şöyle Demişti: Yavrucuğum Namazımızı Çok Uzattın!


64. Namazın Kısa Kılınmakla Birlikte Rükünlerinin Tam Olarak Yerine Getirilmesi


65. Çocuğun Ağladığını Duyan Kimselerin Namazı Kısa Tutması


66. Namazı Kılan Bir Kimsenin Daha Sonra Aynı Namazı Başkalarına Kıldırması


67. Bir Kimsenin İmamın Tekbirlerini Yüksek Sesle Tekrar Edip Cemaatin Duymasını Sağlaması


68. Cemaatin İmama Tabî Olan Bir Kimseye Uyması


69. İmam Kıldığı Namaz Konusunda Şüpheye Düşerse Cemaatin Sözüne İtibar Edebilir Mi?


70. İmamın Namaz Kıldırırken Ağlaması


71. Namaz İçin Kamet Getirildiğinde Ve Kamet Getirildikten Sonra Safların Düzeltilmesi


72. İmamın Safları Düzeltirken Yüzünü Cemaate Dönmesi


73. Namazda İlk Safa Durmanın Fazileti


74. Safların Düzgün Tutulması Namazın Düzgün Kılındığını Gösteren Temel Bir Unsurdur


75. Safları Düzgün Tutmamak Bir Günahtır


76. Safta Omuz Omuza Vermek Ve Ayakları Birbirine Değdirmek


77. Bir Kimse İmamın Sol Tarafında Namaza Durduktan Sonra İmam Onu Tutup Arkasından Sağ Tarafına Geçirirse Namazı Bozulmaz


78. Kadın Tek Başına Saf Olabilir


79. Cemaat Mescidin Ve İmamın Sağında Durur


80. İmam İle Cemaat Arasında Duvar Veya Sütre Bulunması


81. Gece Namazı


82. Namaza Tekbir Getirerek Başlamanın Gerekliliği


83. Namaza Başlamak Üzere Tekbir Getirirken Aynı Anda Ellerin De Kaldırılması


84. Namaza Başlarken, Rükûya Giderken Ve Rükûdan Doğrulurken Tekbir Getirilince Elleri Kaldırmak


85. Eller Nereye Kadar Kaldırılır?


86. İlk İki Rekatı Kılıp Teşehhüdden Kalkarken Elleri Kaldırmak


87. Kıyamda Sağ Eli Sol Elin Üstüne Koymak


88. Namazda Huşu


89. Namaza Başlama Tekbirinden Sonra Ne Okunur


90. (Güneş Tutulması Namazı)


91. Cemaatin Namazda İmama Bakması


92. Namazda İken Göğe Bakmak


93. Namazda Başı Sağa Sola Çevirmek


94. Namaz Kılan Bir Kimse Başına Gelen Bir Hadise Dolayısıyla Veya Bir Şey Ya Da Kıble Tarafında Balgam Vs. Görünce Başını Sağa Sola Çevirebilir Mi?


95. İmamın Ve Cemaatin Bütün Namazlarda -Yolculukta Ve Mukim İken Kılınan Namazlar İle Gizli Ve Açık Okunan Namazların Hepsinde (Kuran) Okumasının Gerekliliği


96. Öğle Namazında Kıraat (Kuran Okumak)


97. İkindi Namazında Kıraat (Kuran Okumak)


98. Akşam Namazında Kıraat (Kuran Okumak)


99. Akşam Namazında Kıraatin Açıktan Oluşu


100. Yatsı Namazında Kıraatin Açıktan Oluşu


101. Yatsı Namazında Secde Gerektiren Bir Âyetin Okunması


102. Yatsı Namazında Kıraat


103. Namazın İlk İki Rekatını Uzun Son İki Rekatını İse Kısa Tutmak


104. Sabah Namazında Kıraat


105. Sabah Namazında Kıraatin Açıktan Olması


106. Bir Rekatta İki Sûreyi Birlikte Okumak, Sûrelerin Sonunu Okumak, Okuduğu Sûreden Önceki Sûreyi Okumak, Sûrenin Baş Kısmını Okumak


Açıklama


107. Son İki Rekatta Fatiha Sûresini Okumak


108. Öğle Ve İkindi Namazlarında Gizli Okumak


109. İmamın Okuduğu Ayeti Cemaate Duyurması


110. İlk Rekatı Daha Uzun Tutmak


111. İmamın Açıktan Âmîn Demesi


112. Âmîn Demenin Fazileti


113. Cemaatin Açıktan Âmîn Demesi


114. Safa Varmadan Rükûya Gitmek


115. Tekbirin Rükûda Tamamlanması


116. Tekbirin Secdede Tamamlanması


117. Secdeden Doğrulurken Tekbir Getirmek


118. Rükûda Avuçların Dizlere Konması


119. Rükûnun Tam Olarak Yapılmaması


120. Rükû Ederken Sırtın Dümdüz Tutulması


121. Rükûnun Tam Olarak Yapılmasının Ölçüsü Ve Rükûda Vücûdun İyice Sükûnet/ Dinginlik Bulması


122. Resûlullah Rükûunu Tam Olarak Yapmayan Birisine Namazını İade Etmesini Emir Buyurmuştur


123. Rükûda İken Dua Etmek


124. Rükûdan Doğrulurken İmam Ve Cemaat Ne Der?


125. (Allahım, Rabbimiz Hamd Sana Mahsustur) Demenin Fazileti


126- Allah Kendisine Hamd Edenleri İşitir - Dedikten Sonra Kunût Okumak)


127. Rükûdan Doğrulunca Vücûdun Tam Anlamıyla Dingin Olacak Şekilde Düz Tutulması


128. Tekbir Getirerek Secdeye Gitmek


129. Secdenin Fazileti


130. Secdede Koltuk Altlarının / Pazüların Görünmesi Ve Karnı Dizlere Değdirmeyecek Şekilde Uzanmak


131. Secdede Ayakların Üst Kısımlarını Kıbleye Yöneltmek


132. Secdenin Tam Olarak Yapılmaması


133. Secde Yedi Âzâ Üzerinde Yapılır


134. Secdede Burnu Yere Değdirmek


135. Secdede Burnu Yere Değdirmek Ve Çamura Secde Etmek


136. Namazda İken Elbiseyi Bağlayıp Düzeltmek Ve Avret Yerinin Açılmasını Önlemek Amacıyla Elbiseyi Toplamak


137. Namazda Saçlarla Oynamamak


138. Namazda Elbise İle Uğraşmamak


139. Secdede İken Teşbih Ve Dua Etmek


140. İki Secde Arasında Beklemek


141. Secdede İken Dirsekleri Yere Yapıştırmamak


142. Namazın Birinci Ve Üçüncü Rekatlarında Bir Süre Oturup Sonra İkinci Ve Dördüncü Rekatlara Kalkmak






40. Yağmur Ve Hastalık Hallerinde Namazın Mescide Gitmeden Bulunulan Mekanda Kılınabileceğine Dair Ruhsat Vardır



666- Nâfi'in naklettiğine göre Abdullah İbn Ömer (r.anhüma) soğuk ve fırtınalı bir gecede ezan okudu ve sonra: "Haberiniz olsun, namazlarınızı olduğunuz yerde [1] kılacaksınız" dedi. O bunu söyledikten sonra şu rivayeti nakletti: "Soğuk ve yağmurlu gecelerde Resûlullah müezzine "Namazlarınızı olduğunuz perde kılın!" diye nida etmesini emrederdi.


667- Mahmûd İbnü'r-Rebî' el-Ensârî'nin naklettiğine göre kör olan Itbân İbn Mâlik kendi akraba ve aşiretine imamlık yapardı. Bir gün Itbân, Resûlullah'a şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü bazı geceler aşırı yağmurdan dolayı sel oluyor, ben de gözleri görmeyen bir âmâyım. Evimde bir köşede bir namaz kusanız da ben de orayı bir musallâ/nama2gâh edinsem!" Resûlullah onun talebini kırmadı ve evine gitti. Itbân'a: "Namazı nerede kılmamı istersin?" diye sordu. itbân, Hz. Peygambere evinde bir yer gösterdi ve Resûl-i Ekrem namazı orada kıldı.




41. Cemaate Katılmayı Engelleyecek Haklı Bir Mazeret Bulunması Durumunda İmam Gelen Cemaate Namaz Kıldırır Mı Ve Hava Yağmurlu İse Cuma Hutbesini Okur Mu?



668- Abdullah İbn Haris, Abdullah İbn Abbâs'ın bir uygulamasını şöyle nakletmiştir; "Yağmurlu ve çamurlu bir günde Abdullah İbn Abbâs bize hutbe irad etti ve ezan okunacağı zaman müezzine, (Haydi, herkes namaza) kısmına gelince (Namaz olduğunuz yerde kılınacak} diye nida etmesini emretmişti. Cemaatin bir kısmı bu durumu garipseyip birbirine bakışınca İbn Abâs şöyle demişti: "Galiba bu söylediklerimi beğenmediniz. Fakat bunun aynısını - Resûlullah'ı kastederek - benden daha hayırlı olan bir zat yapmıştı. Bugün Cuma'dır ve ben sîzi sıkıntıya sokmak istemedim."


Abdullah İbn Abbas'ın kendisinden nakledilen başka bir rivayette şöyle dediği kayıtlıdır: "Sizi günaha sokmak istemedim. Namaza gelmenizi isteseydim gelecektiniz ve dizlerinize kadar çamura batacaktınız."


669- Ebû Seleme, Ebû Saîd el-Hudrî'ye Resûlullah'm mescidde yağmur dolayısıyla meydana gelen çamurda secde ettiği ve kadir gecesiyle ilgili olan günü sordu. Ebû Saîd şu cevabı verdi: "Bir bulut gökyüzünü kapladı ve sağanak bir yağmur başladı. Yağmur yüzünden hurma dallarıyla yapılmış olan mescid tavanından sular akıyordu. Namaz için kamet getirildi. Ben Resûlullah'm su ve çamurla kaplanmış mescid zeminine secde ettiğini gördüm; hatta alnında çamurun İzleri kalmıştı. [2]


670- Enes İbn Şîrîn naklediyor; Enes İbn Mâlik'in şöyle dediğini duydum:


"Ensâr'dan çok iriyarı olan bir zat: '(Ey Allah'ın Resulü!) Ben mescide gelip sizinle birlikte namaz kılamıyorum' diyerek mazeret beyan etmişti. Bir gün Resûlullah için yemek hazırlayıp evine davet etti. Resûlullah için bir hasır sermişti. Resûluliah bir kenarını ıslatıp üzerinde iki rekat namaz kıldı."


Cârud oğullarından birisi Enes İbn Mâlik'e: "Resûlullah kuşluk namazı kılar mıydı" diye sorunca Enes İbn Mâlik şu cevabı verdi: "Ben Resûlullah'm kuşluk nama2i kıldığını ilk defa o zaman gördüm.[3]



Açıklama



Cemaate katılmayı engelleyecek haklı bir mazeret bulunması durumunda imam zorlanarak da olsa gelen cemaate namaz kıldırabilir; bu mekruh değildir. Böyle bir mazeret bulunması durumunda herkesin namazı olduğu yerde kılmasına yönelik emir, söz konusu eylemin mubah serbest olduğunu anlatır, namazın bulunulan mekanda kılınmasının mendub olduğunu göstermez.


(İriyarı şeklinde tercüme ettiğimiz) kelimesi şişman, etli ve cüsseli gibi anlamlara gelir.



42. Namaz İçin Kamet Getirildiği Zaman Yemek Hazır İşe Ne Yapılır? Abdullah İbn Ömer Böyle Bir Durumda Akşam Yemeğini Yerdi



Ebü'd-Derdâ şöyle demiştir: "Bir kimsenin önce ihtiyaçlarını giderip ardından tam bir iç huzuru İle namaza durması onun din konusunda ne kadar ince anlayışlı (fakîh) bir insan olduğunu gösterir."


671- Hişâm İbn Urve, babası Urve İbnü'z-Zübeyr'in şöyle dediğini nakletmiştir:


"Hz. Aişe'den duydum, bize Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletti; Afcşam yemedi hazır olduğunda namaz için kamet getirilmiş olsa bile önce yemeğinizi yeyin.[4]


672- Enes İbn Mâlik, Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"Akşam yemeğiniz hazırlanıp size takdim edildiği zaman akşam na mazım kılmadan önce yemeğinizi yeyin. Yemeğinizi aceleye getirip ih tiyacınızı gidermeden kalkmayın.[5]


673- Nâfi'in Abdullah İbn Ömer'den naklettiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:


"Sizden birinfn akşam yemeği hazırlanıp önüne konduğu zaman namaz için kamet getirilmiş olsa bile önce yemeğini yesin. Yemeğini bitirinceye kadar da acele etmesin."


Zaten Abdullah İbn Ömer de yemeği önüne konduğu zaman, namaz için kamet getirilmiş olsa bile önce yemeğini yerdi. Yemeğini bitirinceye kadar -cemaate namaz kıldıran imamın okuduğu sûreleri duysa da- namaza başlamazdı.[6]


674- Nâfi'in Abdullah İbn Ömer'den naklettiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:


"Sizden biriniz yemek yiyorsa namaz için kamet getirilmiş olsa bile ihtiyacım/ açtığını tam olarak gidersin, yemeğim aceleye getirmesin."




Açıklama



Alimlerin çoğuna göre namazdan önce yemeğin yenmesiyle ilgili emir nedb İfade eder, (yani mendubtur). Ancak bu görüşün ayrıntılarında farklı yorumlar vardır:


Şâfiîler'de meşhur olan görüşe göre, bu emir gerçekten aç olup yemeğe İhtiyacı olan kimselerle ilgilidir.


Süfyân es-Sevrî, Ahmed İbn Hanbel ve İshâk'a göre bu emir yemeğe ih'tiyacı olanlarla kayıtlı değildir, bu bakımdan bir kimsenin ihtiyacı olsa da olmasa da namazdan önce (hazır olmuş yemeği) yemeği yemek menduptur. Abdullah İbn Ömer'in uygulaması da buna işaret etmektedir.


Zahirî mezhebinin önde gelen isimlerinden İbn Hazm ise bu konudaki emrin vücûba işaret ettiğini, dolayısıyla yemek hazırken kılman namazın geçersiz (batıl) olduğunu söylemiştir. Ancak onun bu görüşü çok aşın ve abartılıdır.



Faydalı Bir Not



İbnü'l-Cevzî şöyle demiştir:


"Bazıları Resûlullah'ın bu emrine bakarak kul hakkının (hukûku'1-ibâd), Allah'ın hakkından daha öncelikli ve önemli olduğunu düşünmüşlerdir, Ancak bu konudaki hüküm düşündükleri gibi değildir. Burada amaçlanan hedef Cenâb-ı Hakk'ın hakkını korumaktır. Nitekim kul yemek yeyip ihtiyacını giderdikten sonra namaza büyük bir iç huzuru ile girecek, zihninde ve gönlünde farklı düşünceler kalmayacaktır. Böylece Allah'ın insanlar üzerindeki hakkı olan kulluk daha güzel ifa edilmiş olacaktır.


Burada ayrıca ifade edilmesi gereken önemli bir nokta da ashâb-ı kiramın yemek konusunda aşırıya gitmemesi ve çok sade bir yol takip etmesidir. Zaten bu alışkanlıkları sebebiyle yemeğin onları cemaate iştirak etmekten alıkoyduğu nadirdir."




43. Elinde Yemek Üzere Olduğu Bir Lokma Bulunan İmamın Namaza Çağırılması



675- Cafer İbn Amr İbn Ümeyye babasının şöyle dediğini nakletmiştir:


"Bir gün Resûlullah'ı bir koyun budu yerken gördüm. O sırada kendisini namaza çağırdılar. Bunun üzerine Resûlullah elindeki bıçağı bırakıp namaza durdu. Hatta daha abdest almamıştı."



Açıklama



Bazı alimlere göre, İmam Buhârî'nin 42. bâb dan sonra, "yemek üzere elinde bir lokması bulunan imamın namaza çağırılması" başlığı altında bu rivayete yer vermesi, yemeğin namazdan Önce yenmesiyle ilgili emrin vücûb İfade etmeyip mendub olduğuna işaret etmektedir ve bu bakımdan 43. babın burada ele alınması bilinçli bir tercihtir. Ayrıca İmam Buhârî'nin bâb başlığında imamın namaza çağırılması şeklinde bir kayıt koyması, buradaki hükmün (yemeği bırakıp namaza gitmesi) sadece imamla ilgili olduğunu gösterir. Cemaate yöneük emir ise mutlaktır. Nitekim Resûlullah'ın Sizden birinin akşam yemeği hazırlanıp önüne konduğu zaman..." şeklindeki ifadesi de bu görüşü desteklemektedir.


Bu hadisten çıkarılan dersleri ve diğer aynntiları abdest genel başlığı altında "Koyun eti yemenin abdest almayı gerektirip gerektirmediğini [7] anlatırken açıklamıştık.


Ibnü'l-Müneyyir şöyle demiştir:


"Belki de Resûlullah ümmetine kolaylık olsun diye ruhsat yolunu gösterdiği halde kendi özel hayatında azimete göre amel etmiş ve bu yüzden önce namaz kılıp sonra yemeğini yemiştir. Çünkü O'nun kadar nefsine ve isteklerine hakim olabilecek birisi asla yoktur. Hangimiz İstek ve arzularımızı gibi kontrol edebiliyoruz ki..."




44. Ailenin İhtiyaçlarını Gidermek İçin Çalışmak Ve Namaz İçin Kamet Getirildiğinde Çıkıp Cemaate Katılmak



676- el-Esved şöyle anlatır: Hz. Aişe'ye Resûlullah'ın evinde ne işle meşgul olduğunu sordum. O da şu cevabı verdi: "Ailesinin hizmetinde bulunur ve onlara ev işlerinde yardımcı olurdu. Namaz vakti gelince de namaza çıkardı.[8]



Açıklama



İmam Buhârî bu rivayetle ilgili bâb başlığını ailenin ihtiyaçlarını gidermek Idncahşmak ue namaz için kamet getirildiğinde çıkıp cemaate katılmak şeklinde koyarak şuna işaret etmiştir: İnsanın ihtiyaç duyduğu veya meşgul olduğu her şey yemekle aynı kategoride değerlendirilmemelidir. Zira bütün meşguliyetler yemek gibi değerlendirilecek olursa namaz kılmak için zaman kalmayacaktır. Yemeğin hükmü diğer işlerden tamamen farklıdır. Çünkü yemek hazır olduğunda yemeyip geciktirmek açlığı ve ona duyulan isteği daha da artıracaktır. Halbuki diğer işler böyle değildir.


Bu hadis ayrıca kibirden uzak durup tevazu sahibi olmayı ve başta kişinin eşi olmak üzere aile bireylerine hizmet edip yardımcı olmayı teşvik etmektedir.




45. Sadece Resûlullah İn Namazını Ve Sünnetini Öğretmek Amacıyla İnsanlara Namaz Kıldırmak


677- Ebû Kılâbe şöyle demiştir:


"Mâlik Ibn Hüveyris bir gün İçinde bulunduğumuz şu mescide gelip; 'Asıl maksadım ve isteğim namaz kılmak olmadığı halde size namaz kıldıracağım. Resûlullah'ı nasıl namaz kılar gördümse öyle kıldıracağım' dedi. Bu rivayeti nakleden (Eyyûb es-Sıhtiyânî), Ebû Kılâbe'ye Mâlik'in nasıl namaz kıldırdığını sormuş, Ebu Kılâbe de Amr İbn Seleme'yi kastederek -"Hocamız gibi" cevabını vermiş ve şunları söylemiştir: "O, başını ikinci secdeden kaldırıp birinci rekatı bitirdikten sonra ikinci rekata kalkarken çok kısa bir süre otururdu.[9]



Açıklama



Rivayette geçen ası maksadım ve isteğim namaz kılmak olmadığı halde size namaz kıldıracağım ifadesi ilk bakışta Allah'a ibadet edip yakınlaşma (kurbet) kası ve niyeti olmaksızın namaz kılındığını çağrıştırmaktadır. Aslında ibadet niyetiyle olmayan bir namaz geçersizdir. Ancak burada sahâbînin asıl maska-dının namaz olmadığına dair sözünden, Allah'a ibadet kastı taşımadığı anlaşılmaz. O bu sözüyle farz bir namazın vakti olmadığı halde niçin cemaate namaz kıldıracağını açıklamak istemiştir. Bu bakımdan o adeta şöyle demiştir: "Ben bu şekilde size namaz kıldırırken amacım farz olan vaktin namazını kılmak, namazı iade veya kaza etmek değildir. Maksadım size namazın nasıl kılınacağını öğretmektir." Mâlik İbn Hüveyris o sırada bir olay görüp insanlara namazın nasıl kılınacağını öğretmesi gerektiğini düşünmüş olabilir. Çünkü o da Resûlullah'ın "Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz öyle namaz kılın" şeklindeki emrinin muhataplanndandır. İnsanİara sözle öğretmektense uygulamalı olarak öğretmenin daha etkili olduğunu bildiği için de bu metoda başvurmuştur. Mâlik İbn Hüveyris'in bu uygulaması aynı metodu takip etmenin caiz olduğunu göstermektedir.




46. İlim Ve Fazilet Sahibi İnsanlar İmamlık Yapmaya Daha Layıktır



678- Ebû Mûsâ el-Eş'arî şöyle demiştir:


"Resûlullah hastalanmıştı. Hastalığı ilerleyip izdırabı artınca 'Ebû Bekir'e söyleyin cemaate namazı kıldırsın' buyurdu. Hz. Aişe 'O pek yufka yürekli bir insandır, senin yerine geçerse halka namaz kıldıramaz1 deyince Resûlullah aynı emrini tekrarladı; 'Söyleyin Ebû Bekir'e namazı kıldırsın.' Hz. Aişe de aynı şekilde mukabelede bulununca Resûlullah emrini bizzat ona yönelterek şöyle dedi: 'Ebû Bekir'e söyle cemaate namazı kıldırsın. Yusufun başını derde sokan siz kadınlar değil misiniz zaten!?' Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir'e haberci geldi ve o da Resûlullah hayatta iken halka namaz kıldırdı.[10]


679- Müminlerin annesi Hz. Aişe şöyle demiştir:


"Resûlullah vefatına sebep olan hastalığı çekerken 'Ebû Bekir'e söyleyin insanlara namazı kıldırsın' diye emir vermişti. Ben 'Ebû Bekir senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaktan sesini cemaate ulaştıramaz. Ömer'e söyle namazı o kıldırsın' dedim ve hatta Hafsa'dan Resûîullah'a gidip aynı şeyleri söylemesini istedim. O da gidip 'Ebû Bekir senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaktan sesini cemaate ulaştıramaz. Ömer'e söyle namazı o kıldırsın' dedi. Bunun üzerine Resûlullah Durun bakalım, Daha fazla üstüme gelmeyin, Yusufun başını derde sokan siz kadınlar değil misiniz zaten!? Söyleyin Ebû Bekir'e namazı kıldırsın' diyerek emrini tekrarladı."


Hz. Hafsa bu olay üzerine Hz. Aişe'ye şöyle demiştir: "Senden bana bir fayda geleceğini zaten hiç düşünmüyordum."


680- Uzun yıllar Resûlullah'ın hizmetinde bulunan sahabenin önde gelenlerinden Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah'ın vefatı ile sonuçlanan hastalığı çektiği günlerde namazları Hz. Ebû Bekir kıldırıyordu. Bir Pazartesi günü hepimiz saf saf olmuş namaz kılıyorduk. O sırada Resûlullah savımı odasının perdesini kaldırıp bizi seyretmeye başladı. Ayakta bizi seyreden Nebiyy-i Ekrem'in mübarek yüzü adeta bir Mushaf yaprağı gibi parlıyordu. Bizi bu halde gördüğü için tebessüm etti ve gülümsedi. O'nu hastalığının etkisinden kurtulmuş görmek bizi öylesine sevindirdi ki, sevincimizden neredeyse namazımızı bozuyorduk. Hz. Ebû Bekir, Resûluliah'm namaz kılmak üzere odasından çıkıp geleceğini düşünmüş olmalı ki ilk safa girmek için geri geri gelmeye başladı. Bunun üzerine Resûlullah namazınızı tamamlayınız, diye işaret buyurdu ve perdeyi Örttü. Resûlullah işte o gün vefat etmişti.[11]


681- Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah hastalığı döneminde üç gün cemaate katılamamıştı. Bu dönemlerde namazları Hz. Ebû Bekir öne geçip kıldırıyordu. Bir gün Resûlullah odasının örtüsünü kaldırıp bize baktı. cemâli perdenin aralığından görünüyordu. Gördüğümüz güzellik bizi mest etmişti; hayatımızda Resûlullah'm gül cemâli gibi bir güzellik asla görmüş değiliz. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, Hz. Ebû Bekir'e eliyle işaret ederek öne geçip namaz kıldırmasını emir buyurdu ve perdeyi indirdi. Ebedî âleme göç edinceye kadar bir daha böyle kalkıp bizi seyretmesi zât-ı âlilerine müyesser olmadı.[12]


682- İbn Şihab'tan gelen bilgiye göre: Hamza İbn Abdullah'ın babasının şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûl-i Ekrem'in hastalığının ilerlediği günlerin birinde namaza çıkması için ashabın hatırlatması üzerine Hz. Peygamber Ebû Bekir'e söyleyin insanlara namazı kıldırsın' buyurdu. Hz. Aişe; 'Ebû Bekir pek yufka yürekli, hisli bir insandır, namaz kıldırırken Kur'an okumaya başladığında gözyaşlarına hakim olamayıp ağlar' deyince Resûlullah emrini tekrar etti. Hz. Aişe aynı şekilde mukabelede bulununca Nebtyy-i Muhterem şöyle buyurdu; 'Söyleyin Ebû Bekir'e namazı kıldırsın, "Yusuf un başını derde sokan siz kadınlar değil misiniz zaten!?'




Açıklama



"İlim ve fazilet sahibi insanlar imamlık yapmaya daha layıktır" şeklinde verilen başlık, İlim ve fazilet sahibi insanların bu özellikleri taşımayan İnsanlara göre imamlığa daha layık olduklarını göstermektedir. Bunun bir gereği olarak ilim ve fazilet sahipleri arasında da bu özellikleri daha ağır basan kimseler imamlığa daha layık olur.




47. Mazeret Sebebiyle İmamın Yanıbaşında Namaz Kılmak



683- Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah hastalandığı zaman namazları Ebû Bekir'in kıldırmasını emretmişti. Bu emir üzerine Ebû Bekir de cemaate namaz kıldırıyordu."


Urve İbn Zübeyr şöyle demiştir: "Bir gün Resûlullah kendisini daha iyi hissettiği için odasından çıkıp cemaate katıldı. Ebû Bekir o sırada namazı kıldırıyordu. Ancak Resûlullah'ı görünce geriye çekilmek istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Ebû Bekir'e, yerinde kal, diye işaret buyurdu ve onun hemen yanıbaşında hizasına oturdu. Bu esnada Ebû Bekir'e cemaat ise Hz. Ebû Bekir uymuştu."



48. Cemaate Namaz Kıldırmak Üzere İmamlığa Geçen Bir Kimse Asıl İmam Geldikten Sonra Geriye Çekilse De Çekilmese De Namazıgeçerli (Caiz) Olur



684- Sehl İbn Sa'd es-Sâidî'den nakledilmiştir:


"Bir gün Resûlullah Amr İbn Avf oğullarını [13] barıştırmak, aralarını bulmak üzere onların mahallesini teşrif buyurmuşlardı.[14] Namaz vakti yaklaşınca müezzin, Hz. Ebû Bekir'e gelerek; 'Sen insanlara namazı kıldırır mısın, namaz için kamet getireyim mi?' diye sordu. Ebû Bekir bu teklifi kabul edip namazı kıldırmaya başladı. Cemaat bu şekilde namaz kılarken Resûlullah çıkageldi ve safları yararak ilk safa kadar ulaştı. Bunun üzerine cemaat ellerini çırpmaya başladı. Ancak Hz. Ebû Bekir bu duruma hiç aldırış etmiyor dönüp bakmıyordu bile. Cemaat daha şiddetli bir şekilde ellerini çırpmaya ?vam edince dönüp baktı ve Resûlullah'ı gördü. Resûlullah ona, yerinde kal ve namazı kıldırmaya devam et, anlamında ıret buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir ellerini kaldırıp Resûlullah'ın kendisine olan bu emrinden dolayı Allah'a hamd etti ve ilk ifa girinceye kadar geri çekildi. Hz. Ebû Bekir ilk safa girince Resûlullah öne ;çip namazı kıldırdı.


Resûlullah namazı bitirdikten sonra Ebû Bekir'e "Sana ide kalıp namaza devam etmeni işaret ettiğim halde niçin geri çekildin?" diye rdu. Ebû Bekir şu cevabı verdi: "Resûlullah'ın önünde namaz kıldırmak Ebû Kuhâfe'nin oğlunun haddi değildir..."


Daha sonra Resûl-İ Ekrem cemaate dönüp şöyle buyurdu: ize ne olduğunu anlayamadım, bu el çırpma işini ne kadar çok tarttınız... Namazla ilgili olarak herhangi bir kuşkuya düşüp imamı ;armak istediğinizde teşbih getirin. Eğer teşbih getirirseniz, imamın kkatini çekmiş olursunuz ve böylece hata düzeltilir, imamı uyarmak in el çırpmayı kadınlar yapsın .[15]




Açıklama



Resûlullah'ın Amr İbn Avf oğullarının mahallesine gitmelin sebebi Süfyan'ın yukarıda geçen rivayetinde görüldüğü gibi, Ensârdan iki up arasında sözlü bir sataşma yaşanmış olmasıdır. Kitâbu's-Sulh'ta Muham-d İbn Cafer'in Ebû Hâzİm'den naklettiği rivayet şöyledir: "Kubâ bölgesi halkı vgaya tutuşmuştu. Hatta birbirlerine taşlarla saldırmışlardı. Bu durum haber verilince, 'Kalkın gidelim ve onları hemen rıştıralım1 buyurdu."


Bu rivayette Hz. Ebû Bekir'in kıldırmakta olduğu namaz ikindi namazıdır.


Hz. Ebû Bekir'in namazda iken cemaatin el çırpmalarına aldırış etmemesi ve masına hiç bakmaması, Resûlullah'ın bu hususla ilgili yasa dayanmaktadır. Nitekim Resûlullah'tan nakledilen sahih rivayete göre, bir kimsenin namazda iken sağa sola veya arkasına bakması inin namazından bir kısmını şeytanın kapıp aşırması anlamına gelmektedir. Resûlullah'ın Size ne olduğunu anlayamadım, bu el çırp-işini ne kadar çok abarttınız" şeklindeki sözünün zahirî anlamı namazda mutlak olarak reddedildiğini göstermez. Burada Resûlullah'ın yadırgadığı durum, ellerin çok fazla çırpılmasıdır. Konuyla ilgili ayrıntılı açıklama yeri geldiğinde yapılacaktır.



Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar



1. Birbiriyle kavga eden insanları barıştırmak, onları bir araya getirmek ve küskünlüğü / dargınlığı sona erdirmek çok faziletli, sevabı bol bir davranıştır.


2. Bu tür bir kavga ve küskünlük durumunda devlet başkanı sorunu çözmek maksadıyla bizzat müdahelede bulunabilir ve yanma güvendiği kimseleri alarak yönetimi altındaki İnsanların problemlerini halletmek üzere harekete geçebilir.


3. Böyle bir olayı çözmek üzere derhal harekete geçmek, devlet başkanının cemaate namaz kıldırma görevinden daha önceliklidir.


4. Hâkim tarafları mahkemeye veya huzuruna getirmek yerine bizzat dinlemek üzere onların yanma gidebilir. Burada önemli olan hâkimin bunu uygun görmesidir.


5. Bir namaz, biri yekdiğerinin arkasında bulunan iki imamla kilınabilir.


6. Düzenli olarak namazları kıldıran asıl İmam, görev mahallinde bulunama-yacaksa başka birisini yerine görevlendirebilir.


7. Vekil olarak görevlendirilen imam namaza başladıktan sonra asıl imam gelirse vekil imama uyabileceği gibi kendisi öne geçerek imamlık da yapabilir. Bu durumda vekil imam, namazını bozmadan cemaat arasına katılır. Vekil imamın arkasında namaza başlayan cemaatten hiç kimsenin namazına da bir zarar gelmez.


İbn Abdilberr bu uygulamanın Hz. Peygamber'e has olduğunu dolayısıyla başkaları hakkında geçerli olmayacağını iddia etmiştir. Hatta ona göre Resûlullah dışında bir kimsenin bu şekildeki bir uygulamasının geçersiz olduğuna dair icma bulunmaktadır. Ancak konuyla ilgili farklı görüşlerin bulunduğunu göz önüne aldığımızda bu icmâ' iddiasının yanlış olduğu görülecektir.


Şâfiîlerde meşhur olan görüşe göre böyle bir uygulama caizdir.


Mâlikîler'den İbn Kasım "Namaz kıldırırken abdesti bozulan ve yerine birisini geçirdikten sonra henüz namaz bitmeden geri dönen bir imam, vekil geriye çekildiği için namazı kıldırmaya devam ederse bu namazın geçerli olacağını" söylemiştir.


8. Cemaatin, (ikinci imamın daha sonra geldiğini göz önüne aldığımızda) imamdan önce namaza başlaması mümkündür.


9. Bir kimse kılmakta olduğu namazın bir bölümünde imam, kalan kısmında cemaat olabilir.


10. Bir kimse tek başına namaza başladıktan sonra namaz için kamet getirilse namazını hiç bozmadan cemaate iştirak edebilir.


11. Ashâb-ı kiram içinde en faziletli ve üstün olan kişi Hz. Ebû Bekir'dir. Pek Çok Buhârî şârîhİ ve fakih, ashâb-ı kiramın Hz. Ebû Bekir'i seçmiş olmalarını dikkate alarak onun en faziletli ve üstün sahâbî olduğunu söylemiştir.


12. Müezzin veya bir başkası namaz kıldırması için imamlığı, fazileti ve ilmi ile bilinen bir kimseye teklif edebilir. İmamlık teklifi alan kişi cemaatin de onay ve rızasının olduğunu öğrendikten sonra namazı kıldırır.[16]


13. Namazda hamdetmek ve teşbihte bulunmak caizdir. Çünkü bunlar Allah'ı zikretmek kapsamındadır. İmamı uyarmak maksadıyla cemaatin teşbih getirmesi konusu yeri geldiğinde açıklanacaktır.


14. Namazda dua etmek için elleri kaldırmak ve Allah'a şükretmek (sena) caizdir. Bu konu da yeri geldiğinde açıklanacaktır.


15. Yeni bir nimete eren bir kimsenin namazda olsa bile Allah'a hamd etmesi müstehaptır, güzel bir davranıştır.


16. Gerekli olduğu zaman namaz kılmakta olan bir kimse sağma, soluna veya arkasına bakabilir.


17. Namaz kılmakta olan birisine bir şey anlatılacaksa sözlü ifadeye başvurmaktansa işaretle anlatmak yolunu seçmek daha uygundur. Zira işaretle anlatmak da sözlü ifade gibidir. Nitekim Resûlullah Hz. Ebû Bekir'e "Sana önde kalıp namaza devam etmeni işaret ettiğim halde niçin geri çekildin ki?" diye ikazda bulunmuştur.


18. Gerekli durumlarda İlk safa ulaşmak için arkadaki safları yararak ilerlemek ve namaz kılmakta olan cemaatin önünden geçmek caizdir.


19. Namazda el çırpmak mekruhtur. Bu konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar yeri geldiğinde yapılacaktır.


20. Dînî konularda yaşanan güzelliklerden dolayı Allah'a hamd ve şükür etmek çok güzel bir davranıştır.


21. Faziletli bir insan kendisinden daha üstün ve faziletli olan kimselere namaz kıldırabilir.


22. Namaz içinde namazın tabiatına aykırı olan bazı küçük eylemler namazı bozmaz. Nitekim Hz. Ebû Bekir namazda iken bulunduğu yerden geri çekilip ilk safa girmiştir. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan bir insan kıbleye arkasını dönmeden ve asla kıbleden şaşmadan geri geri çekilebilir.


23. İbn Abdilberr, teşbih ile imamı uyarmanın caiz olmasından hareketle namaz kıldırırken okuduğu yeri şaşıran imama hatırlatmak amacıyla yardımcı olunabileceğini ve bu maksatla âyetin devamının okunabileceğini söylemiştir. Zira teşbih caizse bunun evleviyetle caiz olması gerekir.


Her şeyin en doğrusunu sadece Allah (c.c) bilir.



49. Namaz Kılacak Kimselerin Kuran I Kerim Bilgileri Eşitse Yaşça Büyük Olan İmamlık Yapar



685- Mâlik İbn Hüveyris'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Biz gençken Resûlullah'ın yanına gelmiştik. Onun yanında yaklaşık olarak yirmi gece kaldık. Resûlullah çok merhametliydi. Bizim (ailelerimizi özlediğimizi düşünerek) halimize acıdı ve şöyle buyurdu; 'Memleketinize dönseniz ve oradaki insanları bilgilendirseniz ne kadar güzel olur; onlara namazların nasıl ve hangi vakitlerde kılınacağım öğretip namaz kılmalarını emredin. Namaz vakti girince içinizden birisi ezan okusun ve yaşça en büyük olanınız da imamlığa geçip namazı kıldırsın"



Açıklama



İmam Buhârî'nİn "Namaz kıldıracak kimselerin Kur'ân'i Kerim bilgileri eşitse yaşça büyük olan imamlık yapar" şeklinde isim verdiği bu bâb başlığı imam Müslim'in Ebû Mes'ud'tan merfu olarak rivayet ettiği şu hadisten çıkarılmıştır [17] "Bir cemaate Allah'ın kitabını en iyi bilen kişi imamlık yapar. Eğer Kur'an okuma bilgileri eşitse en önce hicret eden kimse imamlığa geçer. Bu cemaatte bulunan herkes aynı dönemde hicret etmişse yaşça en büyük olan kişi namazı kıldırır."


(Müslim'in rivayetinde geçen ve Allah'ın kitabını en iyi bilen kişi şeklinde tercüme ettiğimiz) kelimesinin anlamıyla ilgili olarak iki farklı görüş bulunmaktadır. Bazı Âlimlere göre bu ifade (tercümeye de yansıttığımız gibi) Kur'An'ı en iyi bilen ve Kİtab'ın inceliklerine diğerlerine göre daha fazla vakıf olan kimseleri anlatır. Bazı Âlimler ise hadiste geçen ifadenin zahirî anlamını esas alarak" Burada Kur'ân'ı en iyi okuyanlar kastedilmektedir" demiştir.


