Kuranı Kerim'e Göre Kadının Şahsiyeti - Kadınlığın Seçkin Konumu

Üstad Muhammed El-Gazâlî'nin Takdimi 2
Üstad Prof. Dr. Yusuf El-Kardavtnin Takdimi 3
Önsöz. 9
Niçin Yazdım?. 10
Yazmamın Gerekçesi 12
Kitabın Konusu. 14
Kitabın Metodu. 15
KUR'AN-I KERİM'E GÖRE KADININ ŞAHSİYETİ 24
Giriş. 24
A) ÇARPICI NOKTALAR.. 30
B- Kadın Şahsiyetler 31
İmran'in Kızı Meryem.. 32
BUHARI VE MÜSLİM'DE GEÇEN KADININ ŞAHSİYETİ İLE İLGİLİ BAZI HADİSLER   33

Kadının Şahsiyetinde Bağımsızlığı 33
Kadının Eğitim Ve Öğretim Hakkı 34
Kadının Cemaatla Yapılan İbadetlere Katılması 36
Kadınların Umumi Törenlere Katılması 37
Kadının Toplum Hizmetine Katılması 37
Sosyal Hizmette Kadın. 37
Savaşlarda Fıtrî İşler Yapmaları 38
Kadınların Aile Sorumluluklarını Aksatmadan Özel Bir İşte Çalışabilmeleri 38
Aile Mesuliyetlerinin Karı-Koca Arasındaki Dağılımı 38
Vazifelerin İfa Edilmesinde Karı-Kocanm Yardımlaşması 39
Allah Teala'nın Kadını Övmesi 39
Kadının Kocası Tarafından Övülmesi 40
Babanın Kızını Övmesi 40
Rasulullah'ın Kadını Övmesi 40
İslam, Kadına Güzel Şekilde Muamele Etmeyi Emreder 41
KADINLIĞIN SEÇKİN KONUMU.. 46
Müslüman Kadının Güçlü Kişiliğinden Örnekler Ve Kadınların Haklarını Ve Görevlerini Tam Olarak Anlayabilmeleri 49
Kadının Kocasını Seçme Hakkı 50
KADIN ŞAHSİYETLER.. 53
Hz. İbrahim'in Hanımı Sâre. 54
Hz. İsmail'in Annesi Hacer 54
Rasulullah'in Hanımı Huveylid'in Kızı Hz. Hatice. 55
Rasulullah'ın Kızı Fatımatu'z-Zehra. 56
Müminlerin Annesi Hz. Aişe. 58
Ümmü Seleme. 71
Zeynep Binti Cahş. 73
Ümmii Süleym (Ğumeysa Binti Milhan) 74
Esma Binti Ebi Bekr (Zatu'n-Nitakayn) 78
Esma Bînti Umeys. 80
Ümmü Atıyye El-Ensari 81
Fatıma Binti Kays. 82
KADININ ŞAHSİYETİ İLE İLGİLİ 83
SAHİH HADİSLERİN YANLIŞ UYGULANMASI 83
Kadının Bağımsız Kişiliği 91
Kadının Şahsiyetine Gereken Saygının Gösterilmesi 93
Kadının Şahsiyetinin Gelişmesine Yardımcı Olan Etkenler: 94
Müslüman Erkeğin Kadına Karşı Güzel Davranışlarından Örnekler 95
Rasulullah'ın Hanımlarına Karşı Davranışlarından Bazıları 95
Rasulullah'ın, Kızlarına Karşı Davranışlarından Bazı Örnekler: 96
Rasulullah'ın, Mü'm İn Kadınlara Karşı Davranışlarından Bazı Örnekler: 96
Rasulullah'ın Müslüman Olmayan Kadınlara Karşı Davranışları 97
Kadın Ve Olgunluk. 98
MÜSLÜMAN KADININ TOPLUMSAL HAYATA KATILIMI VE-ERKEKLERLE KARŞILAŞMASI 100
Giriş. 100
Peygamber Döneminde Kadının Toplumsal Yaşama Katılması 104

1) Ümmü  Süleym: 107
2) Esma Binti Umeys: 107
3) Esma Bint Ebu Bekir: 108
3. İlim Öğrenme İsteği: 109
5. İyiliği Emredip Kötülükten Alıkoyma. 111
6. Allah'ın Dinine Çağrı 112
7. Allah Yolunda Cihad. 113
8. Meslekî Çalışma. 114
9. Siyasi Çalışma. 114
10. Evlenme Fırsatlarını Çoğaltma. 115
11. Harama Girmeden Eğlence Düzenleme. 116

Hatime: 119

8. Meslekî Çalışma. 121
7. Siyasi Çalışma. 121
10. Evlenme Fırsatlarını Çoğaltma. 122
11. Harama Girmeden Eğlence Düzenleme. 123
Hatime: 126

Müslüman Kadının Sosyal Hayata Katılma Adabı Ve Erkeklerle Görüşmesi 128
Giriş: 128
Katılma Ve Görüşme Âdabını Gerçekleştirmeye Yardım Eden Temel Faktörler 128
Kadın Ve Erkek Arasındaki Müşterek Âdaplar 130
Kadınlara Ait Âdablar: 135
Peygamberler (A.S.) Döneminde: 136
Nuh (A.S.) Döneminde: 137
İbrahim (A.S.) Döneminde: 137
Yusuf (A.S.) Döneminde: 138
Musa (A.S.) Döneminde: 139
Davud (A.S.) Döneminde: 139
Süleyman (A.S). Döneminde: 140
İsrailoğullarının Muhtelif Dönemlerinde: 140
Nebi (S.A.V.)'İn Hanımları, - Hicab Farz Kılınmadan Önce- Diğer Müminlerin Hanımları Gibiydi. Erkeklerle Beraber Sosyal Hayata Katılıp, Genel Ve Özel Hayatın Çeşitli Alanlarında Onlarla Beraber Oluyorlardı. 141

Bununla İlgili Bazı Örnekler İse Şunlardır: 141
Savaşlarda! 143
5. Erkeklerin Çeşitli İşleri İçin Peygamber'in Hanımlarına Müracaat Etmeleri: 150
6. Peygamberin Hanımlarının Riıüslümanlara Rasulullah'ın Saadetini Öğretmesi: 152

Üstad Muhammed El-Gazâlî'nin Takdimi

BU KİTABIN asırlarca önce çıkmasını ve kadının İslâm toplumundaki gerçek konumunun doğru bir yaklaşımla ortaya konmasını çok isterdim. Müslümanlar, kadın konusunda, İslam'ın koyduğu ilkelerden saptılar. Kaynağı bulanık rivayetlere itibar ettiler. Bunlar, ya uydurma yahut da ona benzer hadislerdi. Bu rivayetler, müslüman kadını kör cahilliğe, gaflete, din ve dünyasından uzaklaşmaya şevketti. Buna göre kadının tahsil görmesi günah, mescide gitmesi ise sakıncalıydı. Onun, müslümanların gündeminden haberdar olması ya da bugünle ve yarınla ilgilenmesi akla dahi gelemezdi. Kadınların horlanması yaygın bir anlayış haline gelmişti. Maddi ve manevi haklarının ellerinden alınması yerleşmiş bir gelenekti. Daha üç yıl kadar önce hatibin biri, çağımıza hiddetlenerek şöyle diyordu: "Allah, kadının, üç durum dışında dışarı çıkmadığı günleri mübarek kılsın. Bunlar, annesinin karnından dünyaya, babasının evinden kocasının evine ve oradan da kabrj hl  e çıkardı."

Dedim ki: "Hayır, Allah o günleri mübarek kılmasın! Ümmet o günleri bir daha görmesin. O günler cahiliyye günleridir; İslâm'ın değil. O günler, kör taassubun hakim olduğu günlerdir, sırat-ı müstakîme götüren günler değil. Maalesef İslâm ümmeti, bu taassup yüzünden ilim, terbiye ve üretim alanlarında üçüncü dünya ülkelerinden oldu. Bu acı gerçekleri dile getiren yorumuma birisi şöyle itiraz etti: "Halisane öğüt veren bir kalbten fışkıran bu şuuru ne diye inkâr ediyorsun? Rasulullah'ın kızı Fatıma'dan rivayet edilen şu hadis bunu desteklemiyor mu? Fatıma: 'Kadın kimseyi görmeyen ve kimsenin de kendisini görmediği kişidir1 dedi. Rasulullah, Fatıma'nın sözünü onayladı; kızını bağrına basarak, kızının kendi yolunu sürdürdüğünü ima eden şu âyeti okudu: O nesiller ki, (imanda) birbirlerindendirler. Bu, İslâm'ın beşikten mezara kadar kadına farz kıldığı bir hüküm olmaz mı?"

Dedim ki: Hayır söz konusu hadis mevzudur. Muteber hadis kitaplarında yoktur. Bu, Kur'an-ı Kerim'den, sahih hadislerden, Rasulullah ve hulefa-i raşidin'in hayatından tevatüren gelen bilgilere ters düşen bir hadistir. Hadis uyduranlar, kadınlara anneliği farz kılan hadisler ortaya attılar. Bu uydurmalara itibar edenler de kadınlara okul açmadılar. Kadınların mescide gitmesini engelleyecek hükümler uydurdular. İşte bunlar kadının dini ve dünyevi vazifesini hayvani/beşeri yöne hasredinceye kadar cehaletlerinde ısrar ettiler.

Bu kitap, müslümanlan Peygamberlerinin sünnetine götürmektedir. Çünkü bu belgesel bir kitaptır. Müellifi ise dinine bağlı ve ulema sınıfından bazılarının pek sevdiği cedelden hoşlanmayan, bilgiyi yalnızca haklan üstün gelmesi için talep eden biridir.

Birkaçı istisna edilirse çoğu hadisler, Buhari ve Müslim'den alınmıştır. Söylediklerime, kulak verirsen İslâmın erkeklerle kadınlar arasında çizmiş olduğu dairenin ne kadar geniş olduğunu kadının hayatıyla ilgili önemli vazifelerin neler olduğunu görürsün.

Müellif, yalnız İslâmî hakikatlerden çıkardığı sağlam ilkelerle müslümanlan batı hayranlığına karşı uyarıyor ve onları modern uygarlığın içine düştüğü tehlikelerden koruyor. O uygarlık ki, olanca gücüyle bizi çepeçevre kuşatmış.

Evet. Bundan kurtulmak istiyoruz, zira bizi bu vahim duruma düşüren hatalarımıza yeniden dönmek için değil. Bilakis salih seleflerimizi izlemek, asr-ı saadetin ve hulefa-i raşidinin aydınlık günlerine yeniden dönmek için bunu arzu ediyoruz. Bunların dışında, ne cahillerin arzu ve emellerinin, ne de yeni kuşakların uydurma değerlerinin bir kıymeti vardır.[1]




Üstad Prof. Dr. Yusuf El-Kardavtnin Takdimi



AMD ALLAH'A, salat ve selam Allah'ın Rasulüne, âline ve ashabına, ona uyanlara olsun.


Sayısal açıdan toplumun yansını kadınlar oluşturmaktadır. Kocasına, çocuklarına ve çevresine tesirleri açısından ise bu oran daha da yüksektir. Bu konuda şair şöyle demiş :


Anneler okuldur; şayet onları iyi yetiştirir sen, Necib bir toplum yetiştirmiş olursun sen.


Kadınların, nice kahramanın yetişmesindeki rolleri inkâr edilemez. Hukemamn bir kısmı kendilerindeki üstün vasıfları kadınlara atfederek, "her büyük adamın arkasında bir kadın vardır" derler.


Beri tarafta kimi filozoflar, dünyadaki fitne ve fesadın kadınlardan dolayı olduğunu söylemiş; bir kötülük gördüklerinde: "Nedenini kadınlara sor, onlarda ara" demişlerdir.


İnsanlar -ister geçmişte olsun, ister günümüzde- kadınlan ya hüsn-ü zanla desteklemişler ya da ona düşman olmuşlardır.

Bir şair:

Kadınlar bizim için yaratılmış reyhandır Hepimizin reyhan koklamaya arzusu vardır derken, bir başkası şunları söylemiştir:

Kadınlar bizim için yaratılmış şeytanlardır. Şeytanların şerrinden Allah'a sığınırız

Kimi düşünürler, kadınlar için güzel şarkılar yazarak, onların aile ve toplumdaki üstünlüklerini ve tesirlerini anarlar. Kimileri de kadınları simsiyah gözlüklerle görüp onları şerrin kaynağı olarak değerlendirler.

Öyle ki sapkın bilim, kötüleri kadına nisbet ederek onu daha kötü görmüştür. Yazı yazmayı öğrenen kadına birisi "beyaz benekli yılan; zehir mi istiyor?" demiştir. İşin daha kötüsü -zanlarına göre- Hz. Adem'i "yasak meyve"den yemesine sebep kadındır. Adem'e Allah'ın koyduğu yasağı çiğneten, Adem'i cennetten kovdurtarak dünyaya inmesinin sebebi kadın olduğundan, kıyamete kadar insanlığın yaptığı her türlü günahı kadının omuzlarına yüklemişlerdir.

Yahudi ve Hristiyanların mukaddes kitaplarında da bu töhmeti destekleyen sözler vardır. Orada da bütün suç, kadının üzerine yıkılır.

İslam ise kadına çok değer vermiştir. Çünkü o kızdır, eştir, annedir. Toplumun önemli bir üyesidir. Herşeyden önce insandır.

Erkek gibi kadın da yaptıklarından sorumludur. Yüce Allah'ın buyruk­larına ve yasaklarına muhataptır. Erkek gibi o da yaptığı iyi veya kötü amel­lerinin karşılığını görür. İnsanlığın başlangıcındaki ilahi teklif cennette bulunan erkek ve kadının ikisine birden indi. Nitekim âyet-i celilede:

"Ondan dilediğiniz gibi bol bol yiyin. Şu ağaca yaklaşmayın aksi halde zalimlerden olursunuz" (Bakara, 35).buyurulur.

Kur'an-ı Kerim'de -Tevrat'ın zıddına- Adem'in günahından kadın sorumlu tutulmamıştır. Aksine ilk sorumlu olan Hz. Adem'dir. Hz. Havva ona tâbidir. Âyet-i celilede:

"Daha önce Adem'den söz almıştık, verdiği sözü unuttu. Onu azimli biri olarak bulmadık." (Taha: 115),
diğer bir âyette ise:

"Adem, Rabbinin buyruğuna karşı geldi de yolunu şaşırdı. Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve onu doğru yola iletti." (Tâhâ:  121-* 122)
buyurulu.

İslâm'ın nazarında kadın, ne erkeğin düşmanı ne de rakibidir. Bilâkis kadınla erkek birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Kur'an:

Siz birbirinizdensiniz" (Ali İmran:195),

buyururken Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kadınlar, erkeklerin kız kardeşleridir" buyurur.

İslâmda kadının hakklanna tecavüz edilmesi, yahut hakkının erkek ta­rafından gaspedilmesi söz konusu olamaz. Çünkü İslâm, Allah'ın şeriatıdır. Allah, erkeğin de, kadının da Rabbidir.

Esefle görüyoruz ki, bazı bağnazlar, müslümanlann zihinlerini bulan-dırarak kadının şahsiyeti ve rolleri konusundaki düşüncelerini bozmaktadır­lar. Buna bağlı olarak kadınlarla olan ilişkiler kötüleşmekte, Allah'ın çizdiği sınırlar çiğnenerek kadınlara haksızlık etmektedirler. Özellikle bu durum, ümmetin nübüvvet çizgisinden, yani îslâmi yoldan, saptığı son dönemlerde görülmektedir.

Çağımızın düşünce dünyasında şikayet edilen önemli bir konu vardır; dengesizlik... Yargılarımızın çoğunda Kur'an-ı Kerim'de "sırat-ı müstakim" olarak belirtilen orta yolu tutmayız da çoğunlukla ifrat veya tefrite kaçarız. Halbuki âyet-i celilede: "Sizi dengeli bir ümmet kıldık" Duyurulmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.) ise "İşlerin en hayırlısı, mutedil olandır" demiştir. Hz. Ali (r.a.): "Orta yolu takip edin, yoksa hızlı giden ona dönmek yavaş giden de muhakkak ona ulaşmak zorunda kalır" demiştir.

Toplumumuzda kadının konumu, nedense ya ifrat ya da tefrittir. Kadınlara alaylı ve tip yüksekten bakanlara göre kadın şeytanın tuzağı, İblis'in oltasıdır. Aklı ve dini noksan bir yaratıktır.

Onlara göre kadınların ehliyeti noksandır. Erkeğin cariyesi konumun­dadır. Erkek dilerse onunla evlenir. Ona bir miktar mal vererek herşeyine sahip olabilir. Dilediğinde boşar. Boşanma sonucunda kadın ne mal ne de tazminat alabilir. Demişler ki: "Kadınlar ayakkabılara benzer. Erkek diledi­ğinde bu ayakkabıları giyer, dilediğinde çıkarır."

O evlendiği erkeği sevemese, sabretmekten ve kendisine zehir olan hayata katlanmaktan başka çaresi yoktur. Kurtuluşu, erkeğin boşamasına yahut elinde avcunda ne varsa ona vererek boşanmaya razı olmasına kalmıştır. Aksi halde ona kul olmaktan başka hiçbir çıkar yol yoktur.

Kimileri cahiliye anlayışlarına dönerek kız çocuklarına mirastan pay vermiyorlar. Terekesini alış-veriş yolu ile erkek çocuklarına aktarıyor ve böylece kadınlara mirastan bir pay kalmamış oluyor.

Müslümanlar günümüzde hanımlarını eve hapsetmiş, ilim öğrenmele­rine müsade etmeyerek, topluma faydalı olan hiçbir aktif faaliyete sokmamışlardır. Kimileri saliha bir kadının, evinden ancak iki defa çıkabile­ceğini belirtmiştir: Babasının evinden kocasının evine, kocasının evinden de kabre...

Halbuki Kur'an-ı Kerim mü slü m ani ardan dört kişinin şahitliği ile zina yaptığı sabit olan kadının ceza olarak evde bırakılmasını emretmiştir. Bu hüküm ise zina yapan kadına recm cezası hükmünün verilmesinden Öncedir. Bu, âyet-i kerimede şöyle belirtilir:

"Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar şahitlik ederlerse o kadınları ölüm alıncaya ya da Allah onlara bir yol gösterinceye kadar evlerinde tutun dışarı çıkarmayın." (Nisa: 1 S).

İlim öğrenmeleri ve dinde fıkhi bilgilerini geliştirmeleri için hanımları­nın dışarı çıkmasına engel olanlar, "dini bilgileri babasının ve kocasının öğretmesi gerekir" diyerek, ilmin ışığından onları mahrum bırakmışlar; cehaletin karanlığında kalmalarına göz yummuşlardır. Kendisi cahil olan baba ve koca onlara ne öğretecek? İlim yoksunu kimse ilim öğretemez. Körü kılavuz edinen, yolunu şaşırır. Bütün bunlar, her müslüman erkek ve kadının ilim öğrenmesinin farz olduğunu, müminlerin annelerinin, sahabe ve selefin kadınlarının şiir, edebiyat ve hitabet sanatındaki başarılarına ilaveten hadis rivayeti, hukuki konulardaki derinlikleri ile ön plana çıkmış kadınların bu­lunduğunu bilmelerine rağmen meydana gelmiştir.

Alimlerimizden şöyle diyen kimseler vardır: "Şu hadisi bana filancanın kızı filanca hanımefendinin senediyle filanca hanım rivayet etmiştir".

Kerime bint Ahmed el-Merveziyye, Buhari'den hadis rivayet arasında­dır. Bu hanımın hadis mecmuası, güvenilir nüshalardandır; İbn Hacer el-Askalani, Fethu'l-Bari'de ondan övgüyle bahseder.

Nübüvvet çağında müslüman hanımların yatsı ve sabah namazları da dahil beş vakitte cemaate katıldıklarını bildikleri halde gerek namaz, gerekse nasihat için hanımların camilere gitmelerini engellediler. Oysa ki Peygamberimiz: "Allah'ın kullarını Allah'ın mescidlerinden uzaklaştırmayınız" buyurmaktadır.

İşin garib yanı müslüman hanımların ta günümüze kadar diğer din men­subu kadınların sahip olduğu haklardan mahrum olmasıdır. Yahudi bir kadın sinagoga, Hristiyan bir kadın kiliseye, Budist ya da Brahman bir kadın ise tapmağa gider. Müslüman hanım ise mescide gitmekten mahrumdur. Ayrıca katkıda bulunabileceği dünyevi meşru işlerde kocasına veya babası­na ortak olmasını da yasak saydılar. Oysa ki sahabe hanımlarından Zatu'n-Nitakeyn (çift kuşaklı) diye bilinen hanım kocası Zübeyr b. Avvam ile ortak­laşa ticaret yapmışlardır.

Daha açık misal Kur'an-ı Kerim'de Kasas sûresinde gösterilmiştir. Yaşlı adamın iki kızı koyunları yedirir içirir, Hz. Musa ile konuşurlardı. Onlardan biri babasına cesurca şöyle birşey der:

"Babacığım, bunu çoban tut işte. Çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı budur. Hem de güçlü ve güvenilir biridir." (Kasas: 26).

Kadınların evde tutulmasında her nedense muhkem ve açık nasslan bı­rakıp müteşabih olanlara dayanıyorlar. Mesela, Ahzab sûresinde Peygamber'in hammlarıyla ilgili âyetler böyledir.

"Ey peygamber kadınları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'tan korkuyorsanız sözü yumuşak söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse tamah etmesin. Güzel, kuşkudan uzak bir biçimde söz söyleyin, evlerinizde oturun." (Ahzab: 32-33).       *

"Peygamberin hanımlarından birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyiniz." (Ahzab: 53).

Müslüman kadın, çoğu kez hayat ortağı olarak eşini seçme hakkından bile mahrumdur. Velisinin dilediği eşi kabul etme veya reddetme hakkı bile yoktur. Kimi babalar, kızlarının rızasını almadan ve hatta istişare etmeden, görüşünü bile sormadan evlendirirler.

Üzülerek belirtmek gerekir ki üzerinde durmaya değmez delillere da­yanarak Şafîîler, Malikîler ve çoğu Hanbelîler bu konuya temas dahi etme­diği gibi, başkalarının delillerine de bakmamışlardır. Şeyhü'l-İslâm İbni Teymiyye ve öğrencisi İmam İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye söz konusu mez­heplerin ileri sürdüğü delilleri çürütmüşlerdir.

Kadının hakkına nice tecavüzler yapılmıştır. Sahih hadisler yersiz kullanılarak, siyakına uymayacak şekilde deliller çıkartılarak, kadının haklan gasbedilmiştir. Kadınlarla ilgili görüşlerini destekleyen şu hadisleri kendilerine kalkan yapmışlardır: "Onların aklı ve dini noksandır" bu dahisi ileride ele alacağız. Diğer bir hadis: "Bir kimsenin diğer bir kimseye secde etmesini emredecek olsaydım kadının kocasına secde etmesini emreder­dim."

Bununla da yetinmeyerek aslı, temeli olmayan hadisler getiriyorlar veya oldukça gevşek sayılan hadislere dayanıyorlar. Yahutta mevzu ve yalan hadisleri esas alıyorlar. Bu türden uydurmaların en başında Peygam­berimizin Hz. Fatıma'ya: "Kadın için en uygun olanı nedir?" sorusuna Hz. Fatıma'nın: "Kadının erkeği, erkeğin de kadını görmemesidir" şeklindeki cevabını kabul ederek peygamberimizin: "Bir biri ardınca gelen nesiller" dediği belirtilen hadis gelmektedir. Bu hadis, kitaplara yazılamayacak kadar zayıftır.

Bir başka hadis de "kadınlara danışın ama söylediklerinin tersini yapın" şeklindeki uydurma hadistir. Bu hadis Kur'an-ı Kerim'de anne babayla meş­veretin gerektiği belirtilen âyete aykırıdır. Çocuğun sütten kesilmesi, âyet-i celilede şöyle ifade edilir:

"Eğer anne-baba anlaşıp danışarak çocuğu sütten kesmek isterlerse kendilerine günah yoktur." (Bakara: 233).

Ayrıca bu, Rasullah'ın Hudeybiye gazasında hanımı Ümmü Seleme ile meşveret ettiği ve hanımının görüşüne uyduğu -ki doğru ve iyi olan da budur- belirtilen sahih hadise de aykırıdır.

İleri sürdükleri bir başka rivayet de Hz. Ali'nin şu sözüdür: "Kadın büsbütün serdir. Kadında bulunan serden kesinlikle uzak durmak gerekir." Bu sözün doğru olmadığını daha önce yazdığım bir kitapta açıkladım.

Bir başka delilleri de, Hakim'in Müstedrek'inde "kadınları odalarda barındırmayın, onlara yazı yazmayı öğretmeyin" şeklindedir. Hafız Zehe-bi'nin, Hakim'in bu rivayeti hakkında dediği gibi hadis münekkidleri sözkonusu hadisin mevzu (uydurma) olduğunu belirtmişlerdir.

Ragıp el-Isfehanî'nin Muhadaratü'l-Udebâ adlı eserinde "Kadın için ölmenin yararı ve kadının ölümü temenni etmesi" şeklinde bir bab gördüm. Konuya şu hadisle başlamıştı: Rasulullah buyuruyor ki: "Kabir ne güzel kocadır" ve "Kız çocuklarının toprağa gömülmesi fazilettendir." Sözkonusu iki rivayet de Rasulullah'a iftiradır.

Ahlâk kitapları kesinlikle hadis alınacak kaynaklardan değildir. Ne var ki kimi insanlar kaynakları değerlendiremez, sahihini zayıfından ayıramaz ve gördüğü her hadisi güvenilir zanneder. Özellikle kitabın müellifi, ilim ve düşünce dünyasında Müfredatü'l-Kur'an ve ez-Zariatü ila Mekarimi'ş-Şeria gibi eserlerin sahibi ünlü Ragıb el-Isfehani ise, ondan aldığı hadislerden hiç şüphe etmez.

Oysa bir kimse herhangi bir ilimde söz sahibi olabilir ama bir başka sahadaki bilgisi avamınki kadar olabilir. Bu tür kimselerin sözlerine güve­nilmez. İmam Gazâlî, el-Munkızû Mine'd-Dalal'da bu konuya işaret etmiş­tir.

Kadının haklarını daraltanlar, kadının hayatını ışıksız zindana çevir­mişlerdir. Bunlara göre kadınlar evlerinden çıkamaz. Mescidlere gitmeleri doğru değildir. Edepli, güzel bir şekilde de olsa kesinlikle erkekle konuşa­maz. Yüzleri, elleri sesi avrettir. Bazı kadınların hac ve umre sırasında giy­dikleri beyaz elbiseleri -ki onları eskiden Mısır gibi ülkelerde giyerlerdib da­hi giymesini sakıncalı bulurlardı. Bu konudaki gerekçeleri şudur: Bu, erkeklere benzemektir!

Oysa ki yüce Allah, giyecek ve zînet konusunda kadınlara erkeklerden daha fazla hak tanır. Erkeklere haram olduğu halde kadınların altın takı tak­maları ve ipek elbise giymeleri mubahtır.

Kadın haklarını daraltmak konusunda aşırı davrananlar da olmuştur. Bu fratçılar, Allah'ın koyduğu kanunlara, fıtrat kanununa ve kadının duru­muyla ilgili ilahi yasalara karşı çıkarmıştır.

Görülüyor ki tefritçiler kadını Doğunun çürümüş taklitçiliğine terke-derken, ifratçılar Batı taklitçiliğine mahkum etmişler.

Kanaatimce ifratçıların amacı erkekle kadını eşit kılmaktır. Onlara göre erkek gibi kadın da insandır. Her ikisi de bir erkekle bir kadından doğmuştur. Öyleyse neden eşit olmasınlar?

Ama şunu unutuyorlar: Allah'ın fıtrat kanunu onları birbirlerinden ayrı kılıyor. Yüce Allah'ın hikmeti gereği, fiziki yapıları farklıdır. Her birinin ye­teneğine ve tabiatına uygun bir görevi vardır. Bütün özelliklerine, iyiliklerine ve zorluklarına rağmen annelik görevi, kadına aittir. Bu nedenle kadın, erkekten daha fazla evde kalır.

Fıtrattaki bu ayrılık, kadının eğitimini ve çalışmalarını ihmal etmemizi gerektirmez. Çağımızda hadis ilminin ortaya koyduğu sonuç da budur.

İfratçılar, amaçlan uğruna ellerinde hiçbir delil olmadan muhkem sa­hih nassları bile reddetmeye cüret etmişlerdir. Nitekim ünlü edebiyatçı bir hanım, Katar'da verdiği bir konferansta: "İdaresi bir kadının elinde olan halk, felah bulmaz" şeklindeki hadisi reddetmiştir. Halbuki sözkonusu ha­dis, sahihtir. Buhari, Cami'inde bu hadisi rivayet etmiştir. Günümüze kadar ümmetin kabulüne mazhar olmuştur. Bunca uzun zaman geçmesine rağ­men, hiç kimse bu hadise itiraz etmemiştir.

İşin daha da garibi aşın gidenlerden biri bu hadisin uydurma ve olduğu­nu iddia etmiş ve "dininizin yarısını Hümeyra'dan -Hz. Aişe- alınız" hadisini sahih kabul etmiştir. Dikkat edilirse sahih bir hadis, mevzu hadisle reddedi­liyor.