İmam Nevevî bu konuyla İlgili olarak şunları kaydeder: "Bağlı bulunduğumuz Şafiî mezhebi âlimlerine göre, Kur'ân'ı en iyi bilen ve Kitab'm inceliklerine daha fazla vakıf olan kimseler, Kur'ân'ı iyi okuyanlara nazaran daha önceliklidir ve imamlığa daha layıklardır." İmam Nevevî sözlerine devamla şöyle der: "Ebû Mes'ud'tan nakledilen rivayette geçen 'Kur'an okuma bilgileri eşitse sünneti en iyi bilen imamlık yapar, sünnetle ilgili bilgileri de eşitse bu durumda önce hicret etmiş olan kişi namazı kıldırır' şeklindeki ifadeye baktığımızda Kur'ân'ı en iyi okuyanın mutlak olarak diğerlerine takdim edildiğini görürüz."


Ancak İmam Nevevî'nin bu sözleri arasında açık bir çelişki bulunmaktadır.


İbn Uleyye ve Abdülvehhab'tan nakledilen rivayetlerde bu hadis şu şekilde geçmektedir: "Resûlullah çok merhametli ve şefkatli biriydi.


Bizim ailelerimizi özlediğimizi düşünüyordu. Bu yüzden bizlere geride kimleri bırakarak buralara geldiğimizi sordu. Biz de durumumuzu anlattık. Bunun üze-linebize şöyle buyurdu: Haydi ailelerinizin yanına dönüp onlarla birlikte yaşa-m}ndevam edin ve onları bilgilendirin."


Bu hadisin farklı rivayetleri arasındaki bağlantıyı şu şekilde kurabiliriz:


Resûlullah onlara ailelerinin yanma dönmelerini söylerken (fanız ne güzel olur diye tercüme edilen ve aslında keşke dönseniz anlamına gelen) demiştir. Resûlullah bu gençlere doğrudan ailelerinizin yanına dönün deseydi onları rencide edebilir, kırılmalarına sebep olabilirdi. Ayrıca rivayetlerde geçmese bile Resûlullah'in onlara ailelerinin yanma dönmek isteyip istemediklerini sorup, onlardan 'dönmeli isteriz' cevabını aldıktan 'Haydi ailelerinizin yanına dönün' diye emretmiş olması da ihtimal dahilindedir. Olayı nakleden sahâbî, Resûluîlah'ın


kendilerine haydi ailelerinizin yanma dönün şeklinde verdiği emrin sebebinin aile özlemi olduğuna işaret etmekle yetinmiş ve bu emir ile bağlı bulun-âıldarı kavmin dînî konularda bilgilendirilmesi arasında bir ilişki kurmamıştır. Çünkü asıl amacın insanları bilgilendirme olduğunu Resûlullah ite yaşadıkları diyalogun bağlamından sezmiştir. Bu amacı daha sonra anlamış olması da mümkündür. Çünkü Resûlullah daha sonra bunu açıkça dile getirmiştir.


Aslında insanları bilgilendirmek ve irşad etmek onlar açısından daha hayırlı ve üstün bir görev olmasına rağmen Mâlik İbn Hüveyris sadece mevcut durumu ve arkadaşlarıyla birlikte yaşadıklarını anlatmıştır. Bu yüzden (yani insanları bindirmek için memlekete dönme arzusu içinde olmadıklarından) aslında aşamadıkları bir duyguyu ve düşünmedikleri bir amacı yaşamış ve düşünmüş Çibiaktarmamıştır. Fakat Resûluîlah'ın yanına gelirken niyetleri çok samimi olduğu için Allah Teâlâ onlara aile özlemi çekmeleri karşılığında iha üstün bir vazife lütfetmiştir. Bu büyük lütuf da, dînî bilgileri insanlara onları bilgilendirmek için Resûlullah'tan alınan ehliyet ve yetkidir. Ahmed İbn Hanbel'in ifadesiyle Resûluîlah'ın hadislerini öğrenme uğruna gösterilen bu çaba büyük bir mükafata dönüşmüştür.




50. Bir Topluluğu Ziyarete Gelen İmamın Onlara Namaz Kıldırması



686- Itbân İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûiullah davetime icabet edip evimi şereflendirdiğinde


içeri girmek için müsaade istedi. Ben zâtı âlilerini İçeriye aldım. Bana; 'Nerede namaz kılmamı istersin?' diye sorunca evimde uygun olan ve namaz kılmasını istediğim yeri gösterdim. Resûiuİlah kalktı ve biz de arkasında saf olup namaza durduk. Sonra selâm verdi ve biz de selâm verip namazdan çıktık."



Açıklama



İmam Buhârî'nin bu bölüme "Bir Topluluğu Ziyarete Gelen İmamın Onlara Namaz Kıldırması" başlığını vermesinin sebebiyle ilgili olarak şunlar söylenmiştir: İmam Buhârî burada, Ebû Dâvûd ve Tirmizî'nin [18] Mâlik İbn Hüveyris'ten merfû olarak naklettikleri "Bir kimse bir topluluğu ziyarete gittiği zaman onlara imamlık yapmasın. Namazı bu topluluktan birisi kıldırsın" şeklindeki hadisin büyük imam (Mü'minlerin Emiri/Halife) dışındaki imamlarla ilgili olduğuna işaret etmektedir.


Zeyn İbnü'l-Müneyyir ise konuyla ilgili olarak özetle şunları söylemiştir: "Baş İmam [19] veya onun konumunda olan bir kimse, birisinin mülkiyetinde bulunan bir mekana gelirse o mülkün kendisine (ayn) veya kullanım hakkına (menfaat) sahip olan kişi bunlann önüne geçerek imamlık yapmamalıdır. Böyle bir durumda mülk sahibi, gelen baş imama namaz kıldırması için İzin vermelidir. Böylece her iki tarafın da hakkı korunmuş olur; baş imamın öne geçip namazı kıldırma hakkı ve mülk sahibinin izni olmayan durumlarda mülkü üzerinde tasarrufta bulunulmasını önleme hakkı."




51. İmam Kendisine Uyulması İçin Vardır



Resûluîlah vefatına yo! açan hastalığı sırasında ashâb-ı kirama oturduğu yerden namaz kıldrrmıştı. İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Bir kimse cemaatle namaz kılarken namazın herhangi bîr rüknünde imamdan önce hareket ederse geri dönüp o rüknü İade eder; söz konusu rüknü iade ederken beklemesi gereken süre ise imama muhalif olduğu süre kadar olmalıdır. Daha sonra imama tabî olur ve namazına devam eder."


Hasan-ı Basrî 'imamla birlikte iki rekatlık bir namaza başlayıp secdeleri yapmaya gücü yetmeyen bir kimsenin son rekat için iki defa secde etmesi ve ilk rekatı da secdeleriyle kaza etmesi gerektiğini" söylemiştir. Ona göre secde etmeyi unutup kalkan bir kimse de dönüp secdesini yapar.


687- Ubeydullah İbn Abdullah İbn Utbe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Bir gün Hz. Aişe'nin yanına vardım ve Resûlullah'm vefatına sebep olan hastalığı çektiği günler hakkında bana bilgi vermesini istedim. Bana şunları anlattı:


Resûlullah'm hastalığı ve ızdirabı İyice artmıştı. Bize cemaatin namazı kılıp kılmadıklarını sordu. Biz kılmadıklarını, zât-i âlilerini beklediklerini söyleyince, 'Öyleyse bana biraz su hazırlayın' buyurdu. Hazırladığımız su ile boy abdesti aldıktan sonra yerinden zorlukla doğrulup kalkmaya çalıştı, fakat bayıldı. Ayıldıktan sonra bize yine cemaatin namazı kılıp kılmadıklarını sordu. Biz; 'Kılmadılar ey Allah'ın Resulü sizi bekliyorlar' deyince bizden yine su hazırlamamızı istedi. Oturup getirdiğimiz su ile boy abdesti aldı. Sonra yerinden zorlukla doğrulup kalkmaya çalıştı fakat bayıldı. Ayıldıktan sonra bize tekrar cemaatin namazı kılıp kılmadıklarını sordu. Biz; 'Kılmadılar ey Allah'ın Resulü sizi bekliyorlar' dedik. Bunun üzerine bizden yine su hazırlamamızı istedi. Biz kendisine su hazırladık. Oturup boy abdesti aldı ve yerinden zorlukla kalkıp doğrulmaya çalıştı ancak yine bayıldı. Ayıldıktan sonra bize cemaatin namazı kılıp kılmadıklarını sordu. Biz; 'Kılmadılar ey Allah'ın Resulü sizi bekliyorlar' dedik. Bu sırada ashâb-ı kiram mescidde toplanmış yatsı namazını kılmak üzere Resûlullah bekliyordu.


Resûlullah kalkamayacağını anlayınca Hz. Ebû Bekir'e namazı kıldırması için haberci gönderdi. Haberci gelip Hz. Ebû Bekir'e; 'Resûlullah'm emri var, senin cemaate namazı kıldırmanı istiyor' dedi. Bunun üzerine pek yufka yürekli ve duygulu bir insan olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer'e; 'Haydi namazı sen kıldır1 dedi. Ancak Hz. Ömer; 'Sen bu göreve daha layıksın' diyerek onun teklifini kabul etmedi. İşte o günlerde ashaba namazları Hz. Ebû Bekir kıldırmıştı.


Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz «Halis kendisini iyi hissettiği için İki kişinin kolları arasında odasından çıkıp öğle namazını kılmak üzere mescide gitti. Resûlullah'ı taşıyanlardan biri Hz. Abbas idi. Ashâb o sırada namaza başlamıştı ve Hz. Ebû Bekir namazı kıldırıyordu. Resûl-i Ekrem'in teşrif buyurduğunu fark eden Ebû Bekir geri geri çekiimeye başladı. Ancak Resûlullah ona işaret ederek yerinde kalmasını istedi ve kollarına girdiği kimselere; 'Beni Ebû Bekir'in yanına oturtun' buyurdu. Onlar da Resûlullah'ın emrini yerine getirip zât-ı âlîlerini istediği yere oturttular."


Ubeydullah İbn Abdullah şöyle demiştir; "O zaman Hz. Ebû Bekir, oturarak namaz kılmakta olan Resûlullah'a . uymuştu. Cemaat ise Hz. Ebû Bekir'e tabî olmuştu."


Ubeydullah bir gün Abdullah İbn Abbas ile karşılaşmış ve ona; "Resûlullah'ın hastalığı ile ilgili olarak Hz. Aişe'nin bana anlattıklarını sana aktarayım mı?" diye bir teklifte bulunmuştu. İbn Abbas; "Elbette, seni dinliyorum" demiş ve Ubeydullah'ın naklettiklerine hiç itiraz etmemiştir. Sadece Ubeydullah'a; "Peki sen, Hz. Aişe'nin adını vermediği Hz. Abbas'm yanındaki ikinci şahsın kim olduğunu biliyor musun?" diye sormuş, o bilmediğini söyleyince "O zat Ali İbn Ebi Talib idi" demiştir.


688- Müminlerin annesi Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah hasta olduğu günlerden birinde evinde oturduğu yerde namaz kıldırıyordu. Arkasında bulunan cemaat ise ayakta namaza durmuştu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem onlara eliyle işaret ederek oturmalarını istedi. Namazı bitirdikten sonra onlara şöyle buyurdu: İmam kendisine uyulması için vardır; o rükûya vardığında siz de rükû edin, o kalktığında siz de kalkın, o oturarak namaz kılıyorsa siz de oturarak namazlarınızı kılın.[20]


689- Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah bir defasında bindiği attan düşmüş ve sağ yanını incitmişti. Bu yüzden namazlardan birisini oturarak kıldırmıştı. Biz de O'nun arkasında namazlarımızı oturarak kılmıştık. Resûl-i Ekrem Efendimiz namaz bitince şöyle buyurmuştu: imam kendisine uyulması için vardır, o ayakta namaz kılıyorsa siz de namazlarınızı ayakta kılın, o rükûya vardığında siz de rükû edin, o kalktığında siz de kalkm, (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman siz (Rabbimiz, ve hamd sana mahsustur) deyin. Hâsılı o ayakta kılıyorsa siz de ayakta kılın, oturarak kılıyorsa sîz de oturarak kılın."


Ebû Abdullah (İmam Buharı) Humeydî'nin şöyle dediğini kaydetmektedir: "Resûiullah'ın oturarak namaz kılıyorsa siz de oturarak namazlarınızı kılın şeklindeki emri daha önce yaşamış olduğu hastalıkla ilgilidir. Fakat daha sonra Resûl-i Ekrem vefatına yol açan hastalığı çektiği günlerde oturarak namaz kıldırırken cemaat arkasında ayakta namazlarını kılmıştır. Resûlullah'ın fiilleri arasında tercihte bulunulurken tarih itibariyle sonra gerçekleşen esas alınır."




Açıklama



Hasan-ı Basrî'den nakledilen rivayette iki görüş arz edilmektedir:


a. İbnü'l-Münzir bu rivayeti Saîd İbn Mansûr - Hüşeym - Yûnus - Hasan senediyle mevsûl olarak nakletmiştir. Bu rivayete göre Hasan-ı Basrî, Cuma namazına başlayıp aşırı kalabalık sebebiyle secde edemeyen kimselerle ilgili olarak şöyle demiştir: "Cuma cemaati namazlarını bitirdikîeri zaman secde edemeyen kimseler ilk rekat için iki defa secde ederler. Daha sonra da kalkıp bir rekat ve iki secde ile namazı tamamlarlar." Bu ifadeden çıkan sonuç şudur: İmamın namazı, cemaatin terk ettiği namaz rükünlerinin yerine geçmez; buna göre bir kimse cemaatle namaz kılarken imamla birlikte secdeleri yapma imkanı bulamazsa o rekatı kılmamış sayılır.


Hasan-ı Basrî'nin sözünün bu başlık altında zikredilmesinin sebebi şudur: Bir kimse imamla birlikte namaza başladıktan sonra imamdan ayrılıp tek başına namaz kılması doğru olsaydı bazı rükünlerini ihlal ettiği namazda imama uymaya devam etmesine gerek kalmazdı. Halbuki imama uymaya devam edip namaz bittikten sonra ihlal ettiği kısımları tamamlaması istenmiştir.


b. ikinci görüşü İbn Ebu Şeybe mevsûl olarak ve daha geniş bir şekilde rivayet etmiştir. Buna göre Hasan-ı Basrî, namazın iik rekatında secdelerden birini yapmayı unutup son rekata kadar bunu hatırlamayan bir kimseyle ilgili olarak şöyle demiştir: "Böyle bir kimse son rekatta üç secde yapar. Unuttuğu secdeyi selâm vermeden önce hatırlarsa bir defa secde eder. Selâm verip namazı tamamen bitirdikten sonra unuttuğu secdeyi hatırlarsa artık telafi imkanı kalmaz; namazı baştan yeniden kılması gerekir."


Yukarıda nakledilen rivayetlerde Resûiullah'ın bayıldığından bahsedilmektedir. Bu durum peygamberlerin insan olmaları hasebiyle baygınlık geçirebileceklerini göstermektedir. Bu yönüyle baygınlık uyku gibidir. İmam Nevevî şöyle demiştir: "Peygamberler baygınlık geçirebilir. Çünkü bayılmak da bir tür hastalıktır. Buna karşılık onların cinnet geçirmeleri, akıl hastası olmaları mümkün değildir. Çünkü bu bir eksikliktir." Bu bakımdan diğer insanların başına gelebilecek hastalık, kaza gibi şeyler peygamberlerin de başına gelebilir. Bu durum onların değerlerini asla düşürmez. Aksine makamlarını ve değerlerini artırır.


Hz. Aişe'nin naklettiği rivayete göre Resûluîlah oturduğu yerde namaz kıldırmıştı. Hz, Ebû Bekir ise namazları ayakta kıldırıyordu. İşte bu rivayetleri esas alan âlimler, düzenli olarak namazları kıldıran asıl imamın hastalandığı zaman oturarak namaz kıldırmaktansa yerine sağlıklı birisini görevlendirmesinin daha uygun olacağını söylemişlerdir. Çünkü Resûlullah hastalandığı zaman namazları kıldırması için Hz. Ebû Bekir'i görevlendirmiş kendisi sadece bir defa ashâb-ı kirama oturarak namaz kıldırmıştır.


Yine bu rivayetlere göre hasta olan imamın, mazereti oiduğu için kendisi gibi oturarak namaz kılan kimselere ve ayakta namaz kılan sağlıklı kimselere namaz kıldırması caizdir. Ancak kendisinden nakledilen meşhur görüşe göre İmam Mâlik ve Tahâvî'nin naklettiğine göre İmam Muhammed İbn Hasen eş-Şeybânî bu görüşe katılmamıştır.


Hadiste geçen imam kendisine uyulması için vardır ifadesiyle ilgili olarak Beyzâvî başta olmak üzere bazı âlimler şöyle demişlerdir: "Tabî olan cemaat 'ile kendisine uyulan imam arasındaki ilişki; cemaatin imamdan önce başlamamasını, imamla aynı hizada bulunmamasını ve konum itibariyle ondan öne geçmemesini gerektirir. Bu bakımdan cemaat imamı takip etmeli ve onun yaptıklarını yapmalıdır."




52. İmamın Arkasında Namaz Kılan Cemaat Ne Zaman Secdeye Varır? Enes İbn Mâlik Şöyle Demiştir: İmam Secde Ettiğinde Siz De Secde Edin!


690- Abdullah İbn Yezîd şöyle demiştir: Bana Berâ İbn Âzib - o kesinlikle yalancı biri değildir - Resûlullah ile birlikte kıldıkları namazı şu şekilde nakletti:


"Resûlullah Dem namaz kıldırırken (Allah kendisine hamd edenleri işitir) deyip secdeye varana kadar bizden hiç kimse belini bükmezdi. Biz secdeyi O'ndan sonra yapardık.[21]



Açıklama



"İmamın arkasında namaz kılan cemaat ne zaman secdeye varır?" şeklinde verilen bab başlığı şu anlama gelir: "İmam rükûdan doğrulduğunda veya iki secde arasında oturduğunda cemaat ne zaman secdeye varır?"


"O kesinlikle yalancı biri değildir" ifadesi rivayetin zahirinden anlaşıldığı kadarıyla Abdullah İbn Yezîd'e aittir. Nitekim Humeydî ve ei-Umde adlı kitabın müellifi böyle düşünmektedir. Ancak Abbas ed-Dûrî et-Târîh adlı eserinde Yahya İbn Maîn'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Abdullah İbn Yezîd bu ifadesiyle Berâ İbn Âzib'i değil, Berâ'dan nakleden raviyi kasdetmiştir. Zira Resûlullah'ın ashabından biri hakkında o yalancı değildir ifadesi kullanılamaz."


Yahya İbn Maîn'in sözü şunu anlatmaktadır: Adil olup olmadığı kesin olarak bilinemeyen kimseler hakkında böyle bir ifadenin kullanılması iyi olabilir. Halbuki Resûlullah'ın ashabının tamamı âdildir ve tezkiye edilmeye ihtiyaçları yoktur.


Hattâbî, Yahya İbn Maîn'in görüşlerine ek olarak şöyle demiştir: "Bu ifade hadisi nakleden ravi hakkında şüpheler bulunması ve onu töhmet altında tutmak anlamına gelmez. Burada ravinin sadık doğru olduğu anlatılmaktadır. Zaten muhaddisler ve hadis ravileri, hadisin senedinde geçen raviler hakkında ayrıntılı bilgi vermek ve onların daha iyi tanınmasını sağlamak istiyorlarsa bu tarz ifadelere başvururlar. Hatta Ebû Hureyre ve Abdullah İbn Mes'ud, Resûlullah hakkında bile buna benzer ifadeler kullanmışlardır. Ebû Hureyre şöyle demiştir; Hem doğru olan hem de doğruluğu müsellem olan dostum Resûlullah'ın ve şöyle buyurduğunu işittim... Abdullah İbn Mes'ud'un sözü ise şöyledir; Hem doğru olan hem de doğruluğu müsellem olan Resûiullah bana şunları anlattı... "


Kâdî İyâz şöyle demiştir: "Bu ifadenin kullanılması sahâbîler hakkında yanlış bir düşünce oluşmasına asla mahal vermez. Zira sahâbîlerin hiçbiri hakkında cerh ve tadil yoluna başvurulmaz. Bu ifadeyi kullanan ravinin maksadı hadisi daha tekidli bir şekilde^anlatmaktır. Hadisi doğrudan, hakkında asla bir töhmet bulunmayan Berâ İbn Azib'den naklettiğini vurgulamak istemiştir.


Hadiste geçen "secdeye varana kadar" ifadesi başka rivayetlerde "alnını yere koyana kadar" şeklinde geçmektedir.



53. Başını İmamdan Önce Kaldıran Kimse Günahkârdır



691- Ebû Hureyre'den nakledildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:


"Sizden biriniz başını imamdan önce kaldırdığı takdirde başının Allah tarafından eşek başına döndürülmesinden veya şeklinin Allah tarafından eşek şekline sokulmasından korkmaz mı?"



Açıklama



İmam Buhârî'nin bu rivayet için kullandığı bâb başlığı ileride yeri geldiğinde açıklanacağı gibi başını imamdan önce secdeden kaldıran kişilerle ilgilidir.


Hadis-i şerifin zahir ifadesi, imamdan önce hareket etmenin haram olduğunu göstermektedir. Çünkü burada, imamdan önce hareket eden kişiler en ağır cezalardan biri olan mesh (hayvana dönüşmek) İle tehdit edilmişlerdir. İmam Nevevî Şerhu'i-Mühezzeb adlı eserinde bunun haram olduğunu kesin bîr dille İfade etmiştir. İmamdan önce hareket etmek haram olduğu için bu şekilde davrananlar günahkâr olurlar ama âlimlerin çoğuna göre kıldıkları namazlar geçerli olur. Bununla birlikte Abdullah İbn Ömer imamdan önce hareket edenlerin namazlarının geçersiz/bâtıl olacağı görüşündedir. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre Ahmed İbn Hanbel ve nehyin fesadı gerektirdiği (yasağın ilgili olduğu fiilin geçersiz olduğuna delalet ettiği) görüşünden hareketle Zahirîler de İbn Ömer gibi böyle bir kimsenin namazının geçersiz olacağını söylemişlerdir.


İbn Kudâme'nin ei-Muğnî adlı eserinde nakledildiği gibi Ahmed İbn Hanbel Şöyle demiştir: "Bu hadise göre namazda imamdan önce hareket eden kimselerin namazı olmaz. Zira kıldıkları namaz geçerli olsaydı sevap almaları umulur ve ceza çekeceklerine dair herhangi bir endişe duyulmazdı. Halbuki burada söz konusu kişiler tehdit edilmişlerdir."


Namazda imamdan önce hareket eden kimselere yönelik olan bu tehdidin hangi anlamda olduğuna dair farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden birine göre Resûlullah'm tehdidi tamamen psikolojik bir anlam taşımaktadır. Zira eşek, ahmaklığı anlatmak için kullanılır. İşte namazın farzları, imama tabi olmanın zorunluluğu gibi bilinmesi gereken hususlardan habersiz ve cahil olan kimseler bu yönüyle merkebe benzetilmişlerdir. Kitöbü'l-eşribe'de bu konuyla ilgili olarak daha ayrıntılı açıklama yapılacaktır.


Bu hadis-i şerif Resûl-i Ekrem Efendimizin ümmetine ne kadar düşkün ve şefkatli olduğunu göstermektedir. Çünkü dinin hükümlerini ve bu hükümlere bağlı olarak doğan sevap ve cezayı açık bir şekilde ifade ederek ümmetini uyarmıştır.



Faydalı Bir Nükte



el-Kabes adlı eserin müellifi şöyle demiştir, İmamdan önce hareket etmenin tek sebebi vardır; bir an önce namazı bitirmek için acele etmek ve tez canlılık. Bu hastalığı yenmenin yolu ise namaza başlarken kendisini ibadete vererek konsantre olup imamdan önce selâm vermemek ve hareketlerde aceleci olmamak üzere kendi kendine telkinde bulunmaktır."



54. Kölenin Namaz Kıldırması



(İmam Buhârî'nin bu bölüm için kullandığı bâb başlığı tam olarak şöyledir) Kölenin - Hz. Aişe'nin kölesi Zekvân mushaftan okuyarak Hz. Aişe'ye namaz kıldırırdı -, gayri meşru olarak doğan kimsenin, bedevinin ve ergenlik (bulûğ) çağma girmesi yaklaşmış mümeyyiz küçüklerin - Çünkü Hz. Peygamber'in Allah'ın kitabını en iyi bilen I okuyan onlara imamlık eder" hadisi mutlaktır - namaz kıldırması.


692- İbn Ömer'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Resûlullah'm hicretinden önce Mekke'den Medine'ye göç eden ilk muhacirler Küba civarında bir bölge olan Usbe'ye vardıklarında onlara Ebû Huzeyfe'nin kölesi Salim namaz kıldırıyordu. Salim onlar arasında Kur'ân'ı en iyi en fazla ezbere bilen kişi idi.[22]


693- Enes İbn Mâlik Resûlullah'm söyle buyurduğunu nakletmîştir:


Sizin başınıza geçirilen ve kendisine görev verilen kişi başı kuru üzüm tanesi gibi (siyah ve kıvırcık olan) bir Habeşî köle bile olsa onu dinleyin ve ona itaat edin! [23]


Zeyn İbnü'l-Müneyyir İmam Buhârî'nin kullandığı bu başlık hakkında şunları söylemiştir: "İmam Buhârî, bunun caiz olduğunu açıkça ifade etmemiştir. Maksadı sadece konuyla ilgili delillerini zikretmektir."



Kölenin Namaz Kıldırması



Hz. Aişe'ye kölesi Zekvân'ın imamlık yaptığına dair rivayeti Ebû Dâvûd Kitâbü'l-mesâhıfta ve İbn Ebû Şeybe de kendi eserinde mevsûl olarak naklet-mişlerdir. Alimlerin çoğunluğuna göre kölenin imamlık yapmasında herhangi bir sakınca yoktur, imamlığı sahihtir. İmam Mâlik bu görüşe katılmaz. O şöyle demiştir: "Köle hürlere imamlık yapamaz. Ancak kölenin Kur'an bilgisi hürlerden daha iyi ise bu durumda imamlık yapmasında bir sakınca olmaz."



Namaz Kılarken Açık Olan Kur'an'dan Okumak



Zekvân'ın Hz. Aişe'ye mushaftan okuyarak namaz kıldırmasına dayanan bazı âlimler namaz kılmakta olan bir kimsenin mushaftan okumasına cevaz vermişlerdir. Ancak kimi âlimlere göre bu, ameİ-i kesîr (namaz fiilleri dışında olan ve namazı bozacak kadar çok olan hareketler) kapsamında değerlendirildiği için caiz değildir.



Gayri Meşru Olarak Doğan Bir Kimsenin İmamlık Yapması



Alimlerin çoğunluğuna göre gayri meşru olarak doğan bir kimsenin imamlık yapmasında herhangi bir sakınca yoktur. Ancak İmam Mâlik'e göre böyle bir kimsenin namaz imamlığı için sürekli olarak tayin edilmesi mekruhtur. İmam Mâlik bu hükmü verirken şu gerekçeye dayanmıştır; İnsanlar böyle bir kişinin durumu hakkında İleri geri konuşup dedikodusunu yapabilirler ve onun yüzünden günaha düşebilirler.



Ergenlik Çağına Yaklaşmış Mümeyyiz Küçüklerin Namaz Kıldırması



İmam Buhârî'nin kullandığı bâb başlığında ergenlik çağma girmemiş küçükler ifadesi mutlak olarak zikredilmiştir. Ancak bu ifadesinin zahirine bakılırsa ergenlik çağma yaklaşmış mümeyyiz küçüklerin kastedildiği anlaşılır. Bununla birlikte daha genel bir anlam taşıyor olması da mümkündür. Ancak temyiz çağına [24] girmemiş küçüklerin namaz kıldırarnayacağı ile ilgili rivayetler onların bu genel anlam kapsamına giremeyeceğini göstermektedir. Nitekim İmam Buhârî Mekke'nin fethiyle ilgili rivayette Amr İbn Selime'nîn yedi yaşlarında iken kabilesine namaz imamlığı yaptığını nakletmiştir. Ancak Ahmed İbn Hanbel'in söz konusu rivayette tevakkuf ettiğini söyleyen bazı bilginler onun niçin tevakkuf ettiği hakkında şu değerlendirmelerde bulunmuşlardır:


Amr İbn Selime'nin bu yaşta iken namaz kıldırdığına dair bilgi Resûlullah'a ulaşmamıştı, konuyla ilgili olarak Resûl-i Ekrem'in herhangi bir bilgisi yoktu.


Amr İbn Selime kendisinin yedi yaşlarında iken namaz kıldırdığını nakletmiştir ancak bu imamlığın farz namaz için mi yoksa nafile namaz için mi olduğunu açıklamamıştır. Dolayısıyla Amr İbn Selime nafile namaz kıldırdığını ifade etmek istemiş olabilir.


Bu değerlendirmelere şu şekilde cevap verilmiştir:


Vahyin indiği dönemlerde yapılması meşru olmayan bir konuda sahâbîler-den hiçbiri hakkında Resûlulîah'm takriri vaki olmamıştır.


İmam Buhârî'nin Amr İbn Selime ile ilgili olarak naklettiği rivayetin bağlamına baktığımızda onun farz namaz kıldırdığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu rivayette geçen "Şu namazı şu vakitte kılın, namazın vakti girdiğinde..." ifadesi söz konusu namazın farz namaz olduğunu göstermektedir. Ayrıca Ebû Davud'un naklettiği rivayete göre Amr İbn Selime şöyle demiştir: "Kendi kabilemin yanında bulunduğum bütün vakitlerde imam ben oldum." Bu rivayet ise hem farz hem de nafile namazları kapsamına alır.


Hasan-ı Basrî, İmam Şafiî ve İshâk İbn Râhüye ergen olmayan küçüğün imamlık yapabileceği görüşündedir. Buna karşılık İmam Mâlik ve Süfyân-ı Sevrî küçüğün namaz kıldırmasını mekruh görürler. Ebû Hanife ve Ahmed ibn Hanbel'den konuyla ilgili olarak iki farklı görüş nakledilmiştir. Ancak onlardan nakledilen meşhur görüşe göre küçük, nafile namaz kıldırabîlir ama farz namaz kıldıramaz.


Hadiste geçen başı kuru üzüm tanesi gibi ifadesi hakkında şu değerlendirmeler yapılmıştır:


Yapılan benzetme Habeşîler'in genelde küçük başlı insanlar olmalarıyla ilgilidir.


Yapılan benzetme onların siyâhî olmalarıyla ilgilidir.


Yapılan benzetme onların kısa ve kıvırcık saçlı olmalarıyla ilgilidir.




55. İmamın Eksik Kıldığı Namazı Cemaatin Tam Olarak Kılması



694- Ebû Hureyre Resûlullah'ın silâhı şöyle buyurduğunu nakle finiştir:


"İmamlar sizin için namaz kıldırıyorlar. Eğer doğru kıldınrlarsa kıldığınız namazın sevabını alırsınız. Buna karşılık hatalı kıldırırlarsa kıldığınız namazın sevabını siz alırsınız, günahı İse namazı kıldıran imamlara olur."



Açıklama



Hadiste geçen hatalı kıldırmak ifadesi bilerek yapılan kasıtlı yanlışların (amd) eş anlamlısı olarak kullanılmamıştır; dolayısıyla hadisteki hatalı kıldırmak ifadesi yanılmak anlamındadır. Zira kasıtsız olarak gerçekleşen hatalar yanılgılar dolayısıyla günah olmaz. Mihleb şöyle demiştir: "Bu hadis salih insanların arkasında namaz kılmanın caiz olduğunu gösterdiği gibi kendisinden çekiniİen ve korkulan fâsık günahkâr kimselerin arkasında namaz kılmanın caiz olduğunu da göstermektedir."


Mihleb'in bu görüşü İle ilgili olarak yapılan değerlendirmelerden biri şöyledir: "Bu sözde geçen kendisinden çekiniİen ve korkulan fâsık günahkâr kimseler ifadesi, söz konusu kişilerin güç ve otorite sahibi kimseler olduğunu göstermektedir."


el-Beğavî Şerhu's-sünne adlı eserinde şöyle demektedir: "Bu hadis abdestsiz olarak namaz kıldıran bir imamın arkasında namaz kılan cemaatin namazının sahih geçerli olduğunu göstermektedir. Ancak bu durumda imamın namazını iade etmesi gerekir."


Bu hadisin kasıtlı veya kasıtsız her türlü hata ve yanlışı kapsamına aldığını (mutlak olduğunu) ileri süren bazı bilginlere göre cemaatin namazı her halükârda geçerli olur. Zira hadiste geçen hatalı kıldırmak ifadesi kasıtlı olarak yanlış yapmanın (amd) eşanlamlısı olarak kullanılmıştır.


Buna göre ictihâdî olarak görüş ayrılıklarının bulunduğu durumlarda da btı hadis kriter olarak kabul edilebilir. Namazda besmele okumanın gerekliliğine ve besmelenin kıraatin temel rükünlerinden biri olup Fatiha sûresinden bir âyet olmadığına inanan bir kimse bunları ictihâdî olarak kabul etmeyen bîr imamın arkasında namaz kılarsa, namazının geçerli olabilmesi için besmeleyi bizzat okuması gerekir; yani cemaat ictihâdî olarak imamdan farklı düşünüyorsa namazının geçerli olabilmesi için kendi ictihâdî görüşünü uygulamakla yükümlüdür. Çünkü bu durumda cemaate göre imam hata etmiş sayılır.


Bu hadis şunu gösterir: "Cemaat namazını doğru kılmışsa, imamın hata etmiş olması cemaatin namazını etkilemez."




56. Fitneye Karışan Kimselerin Ve Bidatçilerin İmamlık Yapması



Konuyla ilgili olarak Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: "Sen namazını kıl, burada günah bidatçinin boynunadır."


695- Ubeydullah İbn Adiyy İbn Hıyar şöyle demiştir:


"Hz. Osman göz hapsinde tutulup evi kuşatıldığı' zaman kendisini ziyarete gittim. Ona şöyle dedim; 'Siz halkın imamısınız ancak başınıza gelenleri görüyoruz. Şu anda bize namaz kıldıran ise fitnecilerin başıdır. Biz onun arkasında namaz kıldığımız İçin günaha girdiğimizi düşünerek sıkıntı çekiyor ve korkuya kapılıyoruz.' Bunun üzerine Hz. Osman bana şunları söyledi; Namaz insanların yaptığı en güzel ameldir; bu bakımdan halk güzel bir iş yapıyorsa sen de onlarla birlikte hareket et, ama kötü İşler yapıyorlarsa onların kötülüklerinden uzak dur."



Açıklama



Muhammed İbn Velîd ez-Zebîdî, İbn Şihâb ez-Zührî'nin şöyle dediğini nakletmiştir:


"Çok açık bir zorunluluk bulunmadığı sürece kadınsı hareketlerde bulunan kimselerin (muhannis - muhannes) arkasında namaz kılmanın uygun olmadığı görüşündeyiz."


696- Enes İbn Mâlik, Resûlullah'ın Ebû Zerr'e şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"Kafası kuru üzüm tanesi gibi Habeşî bir köle dahi olsa (kendisine görev verilen kimseleri) dinle ve (onlara) itaat



Açıklama



Bâb başlığında geçen;


Fitneye karışan kimseler (6y») ifadesi, meşru devlet başkanına karşı ayaklananları anlatmaktadır. Fakat bazı alimlere göre bu İfade daha geniş bir anlam yelpazesine sahiptir.


Bidatçi kelimesi ehl-İ sünnet ve'1-cemaatin itikadı düşüncelerine aykırı görüş benimseyen kimseler için kullanılır.


Hz. Osman'ın 'Halk güzel bir iş yapıyorsa sen de onlarla birlikte hareket et' şeklindeki sözünün zahirî anlamı onun fitneye karışan kimselerle birlikte namaz kılınmasına ruhsat / izin verdiğini göstermektedir. Bu bakımdan o adeta şöyle demiştir: "Namazı kıldıran kimsenin fitneye karışmış olması sana zarar vermez. Aksine eğer iyi bir İş yapıyorsa onun hayırlı eylemlerine sen de katıl, fakat fitneye düştüğü konularda asla yanında yer alma!"


Hz. Osman'ın 'Kötü işler yapıyorlarsa onların kötülüklerinden uzak dur' şeklindeki sözü insanları fitneden, fitne olaylarına karışmaktan ve söz, eylem ve İnanç bakımından çirkin (münker) olan her türlü davranıştan sakındırrnaktadır.



Hadisten Çıkarılan Sonuçlar



1- Cemaate devamlı surette katılmak gerekir, çünkü Hz. Osman'ın sözünde bunun İçin teşvik vardır. Özellikle fitne zamanlarında cemaate devam etmenin emredilmesi ise ayrılığı körüklememe ve müslümanları bir arada tutma amacına matuftur.


2- Cemaate katılmayı terk etmektense arkasında namaz kılınması hoş karşılanmayan insanların imamlığında namaz kılmak daha uygun bir davranıştır.


3- Cuma namazının devlet başkanının izni olmaksızın kılınamayacağını söyleyenlere bu rivayette reddiye bulunmaktadır. Buna göre Cuma namazı konusunda devlet başkanının izni şart değildir.


İbn Şihâb'ın sözünde geçen (ve kadınsı hareketlerde bulunan kimseler şeklinde tercüme ettiğimiz) kelimesi hem muhannis (ism-i fail) hem de muhannes (ism-i meful) şeklinde okunabilir. İsm-i fail olması durumunda bu kelime yürürken veya konuşurken kırıtan, kadınsı hareketlerde bulunan ve kadınlara benzeyen erkek anlamına gelirken, ism-i meful olması durumunda homoseksüel kimseleri anlatır.


Çok açık bir zorunluluk bulunmadığı sürece ifadesi, homoseksüel olan kimselerin güç ve otorite sahibi olmaları durumunu anlatır. Bu insanlar güç ve otorite sahibi İse veya otorite sahibi kimseler tarafından görevlendirilmişlerse cemaat terk edilmez.




57. Cemaat Tek Kışı Olduğunda İmamın Sağ Tarafına Durur Ve Yanyana Namaz Kılarlar



697- Ibn Abbas'ın şöyle dediği nakledilmiştir:


"Bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kalmıştım. O gece Resûlullah yatsı namazını kıldırdıktan sonra mescitten evine dönüp dört rekat daha namaz kılmıştı. Sonra yatıp biraz uyudu ve bir süre sonra uyandı. Abdest alıp namaz kılmaya başladı. Ben de onunla birlikte kalktım ve sol tarafına geçip namazda kendisine uydum. Bunun üzerine beni tutup sağ tarafına geçirdi. Bu şekilde beş rekat namaz kıldı ve ardından iki rekat daha kılıp yattı. Uykuya daldığında horlamasını bile işitmiştim. Sonra kalktı ve namazı kıldırmak üzere mescide geçti.[25]



Açıklama



Bâb başlığında geçen "yanyana kılarlar" ifadesi imamın arkasında veya hafif çaprazında bulunan cemaatin bu kapsamda olmadığını gösterir. Mensubu bulunduğumuz Şafiî mezhebi âlimlerine göre cemaatin, İmamın hafif arkasında durması müstehaptrr. Nakledildiğine göre Abdürrezzâk İbn Cüreyc ile Atâ İbn Yesâr arasında şöyle bir konuşma geçer. Abdürrezzâk sorar:


İki kişi cemaat olup namaz kılarken cemaat olan kişi imamın neresinde namaza durur?


Sağ tarafında.


Peki bu kişi imamın arkasına geçmeden onunla aynı safta durarak yanyana mı namaz kılar?


Evet.


Sen iki kişi cemaatle namaz kılarken imamla ona cemaat olan kişinin aynı hizada durup aralarında öncelik sonralık bakımından hiçbir boşluk bulunmamasını daha iyi mi buluyorsun?


Bu rivayette cemaatin tek olması durumunda imamın neresinde duracağı ele alınmıştır. Cemaatin İki kişi olması durumunda uygulama şekli farklıdır.



58. Cemaat Tek Kişi Olup İmamın Sol Tarafında Namaza Dursa Ve İmam Onu Tutup Sağ Tarafına Geçirse İkisinin De Namazı Bozulmaz



698- Abdullah İbn Abbas'ın şöyle dediği nakledilmiştir:


"Bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kalmıştım. O gece Resûlullah da Meymûne'nin yanında idi. Zât-ı âlîleri abdest alıp namaza durdu. Ben de kalkıp onun sol tarafına geçtim ve kendisine uydum. Bunun üzerine beni tuttu ve sağ tarafına geçirdi. Bu şekilde on üç rekat namaz kıldı. Sonra yatıp uyudu. Uyurken hafif hafif horluyordu. Zaten Resûlullah uyurken hafif bir şekilde horlardı. Bir süre sonra müezzin geldi ve kendisini uyardı. Resûlullah namazı kıldırmak üzere mescide geçti ve namazı kıldırdı. Bu sırada abdest de almamıştı."


Amr İbnü'l-Hâris: "Ben bu rivayeti Bükeyr İbn Abdullah el-Eşecc'e anlattığımda bana şöyle demişti; İbn Abbas'ın kölesi Küreyb bana bunu nakletti" demiştir.



Açıklama



İmam Buhârî'nin kullandığı bâb (konu) başlığı ile naklettiği rivayet arasındaki delalet ilişkisi şöyle açıklanmıştır: Bu rivayette anlatıldığı gibi Abdullah İbn Abbas ilk önce Resûlullah'm sol tarafında namaza durmuş fakat Resûli Ekrem Efendimiz onun namazını bozmamıştır. Âlimlerin çoğunun savunduğu görüş budur.


Buna karşılık Ahmed İbn Hanbel, Resûlullah'm Abdullah İbn Abbas'm kendisinin sol tarafında duruşunu onaylamadığını (takrir etmediğini) ileri sürerek, onu tutup sağ tarafına çekmesi durumunda namazın bozulacağını söylemiştir.


Saîd İbnü'l-Müseyyeb ise tek kişi olan cemaatin imamın sol tarafında duracağı görüşündedir. Ancak o bu görüşünü dayandırdığı bir rivayet nakletmemiştir.




59. Bir Kimse İmamlık Yapmaya Niyet Etmeksizin Namaz Kılarken Birilerinin Gelip Ona Uyması Ve Onun İmamlık Yapması



699- Abdullah İbn Abbas'ın şöyle dediği nakledilmiştir:


"Bir gece teyzemin yanında kalmıştım. Resûlullah .«i^raU ?a^m ^ ^^-kalkıp namaza durdu. Ben de kalktım ve ona uydum. Fakat sol tarafına dur muştum. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz beni başımdan tutup sağ tara fına geçirdi."




60. İmam Namazı Çok Uzattığı İçin Cemaatin Namazdan Çıkıp Tek Başına Kılması



700- Câbir İbn Abdullah'ın şöyle dediği nakledilmiştir:


"Muaz İbn Cebel, Resulullah ile birlikte namaz kıldıktan sonra gider ve kabilesine imamlık yapardı.[26]


701- Câbir İbn Abdullah'ın şöyle dediği nakledilmiştir:


"Muaz İbn Cebel, Resulullah ile birlikte namaz kıldıktan sonra gider ve kabilesine imamlık yapardı. Bir defasında yatsı namazını kıldırırken Bakara'yı okumuştu. Bunun üzerine cemaatten birisi namazdan çıkmış (ve mescidin bir köşesinde tek başına namazını kılmışjtı. Galiba bu yüzden Muaz İbn Cebel o kişiyi diline dolamıştı.[27] Resulullah aleyhi olay kendisine intikal edince Muaz'a üç defa: Sen insanları namazdan soğutan birisin.[28]


Râuî Resûlulîah'm bu sözünü şu şekilde de nakletmiştir: Sen insanları namazdan solutan biri oldun - demiş ve bundan böyle mufassal sûrelerin orta uzunlukta olanlarından iki sûre okumasını emretmişti."


Bu rivayeti nakleden Amr İbn Dînâr "Bu iki sûrenin hangi sûreler olduğunu hatırlamıyorum demiştir."



Açıklama



Rivayette geçen "Bakara'yı okumuştu" ifadesi, "Bu sûre anlatılırken sadece Bakam demek uygun değildir, bunun yerine Bakara sûresi denmelidir" diyenlere karşı bir delil teşkil eder. Dolayısıyla sûre kelimesi kullanılmadan Bakara demekte herhangi bir sakınca yoktur.


Bundan böyle mufassal sûrelerin orta uzunlukta olanlarından iki sûre okumasını emretmişti şeklinde geçen Resulullah buyruğu Müslim'in naklettiği İbn Uyeyne rivayetinde: "Şu ve şu sûreyi oku" şeklinde geçmektedir. İbn Uyeyne şöyle demiştir: "Amr İbn Dînâr'a 'Ebü'z-Zübeyr'in Câbir'den naklettiğine göre Resulullah, Muaz'a, Şems, Leyi ve A'lâ sûrelerini oku! diye emir buyurmuş, öyle mi?1 diye sorduğumda bana şu cevabı vermişti: Galiba bunun gibi bir emirdi."


Mufassal sûrelerle ilgili ayrıntılı açıklamalar ve farklı görüşler Kitâbu fezâili'I-Kur'on'da ele alınacaktır. Ancak burada belirtilen görüşler içinde en doğrusunun "Kufarim Kâj sûresinden başlayıp Nâs sûresi ile biten kısmıdır" şeklindeki görüş olduğunu belirtelim.



Hadislerden Çıkarılan Sonuçlar



1. Farz namaz kılmakta olan bir kimse nafile namaz kılan İmama uyabilir. Çünkü Muaz, Resulullah s^<^:,,. aleyhi ile birlikte kıldığı ilk namazda farza niyet ediyordu fakat kendi kabilesine namaz kıldırırken nafile namaz kılıyordu.


2. Cemaatin durumu gözetilerek namazı kısa tutmak ve insanlan sıkıntıya düşürecek şekilde uzatmamak müstehaptır, güzel bir davranıştır.


3. Kişinin yapması gereken iş veya gidermesi gereken İhtiyaç dünyevî bile olsa, namazı kısa tutmak için meşru bir mazerettir.


4. Aynı namazı bir gün içinde ikinci defa kılmakta herhangi bir sakınca yoktur.[29]


5. Cemaat herhangi bir mazereti sebebiyle namazdan çıkabilir.


6. Eğer meşru bir mazereti ve gerekçesi varsa bir kimse cemaatle namaz kılanların bulunduğu bir mescitte tek başına namazını kılıp işine gücüne bakabilir.


7. Bir kimse hata yaptığı zaman onu tatlı bir dille uyarmak gerekir. Nitekim Resûlullah Muaz'ı uyarırken daha yumuşak bir form olan soru ifadesini kullanmıştır.[30]


8. Yanlış yapan kimseleri kaldırabilecekleri tarzda uyarmak gerekir. Burada uyarıyı yapan kimse yanlışı kabul etmediğini açıkça ifade etmeli ve sözlü ikazla yetinmelidir.


9. Hatalı davranan kimseleri mazur görmek gerekir.


10. Cemaati terk etmek ve cemaatten geri kalmak münafıkların hasletlerinden ve davranışlarından biridir.[31]




61. İmam Kıyamı Kısa Ve Hafif Tutmalı Ancak Rükû Ve Secdeleri Tam Olarak Yerine Getirmelidir



702- Ebû Mesûd şöyle demiştir:


"Sahâbîlerden birisi gelip Resûlullah'a, Müer falanca imam namazı çok uzun kıldırdığı için sabah namazlarına gidemiyorum, diye şikayette bulunmuştu. Resûlullah'm o günkü gibi sinirlendiğini hiç görmemiştim. Bunun üzerine çok sert bir konuşma yapmış ve şöyle buyurmuştu: "içinizde insanları (dinden ve namazdan) soğutan!uzaklaştıran kimseler var. Sizden birisi halka namaz kıldıracak olursa namazı kısa ve hafif tutsun. Çünkü onların içinde zayıf, hasta ve iş güç (ihtiyaç) sahibi kimseler bulunabilir."



Açıklama



Bana kalırsa İmam Buhârî âdeti olduğu üzere bu bâb başlığı ile hadisin başka yollarla gelen nakillerinde geçen bazı hususlara işaret etmiştir. Bu rivayet yukarıda naklettiğimiz Muaz'la ilgili rivayetten farklıdır. Çünkü Muaz olayında kılman namaz yatsı namazıdır ve olay Benû Seleme mescidinde geçmektedir. Halbuki bu rivayette söz konusu olan sabah namazıdır ve olay Küba mescidinde yaşanmaktadır. Dolayısıyla bu rivayette adı zikredilmeyen imamın Muaz olduğunu söyleyenler yanılmaktadır. Çünkü bu imam, Ebû Ya'lâ'nın Câbir İbn Abdullah'tan hasen bir senedle naklettiğine göre Übeyy İbn Ka'b'dır. Ebû Ya'lâ'mn rivayeti şöyledir: "Übeyy İbn Ka'b, Küba'da bölge halkına namaz kıldırıyordu. Namaza çok uzun bîr sûre okuyarak başladı. Ensârdan bir delikanlı da onunla birlikte namaza durmuştu. Fakat Übeyy'in uzun bir sûre okumaya başladığını görünce namazdan çıktı. Bu duruma sinirlenen Übeyy konuyu Resûlullah'a getirip o delikanlıyı şikayet etti. Delikanlı da gelip kendisini savundu ve Übeyy'in yaptıklarını Resûlullah'a anlattı. Resûlullah bu duruma çok kızmıştı; öfkesi yüzünden okunuyordu. Cemaate dönerek şöyle buyurdu: İçinizde insanlan (dinden ve namazdan) soğutan, uzaklaştıran kimseler var. Halka namaz kıldırdığınızda namazı kısa ve hafif tutun. Çünkü onlann içinde zayıf, yaslı, hasta ve iş -güç (ihtiyaç) sahibi kimseler bulunabilir."


Ebû Ya'lâ'nm naklettiği rivayet, adı zikredilmeyen imamın kim olduğunu ve halka nerede namaz kıldırdığını açıklamaktadır. Ayrıca İmam Buhârî'nin kullandığı bâb başlığına da açıklık getirmektedir. Çünkü bâb başlığı kıyamın kısa tutulmasıyla ilgilidir ve Übeyy çok uzun bir sûre okuduğu için kıyamı uzatmıştır.


Bu rivayette geçen kelimesi Muaz olayını anlatan rivayette Resûlul-lah'm saiiaVshu aleyh ve Hiem (Sen insanları namazdan soğutan birisin şeklinde tercüme edilen) Sen fitneci misin? şeklindeki sözünü de açıklamaktadır. Buna göre bu ifadede geçen fitne kelimesi insanları soğutmak, ilgilerini azaltmak, nefret etmelerine sebep olmak gibi anlamlara gelmektedir.


Resûlullah'm namazı kısa ve hafif tutsun" şeklindeki buyruğu hakkında İbn Dakîk el-îyd şöyle demiştir: "Bir şeyi uzatmak veya kısa tutmak tamamen göreceli izafî şeylerdir. Çünkü herhangi bir iş, uygulama veya şey kimilerine göre kısa ve hafif olduğu halde bazılarına göre uzun ve ağır olabilir. Ayrıca fakihlerin, imam rükû ve secdede üç defadan fazla teşbih getirmemelidir, şeklindeki görüşleri Resûlullah'm deyhi rükû ve secdede üç defadan daha fazla teşbih getirdiğine dair rivayetlerle çelişmez. Çünkü ashâb-ı kiramın hayırlı işlere olan düşkünlüğü ve tutkusu üçten fazla getirilen teşbihin namazı uzatmak anlamına gelmediğini gösterir."


Bana göre namazın kısa tutulmasıyla ilgili ölçüyü en net veren rivayeti Ebû Davûd ve Nesâî Osman İbn Ebü'l-Âs'tan hasen bir senedle nakletmişlerdir. Bu rivayete göre Resûlullah Osman İbn Ebü'1-Âs'a şöyle buyurmuştur: "Sen kavminin imamısın. Onlara namaz kıldırırken en zayıf olanlarını göz önüne al ve ona göre hareket et!"




62. Bir Kimse Tek Başına Kıldığında Namazını İstediği Kadar Uzatabilir



703- Ebû Hureyre Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


Sizden birisi insanlara namaz kıldtnyorsa namazı kısa ve hafif tutsun. Çünkü cemaat içinde zayıf, hasta ve yaşlı kimseler bulunabilir. Fakat tek başına kılıyorsa istediği kadar uzatsın."



Açıklama



İmam Buhârî'nin kullandığı bu bâb başlığı, Resûlullah'ın namazların kısa ve hafif tutulmasıyla İlgili genel nitelikli emrinin imamlık yapan kimseler hakkında olduğunu göstermektedir. Buna karşılık tek başına namaz kılan bir kimsenin namazı istediği kadar uzatmasında herhangi bir sakınca yoktur. Bununla birlikte ileride açıklayacağımız gibi bir kimsenin namazın vakti çıkacak kadar kıraati uzatması konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı âlimler Resûlullah'm bu emrinin genel nitelikli oluşuna bakarak namazın vakti çıkacak kadar kıraati uzatmakta bir sakınca bulunmadığını söylemişlerdir. Mensubu bulunduğumuz Şafiî mezhebinden bazı fakihlerin doğru kabul ettiği görüş de budur. Fakat bu görüş hemen kabul edilebilecek gibi değildir. Zira konuyla ilgili olarak İmam Müslim'in Ebû Katâde'den naklettiği bir rivayette Resûlullah şöyle buyurmuştur: "Sonraki namazın vakti girinceye kadar namazın geciktirilmesi aştrıya varan bir ihmalkârlıktır." Bu hadis görüldüğü gibi, söz konusu görüşün doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Namazın kemâlini artırmak için kıraati uzatmak kul açısından bir maslahattır, ancak namazın vaktinde kilınmaması veya vaktin dışına taşırılmasi mefse dettir. Kural olarak mefsedetin terk edilmesi maslahata göre hareket etmekten daha uygundur.


Bu hadisin genel anlamı namazın diğer rükünlerinin aceleye getirilmeden gereği gibi yerine getirilmesi gerektiğini de göstermektedir.




63. Namazı Çok Uzatan İmamın Şikayet Edilmesi Ebû Üseyd Namazı Uzatan Oğluna Şöyle Demişti: Yavrucuğum Namazımızı Çok Uzattın!



704- Ebû Mesûd anlatıyor:


"Bir adam Resûlullah'a sallaiiahu dieyhî w. senem gelip; 'Ey Allah'ın Resulü, falanca imam namazı çok uzun kıldırdığı için sabah namazlarına gidemiyorum' diyerek şikayette bulunmuştu. Ben Resûlullah'ın aleyhi senem hiçbir yerde o gün kızdığı kadar kızdığını görmemiştim- Bunun üzerine ashabına dönüp şöyle buyurdu; Ey insanlar, sizin içinizde halkı (namazdan ve dinden) soğutanlar var. Kim halka imamlık yapıp namaz kıldırtyorsa kısa tutsun. Çünkü arkasında zayıf, yaşlı ve iş - güç (ihtiyaç) sahibi kimseler vardır."


705- Câbir Ibn Abdullah el-Ensârî anlatıyor:


"Bir gece yanında tarım ve sulamada kullandığı iki devesiyle bir adam gelmişti. O sırada Muaz'ın namaz kıldırmakta olduğunu gördü. Develerini bırakıp Muâz'a uydu. Muaz o gece namazda Bakara veya Nisa sûresini okuyordu. Bunun üzerine adam namazdan çıktı. Bu adamcağız daha sonra, namazı bıraktığı için Muâz'ın kendisi hakkında ileri geri konuştuğunu duydu. Resûlullah'a gelip Muâz'ı şikayet etti. Resûlullah Muâz'a üç defa 'Sen insanları (namazdan) soğutan biri misin ey Muâz' deyip ekledi; Alâ, Şems ve Leyi sûrelerini okuyarak namaz kıldırsan olmaz mıydı!? Arkanda yaşlı, zayıf ve İş -güç (ihtiyaç) sahibi insanlar namaz kılıyor..."


Rivayette geçen gece kelimesi kılınan namazın yatsı namazı olduğunu gösterir.




64. Namazın Kısa Kılınmakla Birlikte Rükünlerinin Tam Olarak Yerine Getirilmesi



706- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:


"Resûlullah ateyhi ve sellem namazım kısa kılmakla birlikte rükünlerini tam olarak yerine getirirdi."




65. Çocuğun Ağladığını Duyan Kimselerin Namazı Kısa Tutması



707- Ebû Katâde'den nakledildiğine göre Resûlullah en şöyle buyurmuştur:


"Bazen uzun uzun namaz ktlmak isteğiyle natnaza duruyorum ve bu sırada çocukların ağlama sesini duyuyorum. Bu durumda çocuğun annesine sıkıntı vermemek için namazımı kısa tutuyorum.[32]


708- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:


"(Resûluüah'm saiiaüâhu aleyh; w seiiem kıldırdığı namazlar kısa ve öz ama her yönüyle tam olurdu.) Ben şu ana kadar hiçbir imamın arkasında Resûlullah'in ve senem namazından daha kısa ve öz ama her yönüyle tam bir namaz kılmadım. O aleyhi ve seleni bir çocuğun ağlamasını duyacak olsa namazı kısaltırdı. Çünkü annenin çocuğu düşünerek namazdan geri kalacağından endişe ederdi."


709- Enes İbn Mâlik Resûlullah'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"Bazen namaza başlarken uzun uzun ktlmak istiyorum. Fakat bir çocuk ağlamasını duyunca namazımı kısa tutuyorum. Çünkü annenin çocuğun ağlaması dolayısıyla içinde hissettiği actma duygusunu çok iyi biliyorum."


710- Enes İbn Mâlik Resûlullah'm sahgcshu şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"Bazen namaza başlarken uzun uzun kılmak istiyorum. Fakat bir çocuk ağlamasını duyunca kısa tutuyorum. Çünkü annenin çocuğun ağlaması dolayısıyla içinde hissettiği acıma duygusunu çok iyi biliyorum."



Bu Hadislerden Çıkarılan Sonuçlar



1. Çocukların mescide getirilmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Ancak bu hüküm hemen kabul edilebilecek gibi değildir. Çünkü çocuk ağladığında sesi duyulabilecek kadar mescide yakın bir evde bırakılmış olabilir.


2. Kadınlar erkeklerle birlikte cemaat olup namaz kılabilir.


3. Resûlullah ashabına ve ümmetine karşı çok şefkatli ve merhametli idi.


4. Namaz kıldınrken hem yaşlılar hem de çocuklar dikkate alınmalıdır.


Resûlullah'ın uzun uzun kılmak istiyorum" diye niyetlendiği halde çocukları ve annelerini düşünerek bundan vazgeçmesi, müstehap olan bir iş yapmak üzere niyet edildikten sonra bundan vazgeçilebileceğini, söz konusu niyetin yerine getirilmesinin vacib olmadığını gösterir.


Resûlullah'm namazı annenin hissettiği acıma duygusu dolayısıyla kısalttığını göz önünde bulunduran bazı âlimler: "İmam birisinin cemaate katılmak üzere mescide girdiğini hissederse rükûyu uzatabilir" demişlerdir. Fakat Ibnü'l-Müneyyir bu görüşle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Namazı uzatmak ile kısa tutmak birbirinden tamamen farklı iki durumdur. Dolayısıyla namazın kısaltılmasını uzatmaya kıyas etmek doğru olmaz. Ayrıca bu hüküm Resûlullah'm gözettiği maksada da aykırıdır. Çünkü Resûlullah hafifletme yoluna gittiği halde bu hüküm sırf bir kişi için bütün bir cemaatin bekletilmesine ve sıkıntıya sokulmasına sebep olmaktadır."


Fakat gelen kişinin namaza yetişebilmesi için rükûnun uzatılabileceği ile ilgili hüküm cemaate sıkıntı vermeyen durumlar için geçerli olabilir. Nitekim Ahmed Ibn Hanbel, İshâk İbn Râhûye ve Ebû Sevr gibi âlimler bir kimsenin cemaate yetişebilmesi için rükûnun uzatılabilmesini cemaate sıkıntı vermemesi kaydıyla kabul etmişlerdir. İbn Battal ve ondan daha önce Hattâbî bu görüşle ilgili olarak şu açıklamayı yapmışlardır: "Dünyevî bir ihtiyacın giderilmesi İçin namazın kısaltılması caiz olduğuna göre, dînî bir ihtiyacın giderilebilmesi için namazı uzatmak haydi haydi caiz olmalıdır." Kurtubî, İbn Battal ve Hattâbî tarafından yapılan bu değerlendirme hakkında şunları söylemiştir: "Namazın uzatılması durumunda namaza matlûb olmayan bir eklemede bulunulmuş olur. Halbuki namazı kısaltmak böyle değildir (çünkü kısaltma durumunda herhangi bir çıkarma olmaz), hatta daha güzel ve daha geçerlidir."


Konuyla ilgili olarak Şafiî mezhebine mensup âlimler arasında da görüş ayrılıkları bulunmaktadır. İmam Nevevî Şafiî mezhebinin görüşünü "Mutlak olarak bu durumda namazı uzatmak müstehaptır" şeklinde nakletmiştir. Fakat Mehâ-milî'nin et-Tecrid adlı eserinde bunun mekruh olduğu zikredilmektedir. Evzâî, İmam Mâlik, Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'un görüşleri de mekruh olduğu yönündedir. Hatta İmam Muhammed: "Bu uzatmanın şirk olmasından korkarım" demiştir.




66. Namazı Kılan Bir Kimsenin Daha Sonra Aynı Namazı Başkalarına Kıldırması



711- Câbir İbn Abdullah'ın şöyle dediği nakledilmiştir:


"Muaz İbn Cebel, Resûlullah ile birlikte namaz kıldıktan sonra gider ve kabilesine imamlık yapardı."




67. Bir Kimsenin İmamın Tekbirlerini Yüksek Sesle Tekrar Edip Cemaatin Duymasını Sağlaması



712- Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


Resûlullah vefat etmesine sebep olan hastalığı sırasında Hz. Bilâl gelip namaz vaktinin girdiğini bildirdi. Resûlullah Ebû Bekir'e söyleyin cemaate namazı kıldırsın" buyurdu. Ben; "Ebû Bekir pek yufka yüreklidir; namazda senin yerine geçerse kendisini tutamayıp ağlar ve bu yüzden Kur'an okuyamaz" deyince Hz. Peygamber emrini tekrarladı; "Ebû Bekir'e söyleyin cemaate namazı kıldırsın!" Ben aynı şekilde Ebû Bekir'in durumunu ifade edince Hz. Peygamber emrini tekrar etti ve üçüncü veya dördüncü seferde şöyle dedi: "Yusufun başını derde sokan siz kadınlar deği! misiniz zaten!?, söyleyin Ebû Bekir'e cemaate namazı kıldırsın!" Bunun üzerine Ebû Bekir imamete geçip namazı kıldırmaya başladı.


Bu namazlardan biri kildınlırken Hz. Peygamber kendisini biraz daha iyi hissettiği için cemaate katılmak istedi. Ashabtan iki kişinin kollan arasında mescide gitti. Giderken takatsizliğinden dolayı mübarek ayaklarını yere sürüyerek zorla yürüdüğü hâlâ gözlerimin önündedir. Resûlullah'ın aileni geldiğini gören Hz. Ebû Bekir geri çekilmek istedi. Hz. Peygamber, namazı kıldırmaya devam et, anlamında eliyle işaret buyurdu. Fakat Hz. Ebû Bekir geri çekildi ve Resûîullah onun yanma oturdu. Bu sırada cemaate tekbirleri Hz. Ebû Bekir duyuruyordu."



68. Cemaatin İmama Tabî Olan Bir Kimseye Uyması



Resûlullah'm ve sebili şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Siz bana tabî olun, sizden sonrakiler de size uysun."


713- Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah'm vefatına sebep olan hastalığı iyice artmıştı. Hz. Bilâl gelip namaz vaktinin girdiğini bildirdi. Bunun üzerine Resûlullah Bekir'e söyleyin insanlara namazı kıldırsın' diye emir vermişti. Ben; 'Ebû Bekir pek yufka yürekli ve duygulu bir İnsandır, senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkira ağlamaktan sesini cemaate duyuramaz, Ömer'e söylesen de namazı o kıldırsa...' dedim ve hatta Hafsa'dan ResûluIIah'a gidip aynı şeyleri söylemesini istedim. O da gidip 'Ebû Bekir senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaktan sesini cemaate duyuramaz, Ömer'e söylesen de namazı o kıldırsa1 dedi. Bunun üzerine Resûlullah Yusuf'un başını derde sokan siz kadınlar değil misiniz zaten!?. Söyleyin Ebû Bekir'e namazı kıldırsın" diyerek emrini tekrarladı. Hz. Ebû Bekir namaza başlayınca Resûlullah kendisini biraz daha İyi hissetti ve İki kişinin kolları arasında kalkıp mescide geçti. Mescide varana kadar takatsizliğinden ayaklarını yere sürüyerek gitmişti. Ebû Bekir Resûlullah'ın geldiğini anlayınca geriye doğru çekildi. Bunun üzerine Resûlulîah namaza devam et anlamında işaret etti ve gelip Ebû Bekir'in soluna oturdu. Bu sırada Ebû Bekir ayakta namaz kılıyor ve oturarak namaz kılmakta olan Resûlullah'a uyuyordu. Ashâb-ı kiram ise Ebû Bekir'e uyarak namazlarını kılıyorlardı."




69. İmam Kıldığı Namaz Konusunda Şüpheye Düşerse Cemaatin Sözüne İtibar Edebilir Mi?



714- Ebû Hureyre'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Bir gün Resûlullah (dört rekatlıkbir namazı) iki rekat kılıp namazdan çıkmıştı. Bunun üzerine Zülyedeyn adlı sahâbî; 'Ey Allah'ın Resulü, namaz mı kısaltıldı yoksa unuttunuz mu?' diye sordu. Resûlullah cemaate; 'Zülyedeyn doğru mu söylüyor?' diye sorup onlardan evet cevabını aldıktan sonra iki rekat daha namaz kıldı. Sonra selâm verdi ve ardından tekbir getirip secde etti. Bu secdesi normal secdeleri gibi veya daha uzun idi."


715- Ebû Hureyre'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Bir gün Resûlullah öğle namazını iki rekat kılmıştı. Kendisine namazı iki rekat kıldığı söylentice kalkıp iki rekat daha namaz kıldı. Sonra selâm verdi ve ardından İki defa secde etti."




70. İmamın Namaz Kıldırırken Ağlaması



Abdullah İbn Şeddâd şöyle demiştir:


"Bir defasında en arka saflarda olduğum halde namaz kıldırmakta olan Hz. Ömer'in "Ben gam ve kederimi Allah'a arz ediyorum [33] âyetini okurken hıçkıra hıçkıra ağladığını duymuştum."


716- Müminlerin annesi Hz. Aişe şöyle demiştir:


"Resûlullah vefatına sebep olan hastalığı sırasında 'Ebû Bekir'e söyleyin insanlara namazı kıldırsın1 diye emir vermişti-. Ben 'Ebû Bekir senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaktan sesini cemaate uîaştıra-maz, Ömer'e söyle namazı o kıldırsın' dedim ve hatta Hafsa'dan Resûlullah'a gidip aynı şeyleri söylemesini istedim. O da gidip 'Ebû Bekir senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaktan sesini cemaate ulaştıramaz,, Ömer'e söyle namazı o kıldırsın' dedi. Bunun üzerine Resûlullah Yeter artık, "daha fazla üstüme gelmeyin, Yusuf un başım derde sokan siz kadınlar değil misiniz zaten!? Söyleyin Ebû Bekir'e namazı kıldırsın' diyerek emrini tekrarladı."


Hz. Hafsa bu olay üzerine Hz. Aişe'ye şöyle demiştir: "Senden bana bir fayda geleceğini zaten hiç düşünmüyordum."



Açıklama



İmam Buhârî'nin kullandığı bu başlık imamın namaz kıldırırken ağlaması namazı bozar mı bozmaz mı anlamına gelir. Konuyla ilgili olarak nakledilen rivayetler namazda ağlamakta herhangi bir sakınca bulunmadığını gösterir. Bununla birlikte Şa'bî, İbrâhîm en-Nehaî ve Süfyân es-Sevrî gibi âlimler ağlamanın ve inlemenin namazı bozacağını söylemişlerdir. Mâlikîler'e ve Hanefîler'e göre cehennem ateşini anmak ve Allah korkusuyla ürpermek gibi hallerden dolayı ağîanmışsa namaz bozulmaz.


Şafiî mezhebinde konuyla ilgili olarak üç ayrı görüş zikredilmiştir:


a. Şâfiîler'de en doğru olarak kabul edilen görüşe göre ağlayan kişinin ağzından iki harf çıkacak olursa namaz bozulur aksi halde bozulmaz.


b. Ağlamak namazı bozmaz. Çünkü ağlamak söz (kelâm) sayılamaz. Zira ağlarken çıkan sesler anlamlı harfler değildir.


c. Kaffâl'den nakledilen görüşe göre ağlayan kişinin ağzı kapalı ise namaz bozulmaz ancak ağzı açık ve ağzından İki harf çıkmışsa namaz bozulur.


Ancak ikinci görüşün delili daha kuvvetlidir.


Bazı gruplar gülmeyi ağlamakla aynı kategoride değerlendirdikleri için gülmeye ağlamakla aynı hükmü vermişlerdir. Mütevelli şöyle demiştir: "Fakat daha açık ve doğru olan görüş gülmenin mutlak olarak namazı bozmasıdır. Çünkü gülmek namazın tabiatına terstir, namazda gösterilmesi gereken vakan zedeler." Mütevellî'nin belirttiği bu görüş Özü itibariyle daha güçlüdür. Her şeyin en doğrusunu sadece Allah (c.c) bilir.


(Hıçkıra hıçkıra ağlamak şeklinde tercüme ettiğimiz) kelimesiyle ilgili


olarak İbn Fâris şu açıklamayı yapmıştır: "Bir kimsenin hıçkırarak ağlaması feryâd ü figân etmeden sanki boğazına bir şeyler düğümleniyormuş gibi yutkunarak ağlamasıdır."




71. Namaz İçin Kamet Getirildiğinde Ve Kamet Getirildikten Sonra Safların Düzeltilmesi



717- Nu'mân İbn Beşîr Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"Ya saflarınızı iyice düzeltirsiniz veya Allah (c.c) yüzlerinizi tersine çevirecektir."


718- Enes İbn Mâlİk'ten nakledildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:


"Safları çok düzgün tutunuz. Çünkü ben sizi arkamdan da görüyorum.



Açıklama



Safların düzeltilmesinden maksat, cemaatin aynı hizada durmaları ve saflar arasındaki boşlukların doldurulmasıdır.


Allah (c.c) yüzlerinizi tersine çevirecektir ifadesiyle İlgili olarak farklı yorumlar yapılmıştır, Bazılarına göre bu ifade gerçek anlamında alınmalıdır. Buna göre yüzlerin tersine çevrilmesi yüzün yaratılmış olduğu şeklin dışında bir şekil almasıdır. Buna göre yüzün ense tarafına dönüştürülmesi gibi durumlar yüzlerin tersine çevrilmesidir. Bu yönüyle Resûlullah'm buradaki tehdidi daha önce açıkladığımız İmamdan önce kalkan kimselerin başının merkep başına dönüştürülmesiyle ilgili tehdidine benzemektedir. Resûlullah'm safları düzeltmeyenleri bu şekilde tehdit etmesi bize şunu göstermektedir:


Buradaki tehdit, işlenen suç ile aynı türdendir; safları düzeltmeyip saf düzenini bozanlar, yüzlerinin tabiî şeklinin bozulması ile cezalandırılacaklardır. Bu açıklamalara göre safların düzeltilmesi vacib, saf düzenine aykırı hareket etmek ise haram olmaktadır. Konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar ileride gelecektir.


İmam Nevevî Resûlullah'ın bu tehdidi ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Safları düzeltmemek aranıza düşmanlık ve kin sokar, kalplerinizi birbirinizden soğutur. Nitekim falan kişinin yüzü bakışları bana karşı ekşidi, değişti, ifadesi onun yüzünden anladığım kadanyla doğru gitmeyen, hoş olmayan durumlardan dolayı bana karşı kırgın anlamında kullanılır."


Resûlullah'm ve seüem arkasından görebilmesi konusu da gerçek anlamında alınmalıdır. Resûlullah'm arkasında olup bitenleri görmesini şu şekilde tevil edenler olmuştur; Allah (c.c), arkasında olup bitenlerle ilgili olarak Resûlullah ve saikın için zorunlu bir bilgi yaratırdı. Fakat bize göre bu hususu tevile gitmeden gerçek anlamıyla kabul etmek gerekir.


Nitekim Zeyn İbnü'l-Müneyyir de konuyla ilgili kanaatlerini belirtirken tevile gidilmemesi gerektiğini söyler: "Resûlullah'm arkasından görebilmesini tevil etmemek gerekir. Çünkü bu durum dînî hükümleri koyan (sâri') Resûl-i Ekrem'in sözlerini herhangi bir zorunluluk bulunmadığı halde anlamsız hale getirmek ve ihmal etmek (ta'tîl) demektir."


Kurtubî'nin değerlendirmesi ise şöyledir: "Bu ifadeyi tevile gitmeden zahirî anlamıyla (ilk bakışta anlaşılan gerçek anlam) ele almak daha uygundur. Çünkü gerçek anlamın kabul edilmesi Resûlullah için ek bir üstünlüğe işaret etmektedir."




72. İmamın Safları Düzeltirken Yüzünü Cemaate Dönmesi



719- Enes İbn Mâük'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Kılacağımız namaz için kamet getirilmişti. Resûlullah yüzünü bize dönerek şöyle buyurdu: Saflarınızı iyice düzeltin, aranızda hiçbir boştuk bırakmayacak şekilde birbirinize kenetlenin. Zira ben sizi arkamdan da görüyorum."


Bu rivayet kamet getirilirken ve henüz namaza başlanmadan önce konuşmakta herhangi bir sakınca olmadığını gösterir.


İmamm cemaatini kontrol etmesi, dînî hükümlere aykırı davranışlardan sakındırması ve onlara şefkat göstermesi gerektiğini bu rivayetten anlıyoruz.




73. Namazda İlk Safa Durmanın Fazileti



720- Ebû Hüreyre Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"Şehitler şunlardır: Boğulanlar, bulaşıcı hastalıklardan ölenler, karın ağrısından ölenler ve göçük / yıkıntı altında kalanlar."


721- Ebû Hureyre Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"Eğer insanlar namaza erkenden gelmenin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi mescide ilk gelen kişi olmak için birbirleriyle yansırlardı; şayet insanlar yatsı ve sabah namazlarının kıymetini bilselerdi bu namazlara sürünmek zorunda kalsalar da gelirlerdi; eğer insanlar ilk safta yer almanın değerini bilselerdi bunun için aralarında kura çekerlerdi."



Açıklama



İlk saf imamın hemen arkasında yer alanların oluşturduğu saftır. İlk safta yer almanın kula pek çok maddî ve manevî yarar sağladığını söyleyen âlimler şu konulara işaret etmişlerdir: Namaz vecibesi bir an önce ifa edilmiş olur, mescide ilk girenlerden olma saadetine erilir, imama yakın durulduğu için kıraatini daha rahat dinlemek mümkün olur, okunan âyetler öğrenilir, yanılan imamı uyarmak ve düzeltmek mümkün olur, namaz kılarken önünden hiç kimse geçemez, kişi önünde olanların namazlarıyla ilgilenmeyip sadece kendi namazıyla meşgul olur ve secde ettiği yerde başkalarının ayaklarıyla ve elbiselerinin etekleriyle uğraşmak zorunda kalmaz.




74. Safların Düzgün Tutulması Namazın Düzgün Kılındığını Gösteren Temel Bir Unsurdur



722- Ebû Hüreyre Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


İmam kendisine uyulması için vardır; ona aykırı hareket etmeyin. O rükû'a vardığında siz de rükû edin, (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman siz (Rabbimiz, hamd sana mahsustur) deyin, o secde edince siz de secde edin, o oturarak kılıyorsa siz de oturarak kılın. Ve namaz kılarken safları düzgün tutun. Çünkü safların düzgün tutulması namazı güzelleştiren temel unsurlardandır.[34]


723- Enes İbn Mâlik Resûlullah'tn şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


Safları iyice düzeltin. Çünkü safları düzeltmek namazın tam anlamıyla ikâme edildiğini gösteren unsurlardan biridir."




75. Safları Düzgün Tutmamak Bir Günahtır



724- Büşeyr İbn Yesâr naklediyor:


"Enes İbn Mâlik bir defasında Medine'ye gelmişti. Kendisine 'Resûluilah'ın zamanından şu ana kadar bizde uygun görmediğin ve reddettiğin bir şey gördün mü?' diye sordular. O da şu cevabı verdi: Safları düzgün tutmamanız dışında sizde uygun görmediğim ve reddettiğim bir şey yok."