Onlardan bazıları, Yüce Allah erkeklere, adil olmak şartıyla biren fazla kadınla evlenme müsaadesi vermişken, onlar bunu haram sayıyorlar. Bu tu-tumlanyla Kur'an'a, Rasullah'ın, ashabının, halifelerinin, bu ümmetin en ha­yırlısı sayılan selefin uygulamalarına aykırı düştükleri gibi halefin o zaman­dan bu zamana kadar bir çok memleketlerde, birçok çağlardaki uygulamala­rına da tamamen muhalif olmuşlardır.

Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in beyanına, Rasulullah'ın sünnetine ve ondört asır fıkıh ve amel itibariyle ümmetin icmaına itibar etmeyerek, kızlara da erkek gibi eşit miras takdir ediyorlar. Kadınlara erkeklerin yarısı kadar miras verileceğini belirten nass, İslâm dinin temel bilgilerindendir. Alim veya cahil herkes bu hususu bilir.

Şaşılacak hususlardan biri de bu fikirleri dini ilimlere mensup kimi zevatın savunmasıdır. Gazetelerde ve diğer yayın organlannda İslâm adına konuşarak bu çarpık yaklaşımlarını yaymalan ve Allah adına bilmediklerini konuşmalarıdır.

Yine onlar Allah'ın kanununda haram sayılan şeyleri helal göstermek için sahih hadisleri ya bilmiyorlar yahut bilmemezlikten geliyorlar. Neticede mevcut batıl düzeni temize çıkarmaya yelteniyorlar, yahut da yö­neticilerin helali haram, haramı helal kılma gibi sapkınlıklarını görmezlik­ten geliyorlar. Zinayı hoş gören kanuna karşı susarlarken, şeriatta mevcut olan birden çok kadınla evlenmeyi inkâr ediyorlar.

İbn-i Mes'ud, İbn-i Abbas, Esma, Enes ve Muaviye'den rivayet edilen "Allah, peruk takana ve taktıran kadına lanet etsin" hadisi varken, kadınların peruk takmasına fetva vermişlerdir. Hz. Peygamber, peruk takmayı gerçeği gizlemek olarak ifade etmiş, bu hususun yahudilere ait olduğunu belirtmiş­tir.

Ayrıca onlara göre kol, bacak veya başı açıkta bırakan kısa elbiseler giymek caizdir. İslâm toplumunda çağdaş uygarlığın elbiselerini zaten giyi­yorlardı. Onların bu tutumları, namaz ve benzeri ibadetleri inkâr etmekten farksızdır.

Bu düşünceye sahip olanların cahilliğini ispat eden en önemli belge, Hz. Peygamber'in "elbise giydiği halde çıplak gibi görünen kadınları Cehennem ehlinden" saymış olmasıdır. Hz. Peygamber, bunlann Cennete giremeyeceği gibi Cennetin kokusunu dahi alamayacağını belirtmiştir. Bunlar şeriatın koyduğu Ölçülere uymayan yani şeffaf ve uzuvlan gösteren elbiseler giyen yahutta vücudunda örtmesi gereken yerleri örtmeyen kadın­lardır. Kadınlann bu şekilde giyinmesi küçük günahlardan olsaydı, Hz. Peygamber, onları Cehennem ehlinden saymaz; Cennetin kokusunu dahi a-lamayacaklarını söylemezdi.

Farzedelim ki, sözkonusu elbiseleri giymek, küçük günahlardandır. Bu durumda küçük günahlarda ısrar etmenin, günahı büyüteceğini bilmedikle­rini sanmam. Alimler bunu şöyle ifade etmişlerdir: "Sürekli yapılan hiç bir günah, küçük; tevbe edilen hiçbir günah da büyük değildir."

İfratçılar Doğu hayranlığına karşı çıkarlarken, Batı hayranı olmuşlar­dır. Her iki zümre aynıdır. Yüce Allah, ne Doğuya ne Batıya uymamızı; ne eskinin, ne de yeninin peşinden gitmemizi istiyor. En doğrusu Hz. Peygamber'in yoluna, hak dine tâbi olmaktır.

Bu nedenle ifrat ve tefritten uzak, azgınlığın ve bozgunculuğun bulun­madığı, İslâm'ın gösterdiği orta yolda durmak gerekir. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapmayın." (Rahman: 9).

inanıyorum ki okuyuculara sunduğum bu kitap, söz konusu orta yolu göstermekte, Habil ile Kabil'in ayırd edilmez olduğu, hak ile batılın birbirine karıştığı, kadının evinde, toplumda ve hayattaki rollerinin belirsizleştiği vahim bir durum karşısında İslâmın bakış açısını ortaya koymaktadır.

Kitabın yazarı, birçok müslümanın kadına karşı olan yanlış tavır ve tutumunu görünce, yıllarca bu konuda çalışmıştır. Meseleye iyice vakıf olunca şu gerçeğe varmıştır: İslâm düşüncesinde kadının aile ve toplum hayatındaki rolü sanıldığından çok daha büyüktür.

Kadın sorunu ile ilgili olarak kimi îslâmi grupların aşırılıkları ve bazı davetçilerin kadına bakışı, pek çok kadın ve erkeğin İslâmı benimsemesine engel teşkil eder hale geldi. Bu durum, toplumsal problemlere İslâmi çözüm bulması gereken davetçiler karşısında laikleri ve dinsizleri ön plana çıkardı ve avantaj onların eline geçti.

Müellif bu araştırmasında hiçbir kimseyi, hiçbir meşhur zatı hüccet kabul etmemiş; konuşan, hükmeden nasslara uymuştur. İşte bu nedenle konuyu iyice açıklamak, pekiştirmek, değerini ve ölçüsünü iyice saptamak için nasları bizzat seçmiştir. Alim ve sarihlerden yaptığı nakil, şayet mesele­de ihtilaf, şüphe ve kapalılık varsa ancak bunları giderecek ölçüdedir.

Bu eser gerçekten sahih, güvenilir nasslardan oluşturulup en sağlam kaynaklara dayanan; müellifinin uzman olduğu, vaktini, gayretini, düşüncesini, kalbini, ilmini ve tecrübesini tamamen ona teksif verdiği mü­kemmel bir eserdir.

Âyetlerin, sünnet-i seniyyenin ve selef-i salihinin anlayışı ışığında müslüman kadının en büyük meselesi olan kişiliği, yeri, giyimi, zîneti, aile ve toplumdaki rolü, içtimai ve siyasi hayatta erkeklerle olan münasebetini açıklayan ansiklopedik bir eserdir.

Müellifimiz Abdulhalim Ebu Şakka'yı ilim ehli dışındaki çoğu insan tanımaz. Çünkü o, insanların kendisini tanıyabileceği, İslami dergilerde ya­yınladığı makaleler dışında başkaca bir eser yazmamıştır.

Tatmin edici fikirlere sahip olan müellif çokça yazan, iddialarını gerek-çelendirerek dergilerde yazıları yayınlayan biridir. Yapıcı görüşlere sahip­tir. Ne var ki bu görüşlerinin çoğu ipi kopmuş inciler gibi dağınıktır. Düşüncelerini nizama koymadıkça onların topluma sunulması gecikir.

Ayrıca o düşüncelerinde temkinlidir. Temkin, sahih hadiste belirtildiği şekliyle Allah ve Rasulünün sevdiği bir vasıftır. Aklına gelen bir düşünceyi sürekli kontrol eder, mutmain olana kadar dostlarıyla tartışır. Bazen de mesele kafasında netleşene kadar sürekli görüşlerini yeniler.

Ebu Abdurrahman künyesiyle bilinen Abdulhalim'i çoğu insan bilmese de onu tanıyanlar beğenir, ilmî otoritesini kabul eder. Yapıcı tenkit sahasın­da, gerçek bildiği şeyi cesurca açıklamasından ve kesin olan doğruları sa­vunmasından, engin düşünce sahibi olduğunu itiraf ederler.

Abdulhalim'i çeyrek asır önce Katar Terbiye ve Talim Bakanlığı top­lantısında tanıdım. Onu dili pürüzsüz, kalbi pak, huyu güzel, anlayışı yüksek ve eleştirel yaklaşımı benimsemiş biri olarak buldum.

Uzun süren görüşmelerimizde İslam'a olan bağlılığı, şahsında ve aile­sinde tatbik etmek için dinin hüküm ve öğretilerini araştıran biri olduğu dikkatimi çekti. O, İslâmi öğretileri öğünmek yahut bu konudaki bilgisiyle gururlanmak için değil, bizzat yaşamak ve onun gösterdiği yolda yürümek için araştırmıştır.

Onun bağlandığı İslâm ne günümüzdeki mezheblerden birinin anladığı İslâmdır ne geçmiş dönemlerde var olan İslâm'dır ne de bilinen İslâm ülkelerinde yaşanan İslâm'dır. O yalnızca Kur'an ve Sünnetin anlattığı İslâm'a bağlıdır. Bu nedenle araştırmalarında tanınmış bir alime dayanma hırsı yoktur. İlim ve fetvaya uygun olduğu sürece istediği alimin görüşlerini alır, istediğini reddeder.

Ayrıca o, araştırma, tecrübe ve birikimleriyle bir eğitimcidir. Doha Lisesi'nde bir ara müdürlük ve muhtelif liselerde öğretmenlik yapmıştır. Bu nedenle, daima faydalı olmak için, en elverişli şekilde, en uygun üslupla hırslı bir eğitimci ruhunu taşımasında şaşılacak bir şey yoktur.

Gerçeği araştıran, çalışmalarında samimi olan, hiçbir zaman gayretini esirgemeyen, sabırla okuyan, ümitle araştıran biridir. İşte bu iki özellik yani temkin, sabır düşünce ve inceleme en belirgin meziyetleri ve hayatının tamamında görülen en büyük Özelliklerindendir. O hükümde, cevapta acele etmez. Taassubu yoktur. Temkinli bir şekilde iyice araştırır sonra düşünce­lerini ileride toplamak ve bir kalıba sokmak için bir yere kaydeder.

Mütevazidir. İlmine ve görüşüne güvendiği bir kimse kendisine öğüt verince o Öğüdü almakla yetinmez, sonuçlarına kalbi mutmain oluncaya ka­dar ısrarla kendisine yeni tavsiyeler yapılmasını ister. Başkalarının görüşü­nü de rahatlıkla tartışır. Gerçeği görünce onun kime ait olduğuna bakmaz. Doğru olduğuna inandığı takdirde görüşünden vazgeçerek, geliştirerek, netleştircrek ve güzelleştirerek meseleyi gün ışığına çıkarır. Yapıcılık, temel prensibidir. Hastalığı teşhis edince derhal üzerine eğilir. Hastalığı anlamanın yanında ilacını bulmaya da çalışır.

Başta aile ve toplum konulan olmak üzere İslâmi çağrıda kolaylık ve yumuşaklık ruhunu taşır. Allah'ın şeriatında kolay olanı bulmak için gevşeklik göstermez. Nereye yönelse, ne tarafa gitse kolaylaştırma onun ilkesidir. Kolaylaştırmak şeriatın ruhu ve başıdır.

Gençlik yıllarında İhvan-ı Müslimin hareketine katıldı. Teşkilatın kurucusu Şehid Hasan el-Benna'nın yakınlarından oldu. Ayrıca o günlerde seçkin gençlerin katıldığı özel halkada bulundu. İhvan teşkilatı ile ilgili soruşturmaların birinde töhmet altında tutularak hapse girdi. Bu dönemde teşkilata faydası olduğu gibi, İhvan-ı Müslimin'den de çok faydalandı. Düşünce, eğilim ve atılımlarında bu teşkilatın oldukça etkisi olmuştur. Ne var ki kendini yetiştirip, olgunlaştmnca hareketin seyri üzerinde kimi tenkitleri oldu, fakat bu hareketi Özellikle de özel halkayı (Nizamu'I-Has) anmasına ve gelişmesine katkıda bulunmasına engel olmadı.

el-Müslimü'l-Muasır dergisinin ilk sayısından itibaren -ki derginin çıkmasında katkısı büyüktür- "Çağdaş Müslümanın Akıl Krizi" adlı bir çalışma yayınladı. Bu çalışma pek çok kişiye onun tahlil ve tenkid gücünü, din ve dünyaya yönelik derin anlayışını ve insanlar farklı düşünseler de hata olduğuna inandığı konulara karşı şecaatlı tavrını tanıma fırsatı buldular. Aynı derginin ikinci sayısında da "Çağdaş Müslümanuı Ahlak Krizi" adlı bir araştırması vardır.

Her iki araştırma da onun, aklının sağlam, fikrinin parlak, tenkitçi, çağını yaşayan biri olduğunun delilidir. O tam bir imanla, araştırmacı bir yaklaşımla iyinin peşinde olmuş, kavgadan, kör taassuptan uzak bir şekilde çağıyla diyaloga girmiştir.

Okuyucu, kitabın bazı bölümlerinde müellife karşı çıkabilir. Nitekim kendim de onun kabul etmediğim görüşlerini derginin sonraki sayılarında belirttim. Herşeye rağmen onu övmekten, fikrine saygı duymaktan ve itilası­na hayran kalmaktan geri durulamaz.

Elinizdeki bu kitap, müslüman kadından zorluğu, zahmeti kaldırarak onun durumunu kolaylaştırmayı hedef almaktadır. Çünkü asırlarca İslâm dünyasında kadınlara karşı bağnazlık ve kötü zan hakim olmuştur.

Kadınlara sert çıkışın iki nedeni vardı:

Birincisi: Başta Rasulullah'ın sahih sünneti olmak üzere çoğu insanlar­ca kolaylaştırmaya, zorluğu kaldırmaya dair gelen şer'i nasslann bilinme-mesidir.

Kur'anî deliller herkesçe bilinmektedir. Sünnet ise yalnızca kitaplarda kayıtlıdır. Çoğu araştırmalar hadis ansiklopedilerine, müsnedlere ve diğer hadis kaynaklarına bakıp sünneti ortaya çıkaracağına mezhep kitapları ve görüşleri içerisinde boğulmuştur. Bunun sonucu nda çoğu müslümanlar sahih sünneti bilmeden, zayıf yahut uydurma hadislere itibar etmişlerdir.

İkincisi: Ellerindeki nassları yanlış anlamaları. Bu şu şekillerde olur: a) Nassları yerli yerince kullanamazlar, b) Nasslardan zoraki hükümler çıkarırlar, c) Nasslann vürudunu, sibak ve siyakını bilmezler, d) Bir delili İslâm'ın diğer hükümlerinden, külli prensiplerinden ayırarak nasslar arasın­daki irtibatı koparırlar. Bu nedenlerden dolayı o kadar çok hata yapılmıştır ki anlatılmakla bitmez.

Müellifimiz sözünü ettiğimiz bu iki illeti zamanında kavrayarak hede­fini şu iki noktada netleştirmiştir:

1. Başta hadisi şerifler olmak üzere nassların muhkemini seçmek, bu nassları birleştirerek İslâm'ın ruhunu yansıtmak ve kadının konumunu tayin etmesini sağlamak. Bu amaç için gerekli olan, sahih kaynak boldur. Meseleyi açığa çıkarmak için çeşitli hadis kaynaklarına bakmak yeterlidir. Kitapta müslüman kadının şahsiyetindeki gücü gösteren ve özel olarak da kendi sorumluluğunu idrak etmenin güzelliğini ifade eden misaller vermek­te sakınca görmüyorum.

- Kadınlar, defalarca kendilerine üretime katkı imkânı verilmesi için Rasulullah'a başvurmuşlar.

- Kadınlar mescidlerde yapılan genel toplantılara katılırlardı.
- İbn Mes'ud'un hanımı Zeyneb, çalışır, hem kocasına hem de evinde bulunan yetimlere infak ederdi.
- Atıyye, kocasıyla beraber altı defa savaşa katılmıştır.
- Ümmü Haram, deniz savaşlarında şehid olmayı arzulamıştır.
- Ümmü Hani, muharip birini himayesine almış, buna karşı çıkan erkek kardeşine sitem etmiştir.
- Hz. Ömer'in kızı Hafsa, Abdullah b. Ömer'den ilim Öğrenmiştir.
- Esma bint Şekl, iffetini koruyarak dini bilgileri öğrenirdi.
- Ömer b. Hattab'ın hanımı Akike bint Zeyd, halkın huzurunda haklarını savunmuştur.
- Ukbe'nin kızı genç Ümmü Gülsüm, ilim öğrenmek için evini terket-miştir.
- Kocasını seçmek, kadının hakkıdır.
- Kadın, kocasından ayrılmak hakkına sahiptir.
- Sübey'a bint Haris, yakîne ulaşmanın ne ile mümkün olacağını anlatır­dı.
- Has'ami kabilesine mensup genç bir kadın, babasının yerine hac işiyle meşgul olurdu.


- Hind bint Utbe, Rasulullah'a selam verirdi.


- Zeyneb bint Muhacir, Hz. Ebubekir ile karşılıklı konuşmuştur.


- Ümmü Yakub, Abdullah b. Mes'ud'la karşılıklı konuşmuştur.


Müellifin başlangıçtaki hedefi, mümkün olduğunca çok hadis kaynağı­na ulaşmaktı. Çünkü onlarda gözardı edilemeyen bir hazine vardı. Bu amaçla uzun bir okuma programına girişti. Nassların tamamını derleyince bunların değerlendirilmesi üzerinde düşündü ve topladığı hazineden Buhari ve Müslim'den seçtiklerini insanlara sunmaya karar verdi. Böylece nebevi söz, fiil ve takrirlerden oluşan bu incileri önümüze serdi.


Müellif çoğu kez sadece nassları konuşturur, kendisi hiçbir ilave yap­maz. Nasslar, kendi kendileri açıklayabilecek güçtedir. Nasslardan hüküm çıkarmak; şerhetmek veya pratikte uygulayarak hadislere notlar düşürmek oldukça güzeldir.


Sanırım okuyucunun, kitabı sabırla okuyabilmesi için müellifin yoru­mundan birkaç örnek vermek yerinde olur. Sosyal hayatta, erkeklerle kadınların eşitliğini gösteren bir çok nassı kullanarak kitabın son babını yazmıştır. Orada günümüzün yeni sosyal hadiselerine ışık tutan yorumlar da yapmıştır. Müellif çağının sorunlarından ve toplumdaki değişmelerden haberdardır. Toplumumuzdaki değişmelerden haberi olmayan kimselerin -İslâmî bütün nassları bilse bile- kadın konusunda doğru hüküm vermesi mümkün değildir. îbn Kayyım'ın da dediği gibi, olması gerekenle şu anda olanı  birleştirmek gerekir.


2. Yazarın kendi prensibi: Nassları yersiz kullanmaktan doğan hatalı anlayışların karşısında olma. Buna şu âyeti misal verebiliriz:


"Evlerinizde oturun." (Ahzab: 33).


Müellif Abdulhalim "Evlerinizde oturun" âyeti hakkında şöyle demek­tedir: Bundan önceki ve sonraki âyetler, Rasulullah'ın hanımlarıyla ilgilidir. Hz. Ömer'in, Peygamber hanımlarının haccetmesini engellemesi ve yaptık­ları son hac dışında bir hac yapmalarına izin vermemesi bunu pekiştirir.


İbn Hacer "evlerinizde oturunuz" âyetinin Rasulullah'ın hanımlarına yönelik gerçek bir emir olduğunu söyler. Bir başka yerde ise "... Hz. Aişe ve onun görüşünde olanlar bu emrin yalnızca hac için geçerli olduğunu (yani Rasulullah'ın: 'en güzel cihad, hacdır,' sözü) ve birden fazla hac yapmanın mübahlığını belirtmiştir. Ayrıca bu ibare umumi hükmü tahsis etmiştir. "Evlerinizde oturunuz" âyetini delil alan Hz. Ömer, önce temkinli davran­mış, hilafetinin son dönemlerinde kadınların hac yapmasına müsade etmiş­tir. Bu âyette bütün müslüman kadınların kastedildiği hesaba katılırsa, kitabı açıklayıcı olan sünnete bakmamız gerekir. Rasulullah döneminde müslü­man hanımlar bu emri ne güzel uygulamışlar. Bu emir, sosyal hayata kadın­ların katılmalarını engellememiştir. Buhari ve Müslim'de konuyla ilgili yüz­lerce delil vardır. Söz konusu deliller kadınların birçok faaliyetlere katılabi­leceğini belirtmektedir.


Müellif Abduihalim "kadınların aklı ve dini noksandır" hadisi hakkın­da şunları söyler: Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilen bir hadise göre Rasu­lullah, kurban yahut Ramazan bayramında musallaya gidince gördüğü ka­dınlara şöyle demiştir: "Ey kadınlar topluluğu! Akıllı, temkinli erkeğe kı­yasla, aklı ve dini konusunda sizden daha kusurlu kimseyi görmedim" (Buhari ve Müslim). Bu hadis üç açıdan değerlendirilebilir. (Birincisi bizim için yeterlidir. Diğerlerini siz bilahare okuyacaksınız.)


Birincisi: Rasulullah'ın: "Akıllı, temkinli erkeğe kıyasla aklı ve dini konusunda sizden daha kusurlu kimseyi görmedim" hadisinin genel delaleti.


Bu hadis, a) Kadınlar hakkında gelen diğer rivayetlerle münasebet açı­sından, b) Muhatab olan kişi, kullanılan hitap sigası açısından, araştırılmalıdır.


Konuya bu şekilde yaklaşırsak, kadının kişiliği ile ilgili öğretileri daha iyi anlarız. Bu hadis, bayram gününde kadınlara yapılmış bir tavsiyedir. Bayram gibi güzel bir günde ahlâkın en yücesini temsil eden Rasulullah'ın kadınlara hor bakması, onları küçümsemesi ve şahsiyetlerini rencide etmesi kesinlikle mümkün değildir. Hadisteki muhataplar açısından da şöyle denebilir: Buradaki muhataplar çoğu ensar kadınları olmak üzere Medine kadınlarıdır. Hz. Ömer, olayı şöyle açıklar: "Medine'ye gelince çoğu kadın­lardan oluşan bir toplumla karşılaştık. Hanımlarımız ensarın ahlâkını örnek aldı." Olaya böyle bakarsak Rasulullah'ın: "Temkinli akıllı bir erkeğe kıyas­la sizden daha fazla.....görmedim" sözünü daha iyi anlarız. İfade de genel bir


kural üslubu görmediğimiz gibi genel bir hüküm de göremiyoruz. Bu ifade­de, erkeklere nazaran daha az temkinli olan çoğu kadınların içinde bulundu­ğu bu zaafa rağmen erkeklere galip gelmesi karşısında Rasulullah'ın şaşkın­lığı yani Allah'ın hikmetine taaccüp etmesi sözkonusudur. Erkekler güçsüz olan kadınların tesirinde kalarak güçsüzlük güce nasıl dönüşür! Şimdi soru­yoruz. Hadisdeki ifade, bütün kadınları kapsar mı? Ayrıca bu, öğüdü kabule hazırlamak sayılabilir mi? Bu şöyle demek gibidir: "Ey kadınlar, güçsüz olmanıza rağmen Allah'ın verdiği kudretle temkinli erkeklerin aklını çelebi-liyorsunuz. O halde Allah'tan korkun, verilen bu gücü sadece iyilikte ve güzellikte kullanın."


"Aklı ve dini noksandır" cümlesinin manası budur. Kadınları öğüde hazırlamak, dikkatlerini çekmek maksadıyla sadece bir defa kullanılmıştır. Kesinlikle bu, kadınlara ya da erkeklere karşı söylenmiş bir ifade değildir.


Müellif Abdulhalim konuyla ilgili önemli bazı prensiplerin münakaşa­sını yaparken, sünnetin belirttiği esaslar varken kadının haklarını daraltan çoğu alimlerin delillerine de temas etmiştir. Şeddi zerai meselesi gibi.


Son olarak şunları söyleyebiliriz: Bu kitaptaki nasslar sahih nakiller ve doğru nasslardır. Güçlü deliller, parlak fikirler, doyurucu açıklamalar çokça görülür. Bu eserle İslâm kültürüne temel prensipler ve Ölçüler kazandırıl­mıştır. Allah Teala'nın insanlık için koyduğu sünnetullah gereğince, çevresindeki anlayışların tesirinde kalmış kimi insanlar kitabın bazı yerleri­ne karşı çıkacaktır. Kadının İslâm'daki yerini açıklarken kitabın ruhunu ve özünü muhkem nasslarm oluşturduğu unutulmamalıdır. Ayrıca kimsenin gözardı edemeyeceği nübüvvet çağındaki genel uygulamalar da kitabın esas aldığı husustur.


Yüce Allah bu kitabı okuyuculara faydalı kılsın. Uzun yıllar tüm gayre­tini bu çalışmaya hasreden müellife bol mükâfat versin. Bu değerli çalışma, ilgilenenler için oldukça önemlidir. Yüce Allah, hepimizi doğru yola iletsin. [2]




Önsöz



ALLAH'A HAMDEDER,  O'nun  yardım  ve  bağışını  dileriz. Nefislerimizin ve amellerimizin kötülüklerinden O'na sığınırız. Allah'ın hidayete erdirdiğini saptıracak, O'nun sapmaya terkettiğini de hidayete iletecek kim vardır? Şehadet ederim ki, Allah birdir, ortağı yoktur, Hz. Muhammed (s.a.v.) O'nun kulu ve elçisidir.


"Ey iman edenler! Allah'tan hakkıyla korkun ve müslümaniar olarak ölün." (Bakara, 132).


"Ey insanlar, sizi bir tek nefisten (nefes alan candan) yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyici-dir." (Nisa, 1).


"Ey insanlar, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki (Allah) işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasulüne itaat ederse, büyük bir başarıya erişmiş olur." (Ahzab, 70-71).


Bu, önemli bir konuda yapılmış acizane bir çalışmadır. Allah, insanların her zaman yardımcısıdır. O'na güvenir ve O'ndan yardım dileriz. [3]




Niçin Yazdım?



YILLAR ÖNCE sünnete dayalı Nebevi sîret hakkında derin bir araştır­ma yapmaya azmettim. Bu çalışmanın en güvenilir kaynaklara ve mevsuk delillere dayanması gerekiyordu. Sünnet kaynakları oldukça sağ­lamdır. Siretle ilgili haberler ise sünnet gibi sağlam değildir. Ayrıca doğru­sunu yanlışından ayıracak sağlam senetleri de yoktur.


Siret çalışması mü slü mani arın hayatını ilgilendiren birçok sözleri, fiilleri ve takrirleri içeren Rasulullah'ın hayatını ortaya koyar. Bu sebeple sireti en güvenilir bir tarzda müslümanlara sunmak gerekir. Çünkü müslü-manlar onun gösterdiği hidayet yolunda yürümek durumundalar. Bu da ancak aldıkları bilgilerin sıhhatine kesin kanaat getirmeleri ile mümkündür. Burada şunu zikretmeliyim: Hadis kaynaklarından siret çalışması yapmam, büyük alim, hadisçi Nasıruddin el-Elbani'nin yönlendirmesiyle olmuştur. Bu alimden hayatımın en güzel günleri sayabileceğim bir dönemde bir müddet ders aldım. Hadisleri bulup tasnif ederken ansızın karşıma hayatın çeşitli yönleriyle ilgili, kadınlarla erkeklerin münasebetini konu alan ilmi ve pratik hadisler çıktı. Tabii buna çok şaşırdım. Şaşkınlığım, söz konusu ha­dislerin sadece benim değil, Cem'iyyetü'ş-Şer'iyye, İhvan-ı Müslimin, Medretü's-Sufiyye ve Medretü's-Selefiyye gibi hayatın çeşitli yönleriyle ilgilenen dindar cemaatlerin de anlayış ve uygulamalarına tamamen aykırı olmasındandır. Olayın vahameti bununla da sınırlı değil. Bu hadisler -önemine binaen- müslüman kadının şahsiyetiyle ilgili anlayışlarımızı dü­zeltmeye ve risalet çağında hayatın çeşitli alanlarında müslüman kadının nasıl bir rol aldığını araştırmaya şevketti. Burada hadislerden bir kısmını zikredeceğim. Sanırım okuyucular şaşkınlığımı anlarlar ve benim gibi konuya dikkatle eğilirler.


- Müslüman kadın, Rasulullah'ın mescidinde yatsı ve sabah namazı kı­lardı.


-  Müslüman kadın, Cuma namazına gider ve Rasulullah'ın dilinden "Kâf' suresini ezberlerdi.


- Müslüman kadın, küsuf namazına katılır, uzun süre Rasulullah ile be­raber olurdu.


- Müslüman kadın, Ramazan'ın son on gününde Rasulullah'ın mesci­dinde itikafa girerdi.


- Müslüman kadın, mescidde itikatta bulunan kocasını ziyaret ederdi.


- Müslüman kadın, Rasulullah'ın müezzini tarafından duyurulan çağrı­ya icabet edip mescitte yapılan genel toplantıya katılırdı.


- Müslüman kadın, erkekler mescidde kadınlardan daha fazla olduğun­dan, kadınlar için özel eğitim yapılmasını istemiştir.


- Müslüman kadın, bizzat Rasulullah'a giderek özel ve genel konularda O'na soru sorardı.