76. Safta Omuz Omuza Vermek Ve Ayakları Birbirine Değdirmek



Nu'mân İbn Beşîr şöyle demiştir: "Dostlarımızın namazda saf tutarken topuklarını birbirlerinin topuklarına değdirdiklerini gördüm."


725- Enes İbn Mâlik Resûlullah'm "Saflarınızı düzgün tutun. Çünkü ben sizleri arkamdan da görüyorum." buyurduğunu nakledip şöyle demiştir; "Resûlullah'ın bu emri dolayısıyla her birimiz omuz omuza verir ayaklarımızı birbirimizin ayaklarına değdir irdik."



Açıklama



İmâm Buhârî'nin kullandığı bu bâb başlığı safların düzgün tutulması ve boşlukların tamamen doldurulması konusunda ziyadesiyle titiz davranmak gerektiğini vurgulamaktadır. Saflarda boşluk bırakılmaması yönünde Resûlullah'm pek çok emri ve teşvik edici ifadeleri vardır. Bu hadisler içinde konuyu bütün kapsamıyla ele alan rivayet ise Ebû Davud'un Abdullah İbn Ömer'den naklettiği şu hadistir: "Resûlullah şöyle buyurdu: Saflarınızı düzgün tutun, omuzlarınızı aynı hizaya getirin, bütün boşlukları doldurun, şeytanın aranıza girebileceği boşluklar bırakmayın. Kim safları tamamlayıp birleştirirse Allah lütfü ve insanıyla ona yaklaşır, kim de safları bozar ve keserse Allah onu mahrum bırakır." İbn Huzeyme ve Hâkim bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir.




77. Bir Kimse İmamın Sol Tarafında Namaza Durduktan Sonra İmam Onu Tutup Arkasından Sağ Tarafına Geçirirse Namazı Bozulmaz



726- Abdullah İbn Abbas şöyle demiştir:


"Bir gece Resûlullah akyhi ile birlikte namaz kılmıştım. O namazda Resûl-i Ekrem'in saüaiîâhu aleyhi ve sftüem sol tarafına durmuştum. Bunun üzerine Resûlullah arkamdan tutup sağ tarafına geçirdi. Namazını bitirdikten sonra birazcık uzandı. Bir süre sonra müezzin gelip namaz vaktinin girdiğini bildirdi. Resûlullah abdest almadan mescide geçip namazı kıldırdı."




78. Kadın Tek Başına Saf Olabilir



727- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:


"Bir gün bizim evimizde Resûlullah'ın saifeiiâhu aleyhi arkasında bir yetimle birlikte namaz kılmıştık. Annem Ummü Süleym de bizim arkamızda namaza durmuştu."



Açıklama



Bu konu başlığı kadının cemaatle namaz kılınırken tek başına bulunsa bile bir saf sayılacağını gösterir. Dolayısıyla Tek kişiden saf oluşmaz, namazda saf oluşabilmesi için en az iki kişi gerekir' diyen el-İsmâîlî'nin itirazının yerinde olmadığını anlarız. İmam Buhârî'nin kullandığı bu başlık İbn Abdilberr'İn Hz. Âişe'den merfû olarak naklettiği bir hadistir: "Kadın tek basma saf olur."


(Annem Ümmü Süleym de bizim arkamızda namaza durmuştu) ifadesi kadının erkeklerle aynı safta bulunmaması gerektiğini gösterir. Zira bu durum erkeklerin namaza kendilerini tam olarak vermelerini engelleyebilir. Bununla birlikte kadın bu hükme aykırı hareket eder ve erkeklerle aynı safta namaza durursa âlimlerin çoğunluğuna göre namazı geçerli olur. Hanefîler ise bu durumda kadının değil erkeklerin namazının bozulacağını söyler. Fakat bu görüş hiç tutarlı ve açıklanabilir değildir.


İbn Reşîd şöyle demiştir: "Öyle anlaşılıyor ki, İmam Buhârî'nin bu başlığı koymaktaki maksadı kadınların tek kişi olarak saf sayılıp sayılmayacaklarını ve onlarla ilgili hükmün 'Safların arkasında tek başına imama uyan kişinin namazı olmaz' hadisinde ifade ediien genel hüküm kapsamında olmadığını göstermektir. Zira bu hadiste sadece erkeklerin durumu anlatılmaktadır."


Bu hadisi İbn Hibbân, Ali İbn Şeybân'dan tahric etmiştir. Fakat sahih olup olmadığı konusu şüphelidir. 114. bâb başlığı altında bu konuya değineceğiz.


İbn Battal, Ahmed İbn Hanbel'e muhalif bir görüş benimsemiş ve bu hadise dayanarak safların arkasında tek başına imama uyan bir kimsenin namazının geçerli olacağını belirtmiştir. Ona göre; "Böyle bir hüküm kadınlar hakkında mümkün ise erkekler hakkında da mümkün olmalıdır."


Fakat bu görüşü kabul etmeyenler İbn Battâl'a karşı şunları söyleyebilir: "Kadınların safların arkasında tek başına imama tabî olduklarında namazlarının geçerli olması hükmü, onların erkeklerle aynı safta yer alamayacakları hükmüne dayanır. Halbuki erkekler için böyle bir zorunluluk yoktur; bir erkek erkeklerin bulunduğu bir safa girebilir, onları sıkıştırabilir ve gerektiğinde en arkadakilerden birini çekip onunla birlikte saf oluşturabilir.[35] Dolayısıyla bu yönüyle kadınlarla erkekler birbirinden farklıdır."




79. Cemaat Mescidin Ve İmamın Sağında Durur



728- Şa'bî Abdullah İbn Abbas'm şöyle dediğini nakletmiştir:


"Bir gece Resûlullah'm sol tarafında durmuştum. Beni elimden kolumdan da demiş olabilir tutup sağ tarafına geçirdi. O an beni eliyle arkamdan kavramıştı.




Açıklama



İmam Buhârî bu bâb başlığı altında Abdullah İbn Abbas hadisini özet olarak zikretmiştir. (Başlıkta mescidin ve imamın sağ tarafında durmak anlatıldığı halde rivayette sadece imamdan söz edilmektedir.) Burada başlık ile rivayet arasındaki uyum hakkında şunu söyleyebiliriz: Başlığın rivayette geçen imamı doğrudan kapsamına aldığı açıktır. Mescidin sağında durmak ise buna bağlı bir sonuçtur; İmamın sağma durmak, mescidin de sağına durmak anlamına gelir.


İmam Buhârî bu başlık ile sanki Nesâî'nin Berâ İbn Azib'den sahih bir sened İle naklettiği şu hadise işaret etmiştir: "Biz Resûlullah'ın arkasında namaz kıldığımız zaman onun sağ tarafına durmayı çok isterdik."


Ebû Davud'un hasen bir senedle Hz. Aişe'den naklettiği bir hadis de şöyledir:


Allah ve melekler safların sağ taraflarına salât ederler."




80. İmam İle Cemaat Arasında Duvar Veya Sütre Bulunması



Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: "Namaz kılarken imamla aranızdan bir ırmak bile geçse bunun namaza bir zararı olmaz."


Ebû Miclez şöyle demiştir: "Kişi imamın getirdiği tekbirleri duyuyorsa aralarında yol veya duvar bile bulunsa o imama uyarak namaz kılabilir."


729- Hz. Aişe şöyle demiştir:


"Resûlullah bir gece odalarından birinde namaz kılıyordu. Odanın duvarı biraz alçak olduğu için insanlar O'nu görebiliyordu. Bunun üzerine ashabtan bir kısmı O'na uyarak namaz kılmaya başladı. Sabah olunca bu yaptıklarını Resûlullah'a arz ettiler. Resûl-i Ekrem ikinci gece de kalkıp namaz kılmaya başladı. Bunu görenler yine O'na uyarak namaz kıldılar. Bu durum iki veya üç Qece devam etti. Fakat bundan sonra Resûlullah bir daha kalkıp namaz kılmadı, odasında kaldı. Sabah olunca ashâb-ı kiram bunun sebebini öğrenmek istediler. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdu: Gece namazının size farz kılınmasından korktum.[36]



Açıklama



İmam ile cemaat arasında duvar veya sütre bulunması şeklinde verilen bu başlık, bu durumda İmama uymanın mümkün olup olmadığını ele almaktadır. İmam Buhârî'nİn başlıkları kullanırken takip ettiği metottan anladığımız kadarıyla bu durumda olan bir imama uymak ona göre mümkündür. Mâlİkî mezhebinin görüşü de bu yöndedir. Çok farklı görüşlerin belirtildiği bu konuda zikredilen bir görüş de mescid ile diğer mekanların birbirinden ayırılması gerektiği doğrultusundadır.




81. Gece Namazı



730- Hz. Aişe şöyle demiştir:


"Resûlullah'ın saiuiâhu aieytıî ve gündüzleri sergi olarak kullandığı bir hasırı vardı. Bu hasırı geceleri iki duvar arasına gererek kendisine bir oda yapardı. Ashâb-ı kiram Resûlullah'ın basma üşüşür ve arkasında namaz kılarlardı.


731- Büsr İbn Saîd, Zeyd İbn Sâbit'in şöyle dediğini nakletmiştir:


"Resûlullah kendisine Ramazan'da bir oda yapmıştı. Ravi şöyle demiştir; Zannederim Zeyd, Resûlullah'ın bu odayı hasırdan oluşturduğunu söylemişti. - Bu odada birkaç gece namaz kıldı. Ashâb-ı kiram da tabi olarak namaz kılmaya başladılar. Resûlullah ashabının bu şekilde namaz kıldıklarını öğrenince artık namaz kılmaya kalkmadı. Ertesi günlerde ashabına şöyle buyurdu: Ben sizin yaptıklarınızı öğrenmiş bulunuyorum. Beni dinleyin ey insanlar, bundan böyle namazlarınızı evlerinizde küm. Çünkü farz namazlar (mektûbe) dışındaki namazların en faziletlisi kişinin evinde kıldığı namazdır.[37]




Açıklama



Resûlullah'm: "Çünkü farz namazlar (mektûbe) namazların en faziletlisi kişinin evinde kıldığı namazdır" hadisinin zahirî nafile namaz kapsamına giren bütün namazları içermektedir. Çünkü aeçen mektûbe kelimesi farz namazları anlatır. Ancak cemaatle k!İınrnası zorunlu olan ve sadece mescitte kıhnabilen tahiyyetü'l-mescid namaa, hadisteki genel ifadenin kapsamına girmez. Mektûbe edilen namazlar beş vakit kılınan farz namazlardır. Nezretmek herhangi bir ârizî sebebe bağlı olarak vacib olan namazlar mektûbe kapsarrlına girmez


İmam Nevevî şöyle demiştir: "Resûlullah ummetini nafjie namazları evde kılmaya teşvik etmiştir. Çünkü evde nafile namazlar sadece kul ile Allah arasında olacak kadar gizlidir ve uzaktır Ayrıca bu şekilde ev bereketlenir, o eve Allah'ın rahmeti iner ve geytanlar o eve yaklasamaz.




82. Namaza Tekbir Getirerek Başlamanın Gerekliliği



732- Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah bir defasında bindiği attan düşmüş ve sağ yanını incitmişti. Bu yüzden o gün bize namazlardan birisini oturarak kıldırmıştı. Biz de O'nun arkasında namazlarımızı oturarak kılmıştık. Resûl-i Ekrem Efendimiz namazı bitirip selâm verince şöyle buyurmuştu: imam kendisine uyulması için vardır; o ayakta namaz kılıyorsa siz de namazlarınızı ayakta kılın, o rükûya vardığında siz de rükû edin, o kalktığında siz de kalkın, o secde ettiğinde siz de secde edin, (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman siz (Rabbimiz, ve hamd sana mahsustur) deyin."


Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:


733- "Resûlullah bir defasında bindiği attan düşmüş ve yaralanmıştı. Bu yüzden bize oturarak namaz kıldırmıştı. Biz de O'nunla birlikte namazlarımızı oturarak kılmıştık. Resûl-i Ekrem Efendimiz namazı bitirince şöyİe buyurmuştu: İmam kendisine uyulması için vardır ya da imam kendisine uyulması İçindir tekbir getirdiğinde siz de tekbir getirin, o rükû'a vardığında siz de rükû edin, o kalktığında siz de kalkın, (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman siz (Rabbimiz, hamd sana mahsustur) deyin, o secde ettiğinde siz de secde edin."


734- Ebû Hureyre Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"İmam kendisine uyulması için vardır; o tekbir getirdiğinde siz de tekbir getirin, o rükû'a vardığında siz de rükû edin (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman (Rabbimiz, ve hamd sana mahsustur) deyin, o secde ettiğinde siz de secde edin, o oturarak namaz kılıyorsa siz de hep birlikte oturarak namaztartntzt kılın."



Açıklama



Konu başlığında geçen ^bil kelimesi namaza başlamak anlamına gelir. İmam Buhârî koymuş olduğu bu başlık ile Hz. Aişe'den nakledilen şu hadise işaret etmiş olmalıdır: "Resûlullah namaza tekbir getirerek başlardı." 85. bâbda nakledilen İbn Ömer hadisi de şöyledir: "Resûlullah'm namaza başlarken tekbîr lafzını kullandığını gördüm." İmam Buhârî bu iki hadisi namaza başlarken tekbir lafzı dışında - Allah'ı yüceltme anlamı taşısa bile herhangi bir ifadenin kullanılamayacağını göstermek İçin zikretmiştir. Zaten Ebû Yûsuf'un da muvafakat ettiği Alimlerin çoğunluğunun görüşü bu yöndedir. Hanefîler'den nakledilen görüş ise tekbir dışında Allah'ı yüceltme anlamı taşıyan tazim İfadelerinin tamamının namaza başlarken kullanılabileceği doğrultusundadır.


Çoğunluğun kabul ettiği görüşün delillerinden biri de Ebû Davud'un naklettiği Rifâa hadisidir: "Abdesti gereği gibi alıp ardından tekbir getirmediği sürece hiç kimsenin namazı tamam olmaz." Taberânî bu hadisi: ardından Allâh-u Ekber demediği sürece..." şeklinde nakletmiştir.


Not: Namaza başlarken tekbir getirmek (Allah-u Ekber demek) âlimlerin çoğuna göre namazın bir rüknü iken bunun rükün değil şart olduğu da söylenmiştir. Şart olduğunu söyleyenler ise Hanefîlerdir.


Uyarı: Namazda niyetin gerekliliği konusunda hiçbir görüş ayrılığı yoktur.




83. Namaza Başlamak Üzere Tekbir Getirirken Aynı Anda Ellerin De Kaldırılması



735- Salim İbn Abdullah babasının şöyle dediğini nakletmiştir:


"Resûlullah namaza başladığı zaman ellerini omuzları hizasında kaldırırdı. Rükû için tekbir getirdiğinde ve başını rükûdan kaldırıp doğrulunca aynı şekilde ellerini kaldırırdı ve (Allah kendisine hamd edenleri işitir. Rabbimiz, ve hamd sana mahsustur) derdi. Fakat secdelerde ellerini kaldırmazdı.[38]



Açıklama



Namaza başlarken ilk tekbirle birlikte ellerin de kaldırılması gerekir. Bununla ilgili olarak bazı âlimler şöyle demişlerdir: "Tekbir getirirken aynı anda elleri de kaldırmak cemaatten sağır olanların namaza başlandığını görmesini sağlar. Kör olanlar ise tekbir getirilince namazın başladığını anlarlar."


Tekbir getirirken aynı anda ellerin de kaldırılmasıyla ilgili olarak daha önce bası inceliklere ve hikmetlere değinmiştik. Burada bir kısmını tekrar etmek faydalı olacaktır: Elleri kaldırmak dünyayı elimizin tersiyle atıp bütün varlığımızla Allah'a kulluğa yönelmeyi simgeler. Elleri kaldırmak Allah'a tam anlamıyla teslim olduğumuzu ve boyun eğdiğimizi ifade eder; böylece Allah en büyüktür derken ellerimizi de kaldırarak sözümüzü fiilimizle tasdik etmiş oluruz. Elleri kaldırmak başlamakta olduğumuz eylemin, namazın ne kadar önemli ve yüce bir amel olduğunu gösterir.


Rebî şöyle demiştir: birgün İmam Şafiî'ye "Namazda elleri kaldırmanın anlamı nedir?" diye sordum bana şöyle dedi: "Cenâb-ı Hakkı yüceltmek ve Resulünün sünnetine bağlı olduğunu ifade etmek anlamına gelir." İbn Abdilberr, İbn Ömer'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Elleri kaldırmak namazın zinetidir." Ukbe İbn Amir şöyle demiştir: "Ellerin her kaldırılması için on sevap yazılır; her parmak için bir sevap vardır." İmam Nevevî Müslim şerhinde şunları söylemektedir: "Namaza başlarken tekbirle birlikte elleri kaldırmanın müstehap olduğu konusunda icma vardır... Bununla birlikte namazda gerek ilk tekbirle beraber gerek rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken getirilen tekbirle beraber elleri kaldırmanın mutlak surette gerekli olmadığı konusunda da icma bulunmaktadır. Dâvûd ez-Zâhirî'nin ilk tekbirde elleri kaldırmayı mutlak gereklilik olarak gördüğüne dair bir görüş rivayet edilmiştir. Mensubu bulunduğumuz Şafiî mezhebi âlimlerinden Ahmed İbn Seyyar da bu görüşü benimsemiştir."


Konuyla ilgili olarak serdedilen en tutarlı ve kabul edilebilir görüş İbnü'l-Münzir'e aittir: "ResûlulJah'ın namaza başladığında tekbir getirirken ellerini kaldırdığı konusunda Müslümanlar arasında hiçbir görüş ayrılığı bulunmamaktadır." İbn Abdilberr'in görüşü de aynı niteliktedir: "Alimler namaza başlarken elleri kaldırmanın caiz olduğu konusunda icma etmişlerdir." Ancak ilk tekbirde elleri kaldırmanın gerekli [39] olduğunu söyleyenler arasında Evzâî, İmam Buhârî'nin hocası Humeydî, Hâkim'in naklettiğine göre Şâfiîler'den İbn Huzeyme ve Kâdî Hüseyin'in naklettiğine göre Ahmed İbn Hanbel gibi alimleri sayabiliriz.


İbn Abdilberr şöyle demiştir: "İlk tekbirde elleri kaldırmanın gerekli (farz) olduğunu kabul eden âlimlerin hiçbiri eller kaldırılmadığı zaman namazın geçersiz olacağını söylememiştir. Sadece Evzâî ve Humeydî kendilerinden nakledilen bir rivayete göre bu durumda namazın geçersiz olacağını söylemişlerdir."


Hanefî âlimlerinden bir kısmının naklettiğine göre Ebû Hanife ilk tekbirde ellerini kaldırmayan kişinin günahkâr olacağını söylemiştir.






84. Namaza Başlarken, Rükûya Giderken Ve Rükûdan Doğrulurken Tekbir Getirilince Elleri Kaldırmak



736- Abdullah İbn Ömer şöyle demiştir:


"Resûlullah'm namaza başladığında ellerini omuzlan hizasına kadar kaldırdığını gördüm. Tekbir alıp rükûya giderken ve rükûdan başını kaldırıp (Allah kendisine hamd edenleri işitir) diyerek doğrulurken de aynı şekilde ellerini kaldırırdı. Fakat secdelerde bunu yapmazdı."


737- Ebû Kılâbe'den nakledildiğine göre kendisi bir gün Mâlik İbn Hu-yeyris'i namaz kılarken görmüştü. Mâlik namaza başlamak üzere tekbir getirdiğinde, rükûya giderken, rükûdan başını kaldırıp doğrulurken ellerini kaldırmış ve Resûlullah'm da aynı şekilde namaz kıldırdığını söylemişti.




Açıklama



İmam Buhârî bu konuyla ilgili olarak müstakil bir cüz [40] telif etmiştir. Söz konusu telifinde Hasan-ı Basrî ile Humeyd İbn Hilal'den ashâb-ı kiramın bu şekilde ellerini kaldırdıklarını nakîetmiştîr.


İmam Buhârî şöyle demiştir: "Hasan-ı Basrî ashabın namazda ellerini kaldırdıklarını söylerken onlardan hiçbirini istisna etmemiştir.


İbn Abdilberr: "Rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken ellerini kaldırmadıkları nakledilen herkes hakkında bunu yaptıklarına dair rivayetler de nakledilmiştir. Sadece Abdullah İbn Mesud'dan elini kaldırdığına dair bir rivayet nakle-dilmemiştir" demektedir.


Muhammed İbn Nasr el-Mervezî şöyle der: "Kûfeliler hariç diğer şehirlerde yaşayan bütün âlimler rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken elleri kaldırmanın meşruiyeti konusunda icma etmişlerdir.


İbn Abdilberr şöyle demiştir: "İbnü'l-Kâsım dışında hiç kimse İmam Mâlikten bu iki durumda ellerin kaldırılmaması gerektiğine dair bir görüş rivayet etmemiştir.


Bizim (Şâfiîlerin) kabul ettiğimiz görüş Abdullah İbn Ömer hadisine dayanarak ellerin kaldırılması gerektiği yönündedir. İbn Vehb ve diğerlerinin İmam Mâlikten naklettikleri görüş de budur. Tirmizî de Mâlikten ellerin kaldırılması gerektiği dışında bir görüş nakletmiş değildir. Hattâbî ve bu konuda onun görüşünü sürdüren Kurtubî, bu görüşün İmam Mâlikten nakledilen en son ve en doğru görüş olduğunu söylemişlerdir. Ben İbnü'l-Kâsim'dan nakledilen görüş dışında Mâlikîler'in ellerin kaldırılmaması gerektiğine dair bir iddialannm olduğunu görmedim.


Hanefîler'in bu konudaki dayanakları ise Mücâhidten nakledilen bir rivayettir. Bu rivayete göre Mücahid bir defasında İbn Ömer'in arkasında namaz kılmış ve onun ellerini kaldırdığını görmemiştir. Ancak bu rivayetin senedinde problem bulunmaktadır. Çünkü bu rivayetin senedinde bulunanlardan Ebû Bekir İbn Ayyaş ömrünün sonlarına doğru hafıza problemleri yaşamış ve kendisinde unutkanlık baş göstermiştir.


Bu rivayetin sahih olan yolu ise Salim, Nâfi' ve başka raviler aracılığıyla gelmiş olanıdır. İki bâb sonra Nâfi' tarafından nakledilen rivayete yer vereceğiz. Fakat daha fazla kişi tarafından nakledilen rivayetler her zaman için tek kişinin rivayetinden üstündür. Özellikle de çoğunluğun nakli bir davranışın varlığını olumlarken (isbât), tek kişinin rivayeti söz konusu davranışın varlığını olumsuz-luyorsa (nefy) isbat eden rivayet tercih edilir.


Bununla birlikte bu farklı iki rivayet arasındaki çelişkiyi cem [41] yoluyla gidermek mümkündür. Buna göre Abdullah İbn Ömer ellerin kaldırılmasının vacip olmadığı görüşündedir ve bazen tekbirlerle birlikte ellerini kaldırdığı halde bazen kaldırmamıştır.


Ellerin kaldırılmaması gerektiğine dair görüşün zayıf olduğunu gösteren delillerden bîri de İmam Buhârî'nin ellerin kaldırılması hakkında telif ettiği kitapçıkta İmâm Mâlik'ten naklettiği Abdullah İbn Ömer'in davranışıdır; İbn Ömer namaz kıldığında rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken ellerini tekbirle birlikte kaldırmayan birisini görürse onu küçük çakıl taşları atarak uyarırdı.


Hanefîler'in delillerinden birisi de Ebû Davud'un Abdullah İbn Mesud'dan naklettiği şu rivayettir: "Resûlullah'm namaz kılarken başlama tekbirinde ellerini kaldırdığını ve daha sonraki tekbirlerde bunu tekrar etmediğini gördüm."


İmam Şafiî bu hadisin sabit olmadığını söyleyerek reddetmiş ve şöyle demiştir: "Eğer bu rivayet sabit olsa bile ellerin kaldırılmasının gerektiğini belirten rivayet, bir davranışın varlığını ortaya koyduğu için (müsbit), bu davranışın var olmadığını söyleyen rivayete (nâfî) tercih edilir."


İmam Buhârî ellerin kaldırılmasıyla ilgili olarak hazırladığı kitapçıkta Abdullah İbn Ömer'den naklettiği bu rivayetin ardından hocası Ali İbnü'l-Medînî'nin "İbn Ömer'den nakledilen bu hadis dolayısıyla bütün müslümanlarm rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken ellerini kaldırmaları bir yükümlülüktür" şeklindeki sözüne yer vererek şöyle demiştir: "Ali İbnü'l-Medînî yaşadığı dönemdeki en büyük âlim idi."


Hanefîler'den bazılarının elleri kaldırmak namazı bozar şeklindeki görüşleri ise buna tam anlamıyla zıttır.


Sonraki dönem (müteahhirûn) Mağrib âlimlerinin bir kısmına göre elleri kaldırmak bid'attir. İmam Buhârî ellerin kaldırılmasıyla ilgili kitapçığında şöyle demiştir: "Ellerin kaldırılmasının bid'at olduğunu söyleyenler ashâb-ı kiramı töhmet altında tutmakta ve onlara karşı çıkmaktadır. Çünkü onlardan hiç birinin elleri kaldırma fiilini terk ettiklerine dair sabit bir rivayet yoktur. Ayrıca ellerin kaldırılmasıyla ilgili rivayetlerin senedlerinden daha sağlam senedler de bulunmamaktadır."


Her şeyin en doğrusunu sadece Allah bilir. İmam Buhârî, on yedi sahabeden ellerin kaldırılmasıyla ilgili rivayetlerin nakledildiğini belirtmiştir.


Fakat secdelerde bunu yapmazdı ifadesi secdelere giderken ve secdelerden doğrulurken ellerin kaldırılmaması gerektiğini gösterir. Dolayısıyla secdelerden ikinci rekata, dördüncü rekata ve teşehhüdlere kalkarken de ellerin kaldırılmaması gerektiğini kapsamına alır. Yani namazda ellerin kaldırılması ilk tekbir, rü-kû'a gidiş ve rükûdan doğruluş ile sınırlıdır.




85. Eller Nereye Kadar Kaldırılır?



Ebû Humeyd şöyle demiştir: "Resûlullah ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı."


738- Abdullah İbn Ömer şöyle demiştir:


"Resûlullah'm Halisi namaza tekbir getirerek başladığını gördüm. Tekbir getirdiği anda ellerini de omuzlan hizasına kadar kaldırmıştı. Tekbir alıp ükûya giderken ve rükûdan başını kaldırıp (Allah kendisine ıamd edenleri işitir) diyerek doğrulurken de aynı şekilde ellerini kaldırırdı ve (Rabbİmiz, ve hamd sana mahsustur) derdi. Fakat secde ederken ve ;ecdeden başını kaldırırken bunu yapmazdı."



Açıklama



İmam Buhârî'nin kullandığı bu konu başlığına baktığımızda ellerin omuzlara tadar kaldırılması gerektiği görüşünü çok kesin bir şekilde dile getirmediğini görürüz. Zira İmam Buhârî'nin bâb başlıklarını koyarken takip ettiği metod; ihti-aflı konularda kendisine göre daha güçlü olan delile dayanarak kesin ifadeler pullanmaktır. Halbuki burada böyle bir yola başvurmamıştır. Fakat bâb başlığı altında sadece ellerin omuzlara kadar kaldırılmasını ifade eden rivayete yer için onun da bu görüşü tercihe şayan bulduğunu anlamaktayız.


İmam Şafiî'nin de aralarında bulunduğu âlimlerin çoğunluğuna göre eller [omuzlara kadar kaldırılır.



Not



Ellerin kaldırılması konusunda erkeklerle kadınlar arasında fark bulunduğunu gösteren bir delil vârid olmamıştır. Ancak Hanefiler'e göre erkeklerin ellerini kulaklarına kadar kaldırması gerekirken, kadınlar omuzlan hizasına kadar kaldırırlar. Çünkü ellerin omuzlara kadar kaldırılması kadınlar için daha koruyucu ve daha uygun bir yoldur. Her şeyin en doğrusunu sadece Allah bilir.




86. İlk İki Rekatı Kılıp Teşehhüdden Kalkarken Elleri Kaldırmak



739- Nâfi' şöyle demiştir: "Abdullah İbn Ömer namaza başlarken tekbir getirir ve ellerini kaldırırdı. Rükû'a giderken, (Allah kendisine hamd


edenleri işitir) deyip doğrulurken ve ilk iki rekatı kılıp kalkerken ellerini kaldırırdı. Abdullah İbn Ömer Resûlullah'ın da böyle hareket ettiğini söylemişti."



Açıklama



İmam Buhârî şöyle demiştir: "Başta Abdullah İbn Ömer ve Hz. Ali olmak üzere on küsur sahabeden nakledilen ilk iki rekattan kalkarken de eller kaldırılır' şeklindeki rivayetler sahihtir ve daha önceki rivayetlerde geçen rükû ve rükû sonrası tekbirlerde ellerin kaldırılmasına ek bir hüküm (ziyâde) İçermektedir. Aslında bu sahâbîler tek bir namazın değil, pek çok namazın kılmışın! naklet-mişlerdir. Bu rivayetlerin bir kısmı ise bazen diğerlerinde olmayan fazlalıklar ve ek hükümler içermektedir. İlim ehlinin naklettiği rivayette geçen ek bilgi ve bu bilgiye dayalı hüküm ise kabul edilir.


İbn Battal şöyle demiştir: "Ellerin kaldırılmasını kabul edenlerin ikinci rekât kılınıp teşehhüdden kalkılırken ellerin kaldırılması hükmünü İçeren ziyadeyi de kabul etmesi gerekir.


Hattâbî şöyle demiştir: "İmam Şafiî bu hükmü kabul etmemiştir. Ancak onun bizzat koyduğu kurallar gereğince ziyâde içeren hükmü kabul etmesi gerekirdi.


İbn Huzeyme şöyle demiştir: "İmam Şafiî bu hükmü zikretmiş olmasa da ikinci rekattan kalkarken elleri kaldırmak sünnettir. Zira bu hükmü İçeren rivayetin senedi sahihtir. Zaten İmam Şafiî 'bir konuda sünnet varsa sünneti esas alın ve benim görüşümü atın gitsin' demiştir.




87. Kıyamda Sağ Eli Sol Elin Üstüne Koymak



740- Sehl îbn Sa'd şöyle demiştir:"Ashâb-ı kiramın erkeklerine namaz kılarken kıyamda sağ ellerini sol kollarının (zira') üstüne koymaları emredilmişti." Ebû Hâzim de şöyle demiştir: "Sehl'in bunu kesinlikle Resûlullah'a isnâd ettiğini biliyorum."



Açıklama



"Ashâb-ı kiramın erkeklerine emredilmişti" ifadesi bu rivayetin merfû olduğunu gösterir. Zira onlara emredebilecek olan sadece Resûlullah'tır. Sehl Ibn Sa'd sol kollarının (zira') üstüne ifadesini kapalı bırakmış ve ellerin vücûdun neresine konacağını açıklamamıştır. Fakat İbn Huzeyme'nin Vâil'den naklettiği bir hadise göre Vâil ellerini göğsünün üzerine koymuştur. Ziyâdâtü'l-Müsnedde nakledildiğine göre Hz. Ali ellerini göbeğinin altında bağlardı. Ancak bu rivayetin senedi zayıftır.


Alimler şöyle demişlerdir: "Namazda ellerin bu şekilde bağlanmasının hikmeti, hiçbir varlığı olmayan bir dilenci edası ile Allah'tan istemektir. Elleri bağlamak boş işlerle ilgilenmeyi çok güçlü bir şekilde engelleyen ve huşû'un daha çabuk kazanılmasını sağlayan bir tavırdır. İmam Buhârî'nin bundan sonraki bölümde huşu' konusunu ele almış olması bu hikmete işaret etme amacı taşıyor olabilir.


Bu hadisle ilgili inceliklerden biri de âlimler tarafindan şöyle ifade edilmiştir: "Kalp niyetin yeri ve. mahallidir. Bir kimse çok değerli bir varlığını korumak istiyorsa onu ellerinin altında sıkı sıkı tutar."


İbn Abdilberr şöyle demiştir: "Resûlullah'tan bu konuda farklı bir rivayet gelmemiştir. Sahabe ve tâbiûn âlimlerinin çoğunun görüşü de bu doğrultudadır. İmam Mâlik'in Muvatta'ında zikrettiği görüş de budur."




88. Namazda Huşu



741- Ebû Hüreyre Resûlullah'm şöyle buyurduğu nakletmiştir:


"Siz burada benim kıblemi görüyor musunuz? Allah'a yemin ederim ki, sizin rükünüz da huşûunuz da bana gizli kalmaz. Ben sizi arkamdan da görürüm."


742- Enes İbn Mâlik Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


'Rükû' ve secdeyi tam anlamıyla yerine getirin. Allah'a yemin ederim ki, siz rükû' ve secde ettiğiniz zaman ben sizi arkamdan da görürüm."




Açıklama



Huşu' kalbî olduğu gibi bedenî de olabilir. Haşyet gibi kalbî fiiller i!e tam anlamıyla konsantre olup hiç kımıldamamak gibi bedenen yapılan fiiller, huşu kelimesi ile ifade edilir. Fahrüddin er-Râzî'nin tefsirinde naklettiği gibi bazı âlimlere göre huşû'un her iki yönünü de dikkate almak ve gerçekleştirmek gerekir.


Alimlerden birisinin huşu' tarifi şöyledir: "Huşu' kişinin iç dünyasında var olan manevî bir özelliktir. Bu özellik sayesinde kulun bedeninde ibadetin maksat ve tabiatına uygun bir sükûnet ve vakar hakim olur."


Hâkim'in tahric ettiği "Huşu' kalptedir" hadisi, huşû'un kalbin bir ameli olduğunu gösteren bir delildir.


İmam Buhârî'nin koyduğu başlık ile Enes İbn Mâlik'ten naklettiği rivayet arasında bir ilişki kurulamadığı için bir anlama problemi ortaya çıkmaktadır. Zira başlık huşu' konusunu anlattığı halde Enes hadisinde bu konu işlenme inektedir. Başlık ile rivayet arasındaki bu ilişkiyle ilgili olarak şu açıklama yapılmıştır: "İmam Buhârî bu rivayeti naklederek huşû'un âzâlarm kımıldamadan sükûnet içinde kalmasıyla elde edilebileceğine işaret etmek istemiştir. Çünkü kişinin davranışları ve görünen hareketleri, iç dünyasının ve özünün tercümanıdır.


Beyhakî sahih bir senedle Mücâhid'in: "Abdullah İbnü'z-Zübeyr namaza durduğu zaman adeta yere çakılmış bir kazık gibi hareketsiz kalırdı" dediğini nakletmiş ve Hz. Ebû Bekir'in de aynı şekilde namaz kıldığını aktarmıştır. İşte bazı âlimler namazda huşû'un ne demek olduğunu bu rivayetlerin bize gösterdiğini söylemişlerdir.


İmam Nevevî, huşû'un farz olmadığı konusunda icma bulunduğunu nak-letmiştir. İbn Battal şöyle demiştir: "Bir kimse namazda huşû'a ermek farzdır diyecek olursa kendisine şu cevabı verebiliriz; Huşû'un farz olan miktarı kişinin kalbini ve niyetini tam olarak namaza ne kadar verebildiğine bağlıdır. Sadece Allah rızasını gözeterek namaza yönelebilmek kişiden kişiye değişir; kişinin zihnine, gönlüne takılan farklı ve anlık düşüncelerden tamamen kurtulabilmesi mümkün değildir." Buna göre huşû'un farz olan miktarı kişinin kendisini namaza ne kadar verebildiğine bağlıdır, bundan fazlası şart koşulmuş değildir.


Resûlullah burada ashabını namazda huşû'u kazanabilmeleri için uyarmış ve onlardan dikkatli davranmalarım istemiştir. Bunu sağlayabilmek için de onları gördüğünü söylediği halde 'Allah sizi görüyor, bu yüzden ıamazlarınızı dikkatli kılın!" şeklinde bir uyanda bulunmamıştır. Bu durum Cibril ıadisinde, "Allah'a adeta O'nu görüyormuş gibi ibadet et; her ne kadar sen O'nu jörmesen de O seni görmektedir" şeklinde geçen ihsan makamını anlatmaktadır.- İşte Resûlullah'rn bu tutumunun hikmetiyle ilgili olarak şunlar söylenmiştir:


"Huşu' içinde olmanın gerekliliği Resûlullatfın onları görüyor olmasına bağlanmıştır. Zira bu duyguyla hareket eden bir kimse Allah'ın kendisini gördüğünü hissetme makamına yani asıl maksada ulaşacaktır. Zira onlar Resûlullah'm kendilerini gördüğünü düşünerek namazlarını en güzel şekilde kıldıklarında Allah'ı murakabe ederek namaz kılmanın hazzma ereceklerdir. Ayrıca Resûl-i Ekrem Efendimiz kıyamet günü ümmeti hakkında şahitlik edecektir. İşte ashâb-ı kiram Resûlullah'ın kendilerini gördüğünü bildiklerinde namaz ve ibadetlerinde daha titiz davranacaklardır ki, Resûlullah kıyamet gününde onların namazlarını ve ibadetlerini en güzel şekilde yerine getirdiklerine şahitlik etsin."




89. Namaza Başlama Tekbirinden Sonra Ne Okunur



743- Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah Hz. Ebû Bekir ve Ömer maza Fatiha sûresi ile başlarlardı."


744- Ebû Zür'a Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini nakletmiştir:


"Resûlullah «ıiaiıahu n-syn w seiie:-, tekbir ile kıraat arasında bir süre Ravi şöyle demiştir; sanırım kısa bir süre demişti - ara verip susardı. Bir defasında; Anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü, tekbir ile kıraat arasında sustuğunuzda ne okuyorsunuz? diye zât-ı âlilerine sordum. Bana şöyle cevap verdi duayı okuyorum; Allahım, doğu ile batı arasını nasıl birbirinden uzak-laştırdıysan benimle hatalarım arasını da öylece uzaklaştır. Allahım, beyaz bir elbise kirlerinden nasıl arındırılırsa beni de hatalarımdan öylece arındır. Allahım, hatalarımı su ile, kar ile ve dolu ile yıka"



Açıklama



Fatiha sûresi ile başlarlardı ifadesi namazda kıraate Fatiha sûresi ile başlarlardı anlamına gelir. Zaten İbnü'l-Münzir başta olmak üzere bazı âlimler ve "imamın arkasında bulunan cemâatin kıraati" adlı risalesinde İmam Buharı bu hadisi şöyle rivayet etmişlerdir: "Kıraate Fatiha sûresi ile başlarlardı."