- Müslüman kadın, erkeklere iyiliği emreder, onları kötülüklerden sa-kindırırdı.


- Müslüman kadın, Rasulullah'la beraber ziyafetlere katılır ve onlara da yemek ikram edilirdi.


- Müslüman kadın, evini ilk muhacir müslümanlara açmıştır.


- Müslüman kadın, kocasıyla beraber gelen misafirin sofrasına oturup, akşam yemeği yerdi.


- Müslüman kadın, düğün yemeğinde erkek misafirlere hizmet eder ve Rasulullah'a güzel içecekler ikram ederdi.


- Müslüman kadın, Rasulullah'la beraber savaşlara katılır, su dağıtır, yaralıları tedavi eder, ölü ve yaralıları Medine'ye taşırdı.


- Müslüman kadın, ilk deniz savaşlarında şehid olması için Rasulul­lah'ın dua etmesini ister, Rasulullah da onun için dua ederdi.


- Müslüman kadın Rasulullah'la beraber bayram namazını kılar, Rasu­lullah bayram hutbesinden sonra özellikle kadınlara öğüt verirdi.


- Rasulullah, müslüman kadına -örtülü olduktan sonra genç olsun, kü­çük olsun farketmez- bayram namazına gelmelerini emreder; iyiliğe, müslü­manlara dua etmeye çağırırdı.


- Rasulullah, müslüman kadına -isterse hayızlı olsun- bayram günü na­mazgaha gelmelerini, cemaatle beraber dua etmelerini emretmiştir.


Bu konu, benim için çok önemli olduğundan dolayı sîret çalışmasından önce yeni bir konu olan Risalet çağında kadına verilen haklan parlak bir şe­kilde anlatan nübüvvet döneminin müslüman kadınıyla ilgili araştırmalara başladım. Bu yeni çalışmamda bana cesaret veren şey, gördüğüm ve müşa­hede ettiğim büyük tehlikedir. Yani, nevzuhur kanunların[4] kadına verdiği son derece hürriyete karşı olan düşünce ye anlayışları görmemdir. Sözkonu-su yaklaşımın, özellikle bireysel ve sosyal hayatlarında şeriata uymayı hırsla arzulayan müslümanların kafalarında kökleşmiş olması beni bu çalışmaya şevketti.


Kadın konusunda şeriatın vermiş olduğu çeşitli haklan kadınlara ver­mek Allah'ın dinine en ciddi hizmettir. Kadın sorunu şu açılardan çok önem­lidir:


1. Kadın, müslüman ferdin annesidir, bacısıdır. Aynca hanımı ve kızı­dır da. Kadının bu özellikleri bir araya getirilince ondan daha değerli kim olabilir?


2. Müslüman kadın, iki cahiliyyenin arasında ezilmektedir. Birincisi doğu/İslâm dünyasında hüküm süren cahiliyye, ki bu aşırılığın, baskının ve körü körüne taklidin hakim olduğu asırlardır. İkincisi ise, çıplaklığın, kadını bir şehvet aracı ve reklam malzemesi olarak kullanmanın hakim olduğu batı dünyasında hüküm süren cahiliyye. Her iki cahiliyye de Allah'ın şeriatına aykırıdır.


3. Rasulullah şöyle buyuruyor: "Kadınlar erkeklerin kardeşleridir.[5]


Müslüman kadına yardım müslüman insanın kardeşine yardımıdır. Bu yardım mazlum için, ona insaf edip korumakla, zalim için ise zulmüne engel olmak şeklinde ortaya çıkar. Zira Rasulullah (s.a.v.): "Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et" buyurduğunda sahabe "Ey Allah'ın Rasulü, mazluma yardım ederiz ancak zalime nasıl yardım edebiliriz?"dediler. Ra­sulullah (s.a.v.): "Elini onun elinin üstüne korsun" başka bir rivayette de "onun zulmüne engel olursun. Bu, ona yaptığın yardımdır" buyurdu. Amacı­mız, halkın ıslahı için mazluma yardım etmek ve zulüm yapmaması için za­lime yardım etmek Rasulullah'ın: "Zalim olsun, mazlum olsun kardeşine yardım et. Ashab-ı Kiram: "Mazluma yardım ederiz tamam. Peki zalime na­sıl yardım edebiliriz? deyince, Hz. Peygamber'in: "Zalimin ellerini mazlum­dan çektir" [6]dediği; diğer bir rivayette ise: "Onu zulümden alıkoy; ona yar­dım böyle olur"[7] şeklindeki nebevi emrini uygulamaktır.


4. Kadın, ifade edildiği gibi toplumun yarısıdır, lakin bu yarı devre dışı bırakılmıştır. Mümin, mücahid ve aydın nesillerin yetişmesinde saf dışı bı­rakılmıştır. Ümmetin sosyal ve siyasal uyanışında rol verilmeyerek saf dışı bırakılmıştır. Bu durum, maalesef toplumun diğer yansı olan erkeklerin de saf dışı kalmasına yol açmıştır. Şu durumda, müslüman kadının hürriyeti İslâm toplumunun yarısının hürriyetidir. Kadınların hürriyeti, ancak erkek­lerin hür olmasıyla mümkündür. Kadın ve erkeklerin hürriyeti ise ancak Al­lah'ın dinine sarılmakla gerçekleşir.


5. Bundan da öte yüce Allah, kadına, eğer kendisine doğru yol gösteri­lirse, dine karşı kendisini hassas kılan ince bir şuur vermiştir. Çağdaş iki mü­ellifin bu konuda söyledikleri oldukça önemlidir. Biri diyor ki[8]: "Kadınlar dini, ahlâkı ve hayrı öğrenmeye oldukça müsaittir. İşitme kabiliyetleri ve kendilerine doğruyu gösteren güçlü mürşitler bulundukça söylenene uyma­ya en duyarlı olanlar da kadınlardır."


Bir diğeri de diyor ki[9]: "Radyo ve televizyonda geçen çalışma hayatım boyunca değişik ülkelerden genç, ihtiyar, kadın, erkek binlerce yazar ve mü­ellifle özel veya genel ortamlardaki karşılaşmalarım sonucunda pek çok ka­naate vardım. Bunların ilki; toplumumuzda dinin öncü rolü, yönlendirme ve tesiri devam ediyor. Diğeri ise genel olarak kadınlar, erkeklerden daha çok dinlerine ihtimam gösteriyorlar." Çünkü Allah tarafından kadınlara verilen şefkat, merhamet, zerafet ve nezaket dinin tabiatına çok daha uygundur. Bu konuda erkekleri geçmişlerdir. Yine dindar olmayı erkeklerden daha çok is­ter, kötü akıbetten erkeklere nazaran daha çok korkarlar. İçerde ve dışarda İslama yönelik yoğun saldırılar, tehditler olmasına rağmen birçok namuslu kadın da İslâm'ın kurallarını içlerinde yaşatmaktadır. Bunda şaşılacak birşey yok. Günümüzde nice asil kadın ve kızlar, hırsla namaz, oruç, hac, umre, ge­ce namazı gibi ibadetleri yaparlarken üzerlerindeki elbiseler çağdaş batı kı­yafetleridir. Bu şu demektir: Din tohumu kalblerinde tamamen ölmemiştir. Kadınlara yönelik köklü bir çalışma Allah'ın izniyle sözkonusu tohumu can­landıracak, harekete geçirecek, sözkonusu tohum çiçek açıp meyve verecek ve meyvesi yenilecek hale gelecektir. Böylece hayatını kuşatan utanç verici engellerden kurtulacaktır.


Her iki müellifin görüşleri nebevi açıklamalara uygundur. İşte Hz. Aişe (r.a.). erkeklerle beraber cihada katılmayı; "Ey Allah'ın Rasulü, amellerin en güzeli cihaddir. Biz de cihada katılamaz mıyız?" diyerek dile getirmiştir[10]


İşte Ümmü Haram, deniz savaşlarında şehid olma arzusunu şöyle dile getirmiştir: "Ey Allah'ın Rasulü, Allah'a dua etsen de ben de şehitlerden ol­sam" demiş, Rasulullah Ümmü Haram'a şehit olması için dua etmiştir."


İşte kendi eliyle kazanan, tasadduk eden bir başka kadın: "Zeyneb bint Cahş: Allah'tan çokça korkan, merhameti çok, bolca sadaka veren, kendisiy­le Allah'a yaklaşılan amellerle nefsini tezkiye ve ruhunu terbiye eden bir ka­dındı."[11]


Sözünü ettiğimiz bu kadınlar. Peygamberimizden bilgi almayı arzula­yan kadınlardı. Birgün Rasulullah'a dediler ki: "Erkekler bizden daha avan­tajlı. Bir gününü de bize ayır."[12]


Bu sözü söyleyen hanımlar, erkeklerden daha çok sadaka veriyor, daha fazla fedakârlıkta bulunuyorlardı. Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Sadaka verin! Sadaka verin!" Bunu söylediğinde, en çok hayır yapan kimse kadınlar arasından çıkmıştı."[13]


İslâm'ın yetiştirdiği bu harikulade örnekler bir yana, cahiliyye dönemi­nin Kureyşli hanımları dahi, yeni nazil olan Allah kelamını duymaya erkek­lerden daha hırslıydılar, kalbleri daha yumuşaktı.


Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre Hz. Ebubekir evinin yanına bir mescit yapar, içerisinde namaz kılar, Kur'an okurdu. Okuduğu Kur'an'i çokça beğe­nen müşriklerin hanım ve oğullan onu dinlemek için itişip kakışırlardı. Bu durum Kureyş'in eşrafına bildirilince: "Hanımlarımızın ve çocuklarımızın din değiştirmesinden çok korkuyoruz" itirafında bulundular.[14]


İbn Hacer der ki: Kureyş eşrafı, kadın ve gençlerin kalblerinin yumu­şaklığını ve İslâm dinine olan safiyane eğilimlerini bildiklerinden dolayı, çok telaşa kapılıyorlardı.[15]




Yazmamın Gerekçesi



İSLAM'DA kadınla ilgili bir hadis duyduğumda, bu konuda bir makale, bir kitap okuduğumda bu işe ilgim sürekli artıyordu. Özellikle de de­ğerli kimi çağdaş alimlerin bazı görüşlerinin hadis kitaplarında bulunan sa­hih naslara uymadığını görünce bu işe daha da fazla eğildim. Bu görüşlerden iki tanesini sunuyorum:


İkrime ve Şa'bi'den gelen bir rivayet Taberi Tefsîr'inde şöyle geçmekte­dir: "Dayı ve amcalar, yabancılar hükmündedir. Kadının zinetini göremez­ler." Tabii çoğu araştırmacı ve müfessirler, metnini, sünnete uygunluğunu tahkik etmeden, rivayetteki aksaklıkları tesbit etmeden bu rivayeti çağımıza kadar nakletmişlerdir. Hadis metinlerinde -ki onlar Kur'an'ın açıklayıcısı-dır- dayı ve amcalar, diğer mahremlerle beraber zikredilmiştir. Yüce Allah buyuruyor ki:


"Zinetlerini kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğullan veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğullan veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçileri, yahut kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler." (Nur: 31).


Hz. Aişe (r.a.): "Hicab âyetinin nüzulünden sonra Ebu'l-Kuays'ın kar­deşi Eflah eve girmek için benden izin istedi de, Rasulullah izin vermedikçe birşey diyemem. Çünkü beni emziren Eflah'ın kardeşi Ebu'l-Kuays değildir. Beni, Ebu'l-Kuays'ın eşi emzirdi. Derken Rasulullah yanıma geldi. 'Ey Al­lah'ın Rasulü, Ebu'l-Kuays'ın kardeşi Eflah, eve girmek için benden izin iste­di. Ama ben senin iznini almak için ona izin vermeyi geciktirdim' deyince Rasulullah: 'Niçin izin vermedin? O senin amcan değil mi?1 dedi. Ben ise şu karşılığı verdim: 'Beni emziren Ebu'l-Kuays'ın hanımıdır. O adam değildir.1 Bunun üzerine Rasulullah: 'Haydi müsaade et, o senin amcandır. Allah hay­rını versin (bir daha böyle yapma)' buyurdu."[16]


İbn Hacer: Adeta Buharı bu hadisi kadının amcası ve teyzesi yanında başörtüsüz durabileceğini reddedenler için irad etmiş gibidir. Yukarıdaki görşüle ilgili olarak Taberi'nin Davud b. Ebi Hind'den onun da ikrime va Şa'biden şu rivayeti vardır. İkrime ve Şabi'ye denir ki: "Bu âyette amca ve dayı niye zikredilmemiştir?" Buna şöyle cevap verirler: "Çünkü dayı ve am­ca yeğenlerinde gördüğü özellikleri kendi oğullarına anlatabilir. Bu nedenle amca ve dayının yanında başörtüsüz durmasını iyi görmemişlerdir." Eflah kıssasındaki Aişe hadisi İkrime ve Şa'biye cevap niteliğindedir. Hadisi bu başlık altında vermesi de Buhari'nin başlık seçmede gösterdiği titizliğe bir örnektir.'[17]


Yine Hafız İbn Hacer der ki: "Ayette amca ve dayı zikredilmemiş­tir. Yalnızca işaret edilmiştir. Amca baba, dayı ise anne konumundadır. Ken­di çocuklarına yeğenlerini anlatabilirler. İkrime ve Şabi'nin görüşü budur. Cumhurun görüşüne aykırıdır."[18]


Şevkani der ki: "Amca ve dayı, anne-baba konumunda olduğundan söz konusu ayette anılmamıştır. Kadının, amca ve dayısının yanında baş açık durmamasının nedeni onların kendi oğullarına anlatma korkusudur."[19]


Biraz düşünürsek bu nedenin anlamsız olduğunu görürüz. Dayı ve am­calar yeğenlerini kendi oğullarına anlatmaları mümkündür, Anlatmalarının nedeni çocuklarım yeğenleriyle evlenmeye teşvik değil mi? Diyelim ki, dayı ve amcanın yanında yeğenin başını örtmesi gerekiyor. Açık durması mah­zurludur. Aynı mahzur teyze ve halalar için de söz konusu değil mi? Ayrıca kızların akrabalık bağı bulunmayan diğer kadınlar yanında başı açık durabi­lirken niçin amca ve dayılarının yanında durmasın ki? Sanırım akraba dost­larının mahremini daha iyi korur!


Ne kötü anlayış! Akrabalara karşı ne büyük bir iftira! Akla ve nakle ne büyük tecavüz! Demek bir kız amcasından ve dayısından sakınacak, namusum gider korkusuna düşecek öyle mi?


Beşinci asır kaynaklarından birinde, Hz. Aişe'den şu hadis nakledilir: "Rasulullah'la birlikte başları örtülü kadınlar namazdan geliyorlardı. Onları aşırı karanlıktan dolayı kimse tanıyamazdı". Diğer bir hadis ise: "Rasulullah genellikle sabah namazından sonra yolculuğa çıkardı." Aşırı karanlık, yol­culuğa çıkmaya engeldir. Yahutta kadınlar, o zamanlar cemaate namaza ge­lirlerdi. Evlerinde oturmalarına dair emir gelince durum değişti.[20] "Evleri­nizde oturun" âyetini "Allah'ın kullarını Allah'ın mescitlerinden alıkoyma­yınız" hadisi neshetmiştir. Oysa ki, kadınların evlerinde oturmalarını emre­den âyet indikten sonra bile müslümanların hanımları Peygamberimizin ve­fat dönemine kadar camilere gelip gitmişlerdir. Buna dair belge çoktur. Bu­nu ileride üçüncü bölümün ikinci kısmında inşaallah ele alacağız.


Çağımızda ise verilecek bir çok misal vardır. Kendilerine sonsuz saygı­larım olan bazı büyük hocalar bile bu konuda hata etmişlerdir. İnsanoğlu ne kadar çok şey öğrenirse öğrensin görüşleri alınır da reddedilir de. Hata etme­yen yalnızca Yüce Allah'tır. O halde Rasulullah'm sünnetine dönüp insanla­rın hatası düzeltilmeli, onlara hidayet yolunun doğru ışıkları gösterilmeli.


Değerli müellif, kadınların yüzlerini açmasını meşru görenlere cevap verirken şöyle cevap vermiştir: "Kadınların peçelerini almadan önce her tür­lü kötülüğe engel olan bütün gücünüzü, otoritenizi toplayın. Toplumda iki fert, evinden yüzü açık olarak çıkan kadına baktığında bu gücünüzden orada kadına bakmamalarını sağlayacak yetmiş tane el bulundurun."


Sizin şu yaptığınız nerede, Rasulullah'ın, bir gencin genç bir kıza defa­larca baktığını gördüğündeki tavrı nerede? Cabir b. Abdillah'tan şöyle riva­yet edilir: "Rasulullah (s.a.v.) yola çıkınca develere binmiş kadınlara rastla­dı. Abbas'ın oğlu Fadl, kadınlara bakmaya başladı. Rasulullah elini Fadl'ın yüzüne kapadı. Ama Fadl, yüzünü diğer yöne çevirerek kadınlara bakmayı sürdürdü. Rasulullah (s.a.v.) elini diğer yönden Fadl'ın yüzüne uzattı ve yü­zünü öte yana çevirdi.[21]


Abdullah b. Abbas şöyle der: "... Has'am kabilesinden güzel bir kadın, sual'sormak için Rasulullah'a gelince Fadl, kadına bakmaya başladı. Onun güzelliğine hayran kaldı. Rasulullah, kafasını kaldırdığında Fadl'ın kadına baktığını farketti. Derhal arkasına geçip çenesinden tutarak kadını görmemesi için kafasını usulca çevirdi."[22]


Bir kadına dönüp dönüp bakan Fadl b. Abbas'a Rasulullah'ın muamele­si neydi? Rasulullah onun başını başka bir tarafa çevirme dışında bir şey yapmamıştır. Sözünü ettiğimiz Fadl bu dönemde çok gençtir. Rasulullah'ın amcasının oğludur. Peygamberimizin sohbetlerine sürekli katılan bir zattır. Ayrıca onu deveye binince arkasına alırdı; onu kesinlikle dövmediği gibi onun iki gözünü oydurmayı aklından bile geçirmemiştir.


Yukarıdaki görüşü savunan değerli alim ilaveten şöyle der: "Yüz, ör­tünmesi gereken avret mahalline dahil değildir. Ancak bunu yüzde ve elde ziynet niteliği taşıyan bir şeyin bulunmaması ile sınırlamak gerekir." Bu dü­şüncelerini ortaya koymadan önce de müellif, ele kına yakmanın ve göze sürme çekmenin caiz oduğunu gösteren hadisleri incelemiştir.


Yine değerli üstadımız şöyle der: "İslâm'a göre kadınlarla erkeklerin bir arada bulunması oldukça tehlikelidir. İslâm, evlilik dışında kadın ve er­keği birbirine yaklaştırmaz. Bu demektir ki İslâm toplumu ayrı ayrı fertler­den meydana gelen bir toplum olup müşterek bir toplum değildir. Bundan da çıkan sonuç şudur. İslâm toplumu bireysel bir toplumdur. Sosyal ve çiftler­den oluşan bir toplum değildir. Erkeklerin ayrı, kadınların da ayrı topluluk­ları vardır. İslâm kadının bayram namazına gitmesine cemaatle namaz kıl­masına zaruret durumunda savaşa katılmasına müsaade etmiştir. Ancak İslâm bu sınırda kalmış ötesine gitmemiştir."


Bu durumda üstaddan -eğer yalnızca cahilce ve abes olan ihtilafı kaste­diyorsa- kadının toplumsal hayata katılımını İslâmın meşru gördüğünü, an­cak toplum ve kadın için bu katılımın faydalı bir nitelik kazanmasını sağla­yan belirli kurallar koyduğunu açıklamasını isterim. Ki bu pek çok hadisin ortaya koyduğu sonuçtur. Bunların bir kısmı bu mukaddimede işlendi. Bu-hari ve Müslimin sahihlerinde erkeğin bulunduğu ortamlarda kadının sosyal hayata katılımını onaylayan üç yüzden fazla hadis vardır.[23]


Müellif şu hadise dikkat çeker: "Rasulullah, kızı Fatıma'ya: 'Kadın için en hayırlı olan nedir?' buyuranca, Hz. Fatıma: 'Erkeğin kadını, kadının da er­keği görmemesidir1 dedi. Bunun üzerine Rasulullah kızına sarıldı ve: 'O nesiller birbirinin devamıdır' âyetini okudu. Müellife göre bu hadis dört ravi ta­rafından rivayet edilmiştir. Tirmizi, hadis hakkında hasen sahih demektedir. Bu, kadının evinde kalması gerektiğini gösterir.


Vaizlerin dilinden düşmeyen, kitaplarda, dergilerde çokça bulunan bu hadis zayıftır. En sahih dört hadis kitabında bulunmamaktadır. Rivayeti farklı da olsa yalnızca Bezzar rivayet etmiştir. Mecmeu'z-Zevaid'de Hafız el-Heysemi şunları söyler: "Hadisi Bezzar rivayet etmiştir. Senedinde tanı­madığım raviler vardır."[24]Hafız Iraki de İhya-u Ulumiddin'de bulunan ha­disleri tahric ederken, hadis hakkında: Bezzar ve Darekutni, zayıf bir senetle Hz. Ali'den müfred olarak rivayet etmiştir der.[25] Iraki'nin eleştirisi senetle il­gilidir. Metin açısından ise Rasulullah döneminde daha önceden işaret edil­diği gibi bir çok konularda sosyal hayata iştirak eden, erkeklerle beraber ça­lışan sahabe kadınlarının uygulamalarına da aykırıdır.


Bir kadın yazar da şöyle der: "Heysemi'nin, Mecmeu'z-Zevaid'te nak­lettiği hadisler zayıftır. Fakat bir bütün olarak bu zayıf hadisler bu hadisi des­tekler ve hasen statüsüne kavuşturur. Bu durumda Rasulullah ile beraber na­maz kılan kadınlar genç olmayan kadınlardı."


Bu ifadelerden genç kadını mescide gitmekten uzaklaştıran bütün ha­dislerin zayıf olduğu anlaşılıyor. Ayrıca Buhari ve Müslim sahihlerinde genç kadınların mescide geldiklerini kanıtlar mahiyette rivayetlerde bulun­muşlardır. Mescide gelen genç kadınlar aralarında şu isimler sayılabilir: Ebu Bekir'in kızı Esma, Ömer'in eşi Atike b. Zeyd, Fatıma b. Kays, Ümmü'l-Fadl, İbni Mes'ud'un eşi Zeyneb, er-Rebi' binti Me'vaz ve bunlar dışında pek çok isim...[26]


Bir okuyucu Mecelle-i İslâmiyye'de şu konuya temas eder:


Avrupa'da okuyan müslümanlara gücümüz yettiği nisbette hayatımız­da şer'i hükümleri uygulamak istiyoruz. Bir arkadaş İslâm'a göre örtünen bir kızla evlendi. Ne var ki o hanım yalnızlık hissediyor, İslâm'a göre Örtünen yahut Arap dilini konuşan başka kadınlarla görüşemiyor. Soru şu: Kardeşi­mizin hanımı hangi ölçüde -başka erkekle halvette kalmayıp, kocasıyla be­raber olmak şartıyla- diğer müslüman öğrencilerle münasebet kurabilir?


Hocanın, kadınların erkekler arasına katılmasıyla ilgili olarak verdiği cevap şudur: "Erkeklerin kadınlarla beraber olmasından sizi sakındırırım." hadisinden dolayı kesinlikle yasaktır. Ancak şer'i bir zaruret varsa zaruret öl­çüsünde kadınların erkeklerle beraber bulunmasında bir sakınca yoktur.


Fetva'dan anlaşıldığına göre erkeklerin kadınlarla beraber bulunması kural olarak yasaktır. Fakat zaruret varsa Kur'an ve sünnetin ifade ettiği öl­çüde kadınların erkeklerle beraber bulunması mubahtır, bu ölçüde meş-ru'dur. Sünnet-i seniyye'de, kadının kocasıyla beraber misafirlerini karşıla­masında, onların hizmetlerini görmesinde ve hatta özel ve genel bir çok nok­talarda kadınların erkeklerle beraber olabileceği belirtilmiştir.


Yüce Allah, muayyen bir maksadın gerçekleşmesi için kurallarına ria­yet etmek şartıyla kadın-erkek dayanışmasını hayatın sünneti kılmıştır. Yi­ne, Hakim olan Allah yemede, içmede, alış-verişte ve karı-koca münasebet­lerinde de cinslerarası ilişki ve dayanışmayı sınırlarını gözetmek şartıyla ila­hi sünnet kılmıştır. Değerli Üstad'ın fetvasında sözkonusu ettiği hadis ise ka­dın ile erkeğin başbaşa kalmasını (halvet) yasaklamaktadır.[27]


Bu Örnekler, şeriat uleması ve onların şer'i ahkâmı kendilerince yorum­ladıkları eserlerde yer alan -bizim tarafın- aşırılıkları. Bir de karşı kutupta yer alan, şeriata düşman gözüyle bakan, hükümlerini değersiz sayan, yahut-ta şeriatta olmadığı halde yeni hükümler ihdas eden kimi batıcıların ileri sür­dükleri aşırılıklar var. Bir arkadaşım sosyal veya siyasi konular ile ilgili gö­rüşlerini şer'i hükümlerin ışığında ortaya koyduğunda Mermukin Üniversi-tesi'nde profesör olan bir bayan arkadaşının kendisine sürekli şöyle çıkıştı­ğını bana anlatmıştı: "Bu senin şahsi görüşün. Modern batı düşüncesine ve kültürüne teslim olduğun için böyle düşünüyorsun. Kur'an'da, Sünnet'te ve­ya fıkıh kitaplarında ortaya konan ve pek çok İslâm aliminin söylediklerine de aykırı fikirler üretiyorsun."


Sanırım bize düşen görev, bazı yazarlarımızın, ilim adamlarımızın ka­dın-erkek ilişkileri konusunda yaptıkları hatalı yorumlardan dolayı İslâm'dan ürküp kaçanlara hakikati tebliğ etmektir. Umarım bu kitapta takip ettiğim metodla, bu tip insanların şer'i hükümleri asli kaynaklarından öğren­melerini kolaylaştırmış olurum. Şer'i hükümleri kendi bakışaç il arına göre yorumlayan müslümanların görüşleri, bu görüşlerinde ister isabet ister hata etmiş olsunlar, ister hakikate yaklaşmış ister uzaklaşmış olsunlar, yüce İslâm şeriatının hükmü olarak lanse edilemez. [28]



Kitabın Konusu



Kitap, "Saadet Asrında müslüman kadının sosyal ve hukukî konu-mu"nu ortaya koymayı amaçlamıştır. Bu amaçla uzaktan ya da yakından ka­dın ile ilişkili bütün naslari; onun özel hayatıyla ilgili olanından toplumsal hayatıyla ilgili olanına, toplumsal ilişkilerin niteliğine ve kadın-erkek ilişki­lerinin mahiyetine ilişkin olanlarına kadar bütün hepsini toplamaya çalıştım. Temel bakışaçım, İslâm'ın kadın veya erkek demeden ferdin hayatını düzen­lediği gibi toplumun hayatını da düzenlediğiydi. Müslüman ferdin gelişmesi gözönüne alınarak, sosyal araştırmalarla fıkhi araştırmaların sonuçları açı­sından birbirine uygunluğunu isbatlamaktı. Sosyal gelişme ile fıkhi hüküm­ler arasındaki bağlantıyı kurmak çok önemliydi.


Toplumsal araştırmaların özelliklerinden biridir: Bu tip çalışmalarda toplumsal gerçeklik yalnızca delaleti kat'i nasslar ve belgeler üzerinde duru­larak ortaya konulamaz. Tarihi vakıayı isbat için delaleti kat'i olmayan nass-ların ve belgelerin de değerlendirilmesi gerekir. Fıkhi hükmün isbatlanması için kat'i delalet veya tercih edilen delalet gerekli görülmesine karşın, sözko­nusu hükmün te'kidi için muhtemel/zanni delalet yeterli görülmektedir. Ya­ni muhtemel delaletin kat'i veya racih delilin, güvenilir şahidi olması müm­kündür. Birazdan okuyucu, kimi şahidlerin ihtimali maksatlara delalet etti­ğini görecektir. Delile ihtimal karıştığında o delille istidlalin -hüküm çıkar-ma- yapılamayacağı bir kaidedir. Bu sebeple hüküm konurken, delaleti katı nassa veya racih delalete dayanılması gerekir. Diğer nasslar ise sosyal araş­tırmaları olgunlaştırmak ve ayrıntılandırmak içindir.


İnsanların her fiilinde bir cevher (öz) bir de şekil bulunur. Cevher, za­mana, mekana ve çevresel şartlara göre çeşitli biçimlerde uygulanmak sure­tiyle şekle dönüşür. Burada cevheri ihtiva eden bilginin yeri çok önemlidir, Mubah ise mübahlığı, haram ise haramlığı devam eder. (Hanefiler bu meto­da isüslah metodu demektedirler.) Bu cevherin uygulanış şekilleri ise yuka­rıda da açıkladığımız gibi gelişmeye ve değişmeye açıktır. Uygulanış şekil­leri ne kadar farklı olursa olsun hepsi hükmünü cevherden alır.