"Namaza Fatiha sûresi ile başlarlardı" İfadesi Resûlullah Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in Fâtiha'dan önce gizli olarak besmele çekmedikleri anlamına gelmez. Ebû Hureyre yukarıdaki rivayette de görüldüğü gibi kıraatin başında Resûlullah'm susmasını mutlak olarak zikretmiştir. Şu'be'den nakilde bulunan raviler arasında hadisin lafzı konusunda ihtilaf bulunmaktadır; Kimisi "Kıraate Fatiha sûresi ile başlarlardı" şeklinde, kimisi de "Onlardan hiçbirinin besmele çektiğini işitmedim" şeklinde rivayet etmişlerdir. Bu son rivayeti İmam Müslim de tahric etmiştir. İbnü'î-Münzir'in, Câbir Şu'be Katâde senediyle naklettiği rivayet ise daha açıktır. Buna göre Katâde şöyle demiştir: "Enes İbn Mâlik'e; 'Kişi namaz kılarken besmele okur mu?' diye sorduğumda bana şu cevabı verdi; Ben Resûlullah Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in arkasında namaz kıldım. Fakat onlardan hiçbirinin besmeleyi okuduğunu işitmedim."


Ebû Hureyre'nin anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü şeklindeki sözü, bu ifadeyi kullanmanın caiz olduğunu gösterir. Bazıları ise bunun sadece Resûlullah'a has olduğunu iddia etmişlerdir.


"Beni de hatalarımdan öylece arındır duası günahların giderilip yok edilmesi ve etkilerinin silinmesi anlamında bir mecazdır.


Bu hadis İmam Mâlik'ten nakledilen meşhur görüşünün aksine tekbir ile kıraat arasında dua etmenin meşru olduğunu göstermektedir.


Tekbir ile kıraat arasında okunabilecek dualardan biri de İmam Şafiî ve İbn Hüzeyme'nin tahric ettikleri hadiste geçen "Yüzümü beni yaratana döndürdüm.. duasıdır. İmam Şafiî bunu el-Ümm adlı eserinde esas kabul etmiş ve bu hadise dayanarak namazda Kur'an'dan olmayan duaların okunabileceğini söylemiştir. Hanefîler İse bunu kabul etmezler.


Bu bâb başlığı altında nakledilen rivayetler ashâb-ı kiramın Resûlullah'm her halini öğrenmek için ne kadar titiz davrandıklarını göstermektedir. Zira O'nun hareketlerini, herhangi bir harekette bulunmadan durmasını, sessizliklerini ve açığa vurduğu ifadeleri bile takip etmişlerdir. Zaten Allah Teâlâ dinini onlar vasıtasıyla korumuştur.



90. (Güneş Tutulması Namazı) [42]



745- Esma binti Ebû Bekir şunları nakletmiştir:


"Resûlullah bir güneş tutulması namazı kıldırmıştı. Kıyama durdu ve kıyamı epey uzattı. Sonra rükû etti ve rükûda oldukça uzun kaldı. Sonra doğruldu ve bu şekilde yine uzunca bir süre bekledi. Sonra yeniden rükû etti ve bu rükûda da epey bekleyip doğruldu. Sonra secdeye gitti ve secdede uzun bir süre bekleyip doğruldu. Sonra yeniden secde etti ve secdeyi oldukça uzun tuttu. Sonra kalktı ve kıyamda uzun bir süre bekledi. Sonra rükû etti ve rükûda oldukça uzun kaldı. Sonra doğruldu ve bu şekilde yine uzunca bir süre bekledi. "Sonra yeniden rükû etti ve bu rükûda da epey bekleyip doğruldu. Sonra secdeye gitti ve secdede uzun bir süre bekleyip doğruldu. Sonra yeniden secde etti ve secdeyi oldukça uzun tuttu. Sonra namazdan çıktı ve şöyle buyurdu: "Cennet bana öylesine yaklaştınldi ki ona doğru gidebiiseydim oradaki meyve dallarından devşirip sîze getirebilirdim. Ardından cehennem bana yaklaştırıldı ve ben 'Ey Allahım ben onlarla beraberken mi cehennemi yaklaştırıyorsun?' dedim. O sırada bir kadın gördüm. Bu kadını bir kedi tırmalayıp duruyordu. 'Bu kadının hali ne böyle?' diye sorduğumda bana: 'Gördüğün o kadın bu zavallı kediciği hapsetmişti; ne karnını doyuruyor ne de kendi yakaladıklarıyla beslenebilmesi için salıveriyordu. Sonunda bu kedi açlıktan öldü' dediler.[43]




91. Cemaatin Namazda İmama Bakması



Hz. Aişe şöyle demiştir: "Resûlullah güneş tutulması namazında şöyle buyurmuştu; Sizler benim geri çekildiğimi gördüğünüz anda ben de cehennemin bir kısmının diğer kısmını parçaladığını gördüm."


746- Ebû Ma'mer şöyle demiştir: "Habbâb'a, 'Resûlullah öğle ve ikindi namazlarında (Kur'an) okur muydu?' diye sorduğumuzda bize 'evet' diye cevap vermişti. Biz 'Peki siz O'nun okuduğunu nasıl arılıyordunuz?1 diye tekrar sorunca şöyle demişti: 'Sakalının oynamasından.[44]


747- Bir gün Abdullah İbn Yezîd hutbe verirken şöyle demişti: "Asla yalancılardan olmayan Berâ bize şunu anlatmıştı (tahdîs); Biz Resûiullah ile birlikte namaz kıldığımız zaman, zât-ı âlîleri rükûdan başını kaldırıp doğrulduğunda O'nun beklerdik."


748- Abdullah İbn Abbâs şöyle demiştir:


"Bir defasında Resûlullah zamanında güneş tutulmuştu.


Bunun üzerine Resûlullah bir namaz kıldırdı. Ashâb-ı kiram Resûlullah'a Ey Allah'ın Resulü, namazda İken bulunduğunuz yerde bir şey almak üzere elinizi uzattınız ama sonra sizin geri çekildiğinizi gördük?!' deyince Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: Ben cenneti gördüm ve oradan bir salkım meyve almaya yellendim. Şayet onu alsaydım dünya var olduğu sürece bunu yiyebilecektiniz."


749- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:


"Bir gün Resûlullah bize namaz kıldırdı ve sonra minbere çıkıp eliyle mescidin kıble tarafına işaret ederek şöyle buyurdu; 'Şu anda, size namazı kıldırdığım andan itibaren, cennet ve cehennemi işte şu kıble tarafındaki duvarda capcanlı bir şekilde gördüm. Hayır ve şer ile ilgili hususlarda bugün gördüğüm gibi bir manzara daha önce hiç görmemiştim.' Resûlulİah üç kere tekrar etmişti."



Açıklama



Cemaatin namazda imama bakması ile ilgili olarak Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Cemaatin namazda imama bakması ona tam anlamıyla uyma amacı taşır. Şayet cemaatten bir kimse sağa sola kafasını evirip çevirmeden imamı gözetleyebiliyorsa bu namazını doğru ve güzel kılmasını sağlar."


ibn Battal şöyle demiştir: "Bu rivayet, namaz kılan bir kimse kıble yönüne doğru bakar diyen İmam Mâlik için bir delil teşkil eder."


İmam Şafiî ve Kûfe'li âlimler namaz kılan bir kimsenin secde ettiği yere bakmasının müstehap olduğu görüşündedir. Çünkü bu, namazda huşû'u yakalamak bakımından daha güzel bir yoldur.




92. Namazda İken Göğe Bakmak



750- Enes îbn Mâlik Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"Ne oluyor bazı kimselere ki, namaz kılarken gözlerini gökyüzüne dikiyorlar!?" Peygamber Efendimiz bunu öylesine sert ve şiddetli bir şekilde söylemişti ki sonunda şöyle buyurdu: 'Ya bundan vazgeçerler ya da gözleri alınır."



Açıklama



ibn Battal şöyle demiştir; "Namazda iken gözleri gökyüzüne dikmenin mekruh olduğu ve hoş karşılanmadığı konusunda âlimler görüş birliği içindedirler (yani bu konuda icma vardır). Fakat namaz dışında dua ederken gözleri göğe çevirmek konusunda farklı yorumlar yapılmıştır ; Şurayh ve bazı alimlere göre bu da mekruhtur ancak alimlerin çoğuna göre dua ederken gözleri gökyüzüne çevirmekte herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü Kabe nasıl namazın kıblesi ise, gökyüzü de duanın kıblesidir.[45]



93. Namazda Başı Sağa Sola Çevirmek



751- Hz. Aişe şöyle demiştir:


"Resûlullah'a namazda iken başı sağa sola çevirmenin hükmünü sordum. Bana şu cevabı verdi: Bu şeytanın, kutun namazından bir kısmını kapıp aştrmasıdır.[46]


752- Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah bir gün üzerinde nakışlar bulunan siyah bir elbise ile namaz kılmıştı. Namazdan sonra elbisesini çıkarıp şöyle buyurdu; Bu elbisenin naktşları namazda dikkatimi çekti ve beni meşgul edip namazdan alıkoydu. Atm bunu Ebû Cehm'e götürün ve bana nakışsız yün bir aba getirin!"




94. Namaz Kılan Bir Kimse Başına Gelen Bir Hadise Dolayısıyla Veya Bir Şey Ya Da Kıble Tarafında Balgam Vs. Görünce Başını Sağa Sola Çevirebilir Mi?



Sehl şöyle demiştir: "Ebû Bekir başını çevirdi ve Resûlullah'ı gördü."


753- İbn Ömer'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah ashâb-ı kiramın önünde namaz kıldırırken mescidin kıble tarafına bulaşmış bir balgam gördü ve mübarek elleriyle onu kazıyıp temizledi ve sonra namazdan çıktığında şöyle buyurdu; Sizden biri namaz kılarken kıbleye döndüğünde karşısında Allah'ın bulunduğunu aklından çıkarmasın. Bu yüzden içinizden hiç kimse namazda iken yöneldiği kıble tarafına asla tükürüp sümkürmesin!"


754- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:


"Müslümanlar sabah namazını kıldıkları sırada beklemedikleri bir anda Resûlullah aniden yanlarına çıkageldi. Resûlullah hasta iken Hz. Aişe'nin odasında bulunuyordu ve bir gün odanın Örtüsünü kaldırıp saflar halinde namaza durmuş olan ashabına baktı. Onları bu şekilde görünce sevincinden tebessüm buyurup güldü. Bunu fark eden Hz. Ebû Bekir Resûlullah'ın odasından çıkıp namazı kıldırmaya gelmek istediğini düşünerek ilk safa doğru geri geri çekilmeye başladı. Bunun üzerine ashâb-ı kiram da namazlarını bozmaya yeltendiler. Fakat Resûlullah namazlarınızı tamamlayın, sakın bozmayın anlamında işaret buyurup örtüyü indirdi. İşte Resûl-i Ekrem Efendimiz o günün sonunda vefat etti."



Açıklama



Bâb başlığında kullanılan ifadenin zahirine .baktığımızda kıble tarafında iba esinin balgam ile bağlantılı olduğunu görürüz. Fakat bir şey kelimesi bundan iaha gene! bir anlam ifade etmektedir. Bâb başlığında zikredilen hususların ortak noktası şudur: Bunlar namazda huşû'un oluşmasını engelleyen düşünce-ere sevk eder. Buna göre namazda başı sağa sola çevirmek şer'î bir mazeret namaza zarar verir ama bunu gerektiren bir ihtiyaç söz konusu ise .arar vermez.


"Mübarek elleriyle onu kazıyıp temizledi ve sonra namazdan çıktığında şöyle buyurdu" cümlesinden ilk anlaşılan manaya baktığımızda Resûlullah'ın balgamı namaz kılarken kazıdığını anlarız.


Bâb başlığının rivayetle ilişkisi hakkında İbn Battal şöyle demiştir: "Ashâb-ı kiram Resûlullah'ın örtüyü kaldırdığını görünce başlarını O'na doğru çevirmişlerdi. İşte başlıkla rivayet arasındaki uyum onların bu davranışlarında ortaya çıkmaktadır. Nitekim Enes İbn Mâlikin "Fakat Resûlullah namazlarınızı tamamlayın, sakın bozmayın anlamında işaret buyurup örtüyü indirdi" şeklindeki ifadesi onların namaz kılarken başlarını Resûlullah'a çevirdiklerini göstermektedir. Zira başlarını çevir meşelerdi Resûlullah'ın işaretini görmeleri mümkün olmazdı."


Hz. Aişe'nin odasının mescidin sol tarafında bulunması da ashabın başlarını çevirdiklerini gösterir. Çünkü bu odada bulunan bir kimsenin işaretini görebilmek için o tarafa bakmak ve başı çevirmek gerekir.


Resûlullah onlara namazda böyle davrandıkları için namazlarını iade etmelerini emretmemiş, aksine namazlarınızı tamamlayın anlamında işaret buyurarak bu davranışlarını onaylamıştır (takrir). Her şeyin en doğrusunu sadece Allah bilir.




95. İmamın Ve Cemaatin Bütün Namazlarda -Yolculukta Ve Mukim İken Kılınan Namazlar İle Gizli Ve Açık Okunan Namazların Hepsinde (Kuran) Okumasının Gerekliliği



755- Câbir İbn Semure şöyle demiştir:


"Kûfeliler Sa'd İbn Ebû Vakkâs'ı Hz. Ömer'e şikayet ettiler. - Uz. Ömer de onu görevden alıp yerine Ammâr İbn Yâsir'İ tayin etmişti. - Kûfeliler Sa'd'ı şikayet ederken işi o kadar ileri götürmüşlerdi ki onun namazı iyi kıldıramadığmı söylüyorlardı. Bunun üzerine Hz. Ömer Sa'd'a bir elçi gönderdi. Elçi Sa'd'in yanma varınca şöyle dedi; 'Ebû İshâk! Halk senin namazı iyi kıldıramadığmı iddia ediyor.' Buna karşılık Sa'd'm cevabı şöyle oldu; 'Beni mi şikayet ediyorlar, sanırım şimdi söz sırası bana geldi. Alİah'a yemin ederim ki, ben onlara Resûlullah. nasıl namaz kıldırdıysa öyle namaz kıldırıyorum, asla O'nun kıldırmış olduğu namazdan bir şey eksiltmiyorum; yatsı - veya öğle ve ikindi namazlarını [47] kıldırırken ilk iki rekatta kıraati biraz uzatıyorum ve kıyamda fazla duruyorum ancak son iki rekatı kısa kıldırıyorum.' Hz. Ömer'in elçisi; 'Zaten onların senin hakkındaki şikayetleri de bundan kaynaklanıyor fakat biz senin söylediğin gibi doğru davrandığını düşünüyorduk, Ey Ebû İshak' dedi.


Hz. Ömer, Sa'd'm yanma bir adam göndermişti. Bu şahıs Sa'd ile birlikte Kûfe'deki mescidleri geziyor ve halkın onun hakkındaki düşüncelerini öğrenmeye çalışıyordu. Kûfe'de uğramadıkları mescid kalmadı. Herkese Sa'd'ı soruyor ve halk da ondan sitayişle bahsediyor, övgülerde bulunuyordu. Sonunda Benû Abs mescidine girdi ve oradakilere de Sa'd'ı sordu. Mescidde bulunanlardan Üsâme İbn Katâde (künyesi Ebû Sa'de'dir) adında birisi kalkıp şöyle dedi; 'Bize-Sa'd'ı mı soruyorsunuz? Size onu anlatayım; o cihada giden birliklere katılmaz, istihkakımszı eşit şekilde paylaştırmaz ve herhangi bir dava hakkında hüküm (karar) verirken adil davranmaz.' Bunun üzerine Sa'd şunları söyledi; 'Söz sırası sanırım bana geldi. Ben sadece şu üç bedduayı etmekle yetinececeğim; Allah'ım, eğer bu kulun yalan söylüyorsa, gösteriş ve şöhret düşkünü biri olduğu için halk arasında anılmak arzusuyla bunu yapıyorsa onun ömrünü uzat, fakirliğini çoğalt ve kendisini fitnelere, çeşitli musibetlere düşür.


Üsame daha sonraki yıllarda halini soranlara şöyle cevap verirdi: 'Ne olsun, beli bükülmüş ve ağır fitnelere düşmüş yaşlı bir adamım İşte. Sa'd'm bana ettiği beddua tam yerini buldu.


Bu rivayeti Cabir İbn Semure'den nakleden Abdülmelik İbn Umeyr şöyle demiştir; 'Ben bu Üsâme denen adamı gördüm. Yaşlılıktan kaşları sarkmış ve gözlerini örtmüştü; yoldan geçen cariyelere sarkıntılık ediyor ve onları çimdikle-meye çalışıyordu.[48]


756- Ubâde İbn es-Sâmit Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"Kuranın ilk sûresi olan Fâtihatül-Kitâprı okumayan bir kimsenin namazı olmaz."


757- Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Birgün Resûlullah mescide girip oturdu. Onun ardından birisi gelip namaza durdu. Namazını bitirince Resûlullah'a selâm verdi. Resûlullah onun selamına mukabelede bulunduktan sonra; 'Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın' buyurdu. Adam gidip daha önceki kıldığı gibi namazını tekrar etti. Sonra gelip Resûlullah'a selâm verdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz yine; 'Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın' buyurdu. Bu durum üç defa tekrarlandı. Sonunda adam; 'Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben bundan daha iyisini yapamıyorum. Bana doğrusunu öğretiniz' dedi. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu;


Namaza duracağın zaman önce tekbir getir. Sonra ezberinde bu-lunan ve kolayına gelen kısımlarından Kuran oku. Ardından vücûdun tam anlamıyla hareketsiz kalacak şekilde rükûya var. Sonra rükûdan doğrul ve dimdik dur. Ardından secdeye git ve kemiklerin eklem yerlerine iyice oturacak şekilde secde et. Sonra doğrul ve yine kemiklerin eklem yerlerine iyice oturacak şekilde otur. Namazının geri kalan kısmında da bu söylediklerimin tamamını aynen yap! [49]


758- Câbir İbn Semure'nİn naklettiği bir rivayete göre Sa'd İbn Ebû Vakkas şöyle demiştir:


"Ben Resûlullah öğle ve ikindi namazlarını nasıl kıldır-dıysa, Wçbir şey eksiltmeden öyle namaz kıldırıyordum; öğle ve ikindi namazla-mnnilkiki rekatında kıraati biraz uzatıyorum ve kıyamda fazla duruyorum ancak soniki rekatı kısa tutuyorum."


Bunun üzerine Hz. Ömer 'Zaten biz de senin söylediğin gibi Mu davrandığını düşünüyorduk' dedi.



Açıklama



Halife Hz. Ömer Ammâr İbn Yâsir'i namaz kıldırması için, Abdullah İbn Mes'ud'u devlet hazinesini (beytülmâl) idare etmesi için ve Osman İbn Hanîfi de arazilerin yüzölçümlerinin tesbiti için görevlendirmişti.


£bû İshâk, Sa'd îbn Ebû Vakkâs'm künyesidir. Çocuklarından en büyüğünün ismiyle künyelenmiştir. Hz. Ömer'in bu şekilde hitap etmesi onu önemsedi ona büyük değer verdiğini gösterir. Ayrıca bu hitap tarzı, Hz. Ömer'in Kûfdiler'in şikayetini çok fazla dikkate almadığını, söz konusu şikayetlerin Sa'd aleyhinde düşünmesine İmkan verecek bir şüphe uyandırmadığını da göstermektedir.


"Zaten biz de senin söylediğin gibi doğru davrandığını düşünüyorduk" cümlesinden önce Sa'd'ın: "Namazın nasıl kılınacağını bana şu bedeviler mi öğ-retecekmiş?" dediğini Müs'ir, Abdülmelik ile İbn Avn'dan rivayet etmiştir. İmam Müslim'in naklettiği bu rivayet Sa'd'i şikayet edenlerin ilimden yoksun cahil insanlar olduğunu göstermektedir.


Sa'd İbn Ebû Vakkas'ın adama bu üç bedduayı etmesindeki incelik ve hikmet şudur: Bu adam Sa'd İbn Ebû Vakkas'ın üç temel erdemden yoksun olduğunu iddia etmişti; Cesaret, iffet ve hikmet. Zira cihada katılmamak cesaretsizlik, dağıtımda hakkaniyete riayet etmemek iffetsizlik ve hüküm verirken adaleti göz ebnemek hikmetten yoksun olmak anlamına gelir. Bu üç temel erdemin can, ve din ile ilgili olduğu açıktır. Bu yüzden Sa'd da ona beddua ederken söz konusu üç hususu gözönüne almıştır. Ömrünün uzun olmasını istemesi can ile, devamlı fakirlik / yoksulluk çekmesini istemesi mal ile ve çeşitli fitnelere düşmesini dilemesi de din ile İlgilidir. Adamın söylediği ilk iki husus bir takım mazeretler sebebiyle tam olarak yerine getirile meyebilir ancak üçüncü husus için böyle bir durum söz konusu olamaz; bu yönüyle Üsâme'nİn söylediği ilk iki husus dünyevî iken sonuncu iftirası Sa'd'ın dini yaşayışıyla İlgilidir. Gerçekten de adamın "o cihada giden birliklere katılmaz" şeklindeki sözünün doğru olma ihtimali vardır. Ancak Sa'd'ın bazı savaşlara gitmemesi şehir halkının ve savaşçıların yararlarını korumak gibi bir takım maslahatları göz önünde bulundurmasından veya Kâdisîye savaşında olduğu gibi bazı haklı mazeretlerden kaynaklanmıştır. Üsâme'nİn "istihkakımızı eşit şekilde paylaştırmaz" şeklindeki sözünün de doğru olması mümkündür. Zira devlet başkanı veya yetkili kıldığı görevli savaşlarda yararlılık gösterenlere ve halkın maslahatına olan İşler yapanlara başkalarına göre daha fazla pay verebilir. Fakat son sözü ise doğru olması mümkün olmayan acımasız ve ağır bir iftiradır. Çünkü Sa'd'ın karar verirken adil davranmadı-ğmı söyleyerek onun adaletten yoksun bir adam olduğunu iddia etmektedir. Bu da Sa'd'ın dinine yöneiik bir karalamadır. İşte Sa'd bu yüzden Üsâme'ye ikisi dünya ve biri din ile ilgili üç bedduada bulunmuştur.


Burada insanı hayretlere düşüren en dikkat çekici nokta ise Sa'd'ın aşırı derecede öfkelenmesine ve tüm bu iftiralara uğramasına rağmen insafı ve adaleti elden bırakmamasıdır. Sa'd o kızgın halinde bile beddua ederken bir takım şartlar ileri sürmüştür; Eğer yalan söylüyorsa ve bu yalanı söylemeye sürükleyen saik dünyevî bir amaç ise onun ömrünü uzat, fakirliğini çoğalt ve kendisini fitnelere uğrat.


Sa'd İbn Ebû Vakkâs duası makbul bir sahâbî idi. Taberânî, Şa'bî senediyle şöyle bir rivayet nakletmiştir: "Sa'd İbn Ebû Vakkâs'a ne zamandan beri dualarının makbul olduğunu sordular. O da Bedir savaşından beri deyip ekledi; O gün Resûlullah Allah'ım, Sa'd'ın dualarına icabet et' diye dua buyurmuştu."



Hadislerden Çıkarılan Sonuçlar



1. Devlet başkanı, görevlendirmiş olduğu kişileri haklarında şikayet varsa görevinden azledebilir. Hatta yapılan araştırmalar sonucunda söz konusu görevli aleyhine herhangi bir kanıt bulunamasa bile maslahat ve kamu yaran dikkate alınarak görevine son verilebilir.


İmam Mâlik şöyle demiştir: "Sa'd İbn Ebû Vakkâs kendisinden sonra kıyamete kadar gelecek bütün insanların en adili olmasına rağmen Hz. Ömer tarafından görevden alınmıştır."


Öyle anlaşılıyor ki Hz. Ömer'in Sa'd'ı görevden almasının sebebi ortaya çıkabilecek fitneleri ve kargaşaları önlemek düşüncesidir. Nitekim Seyfin naklettiği rivayette Hz. Ömer şöyle demiştir: "Tek düşüncem ortaya çıkabilecek kargaşalar için önceden tedbir almak ve Sa'd gibi değerli bir yöneticiyi korumaktır. Böyle bir düşüncem olmasaydı onun görevine asla son vermezdim."


Hz. Ömer'in Sa'd'ın görevine son vermesiyle ilgili olarak şu değerlendirme de yapılmıştır; Sa'd İbn Ebû Vakkâs, problemli durumlarda görüşüne başvurulacak değerli bir danışman olduğu için Hz. Ömer tarafından özellikle görevden alınmıştır. Hz. Ömer'in amacı onu yanma alarak gerektiğinde kendisinden istifade etmektir.


2. Devlet başkanı tarafından belli görevlere atanan kimseler gerektiğinde sorguya çekilebilir; böylece haklarında İleri sürülen iddiaları cevaplamak için^söz hakkı bulurlar.


3. Şikayet edilen görevliler hakkında halkın neler düşündüğünü anlamak için onların çalıştıkları bölgelere müfettişler gönderilip nabız yoklaması yaptırılabilir.


4. Faziletli ve erdem sahibi görevlilerin soruşturması kısa tutulabilir.


5. Şahitlerin ne kadar güvenilir ve adil olduklarını anlamak için araştırma yapılırken onlara en yakın kimselerin görüşlerine başvurmak gerekir.


6. Makamı ve kadri yüce insanlara künyeleriyle hitap edilebilir.


7. Şikayet edilen kişinin suçsuz olduğuna inanan fakat görevi dolayısıyla bu şikayetlerin nedenini araştırmak durumunda kalan bir kimse (kusura bakma görevimiz olduğu için bu işi yapmak zorundayız gibi ifadelerle) muhatabından özür dileyebilir.


8. Kişinin dînî hayatı ile ilgili eksikliği bulunduğunu söyleyip iftira eden zalim / haksız kimselere beddua edilebilir. Bu beddua onun günaha ve isyana düşmesini istemek anlamında değil, onu cezalandırmak ve zulmüne karşılık vermek anlamında olmalıdır.


9. Gerekli durumlarda insanların tanıklığına başvurmak gerekir. Hatta bir kâfir ile bir müslümanm davasında kâfirin haklı çıkmasına sebep olsa bile bu tanıklığı aramak gereklidir.


10. Dua veya beddua ederken ölçüyü aşmamak ve Allah korkusu ile hareket etmek gerekir.


11. Dört rekath namazların ilk iki rekatı uzunluk bakımından eşit olmalıdır.


Kur'an'm ilk sûresi olan Fâtihatü'l-Kitâb'ı okumayan bir kimsenin namazı olmaz." Burada kasdedilen Fatiha sûresinin kılınmakta olan namaz içinde okunmamasıdır.


Kâdî İyâz şöyle demiştir: "Burada Resûlullah'ın namazı olmaz' şeklindeki sözü, namazın hem kendisinin hem de sıfatlarının olmayacağı I anlamındadır."


İsmâîlî'nin, İmam Buhârî'nin hocalarından Abbâs İbnü'l-Velîd yoluyla Süfyân-ı Sevrî'den aynı senedle naklettiği ancak lafzı farklı olan şu rivayet de bu Igörüşü desteklemektedir: "İçinde Fâtihatü'l-Kitâb okunmayan hiçbir namaz ge-jçer/i olmaz"


Hanefîler'e göre namazda Fatiha sûresinin okunması vaciptir, ancak nama-sıhhat şartı değildir. Çünkü Fatiha sûresinin namazda okunmasının vacip DÎduğunu gösteren delil sünnettir. Sünnetle sabit olan bir hüküm Kur'an'm ifade îttiği hükme ek (ziyade) bir hüküm getiriyorsa bunun farz olması mümkün de-jîldir. Zira Hanefîler'e göre farz hükmü Kur'an'a ek bir hüküm getiren bir delille sabit olmaz. Buna karşılık namazın ancak kendisiyle tamam olacağı temel un-purlar farzdır. Kur'an'm farz kıldığı hüküm ise "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuun! [50] âyeti gereğince kişinin ezberinde bulunan ve kolayına gelen Kur'an iyetlerini okumasıdır. İşte Fatiha sûresinin okunmasının gerekliliği hadisle sabit jldugu için buna vacib hükmü verilir. Namazda Fatiha sûresini okumayan bir [imse günahkâr olur, ama namazı geçerlidir.


Alimlerin çoğuna göre Fatiha sûresi namazda mutlaka okunmalıdır, namaz olmaz. Onlar bu görüşlerinin delili olarak namazı doğru kılamayan ıhâbîye Resûlullah'ın Kur'an okumasını emrettikten sonra lamaztnm geri kalan kısmında da bu söylediklerimin tamamını aynen yap!" lemesini gösterirler. Ahmed İbn Hanbel ile İbn Hibbân'm naklettiği rivayette ise lesûlullah'm bu sözü şu lafızlarla zikredilmiştir: "Sonra namain bütün rekatlarında bu söylediklerimi aynen yap!" Belki de İmam Buhârî'nin bade hadisinin ardından bu rivayete yer vermesinin sebebi budur; o bu İnce ktayı düşünerek bu rivayeti nakletmiş olabilir. Hatta imam ister açıktan oku-m ister içinden okusun cemaatin Fatiha sûresini okumasının farz olduğunu jstermek için bu rivayete yer verdiğini de düşünebiliriz. Cemaatin her du-|mda Fatiha sûresini okuması gerekir. Çünkü gerçekte namaz cemaatin kıldığı ımazdır. Bu yüzden kıraat olmadığı zaman namaz da olmaz. Bu genel hüküm vazgeçebilmemiz için cemaatin namazının Fatiha sûresi okunmadan da geçerli olacağını gösteren tahsis edici bir delil bulunmalıdır. Ancak bu durumda tahsis eden delil esas alınabilir.




96. Öğle Namazında Kıraat (Kuran Okumak)



759- Abdullah İbn Ebû Katâde babasının şöyle dediğini nakletmiştir:


"Resûlullah öğle namazının ilk iki rekatında Fatiha sûresi ile birer sûre okurdu. Bu rekatlardan ilkini uzun tutar ikincisini ise kisaltirdı. Bazen okuduğu âyetleri cemaate duyuracak kadar sesli okuduğu da olurdu. İkindi namazında da Fatiha sûresi ile iki sûre okurdu. Sabah namazının ilk rekatını uzun tutar, ikinci rekatını ise kısaltrdı.[51]


760- Ebû Ma'mer şöyle demiştir:


"Habbâb'a, 'Resûlullah öğle ve ikindi namazlarında Kur'an) okur muydu?' diye sorduğumuzda bize 'Evet' diye cevap vermişti. Biz 'eki siz O'nun okuduğunu nasıl anlıyordunuz?' diye tekrar sorunca şöyle de-ıişti: 'Sakalının oynayıp durmasından anhyorduk."



Açıklama



İlk rivayette geçen öğle namazı ifadesi namaza verilecek İsmin ilgili olduğu jakitle bağlantılı olabileceğini gösterir.


Resûlullah'm iki sûre okuması, İmam Nevevî'nin söylediği ibi, namazda uzun bir sûreden bir bölüm okumaktansa tam bir sûre okumanın Jaha faziletli olduğunu göstermektedir.


"Rekatlardan ilkini uzun tutar ikincisini ise kısaltırdı" ifadesine göre ilk rekatı imci rekattan daha uzun tutmak müstehaptır. Bu konu 110. bâb başlığı altında |aha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.


Bazı âlimler "bazen okuduğu âyetleri cemaate duyuracak kadar sesli oku-\uğu da olurdu" ifadesine dayanarak kıraatin içten okunması gereken namaz-ırda Kur'an'ı açıktan okumanın caiz olduğunu söylemişlerdir. Dolayısıyla kirâa-kı gizli olması gereken namazlarda açıktan okumak sehiv secdesi gerektirmez, (anefîlerin görüşü ise bu durumda sehiv secdesi gerekeceği yönündedir.


Bu hadis kıraatin içten okunması gerektiği namazlarda gizli okumanın na-ıazm sıhhat şartı olduğunu söyleyenlerin görüşünü çürütmektedir. Zîra bu riva-îtte bazen kelimesi geçmektedir. Bu da ResûluİIah'ın zaman iman bunu terk ettiğini göstermektedir.




97. İkindi Namazında Kıraat (Kuran Okumak)



761- Umâre İbn Umeyr'in naklettiğine göre Ebû Ma'mer şöyle demiştir:


"Habbâb İbn Eret'e 'Resûlullah öğle ve ikindi namazlarında (Kur'an) okur muydu?' diye sorduğumda bana 'Evet' diye cevap vermişti. Ben 'Peki siz O'nun okuduğunu nasıl anlıyordunuz?' diye tekrar sorunca şöyle demişti: Sakalının oynayıp durmasından anhyorduk."


762- Abdullah İbn Ebû Katâde babasının şöyle dediğini nakletmİştir:


"Resûlullah «palları.; aieyiû w sdi«r., öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rekatında Fatiha sûresi ile birer sûre okurdu. Bazen okuduğu âyetleri bize duyuracak kadar sesli okuduğu da olurdu."




98. Akşam Namazında Kıraat (Kuran Okumak)



763- Abdullah İbn Abbâs'm naklettiğine göre Ümmü'1-Fadl birgün İbn Abbas'ı Mürselât sûresini okurken işitmiş ve şöyle demiştir:


"Evlâdım, Allah'a yemin ederim ki sen bu sûreyi okuyunca bana Resûlullah'ı hatırlattın. Benim O'ndan işittiğim son sûre buydu. Mürselât sûresini akşam namazında okumuştu.[52]


764- Mervân İbnü'l-Hakem şöyle demiştir:


"Bir defasında Zeyd İbn Sabit bana şöyle demişti; Sen niye böyle davranıyorsun anlamıyorum; akşam namazında niçin kısa sûreler okuyorsun ki! Ben Resûlullah'm akşam namazlarında en uzun iki sûrenin uzun olanını okuduğunu işittim."



Açıklama



Bundan önceki iki bâb başlığı altında nakledilen rivayetler öğle ve ikindi namazlarında kıraatin bulunduğunu göstermek amacı taşıyordu. Burada ise akşam namazı zaten cehrî/kiraati açıktan olan bir namaz olduğu için kıraatin varlığını ispatlamaya yönelik değil, kıraatin miktarını açıklamaya yönelik rivayetler zikredilmiştir.


Ümmü'1-Fadl, Abdullah İbn Abbas'ın annesidir.


Mervân o zaman Medine valisi idi ve Muaviye tarafından görevlendirilmişti.


Ebû Davud'un naklettiği rivayette Mervân; "En uzun iki sûrenin uzun olanı hangisidir?" dîye sormuş Zeyd de; "Araf süresidir diye cevap vermiştir.


Bu iki hadise dayanılarak akşam namazı vaktinin biraz uzayabileceği çıkarılmış ve mufassal sûreler dışındaki sûrelerin akşam namazlarında ojoıiımasının müstehap olduğu söylenmiştir.




99. Akşam Namazında Kıraatin Açıktan Oluşu



765- Muhammed İbn Cübeyr İbn Mut'im babasının şöyle dediğini naklettir:


"Resûlullah'ın akşam namazında Tûr sûresini okuduğunu işittim.[53]



Açıklama



İmam Tirmizî şöyle demiştir: "İmam Mâlik'in akşam namazında et-Tûr ye el-Mürselât gibi uzun sûrelerin okunmasını mekruh gördüğü nakledilmiştir." İmam ise akşam namazında uzun sûreler okumayı mekruh görmediğini aksine bunun müstehap olduğunu belirtmiştir. Beğavî Şerhü's-Sünne'de İmam Şafiî'nin görüşünü bu şekilde nakletmiştir. Fakat Şafiî mezhebinde meşhur olan görüş bunun mekruh olmadığı gibi müstehap da olmadığı yönündedir. İmam Mâlik'in bu konudaki delili Medineliler'in uygulaması ile başka delillerdir.


İbn Dakîkü'I-îyd şöyle demiştir: "Öteden beri süregelen uygulama sabah namazlarında kıraatin uzun tutulması, buna karşılık akşam namazlarında kısal-tılmasıdır. Bize göre doğru olan görüş şudur: Resûlullah'ın bu konuda ne şekilde hareket ettiğini ortaya koyan sahih rivayetlere dayanmak ve O'nun devamlı surette uyguladığı sabit olan hususlara tutunmak müstehaptır. Fakat devamlı surette uyguladığı sabit değilse bile uzun sûre okumak mekruh olmaz.


Mufassal sûrelerin Kur'ân'ın sonuna kadar devam ettiği konusunda görüş birliği bulunmasına rağmen hangi sûre İle başladığı konusunda âlimler arasında görüş ayrılıkları bulunmaktadır. İmam Nevevî'nin zikrettiği gibi tercih edilen görüşe göre mufassal sûreler Hucurât sûresi ile başlar.[54]




100. Yatsı Namazında Kıraatin Açıktan Oluşu



766- Ebû Râfi'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Ebû Hüreyre'nin arkasında bir gün yatsı namazını kılmıştım. Namazda İnşikâk sûresini okuyup secde etmişti. Kendisine niçin secde ettiği sorduğumda şöyle dedi; Ben Resûlullah'ın arkasında namaz kılarken o, bu sûreyi okuduğunda secde ettim ve ölüp O'na kavuşacağım güne kadar hiç vazgeçmeden bu sûreyi okuduğum her seferde secde edeceğim.[55]


767- Adiyy, Berâ İbn Âzib'in şöyle dediğini nakletmiştir:


"Resûlullah bir yolculuğa çıkmıştı. Yolcu iken kıldırdığı yatsı namazının bir rekatında et-Tîn sûresini okumuştu.[56]




101. Yatsı Namazında Secde Gerektiren Bir Âyetin Okunması



768- Bekir İbn Ebû Râfi'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Ebû Hureyre'nin arkasında bir gün yatsı namazını kılmıştım. Namazda İnşİ-kâk sûresini okuyup secde etmişti. Kendisine niçin secde ettiği sorduğumda şöyle dedi; Ben Resûlullah'm arkasında namaz kılarken o, bu sûreyi okuduğunda secde ettim ve ölüp O'na kavuşacağım güne kadar hiç vazgeçmeden bu sûreyi okuduğum her seferde secde edeceğim."