Böyle bir ayrım zorunludur. Meseleyi anlamamıza ve yeni tatbik şekil lerini kavramamıza yardımcı olur. Mesela, kadının öğrenim görmesi, çalış ması, içtimai ve siyasi faaliyetlere iştiraki gibi konularda Rasulullah mesele nin özünü açıklamıştır. Fakat sorun şudur: Bu meselelerin tatbikinde sadec*


Rasulullah döneminde yapıldığı şekliyle yetinip yeni uygulamalar aramaya­lım mı, ya da yeni sosyal şartlara göre çağdaş çözümler mi getirelim? Yoksa bu şartlara göre daha başka uygulama şekilleri mi teşkil edelim? Burada biz, kadının faaliyetlerine ve katılımlarına etki eden yeni sosyal şartları aile için­de, sosyal ve siyasi hayatta ve özel iş hayatında nasıl olduğunu esas aldık. Kadının giyimi ve zinetine etki eden şartlar da burada sayılabilir. İşte bu sa­yede müslüman kadın çağdaş toplum içerisinde üzerine düşen görevi tam olarak yapabilsin. Aynı zamanda meşru özü (cevher) de bularak bu sayede Allah'ın emrine doğru bir şekilde uyabilsin. Bu sosyal ve fikhi araştırmanın amacı, Rasulullah'ın çizgisine uyarak, o dönemde verilmiş hakları günümüz müslüman kadınına da yeniden kazandırmaktır.


Bu amaç bizi daha büyük sorunların içine çekmektedir. Alimlerin, dü­şünürlerin bu konuda katkıları şarttır. Sorun, günümüz müslümanının aklını özgürleştirme sorunudur. Asırlardan beri üstüne çöreklenen ve onu tesir altı­na alan boğucu bağlardan, batıl Ölçülerden ve fasit düşüncelerden aklını kur­tarma problemidir. Bütün bunlardan kurtulan kimse uyanır ve Allah'ın hida­yetinin nuru doğrultusunda çalışır. Müslüman toplumu aklı hür fertlerin oluşturduğu ideal bir toplum yapmanın tek yolu kadının aklını da hürleştir-mekten, diğer bir deyişle hem kadının hem de erkeğin hür akıl sahibi olma­sından geçer. Sağlam temeller üzerine oturan sıhhatli bir toplum kurmak bu­nunla mümkündür. Kişinin faaliyetini akıl organize eder. Akıl hür olur ve doğruyu bulursa kişinin faaliyetleri de hür bir şekilde gelişir, nura, basirete doğru yol alır. Kanaatımıza göre en büyük sorun budur. Bu çirkin anlayışlar müslümanın düşünce sistemini darmadağın edince buna bağlı olarak haya­tın bütün yönleri de zarar görmektedir. [29]




Kitabın Metodu



KİTABIN METODU, Kur'an'a ve sahih sünnete ait nasslann genel bir değerlendirmesidir. Yukarıda da belirtildiği gibi hadis kitaplarından, siret araştırması yaparken Sahih-i Müslim'in hadislerini görünce aklıma ön­ce isim olarak "nasları algılama metodu" adını vermek geldi. Önce Sahih-i Buhari'de kadının hayatının çeşitli yönleriyle ilgili bölümü sonra da Sahih-i Müslim başta olmak üzere tam ondört hadis kitabını inceledim. Bunlar: Bu-hari ve Müslim'in Sahihleri, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai'nin sünenleri, İmam Malik'in Muvatta'ı, İbn-i Hibban'ın Zevaidü's- Sahih'i, İmam Ah-med'in Müsned'i, Teberani'nin Kebir, Evsat ve Sağir'inden oluşan mu'cem-leri, Bezzar'ın ve Ebu Ya'la'nın müsnetleridir. Son altı kitap için Mecme'uz-Zevaid ve Menbe'ul-Fevaid'den faydalandım. Bu kitab, Hafız Heysemi, Bu-hari ve Müslim'in sahihlerinde ve Ebu Davud'un, Tirmizi'nin, Nesai ve îbn Mace'nin sünenlerinde bulunmayan hadisleri toplamıştır.


Hadis metinlerini incelemiş olmak, Yüce Allah'ın kitabını incelemek­ten bizi müstağni kılmaz. Allah'ın kelamı ilk kaynaktır. Değeri büyüktür. Manaların en güzelidir. Kişinin okuduğu her ayeti iyice düşünmesi gerekir. Ayetleri iyice okuyunca anladım ki, bir defa okumak yeterli değilmiş. Defa­larca okumaya başladım. Çünkü ayetlerin arkasında yüce Allah'ın nice fazlı, nimeti vardır. İlk amacım, bu kitapta, kadın konusuyla ilgili bütün Kur'anî delillerin ve sözünü ettiğimiz kitaplardaki hadislerin bir araya getirilmesi­dir. Bu esasa göre kitabın bazı bölümlerini yazdım, sonra Kur'an-ı Kerim'de ve Buhari ile Müslim'de bulunan delilleri şu nedenlerle yeterli buldum.


Birincisi: Zaman. Böyle önemli bir konuda insanlara birşeyler vere­bilmek gerçekten çok mühimdir. Ne var ki meseleyi enine boyuna incelemek, çokça gayret ve her bir hadisin senetlerini incelemek için bolca zaman gerekmektedir.


İkincisi: Okuyucuya kolaylık. Konuyla ilgili olarak oluşturulacak bir cildi taşımak, bir çok cildi taşımaktan daha kolaydır,


Üçüncüsü: Buhari ve Müslim'e olan güvenimiz. Sahih senetli hadisleri ihtiva edip içerisinde zayıf senetli hadis bulunmadığından dolayı müslü-manların hayatında bu kitapların özel bir yeri vardır. Okuyucu bu kitapta ile­ri sürülen delilleri bu sayede daha mutmain olarak okur.


Kısacası bu kitabı iki merhalede ele almaya karar verdim.


Birinci merhale: Okuyucunun elinde bulunan kısım Kur'an-ı Kerim'de ve Buhari ile Müslim'in sahihlerinde bulunan belirli nassları içerir. Bazı ko­nularda diğer hadis kaynaklarından deliller getirmeye lüzum görmedik. Bu­nu yaparken imkân ölçüsünde söz konusu nassların sıhhatini belirten ulema görüşlerine de yer verdik. Buhari ile Müslim'in ittifak ettiği hadislerde Bu-hari'nin metnini esas almaya gayret ettik. Buhari'ye nazaran daha açık olma­sı nedeniyle zaman zaman da Müslim'in metnini aldık ve "bu rivayet Müs­lim'indir" notunu düştük.


İkinci merhale: İnşaallah Kur'an nasslarından oluşacaktır. Ne de olsa Kur'ânî nasslar, kıymet olarak temel hadis metinlerinden daha değerlidir.


Yüce Allah'tan bu kitabı samimi bir çalışma kılmasını, hüsn-ü kabul ilp kabul edip insanların ondan faydalanmalarını sağlamasını niyaz eder|m. En değerli istek, en yüce gaye O'dur.


Kitabın genel metodu, konuya göre bütün nasları zikretmek şeklinde­dir. Zikredilen nassların delaleti genellikle tatbikî ve amelî olacağından açık olmalıdır. Açık nasslar varken yeni hükümler çıkarmak herhalde zor olma­yacaktır. Şeriat kültürüne vakıf olan kişilerin bu ölçüleri farketmesi müm­kündür. Bunun yanında bazen alimlerin görüşlerine de yer verdim. Ulema görüşlerini çoğunlukla İbn Hacer'in Buhari şerhi olan ve hadis ve fıkıh an­siklopedisi diyebileceğimiz Fethu'l-Bari'den aldım. Alimlerin görüşlerini nakletmemin amacı, nasslara yaklaşımımızın ve onlara getirdiğimiz yorum­ların yeni bir şey olmadığını, bizden önce alanında otorite olan birçok alimin de aynı şekilde yorumladığını ispatlamaktır. Bu vesileyle şunu da söyleme­liyim. Ulemadan görüş naklederken nassların delaleti konusunda benim görüşümü destekleyen sadece bir alimin görüşünü naklettim. Konunun uzayacağı, beni kitabı yazarken esas aldığım metoddan çıkaracağı ve alimlerin görüşlerini karşılaştırma ve aralarında tercih gibi başka bir yere çekeceği en­dişesiyle bizi desteklesin ya da desteklemesin ulemaya ait bütün görüşleri buraya almadım. Önüne gelen her düşünceyi nakletmek, Kur'an-ı Kerim'de ve Buhari ile Müslim'in sahihlerinde bulunan nassları incelemekten çok, an­siklopedik bir fıkıh çalışması olur. Fukahanın diğer görüşleri için şerh ve fı­kıh ansiklopedilerine bakılabilir. Ayrıca fıkhın hiçbir konusu olmasın ki orada farklı görüşler bulunmasın. Fer'i meselelerde ihtilaf vardır. Önemli olan bu kitabı müslüman bir kimsenin mutmain bir şekilde okuyabilmesidir. Tabii ki bu, ancak okuyucunun kaynak olarak kullandığımız şer'i delillere vakıf olmasıyla mümkündür. Kanaatıma göre ihtilaf anında en güvenilir gö­rüş, şer'i naslara dayanan görüştür.


Bu metodun bir faydası da kadınla ilgili Kur'an'da ve Buhari ile Müs­lim'in sahihlerinde bulunan nasslann konu tasnifine tâbi tutulmasıdır. Müel­lif bu faydayı önemli saymaktadır. Çünkü İslâm ümmetinin yeni ihtiyaçları­na uygun olarak Kur'an'da ve sünnette bulunan naslar bu sayede yeni tasnif­lere tabi tutularak önemli bir hizmet gerçekleşmiş olur. Bu ihtiyaçlar arasın­da psikoloji, sosyoloji, ahlâk, iktisat ve siyaset gibi insanla ilgili ilimler sayı­labilir. Kadın sorunu, sosyal sorumluluk toplumu yenileme ve değiştirme metodları ve hepsinden de Önemlisi müslüman kişinin düşünce metodu gibi çağdaş sorunlar da yeni ihtiyaçlardan sayılabilir. Bu konular fıkıhta çok önemli olan içtihadı canlandırmaya yardım eden yeni bir metoda götürmesi ve Rasulullah'ın müjdelediği tecdid hareketine sebep olduğundan dolayı gerçekten dikkate şayandır. Allah'a hamdolsun, son günlerde birçok alim Kur'an ve sünnet naslarını mevzularına göre tasnif etmeye başladılar. Yine Allah'a hamdolsun ki bu ümmet yüce Kitab'a sahip olduğu gibi Kitab'ın açıklayıcısı konumunda olan sünnete de sahiptir. Kur'an-ı Kerim, Allah'ın korumasıyla korunmuş olunca, Rasulullah'ın sünneti de müslümanlann bü­yük gayretleri sonucu Allah'ın yardımıyla muhafaza edilmiştir. Bu, her şeyi bilen ve hikmet sahibi olan yüce Allah'ın İslâm ümmetine verdiği bir nimet­tir.


Bilindiği gibi daha önceki ümmetler kendilerine gelen kitapları boz­muşlardır. Allah'ın adeti yerini bulmuş, ilahi yolun ilkelerini yeniden düzen­lemek için yeni bir kitap, yeni bir peygamber göndermiştir. İslâm ümmeti bu son dini yükleniyor, peygamberimizden sonra yeni bir din gelmiyor. Demek ki yüce Allah, kıyamete kadar insanların her zaman kendisine başvuracağı dinin temel ilkelerini korumaktadır. Böylece doğru yolu arayan kişi Allah'ın apaçık olan Kitab'ına bakar, bu konuda ne şekilde olursa olsun din konusun­da baba ve dedelerinden kalan mirasa itibar etmez, öncekilerin dediği gibi:


"Biz babalarımızı bir din üzerine bulduk, biz onların yoluna uymakta­yız." (Zuhruf: 23).


demezler. İnanıyorum ki müsümanlar -dinlerinin temel prensiplerinin ko­runma nimetini tam olarak takdir ederler- sürekli bu prensiplere başvururlar, hayatlarını bu şekilde düzenlerler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:


"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin! Rasulune ve sîzden olan emir sa­hiplerine de itaat edin. Bir konuda anlaşamadığınızda Allah'a ve ahiret günü­ne inanıyorsanız, onu Allah'a ve Rasulune götürün. Bu sîzin için hem daha hayırlı hem de sonuç olarak daha iyidir." (Nisa: 59).


Umarım ki, Allah'ın verdiği güçle yaptığım bu çalışmam, müslümanla-nn kadınların tartışmalı meselelerini Allah'a ve Rasulune götürmelerine ve­sile olur.


Her alanda hayatımızı nebevi metoda göre düzenlemek amaç ve zorun­lu bir prensip olunca; kadınların sosyal hayata katılımlarında nebevi çizgi­nin daha çok önem kazanacaktır. Bu konuda nebevi metod köklü bir değişi­mi yapabilecek güçtedir. Rasulullah döneminde kadının iştirak ettiği uygu­lamalı sahalar örnek alınacak kadar çoktur. Rasulullah döneminde kadının katılabileceği sosyal faaliyetlerle ilgili pratik uygulamalar ve yol gösterici Örnekler oldukça çoktur. Sünnetin belirttiği yolda yürümek, gerekli sosyal faaliyetlerle ilgili Rasulullah dönemindeki uygulamaları aynen tatbik et­mekle mümkün olur. Pratik uygulamaların zamanla hayatın değişik sahala­rında önemi azalmakta ve hatta tamamen yok olacak duruma gelmektedir. O dönemdeki prensipleri ve örnekleri bünyesinde toplayan nasslar ise kitap­larda kayıtlı olarak bulunmaktadır. Yüce Allah'ın kadınlara verdiği haklar gözardı edilmektedir. Böylece naslardan çıkartılan ilkeler bozulmuş, insan­ların yorum ve görüşleriyle akıl ve kalb yoğun bir tozla kaplanmıştır. Bunun sebebi şunlardır:


1. Cahiliye döneminden kalma adetler ve tutkular. Gerek Arap cahili-yesi, gerekse İslâm'a sonradan girmiş halklarla beraber gelip, çağlar boyu müslümanların anlayış ve tefekkürlerine, yönelişlerine tesir etmiş cahili dü­şünceler.


2. Kimi müslümanlarca başlatılan ifratçı ve tefritçi akım, kadından gelebilecek kötülükleri engelleyebilmek için -sedd-i zerai- bazılarının çok aşı­rı gitmesi buna misal olarak verilebilir. Sedd-i Zerai delilinin uygulanışıyla ilgili ileride ayrı bir bab açtık.[30]


3. Kimi selef ulemasının yanlış ictihadları. Taklid ve tutuculuğun fazi­let sayıldığı dönemlerde bu ictihadların değeri oldukça artarak elden ele ne­sillere aktarılmıştır. Bu konuda Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiyye der ki: "... ge­rek selef ulemasının gerekse daha sonraki alimlerin her görüşünün, her fiili­nin altında muhakkak bir sünnet vardır"... konu çok geniş olmakla beraber denilebilir ki o dönem alimlerinin kıymeti gözardı edilemeyeceği gibi onla­ra uyanlar da kesinlikle sayılamayacak kadar çoktur. Yüce Allah: "Bir konu­da anlaşmazlığa düşerseniz onu, Allah'a ve Rasulune götürün" buyurmakta­dır. Mücahid, Hakem b. Uteybe, Malik ve diğerleri de: (Rasulullah'ın sözleri dışında diğer insanların görüşleri alınır da terkedilir de)[31] der. İmam Şevka-ni ise şöyle demektedir: "Bir alime taassupla bağlanman onun görüş ve içti­hatlarını hem kendine hem de diğer insanlara hüccet kılmana sebeptir. Eğer böyle yaparsan, taassupla bağlandığın o kişiyi kanuna uyan değil de kanun koyan; sorumlu tutulan değil de sorumlu tutan yapmış olursun.[32]


Şu çarpıtmalara, hatalara bak. Allah'ın müslümanlara rahmetinden ol­malı ki, her dönemde Allah'ın emrine adaletle uyan bir alim sınıfı olmuştur. Bu konuda Peygamberimiz: "Her dönemde ümmetimden Allah'ın emrine uyan bir tabaka bulunur. Onlar, Allah'ın emrine uyarlarken ilahi emir gelin­ceye kadar onlara, ne düşmanları ne de azgınlar zarar verebilir."[33] "Bu dini her neslin sağlam kişileri taşır. Onu ifratçıların bozmasından, sapıkların de­ğiştirmesinden ve cahillerin yorumundan korur. "[34] "Yüce Allah bu üm­mete her yüzyılın başında o dini tecdid edecek kişileri gönderir"[35] buyur­maktadır.


4. Sünnetin senetleri Buhari ve dört mezhebin imamlarından sonra ge­lenler tarafından incelendi. Bu incelemenin sonucunda, "onların sözlerinin bağlayıcılık taşıması ancak sahih sünnetin ölçüsüne uygunluğu iledir" dedi­ler. Ancak imamlara uyanlar onların sözlerini bu ölçüye vurmadılar. Ve bu şekilde hem imamların vasiyetlerine hem de sünnete aykırı davrandılar. Me­sela İmam Şafii şöyle demektedir: "Bu konuda kadınların her iki bayram na­mazına gidebileceğine dair bir hadis rivayet edilmiştir. Eğer hadis sabitse ben de onu söylüyorum."


Beyhaki, İmam Şafii'nin görüşünü şöyle açıklar: "Evet hadis doğrudur. Ümmü Atiyye'den gelen bu hadisi, Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir. O halde Şafii'nin görüşü de bu doğrultudadır."[36] Ümmü Atiyye hadisinin met­ni şöyledir: "Hayır meclislerine çıkmamız emredildi; biz, hayızhlar, genç kızlar ve perde ehli olanlar o meclislere çıktık. Hayızlı olanlar, müslüman cemaatlarına katıldılar ve dua ettiler fakat namazgahlarından uzak durdu-lar."[37]


Rasulullah'ın şu hadisi bana bu çalışmayı tamamlama hırsı verdi: "Sö­zümü işiten ve başkalarına aktaran kişinin yüzünü yüce Allah ağartsın. Nice fıkıh bilgisi taşıyanlar var ki fakih (anlayışlı) değildir. Ola ki kendisine akta­rılan kimse bizzat duyandan daha anlayışlı olabilir."[38]


İnşaallah bu çalışmamda Rasulullah'ın sözünü fukahaya ve benden da­ha bilgili olanlara anlatmışımdır. Bu hadisle müjdelenen kişilerin arasına girmeyi yüce Allah'tan niyaz ederim. Selef-i Salihin bir hadis için günlerce, gecelerce yolculuk etmişlerdir. Cabir b. Abdullah ile ilgili olarak rivayet edi­len olay bunun güzel örneğidir. Cabir tek bir hadis için bir aylık mesafede olan Abdullah b. Enis'in yurduna gitmiştir.[39]


Tabiinden Amir es-Şabi hadis öğrettiği Horasanlı kişiye: "Bu hadisleri kolayca elde ettin. Tek bir hadis için Medine'nin dışına giden raviler var­dır."[40] Busr b. Ubeydulîah ise "Bir tek hadis için nice şehirler dolaştım."[41]demiştir.


Yüce Allah'tan, beni rahmetine kavuşturmasını ve hayatlarına etki ede­cek ölçüde bu hadislerin mutaalasım kolaylaştırmasını isterim. [42]




Araştırmadan çıkan önemli sonuçlar:




1. Kadının şahsiyetiyle ilgili ilkeler:


- Rasulullah döneminde müslüman kadın, yüce İslâm dininin ilkelerini belirlediği müslüman şahsiyetinin bilincindeydi. Hayatın çeşitli faaliyetle­rine bu şahsiyetiyle iştirak ederdi.


- Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kadınlar, erkeklerin bacılarıdır." Hz. Peygamber bu özlü sözünde kadın şahsiyetinin ilkelerini özetlemiştir. Ve hadiste Hz. Peygamber, kadın ile erkek arasında kimi durumlarda yete­nek farklılıkları olmasına karşın, aslolanın eşitlik olduğunu hükme bağla­mıştır.[43]


- "Kadınlar akıl ve dince noksandır" hadisi, sahihtir. Bununla birlikte çoğu insan bunu yanlış anlamış, yanlış uygulamış, böylece yüce Allah'ın ki­tabında, Rasulullah'ın da sünnetinde kadının şahsiyeti ile ilgili ilkeleri gö-zardı etmiştir.


2. Kadının giyecekleri ve zineti:


- Rasulullah döneminde kadınların yüzlerini açmaları yaygındı. Göz ve göz çukuru dışındaki yerleri örten peçe ise gerek İslâmdan önce gerekse son­ra kimi kadınların güzellik için adet olarak taktıkları birşeydir.


- Yüz, eller ve giyimdeki süslenmenin ölçüsü, müslüman hanımlar ara­sındaki örf ile tesbit edilir.


- İslâm dininde muayyen bir elbise tarzı yoktur. Önemli olan vücudu kapatmaktır. Sosyal ve çevre şartlarına göre farklı biçimlerde elbise giy­mekte sakınca yoktur.


- Bu özellikler kadınlara tam bir hürriyet hakkı vermiş, sosyal hayata katılımlarını kolaylaştırmıştır.


3. Kadınların sosyal hayata katılımıyla ilgili ilkeler:


- Bilindiği gibi evde, perde arkasında durmak yalnızca Rasulullah'ın hanımlarına mahsustu. Diğer sahabe hanımları bu konuda mü'minlerin an­nelerine uymamışlardır.


- Kadın sosyal hayata iştirak eder, özel ve genel birçok konularda erkeklerle karşılıklı münasebetler kurarlardı. Amaç, aktif yeni hayatın ihtiyaç­larına cevap vermek ve kadın erkek müslümanlann işlerini kolaylaştırmak­tır.


- Kadın bu katılımı sağlarken, yüce ahlâk kurallarından başka birşeyle sınırlandınlmamıştır. Zaten bu kurallar da her durumda korunmuş ve orta­dan kaldırılması mümkün olmayan kurallardır.


- Risalet çağında müslüman kadın, ihtiyaca ve hayat şartlarına göre top­lumsal faaliyetlere, siyasete ve mesleki çalışmalara katılmıştır. Toplumsal faaliyet alanında; Müslüman kadın bu alanda pek çok hizmet vermiştir; kül­tür ve eğitim, birr ve toplumsal hizmet gibi... Siyasi işleyiş toplumun ve sta­tükonun inancına karşı çıkabiliyor. Bu uğurda zorluklarla ve işkenceyle kar­şılaşınca inancı uğruna hicret edebiliyordu. Ayrıca müslüman kadın amme ile ilgili konulardaki üstün kavrayışı ile seçkin bir yer elde edebiliyor, o kimi siyasi istişarelere katılabiliyor, kimi zaman da siyasi muhalefete iştirak ede­biliyordu. Mesleki alanda ise; müslüman kadın çobanlık, ziraat ve el sanatla­rı, bakıcılık, doktorluk, hemşirelik, temizlik ve ev işleri gibi sahalarda çalışı­yordu. Bu çalışmaları iki şeyi gerçekleştirmesine yardımcı oluyordu: a) Fa­kirlik ve güçsüzlük durumunda kendisine ve ilesine temiz bir hayat sunmak b) Kazandığını tasadduk ederek ve Allah yolunda harcayarak kendisine yü­ce bir konum ve fazilet kazandırmak.


Aktif siyasi, içtimai ve mesleki sahalardaki katılım, çağımızda içtimai yeni oluşumları zorunlu kılıyorsa şeriatın ilke ve kuralları bu oluşumları da­ha ciddi değerlendirmektedir. Her çağda bu ihtiyaçlara cevap vermektedir.


- Toplumsal hayata katılımın en Önemli sonucu kadının anlayışının ge­lişmesi ve en üstün olgunluk düzeyine ulaşarak pek çok faydalı işler yapma­sına imkân tanımasıdır.


4. Aile konusundaki ilkeler:


- Kadına kocasını seçme hakkı verilmesi gerek kocasının ve gerekse ha­kimin ikrarı ile kocasından aldığı malı geri vermek şartıyla geçimsizlik ha­linde ondan ayrılma hakkının bulunması.


- Kadın ve erkeği ilgilendiren sorumlulukları aralarında paylaşmaları.


- Kan-koca haklarının birbirine eşit olması.


"Erkeklerin kadınlar üzerinde haklan bulunduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde haklan vardır. Erkeklerin haklan kadınlannkinden bir de­rece daha fazladır." (Bakara: 228).


Âyette geçen derece ev reisliği yahut erkeğin yüklendiği bazı yükümlü­lüklerdir. Sevgi, lütuf, rahmet, güzel giyinmek, süslenmek, cinsel ilişki, bir­birlerinin işlerine yardım gibi konular kadın ve erkeğe verilen ortak haklar­dandır.


- İslâm, boşanma ve birden fazla kadınla evlenebilmek için birtakım şartlar, kurallar koymuştur. Sözkonusu şartlara uyulmadıkça sağlam bir müslüman ailesi kurulamaz. İçinde bulunduğumuz çağda üzerimize ağır yükler yükleyen bu şart ve kuralları yeniden ele almamızda bizim için hiçbir sakınca yoktur.


- Kadının aile içerisindeki rolü en önemli vazifesidir. Ancak bu, onun toplumda başka görevlerinin olmasına engel değildir. Müslüman kadının ilk vazifesi ile müslüman toplumun ilerlemesi için zorunlu olan diğer görevler arasında uyumun sağlanması, toplumsal anlayışın gelişmesine ve eşler ara­sında güven artırıcı yardımlaşmanın kurulmasına bağlıdır.


5. Cinsiyet konusundaki ilkeler:


- Cinsel ilişki dünya ve ahiret nimetlerindendir. Şeriatın çizdiği ölçüde kaldıkça cinsel ilişki helaldir ve kişi karşılığında mükâfat alır. Munharif ta­savvuftan etkilenmiş cinsellik anlayışımızı tashih etmemiz artık bir zorunlu­luktur. Kaldı ki bir takım sufilerin sunduğu bu anlayışın arkasında hıristiyan ruhbanlığı ve kimi doğulu dinlerinin etkisi yatmaktadır.


- Rasulullah ve ashabı, cinsel terbiyeyi gerçekleştirecek ve sağlam bir cinsel kültürün oluşmasını sağlayacak bir metod ile hareket ediyorlardı. Bu tavır kadın ve erkeğin psikolojik sağlığına hizmet eder. Bu sebeple cinselliği gizlemekten kaynaklanan korkuyu ve cinsellikle uzaktan veya yakından ilişkili herşeyi kapsayan güvensizliği gidermek gerekir. Bunun bir neticesi olarak, erkek kadın herkes cinsel hazzı içlerinde duyar. Bu nedenle uzaktan yakından herkesin cinsel ilişki ile ilgili yanlış anlayışlar ve gizlilikleri bilme­si gerekir.


- "Rasulullah, kâmil insan örneğiydi." Rasulullah, gerek tek kadınla ge­rek birçok kadınla evliyken olgun bir kişilik sergilemiştir. Bu durum (onun örnek oluşu) gerek zühd halinde tüm dünyalıklardan el çekmesi hali olsun gerekse eşleriyle tamamen mübaşeret hali olsun farketmez. Rasulullah hakkındaki anlayışımızı tashih ettikten sonra, O'nun cinsel hayatını sahih bir şe­kilde anlamamız da gerekir.


- Bekâr olan gençlerin kolayca evlenebilmelerini sağlamak İslâm top­lumunun bir özelliğidir. Evlenme kolaylığı sünnette daha belirgindir. Çağı­mızda yüce Allah'ın iradesi doğrultusunda her türlü imkanları kullanarak evliliğin kolaylaştırılması zorunludur. Zorlaştırmak ise insanları Allah'tan uzaklaştırır. Gizli açık kötülüklere yaklaştırır, belki de Allah korusun o kötü­lüklerin içine atar.


Bu araştırmamızın kısa bir değerlendirmesinden sonra, eğer müslüman kadına haklarını geri vermek ve toplum yapımızı yeniden sağlam bir temel üzerine oturtmak istiyorsak, birçok yeni ilmi araştırmalar yapmamız gerek­tiğini anlatmak isterim. Yapılacak sözkonusu araştırmalar beş sahada olma­lı.


1. İlahi hidayetin nassları olan kitab ve sünnetin bütün hadis kitaplarını içine alacak çapta değerlendirilmesi.


2. İslâm kültürü, çağlara göre İslâm alimlerinin söz ve ictihadlarını tat­bikatıyla beraber biraraya getirip toparlamak. Bu vesileyle içtimai ve kültü­rel tarihimizi derinlemesine irdeleyip anlamaya çalışmak. Ve bu uzun tari­hin düşüncemize ve içinde bulunduğumuz duruma etkisini ölçmek.


3. Çağdaş müslümanlann kitapları: Bu kitapları bütün yönleriyle irde­lemek, faydalı görüşlerin bir özetini ve çağdaş ictihadları toplamak.


4. Toplumumuzdaki çağdaş uygulamalar: Vehimden uzak, sağlıklı, dikkatli ve güçlü uygulamalar ortaya koymak, imkân ölçüsünde bu tür uygu­lamaların ilmi bir şekilde araştırılmasıyla mümkündür.


5. Kadını konu alan batıda yapılan yeni çalışmalar: Psikoloji, eğitim ve öğretim, cinsel kültür, mesleki hayat, içtimai ve siyasi faaliyet gibi sahalar. Şeriat ölçüsüne vurduktan sonra çeşitli milletlerin tecrübelerinden faydala­nabilmek için hayat gerçeğini yansıtan bu tür konularda araştırmalar yap­mak, bunu yaparken de vehim ve taassuplardan uzak durmak.


Bu kitap, hidayete davet ediyor mu?


Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Kim insanlara bir hidayet kapısı açarsa, hem bunun sevabını hem de bu kapıdan girenlerin almış olduğu se-vab kadar sevab alır. Kim de bir kötülük kapısı açarsa hem bunun günahını hem de o kapıdan girenlerin günahı kadar günah alır."[44]


Umarım bu eser, insanları doğru yola çağırmıştır. Bu konudaki beklen­tilerim şu nedenlerle açıklanabilir:


- Kur'an ve sünnet nasslarını konularına göre tasnif etmeye çalışmak güzel bir çağrıdır. Şöyle ki, ahlâk, sosyoloji, eğitim, ekonomi, siyaset ve araştırma teknikleri gibi çeşitli sahalarla ilgili İslâmi nasslar yapılan araştır­maları kolaylaştırdığından, çağımızda konu tasnifinin önemli olduğunu yu­karıda belirtmiştik. Bu konular arasında kadın sorunu, sosyal yükümlülük ve gelişim-değişim metödları da sayılabilir. Allah'ın izniyle bu sayede daha güzel çalışmalar yapılabilir.


- Kadın sorunu gibi konularda geçmişten gelen anlayış ve düşüncelerin kitap ve sünnet esaslarına oturtulma çabası da güzel bir çalışma sayılmalıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Size iki şey bırakıyorum, onlara bağ­lı kaldığınız müddetçe asla sapıtmazsınız. Bunlar, Allah'ın kitabı ve Rasulünün sünnetidir". [45]


- İnsanlar arasında sünnetin yayılması, her hangi bir fetvanın Kur'an ve sünnete dayandırılması da güzel çalışmadan sayılabilir. Bu sayede insanlar, dinlerinin buyruklarını bildikleri gibi akıl ve kalblerini yönlendiren Kur'an âyetlerini ve Rasulullah'ın sünnetlerini öğrenmiş olurlar. Böylece hava, su, güneş ve ay ışığı nimetlerinden faydalandıkları gibi koynaklardan da kolay­ca faydalanırlar. Ata b. Rabah'ın kendine sorulan soruya Rasulullah'ın hadi-siyle nasıl karşılık verdiğini bir düşün. Ebu Şihab (Musa b. Nafı) anlatıyor: "Temettü haccı yapmak için Mekke'ye girdim. Terviyeden üç gün önce yani Zilhicce'nin beşinci günü (Zilhicce'nin sekizinci gününe terviye günü de­nir.) Mekke'ye girdim. Bazı Mekke'liler bana dediler ki, şimdi yaptığın hac Mekke haccı oluyor. Bunun ne demek olduğunu Ata'ya sordum. Dedi ki, Ca-bir b. Abdullah'ın belirttiğine göre O Rasalullah'la beraber hacc eder. Diğer insanlar ifrat haccına niyetlenince Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Kabe'yi tavaf edip Safa ile Merve arasında sa'y yaptıktan ve tıraş olduktan sonra ih­ramlarınızı çıkarın, bir müddet ihramsız kalın. Terviye günü Zilhiccenin se kizinci günü- olunca hacca niyet edin. İşte bu şekilde yaptığınız hac, haccı temettudur."[46]


- Böylece şer'i delilleri açıklamak, insanların ilgisine sunup beşeri gö­rüşlerin arkasında kalmamaları için onları yaymak.


Sağlam şer'i delillere dayanıp, şer'i kurallar Ölçüsünde kadınların yüz­lerini açabileceğini ve sosyal hayatta erkeklerle beraber olabileceğini açık­lamak da güzel bir faaliyet sayılmalıdır. Allah'ın dininde insanlara zorluk yoktur. Ayet-i celilede bu: "Allah, dinde size zorluk çıkarmamıştır" şeklinde belirtilmiştir. Burada İslâmi davet iki uç yaklaşımadır:


Birincisi: Kadının yüzünü açamayacağını söyleyen, gerekli olduğunda erkeklerle beraber şeriatın koyduğu ölçüler dairesinde çalışamayacağını id­dia eden tabaka. Bunları seri hükümlere çağırır, onları şu hadisle uyarırım: "Helal olan birşeyi haram saymak, haram olan şeyi helal saymak gibidir."[47] Yani her ikisi de Allah'ın dinine tecavüzdür. Rasululîah, kadınların yüzlerini açabileceğini ve sosyal hayata iştirak edebileceklerim belirtmiştir. Amaç müslümanlara faydalı olmak, hayatın ciddi sorunlarını kolayca halledebil­mek ve kadının da iyi işler yapabileceği kapıları açmaktır. İlim öğrenmek, öğretmek ve geçim sağlamaktan aciz kocaya içtimai hayatta destek sağla mak, düzeltilmesi zorunlu olan siyasi hayatta aktif rol almak da mühim vazi­felerdendir.


Bu tabakanın İslâmi anlayışını incelerken Hz. Ali'nin güzel uygulama­sını gördüm: "Öğle namazından sonra Hz. Ali, Küfe meydanında ikindi na­mazına kadar toplumun sorunlarıyla uğraşır, namaz vakti girince abdest su­yu getirilir, sudan bir miktar içer, yüzünü, ellerini yıkar. Başını meshedip ayaklarını da yıkadıktan sonra kalan suyu ayakta içer ve "kimi insanlar ayak­ta su içmeyi hoş görmez, halbuki Rasululîah benim gibi ayakta su içmiştir" derdi."[48] İbn Hacer diyor ki: "Hz. Ali'nin bu uygulaması, alim kişinin insan­ların sakıncalı gördükleri caiz bir işi görünce onlara fazla zaman geçmeden işin doğrusunu anlatması gerekir. Bir şey caiz olduğu halde sakıncalı olarak bilinirse onun haram olduğu zannedilir. Bu nedenle sorulm?sa bile halkı ay­dınlatmalıdır. Sorulursa pekiştirilmiş olur."[49]


ikincisi: Allah'ın dinine uymayan, aşırılığa, hoyratlığa kaçan tabaka ki bunları Allah'a itaate ve kanunlarına uymaya çağırırım. Müslüman kadınlar emredilen yerlerini örtmek, erkeklerle karşılaştıklarında da şer'i kurallara uymak mecburiyetindedirler. Aksi takdirde Allah'ın gazabını celbederler, batı toplumlarının duçar oldukları sosyal hastalıkların pençesine düşerler. Müslüman kadınla ilgili Rasulullah'ın vahiyden yola çıkarak insanlara açık­ladığı kurallar ile yerini bulan söz konusu ilmi araşürmalann temeli olan bü­tün naslar vahyin en doğru açıklamasıdır. İnanıyorum ki bu naslar yolumuzu aydınlatır, bizi fasıklann, ifratçılann nevalarından korur. Naslara uymaya, nasların belirttiği şekilde hareket etmeye teşvik eder, ashabm durumu gibi bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Bu sayede ashab nasıl ki cehaleti ter-ketmişse, biz de öylece terk ederiz. Aynı zamanda Rasulullah'ın haber verdi­ği şu tehlikeden de kendimizi koruruz: "Sizden öncekileri adım adım, kanş karış takip edeceksiniz. Onlar keler deliğine girmişlerse sizde girersiniz." Ashab-ı Kiram: Ya Rasululîah, yahudi ve hristiyanları mı kastediyorsunuz diye sorunca: "Başka kim olacak?" diye cevap verdi."[50]


Üzülerek belirtelim ki azgın ve ifratçı bu tabakalar, adım adım daha ön­ceki nesillerin peşinden giderek onlarla beraber keler deliğine girmişlerdir. Azgınların uydukları yol yakın çağlardaki kadını soyan, açılıp saçılmasını hoş gören ve onu cinsel bir araç gören çağdaş batı uygarlığıdır. İfratçılar eski çağlarda yahudiler ile hristiyanların gittikleri yola giden, skolastik çağdaki kilise öğretilerini esas alan kişilerdir. İşin ilginç yanı ifratçılann çoğunlukla azgınlar gibi daha önceki öğretileri esas alarak onlarla beraber keler deliğine girmeleridir. Böylece hem kendilerine hem de kadının bileklerine İslâm'ın kırdığı kelepçeyi yeniden vurmuşlardır. Yüce Allah ne güzel buyurmuş:


"Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı bulunan O elçiye, O ümmi peygambere uyarlar. O peygamber ki, kendilerine iyiliği emreder, kö­tülükten men eder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlanndaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indiri­len nur'a uyanlar, işte felaha erenler onlardır." (A'raf: 157).


Allah ve Rasulü'nün uyarısıyla dostların uyarısı arasındaki fark


Allah ve Rasulü, ilmi gizlemeyi şiddetle yasaklamaktadır. Nitekim Yü­ce Allah,


"Allah'ın ve lanet edebilen tüm lanetçilerin laneti, insanlara kitapta beyyineleri ve doğru yolu açıkladıktan sonra bunları gizleyenlerin üzerine olsun" (Bakara; 159).


buyurmaktadır.                                                                                  


Hz. Peygamber de: "Kişi insanlardan korktuğu için bildiği, gördüğü ve duyduğu gerçeği söylememezlik yapmasın. Çünkü böyle yapmakla ne eceli yaklaşır ne de rızkı elinden alınır" buyurmaktadır.[51]


Kur'an-ı Kerim'in bu tür ilmi çalışmalar ve onların yayılmasıyla ilgili temel kurallarını bilen dostlar... Onu da birkaç sözle açıklayabilirim. Bunlar iki kısımdır: Birinci görüş kimi heva ehlinin nassları yerli yerinde kullanma­masından, İslâm'ın kadın-erkek ilişkilerini bazı ahlâk kuralları ile kayıtladı­ğına dikkat etmemesinden, kısacası zamanın çirkefliğinden dolayı konuyu olduğu gibi ortaya koymayı sakıncalı görmüşlerdir. Bu durumun bizi Al­lah'ın insanlık için teşri kıldığı hükümleri tüm insanlara bildirmemizi engel­leyeceğini sanmıyorum. Gerçek alime düşen görev, gördüğü yanlışları ve hataları düzeltmek, yanlış yolda olanların görüşlerini reddetmek ve hataları­nı açıklamaktır.


Bu anlayış bana, Nasuruddin Elbani'nin Müslüman Kadının Örtüsü adlı eserinin mukaddimesinde naklettiği bir tavrı hatırlattı. Elbani şöyle diyor: Kimi ilim ehli ve onların talebeleri -özellikle de onların mukallidleri- kitabı Ön plana aldıklarını söylemelerine karşın yine de onun, kadının yüzünün av­ret olmadığına dair açıklamasını görmezden geliyorlar. Böyle düşünenleri iki sınıfta mütala edebiliriz. Birincisine göre kadının yüzü kesinlikle avret­tir. İkincisine göre ise, bizim de dediğimiz gibi kadının yüzü avret değildir derler, ama ilave olarak çağın bozukluğu ve "sedd-i zerai" esası dikkate alı­narak bu görüşü yaymak doğru olmaz." kanaatini ileri sürerler. Bunlara şöy­le deriz: Çağın bozukluğu gibi nedenlerle kitap ve sünnette belirtilen seri hü­kümleri gizlemek kesinlikle caiz değildir. İlmi gizlemenin haramlığı şu ayette açıkça belirtilmiştir:


"Kitapta insanlara beyyinc ve doğru yolu açıkladıktan sonra onları gizleyenlere Allah ve lanetçiler lanet eder." (Bakara: 159)


Hadis-i şerifte ise: "Kim bildiği bir şeyi gizlerse kıyamet günü Allah ona ateşten bir gem vurur." (İbn Hıbban ve Hakim rivayet etmişlerdir. Ha­kim ve Zehebi, hadisin sahih olduğunu söyler.) İnandığımız şekliyle kadının yüzü şer'an avret sayılmıyorsa bu hükmü gizlemek, insanlara anlatmamak nasıl mümkün olabilir?


Evet kim bütün bunlarla beraber kadının yüzünü açması caiz değildir diyerek şeddi zerai yapıyorsa bu durumda gördüğünü insanlara açıklaması onu gizlememesi ve görüşünü destekleyen deliller getirmesi gerekir. Ama nerede!.[52]


İkinci gurub da, insanlar arasında gelenek halini alan görüşlerin dışın­da, kitabın onlara aykırı olarak ortaya koyduğu düşünceleri açıklaması duru­munda karşılaşacağı saldırılardan korkarak susmayı tercih eder. Halbuki akıllı kimsenin yapması gereken, bu ilmi eleştirilerden faydalanmak ve ha­tasını düzeltmektir. Ya da delillerle yapılan eleştiriye delilleriyle cevap ver­mektir. Özelikle de eğer beşer aklının bazı kusurları olabileceğini ve kimi zaaflarla kişinin hakkı istese de doğruyu yanlış gösterebileceğini biliyorsa... Zaten hakka, bazen akılların birleşmesi ile bazen de çatışması ile ulaşılabilir. Eğer kişi düşmanca, çirkin bir saldırı ile karşılaşmış ise, acı ilaca defalarca sabrettiği gibi sabretmelidir. Çünkü bilmeli ki bu tip ilaçlarda şifa vardır. Anlayışında bulunması muhtemel olan kusurların şifası veya bu durumu or taya çıkaran nedenlerin ortadan kalkması böyle mümkündür. Farklı görüşle­re tahammülü olmayan toplum kurtuluşa erişemez. Farklı görüşler ortaya koymak, müslümanın her işinde yumuşak huylu davranması gerçeğini orta­dan kaldıramaz. Rasulullah (s.a.v.): "Allah yumuşak huyludur (refik). Her işte yumuşak huylu davranmayı sever."[53] buyurur. Diğer bir hadiste de: "Yumuşaklık (rıfk) bulunduğu şeyin süsüdür"[54] buyurur.


Kitabı yazarken sözkonusu kişilerle münakaşa etmeyi, delillerini tar­tışmayı çok istemiştim. Bunun için ayrı bir bab açtım. Dördüncü bölümün birinci, ikinci ve üçüncü arabaşlıkları müslüman kadının içtimai hayata işti­raki ile ilgili tartışmalardır. Altıncı bölümün birinci ve ikinci ara başlıkları ise müslüman kadının yüzünü açabilmesi konusundaki tartışmalardır. Ka-naatıma göre Allah ve Rasulunün ilmi gizleme konusundaki uyarılarını dik­kate almak benim için en güzel yoldur. Yüce Allah, gerçeği gerçek olarak göstersin, bizi ona tâbi kılsın. Batılı da batıl olarak göstersin ve ondan bizi uzaklaştırsın. Dünyada ve ahirette bize afiyet versin. Kitapta takip ettiğim metod pratik, karşılaştırmalı, sahih nasları bir araya getirmek şeklinde oldu­ğundan Rasulullah ve ashabının metoduna uygun bir metoddur. İşte Buhari "Kitap ve sünnete sanlmak'la ilgili bölüme şu başlığı koymuştur: "Rasulul­lah'm Allah'tan aldığı şeyleri ümmetinin kadın ve erkeklerine öğrettiğine da­ir bab."[55]


MüheUeb, Buhari'nin bu tercemesini ne güzel değerlendirmiştir. O der ki: "Buhari burada, alim kişi nasslarla delil getirmek mümkünken kesinlikle kendi görüşünü, anlayışını katmayandır demek istemektedir."[56] Biraz sonra değineceğimiz gibi, ashab-ı kiramın nasıl insanlara hadislerden delil getirdi­ğini, akıllarıyla istidlal edenlere naslarla nasıl cevap verdiklerini aktardığı­mızda bir düşün."


Hz. Aişe'nin, Hz. Ömer ve İbn Ömer'in görüşüne verdiği cevap "Muhammed b. Münteşir anlatıyor: Hz. Aişe'ye îbn Ömer'in "ihramlı iken güzel koku sürünmeyi istemem" şeklindeki sözünü sorunca Hz. Aişe: "Ben, Rasulullah'a güzel koku sürdüm. Ardından da, hanımlanyla tavaf et­tikten sonra ihrama girdi."[57]


Fethu'l-Bari'de Said b. Mansur Abdullah b. Abdullah b. Ömer kanalıyla Hz. Aişe'nin "İhramlı iken koku sürünmekte sakınca yoktur" dediğini nakle­der. Ravi diyor ki: "Ben, İbn Ömer'le dururken Hz. Aişe'ye bir adam, gönder­dim. Allah Rasulunün sözünü bizzat onun ağzından duymak istiyordum. Gönderdiğim adam Hz. Aişe'nin kendisine "ihramlı iken koku sürünmekte herhangi bir sakınca yoktur" dediğini bana söyledi. Salim b. Abdullah b. Ömer de aynı konuda babası ve dedesiyle Aişe hadisinde anlaşamamışlar­dır. İbn Uyeyne diyor ki: "Bize Amr b. Dinar, Salim'den "ihramlı iken koku sürünmeye dair Hz. Ömer'in sözünü naklettikten sonra 'bu söz Hz. Aişe'nin bir rivayetidir' demiştir. Salim ise 'Rasulullah'ın sünneti uyulmaya daha la­yıktır' dedi. [58]


Hafız İbn Hacer der ki: Bu hadisten şu dersi çıkarmamız gerekir: Bela­lardan korkan kimsenin sünnete uyması gerekir. Sünnet varken başkalarının görüşlerine ihtiyaç kalmaz. Zira sünette ikna edici bir özellik vardır.[59]


Ben derim ki: Hadiste geçen erkek şahıslar her biri ilimde ve fazilette zirve olan Hz. Ömer ve oğlu İbn Ömer'di. Durum böyle olmakla beraber Ra-sulullah'ın dışında kimse masum değildir.


Hz. Aişe ve Ümmü Seleme, Ebu Hureyre ile Fadl b. Abbas'ın görüşlerini reddediyor.


Ebu Bekir b. Abdurrahman b. el-Haris'ten gelen bir rivayette o şöyle de­miştir: Ebu Hureyre'nin "kim sabah cünüp olarak kalkarsa, oruç tutmasın" dediğini duydum. Ravi diyor ki: Ebu Hureyre'nin bu sözünü Abdurrahman b. el-Haris'e arzettim. O, kendisinin böyle bir hadis bilmediğini söyledi. Bu­nun üzerine ben ve Abdurrahman Hz. Aişe ile Ümmü Seleme'nin yanına git­tik. Abdurrahman meseleyi arz edince dediler ki: Rasulullah, ihtilam olma­dan cünüb olarak sabahladığında oruç tutardı..." Bunun üzerine Ebu Hurey­re'nin yanına geldik, bize dedi ki: Aişe ve Ümmü Seleme aynen böyle mi de­diler? Abdurrahman, evet deyince Ebu Hureyre: "onlar en iyisini bilirler" karşılığını verdi. Sonra Ebu Hureyre, Fadl b. Abbas'tan rivayet ettiği hadisi inkâr ederek: "Ben bunu Fadl'dan duymuştum. Rasulullah'tan duymamış­tım" demiştir. Ravi anlatıyor: Bunun üzerine Ebu Hureyre cünüp olarak oruç tutulmaz görüşünden vazgeçti. (Buhari, Müslim. Bu hadis Müslim'in metni­dir.[60]


Hz. Aişe, Abdullah b. Amr'ın görüşünü reddediyor


Abid b. Umeyr'den nakledildiğine göre: Hz. Aişe, Abdullah b. Amr'in: "Kadınların gusul abdesti alırlarken başlarından sarkan saçlarını çözmeleri­ni emreden sözü duyunca: "Şu İbn Amr'a bak. Kadınlara, gusul abdesti alır­larken saçlarını çözmelerini emrediyor. Bir de saçlarını kesmelerini emret-seydi ya? Ben ve Rasulullah aynı kaptan gusul abdesti alırdık, başıma üç ke­reden fazla su dökmezdim."[61]


Hz. Aişe, ibn Abbas'ı reddediyor


Hz. Aişe'nin belirttiğine göre Ziyad b. Ebi Süfyan, kendisine gönderdi­ği bir yazıda Abdullah b. Abbas'ın şöyle dediğini dile getirir: "Hac kurbanı kesilene kadar hac yapan kimseye haram olan şeyler o kurbanı gönderen ki­şiye de haramdır." Hz.Aişe diyor ki: "Hayır, bu îbn Abbas'ın dediği gibi de­ğil. Rasulullah'ın kurbanlık hayvanındaki bağı bizzat elimle ben çözdüm sonra da Rasulullah, kurbanlık nişanını kendi eliyle taktı. Ardından da kur­banlık hayvanı babamla gönderdi. Allah'ın helal kıldığı hiçbir şey, Kurban kesinceye kadar Allah'ın Rasulüne haram olmamıştı.[62] İbn Ömer, ibn Abbas'ı reddediyor


Vebre diyor ki: İbn Ömer'le otururken bir adam geldi: "Vakfeden önce Kabe'yi tavaf etmemde bir sakınca var mı?" diye sordu. İbn Ömer "hayır, sa­kıncası yoktur" dedi. Bunun üzerine adam: "İbn Abbas vakfeden önce Kabe tavaf edilmez, diyor" dedi. Bunun üzerine İbn Ömer: "Rasullullah da hacetti, vakfeden önce de tavaf etti. Bu konuda samimi isen söyle bakalım Rasulul-lah'ın görüşünü mü almak daha uygun yoksa İbn Abbas'ın mı?" Bir başka ri­vayette ise "söyle bakalım Allah ve Rasulünün sünneti mi yoksa filancanın sözü mü uyulmaya daha layıktır" şeklinde geçmektedir.[63]


İbn Abbas, Zeyd b. Sabit'i eleştiriyor îkrime anlatıyor. Medineliler îbn Abbas'a, tavaf yaptıktan sonra hayız olan kadının durumunu sordular. İbn Abbas onlara dedi ki: Böyle bir kadın Mekke'yi terketmelidir. Bunun üzerine onlar: Senin görüşünü almayız, Zeyd'in görüşünü tercih ederiz" dediler. İbn Abbas onlara: "Medine'ye gi­dince sorarsınız" dedi. Medine'ye gittiklerinde mesetegzii sordular. Sorulan kimseler arasında Ümmü Süleym de vardı ve onlara Saffiyye hadisini oku­du. O, Mina'dan ayrılıp Kabeyi tavaf etmişti. Mina'dan ayrıldıktan sonra ha­yız olunca Rasulullah "Mekke'ye dönsün" buyurdu.[64]


Imran b. Husayn, Hz. Ömer'in görüşünü reddediyor


İmran b. Husayn anlatıyor. Mut'a (hacc-ı temettü ile ilgili) âyeti inince Rasulullah hacc-ı temettü yapmamızı emretti. Bu ayet neshedilmediği gibi Rasulullah, vefatına kadar bizi hacc-ı temettu'dan alıkoymamıştır. Mesele bu kadar açıkken isteyen istediği gibi konuşsun.[65]


Ali b. Ebi Talib'in Osman b. Afvan'ı reddetmesi


Said b. el-Müseyyeb anlatıyor. Hz. Ali ve Hz. Osman hacc-ı temettü konusunda bir hayli tartıştıktan sonra Hz. Ali şöyle dedi: Rasulullah'ın yaptığı şeyden mi insanları sakındırıyorsun. Hz. Ali bunun doğruluğunu anlayın­ca hem umre hem de hac için kurban kesti. Diğer bir rivayette ise Hz. Ali: "Birinin görüşüne uyarak Rasulullah'ın sünnetini terkedecek değilim."[66] buyurdu.


İbn Abbas'ın İbn Zübeyr'in görüsünü reddetmesi Müslim el-Kura'dan nakledildiğine göre o şöyle der: İbn Abbas'a hacc-ı temettu'dan sordum. Bana müsaade etti. İbn Zübeyr ise hacc-ı temettuyu ka­bul etmeyerek şöyle demiştir: "İşte İbn Zübeyr'in annesi, Eğer Rasulullah hacc-ı temettuya müsade etmişse İbn Zübeyr'in annesine varın sorun. Ondan sonra İbn Zübeyr'in annesinin yanına vardık. Baktık ki o kör ve şişmandı. Bi­ze Rasulullah'ın hacc-ı temettuya izin verdiğini söyledi.[67]


İbn Abdilberr, Kitab-u Camii Beyani'1-İlm adlı eserinde Ebu's-Semh'ın şöyle dediğini nakleder: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi de­vesini yükleyip yola çıkacak ve kendisine Rasulün sünneti ile fetva verecek birini arayacak ancak şahsi görüşü ile fetva verenden başkasını bulamaya­cak."[68]


Biraz düşününce görülür ki, Allah'ın şeriatı müslümanların işini kolay­laştırmaya, zorluğu kaldırmaya yöneliktir.


Teşekkür ve güzel olanı bilmek Bu eserin başında kendilerinden faydalandığım değerli alimlere teşek­kür etmeyi bir görev bilirim. Onların takdire değer yardımlarıyla yazdığım şeylerin değerlendirilmesini ancak yapabildim. Bana yardımcı olan dost­larımın başında bu kitabı fasıl fasıl okuyan Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi gel­mektedir. Onun konuya bakış ve değerlendirmelerinden oldukça faydalan­dım. Bunun yanında çağdaş müslüman kadının birçok meselesini içeren bir mukaddime yazmayı da lütfetti. Hakkımda güzel düşünen kardeşlerimle be­raber olmam için yüce Allah beni muvaffak etsin.


Bu çalışmanın bazı bölümlerini mütalaa edenler ise çeşitli Arap ülkele­rinden birçok dostlarımdır. Bunlardan bazıları: Araştırmanın büyük bir bö­lümünü "inceleyen ve kitabımıza güzel bir mukaddime yazan Şeyh Muhammed Gazali, Dr. İzzuddin İbrahim, Prof. Muhyiddin Atıyye, Dr. Yusuf Ab-dulmuti, Dr. Muhammed Kemal Ebu'I-Mecid, Dr. Muhammed el-Mehdi el-Bedri, Mısır'dan Prof. Tank el-Bişri, Dr. Cafer Şeyh İdris, Sudan'dan Prof. Zeynelabidin er-Rekkabi, Dr. Muhammed el-Eşkar, Filistin'den Dr. Kamil Zağmud, Tunus'tan Prof. Raşid el-Gannuşi ve Mağrib'den Prof. Ahmed er-Risuni'dir. Sözünü ettiğimiz bu değerli alimlerin kimi ibarelerin düzeltilme­sine ve bakış açılarının genişletilmesine bir hayli yardımları olmuştur. Bu alimler için yapacağım şey amellerine, yüce Allah'ın hayırla karşılık verme­sini istemektir.


Kitabın oluşmasında kalkılan olan en büyük yardımcım değerli hayat arkadaşım, eşim, Melike Zeynüddin Hanım'dır. Araştırma ve yazma ortamı buldukça hiçbir zaman emeğini esirgememiştir. Öyle ki zihnimi bu kitaba tamamen verebilmem için evinden ve çocuklarından uzun süre ayn kalarak benden yardımlarını asla esirgememiştir. Buhari'de bulunan bir hadisin bü­tün rivayetlerini toplamada ve garip kelimelerin manalarını çıkarmada yar­dım elini sürekli uzatmıştır. Müsveddelerde bulunan açıklama eksikliklerini tamamlayarak onları temize çekmesi ise hepsinden daha büyük yardım sa­yılmalıdır. Yeri gelmişken belirtmeliyim ki, müsveddeleri temize çekerken yaptığımız tartışmalardan çıkan önemli sonuçlan da oraya ekliyordu. Yüce Allah onu korusun. Ona sıhhat ve afiyet versin. Ona, bana ve bütün müslü-manlara ecirlerin en güzelini versin.


Dua ve Özür


Dua Hz. Musa'nın yaptığı şu duadır:


"Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylatır işimi, çöz düğümü dilim­den, ki anlasınlar beni." (Taha: 25-28).


Bir diğer duamız Rasulullah'ın duasıdır: Ey gökleri ve yeri yaratan, gö­rüneni ve görünmeyeni bilen Allah'ım, sen insanlann anlaşamadığı konular­da kulların arasında hükmedensin. Tartışmalı konularda beni hakka ilet. Şüphesiz sen dilediğini doğru yola götürürsün."[69]


Özüre gelince önemli bir işe, büyük bir göreve yeltenen zayıf insan özür dilemek durumundadır. Kitap her halükârda iki temel bölüme aynlır. Birin­cisi; Kur'an ve Sünnet nasslannı incelemek; ikincisi ise, tasnif esasına göre sözkonusu naslafın delaletlerini araştırmak ve yorumlamak. Her iki yöntem de daha önceki araştırmacılar tarafından uygulanmıştır. Buradaki çalışma böyle önemli bir konunun sadece bir yönünü ele alan ferdi bir çalışmadır. Konunun bu çalışmayla bitmeyecek kadar daha birçok boyutu vardır. Ayn-ca çalışmamızda hatalann olması da muhtemeldir.