102. Yatsı Namazında Kıraat



769- Berâ İbn Âzib'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah'm bir yatsı namazında et-Tîn sûresini okuduğunu duymuştum. Ben O'ndan daha tatlı ve güzel sesli birisini işitmediğim gibi O'nun gibi güzel okuyanını da duymadım."




103. Namazın İlk İki Rekatını Uzun Son İki Rekatını İse Kısa Tutmak



770- Ebû Avn, Câbİr İbn Semure'nin şöyle dediğini duymuştur:


"Hz. Ömer Sa'd'a şöyle demişti; Namaz da dahil olmak üzere her konuda hakkında şikayette bulundular. Bunun üzerine Sa'd şu cevabı verdi; Ben namazların ilk iki rekatını uzun son iki rekatını ise kısa tutuyorum. Ben Resûlullah'a uyarak onun kıldırdığı namazı kıldırdıktan sonra onların ne söyledikleri hiç umurumda bile olmaz! Hz. Ömer onun bu cevabına şöyle mukabelede bulundu: Doğru söylüyorsun, zaten biz de senin söylediğin gibi davrandığını düşünüyorduk."




104. Sabah Namazında Kıraat



Ümmü Seleme bu konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: "Resûlullah (sabah namazında) et-Tûr sûresini okumuştu."


771- Seyyar İbn Selâme'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Babamla birlikte Ebû Berze el-Eslemî'nin yanına gitmiştik. Ona namazların vakitleri hakkında bir soru sorduk. Bize şöyle cevap verdi: Resûlullah saiiaiiaraj ve seitrp öğle namazını güneş tepe noktasından zevale doğru meyledince kılardı. İkindi namazının vakti ise, öğle namazından sonra bir kimsenin Medine'nin en uzak mahallesine gidip geri dönüşüne rastlardı ve bu sırada güneş hala sıcaklığı hissedilecek kadar canlı olurdu. - Râvî şöyle demiştir; Akşam namazının vaktiyle ilgili olarak Ebû Berze'nin ne söylediğini unuttum - Yatsı namazı konusunda ise biraz esnek davranır ve gecenin ilk üçte birlik vaktine kadar bunu geciktirebilirdi. Ancak yatsı namazından önce uyumayı ve namazdan sonra da sohbete dalıp konuşmayı hoş karşılamazdı. Sabah namazını kıldırıp bitirdiğinde ise cemaatte bulunanlar yanmdakini tanıyacak kadar aydınlık olurdu. Sabah namazının her iki rekatında veya rekatlarından birinde 60 - 100 âyet arasında Kur'an okurdu."


772- Ebu Hureyre şöyle demiştir:


"Namazların tamamında Kur'an okunur. Resûlullah'ın bize duyuracak şekilde açıktan okuduğu namazlarda biz de size duyuracak şekilde açıktan okuyoruz; bize duyurmayacak şekilde içinden okuduğu namazlarda ise biz de size duyurmayacak şekilde içimizden okuyoruz. Şayet namaz kılarken Fatiha sûresini okumakla yetinip daha fazlasını okumazsan namazın geçerli olur. Bununla birlikte Fatiha sûresine ek olarak Kur'an'dan bazı âyetler okuman daha hayırlıdır."



Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar



1. Bu rivayet namazda Fatiha sûresini okumayan kimselerin namazının geçerli olmayacağını gösterir. Bu yönüyle söz konusu rivayet daha önce zikredilen Ubâde hadisinin bir şahididir.


2. Fatiha sûresi ile birlikte bir başka sûre veya bazı âyetler okumak müstehaptır. Alimlerin çoğuna göre sabah namazı, Cuma namazı ve diğer namazların ilk iki rekatları hakkındaki hüküm budur.


Osman İbn Ebi'l-As gibi bazı sahâbîlerden Fatiha'yı okumanın gerekli olduğu görüşü de nakledilmiştir. Bazı Hanefîler'in, Mâlikîler'den İbn Kinâne'nin ve Ferrâ'mn eş-Şerhu's-sağîr adlı eserde naklettiği bir rivayete göre Ahmed İbn Hanbel'in görüşü de bu doğrultudadır.


Namazlann bütün rekatlarında Fatiha sûresi ile birlikte Kur'an'dan bazı âyetler veya sûre okumak müstehaptır diyen bir görüş de vardır. Ebû Hureyre hadisinin zahiri de bunu göstermektedir. Her şeyin en doğrusun sadece Allah bilir.




105. Sabah Namazında Kıraatin Açıktan Olması



Ümmü Seleme şöyle demiştir: "Resûlullah saiiaüh» ateyhi ve seiiem namaz kıldırırken cemaatin arkasına durmuştum. O sırada et-Tûr sûresini okuyordu:"


773- İbn Abbas şöyle demiştir:


"Resûlullah ashabından bir kısmı ile birlikte Ukaz çarşısına doğru yola çıkmıştı. O sırada cinlerin gökten haber almaları engellenmiş ve yakıcı - ateş saçan yıldızlarla kovalanmalardı. Bunun üzerine cinler kendi arkadaşlarının yanma dönmek zorunda kalmışlardı. Arkadaşları onlara 'Ne oldu size, ne bu haliniz?' diye sorunca onlar; Gökten haber almamız engellendi ve yakıcı -ateş saçan yıldızlarla kovalandık, dediler. Diğer cinler şöyle dediler; 'Sizin gökten haber almanızı engelleyen çok önemli bir olay meydana gelmiş olmalı öyleyse... Derhal yeryüzünün doğusunu ve batısını didik didik tarayın ve sizin gökten haber almanızı engelleyen neymiş araştırın!' Tihâme tarafına giden cinler en-Nah!e denen bölgeye geldiklerinde Ukâz'a doğru gitmek üzere yola çıkan Resûlullah'm ashabına sabah namazını kıldırdığını gördüler. Namazda Resûlullah'm okuduğu Kur'an'ı işitince; Allah'a yemin olsun ki, sizin gökten haber almamızı engelleyen budur' dediler. Sonra arkadaşlarının yanma dönüp şöyle dediler; 'Ey kavmimiz' 'Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur'an dinledik de ona iman ettik. Artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız. [57] Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk Resûlullah'a 'Resulüm de ki; cinlerden bir topluluğun benim okuduğum Kur'an'ı dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolundu.[58] âyetlerini vahyetti. Cenâb-ı Hakk'ın Resûlü'ne vahyettiğı cinlerin işte bu sözü idi.[59]


774- İbn Abbas şöyle demiştir:


"Resûlullah kendisine hangi namazlarda (açıktan) okuması emredilmişse o namazlarda (açıktan) okumuş, içinden okuması emredilen namazlarda da İçinden okumuştur. 'Senin Rabbin asla unutkan değildir [60] 'Andoîsun ki, ResûluUarita sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için güzel bir örnek vardır.[61]




106. Bir Rekatta İki Sûreyi Birlikte Okumak, Sûrelerin Sonunu Okumak, Okuduğu Sûreden Önceki Sûreyi Okumak, Sûrenin Baş Kısmını Okumak



Abdullah İbnü's-Sâib'in şöyle dediği söylenmiştir: "Resûlullah sabah namazında Müminûn sûresini okuyordu. Musa ile Harun'un veya isa'nın zikredildiği kısma gelince kendisini öksürük tuttu ve bunun üzerine rükû'a gitti."


Hz. Ömer kıldırdığı bir namazın ilk rekatında Bakara suresinden yüz yirmi âyet ve ikinci rekatında el-Mesânî [62] denilen sûrelerden bir sûre okumuştu.


Ahnef bir namazın ilk rekatında Kehf sûresini ikinci rekatında ise Yûsuf veya Yûnus sûresini okumuştu. Anlatıldığına göre Ahnef bu iki sûrenin okunduğu bir sabah namazını Hz. Ömer ile birlikte kılmıştır.


İbn Mesûd kıldırdığı bir namazın ilk rekatında Enfâl sûresinden kırk âyet, ikinci rekatında ise mufassal sûrelerden bir sûre okumuştur.


Katâde iki rekatta tek bir sûre okuyan veya iki rek'atta da aynı sûreyi okuyan kişilerle ilgili olarak şöyle demiştir: "Bunun hiçbir sakıncası olmaz, hepsi Allah'ın kitabıdır."


774- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:


"Ensar'dan bir zat bize Kubâ mescidinde namaz kıldinrdi. Kıraatin açıktan olduğu her namazda Fatiha sûresinden sonra okuduğu sûrelerden önce muhakkak İhİâs sûresini sonuna kadar okur ve ondan sonra okuyacağı asıl sûreyi okurdu. Bunu namazların her rekatında yapardı. Bunun üzerine cemaatte bulunanlar onun niçin bu şekilde davrandığını öğrenmek için onunla konuşmaya karar verdiler ve aralarında şöyle bir konuşma geçti;


Sen her zaman İhlas sûresi ile namaza başlıyorsun, sonra da bunun yeterli olmadığını düşünerek başka bir sûre okuyorsun. Bu durumda ya sadece Ihlas sûresini okumalısın ya da bunu okumaktan vazgeçip başka bir sûre okumakla yetinmelisin.


Bunu asla terk etmem. Eğer size bu şekilde imamlık etmemden hoşnut iseniz ve buna devam etmemi istiyorsanız ne âlâ, ama bu durumdan hoşnut değilseniz size imamlık yapmaktan vazgeçebilirim.


Cemaat İse onu aralarındaki en faziletli insan olarak gördükleri ve başkasının imamlık yapmasına razı olmadıkları için bir şey söylemediler. Bir defasında Resûlullah onların yanma vardığında durumu zât-ı âlîlerine arz ettiler. Bunun üzerine Resûlullah zâta, 'Seni namaz kıldırmakta olduğun cemaatin sözünü tutmamaya ve kıldırdığın her rekatta İhlâs sûresini okumaya seuk eden düşünce nedir?' diye sordu. Adamcağız şu cevabı verdi: 'Ey Allah'ın Resulü ben bu sûreyi pek çok seviyorum!' Bunu duyan Resûlullah 'Senin ihlas sûresine olan sevgin seni cennete soktu bile' diye mukabelede bulundu."


775- Ebû Vâil şöyle demiştir:


"Bir adam Abdullah İbn Mesûd'a gelip 'Bu gece ben mufassal sûrelerin tamamını bir rekatta okudum' demişti. Bunun üzerine İbn Mesûd ona; Öyleyse şiir okur gibi acele acele okudun! Ben Resûlullah'm birbirine benzer âyet ve sûrelerden hangilerini bir araya getirdiğini biliyorum' demiş ve her rekatta ikisi okunacak yirmi tane mufassal sûre ile Hâ-mîmle başlayan iki sûre saymıştır.[63]



Açıklama



imam Buhârî'nin bir rekatta iki sûreyi birlikte okumak, sûrelerin sonunu okumak, okuduğu sûreden önceki sûreyi okumak, sûrenin baş kısmını okumak şeklinde kullandığı bâb başlığında dört ayrı konu ele alınmaktadır:


Bir rekatta iki sûrenin okunması konusu İbn Mesûd ile Enes hadislerinde rahatlıkla anlaşılabilmektedir.


Sûrelerin sonunu okumak ise sûrelerin baş kısmını okumak kapsamında değerlendirilmiştir. Zira her iki durumda da sûrenin bir kısmı okunmaktadır. Bununla birlikte Hz. Ömer'in kıldırdığı bir namazın ilk rekatında Bakara sûresinden yüz yirmi âyet okuduğunu belirten rivayet ile Katâde'nin 'bunun hiçbir sakıncası olmaz, hepsi Allah'ın kitabıdır' şeklindeki görüşü sûrelerin son kısmının okunabileceğini gösteren deliller olabilir.


Kur'ân'm sûre sıralamasına riayet etmeksizin okunmuş olan sûreden önceki sûreyi okumak Enes hadisi ile Ahnefin Hz. Ömer'den naklettiği rivayetten çıkarılmış bir sonuçtur.


Sûrenin baş kısmını okumak konusuna ise Abdullah İbnü's-Sâib ile Abdullah îbn Mesûd hadisleri işaret etmektedir.


İmam Nevevî şöyle demiştir: "Bu hadis, namazda okunmakta olan sûrenin kesilebileceğini ve sûrenin sadece bir kısmının okunabileceğini göstermektedir. Fakat İmam Mâlik bunun mekruh olduğu görüşündedir."


İmam Nevevî daha sonra şu açıklamalara yer vermiştir. "İmam Mâlik'in mekruh gördüğü durum bilinçli olarak ve herhangi bir zorunluluk bulunmadığı halde sûrenin bir kısmını okumakla yetinmektir. Bunun mekruh olduğunu söyleyenler Resûlullah'm öksürük tuttuğu için zorunlu olarak sûreyi kesmek durumunda kaldığını ileri sürmüşler ve görüşlerini bu şekilde güçlendirmişlerdir. Fakat herhangi bir hususa mekruh hükmünü verebilmek için bir delilin sabit olması gerekir. Haddizatında bunun mekruh olduğunu değil, caiz olduğunu gösteren pek çok delil bulunmaktadır. Abdürrerzzâk'm sahih bir sened ile naklettiğine göre Hz. Ebû Bekir ashâb-ı kirama kıldırdığı bir sabah namazında Bakara sûresini okumuş ve İki rekatta bu sûrenin tamamını bitirmiştir. Ashâb-ı kiramın bu konuda aksi g,örüş beyan etmemesi onların görüş birliği içinde olduğunu (icma) gösterir.


Dârekutnî'nin sağlam (kavî) bir senedle naklettiğine göre Abdullah İbn Ab-bas kıldırdığı bir namazın her rekatında Fatiha sûresi İle birlikte Bakara sûresinden birer âyet okumuştur.


"Resûlullah'ı ve seiiem öksürük tuttu." Resûlullah'm öksürüğe tutulmasına rağmen namazı bozmaması öksürüğün namazı bozmayacağını göstermektedir. Ayrıca öksürük ve benzeri sebeplerle Kur'an okumayı kesip rükûya gitmek, bu şekilde kıraate devam etmekten daha iyidir. Hatta kıraati uzatmanın müstehap olduğu yerlerde kişiyi Öksürük veya gıcık tutarsa okumayı kesip rükûya gitmesi daha evlâdır.


Her rekatta zamm-ı sûreden önce ihlas sûresini okuyan sahâbî İle cemaatin konuşmak istemesinin sebebi anlaşıldığı kadarıyla şuydu; Onlar, bu sahâbînin Resûlullah'tan gördükleri ve öğrendikleri namazdan farklı bir namaz kıldırdığını görmüşlerdi.


"Her rekatta İhlas sûresini okuyan sahâbî dışında birisinin imam olmasını istememeleri rivayette belirtildiği gibi onun aralarındaki en faziletli insan olduğunu bilmelerinden kaynaklanmış olabileceği gibi Resûlullah'm onu imam olarak tayin etmiş olmasından da kaynaklanabilir.


Nâsirüddin İbnü'l-Müneyyİr bu rivayete dayanarak şöyle demiştir: "Bir kimse Kur'an'dan hoşuna giden ve kendisini cezbeden kısımları özellikle seçebilir ve bunları çokça tekrar edebilir. Bu durum Kur'ân'ın diğer kısımlarını terk edip kenarda bırakmak anlamına gelmez."


"Mufassal sûreleri okudum" ifadesinde geçen mufassal (ayırılmış) sûreler tabiri Kâf sûresinden başlayıp Kur'ân'ın sonuna kadar olan sûreleri kapsamına alır. Bu sûrelere mufassal denmesinin sebebi, sûrelerin sik sık besmele ile birbirinden ayırılmış olmasıdır.


Abdullah Ibn Mesûd'un kendisine gelen kişiye "Öyleyse şiir okur gibi acele acele okudun!" demesi Kur'an okurken çok aceleci bir şekilde hareket etmenin uygun olmadığını ve hoş karşılanmadığını göstermektedir. Çünkü bu durum Kur'an okumanın ruhuna aykırıdır. Zira Kur'an okumaktan maksat, okunan âyetlerin anlamını düşünmek ve bunlardan dersler çıkarmaktır. Haddizatında anlamını düşünmeden Kur'an okunmuş olsa bile namazın geçerli olacağı konusunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Fakat düşünerek, tefekkür ederek Kur'an okumanın mükâfatı ve ecri daha büyük olur.


Bu rivayete göre sonradan kılman rekat, önce kılınan rekata göre daha uzun olabilir.




107. Son İki Rekatta Fatiha Sûresini Okumak



776- Abullah İbn Ebû Katâde babasının şöyle dediğini nakletmişür:


"Resûlullah öğle namazının ilk iki rekatında Fatiha sûresi ile birlikte birer sûre daha okurdu. Son iki rekatta ise sadece Fatiha sûresini okurdu ve okuduğu âyetleri bize duyururdu. İlk rekatları ikinci rekatlara göre daha uzun tutardı, ikindi ve sabah namazlarında da aynısını yapardı."




108. Öğle Ve İkindi Namazlarında Gizli Okumak



111- Ebû Ma'mer şöyle demiştir:


"Habbâb'a, Resûlullah saiiaiıshı. öğle ve ikindi namazlarında (Kur'an) okur muydu?' diye sorduğumda bize Evet' diye cevap vermişti. Biz 'Peki siz O'nun okuduğunu nasıl arılıyordunuz?' diye tekrar sorunca şöyle demişti: Sakalının oynayıp durmasından anlardık."



109. İmamın Okuduğu Ayeti Cemaate Duyurması



778- Abullah İbn Ebû Katâde babasının şöyle dediğini nakletmiştir:


"Resûlullah öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rekatında Fatiha sûresi ile birlikte birer sûre daha okur ve bazen okuduğu âyetleri bize duyururdu. İlk rekatları da daha uzun tutardı."




110. İlk Rekatı Daha Uzun Tutmak



779- Abdullah İbn Ebû Katâde babasının şöyle dediğini nakletmiştir:


"Resûlullah öğle namazlarının ilk iki rekatını uzun tutar, ikinci rekatını da kısaltırdı. Sabah namazlarını da aynı şekilde kıldınrdı."



Açıklama



İmam Buhârî'nin kullandığı bu bâb/konu başlığı bütün namazların ilk rekatlarının uzatılması gerektiğini vurgulamaktadır.


Beyhakî bu konuyla ilgili olarak nakledilen rivayetlerin tamamını bir arada değerlendirerek şöyle der: "Namaz kıldırmakta olan bir kimse birisini bekliyorsa ilk rekatı uzatsın. Aksi takdirde ilk iki rekatın aynı uzunlukta olmasına dikkat etsin."


Abdürrezzâk buna benzer bir görüşü İbn Cüreyc yoluyla Atâ'dan nakletmiştir. Bu rivayete göre Atâ şöyle demiştir: "Cemaatin çoğalması maksadıyla imamın kıldırmakta olduğu her namazın ilk rekatını uzatması bana göre güzel bir davranıştır. Fakat ben tek başıma namaz kıldığım zaman ilk iki rekatın birbirine eşit olması için çalışırım."


Bazı âlimlere göre sabah namazının ilk rekatını her zaman için uzun tutmak müstehaptır. Fakat sabah namazı dışındaki namazlarda imam vakit girer girmez namaza başlamışsa ve birinci rekatı uzattığı takdirde cemaatin çoğalacağını düşünüyorsa okumasını uzun tutmasında herhangi bir sakınca yoktur; cemaatin artacağına dair bir kanaati yoksa uzatmaz.


Sabah namazının ilk rekatının niçin uzun tutulduğunu açıklarken âlimler şu inceliğe işaret etmişlerdir: "Sabah namazı uykudan ve vücût dinlendikten sonra kılman bir namazdır. Bu vakitte kişinin dili ve kulağı kalbiyle tam bir uyum halindedir. Çünkü kişi iyice dinlenmiştir ve gönlünde herhangi bir dünyevi dü-ŞÜnce yoktur, zihni tamamen boştur; ne yapılacak işleri düşünür ne de dünyevî meşgalelere takılır. Mutlak ilim sadece Allah katındadır."




111. İmamın Açıktan Âmîn Demesi



Atâ şöyle demiştir: "Âmîn demek bir duadır. Abdullah İbnü'z-Zübeyr namaz kıldırdığında hem kendisi hem de cemaat 'Âmîn' derdi. Hatta yükselen ses mescidde yankılanırdı. Ebû Hureyre namaz kıldıran imama: 'Benden önce hareket edip de beni seninle birlikte Âmîn demekten mahrum bırakma!' derdi."


Nâfi' şöyle demiştir: "Abdullah İbn Ömer 'Âmîn' demeyi terk etmezdi ve cemaati de bunu söylemeye teşvik ederdi. Ben ondan Âmîn' demenin çok hayırlı olduğuyla ilgili pek çok söz işittim."


780- Ebû Hureyre Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nak-etmiştir:


"İmam 'Amîn' dediği zaman siz de 'Âmîn' deyin. Zira meleklerle aynı anda 'Amîn' demeye muvaffak olan bir kimsenin geçmiş günahları bağışlanır."


İbn Şihâb şöyle demiştir:" Resûlullah Âmîn' derdi.[64]



Açıklama



imamın açıktan âmîn demesi Fatiha sûresini okuduktan sonra olur. Âmîn iemek âlimlerin çoğunluğuna göre Allah'ım, dualarımıza icabet et, dualarımızı abul buyur" anlamına gelir.


Abdürrezzâk, Atâ'nın sözünü İbn Cüreyc yoluyla mevsûl olarak nakîetmişiir: İbn Cüreyc, Atâ'ya "İbnü'z-Zübeyr duadan veya Kur'an okuduktan sonra âmîn der miydi?" diye sorunca Atâ şu cevabı vermiştir: "Evet, hem kendisi hem de arkasında namaz kılmakta olan cemaat âmîn derdi. Hatta yükselen ses mescidde yankılanırdı. Âmîn demek bir duadır. Zaten Ebû Hüreyre mescide girdiğinde imam namaza başlamış olursa ona seslenip şöyle derdi; "Benden önce hareket edip de beni seninle birlikte Âmîn demekten mahrum bırakma!"


Ebû Hureyre'nİn "Benden Önce hareket edip de beni seninle birlikte Âmîn demekten mahrum bırakma!" şeklindeki sözü onun namazda iken imamla birlikte âmîn demek istediğini göstermektedir. Beyhakî'nin Ebû Hüreyre ile ilgili olarak Hammâd, Sabit, Ebû Rafı' senediyle naklettiği başka bir rivayet de şöyledir; "Ebû Hüreyre Mervân için müezzinlik yapardı. Ancak Mervân'a 'Benim safa katıldığımı anlayıncaya kadar bekle ve Fatiha sûresinin son kelimesini benden önce söyleme' diye bir şart ileri sürmüştü." Anlaşıldığı kadarıyla Ebû Hüreyre kamet getirmek ve safları düzeltmekle meşgul olurken Mervan hemen namaza başlıyordu. Ebû Hureyre de meşgul olduğu bu İşleri bitiremediği için Mervân'a âmîn derken yetişemiyordu. İşte bu yüzden bir daha böyle davranmaması için uyarmıştı


İbn Ömer'in âmîn demenin hayırlı olduğunu ifade etmesi bu davranışın çok faziletli ve sevabı bol bir amel olduğunu göstermektedir. Beyhakî'nin naklettiği şu rivayet de buna işaret etmektedir: "Abdullah İbn Ömer insanlar âmîn dediği vakit onlarla birlikte âmîn derdi. O, bunun sünnet olduğu görüşünde idi." İbn Ömer'den nakledilen rivayet İle başlık arasındaki İlişki hakkında şu açıklama yapılmıştır; Abdullah İbn Ömer Fatiha sûresini bitirdiği zaman âmîn derdi. Bu açıklama onun gerek imam iken gerek cemaat arasında iken aynı şekilde davrandığını gösterdiği için daha genel bir anlam ifade etmektedir. Bu rivayete dayanılarak İmamın âmîn demesinin meşru olduğu söylenmiştir.


Resûlullah'ın İmam âmîn dediği zaman siz de âmîn deyin" şeklindeki emri, cemaatin İmamdan sonra âmîn demesi gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü Resûlullah Miiaiiâhy buyurmuştur ve buradaki fa harfi cümleye peşinden, peşisıra anlamı verir. Fakat daha önce işaret ettiğimiz gibi hadislerin birlikte değerlendirilmesi neticesinde ulaşılan sonuç cemaatin imamla birlikte âmîn demesidir ve âlimlerin çoğunluğunun görüşü bu doğrultudadır.


Ebû Muhammed el-Cüveynî şöyle demiştir: "Âmîn demek dışında cemaatin imamla birlikte hareket etmesi müstehap olan başka hiçbir şey yoktur."


Âlimlerin çoğunluğuna göre Resûlullah'm bu emri nedb eder. İbn Bezîze, bazı ilim adamlarının hadisin zahir anlamına bakarak imîn demenin mutlaka gerekli olduğunu söylediklerini nakletmiş ve şöyle de-ıiştir. "Zahirîlere göre âmîn demek namaz kılan herkese farzdır,"


Şâfiîler'in çoğunluğuna göre hadiste âmîn demek mutlak olarak emredildiği ;in cemaat Fatiha sûresini okumakla meşgul bulunsa bile imam âmîn dediği iman onunla birlikte âmîn der. Fakat bu hükmün ayrıntısında görüş ayrılıkları lulunmaktadır. Görüş ayrılıklarına sebep olan soru şudur: Kişi Fatiha sûresini jitirmeden imam âmîn dediği anda onunla birlikte âmîn derse, sûreyi arada |ka bir şey söylemeden okuma görevi kesilmiş olur mu? Konuyla ilgili iki farklı üsten daha doğru olanı okumanın kesilmeyeceği İle ilgili kanaattir. Çünkü ıîn demekle ilgili emir, namazın daha güzel olması içindir. Halbuki hapşırınca Ihamdülillah demek gibi namaz ile ilişkili olmayan hususlar bundan farklıdır ve reyi arada başka bir şey söylemeden okumak görevini keser.[65] Her şeyin enğrusunu sadece Allah bilir.


"Meleklerle aynı anda âmîn demek" ifadesi Hİbbân gibi âlimlerin benimsediği görüşün aksine, meleklerle aynı zaman (imi İçinde aynı sözü söylemektir. İbn Hibbân ve onun çizgisinde olan âlimler bunu meleklerin huşu ve ihlâsma ortak olmak şeklinde anlamışlardır. Nitekim Hibbân bu hadisi zikrettikten sonra, burada kişinin kendisini beğenmeksizin îleklerin ihlâsma ortak olması kasdedilmîştir, demiştir. Başka âlimler de İbn bân'ın bu görüşüne meylederek temel bir takım erdemlere işaret etmişlerdir. |zı âlimlere göre meleklerin âmîn demesi, müminler için af ve mağfiret dilekleri anlamındadır.


Ibnül-Müneyyir şöyle demiştir: "Meleklerle aynı anda, aynı sözü söyleme /reti içinde olmak tercih edilen görüştür. Çünkü bu durumda cemaat âmîn görevini yeri geldiğinde îfa edebilmek için tam bir uyanıklık ve konsant-;on içinde bekler. Meleklerin bu görevi ihmal etmeleri düşünülemez. Zira lieklerde gaflet diye bir özellik yoktur. İşte onlarla aynı anda âmîn demeye Jvaffak olan kimseler gerçekten uyanık ve diri bir bilinçle namaz kılanlardır."


Bu hadisin zahirî ifadesine baktığımızda bütün meleklerin kasdedildiği sofu çıkar. Ancak öyle anlaşılıyor ki hadis-i şerifte söz konusu namaza katılan yüzündeki veya gökyüzündeki melekler kasdedilmistir.


Geçmiş günahları bağışlanır" ifadesinin zahirî anlamı geçmiş günahların tamamının bağışlandığını göstermektedir. Fakat âlimlere göre burada kasdedilen küçük günahlardır.


Bu hadis-i şerif, "Namazda âmîn demek namazı bozar. Çünkü bu söz Kur'an'dan bir parça olmadığı gibi, bir zikrin belli bir bölümü de değildir " diyen Şiî İmâmiyye mezhebinin görüşünün yanlış olduğunu gösteren bir delildir.


Bu hadis, imamlığın çok faziletli ve önemli bir görev olduğunu göstermektedir. Çünkü imamın âmîn demesi zaman ve söz olarak meleklerin âmîn demesine denk düşmektedir. Zaten bu yüzen cemaatin imamla birlikte âmîn demesi ge1-rekmiştir. Hadisin zahir ifadesine baktığımız zaman, cemaatin imam âmîn dediği zaman ona uyması emredilmiştir; dolayısıyla imam âmîn demeyi ihmal ederse cemaatin de âmîn dememesi gerekecektir. Şâfiîler'den bazı âlimler bu görüştedir. ez-Zehâir müellifinin açıkça ifade ettiği görüş bu olduğu gibi Râfiî'nin sözlerinden anlaşılan hüküm de bu yöndedir. İrnam Nevevî ise Şâfiîler'in ittifakla kabul ettiği görüşün bunun tam aksi istikamette olduğunu iddia etmiştir. İmam Şafiî'nin el-Ümm adlı eserinde açık bir şekilde söylediği görüş şöyledir: "İmam kasıtlı olarak veya unutarak âmîn demeyi terk etse bile cemaat âmîn der."



112. Âmîn Demenin Fazileti



781- Ebû Hureyre Resûiulîah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"İçinizden biri âmîn dediği zaman melekler de aynı anda gökyüzünde âmîn dediklerinde ve böylece yeryüzündeki âmînler İle gökyüzündeki âmînler birbirine karıştığında o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır."




113. Cemaatin Açıktan Âmîn Demesi



782- Ebû Hureyre Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"İmam Fatiha sûresini bitirip dediği zaman siz de âmîn âmîn deyin. Zira meleklerle aynı anda âmîn demeye muvaffak olan bir kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.[66]



Açıklama



Beyhakî başka bir yolla Atâ'nın şöyle dediğini nakletmiştir: "Ben şu mescidde Resûlullah'm iki yüz ashabına yetiştim. İmam Fatiha sûresini bitirip dediğinde uğultulu bir şekilde âmîn sesleri yükselirdi.


İmam Şafiî'nin mezheb-i kadîmine göre cemaat âmîn kelimesini açıktan söyler. Şâfİî mezhebinde fetva da bu yöndedir. İmam Râfiî şöyle demiştir: "Mez-hebimizdeki âlimlerin çoğu bu meselede iki farklı görüş bulunduğunu söylemişlerdir. Ancak doğru olan görüş cemaatin açıktan âmîn demesidir."




114. Safa Varmadan Rükûya Gitmek



783- Ebû Bekre şöyle demiştir:


"Bir defasında Resûlullah aleyh? ve namaz kıldırırken mescide girmiştim. Resûlullah ve seüem rükû'a varmıştı. Bunun üzerine ben daha safa ulaşmadan rükûa gittim. Daha sonra bunu Resûlullah'a Mishu anlattım. Bana şöyle dedi: Allah senin (namaza olan) düşkünlüğünü ve hırsını artırsın, ama bir daha böyle yapma!"



Açıklama



Resûlullah'm Allah senin hırsını artırsın" şeklindeki duası. Allah senin hayra olan tutkunluğunu ve hırsını artırsın anlamındadır.


İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Resûîullah Ebû Bekre'nin bu tavrını genel olarak tasvip etmiş ancak İşin ayrıntısında hatalı olduğunu belirtmiştir. Ebû Bekre'yi onaylaması onun cemaat sevabından mahrum kalmamak için gösterdiği hırstan ileri gelmektedir."


Resûlullah'm ama bir daha böyle yapma!" şeklindeki sözü şu anlamdadır: Bir daha böyle aceleyle gelip safa katılmadan rükûa varma ve rükûa vardıktan sonra da eğilmiş bir vaziyette yürüyerek safa girme.


Ahmed İbn Hanbel, İshâk İbn Râhûye ve İbn Hüzeyme gibi bazı Şafiî mu-haddisler bunun haram olduğunu söylemişlerdir. Onların bu konudaki delili Vâbısa İbn Ma'bed'in naklettiği şu rivayettir; "Resûiullah birisinin tek başına safların arkasında namaz kılmakta olduğunu gördü ve ona namazını tekrar etmesini emir buyurdu." Ahmed İbn Hanbel ve İbn Hüzeyme gibi hadisçiler sünen sahiplerinin naklettiği bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. İbn Hüzeyme, Ali İbn Şeybân'dan buna benzer bir rivayet nakletmiştir. Ancak bu rivayette şöyle bir fazlalık bulunmaktadır: "Safların arkasında tek başına namaz kılan kimsenin namazı olmaz.


İmam Şafiî ve aynı görüşü benimseyen âlimler ise Ebû Bekre hadisini delil olarak göstermişlerdir. Onlara göre Vâbısa hadisindeki emir istihbâb İçindir; yani namazı iade etmenin müstehap olduğunu gösterir. Zira yukarıdaki rivayette Ebû Bekre namazın bir bölümünü safların arkasında tek başına ifa etmiştir ve Resûiullah ona namazını tekrar etmesini emir buyurmamıştır. Fakat bir daha böyle bir şeye kalkışmamasını emretmiştir. Bu açıdan bakıldığında Resûiullah ^ vdahu aleyh; ve se'iem onu sanki daha faziletli bir amele irşad etmiş gibidir.


Bu hadîs-i şerîf cemaate sonradan uyacak bir kimsenin imam hangi rüknü îfa ediyorsa hiç beklemeden o anda uymasının müstehap olduğunu göstermektedir. Saîd İbn Mansûr'un Sünen'inde Abdülaziz İbn Refî'nin Medine'li bir çok kişiden naklettiği şu rivayette Resûlullah bunu açıkça emretmiştir: "Kim namaz kıldığımız zaman beni kıyamda, rükûda veya secdede bulursa hemen ben hangi rüknü yerine getiriyorsam o rükünde bana uysun.




115. Tekbirin Rükûda Tamamlanması



Abdullah İbn Abbas Resûlullah'm bu şekilde tekbir getirdiğini söylemiştir.


Mâlik İbn Hüveyris'in naklettiği hadis de bu bâb kapsamına girmektedir.


784- İmrân İbn Husayn'dan nakledilmiştir:


"İmrân İbn Husayn Hz. Ali'nin arkasında Basra'da bir namaz kıldığını belirttikten sonra: "Bu zât, bize Resûlullah ile birlikte kıldığımız namazları hatırlattı" demiş ve şunları eklemiştir: "O namaz kıldırırken namaz içindeki her intikalde / her pozisyon değişikliğinde tekbir getirirdi.[67]


785- Ebû Seleme'den nakledilmiştir:


"Ebû Seleme, Ebû Hureyre'nin cemaate namaz kıldırırken her pozisyon değişikliğinde her eğiliş ve kalkışında tekbir getirdiğini belirtmiştir. Bir defasında Ebû Hureyre yine bu şekilde namaz kıldırmış ve namazdan çıktıktan sonra şöyle demişti: "Kesinlikle ben, aranızda kıldığı namaz Resûlullah'ın namazına en çok benzeyen kişiyim.[68]



Açıklama



İmam Buhârî'nin "Mâlik İbn Hüueyris'in naklettiği hadis de bu bâb kapsamına girmektedif derken işaret ettiği hadis 140. başlığı altında ele alınmıştır.


"Tekbirin rükûda tamamlanması" şeklinde verilen konu başlığı şu anlama gelir: Kıyamdan rükûa giderken söylenen intikal tekbirinin rükûa varıldığı anda tamamlanması


İmrân İbn Husayn'in Cemel olayından sonra olması muhtemel olan bir namazı Ali İbn Ebu Talib'in arkasında kılarlarken, "Resûîullah ile birlikte kıldığımız namazları hatırlattı" şeklindeki ifadesi bu tekbirlerin o dönemde terk edilmiş olduğunu göstermektedir. Nitekim Ahmed İbn Hanbel ve Tahâvî sahih bir senedle Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin şöyle dediğini nakletmişlerdir: "Âli İbn Ebu Talib bize Resûlullah ile birlikte kıldığımız namazları hatırlattı. Kimimiz (bu tekbirleri) unutmuştu, kimimiz de kasıtlı olarak terk etmişti." Ahmed İbn Hanbel konuyla ilgili olarak Mutarriften farklı bir rivayet daha nakletmıştir. Bu rivayet şöyledir: "Biz imrân İbn Husayn'a, 'Ey Ebû Nüceyd tekbiri ilk olarak kim terk etti?' diye sorduğumuzda şu cevabı verdi; Tekbiri ilk terk eden Osman İbn Affân idi; İyice yaşlanıp sesi kısıldığında tekbiri terk etmek durumunda kalmıştı. Fakat bu rivayet Hz. Osman'ın tekbirleri tamamen terk etmeyip, açıktan tekbir getirmediğini anlatıyor da olabilir.


Taberânî tekbiri ilk olarak terk eden kişinin Muavİye olduğunu Ebû Hurey-re'den nakletmıştir. Fakat âlimler bu rivayetlerde anlatılan durumun tekbirleri tamamen terk etmek değil, tekbirleri açıktan söylemek olduğuna işaret etmişlerdir. Zaten uygulama, tekbirlerin namaz içindeki her pozisyon değişikliğinde/her eğilme ve kalkma sırasında getirilmesi şeklinde' yerleşmiştir. Alimlerin çoğunluğuna göre namaza başlama tekbiri dışındaki tekbirlerin getirilmesi menduptur. Ahmed İbn Hanbel ve bazı âlimler ise rivayetlerin zahirine bakarak bu tekbirlerin getirilmesinin gerekli olduğunu söylemişlerdir.[69]


(Nâsırüddîn İbnü'l-Müneyyir intikal tekbirlerini getirmenin hikmeti hakkında şu açıklamada bulunmuştur: "Namaz kılacak olan mükellefe namaza başlarken niyetinin tekbirle birlikte olması emredilmiştir.) [70] Aslında mükellefin bu niyetini namazın sonuna kadar muhafaza etmesi gerekir. İşte niyetin bir göstergesi ve alâmeti olan tekbirler namaz içindeki her harekette tekrarlanır ki, kişiye niyetini ve ahdini hatırlatsın."


Namaz içindeki her intikalde tekbir getirilmesi gerektiğini ifade eden bu rivayette genelleme söz konusudur. Rükûdan doğrulurken tekbir getirilmemesi hükmü bunun istisnasıdir. Zira rükûdan doğrulurken Allah'a hamdetmek gerektiği konusunda görüş birliği (icma) vardır.




116. Tekbirin Secdede Tamamlanması



786- Mutarrif İbn Abdullah şöyle demiştir:


"İmrân İbn Husayn ile birlikte Hz. Ali'nin arkasında namaz kılmıştık; secde ettiğinde, secdeden doğrulduğunda ve kıldığı rekatlardan kalktığında tekbir getiriyordu. Namazı bitirdiğinde İmrân İbn Husayn elimi tutarak bana şöyle dedi: Hz. Ali bana Resûlullah'ın kıldırdığı namazları hatırlattı - başka bir rivayete göre - Hz. Ali bize aynen Resûlullah'ın namazını kıldırdı."