İlahi nasslardan araştırarak düşünerek çıkardığım neticeler sözkonusu nassların diğer manaları ve parlaklığı karşısında oldukça sönük kalmaktadır. Nassları doğru anlamanın yanında meselenin bütün yönlerini ele almak, on­ları yorumlamak ve bu nuru kavramak çok zor bir iştir. Nasslann delalet etti­ği hakiki manayı kadın erkek herkes yüce Allah'ın kendilerine açtığı ölçüde anlayabilir. Akıllarını kullanan geniş alim kitlesinin sürekli, ciddi ve sağlam çalışmalarının bundaki katkısı elbette çok büyüktür.


Uzun süre ilahi nasslan araştırınca gördüm ki, yapılan çalışmalann gü­zel ve parlaklığı mahir ve sanatkâr bir elin -yüce Allah'ın- uzanmasına bağlı­dır. Gücümün yetersizliği, çaresizliğim ve kalemimden çıkan hatalar için yüce Allah'tan af dilerim. Beni, kendi dinini insanlara doğru bir biçimde ulaştırmak için güçlü kalemleriyle, sağlam akıllanyla gayreteden mü'min-lerden eylesin.


Okuyucu kardeşime çağrı


Yüce Allah, emreden, kural koyandır. Rasulü ise O'nun emirlerini teb­liğ edendir. Bana düşen, Allah'ın emirlerini ve Rasulullah'ın açıklamalarım insanlara duyurmaktır. Herhangi bir nasla ilgili bir görüş beyan edersem ya­hut bir not düşersem okuyucu bu görüşü kabul de edebilir, red de. Çünkü okuyucunun, Allah'ın emrini, Rasulullah'ın açıklamışını daha iyi anlaması mümkündür. Böyle bir kişi nur ve basiret üzeredir. Hatta okuyucu bir anlam­da benim her söylediğimi bir kenara da atabilir. Gerçeği ve doğruyu arayan­lar için klavuz konumunda olan yüce Allah'ın nasslarına bakılabilir.


Değerli okuyucunun tenkitleri bana yardımcı olacaktır. [70]






KUR'AN-I KERİM'E GÖRE KADININ ŞAHSİYETİ



Giriş



İSLAM'DAN ÖNCE kadının dinî durumu, kendisine yapılan baskı, mihnet altında tutulma gibi ne tür zorluklara maruz bırakıldığını sanı­rım söylemeye gerek yok. Konuyla ilgili eserler oldukça çoktur. Faydalı ve güvenilir bilgi için Diyorent'in "Uygarlığın Hikâyesi" adlı eserine bakmak yeterlidir. Çalışmamızda İslam öncesi Araplarda kadının konumu konusun­da bu eserden zaman zaman faydalandık. Bizim açımızdan kitabın en önemli noktası, İslam'ın kadına büyük değer vermesi, ev içinde yahut ev dışında ona büyük sorumluluklar yüklemesi ve sosyal hayatta kadının faydalı, ciddi işle­re katılmasını ifade etmesidir. Ne var ki çağlar geçtikçe müslüman kadının durumu gitgide düşmüş, bu düşüş, hicri ondördüncü asrın başlarında kor­kunç bir düzeye gelmiştir. Bu aşamaya gelindiğinde, İslam toplumu batı uy­garlığının etkisine, sömürge çağının hemen başlangıcından itibaren girme­ye başladı. Bu durum toplumda iki zıt kutbun oluşumuna yol açtı. Bu kutup­lardan biri batıyı körü körüne taklit eden kesim, diğer kutup ise atalarını ve onlardan kalan mirası aynı şekilde taklit eden kesim. Yıkıcı tesirlerin sonun­da her iki grup da kadının şahsiyeti konusunda kendi görüşünü mutlaklaştı-rarak diğer grubun görüşlerine karşı cephe aldı. Bu çatışmanın sonucu ola­rak İslam toplumunda birbirine taban tabana zıt iki ayn tip ortaya çıkmıştır. Öyle ki bir kısmı tamamen Allah'ın şeriatına uyarken, diğer kısmı onu boz­maya yeltenmiştir. Amacımız -samimi alimlerin çalışmalarından yararlana­rak- kadının şahsiyetini İslam'ın öngördüğü seviyeye getirmek, müslüman toplumda yeniden sağlam ailevî çekirdekler oluşturmak ve her bakımdan gelişmiş bir toplum olma yolunda atılmış adımları hızlandırmaktır.


Şari'in Kur'an veya Sünnetteki hitabında kadın ve erkek eşittir. Bu hi-tab, insanî değerlerlerden başlayarak cezaî sorumlulukların açıklanmasına doğru bir seyir takip eder. Tabii ki burada Şari'in belirttiği bir kısım farklar da vardır. Asıl olan eşitliktir. Farklar asla göre istisnaîdir. Bu aslı bozmak, Allah'ın dinine düşmanlık ve büyük bir hatadır.


Eşitlik hakkında İmam İbn Rüşd der ki: "Kadın ve erkek temelde birdir. Fakat aralarında şer'an bir kısım farklar vardır."


Allah Teala, bazen kadınlara erkeklerle beraber hitab etmektedir. Bu Allah'ın hem bir fazlı, hem de eşitliğe verdiği önemin göstergesidir.


Erkek ve kadının aslı birdir Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbınıza hürmetsizlikten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir." (Nisa; 1).


Kadının insanî yükümlülükleri Allah Teala Buyuruyor ki:


"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için şüphesiz deliller vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: 'Rabbımız! bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru' derler. Rabbımız! Sen ateşe kimi sokarsan, onu şüphesiz rezil etmiş olursun, zulmedenlerin hiç yardımcıları yoktur. Rabbimiz! Doğrusu biz 'Rabbinize inanın' diye imana çağıran bir çağmayı işittik de iman ettik. Rabbımız! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber al. Rabbımız! Peygamberlerine vadettiklerini bize de ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Sen şüphesiz sözünden caymazsın. Rab'leri dualannı kabul etti: Birbirinizden meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın olsun iş yapanın işini boşa çıkarmam hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, yolumda ezaya uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. Andolsun ki, Allah katından bir nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin güzeli Allah kalındadır." (Âl-i İmran, 190-195).


"Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler yaparsa işte onlar cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez." (Nisa, 124).


"Erkek ya da kadın, inanmış olarak kim iyi iş işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz." (Nah), 97).


"Kim bif kötülük işlerse ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, inanarak yararlı iş işlerse, işte onlar cennete girerler; orada hesapsız şekilde rızıklanırlar." (Mümin, 40).


Kadının cahiiiyye zulmünden kurtarılması


— Kadını, daha doğduğunda kız doğdu diye horlanmaya muhatap kılınmaktan kurtarmak.


-— Kadını, zelil, hor görülmekten kurtarmak.


— Kadını, utanma ya da fakirlik korkusuyla öldürülmekten kurtarmak. Allah Teala buyuruyor ki:


"Aralarından birine, bir kız çocuğu müjdelendiği zaman içi gamla dolarak yüzü mosmor kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden, halktan gizlenmeye çalışır; onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Ne fena tavır alıyorlar." (Nahl, 58-59).


"Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin. Biz onlara da size de rızık veririz. Onları öldürmek, şüphesiz büyük bir günahtır." (İsra, 31).


"Kız çocuğuna hangi suçdan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman."  (Tekvir, 8-9).


Kadınların bazı güzel şeylerden özellikle mahrum edilmesi Allah Teala buyuruyor ki:


"Bu hayvanların karınlarında olanlar yalnız erkeklerimize mahsus olup eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar, dediler. Allah bu tür sözlerin cezasını verecektir. Çünkü O hakimdir, bilendir." (En'am, 139).


Kadının mirastan mahrum edilmesi, evlenme hürriyetinin daraltılması Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Ey inananlar! Kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkışmanız size helal değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlarla güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin. Hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir." (Nisa, 19).


Evlenme yoluyla kadının sıcak aile ortamındaki ilişkileri Allah Teala buyuruyor ki:


"Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin -geçmişte olanlar geride kaldı- çünkü bu bir fuhuş ve iğrenç bir şeydir, bu ne kötü bir yoldur. Sizlere, analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, kanlarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın yanında kalan üvey kızlarınız -ki onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur- öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek -geçmişte olanlar geride kaldı- size haram kılındı. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder." (Nisa, 22-23)


Şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Kadın, teyzesiyle ya da halasıyla beraber aynı anda nikâh altında bulundurulamaz."[71]


Kadının şahsiyetinin geliştirilmesi


Allah Teala, kadını erkekle beraber zikrediyor ve buyuruyor ki:


"Kararıp, ortalığı bürüdüğü zaman geceye and olsun. Açılıp, aydınlattığı zaman gündüze and olsun. Erkeği ve dişiyi yaratana and olsun. Ey insanlar! Doğrusu sizin çalışmalarınız çeşitlidir." (Leyi, 1-4).


"Ey Adem! Doğrusu bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın. Yoksa bedbaht olursun. Doğrusu cennette ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın, orada ne susarsın ne de güneşin sıcaklığında kalırsın" dedik. Ama şeytan ona vesvese verip; ey Adem! sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi? dedi. Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi. Ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabb'ına karşı baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı. Rabbı yine de onu seçip tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi. Onlara şöyle dedi: Birbirinize düşman olarak oradan inin. Elbet size benden bir hidayet gelir. Benim yoluma uyan ne sapar ne de bedbaht olur." (Tana, 117-123).


Allah Teala'nın yüceliğindendir ki burada ve birçok yerdeki âyet-i kerimeler, bazılarının iddia ettiği gibi, "Hz. Havva, Hz. Adem'e vesvese verdi, yasağı çiğnetti" iddiasından onu kurtarmaktadır.


"Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin. Erkeklere, kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah'tan bol nimet isteyin. Doğrusu Allah herşeyi bilir." (Nisa, 32).


"Ey İman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir." (Hucurat, 11).


"Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman, erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve peygambere baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur." (Ahzab, 36).


"Onlar inkâr edip, sizi Mescid-i Haram'ı ziyaretten ve bağlı kurbanları yerlerine gitmekten alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle inanmış kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı Allah savaşı önlemezdi. Allah, dilediklerine rahmet etmek için böyle yapmıştır. Eğer inananlarla inkarcılar birbirlerinden ayrılmış olsalardı, inkâr edenleri can yakıcı bir azaba uğratırdık." (Feth, 25).


"Muhammed'in eşine o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü saymayın, O, sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden herbirine kazandığı günah karşılığı ceza vardır. İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azap vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek kadın müminlerin, kendiliklerinden hüsnü zanda bulunup da: Bu apaçık bir iftiradı.' demesi gerekmez miydi?" (Nur, 11-12).


"Rabbim! Beni, anamı babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla, zalimlerin de yalnız helakini artır." (Nuh, 28)


"Ey Muhammedi Bil ki, Allah'tan başka tann yoktur; kendinin, inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile. Allah, gezip dolaştığınız ve duracağınız yeri bilir." (Muhammed, 19).


"Doğrusu teslim olan erkekler ve kadınlar, iman eden erkekler ve kadınlar, boyun eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunlann hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır." (Ahzab, 35).


"Doğrusu, sadaka veren erkekler ve kadınlara, Allah'a güzel bir takdimde bulunanlara kat kat karşılık verilir; onlara cömertçe verilecek bir ecir vardır." (Hadid, 18).


"Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler vadetmiştir. Allah'ın hoşnut olması en büyük şeydir. İşte kurtuluş budur." (Tevbe, 72).


"İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş İşte budur." (Fetih, 5).


"İnanmış erkek ve kadınları, defterleri sağdan verilmiş ve ışıkları önlerinde olarak giderken gördüğün gün onlara şöyle denecektir: 'Müjdeler, bugün içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacağınız cennetler sizindir' İşte bu büyük kurtuluştur." (Hadid, 12).


"İki yüzlü erkek ve kadınlar da birbirlerindendir: Kötülüğü emreder, iyiliğe engel olurlar; elleri de sıkıdır,'Allah'ı unuttular, Allah da onlan unuttu. Allah, iki yüzlü erkek ve kadınlara ve inkarcılara, ebedi kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır. O onlara yeter. Allah onları İane t lemistir. Onlara devamlı bir azap vardır." (Tevbe, 67-68).


"İnananlara yardım etmez diye Allah'a kötü zanda bulanan iki yüzlü erkek ve kadınlara, puta tapan erkek ve kadınlara Allah azabetsin; kötü zanları kendi başlarına gelsin! Allah onlara gazabetmiş, onlan lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Nekötü dönüş yeridir o." (Fetih, 6).


"Bunun sonucu olarak, Allah, iki yüzlü erkek ve kadınlara, Allah'a ortak koşan erkek ve kadınlara azab verecektir. Allah, inanan erkek ve kadınların tevbelerini kabul buyuracaktır. Allah bağışlar ve merhamet eder." (Ahzab, 73).


"İkiyüzlü erkek ve kadınlar, müminlere: "Bizi de gözetin, ışığınızdan faydalanalım" dedikleri gün onlara "Ardınıza dönün de ışık arayın" denir; inananlarla iki yüzlüler arasına kapısının içinde rahmet ve dışında azab olan bir sur çekilir." (Hadid, 13).


"Ebu Leheb'in elleri kurusun, kurudu da. Mah ve kazandığı kendisine fayda vermedi. Alevli ateşe yaşlanacaktır. Karısı da boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır." (Leheb, 1-5).


Kadının, kendi iradesiyle iman veya küfrü seçmesi


"Allah, inkâr edenlere, Nuh'un karısıyla Lut'un karısını misal gösterir: Onlar, kullarımızdan iki iyi kulun nikâhı altında iken onlara karşı hainlik edip inkârlarını gizlemişlerdi de hiçbir şey onlan Allah'ın azabından kurtaramamıştı. O iki kadına: 'Cehenneme girenlerle beraber siz de girin' denildi. Allah, inananlara Fir'avn'un karısını misal gösterir. O: 'Rabbim! katından bana cennette bir ev yap; beni Fir'avn'dan ve onun işlediklerinden kurtar; beni zalim milletin elinden kurtar' demişti. İffetini korumuş olan İmran kızı Meryem'i de örnek verir. Ona ruhumuzdan üflemiştik, Rabbının sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti; O, bize gönülden itaat edenlerdendi." (Tahrim, 10-12).


Kadının Ailedeki Yeri: Kadın, erkeğin can yoldaşıdır Allah Teala şöyle buyuruyor:


"İçinizden, kendisiyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen toplum için dersler vardır." (Rum, 21).


Erkeğin aile reisliği: Allah Teala buyuruyor ki:


"Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından dolayı ve erkeklerin, mallarından sarfetmelelerinden dolayı, erkekler kadınlar üzerine gözeticidirler. Onun için sal İha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (namusu) koruyucudurlar. Ahlâksızlık etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara Öğüt verin, yataklarında onlan yalnız bırakın, nihayet döv ün/ç ıkarın/kovun. Eğer size itaat ederlerse aleyhlerine yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür." (Nisa, 34).


Kadının hakları ve görevleri arasında denklik Allah Teala şöyle buyuruyor:


"... Erkeklerin kadınlar üzerinde haklan olduğu gibi kadınlann da erkekler üzerinde haktan vardır. Ne ki erkeklerinki onlardan bir derece üstündür. Allah güçlüdür, hakimdir." (Bakara, 228).


Kadının, süse düşkünlüğü ve tartışmadaki zayıflığı Yine Allah Teala buyuruyor ki:


"Demek süs içinde yetiştirip de çekişmeyi beceremeyecek kadını mı?"(Zuhruf, 18).


Çok evliliğin bir sisteme konması Allah Teala buyuruyor ki:


"Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle, onlara haksızlık etmekten korkarsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet aralarında adaletsiz­lik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz (cariye) ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur." (Nisa, 3).


"Adil hareket etmeye ne kadar uğraşsanız, kadınlar arasında eşitlik yapamayacaksınız, bari bir tarafa tamamen meyletmeyin ki diğerini askiday-mış gibi bırakmış olmayasınız. İşleri düzeltir ve haksızlıktan sakınırsanız bilin ki Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder." (Nisa, 129).


Boşanmanın bir sisteme konması Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Boşanma iki defadır. Ya güzellikle tutma ya da iyilikle serbest bırakmadır. Kadınlara verdiklerinizden birşey almanız size helal değildir. Allah'ın koyduğu sınırlan koruyamayacağınızdan korkarsanız o başka. Eğer Allah'ın yasalarını koruyamazlar diye korkarsanız o zaman kadının fidye vermesinde ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah'ın yasalarıdır. Onları bozmayın. Allah'ın yasalarını bozanlar ancak zalimlerdir." (Bakara, 229).


"Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları, iddetlerini göze­terek boşayın ve iddeti sayın. Rabbınız olan Allah'tan sakının. Onlan -apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana- evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Allah'ın sınırlarını kim aşarsa, şüphesiz kendine yazık etmiş olur. Bilemezsin, olur ki, Allah bunun ardından (gönlünüzde sevgi gibi) bir hal meydana getirir. Kadınların iddet süreleri bittiğinde, onlan ya uygun şeklide alıkoyun ya da uygun bir şekilde onlardan ayrılın; içinizden de iki adil şahit getirin; şahitliği Allah için yapın. İşte bu, Allah'a ve ahiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir. Allah'a güvenen kimseye O yeter. Allah, buyruğunu yerine getirendir. Allah herşey için bir ölçü varetmiştir." (Talak, 1-3). [72]




Boşanmış dul kadının hakları




Boşandıktan sonra tekrar kocasına dönebilme hakkı Allah Teala buyuruyor ki:


islam Kadın Ansiklopedisi                           .                                                     75


"Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona erdiğinde, kocaları ile -birbirleriyle güzellikle aniaşmıslarsa- evlenmelerine engel olmayın. İçinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse bundan ibret alır. Bu sizin için daha nezih ve daha paktır." (Bakara, 232).


Boşandığı kocasından olan çocuğunu emzirme hakkı


Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Anneler çocuklarını, emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için, tam iki sene emzirirler. Anaların yiyecek ve giyeceğini uygun bir şekilde temin etmek, çocuğun babasına borçtur. Herkese gücü nisbetinde teklifte bulunulur. Ne ana çocuğundan, ne de baba çocuğundan dolayı zarara sokul­masın. Mirasçıya da aynı şeyi yapmak borçtur... (Yani, baba ölmüşse yerine varis olan, onun sorumluluklarını yüklenir.)" (Bakara-, 233).


Kadının, kocasıyla anlaşarak çocuğu sütten kesme hakkı Allah Teala buyuruyor ki:


"... Ana baba aralarında danışarak ve anlaşarak sütten kesmek isterlerse, ikisine de sorumluluk yoktur. Çocuklarınızı sütanneye emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun bir şekilde ödersiniz, bu hususta size sorumluluk yoktur. Allah'tan sakının, yaptıklarınızı gördüğünü bilin." (Bakara, 233).


İddetin bitiminden sonra süslenme ve dünürcü kabul etme hakkı


Allah Teala buyuruyor ki:


"İçinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşler kendi kendilerine dört ay on gün beklerler; müddetleri sona erdiğinde onların kendi haklarında uygun şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah, işlediklerinizden haberdardır." (Bakara, 234).


Celaleyn Tefsîri'nde "onların kendi haklarında uygun şekilde yaptıkla­rından" âyetini kendisini istemeye gelenler için süslenmesi ve onlan karşıla­ması" diye tefsir edilmiştir.


Mükellefiyetin düşmesi ve yeminleşme hususunda karı ile koca arasında eşitlik


Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Karılarına zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanların şahitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört kez şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını diler. Kocasının yalancılardan olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutması, kadından cezayı savar. Beşincisinde, kocası doğrulardan ise kendisinin Allah'ın gazabına uğramasını diler." (Nur, 6-9). [73]




Mirasta ortaklık:




Başlangıçtaki ortaklık Allah Teala buyuruyor ki:


"Ana babanın ve yakınlarının bıraktıklarından erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınlarının bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok belirli bir hissedir." (Nisa, 7).


Kız ve erkek çocukların hisseleri Allah Teala buyuruyor ki:


"Allah, çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kızın hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kızlar İkinin üstünde ise bırakılanın üçte ikisi onlarındır. Şayet kız tek ise yansı onundur..." (Nisa, İ1).


Ana ve babanın hissesi Allah Teala buyuruyor ki:


"... Ölenin çocuğu varsa, ana ve babadan her birine bırakılan malın altıda biri; çocuğu olmayıp da ona ana ve babası mirasçı olduysa üçte biri anasmmdır. Kardeşleri varsa o vakit altıda biri anasınındır. Bu hükümler ölenin borcu Ödenip yaptığı vasiyetler yerine getirildikten sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. Bunlar Allah'ın koyduğu farzlardır. Doğrusu Allah Alim'dir, Hakimdir." (Nisa, 11).


Karı ve kocanın hissesi Allah Teala buyuruyor ki:


"Karılarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa bıraktıklarının -ettikleri vasiyetten veya borçtan arta kalanın-dortte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa -ettiğiniz vasiyyet veya borç çıktıktan sonra- bıraktıklarınızın dörtte biri kanlarımzındır..." (Nisa, 12).


Erkek ve kız kardeşlerin hisseleri


Allah Teala şöyle buyuruyor:


"... Eğer miras bırakan erkek veya kadın; çocuğu ve ana-babası olmayan bir kimse olur da bir erkek veya bir kız kaidesi bulunursa, bunlardan herbirine altıda bıfciüşer. Eğer onlar bundan çoksalar, zarara uğratılmaksızın üçte birine ortak olurlar. Bunlar yaptıkları vasiyyet ve borç ödendikten sonradır. Bunlar Allah'tan birer vasiyyet (emir) dir. Allah Alim ve Halim'dir." (Nisa, 12).


Kadının erkeklerle beraber hicret etmesi Allah Teala buyuruyor ki:


"Kendilerine yazık edenlerin canlarını aldıkları zaman onlara; 'ne yaptınız bakalım?' denince: 'Biz yeryüzünde zavallı (mustazaf) kimselerdik' diyecekler, melekler de: 'Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!' cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir! Çaresiz kalan, yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve çocuklar müstesnadırlar. İşte Allah'ın bunları affetmesi umulur. Allah affedendir, bağışlayandır. Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder." (Nisa, 97-100).


İbn Abbas'tan gelen bir rivayette, o şöyle diyor: "Ben ve annem müstaz'aflardandık; ben çocuklardan annem de kadınlarda."[74]


Zübeyr b. el-Münir der ki: "Bu âyet, zayıflığın kadınlara mahsus bir Özellik olduğuna delalet etmez, aksine bu konuda erkeklerle eşit olduğunu gösterir."[75]


Kadınların erkeklerle beraber medine'ye hicret etmesi Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını almanı helal kıldık..." (Ahzab, 50).


"Ey inananlar! İnanmış kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları sınayın..." (Mumtehine, 10).


"İnanmış ve hicret etmiş kadının imtihanı yalnızca İslamı arzulaması.


Allah ve Rasulü aşkıyla hicret ettiğine dair Allah'a yemin ettirilmesidir. Daha sonra da Rasulullah'a bîat eder. "[76]


Kadınların erkeklerle beraber Rasulullah'a biat etmesi Allah Teala buyuruyor ki:


"Ey peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, iftira etmemek ve uygun olanı işlemekte sana karşı gelmemek şartıyla sana biat etmek üzere geldikleri zaman, onlan kabul et; onlara Allah'tan bağışlanma dile, doğrusu Allah, bağışlayandır, acıyandır." (Mümtehine, 12).


Erkeklerin bîatımn -bazen- kadınların bîatıyla mutabık olduğu varid olmuştur. Ubade b. Samit anlatıyor. Rasulullah, sahabeden bir grup yanın-dayken: "Geliniz, Allah'a hiçbir şeyi eş koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, iftira etmemek ve uygun olanı işlemekte bana karşı gelmemek şartı ile bana biat edin" buyurdu.[77]


Kadınların erkeklerle beraber iyiliği emretmesi, kötülüğü nehyetmesi Allah Teala buyuruyor ki:


"Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır, iyiliği emreder kötülükten alikorlar, namaz kılarlar, zekat verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah, şüphesiz güçlüdür, hakimdir." (Tevbe, 71).


Kadınların zor ve şiddet anlarında erkeklere destek olması Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Hazırladıkları hendekleri tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup, inanmış kimselere dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin cam çıksın! 8u inkarcıların, inananlara kızmaları; onların sadece, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin elinde bulunan ve övülmeye layık ve güçlü olan Allah'a inanmış olmalanndandı. Allah herşeye şahittir. Ama inanmış erkek ve kadınlara İşkence ederek onları dinlerinden çevirmeye uğraşanlar, eğer tevbe etmezlerse, onlara cehennem azabı vardır. Yakıcı azab da onlaradır." (Buruc, 4-10).


"İnanan erkek ve kadınları, yapmadıktan birşeyden dolayı incitenler, şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah işlemiş olurlar." (Ahzab, 58).


"Size ne oluyor da: 'Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip gönder, katından bize bir yardımcı lütfet' diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyor­sunuz?" (Nisa, 75).


Kadınların lanetleşmeye katılımı


Allah Teala buyuruyor ki:


"Allah katında İsa'nın durumu -kendisini topraktan yaratıp sonra 'ol' demesiyle oluveren- Adem'in durumu gibidir. Gerçek Rabbindendir. O halde şüphelenenlerden olma. Ey Muhammedi Sana ilim geldikten sonra bu hususta seninle kim tartışacak olursa, de ki: 'Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra Ianetleşelim de Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim'." (Âl-i İmran; 59-61).


İbn Kesir, Tefsîr'inde bu âyeti: "Gelin, oğullarımızı oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi lanetleşirken hazır bu­lunduralım" diye açıklamıştır.[78]


Yine şöyle rivayet edilmiştir. Hristiyan olan Necran kabilesi elçilerinin reislerinden olan Akib ve Tayyib, Rasulullah'ın huzuruna geldiler. (Mesih'in Allah'ın kulu olduğunu kabul etmedikleri için) Rasulullah, onlan lanetleş­meye çağırdı. Onlar da ertesi sabah lanetleşeceklerine söz verdiler. Ravi diyor ki: "Rasulullah, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i yanına alarak oraya gitti. Onlara (gelmeleri için) adam gönderdi; fakat onlar gelmekten kaçındı­lar, gelmediler."[79]


Kadınlara uygulanacak cezaların açıklanması Allah Teala buyuruyor:


"Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda o ikisine acımayın. Onlann ceza görmesine inananlardan bir topluluk da şahit olsun." (Nur, 2).


"Hırsız erkek ve hırsız kadının yaptıklarından dolayı Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak ellerini kesin. Allah güçlüdür, hakimdir." (Maide, 38).


Kadınların şahitlikteki yetkileri[80] Allah Teala buyuruyor ki:


"Ey inananlar! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. İçinizden bir katip doğru olarak yazsın; kâtip onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Borçlu olan da yazsın. Rabbı olan Allah'tan sakınsın, ondan bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu, sefih veya aciz ya da yazdıramayacak durumda ise, velisi, doğru olarak yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahit tutun; eğer iki erkek bulamazsanız, şahitliklerinden razı olacağınız bir erkek, -biri unuttuğunda diğerinin hatırlatması için- iki kadın olabilir." (Bakara, 282).


Kadının onurunun korunması Allah Teala buyuruyor:


"İffetli kadınlara zina isnad edip de sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebedİyyen onların şahitliğini de kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir. Ama bundan sonra tevbe edip düzelenler bunun dışındadır. Şüphesiz Allah bağışlar ve merhamet eder." (Nur, 4-5).


"İffetli, habersiz, mümin kadınlara zina isnad edenler dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Kendi dilleri, elleri ve ayaklan yapmış oldukları­na şahitlik ettikleri gün onlar büyük azaba uğrayacaklardır. O gün, Allah onlara kesinleşmiş cezalanın verecektir. Allah'ın apaçık "Hakk" olduğunu bileceklerdir." (Nur, 23-25).


Erkek ve kadın arasındaki şiddetli cazibe tuzağı Allah Teala buyuruyor ki:


"Evinde bulunduğu kadın onu kendine çağırdı, kapılan sıkı sıkı kapadı ve "hadi gelsene' dedi. Yusuf günah işlemekten Allah'a sığınırım, doğrusu senin kocan benim efendimdir, bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz, başarıya ulaşamazlar' dedi." (Yusuf, 23).


"Andolsun ki kadın Yusuf a karşı istekli idi; Rabbinden bir işaret görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Doğrusu o bizim çok samimi kullanmızdandır." (Yusuf, 24).


"Şehirde bir takım kadınlar: 'Vezirin karısı kölesinin olmak istiyormuş; sevgisi bağrım yakmış; doğrusu onun besbelli sapıtmış olduğunu görüyoruz.1 dediler." (Yusuf, 30).


"... Kadınlar Yusuf u görünce şaşıp ellerini kestiler ve "Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok kıymetli bir melektir" dediler" (Yusuf, 31).


"Yusuf: 'Rabbim! Hapis benim için bunların istediklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer tuzaklarım benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve bilmeyenlerden olurum.' dedi." (Yusuf, 33). [81]




Kadınların sosyal hayata katılması




Katılma şekillerinden misaller:


1- Hz. İbrahim zamanında


Bir âyetî celilede Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini namaz kılabilmeleri için, senin kutsal evinin yanında ziraate elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır." (İbrahim, 37).


İbn Abbas'tan gelen bir rivayette şöyle anlatılır. "... Hz. İbrahim, hanımı Hacerl ve onun emzirdiği İsmail'i getirip ve Kabe'nin yanına bırakü. Derken Curhumîlerden bir grup onlara uğrar... Hacer suyun yanındayken ona geldiler ve: "Bize izin ver de yanına gelelim dediler. O: "Evet, fakat suda hakkınız yok dedi. Onlar ise "tamam" dediler. Hacer'in iyiliksever biri olduğunu anladılar. Yanına geldiler; ailelerine de adam gönderdiler, onlar da geldiler."[82]


Yine Allah Teala şöyle buyurur:


"And olsun ki elçilerimiz müjde ile İbrahim'e geldiler. Selam sana, dediler. Size de selam, dedi. Hemen kızartılmış bir buzağı getirdi. Ellerini ona uzatmadıklarını görünce, durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü. Onlar: Korkma, biz Lut milletine gönderildik dediler. Bu arada İbrahim'in ayakta duran karısı gülünce: Ona Ishak'ı, ardından Yakub'u müjdeleriz dediler. Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim. Doğrusu bu şaşılacak şey dedi. Ey evin hanımı! Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerine olmuşken, nasıl Allah'ın işine şaşarsın? O övülmeye layıktır. Yücelerin yücesidir, dediler." (Hud, 69-73).


Taberî ve Kurtubî tefsirinde Hz. İbrahim'in hanımının, kocası yanın­dayken misafirlerin hizmetini gördüğü ve onlarla beraber oturduğu anlatıl­maktadır.


2. Musa (a.s.) zamanında: Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu. Onlardan başka hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Onlara: 'derdiniz nedir?' dedi. 'Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaşlıdır, onun için bu işi biz yapıyoruz' dediler. Musa, onların davarlannı suladı. Sonra gölgeye çekildi: 'Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım dedi. O sırada kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi.' Babam sulama ücretini Ödemek için seni çağırıyor dedi. Musa ona gelince başından geçeni anlattı. O: Korkma artık zalim milletten kurtuldun dedi." (Kasas, 23-25).


3. Süleyman (a.s.) zamanında: AllahTeala buyuruyor:


"Melike geldiğinde: 'Senin tahtın böyle miydi?' denildi. O da 'Sanki bu, odur, daha önce bize bilgi verilmişti ve teslim olmuştuk' dedi. Melikeyi o zamana kadar alıkoyan, Allah'tan başka taptığı şeylerdi. Çünkü kendisi inkarcı bir millettendi. Ona "köşke gir dendi, salonu görünce, onu derin bir su zannetti, eteğim çekti. Süleyman: 'Doğrusu bu kristalden yapılmış parlak bir salondur, dedi." (Nemi, 42-44).


4. Rasulullah (s.a.v.) zamanında Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Ey Muhammedi Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Esasen Allah konuşmanızı işitir. Doğrusu Allah işitendir, görendir." (Mücadele, 1). [83]




Kadınların erkeklerle karşılaşmalarının adabı




1. Gözlerini korumak: Allah Teala buyuruyor ki:


"Ey Muhammedi Mümin erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar. Bu onlann arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarınızdan şüphesiz haberdardır." (Nur, 30).


2. Yüz ve elleri dışında bütün bedenini örtmek Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Mü'min kadınlara da söyle gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı dışında açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üstüne salsınlar. Süslerini kocaları veya babalan veya kayınpederleri veya oğullan veya kocalarının oğullan veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğullan veya kocalarının oğullan veya müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlayamayan çocuklardan başkasına göstermesinler..." (Nur, 31).


3. Hareketlerinde vakarlı olmak: Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklannı yere vurmasınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün." (Nur, 31).


4. Konuşmalarında ciddi olmak: Allah Teala buyuruyor ki:


"Ey Peygamberin hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Allah'tan sakınıyorsanız edalı konuşmayın, yoksa kalbi bozuk olan kimse kötü şeyler ümit eder; daima ciddi ve ağırbaşlı söz söyleyin." (Ahzab, 32). [84]




A) ÇARPICI NOKTALAR



HZ. Musa'nın annesinin Allah'ın emrine uyması: Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Musa'nın annesine; 'çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğunda onu suya bırak, korkma, üzülme. Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız' diye bildirmiştik. Fir'avn'un adanılan onu almışlardı. Kendilerine düşman ve üzüntü kaynağı olması için Firavun'un adamları onu aldılar. Gerçekten günahkâr kimselerdi. Fir'avn'un karısı: 'Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydalı olur yahut onu oğul ediniriz' dedi. Aslında işin farkında değillerdi. Musa'nın annesi, gönlü bomboş sabahı etti. (Oğlundan başka birşey düşünemiyordu.) Allah'ın vadine iyice inanması için kalbini pekiştirmeseydik, neredeyse saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı." (Kasas, 7-10).


Hz. Musa'nın kız kardeşi ve onun güzel çözümleri Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Musa'nın ablasına: 'Onu izle' dedi. O da kimse farkına varmadan, Musa'yı uzaktan gözetledi, önceden, süt annelerin memesini kabul etmemesini sağladık. Musa'nın ablası: 'Size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?' dedi. Böylece onu, annesinin gözü aydın olsun, üzülmesin, Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler." (Kasas, 11-13).


Medyen'li genç kızlar ve basiretleri Allah Teala buyuruyor:


"Onlardan biri, babacığım, onu ücretli olarak tut. Ücretle tuttuklarının en iyisi, bu güçlü ve güvenilir bîr adamdır." (Kasas, 26).


Fir'avn'un karısının eşsiz imanı


"Allah, inananlara Fir'avn'ın karısını misal gösterir. O: VRabbim! Katından bana cennette bir ev yap; beni Fir'avn'dan ve onun işlediklerinden kurtar; beni zalim milletten kurtar" demişti." (Tahrim, 11).


İmran'ın karısı ve karnındaki çocuğu Allah'a adaması:


"İmran'ın kansı "Ya Rabbi! Kamımda olanı, hür olarak sana adadım, benden kabul buyur. Doğrusu işiten ve bilen ancak Sensin demişti." (Âl-i İmran, 35).


Havle bint Salebe ve Rasulullah ile tartışması


Ey Muhammedi Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Esasen Allah konuşmala­rınızı işitir. İçinizde karılarını "zıhar" yapanlar (annelerine benzeterek haram sayanlar) bilsinler ki karıları anneleri değildir; anneleri ancak onları doğuranlardır. Doğrusu söyledikleri kötü ve asılsız bir sözdür. Allah şüphesiz affedendir, bağışlayandır. Kanlarını zıhar yoluyla boşamak isteyip, sonra sözlerinden dönenlerin, ailesiyle temas etmeden bir köle azad etmeleri gerekir. Size bu hususta böylece öğüt verilmektedir. Allah, işlediklerinizden haberdardır. Azad edecek köle bulamayanın ailesiyle temastan önce iki ay birbiri peşisıra oruç tutması gerekir.Buna gücü yetmeyen altmış düşkünü doyurur. Bu kolaylık, Allah'a ve peygamberine inanmış olmanızdan dolayıdır. Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. İnkâr edenler için yakıcı bir azab vardır." (Mücadele, 1-4).


Bu âyetler, Evs b. es-Samit ve onun karısı Havle bint Sa'lebe arasında geçen bir hadise üzerine inmiştir. Hadise şudur: Evs, karısına: "Sen bana annemin sırtı gibisin" dedi. -Cahiliye devrinde, bir adam karısına böyle derse, kansı ona haram sayılırdı-. Bunun üzerine karısı Havle Rasulullah'a gitti ve onunla şöyle diyerek tartışmaya başladı: "Sana kitabı indiren boşan­mayı zikretmedi. Ey Allah'ım! Ayrılığı güçleştiren güçlü sevgimle sana şikayet ediyorum. Ey Allah'ım Rasulünün diliyle bize bir çıkar yol bildir." .Buhadise üzerine Allah, rahatlık ve Allah'a hamd içeren âyetleri indirdi. [85]




B- Kadın Şahsiyetler



Sebe kraliçesi Belkıs


Allah Teala buyuruyor:


"Süleyman, kuşları araştırarak: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplarda mı? Bana açık bir delil getirmelidir. Yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım, yahut keserim" dedi. Çok geçmeden Hüdhüd gelip Süleyman'a: 'Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe'den doğru bir haber getirdim. Ora halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum. Onun ve milletinin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Göklerde ve yerde gizli olanları ortaya koyan, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah'a secde etmemeleri için şeytan, kendilerine yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur. Bunun için doğru yolu bulamazlar. O çok büyük arşın sahibi olan Allah'tan başka ilah yoktur1 dedi." (Nemi, 20-26).


Devlet adamlarıyla istişare yapması:


"Süleyman şöyle dedi: 'Doğru mu söylüyorsunuz, yoksa yalancılar­dan mısınız?' bakacağız. Şu yazımı götür, onlara at, sonra bir yana çekil, varacakları sonuca bak. Sebe Kraliçesi: "Ey ileri gelenler! Bana merhamet eden, merhametli olan Allah'ın adıyla başlayan ve sakın bana karşı başkaldtrmayın ve teslim olarak gelin' diyen Süleyman'dan gönderilen önemli bir mektup bırakıldı. Ey ileri gelenler! Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin hüküm vermem, dedi. Biz güçlü kimseler ve zorlu savaş adamlarıyız, emir senindir. Sen emretmene bak, dediler." (Nemi, 27-33).


Basiret ve siyaseti


"Kraliçe: 'Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselelerini aşağılık yaparlar. İşte böyle davranırlar. Ben onlara bir hediye göndereyim de elçilerin ne ile döneceklerine bakayım' dedi. Sü ley mana geldikleri zaman Süleyman; 'Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz? Allah 'in bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Ama belki de siz hediyenizle sevinirsiniz. Onlara dön! Andolsun ki güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız' dedi. Süleyman: "Ey İleri gelenler! Bana teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin tahtım yanıma getirebilir? dedi. Cinlerden bir ifrit: 'Sen yerinden kalkmadan önce sana onu getiririm; buna karşı güvenilir bir güce sahibim' dedi. Kitabın bilgisine sahip olan biri: 'Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm' dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşivermiş görünce: 'Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbımın lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerem sahibidir' dedi." (Nemi, 34-40).


Hakkı hemen benimsemesi


"Süleyman: 'Tahtını onun tanı yamayacağı hale getirin, bakalım tanıyabilecek mi? Yoksa tanıyamayacak mı?' dedi. Kraliçe geldiğinde: 'Senin tahtın böyle miydi?' denildi. O da: 'Sanki odur, daha önce bize bilgi verilmişti ve teslim olmuştuk dedi. Kraliçeyi o zamana kadar alıkoyan Allah'tan başka taptığı şeylerdi; çünkü kendisi inkarcı bir millettendi. Ona: 'Köşke gir1 denildi; salonu görünce onu derin bir su zannetti, eteğini çekti. Süleyman: 'Doğrusu bu camdan yapılmış parlak bir salondur' dedi. Kraliçe: 'Rabbim! Şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman la birlikte alemlerin Rabbine teslim oldum' dedi." (NahI, 41-44). [86]




İmran'in Kızı Meryem



Annesinin karnındayken, Allah'a adanması


"İmran'in karısı: 'Ya Rabbi! Karnımda olanı sadece sana hizmet etmek üzere adadım, benden bunu kabul buyur. Doğrusu işiten ve bilen ancak Sensin' demişti. Onu doğurduğunda, -Allah, onun ne doğurduğunu bilirken-Ya Rabbi, kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Ben ona Meryem adını verdim. Ben onu da soyunu da kovulmuş şeytandan sana ısmarladım dedi." (Âl-i İmran, 35-36).


İmran'ın karısı, dünya uğraşlarından sıyrılarak, Allah'ın evine yani


Mescid-i Aksa'ya hizmet etmesi için karnındaki çocuğu Allah'a adamıştı.


Kocası İmran da kendisi hamile iken ölmüştü. Bir kız çocuğu doğunca -o


erkek istiyordu. Çünkü Allah'ın evine hizmet için erkek çocuk adamıştı- "Ey Rabbim! Ben kız çocuğu doğurdum. Benim istediğim erkek, senin verdiğin kız gibi değildir. Erkek hizmete adanır; fakat kızın güçsüz olmasından dolayı hizmete adanması uygun olmaz" dedi. Böyle dedikten sonra adağını yerine getirmekteki aciziğinden dolayı Özür diledi. Halbuki Allah Teala erkeği de yaratır, dişiyi de. Annenin kalbi huzur buldu ve nezri kabul edildi.


Meryem, itaatkâr ye sadık bir kuldu. Bu yönüyle erkekleri fersah fersah geride bırakmıştı. İmran'ın kadını hamile kalınca karnındaki yavrusunu ve onun neslinden gelecek olanları kovulmuş şeytandan koruması için Allah'a


ısmarladı. Allah Teala da onun isteğini kabul etti, Rasulü de: "Meryem ve oğlu hariç, her insana anasından doğduğu gün şeytan dokunmuştur" diyerek bunu doğruladı.


Allah Teala adağı güzel bir şekilde kabul buyuruyor Allah Teala şöyle buyuruyor:


"Rabbi onu güzel bir kabulle karşıladı. Güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Onu Zekeriyya'nın himayesine bıraktı. Zekeriyya mabedde onun yanına her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu. 'Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?' deyince o da: 'Bu Allah'ın kalındandır' cevabını vermişti. Doğrusu Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. Orada Zekeriyya Rabbına dua etti: Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet, doğrusu sen duayı işitirsin. (Âl-i İmran, 37-38).


Böylece (Meryem) son derece büyük ikramlara kavuştu. Zekeriyya (a.s.) Meryem'in bu durumuna çok şaşırdı. "Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?" dedi. O nimetler Zekeriyya'ya da verildi. Çünkü O: "Ya Rabb! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet doğrusu sen duayı işitirsin" diyerek Allah'tan örnek bir zürriyet istemişti.


Hz. Meryem'in Hz. isa'ya hamile kalması:


"Ey Muhammedi Kitab'ta Meryem'i de an. O ailesinden ayrılarak doğu yönünde bir yere çekilmişti. Sonra insanlardan gizlenmek için bir perde germişti. Cebrail'i göndermiştik de O'na tam bir insan olarak görünmüştü. Meryem: 'Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen senden Rahman1 a sığınırım" dedi. Cebrail: 'Ben, temiz, bir oğlan bağışlamak için Rabbının sana gönderdiği elçiden başkası değilim' dedi. Meryem: 'Bana bir insan temas etmemişken, ben kötü bir kadın da olmadığım halde nasıl oğlum olabilir?' dedi. Cebrail: 'Bu böyledir, çünkü Rabbın, "bu bana kolaydır, onu insanlar için bir mucize ve katımızdan bir rahmet kılacağız; hem de bu Önceden kararlaştırılmış bir iştir' diyor dedi. "Meryem, oğlana gebe kaldı; O haliyle uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacının dibine gitmeye mecbur etti. "Keşke ben bundan önce ölmüş olsaydım da unutulup gitseydim' dedi. Onun altından bir ses kendisine şöyle sestendi: "Üzülme, Rabbın, alt tarafında bir su arkı varetti. Hurma dalını kendine doğru silkele. Üzerine olmuş taze hurma dökülsün. Ye iç, gözün aydın olsun! Eğer İnsanlardan birini görürsen: Ben, Rahman için susma orucu adadım. Bu gün hiçbir insanla konuşmayacağım de. Nihayet çocuğu olup kavmine getirdi de kavmi ona: Ey Meryem! Gerçekten sen kimsenin yapmadığı bir şeyle geldin. Ey Harun'un kız kardeşi, baban kötü bir adam değildi, annen de fahişe değildi. Meryem konuşmaları için onu gösterdi. Dediler ki: 'Beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?' Çocuk: 'Ben Allah'ın kuluyum dedi.' O bana kitap verdi beni peygamber yaptı" (Meryem, 16-30).


Yahudilerin kendisine erkek dokunmamış Meryem'e iftira etmeleri


"Sözlerini bozmalarından, Allah'ın âyetlerini inkâr etmelerinden, haksız yere peygamberlerini öldürmelerinden ve 'kalblerimiz kılıflı' demelerinden, fakat inkârlarından dolayı Allah, onların kalblerinin üzerine mühür vurmuştur. Artık pek az inanırlar. Küfürlerinden ve Meryem'e büyük bir iftira atmalarından." (Nisa, 155-156).


Allah Teala, Meryem'i dünya kadınlarına örnek göstermiştir


"Melekler demişti ki: Ey Meryem! Allah seni seçti, temizledi ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı. Ey Meryem! Rabbına divan dur, secde et, onun huzurunda eğilenlerle beraber sen de eğil." (ÂI-i imran, 42-43). Görüldüğü gibi Yüce Allah, kimi erkekleri seçtiği gibi kadınları da seçerek, onların derecelerini kat kat yükseltti. Bak! Rasulullah ne buyuru­yor: "Allah, imran kızı Meryem ile Fir'avn'un hanımı Asiye dışında hiçbir kadını mükemmel kılmadı." [87]


Yüce Allah, Meryem'i numune bir önder kılmıştır Allah Teala buyuruyor ki:


"Allah, inananlar hakkında da Fir'avn'un karısını misal verdi. O şöyle demişti: "Rabbım, bana katından cennetin içinde bir ev yap. Beni, Fir'avn ve onun kötü işinden kurtar, beni şu zalimler topluluğundan kurtar.' Yine Allah, inananlara İmran'ın kızı Meryem'i de misal verdi. O, ırzını korudu, Biz de ona ruhumuzdan üfledik. O, Rabbımn kelimelerini ve kitaplarını doğruladı ve gönülden itaat edenlerden oldu." (Tahrim, 11-12). [88]




BUHARI VE MÜSLİM'DE GEÇEN KADININ ŞAHSİYETİ İLE İLGİLİ BAZI HADİSLER



RASULULLAH şöyle buyurur:


"Kadınlar erkeklerin birbirini tamamlayan diğer yarılandır."[89]


Ömer b. Hattab der ki:


"Allah'a yemin olsun ki, biz, cahiliye döneminde kadınlara hiç değer vermezdik. Yüce Allah onlar hakkında vahiy gönderdikten ve onlara bazı şeyleri verdikten sonra, biz de kadınlara değer vermeye başladık."[90]


İkinci bir rivayette ise:


"Biz, cahiliye döneminde kadınları adamdan saymazdık. İslam gelip, yüce Allah kadınları anınca onların da bizim üzerimizde haklarının olduğu­nu gördük."[91]




Kadının Şahsiyetinde Bağımsızlığı



Kadın, Allah'ın davetine erkeklerle beraber ilk günden itibaren muha-tab olmuştur


Ebu Hureyre'den gelen bir hadiste:


"En yakın akrabalarını Allah'ın azabıyla korkut"  âyeti inince, Rasulullah kalktı: "Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi koruyunuz. Allah katında sizin için hiçbir şeye mâlik değilim. Ey Abdimenaf oğulları! Allah katında sizin için hiçbir şey yapamam. Ey Abdülmuttalib'in oğlu Abbas! Senin için Allah katında birşey yapamam. Ey Allah elçisinin halası Safıyye! Allah katında senin için birşey yapamam. Ey Muhammed kızı Fatıma! Malımdan dilediğin kadar al. Senin için de Allah katında birşey yapamam."[92]


Kadının kocasından önce yeni dine girişi: Abdullah b. Abbas der ki:


"Ben ve annem, müstaz'aflardan idik. Ben çocukların, annem ise kadın­ların ezilenlerinden idi."[93]


Buhari bu habere şöyle bir şerh düşmüştür: "İbn Abbas annesiyle beraber mustazaflardandı. Babasıyla beraber halkının dini üzere kalmadı."


İbn Hacer, hadisin şerhinde şöyle der:


"İbni Abbas'ın annesinin adı Lübabe binti Haris el-Hilaliye'dir. Künyesi Ümmü Fadl'dır. Bunun sebebi ise ilk oğlunun Fadl ismini taşıması­dır. Buhari'nin: 'Babası ile beraber halkının dini üzere kalmadı' sözü, Abbas'ın müslüman oluşunun Bedir savaşından sonra olması sebebiyledir. Gerçi bu tarih üzerinde tartışma vardır. Sahih olan Abbas'ın Mekke'nin fethi yılının ilk yarısında hicret ettiği ve Nebi (s.a.v.) ile fethe katıldığıdır. Allah en doğrusunu bilir."[94]


Kadının, kavmini yeni dine iman etmeye çağırması:


İmran b. Husayn'dan: "Onlar Nebi (s.a.v.) ile beraber gecenin ilk bölü­münden son kısmına kadar yürüyorlardı. Son bölümünde uyku bastırmaya başlayınca güneş yükselinceye kadar uyuyorlardı. Uykusundan ilk uyana-nan Ebu Bekir oluyordu. Ancak o, Nebi'yi uykusundan uyanıncaya kadar uyandırmıyordu. Daha sonra Ömer uyandı. Ebu Bekir kalkıp onun yanıbaşı-na oturdu. Sesini yükselterek tekbir getirmeye başladı. Ve Nebi (s.a.v.) uyandı. Bize öğle namazını kıldırdı. Fakat içimizden biri namaza katılmadı. Namaz bitince Rasulullah onu: "Ey falanca, niçin bizimle namaz kılmadın?" dedi. Adam 'cünüp oldum' karşılığını verince, Rasulullah temiz toprakla teyemmüm etmesini ve namazını kılmasını emretti. Rasulullah, beni önünde bulunan bir hayvana bindirdi. Yola devam ettik ve çok susadık. Giderken, ayaklarını iki su tulumu arasına sarkıtmış bir kadın gördük. Ona dedik ki: 'Nerde su var?' Kadın: 'yakınlarda su yok' dedi. 'Su çok uzakta mı?1 diye sor­duk. Kadın: 'Bir günlük mesafededir' dedi. Kadına dedik ki: 'Rasulullah'ın yanına var, git.' Kadın 'Rasulullah da kim?' dedi. Kadın hakkında hiçbir bilgimiz yoktu. Rasulullah'ın yanma vardık. Bize söylediğini ona da söyledi. Ayrıca yetimleri olduğunu da anlattı. Rasulullah su tulumlarının, yanına ge­tirilmesini istedi. Tulumları getirdik. Rasulullah su tulumlarının ağzını mes­netti. Hemen ardından da tulumlardan su taşmaya başladı. Kırk kişi doyana kadar bu sudan içtik. Develeri sulamamıştık; ama, bütün tulum ve mataraları doldurduk. Kadın kabları doldurduktan sonra Rasulullah: 'Yanınızda olan yiyecekleri getirin1 diye buyurdu. Kadına bir miktar hurma verildi ve kadın evine döndü. Evine varınca ev halkına: 'İnsanların en sihirbazını -başka bir rivayette ise Allah'ın peygamberi olduğunu söylenen kişiyi- gördüm dedi. Bu sayede Allah'ın dini o topluma da ulaştı. O ve ev halkı hemen müslüman oldu."[95]Diğer bir rivayette ise bundan sonra müslümanlar çevrelerinde bu­lunan müşrikleri İslam'a teşvik etmeye başladılar. Kadının kavmine varma­dılar. Kadın birgün kavmine dedi ki: 'Gördüğüm kadarıyla bu insanlar sizi zoraki müslüman yapmıyorlar. Müslüman olmayacak mısınız? Kadının bu teklifini kabul edip hepsi müslüman oldu."[96]




Kadının Eğitim Ve Öğretim Hakkı



Sorumluluklarını yerine getirmesine yardımcı olabilecek düzeyde bir eğitim:


Hz. Aişe'den nakledildiğine göre Rasulullah şöyle buyurmuştur:


"Kim, bu kızlardan birine yardım eder, ihsan ederse bu onunla cehen­nem arasında bir perde olur."[97]


Eğitim ve öğretimden başka hangi iyilik, kadınlar için daha kıymetli­dir?


Ebu Burde'nin babasından rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah şöyle buyurmuştur:


"Bir adamın yanında küçük bir cariye olur, onu güzelce eğitir, öğretir, onu azad edip evlendirirse, onun için iki sevap vardır."[98]


Müslüman bir kimse, küçük bir cariye çocuğun eğitim ve Öğretiminden sorumlu olunca, kendi hür kız çocuğunun eğitim ve öğretiminden elbette sorumlu olur. Kişinin kızına verdiği güzel ahlâk ve faydalı ilim, en güzel a-zıktır. Güzel ahlâk değişmez; ama faydalı bilginin çeşidi ve ölçüsü asırdan aşıra değişir.


İbn Cüreyh, Ata yoluyla Cabir b. Abdullah'tan şöyle nakleder: "Ramazan bayramında Rasulullah kalktı ve bayram namazını kıldı. Hutbeye çıkıp dua ettikten sonra hutbe okudu. Hutbe bitince kadınların yanına varıp, Hz. Bilal'ın koluna dayanarak onlara öğüt verdi. Hz. Bilal ise kadınların sadakalarını bırakmaları için elbisesini yere serdi. İbn Abbas'tan gelen diğer bir rivayette ise Rasulullah: Kadınlar hutbeyi duymadılar endişesiyle onlara öğüt verip sadaka vermelerini emretti."[99]


İbn Cüreyc, Ata'ya dedi ki: "Sana göre namaz kıldıran kişi kadınlara öğüt verebilir mi?" Ata: "Bu imamların görevidir. Onlara ne oluyor da yapmıyorlar! "dedi.''[100]


Rasulullah -kadınların en arka safta olmaları sebebiyle- hutbeyi duy­madıklarını anlayınca, eğitim ve öğretim haklarını yerine getirmek için on­lara öğüt verdi. Allah, kadınlara öğüt vermeyi, onları eğitmeyi vacip gören Ata'ya rahmet etsin. Ne var ki daha sonraki asırlarda İmamlar bu vazifeyi ih­mal etmişlerdir.


Kadının yükümlülüklerini en iyi şekilde yapması için eğitim ve öğreti­mini gerekli gören bunca nassların yanında şöyle temel bir kural daha vardır: Vacibi tamamlayan şey de vaciptir. Buna göre kadının yükümlülükleri ya vaciptir ya menduptur.


Kadının hadis rivayet etmesi ve insanlara öğretmesi


Hafız Zehebî der ki:


Hiçbir kadının yalan hadis rivayet ettiği bilinmemektedir.[101]


İmam Şevkânî der ki: "Alimlerden hiç birinin, ravisi kadındır diye bir hadisi reddettikleri nakledilmemiştir. Ümmetin yalnızca bir kadın sahabiye-den rivayetle kabul ettiği pek çok hadis vardır. Bu gerçeği az da olsa ilimden nasiplenen hiç kimse inkâr edemez."


Hz. Aişe, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu haber verir:


"Kim bizim bu işimizde olmayan bir şeyi ihdas ederse, o reddedilmiş-tir."[102]


Yine Hz. Aişe'den:


"Rasulullah ayakkabı giymek, başını taramak gibi bütün temizlik işleri­ne sağdan başlardı."[103]


Yine Hz. Aişe anlatıyor: "Rasulullah kapının önünde yüksek sesle tartışan iki kişiyi duydu. Biri diğerinden yardım etmesini ve malın fiyatını düşürmesini isteyince, öteki: 'Vallahi yapmam1 diyordu. Rasulullah onların yanına gitti: 'Allah adına aşırı yemin eden, iyi olanı yapmayan nerede?' dedi. Adam: 'O benim ey Allah'ın Rasulü, artık arkadaşımın hoşlandığı neyse o olsun' dedi."[104]


Hz. Hafsa anlatıyor: "Rasulullah'ı -vefat ettiği yıl dışında- nafile na­mazlarını oturarak kıldığını hiç görmedim. O sene nafile namazlarını otura­rak kılar, okuduğu âyetleri tertil üzere okur, öyle ki âyetleri daha önceki yıllarda kıldığı nafile namazlarında okuduğundan uzun okurdu."[105]


Ümmü Seleme der ki: "Rasulullah, kapısının önünde tartışan kişileri gördü. Onların yanma vardı ve: 'Ben ancak bir beşerim, bana bir dava gelir, belki sizden biri o davayı bana daha iyi anlatır, ben de onun lehine hükmede­rim. Kime, müslüman kardeşinin hakkını vermişsem o, ancak cehennemden bir ateştir. İster onu alsın, isterse bıraksın."[106]


Zeyneb bint Cahş diyor ki: "Rasulullah bir ara ürpererek, 'Allah'tan başka ilah yoktur. Yakında gelecek kötülük Araplar için ne acı!' (Baş parma­ğıyla şehadet parmağını halka yapıp birleştirerek): 'Bugün Ye'cüc ve Me'cüc şeddinden bir delik açıldı' buyurdular. Bunun üzerine Zeynep bint Cahş: "Ey Allah'ın Rasulü aramızda salihler varken biz de helak olur muyuz?" dedi. Rasulullah: "Evet, kötülük artarsa..."[107] buyurdular.