787- İkrime şöyle demiştir:


İmamlık makamına geçip namaz kıldırmakta olan birisini görmüştüm; namazdaki her hareket değişikliğinde, yatış ve kalkışlarında tekbir getiriyordu. Bunu garipseyerek Abdullah İbn Abbâs'a anlattığımda bana şöyle dedi; Hay anasız kalasın sen bunun Resûlullah'ın namazı olduğunu bilmiyor musun?




Açıklama



İbn Abbâs'ın "hay anasız kalasın" şeklindeki sözü Araplar arasında yaygın olan bir azarlama ifadesidir. İkrîme namaz kıldırmakta olan kişiyi aptallıkla ve dolayısıyla bilgisizlikle suçladığı İçin Abdullah İbn Abbas onu bu şekilde kınamıştır. Zira namaz kıldıran kişi İkrime'nin bu suçlamalarını hak etmiyordu.




117. Secdeden Doğrulurken Tekbir Getirmek



788- ikrime'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Mekke'de yaşlı bir zatın arkasında namaz kılmıştım; bu namazda tam yirmi iki defa tekbir getirmişti. Bunun üzerine İbn Abbas'a gelerek; Bu adam bunamış bir ahmak' dedim. Ben böyle söyleyince bana kızarak şöyle dedi: Hay anasız kalasın, onun kıldırdığı namaz tam olarak Resûlullah'm sünnetidir."


789- Ebû Hureyre şöyle demiştir:


"Resûlullah namaz kılmak üzere kalktığında ayakta iken namaza başlama tekbirini getirirdi. Sonra kıyamdan rükûya gittiğinde tekbir alırdı. Rükûdan doğrulup kalkarken (Allah kendisine hamd edenleri işitir) ve tam olarak doğrulup kıyamda beklerken (Rab-bimiz, hamd sana mahsustur) Abdullah İbn Salih'in Leys'ten naklettiğine göre (Ve hamd sana mahsustur) - derdi. Secdeye gittiğinde, secdeden Yoğrulduğunda, secdeye yeniden giderken ve secdeden geri doğrulduğunda her seferinde tekbir alırdı. Namazının tamamını kılıp bitirene kadar da aynı şekilde tekbirleri getirirdi. Resûlullah ilk iki rekatı bitirip birinci teşeh-kalkarken de tekbir alırdı."



Açıklama



imam Nevevî "kıyamdan rükûa gittiğinde tekbir alırdı" İfadesiyle ilgili olarak şunları söylemiştir: "Bu ifade tekbirin hareketin başlamasıyla birlikte başlayıp hareketin bitmesiyle birîikte sona ermesi gerektiğini gösterir. Buna göre rükûa üzere harekete geçince tekbire başlanır ve rükû pozisyonuna varıncaya 'tekbir yayılıp uzatılır."




118. Rükûda Avuçların Dizlere Konması



Ebû Humeyd cemaatine şöyle demiştir: "Resûlullah riyle dizlerini iyice kavrardı."


790- Mus'ab İbn Sa'd şöyle demiştir:


"Bir gün babamın (Sa'd İbn Ebû Vakkâs) yanında namaza durmuştum. Namazda ellerimin ayalarını birbirine yapıştırıp bacaklarımın arasına koydum. Babam bana bir daha böyle yapmamamı söyleyip şöyle dedi: "Biz de bir zamanlar böyle yapardık. Fakat bunu yapmak (ResûIullah tarafından) bize yasaklandı; bize ellerimizi dizlerimizin üzerine koymamız emredildi."



Açıklama



Rükûda ellerin dizlere konması; sağ elin sağ dize, sol elin de sol dize konması anlamındadır.


Sa'd İbn Ebû Vakkâs'm bu sözüne dayanarak şunlar söylenmiştir: "Burada anlatılan ellerin ayalarını birbirine yapıştırıp bacakların arasına alma uygulaması önceden var olan fakat Resûlullah tarafından neshedilen bir hükümdür. Zira burada yasaklayan da emreden de Resûlullah'tır Tirmizî şöyle demiştir: "Âlimlere göre ellerin ayalarım birbirine yapıştırıp bacakların arasına alma uygulaması neshedilmiştir; bu konuda âlimler arasında görüş ayrılığı yoktur. (Sadece Abdullah İbn Mes'ud ile onun tâbîlerinin bu uygulamaya devam ettikleri nakledilmiştir.) [71]


İbnü'l-Münzir bu konuyla ilgili olarak sağlam (kavî) bir senedle İbn Ömer'in ellerinin ayalarını birbirine yapıştırılıp bacakların arasına alınmasını kasdederek şöyle dediğini nakletmiştir: "Resûlullah bunu bir defa yapmıştı."


İbn Hüzeyme yine bu konuyla ilgili olarak Aİkame yoluyla Abdullah'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Resûlullah bize öğretmişti; O rükû yapacağı zaman ellerinin ayalarının birbirine kenetler ve bacaklarının arasına koyarak rükû ederdi. Sa'd İbn Ebû Vakkâs onun böyle dediğini duyunca; 'Kardeşim doğru söylemiş, biz önceden böyle yapardık, fakat daha sonra ellerimizle dizlerimizi İyice kavramamız bize emredildi' demiştir."


Abdürrezzâk'm Hz. Ömer ile İlgili olarak Alkame ve Esved'den naklettiği bir rivayet Sa'dın söyledikleriyle örtüşmektedir. Bu rivayete göre Alkame ve Esved şöyle demişlerdir: "Biz Abdullah'ın arkasında namaz kıldık ve ellerimizin ayalarını birbirine kenetleyip bacaklarımızın arasına alarak rükû ettik. Daha sonra Hz. Ömer ile karşılaştık ve onun arkasında da aynı şekilde namaz kıldık. Hz. Ömer namaz bitince şöyle dedi: Bu, bizim daha önce yaptığımız bir uygulamaydı ama sonra terk edildi." Tirmizî'nin Ebû Abdurrahman es-Sülemi yoluyla naklettiği rivayet ise şöyledir: "Hz. Ömer bize şöyle dedi; Size dizler sünnet kılındı, dizlerinizi tutun!" Beyhakî bu rivayeti şu lafızla nakletmiştir: "Biz rükû ettiğimiz zaman ellerimizi bacaklarımızın arasına alırdık. Bunun üzerine Hz. Ömer bize şöyle demişti: Dizlerin ellerle kavranması sünnettendir." Bu rivayet merfû hükmündedir. Çünkü bir sahâbî: "Sünnet böyledir, bu sünnet kılınmıştır" demişse bunun öncelikli olarak Resûlullah'm sünneti olduğu anlaşılır. Özellikle de Hz. Ömer gibi önde gelen sahâbîlerin bu tür sözlerinin Resûluliah'ın sünnetine işaret ettiği bilinmelidir.


İbn Hüzeyme Sa'd'm "bunu yapmak (Resûluüah tarafından) bize yasaklandı" şeklindeki sözüne dayanarak ellerin ayalarının birbirlerine kenetlenip bacakların arasına alınmasının caiz olmadığını söylemiştir.




119. Rükûnun Tam Olarak Yapılmaması



791- Zeyd İbn Vehb şöyle demiştir:


"Bir gün Huzeyfe rükû ve secdeleri âzâlan tam olarak sükûn bulacak şekilde yapmayan birisini gördü ve ona şöyle dedi: Sen namaz kılmadın! Eğer bu şekilde ölecek olursan Cenâb-ı Hakk'ın Muhammedi yaratmış olduğu fıtrat dışında bir ölümle ölürsün."



Açıklama



"Rükû ve secdeleri azalan tam olarak sükûn bulacak şekilde yapmayan birisini gördü" ifadesi Abdürrezzâk'm naklettiği rivayette şöyle geçmektedir: "Kuşun yeri gagalaması gibi acele eden ve rükûu azalan tam olarak sükûn bulacak şekilde yapmayan birisini gördü."


Huzeyfe'nin "Cenâb-ı Hakk'm Muhammedi Mihm yaratmış olduğu fıtrat" ifadesine dayanılarak bu rivayetten şu sonuçlar çıkarılmıştır:


1. Rükû ve secdeleri âzâlar tam olarak sükûn bulacak şekilde yapmak vaciptir.


2. Rükû ve secdelerin bu şekilde yapılmaması namazı bozar.


3. Namazı terk eden kişi kâfir olur. Çünkü Huzeyfe'nin sözünün zahirî anlamına göre namazın rükünlerinden birini İhlal eden kimseden İslâm vasfı kaldırılmıştır. Dolayısıyla namazı tümden terk eden bir kimseden bu vasfın kaldırılması daha uygundur. Bu hüküm rivayette geçen fıtrat kavramının, din şeklinde yorumlanmasına dayanır. Haddizatında İmam Müslim'in rivayet ettiği gibi namazı terk eden kimselerin herhangi bir kayıt getirilmeden mutlak olarak kâfir olacaklarını ifade eden hadisler bulunmaktadır.[72] (Bu hadisleri bazı âlimler gerçek anlamında almışlar ve namazı terk edenlerin kâfir olacaklarını söylemişlerdir.


Fakat bazı âlimlere göre burada namaz kılmayanların çok şiddetli bir şekild azarlanması ve kınanması söz konusudur. Hattâbî şöyle demiştir: "Fıtrat, ve din anlamına gelir. Fakat bu rivayette tıpkı "Beş şey fıtrattandır sünnetlerdir" hadisinde olduğu gibi fıtrat kavramı sünnet anlamında kullanılmış olabilir." Buna göre Huzeyfe'nin amacı karşılaştığı bu şahsın ileride böyle davranmamasını sağlamaktır ve bu yüzden şiddetli bir ifade kullanmıştır. Başka bir rivayette geçen "Muhammed'in sünneti" ifadesi de bu görüşün tercih edilmesini sağlar.) [73]



120. Rükû Ederken Sırtın Dümdüz Tutulması



Ebû Humeyd es-Sâİdî karşısındaki cemaate şöyle demiştir:


"Resûlullah rükûya gider ve sonra sırtını düzleştirirdi." Sırtın dümdüz tutulması demek başın vücuttan ne aşağıda ne de yukarıda olmasıdır.




121. Rükûnun Tam Olarak Yapılmasının Ölçüsü Ve Rükûda Vücûdun İyice Sükûnet/ Dinginlik Bulması



792- Berâ şöyle demiştir:


"Resûlullah namaz kılarken rükûlarda, secdelerde ve iki secde arasındaki oturuşlarda neredeyse birbirine eşit olacak bir süre kadar beklerdi. Sadece (kıraat için olan) kıyamlar ile teşehhüdlerdeki oturuşlar bunlardan farklı idi.[74]




122. Resûlullah Rükûunu Tam Olarak Yapmayan Birisine Namazını İade Etmesini Emir Buyurmuştur



793- Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Birgün Resûlullah uesei!«n mescide girmişti. Onun arkasından bi-risi daha gelip namaza durdu. Namazını bitirince gelip Resûlullah'a selâm verdi. Resûlullah saiMâhu dieyh: onun selamına mukabelede bulunduktan sonra; 'Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın' buyurdu. Adam gidip daha önceki kıldığı gibi namazını tekrar etti. Sonra gelip Resûlullah'a selâm verdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz yine; 'Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın' buyurdu. Bu durum üç defa tekrarlandı. Sonunda adam; 'Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben bundan daha iyisini yapamıyorum. Bana doğrusunu Öğretiniz1 dedi. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu;


"Namaza duracağın zaman önce tekbir getir. Sonra ezberinde bulunan ve kolayına gelen kısımlarından Kur'an oku. Ardından vücûdun hareketsiz kalacak şekilde (itmi'nân) rükû'a var. Sonra rükû'dan doğrul ve dimdik dur (i'tidâl). Ardından secdeye git ve kemikler eklem yerlerine tam anlamıyla oturacak şekilde (itmi'nân) secde et. Sonra doğrul ve yine kemikler eklem yerlerine tam anlamıyla oturacak şekilde (itmi'nân) otur ve ardından tekrar secdeye git ve kemikler eklem yerlerine tam anlamıyla oturacak şekilde (itmi'nân) secde et. Namazının geri kalan kısmında da bu söylediklerimin tamamını aynen yap!"



Açıklama



Kâdî İyâz Resûlullah'm çünkü sen namaz kılmadın" şeklindeki buyruğu hakkında şu açıklamayı yapmıştır: "Bilgisiz bir kimsenin ibadetlerle ilgili konularda herhangi bir bilgisi olmaksızın yaptığı fiiller geçerli değildir.


Burada Resûlullah adama "namaz kılmadın" derken namazının geçerli olmadığını ifade etmek İstemiştir. Zaten Resûlullah'm ve sözünün zahirinden anlaşılan da budur."



Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar



1. Namazın rükünlerini yerine getirirken söz konusu rükünlerde kemiklerin eklem yerlerine iyice oturması ve böylece vücûdun bir süre hareketsiz kalması (itmi'nân-tuma'nîne) farzdır.275 Alimlerin çoğunluğunun görüşü budur. Hanefî mezhebinde meşhur olan görüşe göre ise ta'dîl-i erkân sünnettir.


2. Namazın farzlarından birisini ihlal eden bir kimse o namazı iade etmekle mükelleftir; bu namazı iade etmesi farzdır.276


3. İyiliği emredip kötülüğü yasaklamak çok önemli bir görevdir.


4. Herhangi bir husus öğretilirken karşıdaki insanı sıkıntıya düşürmeyen en uygun metod uygulanmalı ve konu etraflıca açıklanarak hedefler tam anlamıyla gösteriimelidir.


5. Öğrenci hocasından gerekli bilgileri almak için istekte bulunmalıdır.


6. Kişi aynı mekanda bulunuyor olsalar bile bir anlamda ayrılık sayılabilecek fasılalar oluşmuşsa muhatabına tekrar tekrar selâm verebilir ve muhatap tarafından bu selâm alınır.


7. İmam cemaatiyle birlikte mescitte oturabilir.


8. Alimlere ve hocalara selâm verilir ve emirlerine uyulur.


9. Kişi hatalarını itiraf edebilir ve hataların insana mahsus bir özellik olduğunu bu itiraf sırasında dile getirebilir.


10. Resûlullah insanlarla ilişkilerinde en güzel ahlâk üzere idi, onlara çok yumuşak davranırdı.


11. Daha etkili olması için gerekli açıklamaları sona saklamak uygundur.


Farz şeklinde tercüme ettiğimiz kelime Arapça nüshada vaciptir şeklinde geçmektedir. Hanefî mezhebi dışındaki mezheplerin ıstılahında vâcib kavramı Hanefi mezhebindeki farz kavramının karşılığı olarak kullanılır, Türk okuyucusunun vacip dendiği zaman Hanefî mezhebi ıstılahındaki vacip kavramını anlayabileceğini ve dolayısıyla karışıklık doğabileceğini düşünerek burada farz kavramını kullanmayı uygun bulduk. (Mütercim)


Bu paragrafta kullanılan farz kavramı için yukarıdaki dipnotta belirttiğimiz hususlar geçerlidir. (Mütercim)


12. Abdestin farzları sadece âyet-i kerimede sayılanlardan ibarettir ve dolayla sünnetle sabit olan diğer fiiller menduptur.[75]




123. Rükûda İken Dua Etmek



794- Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah saiaiiâk; aleyh: w şefe. rükûlarında ve secdelerinde Allahım, seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim; hamd sana mahsustur; Allahım beni bağışla' diye dua ederdi.[76]




Açıklama



İmam Buhârî rükû'da yapılan dua ile ilgili olarak naklettiği bu rivayetin ardından ileride geleceği gibi secdede yapılan dua ve teşbih konusunu ele alırken aynı hadisi yine zikre de çektir. İmam Buhârî'nin burada sadece duaya işaret etmekle yetinip rükû teşbihlerine değinmemesiyle iİgili olarak şu inceliğe dikkat çekilmiştir; "Aslında her iki bâb başlığı altında aynı rivayete yer verildiği halde İmam Buhârî burada sadece duaya değinmiştir. Onun bu şekilde rivayetleri başlıklandırırken rükûda dua etmeyi mekruh gören İmam Mâlik gibi alimlerin görüşüne karşı çıktığını düşünebiliriz. Teşbih konusunda zaten herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. İşte İmam Buhârî dua ile ilgili görüş ayrılıklarına işaret etmek için burada özellikle yukarıdaki başlığı kullanmıştır.


Rükûda dua edilmesini mekruh görenlerin delili ise İmam Müslim'in İbn Abbâs'tan merfû olarak naklettiği şu hadistir: "Rükûda Rabbinizi yüceltiniz (O'nu tazim ediniz), secdede ise elinizden geldiği kadar dua etmeye çalışınız. Sonra da duanızın kabul edilmesini bekleyiniz."


Fakat bu hadisten rükûda dua edilmeyeceği sonucu çıkarılamayacağı gibi, secdede Cenâb-ı Hakkın teşbih edilemeyeceği sonucu mefhûm yoluyla dolaylı olarak dahi çıkarılamaz. Buna karşılık Hz. Aişe'nin naklettiği rivayetin zahirine :göre Resûlullah bu zikrin tamamını hem rükûlarda hem de secdelerde okumuştur.




124. Rükûdan Doğrulurken İmam Ve Cemaat Ne Der?



795- Ebû Hureyre'nin şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûîullah (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman (Allahım, Rabbİmiz ve hamd sana mahsustur) derdi. Resûlullah rükûya giderken ve başını kaldıT rırken tekbir getirirdi ve secdelerden kalktığında da (Allah en büyüktür) derdi.


Bu rivayette geçen başını kaldırırken ifadesi secdeden doğrulmayı anlatır.




125. (Allahım, Rabbimiz Hamd Sana Mahsustur) Demenin Fazileti



796- Ebû Hureyre Resûluilah'm şöyle buyurduğunu nak-letmiştir:


"İmam (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman (Allahtm, Rabbİmiz hamd sana mahsustur) deyin. Zira kimin bu sözü meleklerin sözüne denk gelirse geçmiş günahları bağışlanır.[77]




Açıklama



Bu konu başlığı başka rivayetlerde JUaJl dii ve hamd sana mahsustur) şeklinde geçmektedir.


(Allahım, Rabbimiz Bazı âlimler hadisteki "imam (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman" ifadesine bakarak "İmam (Rabbimiz, hamd sana mahsustur), cemaat de (Allah kendisine hamd edenleri işitir) demez" sonucunu çıkarmışlardır. Çünkü onlara göre bu rivayette diğer hususlar zikre dilme mistir. İmam Tahâvî'nin nakletmiş olduğu bu görüş İmam Mâlik ile Ebû Hanife'ye aittir.


Ancak bu tartışmaya açık bir görüştür. Zira hadîs-i şerif bu âlimlerin işaret ettiği gibi imamın söylediği hamd cümlesini cemaatin, cemaatin söylediği hamd ifadesini de imamın kullanamayacağını göstermez. Bu hadiste vurgulanmak istenen husus şudur; İmam (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dedikten hemen sonra cemaat (Rabbimiz, hamd sana mahsustur) der, dolayısıyla hadis cemaatin hamdinin imamdan sonra olması gerektiğini anlatır. Aslında imam rükûdan doğrulurken, yani intikâl sırasında (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği halde cemaatin iyice doğrulup vücûdu dümdüz olduğu zaman (Rabbimiz, hamd sana mahsustur) demesi de bunu göstermektedir. İşte bunun bir gereği olarak imam her iki hamd ifadesini de okur. Zaten İmam Şafiî, Ahmed İbn Hanbel, Ebû Yûsuf, İmam Mu-hammed ve âlimlerin çoğunluğunun görüşü de bu yöndedir. Pek çok sahih hadis de bu görüşü desteklemektedir. İmam Şafiî bu görüşüne ek olarak, cemaat de tıpkı imam gibi her iki hamd ifadesini kullanır, demiştir. Fakat onun bu görüşünü destekleyen sahih herhangi bir rivayet bulunmamaktadır.


Tek başına namaz kılmakta olan bir kimse ise her halükârda iki dua cümlesini de okur. Tahâvî ve İbn Abdilberr bu konuda görüş birliği (icma) bulunduğunu söylemişlerdir.




126- Allah Kendisine Hamd Edenleri İşitir - Dedikten Sonra Kunût Okumak) [78]



797- Ebû Seleme'den nakledilmiştir:


Ebû Hureyre "Ben sizlere Resûlullah'm kıldırdığı namazların tıpkısını göstereceğim" demiş ve öğle, yatsı ve sabah namazlarının son rekatlarında (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dedikten sonra kunût okumuştu. Bu duada müminler için hayırlar diliyor kâfirlere lanet ediyordu.[79]


798- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:


"Önceden kunût akşam ile sabah namazlannda okunurdu.[80]


799- Rifâa İbn Râfi1 ez-Zürakî şöyle demiştir:


"Biz bir gün Resûlullah'ın arkasında namaz kılıyorduk. Zât-ı âlîleri rükûdan başlarını kaldırırlarken (Allah kendisine hamd edenleri işitir) deyince cemaatte bulunanlardan birisi (Rabbimiz hamd sana mahsustur; bol, her türlü gösterişten -desinler kaygısından uzak, halisane ve hayırlarla dolu bir hamd ile sana hamd ederiz) dedi. Resûlullah selâm verip namazdan çıkınca: 'O hamdi söyleyen kimdi?' diye sordu. Bunu söyleyen zât: 'Bendim ey Allah'ın Resulü' deyince Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Otuzdan daha fazla bir melek topluluğu gördüm; bu sözü daha önce yazabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı."



Açıklama



Rifâa İbn Yahya rivayetinde bu.zâtın okuduğu hamd ifadesi şöyledir: (Rabbimiz hamd sana mahsustur; bol, her türlü gösterişten - desinler kaygısından uzak halisane ve hayırlarla dolu bir hamd ile senin hoşnut ve razı olduğun şekilde sana hamd ederiz)


Bu son rivayette geçen 'senin hoşnut ve razı olduğun şekilde' sözü her şeyi Allah'a ısmarlayıp O'nun vereceği hükme razı olmanın (tefviz) en güzel ifadelerinden biridir. Zaten maksatların en yücesi de budur.


Resûlullah'ın Bu sözü daha önce yazabilmek için birbirleriyle yanşıyorlardı" şeklindeki sözünden ilk çıkarılabilecek anlama göre bu melekler hafaza melekleri değildir. İmam Buhârî ile İmam Müslim'in sahihlerinde Ebû Hureyre'den merfu olarak nakledilen şu hadis de bu görüşü desteklemektedir: "Allah Teâlâ'nın yollarda dolaşan melekleri vardır; bunlar aralarına katılmak İÇİn zikir ehlini arar durur."




Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar



1. Bazı ibadet ve itaatleri hafaza melekleri dışında da kaydeden melekler


vardır.


2. Resûlullah'tan nakledilen zikir ve dualara muhalif aykırı olmaması kaydıyla namazda bu zikir ve dualardan farklı zikir ve dualar okunabilir.[81]


3. Cemaatte bulunan diğer insanların zihinlerini karıştırmayacak ve konsantrasyonlarını bozmayacaksa zikir sırasında ses yükseltilebilir.


4. Namazda iken hapşıran bir kimsenin diyerek Allah'a hamd etmesi mekruh değildir.


5. Namaz kılmakta olan bir kimse hapşırıp diyen bir kimseye diyerek karşılık vermemelidir.[82]


6. Rükûdan doğrulunca dimdik bir şekilde beklenen süre zikir ile uzatılabilir.




127. Rükûdan Doğrulunca Vücûdun Tam Anlamıyla Dingin Olacak Şekilde Düz Tutulması



Ebû Humeyd şöyle demiştir: "Resûlullah rükûdan doğruldu ve omurga kemikleri iyice yerine oturacak şekilde sırtını düzeltti."


800- Sabit şöyle demiştir:


"Enes İbn Mâlik bize Resûlullah'ın saiiaiiâhu aleyhi v« seKar nasıl namaz kıldığını anlatırken şunları söyledi: Resûlullah pdiaiiâhu aleyhi rükûdan başını kaldırıp doğrulunca o kadar çok kıyamda beklerdi ki secdeye gitmeyi unuttuğunu zannederdik.[83]


801- el-Berâ :adıyaiiahu anh şöyle demiştir:


"Resûlullah «vaâhu alevdi namaz kılarken rükûlarda, secdelerde, rükû-lardan doğrulurken ve iki secde arasındaki oturuşlarda neredeyse birbirine eşit olacak bir süre kadar beklerdi."


802- Ebû Kılâbe şöyle demiştir:


"Mâlik İbnü'l-Hüveyris bize Resûlullah'ın nasıl nama? kıldırdığını gösterirdi. Hatta bunu namaz vakti dışında bir vakitte yapardı. Bir defasında şöyle namaz kılmıştı; Kıyama durdu ve mükemmel, eksiksiz bir kıyam yaptı. Sonra rükûa vardı ve rükûyu da mükemmel bir şekilde yerine getirdi. Ardından rükûdan kalkıp bir süre sustu ve bekledi. Gerçekten de Mâlik İbnü'l-Hüveyris bize hocamız Ebû Büreyd (Amr İbn Seleme) gibi namaz kıldırdı. Nitekim Ebû Büreyd de secdeden başını kaldırdıktan sonra iyice oturacak şekilde doğrulur, sonra ayağa kalkardı."



Açıklama



İbn Dakîku'1-îyd bu rivayetle ilgili olarak şunları söylemiştir: "Bu hadis rükûdan doğrulduktan sonra durulan kıyamın bir rükün kadar uzun olduğunu gösterir. Gerçi bu kıyamın uzun olduğunu Enes İbn Mâlik'ten nakledilen rivayet daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır ve bu açık ifade konuyla ilgili bir nasstır. Dolayısıyla zayıf bir delile dayanılarak nassı terk etmek doğru olmaz. Söz konusu zayıf delil şudur: Rükûdan doğrulduktan sonra durulan kıyamda rükû ve secdelerin aksine teşbih ve duaların tekrar edilmesi emre dilme mistir, dolayısıyla kısa olmalıdır." Zayıf olması, nass bulunan bir konunun zıttı ile kıyas yapılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Zira nass varken kıyasa başvurmak fasiddir ve kabul edilemez. Zaten Resûlullah rükûdan doğrulduktan sonra daha uzun bir duanın okunmasını emir buyurmuştur. Nitekim İmam Müslim'in Abdullah İbn Ebû Evfâ, Ebû Saîd el-Hudrî ve Abdullah İbn Abbas'tan naklettiği bir rivayete göre yukarıdaki rivayetlerde geçen adamın "Ya Rabb Hamd sana mahsustur dedikten sonra (bol ve her türlü gösterişten - desinler kaygısından uzak halisane bir hamd ile sana hamd ederiz) şeklindeki duasının ardından Resûlullah vessüflnı: (Rabbim, gökler, yer ve bunun ötesinde senin var olmasını dilediğin her ne uarsa hepsinin doluşunca sana hamd olsun) demiştir. İbn Ebû Evfâ hadisinde ise "Allahım, beni kar... ile temizle" buyurmuştur. Ayrıca Resûlullah kendisinin yapmadığı bir duayı okuyan kişiyi onaylamış ve duasına ek bir dua daha yapmıştır ki bu kişinin duası da bir hayli uzuncadır.


Bir başka ilim adamı da kendi görüşlerini desteklemek için el-Berâ hadisini şu şekilde yorumlamıştır: "Rivayette geçen (neredeyse birbirine eşit olacak bir süre şeklinde tercüme ettiğimiz) loy ifadesi Resûlullah'ın rükû, secde ve rükûdan doğrulduktan sonra durulan kıyamda Kur'an okunan kıyamlar kadar uzun beklediği anlamına gelmez. Burada Resûlullah'ın namaz kılarken rükünlerin birbiriyle orantılı olmasına dikkat ettiği vurgulanmıştır. Buna göre yukarıdaki ifadeden, Resûluilah kıraati uzattığı zaman diğer rükünleri de uzatırdı, ama kıraati kısa tuttuğu zaman diğer rükünleri de kısaltırdı, sonucu çıkar. Zaten Resûlullah'ın bir sabah namazında Sâffât sûresini okuduğu sabittir ve Sünen kitaplarında Enes İbn Mâlik'ten nakledilen bir rivayete göre 'ashâb-ı kiram bu sabah namazmdaki secdelerin uzunluğunu on defa teşbih okuyacak kadardı' şeklinde anlatmışlardır. Dolayısıyla buradan Resûluilah'ın Sâffât sûresinden daha kısa sûreler okuduğu zaman tesbihatı da on defadan daha az yaptığı sonucu çıkacaktır. Aslında Sünen kitaplarında sabit olduğu üzere secdelerde okunacak tesbihatm asıl sayısı üçtür."




128. Tekbir Getirerek Secdeye Gitmek



Nâfi1 şöyle demiştir: "Abdullah İbn Ömer secdeye giderken yere önce ellerini sonra dizlerini koyardı."


803- Ebû Bekir İbn Abdurrahmân ve Ebû Seleme İbn Abdurrahmân, Ebû Hureyre'nin namazını şu şekilde anlatmışlardır:


"Ebû Hüreyre farz olan ve olmayan namazlara ayrıca Ramazan'da ve Ra-mazan'm dışında bütün namazlara tekbir getirerek başlardı; Kıyamda iken bu şekilde tekbir getirdikten sonra rükûya giderken de tekbir getirirdi. Rükûdan doğrulurken önce Otu (Allah kendisine hamd edenleri işitir) ve ardından da (Rabbimiz, hamd sana mahsustur) derdi. Secdeye gittiği sırada, secdeden başını kaldırıp otururken, tekrar secdeye giderken, secdeden başını kaldırırken ve ilk teşehhüdden kıyama kalkarken her seferinde tekbir getirirdi. Namazın tamamını bitirinceye kadar bütün rekatları bu şekilde kılardı. Namazı bitirince de cemaate şöyle seslenirdi: Şu canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, benim kıldığım bu namaz Resûlullah'ın kıldığı namaz tarzına en çok benzeyen namazdır. Resûlullah dünyayı terk edene kadar bu şekilde namaz kıldirmıştır."


804- Ebû Hureyre şöyle demiştir:


"Resûlullah rükûdan başını kaldırıp doğrulurken (Allah kendisine hamd edenleri işitir; Rabbimiz, hamd sana mahsustur) derdi ve adlarını tek tek sayarak bazı müslümlanlara dua eder ve şöyle buyururdu: 'Allah'ım, Velîd İbnü'l-Velîd'i, Seleme İbn Hişâm'ı, Ayyaş İbn Ebû Rebîa'yı ve kâfirlerin zulmü altında ezilen, kurtulmaya çare bulamayan diğer bütün müminleri kurtar. Allahım, Mudar kabilesini ezip iyice perişan et, onları yerle bir eyle; onların içinde bulundukları bu yıllarını, Yûsuf zamanındaki kıtlık yıllarına çevir.'


O zamanlar Mudar kabilesinin doğulu kolu Peygamber Efendimiz'e karşı çıkıyordu.


805- Ali İbn Abdullah Süfyân İbn Uyeyne İbn Şihâb ez-Zührî senediyle Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûlullah bir gün bindiği attan düşmüş ve sağ yanını in-citmişti. Biz kendisini ziyaret etmek maksadıyla yanına gittik. Bu sırada namaz vakti girmişti. O gün bize vakti giren namazı oturarak kıldırmıştı. Biz de O'nun arkasında namazlarımızı oturarak kılmıştık. Resûl-i Ekrem Efendimiz namaz bitince şöyle buyurmuştu: İmam kendisine uyulması için vardır; o tekbir getirince siz de tekbir getirin, o rükûya vardığında siz de rükû edin, o doğrulduğunda siz de doğrulun, (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman siz (Rabbimiz, ve hamd sana mahsustur) deyin, o secde ettiğinde siz de secde edin. Hâsılı o ayakta kılıyorsa siz de ayakta kılın, oturarak kılıyorsa siz de oturarak kılın." dedi.


Süfyân, bana (Ali İbn Abdullah) "Ma'mer de bunu bu şekilde mi nakletti?" diye sorunca evet demiştim. Süfyân da bunun üzerine: "Ma'mer gerçekten de iyi ezberleyip muhafaza etmiş, Zührî de buradaki gibi diye nakletti. Ben de sağ yanını incitmişti diye ezberlemiştim. Biz Zührî'nin yanından ayrıldığımızda İbn Cüreyc - ki ben de orada bulunuyordum - şöyle demişti: Sağ baldırını incitmişti."



Açıklama



"Abdullah İbn Ömer secdeye giderken yere önce ellerini sonra dizlerini koyardı" ifadesiyle ilgili olarak Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: "İmam Buhârî daha önce secdeye giderken neler söyleneceğini zikrettiği İçin burada hemen bununla bağlantılı olan secdeye fiilî olarak nasıl gidileceğini açıklamak istemiştir."


Zeyn İbnü'I-Müneyyir'in kardeşi ise şunları söylemiştir: "İmam Buhârî bu başlığı kullanırken secdeye gidişin sözlü ve fiilî olarak nasıl gerçekleştirileceğini anlatmıştır."


Bana kalırsa bu ifade İmam Buhârî'nin kullandığı konu başlığının devamıdır. Yani kendisi hakkında başlık kullanılan bir rivayet deği! başlığın parçası olan bir rivayettir. Zira bazen başlık - burada olduğu gibi - hadiste geçen kapalı ifadeyi açıklamak maksadıyla konulmuş olabilir.


Secdeye giderken ellerin dizlerden önce yere konması konusu hakkında görüş ayrılıkları bulunmaktadır. İmam Mâlik şöyle demiştir: "Secdeye bu şekilde gitmek namazda huşûu elde edebilmek için daha uygundur, namazın huşu ile kılınmasının en güzel yollarından biridir." İmam Evzaî'nin görüşü de böyledir.


Hanefîler'e ve Şâfiîler'e göre ise önce dizleri sonra elleri koymak daha faziletlidir.


İmam Nevevî şöyle demiştir: "Resûlullah'tan nakledilen rivayetlere ve dolayısıyla sünnete baktığımızda bu iki görüşün de sağlam olduğunu görürüz; bu bakımdan görüşlerden birini diğerine tercih edemeyeceğimiz anlaşılmaktadır."


imam Mâlik ile Ahmed İbn Hanbel'den, namaz kılan kişi bu iki davranıştan istediğini uygulayabilir, diye bir başka görüş daha nakledilmiştir.




129. Secdenin Fazileti



806- Saîd İbnü'l-Müseyyeb ve Atâ İbn Yezîd el-Leysî Ebû Hüreyre'nin kendilerine şöyle söylediğini nakletmişlerdir:


"Ashâb-ı kiram Resûlullah'a Ey Allah'ın Resulü biz kıyamet gününde Rabbimiz'i görecek miyiz, diye sormuşlardı. Resûlullah onlara soruyla karşılık vererek, 'Siz bulutsuz bir gecede dolunayı görebilmek için hiç birbirinizle itişip kakışır mısınız' deyince ashâb 'Hayır ey Allah'ın Resulü1 demişti. Resûlullah onlara tekrar sordu; 'Peki yine bulutsuz bir gecede güneşi görebilmek için hiç birbirinizle itişip kakışır mısınız?' Ashâb-ı kiram yine hayır diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu:


"işte siz Rabbinizi de aynı şekilde göreceksiniz. Kıyamet gününde insanların hepsi hasredilip bir araya toplanacak. Cenâb-ı Hak onlara şöyle nida edecek; 'işte şimdi herkes daha önce neye tapıyor idiyse onun arkasına düşsün bakalım!'


Bunun üzerine insanların kimisi güneşin, kimisi ayın ve kimisi de tağutlarm (ilah-lık taslayan ve kendilerine tapılan azgınların) arkasına düşüp gidecek. Yalnız bu ümmet içlerinde münafıkları da dahil olmak üzere orada kalacak. Cenâb-ı Allah onlara gelip şöyle buyuracak; 'Ben sizin RabbinizimP Onlar da; 'Biz Rabbimiz gelinceye kadar burada bekleyeceğiz, Rabbimiz gelecek olsaydı biz O'nu tanırdık' diyecekler. Cenâb-ı Allah onlara tekrar gelip şöyle buyuracak; Ben sizin Rabbinizim! Onlar da bu sefer; 'Sen bizim Rabbimizsiri diyecekler. Bunun üzerine onlar Allah Teâlâ'nm çağrısına icabet edip O'na tabi olacaklar.


O gün cehennemin tam ortasından sırat köprüsü uzatılacak. Köprü kurulduktan sonra bunun üzerinden ümmetiyle birlikte geçen ilk Peygamber ben olacağım. O gün yaşanan dehşet ve korkudan dolayı peygamberlerden başka hiç kimse konuşamayacak ve peygamberlerin tek sözü de şu olacak; Allah'ım kurtar, Allahım selâmete erdir.


Cehennemde Sa'dân dikenlerine benzeyen çengeller ve kapanlar vardır. Siz hiç Sddân dikenlerini gördünüz mü? Ashâb-ı kiram 'Evet ey Allah'ın Resulü' deyince, Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle devam buyurdular: Bu çengeller ve kapanlar dediğim gibi Sa'dan dikenlerine benzer ama bunların büyüklüğünü Allah'tan başka hiç kimse bilemez. Bunlar insanlan amellerine göre kapıp durur; kimisi kötü amelleri dolayısıyla mahvolup gider, kimisi de paramparça edilip hardal taneleri gibi ezilir, fakat sonunda yine de kurtuluşa erer. Nihayet Allah Teâîâ, cehennemliklerden istediğine rahmet ve merhametiyle muamele etmeyi dilediğinde meleklerine Allah'ı tek ma'bûd kabul edip O'na kulluk (ibadet) edenleri cehennemden çıkarın!' diye buyurur. Melekler de Allah'ın cehennemden çıkanlmalarını emrettiği kullannt azalarındaki secde izlerinden tanıyıp cehennemden alırlar. Zaten Cenâb-ı Hak cehenneme secde izi bulunan azaları yiyip yok etmesini haram kılmıştır. İşte bu kullar cehennemden çıkacaklar. Cehenneme düşen herkes yanacak, sadece secde azalarına cehennem dokunamayacak. Bu kullar cehennemden çıktıklarında perişan ve kapkara kesilmiş bir halde olacaklar. Sonra üzerlerine hayat suyu dökülecek ve adeta sel sularının geçtiği yerlerde mantar gibi çabucak bitip tazelenecekler, yeniden doğmuş gibi olacaklar.


Cenâb-ı Allah kulları arasındaki hükmünü verdiğinde cennet ile cehennem arasında bir adam - cehennemden çıkıp cennete giren son kişi - kalacak. Bu adamın yüzü ateşe dönüktür ve şöyle yalvamnaktadır; Ey Rabbim, yüzümü şu ateşten uzaklaştır, beni kurtar. Bu ateşin kokusu beni zehirleyip duruyor, yalım yalım alevi de beni yakıp kavuruyor.' Cenâb-ı Allah ona: Peki seni bundan kurtarırsam daha fazlasını istemeyeceğini düşünüyor musun?' deyince adamcağız: 'Senin izzetine, yüceliğine yemin olsun ki istemeyeceğim' diye cevap verir ve Allah Teâlâ'nm istemiş olduğu bütün yeminleri eder. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak yalvarıp yakaran bu şahsın yüzünü ateşten uzaklaştırır ve cennete doğru çevirir. Adam cennetin güzelliği karşısında donakalır ve Allah'ın dilediği kadar bir süre hiçbir şey konusamadan dili tutulmuş gibi bekler. Neden sonra kendisine gelir ve 'Ey Rabbim, ne olur beni cennetin kapısına yaklaştır!' der. Allah Teâlâ: Vaha önce istemiş olduğun cehennem ateşinden kurtulma dışında herhangi bir şey istemeyeceğine dair yeminler edip sözler vermemiş miydin?' diye sorar. Adamcağız şöyle cevap verir: 'Ey Rabbim, beni bu halde bırakıp cennetine koymazsan kullarının en bedbahtı olurum, hem senin rahmetinden umut kesen zümreden olmak istemem!' Cenâb-ı Hak ona tekrar: 'Peki seni bundan kurtanrsam daha fazlasını istemeyeceğini düşünüyor musun?' deyince adamcağız: 'Senin İzzetine, yüceliğine yemin olsun ki istemeyeceğim' diye cevap verir ve Allah Teâlâ'nm istemiş olduğu bütün yeminleri eder. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah onu cennetin kapısına yaklaştırır. Adam cennetin kapısına yaklaşıp oradaki göz kamaştıran güzelliği, huzuru ve cennetliklerin neşesini görünce kendisinden geçer; orada dili tutulmuş bir şekilde donakalır. Adam yine yalvarmaya başlar ve: Aman Allahım, ne olur cennete girmeme müsaade et, beni cennetine koy!' der. Allah Teâlâ: 'Ne gözü doymaz adammışsın sen, ama olsun bizim rahmetimiz geniştir. Peki seni verdiğin sözlerden ve ettiğin yeminlerden caydıran ne oldu!? Verdiğin sözler, ettiğin yeminler nereye gitti.? Hani daha önce istediğin ve sana verilenler dışında bir şey istemeyecektin!' deyince adam önceki gibi şu cevabı verir: Ey Rabbim, beni bu halde bırakıp cennetine koymazsan kullarının en bedbahtı olurum, hem senin rahmetinden umut kesen zümreden olmak istemem. Ne olur beni bedbahtlardan eyleme!'


Cenâb'i Hak o kulun bu haline güler ve cennete girmesine müsaade eder. Sonra da şöyle nida buyurur: 'Dilediğini iste!' Adam istemeye başlar ve istekleri sona erince Allah Teâlâ: 'Daha fazlasını iste, çok daha fazlasını!' der. Adam yine istemeye başlar. İsteklerinin sonuna gelince Cenâb-ı Hak: 'Bu isteklerini sana verdiğim gibi bir o kadar daha veriyorum!' buyurur."


Ebû Saîd el-Hudrî, Ebû Hüreyre'ye şöyle demiştir: 'Resûluilah Daiıstu: o gün şöyle buyurmuştu; Allah Teâlâ o kuluna, bu isteklerini sana verdiğim gibi on katını daha veriyorum!' buyurdu. Ebû Hüreyre: Ben Resûlullah'ın sadece 'Allah Teâlâ, bu isteklerini sana verdiğim gibi bir o kadar daha veriyorum, buyurdu' dediğini duyup ezberledim' deyince Ebû Saîd: 'Ben Resûlullah'ın Allah Teâlâ, bu isteklerini sana verdiğim gibi on katını daha veriyorum, buyurdu' dediğini işittim.[84]



Açıklama



İmam Buhârî secdenin fazileti başlığı altında Ebû Hüreyre'nin öldükten sonra yeniden diriİİş ve şefaat İle İlgili olarak naklettiği hadisi zikretmiştir. Bu başlık altında söz konusu rivayetin nakledilmesi hadiste geçen "zaten Cenâb-ı Hak cehenneme secde izi bulunan azaları yiyip yok etmesini haram kılmıştır" ifadesine dayanır. İmam Buhârî bu rivayeti bir bütün olarak ayrıca Kitâbü'r-rikâk'ta, ebvâb-u sıfatî'l-cenneti ve'n-nâr (52. ) başlığı altında nakletmiştir. Ayrıntılı açıklama inşallah o bölümde yapılacaktır.




130. Secdede Koltuk Altlarının / Pazüların Görünmesi Ve Karnı Dizlere Değdirmeyecek Şekilde Uzanmak



807- Abdullah İbn Mâlik İbn Buhayne şöyle demiştir:


"Resûluilah namaz kıldığı vakit secdede iken kollarını öyle açardı ki koltuk altlarındaki açık teni görünürdü."



Açıklama



Kurtubî secdede iken bu şekilde durmanın hikmetiyle ilgili olarak şöyle demiştir: "Secdede bu şekilde durmak müstehap görülmüştür. Çünkü böylece kişi yüzünün üzerine çok fazla baskı yapmak zorunda kalmayacak, alnı ve bumu fazla etkilenmeyecektir. Dolayısıyla yüz belgesinin yere değmesi dolayısıyla fazla sıkıntı çekmeyecektir.


Başka bir âlim de şöyle demiştir: "Bu şekil tevazünün göstergelerinden biridir. Ayrıca uyuşukluktan ve namazı fazla önemsemeyen pervasız davranışlardan uzak bir şekilde alnın ve burnun yere daha kontrollü olarak yerleştirilmesini sağlar."


Nâsırüddîn İbnü'l-Müneyyir ise konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir: "Secde ederken secdeye varan azaların hepsi birbirinden ayn ve tek başına olur. Böylece adeta tek bir insan secde azaları sayısınca secdeye varan birkaç kişi gibi olur. Bunun bir gereği olarak da her bir âzâ diğerlerinden bağımsız bir şekilde ve diğerlerine dayanmaksızın secdeye varır. Bu yönüyle secde safların birbiriyle iyice kaynaşması ve sık tutulması yönündeki emirden ayrılır. Zira safların sık tutulmasından maksat namaz kılanların adeta tek bir vücut gibi birbiriyle kaynaşmasını ve yekvücût olmalarını sağlamaktır. Nitekim Taberânî'nin ve diğer hadis âlimlerinin İbn Ömer'den sahih bir senedle naklettiklerine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: "Secdeye gittiğiniz zaman yırtıcı hayvanların yatması gibi dirseklerinizi yere yapıştırarak uzanmayın! Koltuk altlarınız görünecek şekilde kollarınızı açın. Eğer böyle yaparsanız sahip olduğunuz âzâlann her biri ayn ayn secde etmiş olur."




131. Secdede Ayakların Üst Kısımlarını Kıbleye Yöneltmek



Ebû Humeyd es-Sâidî şöyle demiştir: "Resûlullah secdeye vardığında ayaklarının üst kısımlarını kıbleye yöneltirdi."



Açıklama



Ayakların üst kısımlarının kıbleye yönetilmesiyle ilgili olarak Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Burada kesdedilen ayakların üst kısımları kıbleye dönecek şekilde parmakların yatırılıp ayakların dikilmesi ve topukların yukarıda tutulmasıdır. Böylece ayakların üst kısımları ve parmak uçları kıbleyi görecektir."


Zeyn İbnü'l-Müneyyir'in kardeşi de şöyle demiştir: "Buna bağlı olarak secdede iken ayak parmaklarının birbirine kenetlenmesinin mendup olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü parmaklar birleştirilmezse bazı parmakların uçları kıbleyi görmeyecektir."



132. Secdenin Tam Olarak Yapılmaması



808- Ebû Vâil'den nakledildiğine göre Bir gün Huzeyfe rükû ve secdeleri azalan tam olarak sükûn bulacak şekilde yapmayan birisini görür ve ona şöyle der: Sen namaz kılmadın!


Sanırım şunu da söylemişti: Eğer bu şekilde ölecek olursan Muhammed'in yolu dışında bir ölümle ölürsün."




133. Secde Yedi Âzâ Üzerinde Yapılır



809- İbn Abbas'm şöyle dediği nakledilmiştir;


"Resûlullah'a yedi âzası üzerinde secde etmesi ve namazda iken elbisesiyle, saçıyla - başıyla uğraşmaması emredildi. Bu âzâlar şun-îardır: Alın, iki el, iki diz ve iki ayak.[85]


810- İbn Abbâs Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmistir:


"Bize yedi azamız üzerine secde etmemiz ve namazda iken elbiselerimizle ve saçımızla başımızla oynamamamız emredildi"


811- Abdullah İbn Yezîd şöyle demiştir: Bana Berâ İbn Âzib - o kesinlikle yalancı biri değildir - Resûlullah ile birlikte kıldıkları namazı şu şekilde nakletti:


"Biz Resûlullah'ın arkasında namaz kılardık. Hz. Peygamber (Allah kendisine hamd edenleri işitir) deyip alnını yere koyana kadar bizden hiç kimse belini bükmezdi."




Açıklama



"Resûlullah'a namazda iken elbisesiyle, saçıyla - başıyla uğraşmaması emredildi sözünden kasıt namaz kılanın elbisesiyle, saçı ve başıyla uğraşmaması gerektiğini öğretmesi ve bu davranışların uygun görülmediği anlamına gelmektedir.


İbn Tâvûs'un babasından naklettiğine göre Abdullah İbn Abbas secde azalarını sayarken burnuna eliyle işaret etmiştir. İbn Tâvûs şöyle demiştir: "İbn Abbâs elini alnına koyup burnuna kadar sıvazladıktan sonra, bu bir sayılır, demişti." Bu rivayet yukarıdaki hadisleri açıklamaktadır.


Kurtubî şöyle demiştir: "Bu rivayet de göstermektedir ki secdede aslolan alnın yere konmasıdır, burun ise ona bağlı olarak yere konur.


İbn Dakîku'İ-'îyd ellerin yere konmasıyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Secdede ellerin yere konmasından maksat avuçların konmasıdır. Zira Resûlullah dirseklerin yere konmasını "Secdeye gittiğiniz zaman yırtıcı hayvanların yatması gibi dirseklerinizi yere yapıştırarak uzanmayın1' diyerek yasaklamıştır. Eğer burada eller kollan da kapsamına alsaydı çelişki ortaya çıkardı."


Zaten İmam Müslim bu rivayeti naklederken eller yerine avuçlar ifadesini kullanmıştır.




134. Secdede Burnu Yere Değdirmek



812- İbn Abbas Resûlullah'm şöyle dediğini nakletmiştir:


"Bana yedi âza üzerine secde etmem emrolundu: Alın - bu sırada mübarek eliyle burnuna da işaret buyurdular - iki el, iki diz ve ayakların uçîan. Ayrıca namazda iken elbiselerimizle ve saçımızla başımızla oynamamamız emredildi."




135. Secdede Burnu Yere Değdirmek Ve Çamura Secde Etmek



813- Ebû Seleme şöyle demiştir:


"Bir gün Ebû Saîd el-Hudrî'y' ziyarete gidip kendisine gel seninle biraz hurmalıklara doğru yürüyelim dedim. Teklifimi kabul edip dışarı çıktı. Ona kadir gecesiyle ilgili olarak Resûlullah'tan saiteiiâhu aleyhi ve sdi^ neler işittiğini sordum. Ebû Saîd şu cevabı verdi: "ResûluIIah kdâkı akyh vs senen Ramazan ayının ilk on günü itikâfa girdi ve biz de onunla birlikte itikâfa girdik. Cebrail, Resûl-i Ekrem'e gelip; 'İstemiş olduğun şey işte önünde' dedi. Bundan sonra ResûluIIah ortadaki on günü de İtikâfta geçirdi ve biz de onun-


la birlikte itikâfta bulunduk. Cebrail, Resûl-i Ekrem'e gelip; 'İstemiş olduğun şey işte önünde' dedi. Ramazan'm yirminci gecesinin sabahında Resûlullah ayağa kalkarak ashâb-i kirama şu hutbeyi okudu: "İçinizden kim benimle birlikte itikâfa girmişse bundan sonraki on gün de itikâfa devam etsin. Çünkü Kadir Gecesi'nin ne vakit olduğu bana gösterildi fakat sonra geri unutturuldu. Kadir Gecesi Ramazan'ın son on gecesinin tekli gecelerindedir. Ben rüyamda şunu gördüm; sanki çamura secde ediyordum."


Mescidin tavanı hurma dallarıyla kapatılmıştı ve gökyüzünde bulut namına hiçbir şey görünmüyordu. Fakat bir süre sonra bir bulut gökyüzünü kapladı ve üzerimize sağanak bir yağmur yağmaya başladı. ResûluIIah bu yağmurlu günde bize namaz kıldırdı. Ben Resûlullah'm (su ve çamurla kaplanmış mescid zeminine secde ettiği) için alnında ve burnunun ucunda çamur ve su kalıntıları bulunduğunu gördüm. İşte bu durum O'nun gördüğü rüyanın sadık bir rüya olduğunu gösteriyordu."



Açıklama



Bu başlıktan yola çıkarak 'burun üzerine secde etmenin yeterli olacağını' söyleyenler yanılmaktadır, zira bunu gösteren bir delil bulunmamaktadır. Çünkü bu başlık altında nakledilen rivayete ve rivayetin bağlamına baktığımızda Resûlullah'm alnı ve burnu üzerine secde ettiği görülecektir.


Ayrıca bu hadis secde eden bir kimsenin alnına veya burnuna bulaşan şeyleri hemen temizlememesinin müstehap olduğunu göstermektedir.




136. Namazda İken Elbiseyi Bağlayıp Düzeltmek Ve Avret Yerinin Açılmasını Önlemek Amacıyla Elbiseyi Toplamak



814- Sehl İbn Sa'd şöyle demiştir:


"Ashâb-ı kiram Resûlullah ile birlikte namaz kılarlardı ve üst taraflarını da örtebilecek kadar büyük olmayan izarlannı (peştemallarını) boyunlarına bağlarlardı. Bu yüzden erkeklerin arkasında saf olup namaz kılan kadınlara erkekler iyice doğrulup oturana kadar başlarını kaldırmamaları, emredilmişti."



Açıklama



İmam Buharı bu başlığı kullanırken şu İnceliğe işaret etmek istemiş olabilir: Namazda elbise ile uğraşmayı yasaklayan hadis herhangi bir zorunluluk bulunmadığı halde elbiselerini toplayan ve düzeltenlerle ilgilidir.


Zeyn Ibnü'l-Müneyyir'in de işaret ettiği gibi secde Üe ilgili hükümlerin arasına bu başlığın sıkıştırılmasının sebebi şudur: Elbiseyi toplamadan salıvererek değil de toplayıp bağlayarak secdeye gitmek ve secdeden kalkmak daha kolay olur.




137. Namazda Saçlarla Oynamamak



815- İbn Abbas'ın şöyle dediği nakledilmiştir:


"Resûluüah'a yedi âzası üzerinde secde etmesi ve namazda iken elbisesiyle, saçıyla başıyla uğraşmaması emredildi.




138. Namazda Elbise İle Uğraşmamak



816- İbn Abbas Resûlullah'ın şöyle dediğini nakletmiştir:


"Bana yedi âza üzerine secde etmem ve namazda iken elbiselerle ve saçla başla oynamamam emredildi."




139. Secdede İken Teşbih Ve Dua Etmek



817- Hz. Aişe şöyle demiştir:


"Resûlullah " Cenâb-i Hakk'm (Rab-bini hamd ile teşbih et ve O'ndan mağfiret dile)288 buyruğuna uyarak rükû ve secdelerinde şu duayı çokça okurdu: Allahım, Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Rabbim, hamd sadece sana mahsustur. AUahım, beni bağışla, mağfiret et.)"




140. İki Secde Arasında Beklemek



818- Eyyûb es-Sahtiyânî, Ebû Kılâbe'nin şöyle dediğini nakletmiştir:


"Bir gün Mâlik İbnü'l-Hüveyris yanında bulunan cemaate - göstereceği namazın vakti olmadığı halde 'Size Resûlullah'm nasıl namaz kıldırdığını göstermek istiyorum' diyerek kalktı ve namaza durdu. Sonra tekbir getirerek rükûya gitti, sonra başını kaldırıp rükûdan doğruldu ve bir süre kıyamda bekledi. Sonra secdeye gitti ve ardından doğrulup bir süre bekledi. Bize hocamız Amr İbn Seleme'nİn kıldırdığı gibi bir namaz kıldırdı."


Eyyûb şöyle demiştir: "Amr İbn Seleme benim başkalarından görmediğim bir şey yapardı; üçüncü veya dördüncü rekatta otururdu."


819- Mâlik İbn Hüveyris şöyle demiştir:


"Biz gençler olarak Resûlullah'a gelip onun yanında kalmıştık. Bize bir süre sonra şöyle buyurdu; 'Memleketinize ailelerinizin yanına dönseniz ne kadar güzel olur; onlara namazların nasıl ve hangi vakitlerde kılınacağını öğretip namaz kıldırın. Namaz vakti girince içinizden birisi ezan okusun ve yaşça en büyük olanınız da İmamlığa geçip namazı kıldırsın."


820- el-Berâ şöyle demiştir:


"Resûlullah Menı namaz kılarken secdelerde, rükûlarda ve iki secde arasındaki oturuşlarda neredeyse birbirine eşit olacak bir süre kadar beklerdi."


821- Enes İbn Mâlik yanında bulunan cemaate şöyle'demişti:


"Ben sizlere Resûluüah bize namaz nasıl kıldırdıysa hiçbir yönünü eksik bırakmadan namaz kıldıracağım."


Enes İbn Mâük'ten Resûlullah'ın nasıl namaz kıldırdığını nakleden Sabit şöyle demiştir: "Enes İbn Mâlik namaz kılarken bir şey yapardı fakat ben sizin bunu yaptığınızı hiç görmedim. O rükûdan kalktığında o kadar uzun beklerdi ki arkasında bulunanlar, galiba secdeye gitmeyi unuttu, derlerdi. Yine aynı şekilde iki secde arasında öyle uzun beklerdi ki arkasında namaz kılanlar, herhalde secdeye gitmeyi unuttu, derlerdi."



Açıklama



"Üçüncü veya dördüncü rekatta otururdu" ifadesi olayı nakleden ravinin bu hususta kesin bir kanaatinin olmadığını (şek) gösterir. Burada açıklanmaya çalışılan husus kısa süreli dinlenme oturuşudur (celsetü'l-istirâha). İstirahat oturuşu ise birinci ve ikinci rekatlar arasında olduğu gibi üçüncü rekattan dördüncü rekata kalkerken de olur. Bu yüzden ravinin şunu söylediğini varsayabiliriz: "Üçüncü rekatın sonunda veya dördüncü rekatın başında otururdu." Bu durumda her iki açıklama da aynı şeyi anlatacaktır. Bu hadis farklı bir lafızla 142. numara da tekrar eie alınacaktır.




141. Secdede İken Dirsekleri Yere Yapıştırmamak



Ebû Hümeyd şöyle demiştir: "Resûlullah secde ettiği zaman dirseklerini yere ve böğrüne yapıştırmazdı."


822- Enes İbn Mâlik Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"Secdeye vardığınızda vücûdunuzu serbest bırakın; ne iyice yayılın ne de büzülün. Hiçbiriniz secdede iken yırtıcı hayvanların yatışı gibi dirseklerini yere yapıştırmasın!"




142. Namazın Birinci Ve Üçüncü Rekatlarında Bir Süre Oturup Sonra İkinci Ve Dördüncü Rekatlara Kalkmak



823- Mâlik İbnü'l-Hüveyris Resûlullah'tan gördüğü namaz kılma şeklini şöyle anlatmıştır:


"Resûlullah namaz kılarken tekli rekatlardan sonra bir süre oturup öyle kalkardı."



Açıklama



Bu rivayet de istirahat oturuşunun caiz olduğunu göstermektedir. İmam Şafiî'nin ve ehl-İ hadisten bazı âlimlerin kabul ettiği görüş budur. Konuyla ilgili olarak Ahmed İbn Hanbel'den iki farklı görüş nakledilmiştir. el-Hallâl'in naklettiğine göre Ahmed İbn Hanbel daha sonra bunun caiz olduğu görüşüne meyletmiştir. Fakat alimlerin çoğunluğuna göre bu oturuş müstehap değildir.





--------------------------------------------------------------------------------


[1] kelimesi insanın meskeni ve eşyasının bulunduğu yer için kullanılan bir kelimedir. Bu yer ister bina olsun, ister binasız bir yer olsun... Seferde, hazarda insanın durağı, rahii olduğu İçin JU-j - rihâ! kelimesi olduğunuz yer İle tercüme edildi... Abdullah İbn Abbâs... müezzine... namazlarınızı olduğunuz yerde kılın veya namazlarınızı evlerinizde kılın demesini emretmişti..." (Babanzâde Ahmed Naim, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-İ Sarîh Tercemesi ve Şerhi, il, 596).


[2] Hadisin geçtiği diğer yerler: 813, 836, 2016, 2018, 2027, 2036 ve 2040


[3] Görünüyor ki, aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimiz Hasretleri bu narr.azı, câİib olduğu faziletten dolayı ahyânen kılar, çok kere de farz olur korkusuyla terk buyururlarmış..." (Baban2âde Ahmed Naim, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, II, 641.) Hadisin geçtiği diğer yerler: 1179 ve 608


[4] Hadisin geçtiği diğer yer: 5465.


[5] Hadisin geçtiği diğer yer: 5463.


[6] Hadisin geçtiği diğer yerler: 674 ve 5464


[7] bk. Kitâbü'I-Vudû, bâb 50.


[8] Hadisin geçtiği diğer yerler: 5363 ve 6039.


[9] 677 numaralı hadisin baş kısmı ve diğer ayrıntıları 812, 818 ve 824 numaralı hadislerde geçmektedir.


[10] Bu habercinin Hz. Bilâl olduğu rivayet edilmiştir.(Mütercim) Hadisin geçtiği diğer yer: 3385.


[11] Hadisin geçtiği diğer yerler: 681, 754, 1205 ve 4448.


[12] Ebedî aleme göç edinceye kadar bîr daha böyle kalkıp bizi seyretmesi zât-ı âlilerine müyesser olmadı" şeklinde tercüme ettiğimiz cümlede geçen jJLİ fiili hadisin bazı rivayetlerinde jjU şeklinde geçmektedir. Buna göre anlam "İşte ondan sonra Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ebedî aleme göç edinceye kadar mübarek yüzlerini bir daha görmek bize nasip olmadı" olur


[13] Amr îbn Avf oğullan Evs kabilesine mensup olup Medine'ye yakın olan Kubâ köyünde yaşamaktadırlar, (bk. İbn Hacer, Fethü'1-bârî, II, 197.)


[14] Ahmed İbn Hanbel, Ebû Dâvud ve İbn Hibbân'ın naklettiği bir rivayete göre Resûluİlah saüallâhu aleyhi ve sellem, Amr İbn Avf oğullan mahallesine öğleden sonra gitmiş ve Hz. Bilâl'e "İkindiye kadar gelmezsem Ebû Bekir'e söyle namazı kıldırsın" demiştir, (bk. İbn Hacer, Fethü'l-bârî, II, 197).


[15] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1201, 1204, 1218, 1234, 2690, 2693 ve 7190.


[16] Bu hüküm Hz. Bilâl'ın Resuluilah'tan sallallâhu aleyhi ve sellem herhangi bir talimat almadığı düşüncesinden hareketle verilmiştir. (Mütercim)


[17] Umdetü'1-Kârî müellifi Aynî'ye göre Fethü'1-Bârî müellifi İbn Hacer'in, İmam Buhârî'nİn koyduğu bâb başlığı ile İmam Müslim'den nakledilen rivayet arasında ilişki kurması çok uzak bir ihtimaldir. Zira Aynî'ye göre bâb başlığı ile konu arasında bir ilişki kurulacaksa bu ilişki başkasının naklettiği bir rivayet ile sağlanamaz. (Mütercim) (bk. Aynî, Umdetü'1-Kârî şerhu Sahİhi'l-Buhârf, IV, 393.)


[18] Tirmizî bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.


[19] Mü'minlerin Emîri, Halife vb. yahut büyük Alim ve şahsiyetler


[20] Hadisin geçtiği diğer yerİer: 1112, 1236 ve 5658.




[21] Hadîsin geçtiği diğer yerler: 747, 811.


[22] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 7175.


[23] Hadisin geçtiği diğer yerler: 696 ve 7142.


[24] İyiyi kötüden, helali haramdan ayırabilecek yaş


[25] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 117.


[26] Hadisin geçtiği diğer yerler: 701, 705, 711 ve 6106.


[27] Muaz İbn Cebel'in bu kişi hakkında: "O nifaka düşmüş biridir" dediği ve cemaatin de söz konusu şahsa: "Sen münafık mı oldun?" diye serzenişte bulundukları başka rivayetlerde kayıtlıdır, (bk. Aynî, Umdetü'1-karî, IV, 424. (Mütercim))


[28] Resûlullah'ın sallalİâhu aleyhi ve sellembu sözü bazı rivayetlerde: "Sen insanlan namazdan mı sopuyorsun, sen insanlan dininde imtihan edilmeye sebep oluyorsun, sen insanlara bu şekilde sıkıntı mı veriyorsun?" şeklinde soru formunda geçmektedir, {bk. Aynî, Umdetü'1-kârî, IV, 424. [Mütercim))


[29] Bu hükmü mutlak olarak ifade etmemek gerekir. Bunun caiz olabilmesi için serî bir dayanak olmalıdır. Mesela bîr kimse cemaat içinde bulunduğu halde tek başına namaz kıldıktan sonra yeni bir cemaat gelip namaz kılsa onlarla birlikte daha önce kılmış olduğu namazını tekrar etmesi mümkündür. Çünkü bunu emreden sahih hadisler bulunmaktadır. Yine Muaz kıssasında olduğu gibi bir kimse düzenli olarak bir yerde namaz kıldırmak üzere görevi endi rilmis.se kılmış olduğu namazı tekrar edebilir.


[30] İhtisarın sahibi el-Adevî, burada rivayetten çıkan dersi zikretmiş ancak derse kaynak teşkil eden rivayete değinmem iştir. Bu yüzden Resûlullah'm sallallâhu aleyhi ve setlemkullandiğı soru formunu 33. dipnotta zikretmeyi uygun bulduk. (Mütercim)


[31] ihtisarın sahibi el-Adevî, burada rivayetten çıkan dersi zikretmiş ancak derse kaynak teşkil eden rivayete değinmemiştir. Bu yüzden söz konusu rivayete 32. dipnotta yer vermeyi uygun bulduk. (Mütercim)


[32] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 868.


[33] Yûsuf, 12/86


[34] Hadisin geçtiği diğer yer: 734.


[35] Bu şekilde birisinin çekilmesi konusu tartışmaya açıktır. Çünkü bunun caiz olduğunu gösteren hadisler zayıftır. Ayrıca bu şekilde birisinin geriye çekilmesi öndeki safta boşluk oluşmasına sebep olacaktır; halbuki safların hiç boşluk bırakılmadan doldurulması emredilmiştir. Bu bakımdan evla olan öndeki kişiyi çekmemek ve ön safta yer bulmaya çalışmak, bu mümkün olmazsa İmamın sağ tarafına durmaktır. Allah (c.c) her şeyin en doğrusunu bilir. (İbn Bâz)


[36] Hadisin geçtiği diğer yerler: 730, 924, 1129, 2011, 2012, 5861.


[37] Hadisin geçtiği diğer yerler: 6113 ve 7290.


[38] Hadisin geçtiği diğer yerler: 736, 738 ve 739.


[39] Metinde "uacib" terimi kullanılırken Hanefi literatürdeki "Farz" anlamı kasdedilmekte olup ibadet için gereklilik ifade ettiğinden tercümede bu sözcüğü kullandık. (A.A.)


[40] Kitapçık. (A.A)


[41] Deliller arasında görülen İhtilafları, her ikisini ya da birini iptal ve ilga yoluyla değil de aralarını bulma ve böylece her ikisiyle de amel etme yoluna baş vurarak giderme yöntemi. {Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 52).


[42] İmam Buhârî bu bölüm İçin bir bâb başlığı kullanmamıştır. Ancak güneş tutulması namazı anlatıldığı İçin bu başlığı koymayı uygun bulduk. Bununla birlikte Resûlullah'm namazda 'Ey Allahım ben onlarla beraberken mi cehennemi yaklaştırıyorsun? diye Cenâb-ı Hakk'a yakarmasına dayanarak namazda iken dua etmenin caiz olduğunu göstermek üzere yukarıdaki diğer rivayetlerle bağlantılı olarak bu rivayeti nakletmiş de olabilir. (Mütercim)


[43] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 2364.


[44] Hadisin geçtiği diğer yerler: 760, 761 ve 777.


[45] Bu hemen kabul edilebilecek bir görüş değildir ve tartışmaya açıktır. Doğrusu şudur: Namazın kıblesi aynı zamanda duanın da kıblesidir. Çünkü; 1. Bu görüşün Kur'an ve sünnetten bir delili bulunmadığı gibi selef-i sâlihînden böyle bir görüş de nakledilmemiştir. 2. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem dua ederken kıbleye yönelirdi. Nitekim onun bu şekilde davrandığına dair pek çok sahih rivayet bulunmaktadır. 3. Herhangi bir şeyin kıblesi onun karşı karşıya bulunduğu yöndür; üst tarafı değildir. (Şeyh Bin Bâz)


[46] Hadisin geçtiği diğer yer: 3291.


[47] Rivayette şeklinde geçen ve yatsı namazı diye tercüme ettiğimiz ibare bu hadisin farklı rivayetlerinde (öğle ve ikindi namazları) ve (akşam ve yatsı namazları ya da Öğle ve ikindi namazları) şeklinde de nakledilmiştir, (bk. Aynî, V, 58.) Fakat bu rivayette 'son iki rekatı kısa kıldırıyorum' sözü geçtiği için akşam namazı olması mümkün değildir. Bu yüzden yukarıdaki ifadeyi yatsı namazı şeklinde tercüme etmeyi uygun bulduk. Bununla birlikte 758 numaralı hadiste bu ifade öğle ve ikindi namazları anlamında, şeklinde geçtiği için bu anlama da işaret etmeyi uygun bulduk. (Mütercim)


[48] Hadisin geçtiği diğer yerler: 758 ve 770.


[49] Hadisin geçtiği diğer yerler: 793, 6251, 6252 ve 6667.


[50] el-Müzzemmil, 73/20.


[51] 759 numaralı hadisin baş kısm: ve diğsr ayrıntıları 762, 776, 778 ve 779 numaralı hadislerde geçmektedir.


[52] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 4429.


[53] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3050, 4023 ve 4854.


[54] Bu görüş tartışmaya açıktır. Zira tercih edilen görüşe göre - Fethü'1-bârî müellifinin 106. bâbda bizzat belirttiği gibi - mufassal sûreler Kâf sûresi ile başlar ve Kur'ân'ın sonuna kadar devam eder. Ahmed İbn Hanbel ve Ebû Davud'un Evs İbn Huzeyfe'den naklettiği ve ashâb-ı kiramın Kur'ân'ı bölümlere ayırmakla ilgili uygulamasını anlatan rivayet de bunu göstermektedir. Her şeyin en doğrusunu sadece Allah bilir. (Şeyh Bin Bâz)


[55] Hadisin geçtiği diğer yerler: 768, 1074 ve 1078 numaralı hadislerdir.


[56] Hadisin geçtiği diğer yerler: 769, 4952 ve 7546


[57] el-Cin, 72/1-2.


[58] el-Cin, 72/1-2.


[59] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 4921.


[60] Meryem, 19/64.


[61] el-Ahzâb, 33/21.


[62] Mesânî, yüzden daha az ya da yüze yakın âyeti olan sûrelerden her biridir.


[63] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4996 ve 5043.


[64] 780. hadis 6402 numaralı hadiste de geçmektedir.


[65] Doğrusu şudur: Cemaatin âmîn demesi veya hapşınnca elhamdülillah diye dua etmesi onun kıraatini kesmez. Çünkü bu meşru olarak kabul edilen ve kıraate zarar vermeyen küçük bir ay-pntıdır. ( İbn Bâz)


[66] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 4475.


[67] Hadisin geçtiği diğer yer!er:786, 826.


[68] Hadisin geçtiği diğer yerler: 789, 795, 803.


[69] Metinde vadp;/icap eder/farzdır anlamında kullanılmış olup, Hanefî literatüründe var o!an "vacip" kavramı, diğer âlimlerin literatüründe farz anlamında olduğu için burada "gereklidir" şeklinde tercüme edildi.


[70] Fethü'l-Bârî'nİn muhtasarını hazırlayan el-Adevî parantez içindeki bu kısmı kitabına almamış ve gözden kaçırmıştır. Biz daha anlaşılır olması için İbnü'l-Müneyylr'in sözünü tam olarak aktarıyoruz. (Mütercim)


[71] Bu ek bilgiyi Fethü'l-Bârî'nin aslından aktarmayı uygun bulduk. (Mütercim)


[72] Bu hadis şöyledir: "Kişi ile küfür ve şirk arasındaki çizgiyi belirleyen namazdır; namazın terki bu . çizgiyi aşmak demektir." Bu anlamda daha pek çok hadis bulunmaktadır. Hadiste geçen küfür kelimesini gerçek anlamında almak doğru olan görüştür. Buna görs namazı terk eden bir kimse islâm dairesinden çıkar. Abdullah İbn Şakîk el-Ukay!î sahâbîlerin tamamının bu görüşte olduğunu nakletmiştir. Kur'an'da ve sünnette bu görüşün doğruluğunu kanıtlayacak bir çok delil bulunmaktadır. (İbn Bâz)


Hadisin orijinal ifadesi şöyledir: Hadisin motomot tercümesi: "Kişi ile küfür ve şirk arasında namazın terk edilmesi vardır" şeklindedir. Fakat bu ifade hadisin anlamını tam olarak yansıtmamaktadır. Bu yüzden tercümeyi yukarıdaki gibi yaptık. Her şeyin en doğrusunu sadece Allah (c.c) bilir. (Mütercim)


[73] ei-Adevî kanaatimizce kendi benimsediği görüşü nakletmekle yetinip bu ayrıntıya yer vermemiştir ve bize göre bu bölümde aktarılan görüşlerdekî bütünlüğü bozacak bir tasarrufta bulunmuştur. Bu yüzden Fethü'1-Bârî müellifinin naklettiği görüşleri parantez içinde tam olarak aktarmayı uygun bulduk. (Mütercim)


[74] Hadisin geçtiği diğer yerler: 801, 820.


[75] Bu görüş tartışmaya açıktır. Doğru olan görüş şudur: Sünnetin farz olduğuna delalet ettiği ağzı çalkalamak (mazmaza) ve buruna su çekmek (istinşâk) gibi her fiil farzdır. Çünkü sünnet Kur'an'ıaçıklar ve "Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur" âyeti gereğince Resûlullah'm ı aleyhi ve sellem emrettiği her husus Allah'ın Emri sayılır. (îbn Bâz)


Muhtasar'ın sahibi el-Adevî bu hükme mesned teşkil eden rivayete yer vermediği halde abdest-le ilgili bu hükmü aktarmıştır. Biz bu eksikliği gidermek için Nesaî'nİn naklettiği rivayeti zikretmeyi uygun bulduk. (Mütercim) Bu rivayete göre Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem namazını doğru kılamayan bu şahsa şöyle demiştir: "Abdestini Allah'ın emrettiği gibi - yüzü yıkamak, dirseklere kadar ellerle birlikte kollan yıkamak, başa meshetmek ve ayak bileklerine kadar ayaklan yıkamak şeklinde - almadığınız ve sonra tekbir getirip Allah'a hamd etmediğiniz ve O'nu yüceltmediğiniz sürece namazınız tam olmaz." (İbn Hacer, Fethü'1-bârî, II, 325.)


[76] Haisin geçtiği diğer yerler: 817, 4293, 4967, 4968.


[77] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 3228.


[78] İmam Buharı böyle bir başlık kullanmamıştır. Ancak biz rivayetlerle ilgili olan bir başlık vermeyi uygun bulduk. (Mütercim).


[79] Hadisin geçtiği diğer yerler: 804, 1006, 2932, 3281, 4560, 4598, 6200, 6393 ve 6940.


[80] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 1004.


[81] Bu görüş tartışmaya açıktır. İbn Hacer bu ifadeyi Resûlullah'ın sallaüâhu aleyhi ve sellem yaşadığı dönemle kayıtlasaydı daha yerinde olurdu. Çünkü o dönemde insanların yanlış ve batıl bir husus üzere onaylanmaları mümkün değildi. Halbuki Resûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem vefatından sonra bu durum değişmiştir. Çünkü artık vahiy kesilmiş ve İslâm Dini - Allah'a hamd olsun kî - kemale erip tamamlanmıştır. Dolayısıyla Allah'ın ve Resûİü'nün emretmediği bir hususu ibadetlere eklemek caiz değildir. Allah her şeyin en doğrusunu bilir. (İbn Bâz)


[82] Bu ifade biraz toleranslı kullanılmış. Böyle bir karşılık vermek caiz değildir demek daha doğrudur, Çünkü karşılık vermek bir beşer sözüdür ve namaz kılan bir kimsenin insanlara ait bir ifadeyi namaza sokması caiz değildir. Nitekim namaz kılmakta olan Muaviye İbnü'l-Hakem hapşıran birisine karşılık vermiş ve cemaattekiler onun bu tavrını yadırgamışlardı. Zaten Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de namaz bitince şöyle buyurmuştu: "Bizim şu namazımıza beşere ait bir sözün karışması asla uygun değildir." Bu hadisi İmam Müslim nakletmiştir. (İbn Bâz]


[83] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 821.


[84] Hadisin geçtiği diğer yerler: 6573, 7437.


[85] Hadisin geçtiği diğer yerler: 810, 813, 815, 816.
dua


Anonim" seçeneğiyle isim vermeden yorum yazılabilir.
"Adı/URL" seçeneğiyle sadece isim verilerek de yorum eklenebilir.

Yorum Gönder (0)
Daha yeni Daha eski