Ümmü Habibe bir duasında: "Ey Allah'ım, beni kocam Rasulullah, babam Ebu Süfyan, kardeşim Muaviye'ye faydalı kıl" dedi. Bunu işiten Hz. Peygamber: (Ey Ümmü Habibe) Allah'tan belirli ecelleri, sayılı günleri ve dağıtılmış rızıkları istedin. Hiçbir şey zamanından Önce gelmez, zamanından sonraya da kalmaz. Allah Teala'dan seni cehennem, yahut kabir azabından korumasını isteseydin senin için bu daha iyi, daha güzel olurdu. Ravi Mis'ar diyor ki: Ümmü Habibe, Rasulullah'ın yanında maymunlardan, zannıma göre domuzlardan bahsetti de Rasulullah: 'Allah, asli sureti bozu­lan hayvanlara zürriyet vermemiştir. Maymun ve domuzlar bundan önce de vardı"[108] bayurmuştu.


Cüveyriye anlatıyor: Rasulullah, sabah namazını kılmak için namazda bulunan Bekre'nin yanından ayrıldı. Namazdan sonra geldiğinde gördük ki Bekre hâlâ orada oturuyor. Ona dedi ki: "Hâlâ seni bıraktığım şekilde mi oturuyorsun?" Bekre: "Evet ya Rasulullah" dedi. Bunun üzerine Rasulullah: "Şu dört bölümden oluşan cümleyi üç defa okusaydın, şimdiye kadar oku­duklarından sevabı daha ağır olan şeyi okumuş olurdun. Sübhanellahi ve hihamdihî adede halkihi ve vida nefsihi ve zinete arşihi ve midade kelimati-hi: Yaratıkları sayısınca, kendi rızasına uygun olarak, arşının ağırlığı ölçüsünde ve kelimeleri sayısınca Allah'a hamdeder, O'nu bütün noksanlık­lardan tenzih ederim" buyurdu.[109]


Safiyye bint Huyey'den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Safiye, Rasulullah'ı Ramazan'ın son on gününde mescidde itikaf ederken ziyaret e-der. Rasuluîlah'm yanında bir saat kalır, evine dönmek için kalkınca Rasu­lullah da onunla beraber kalkar. Ümmü Seleme'nin odasının önündeki mescid kapısına varınca ensardan iki kişi görür. Rasulullah'a selam verirler. Hz. Peygamber onlara: 'Yavaş olun (aklınıza birşey gelmesin), o Safîye bint Huyey'dir1 deyince, onlar: 'Ey Allah'ın Rasulü seni tenzih ederiz' derler." Hz. Peygamber: 'Şeytan, kan gibi insanın vücudunda dolaşır. Kalbinize kötü bir şey gelmesinden endişe ettim' der."[110]


Meymune (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah, secdeye varınca kollarını ve dizlerini karnından uzaklaştırırdı. Yani arkasından koltuk altlarının beyazlığı görünecek kadar açardı. Oturunca da sol dizi üzerine otururdu."[111]


Esma bint Ebibekr, Rasulullah'm şöyle dediğini nakleder:


"Ben, havzın başında sizden ve benden sonra gelen insanlardan bana kavuşacak olanları beklerken: 'Ya Rab benden ve benim ümmetimden olan­lar kimlerdir' dedim. Denir ki: 'Senden sonra neler yaptıklarını bilyor musun? Allah'a andolsun ki halen topukları üzeri geri dönüyorlar."[112]


Yine Esma diyor ki: "Güneş tutulduğunda, köle azad etmekle emrolun-duk. Diğer bir rivayette ise 'Rasulullah, güneş tutulunca köle azad etmeyi emretti' şeklindedir."[113]


Ümmü Süleym'den gelen bir rivayette: "Rasulullah, Ümmü Süleym'in yanına gelir, bir süre kaldı. Ümmü Süleym döşek yaptı, Rasulullah üzerinde bir süre uyudu. Rasulullah çok terledi. Ümmü Süleym, terini bir şişeye sıktı. Rasulullah ona: 'Ey Ümmü Süleym, o da ne? diye sordu. "Terindir, bunu kendi kullandığım kokuya katıyorum" dedi.[114]


Ümmü Atiyye diyor ki: "Rasulullah ile beraber yedi gazaya katıldım. Ordunun gerisinde kalır, onların yemeklerini yapar, yaralıları tedavi eder ve hastalarla ilgilenirdim."[115]


Abdullah b. Mes'ud'un hanımı Zeyneb anlatıyor: "Allah Rasulü bize dedi ki: 'Sizden biri mescide gideceği zaman kesinlikle koku sürünmesin."[116]


Ümmü Şerik'in anlattığına göre Rasulullah, akrepleri öldürmesini kendisine emretmiştir."[117]


Havle bint Hakim, Rasulullah'tan şöyle duyduğunu söyler: "Kim, evine girince 'euzu bi kelimatillahı't-tammati min şerri ma halaka' derse evinden ayrılana kadar hiçbir şey ona zarar veremez."[118]


Ümmü Husayn anlatıyor: "Rasulullah'la beraber Veda Haccı yaptım. Rasulullah çok şey söyledi. Bir ara dedi ki: 'Size, Allah'ın kitabıyla hükme­decek, burnu kesik -ravi diyor ki: zanettiğime göre siyahi- bir köle bile emir olsa, ona kulak verin, ona uyun."[119]


Ümmü Gülsüm bint Ukbe diyor ki: "Rasulullah'ın şöyle dediğini işit­tim: Hayrı söylemek yahut hayrı çoğaltmak suretiyle insanların arasını düzelten kişi yalancı değildir."[120]


Ümmü Hani anlatıyor: "Fetih yılında Rasulullah'ın yanına gittim. Vardığımda Rasulullah yıkanıyor, kızı Fatıma'da O'nu saklıyordu. Selam verdim. Rasulullah: 'Kim o?' dedi. Ben de: 'Ebu Talib'in kızı Ümmü Ha-ni'yim' dedim. O zaman: 'Hoş geldin Ümmü Hani1 dedi. Gusl abdestini aldık­tan sonra üzerinde tek bir elbise olduğu halde sekiz rek'at namaz kıldı."[121]


Fatıma bint Kays şöyle anlatıyor: "Kureyş gençlerinin en hayırlısı olan Muğire ile nikâhlıydım. Rasulullah'la beraber gittiği ilk savaşta şehid oldu. Bunun üzerine, Rasulullah'ın ashabından Abdurrahman b. Avf bana evlilik teklif etti. Daha sonra da Rasulullah, mevlası Usame b. Zeyd ile evlenmemi teklif etti. Bana: 'Kim beni severse Usame'yi de sevsin, buyurdu. Rasulullah, bana böyle söylediğinde ona dedim ki: 'Benim işim sana kalmış, dilediğin kimseyle nikâhla."[122]


Ümmü Hişam bint Harise b. en-Numan anlatıyor: "Kaf suresini, Rasulullah'ın dilinden ezberledim. O, her Cuma onunla nasihatta bulunurdu. Rasulullah bizim ışık kaynağımızdı; O'nun biricik ışık kaynağıysa, Kaf suresıydı.[123]


Rabi bint Muavvez şöyle anlatıyor: "Rasulullah, aşure tatlısını Ensar köylerime gönderdi ve: 'Kim oruçlu değilse günün geri kalan kısmında yesin. Kim de oruçlu ise orucunu tutsun' buyurdu. Biz ve çocuklarımız oruç tutuyor; çocuklarımıza, yünden oyuncaklar yapıyorduk. Açlık sebebiyle ağ­landıklarında iftara kadar dayanabilsinler diye onlara oyuncak veriyor­duk."[124]




Kadının Cemaatla Yapılan İbadetlere Katılması



Farz namazlarda: Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: "Mü'mine kadınlar, ipek ya da yünden dokunmuş bir elbiseye bürünerek sabah namazım Rasulullah'la beraber kılıyor, namaz bitince de evlerine dönüyorlardı. Sabahın köründe onları kimse tanımıyordu."[125]


Kusuf namazında: (Güneş tutulduğunda kılınan namaz): Esma bint Ebibekr anlatıyor: "Güneş tutulunca Aişe'nin yanına gittim. Gördüm ki Aişe de dahil herkes namaz kılıyordu. 'Bu insanlara ne oluyor?" diye sordum. Aişe eliyle göğe işaret ederek 'sübhanallah' dedi. Ben de 'ayet mi?' diye sor­dum. 'Evet' diye işaret etti. Ayakta durmaktan bayılacak kadar namaz kıl­dım. Bundan dolayı başıma su dökmeye başladım. Rasulullah geri dönünce Allah'a hamd ve sena etti ve şöyle dedi..."[126]


Cenaze namazında: Yine Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. "Sa'd b. Ebi Vakkas vefat edince, Rasulullah'ın hanımlarını, onun cenazesini uğurlayıp, namazını kılmaları için mescide gönderdim. Rasulullah'ın hanımları mesci­de gittiler; odalarının üzerinde durduğu kaide üzerinde cenaze namazını kıldılar."[127]


Kadınlar, aynı şekilde Rasulullah'ın cenazesine de katıldılar. İmam Nevevi der ki: "Cumhurun üzerinde ittifak ettiği gerçek şudur: Mü'minler, Rasulullah'ın cenaze namazını fert fert kılmışlardır. Bir grup namazı kılıp çıkıyor, sonra bir başka grup içeri girip cenaze namazını kılıyorlardı. Daha sonra kadınlar ve sonra da çocuklar aynı şekilde cenaze namazını kıldılar."[128]


İtikafta: Yine, Rasulullah'ın hanımı Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. "Rasulullah, vefat edinceye kadar Ramazan'ın son on gününü İ'tikafla geçi­rirdi. Daha sonra, O'nun ardından hanımları da i'tikafa girdiler."[129]


Hac'da: Ümmü Seleme anlatıyor: "Rasulullah'a hasta olduğumu bildirince bana: insanların gerisinde, binitli olarak tavaf et1 buyurdu. Ben de hemen tavaf ettim. Rasulullah Ka'beye doğru namaza durmuş, Tur suresini okuyordu."[130]


Ümmü Fadl bint el-Haris'ten rivayet ediliyor: "Ümmü Fadl'ın yanında insanlar, arefe günü Rasulullah'ın oruç tuttuğu konusunda ihtilaf ettiler. Kimileri, Rasulullah oruç tutardı, kimileri de tutmazdı1 dediler. Ümmü Fadl dedi ki: 'Rasulullah, devesinin üzerindeyken ona bir bardak süt gönderdim o da içti."[131]


Yahya b. el-Husayn ninesi Ümmü Husayn'dan naklediyor ve diyor ki: "Ümmü Husayn'ı şöyle derken işittim: 'Veda haccını Rasulullah'la birlikte yaptım. Onu Cemretu'l-Akabe'ye taşı atıp geri dönerken gördüm."[132]




Kadınların Umumi Törenlere Katılması



Düğünlerde: Enes (r.a.) anlatıyor. "Rasulullah, kadınların ve çocukla­rın da düğüne geldiğini görünce ayağa kalktı ve: 'Allah şahidim ki, siz bana insanların en sevimlisisiniz" buyurdu. Bu sözü üç defa tekrarladı."[133]


Sehl (r.a.) şöyle anlatıyor: "Ebu Üseyd es-Sa'idi düğün yemeği verince Rasulullah'ı ve ashabını davet etti. Onlara Ümmü Useyd yemek hazırladı ve ikram etti. Ümmü Useyd, bir kabın içine ısladığı hurmaları ikram etti. Rasulullah hurmaları yedikten sonra da su verdi. Böylece O'na Özel muame­le etti."[134]


Bayramlarda: Ümmü Atıyye şöyle naklediyor: "Bayram günü dışarı çıkmakla emrolunduk. Hatta genç kızlar, hayızlı kadınlar bile dışarı çıktılar. Erkeklerin arkasında, onlarda tekbir getirerek, dua ediyor ve bu günün hürmetine günahlarından temizlenmek istiyorlardı.[135] Başka bir rivayette ise: "Hayırda bulunuyor, müminlerin duasına iştirak ediyorlardı."[136]


Hz. Aişe şöyle anlatıyor: "...Bayram gününde iki zenci, kılıç-kalkan oynuyordu. Ben cevazını sorunca, Rasulullah da bana: 'Seyretmek ister mi­sin?' diye sordu. "Evet, dedim". Bunun üzerine beni yanına aldı. Rasulullah'ın sırtına yaslandım. Rasulullah 'Ey Habeşoğullan istediğiniz gi­bi oynayın' dedi. Seyretmekten usanınca: 'Bu kadar yeter mi?" diye sordu. Ben 'yeter' deyince 'haydi gidelim' buyurdu."[137]


Karşılama törenleri: Hz. Ebubekir der ki: "Hicret günü, geceleyin Me­dine'ye girdik. Erkekler-kadmlar evlerin damlarına çıkmış, köleler, cariyeler yollara düşmüş: 'Ya Muhammed, ya Rasulallah! Ya Muhammed, ya Rasulallah!" diye bağınyorlardı."[138]




Kadının Toplum Hizmetine Katılması



Törenlerde erkeklerle yardımlaşması: Abdülvahid b. Eymen, babasından şöyle nakleder: "Hz. Aişe'nin yanına vardım. Üzerinde değeri beş dirhem olan (pamuklu bir) ev kıyafeti vardı. Bana: 'Cariyeme bak' dedi. Ona bak, çünkü o bu elbiseyi evde giymekten hoşlanıyor. Rasulullah döneminde benim elden ele dolaşan bir elbisem vardı. Kadınlardan kim o elbiseyi giyerse ücretini gönderirdi."[139]


Elçilere yemek ve kalacak yer gösterilmesi: Fatıma bint Kays diyor ki: "... Ümmü Şerik, Ensarın zengin kadınlarındandı. Allah yolunda bolca nafaka verirdi. Evine bir çok misafir gelirdi..."[140]


Sıhhi Bakım: Ümmü'1-Ala anlatıyor: "...[141] Osman b. Maz'un evimizde rahatsızlandı. Vefatına kadar bakımıyla ilgilendim." [142]




Sosyal Hizmette Kadın



İnkarcı toplumu terkederek hicret etmesi: Mervan ve Misver b. Mahreme şöyle der: "... Hicret eden mü'min kadınlar geldiler. Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Ümmü Gülsüm de o gün Rasulullah'ın yanına varan kadınların arasındaydı. Bu sıralarda Ümmü Gülsüm evlenme çağındaydı. Ailesi, onu geri almak için Rasulullah'a geldiyse de Rasulullah onu onlara geri verme­di."[143]


Savaş halinde devletin emniyetini korumak için yönetici seçmesi: İbn Ömer diyor ki: "Hafsa'nm huzuruna girdim. Bana dedi ki: 'Biliyor musun baban arkasında bir halef bırakmadı.' 'Niçin bıraksın?' karşılığını verdim. Bunun üzerine Hafsa 'yapmalı' deyince İbn Ömer: 'Bu konuda onunla konuşmaya yemin ettim...' dedi."[144]


Zalim yöneticiye karşı durmak: Ebu Nevfel anlatıyor: "Abdullah b. Zübeyr'in ölümünden sonra Haccac b. Yusuf es-Sekafi, Esma bint Ebi Bekr'in yanına varır. Ona der ki: 'Allah'ın düşmanına (Abdullah b. Zübeyr) yaptığımı nasıl görüyorsun?' Esma: 'Sen onun dünyasını yıktın, o da senin ahiretini. Rasulullah, Sakif kabilesi arasından bir yalancı bir de kan dökücü kişi çıkacağını haber vermişti. Yalancıyı tanıyoruz (Muhtar b. Ebi Ubeyd es-Sekafi). Kan dökücü ise senden başkası değildir' karşılığını verince, bir daha dönmemek üzere kalkıp gitti."[145]




Savaşlarda Fıtrî İşler Yapmaları



Yemek, tedavi, ölü ve yaralıları taşıma konusundaki çalışmaları: Rebi bint Muavvez diyordu ki: "Biz, Rasulullah'la beraber savaşlara katılır, orduya su temin eder, onlara hizmet eder, yaralı ve ölüleri Medine'ye taşırdık."[146]


Arka saflarda yemek ve hasta bakımı gibi konulardaki çalışmaları: Ensardan Ümmü Atıyye şöyle der: "Rasulullah'la beraber yedi savaşa katıldım. Arka saflarda kalır, yemek yapar, yaralıların yarasını sarar, hastalara bakardım."[147]




Kadınların Aile Sorumluluklarını Aksatmadan Özel Bir İşte Çalışabilmeleri



Ziraat işinde:Cabir b. Abdullah şöyle der: "Halam, kocasından boşa­nınca, iddet döneminde kendi hurmalarının meyvesini toplamak ister. Fakat birisi onu bu işten alıkor. Rasulullah'ın yanına gider ve durumu anlatır. Rasulullah ona: 'Hayır, hurmanı topla. Belki onu tasadduk edersin veya iyi bir işte kullanırsın' buyururdu."[148]


Hayvan gütmesi.Sa'd b. Muaz der ki: "Ka'b b. Malik'in cariyesi, Sel dağında koyun güderdi. Hissesine bir koyun düşmüştü. Onu da taşla bağla­mıştı. Bu hayvanın etinin yenilip yenilmeyeceği Rasulullah'a sorulunca 'ondan yiyin' buyurdu."[149]


Hasta bakımı :Hz. Aişe şöyle demiştir: "Hendek günü, Sa'd, yaralandı... Rasulullah, onu daha sık ziyaret edebilmek için mescide bir ça­dır kurdurdu."[150]


İbn Hacer anlatıyor: "Rasululah, Sa'd'ı mescidin yanındaki Refide'ye ait çadıra yerleştirdi. O, yaralıları tedavi eden bir kadındı. Şöyle demişti: "Sa'd'ı o kadının çadırına koyun ki sık sık onun yanına uğrayayım."[151]


Ailede kadın


Saliha bir kadın, dünya nimetlerinin en hayLrlısıdır: Abdullah b. Ömer, Rasuluîlah'ın şöyle dediğini nakleder: "Dünya, bir meta'dır. Bu meta'lann en hayırlısı da saliha bir kadındır."[152]


Kadının eşini seçme hakkı


Ebu Hureyre, Rasulullah'tan şöyle nakleder: "Dul kadına danışılma­dan, bekar kızdan da izin alınmadan evlenilmez.[153]




Aile Mesuliyetlerinin Karı-Koca Arasındaki Dağılımı



Erkeğin sorumlulukları


1.  Aile reisliği: İbn Ömer'den gelen bir hadiste, Rasulullah şöyle buyurmuştur: "... Erkek ailenin reisidir ve ondan sorumludur."[154]


2.  Ailenin nafakasını temin etmek: Cabir'den gelen bir hadiste Rasulullah şöyle buyurmuştur: "... Kadınların nafaka ve giyeceklerini en güzel şekilde temin etmek sizin vazifenizdir." [155]


Kadının sorumlulukları


1.  Çocukların eğitimi: İbn Ömer, Rasulullah'in:"... Kadın çobandır. Ailesine, kocasına ve çocuklarına karşı sorumludur"[156] diye buyurduğunu rivayet etmiştir.


2. Ev islerini yapmak: İbn Ömer'den gelen bir hadiste, Rasulullah: "...[157] Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve ondan sorumludur" buyurmuştur. [158]




Vazifelerin İfa Edilmesinde Karı-Kocanm Yardımlaşması



Evin idaresi konusunda: Ömer b. Hattab diyor ki: "Allah'a yemin olsun ki cahiliyye döneminde kadınlara hiç değer vermezdik. Kadınlarla ilgili âyetler nazil olduktan sonra onlara hakları verildi. Bir ara bir işi düşünürken hanımım bana: 'Şöyle şöyle yapsaydın' deyince; 'seni ilgilendiririni?" dedim. Hanımım: 'Aşkolsun sana ey Hattab'ın oğlu! Sana fikir verilmesini istemez misin? Baksana kızın, Rasulullah'ı gün boyu öfkelendirecek işlerde bile ona fikir veriyor, dedi."[159]


Ömer b. Hattab diyor ki: "... Biz Kureyşliler, kadınlara baskı yapardık. Ensar'm yanma gelince erkeklere baskı yapan kadınlarla karşılaştık. Kadınlarımız, Ensar kadınlarının huyunu aldı. Bir gün hanımım benden bir fikir sordu. Ben ise bunu hoş karşılamadım. Bana dedi ki: 'Rasulullah'in hanımları, ona fikir verirlerdi. Hatta hanımlarından biri, birgün Rasulullah'ı havanın kararma vaktine kadar evden uzaklaştırmıştı' deyince, kızdım.[160]


Hafız ibn Hacer der ki: "... Bu hadiste kadınlara baskı yapmak yasaklanmıştır. Çünkü Peygamberimiz Ensarın, kadınlarına muamelelerini benimsemiş, kendi kavminin muamelesini terketmiştir."[161]


Tasaddukta yardımlaşma: Ebu Said el-Hudri'nin bildirdiğine göre Rasulullah, Abdullah b. Mes'ud'un hanımı Zeyneb'e: 'Kocan ve çocukların sadaka verilmeye daha layıktır' buyurmuştur.[162]


Çocukların eğitiminde yardımlaşmak: Rasulullah, Abdullah b. Amr b. As'a: "Çocuğunun senin üzerinde hakkı vardır" demiştir.[163]


Ev işlerinde yardımlaşmak: Esved diyor ki: "Hz. Aişe'ye, Rasulullah'm evde ne yaptığını sordum. Hz. Aişe (ra) de: 'Ev işlerine bakar­dı, namaz vakti gelince camiye giderdi' cevabım verdi."[164]


Hafız ibn Hacer der ki: "İmam Ahmed'in ve İbn Sa'd'ın rivayet ettiği İbn Hıbban'ın da sahih gördüğü diğer bir hadiste Hz. Aişe şöyle der: 'Elbisesini diker, ayakkabısını onarır ve diğer erkeklerin evlerinde yaptığı şeyleri ya­pardı."[165]


Kadının kocasından ayrılma hakkı: İbn Abbas anlatıyor: "Sabit b. Kays'ın hanımı, Rasulullah'a geldi ve: 'ey Allah'ın Rasulü, Sabit'in dini ve ahlâkına diyeceğim yok. Lakin onu fiziki bakımdan çirkin gördüğümden nankörlük ve (hoş olmayan tavırlara girmekten) korkuyorum' dedi. Bunun üzerine Rasulullah: 'Ondan aldığın bahçeyi ona geri verir misin?' diye sordu. Kadın 'evet' deyince, sözkonusu bahçe Sabit b. Kays'a iade edildi. Rasulullah, Sabit b. Kays'a karısından ayrılmasını emretti."[166]


Hafız ibn Hacer der ki: "Bu hadisle önemli konulara temas edilmiştir. Eğer ayrılma isteği yalnızca kadından geliyorsa, hem hulû hem de fidye ca­izdir. Boşanma isteğinin her iki taraftan gelmesi kaydı yoktur. Bu, kadın kocasıyla yaşamak istemediği durumlarda meşrudur. Kocanın eşini yadır­gamaması ve ondan boşanma nedeninin bulunmadığını görmesi önemli değildir."[167] Bazı yerlerde "Hanımına zarar vermemesi" kaydı da mevcuttur.[168]


Kadı İbn Rüşd der ki: "Koca eşini sevmezse boşanma hakkı erkektedir. Kadın kocasını sevmezse hulü[169] hakkı kadındadır"[170]




Allah Teala'nın Kadını Övmesi



1. Ümmü Cüreyc: Ebu Hureyre, Rasıılullah'ın şöyle dediğini nakleder: "Beşikte sadece üç kişi konuşmuştur. Bunlardan biri Meryem'in oğlu İsa, diğeri Cureyc'e isnat edilen çocuktur. Cureyc ,abid bir zattı. Manastırda bulunurdu. Bir gün namaz kılarken annesi geldi ve: 'Ey Cureyc!' diye seslen­di. Cureyc 'Ey Rabbim! İşte annem, işte namazım" dedi. Namazına devam etti. Annesi dönüp gitti. İkinci gün namaz kılarken annesi yine geldi ve: "Ey Cüreyc!" diye seslendi. Cüreyc: 'Ey Rabbim! İşte annem işte namazım' dedi ve namazına devam etti. Annesi yine dönüp gitti. Üçüncü gün namaz kılar­ken yine geldi ve "Ey Cüreyc!" diye seslendi. Cüreyc, yine 'Ey Rabbim, işte annem işte namazım' deyince annesi: 'Ey Allah'ım! Fahişe kadın ona musal­lat olmadıkça onun canını alma' dedi. İsrailoğulları, Cüreyc'in durumunu ve ibadetini görüşürken, güzel bir fahişe kadın geldi ve: 'İsterseniz ona bir tuzak kurayım' dedi. Ravi Ebu Hureyre anlatıyor: Bu kadın, Cüreyc'e zina teklif ettiğinde O kabul etmedi. Bunun üzerine kadın, manastırda bulunan bir ço­bana vardı ve kendini ona teslim etti. Çobanla yaptığı ilişkiden hamile kalan kadının bir çocuğu oldu. "Bu çocuk, Cüreyc'indir" diye ilan etti. Bunun üze­rine İsrailoğulları Cüreyc'i manastırından çıkarıp manastırı yıktılar. Onu tar­takladılar. Bu duruma şaşıran Cüreyc: 'Size ne oluyor?' deyince İsrailoğulla­rı: 'Şu fahişe ile zina ettin de çocuğun oldu1 dediler. Cüreyc: 'Peki çocuk nerede?' diye sordu. Ona çocuğu gösterdiler. Cüreyc: 'Durun! Namaz kıla­yım" dedi. Namazım kıldıktan sonra çocuğun yanına vardı. Çocuğun ken­dinden olduğunu reddederek: 'Ey çocuk! Baban kimdir?' diye sordu. Çocuk: 'Filanca çobandır' karşılığını verince, İsrailoğulları Cüreyc'ten özür dileye­rek: 'Manastırını altından yapalım' teklifinde bulundular. Cüreyc: 'Hayır es­kisi gibi çamurdan yapın' dedi. Onlar da manastırı çamurdan yaptılar."[171]


2. Beşikte konuşan emzikli çocuk: Ebu Hureyre'nin bildirdiğine göre şöyle demiştir: "... Emzikli bir çocuk annesinden emerken yanından yakışıklı ve haşmetli bir süvari geçer. Çocuğun annesi: "Ey Allah'ım! Benim çocuğumu da böyle heybetli kıl" deyince, çocuk, memeyi bırakır, süvariye döner ve: 'Allah'ım! beni bunun gibi kılma' der ve yeniden emmeye başlar. (Ravi Ebu Hureyre diyor ki: "Rasulullah bize bunu anlatırken parmağını ağ­zına koyup çocuğun emdiğini temsil etmişti. Hâlâ Rasulullah'ın parmağını emdiğini görür gibiyim.)


Kadın çocuğunu emzirirken, yanlarından dayak yiyen bir cariye geçer. Cariyeye "fahişe, hırsız" derler. Cariye: "Allah bana yeter, o ne güzel vekil­dir" der. Bunu gören emzikli anne: "Ey Allah'ım! Çocuğumu bu cariye gibi yapma" deyince çocuk u^^sinin memesini bırakıp cariyeye dönerek, "Ey Allah'ım! Beni bunun gibi. ili1 der.


Ravi, yeniden hadise dönüyor. Emzikli kadın: "Vay başıma!" demiştir. Güzel görünüşlü bir adam yanımızdan geçince: '"Ey Allah'ım, çocuğumu da böyle güzel kıl" dedim. Çocuk ise: "Ey Allah'ım beni bunun gibi kılma dedi. Fahişe, hırsız diyerek dövdükleri cariye geçince Ey Allah'ım! çocuğumu böyle kılma dedim. Çocuk ise: "Ey Allah'ım beni bunun gibi kıl" dedi. Bunun üzerine çocuk şöyle dedi: Güzel görünüşlü bu adam zorbanın biriydi. Bu nedenle "Ey Allah'ım beni böyle yapma dedim. Fahişe, hırsız dedikleri cariye ne fahişe ne de hırsızdı. Bu nedenle "Ey Allah'ım! Beni de böyle kıl dedim."[172]




Kadının Kocası Tarafından Övülmesi



Hatice bint Huveylid:Ebu Hureyre'nin bildirdiğine göre Cebrail, Peygamberimize gelir ve: "Ey Allah'ın Rasulü! İşte Hatice... sana gelince ona Rabbından ve benden selam ilet" der.[173]


Aişe bint Ebu Bekir: Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre Rasulullah şöyle demiştir: "Ey Aişe! İşte Cebrail. Sana selam veriyor."[174]




Babanın Kızını Övmesi



Rasulullah'ın, kızı Fatıma hakkında Hz. Aişe'den gelen bir hadiste şöy­le rivayet ediliyor: Rasulullah, Fatıma'ya "Cennet ehli kadınların efendisi" ya da "mümin kadınların efendisi olmayı istemez misin?" [175]buyurdu. [176]




Rasulullah'ın Kadını Övmesi



Rasulullah'ın annesi: Ebu Hureyre anlatıyor: "Rasulullah, annesinin kabrini ziyaret etti. Kendi ağladığı gibi etrafında olanları da ağlattı ve: "Rab-bimden anneme istiğfar etmeyi istedim, fakat buna müsade edilmedi. Kabrini ziyaret etmek için izin istedim. O konuda bana izin verildi. Kabirleri ziyaret edin, kabir ziyareti ölümü hatırlatır."[177]


Rasulullah'ın hanımı: Hz. Aişe diyor ki: "Rasulullah'ın hanımlarından Hz. Hatice'yi kıskandığım gibi kimseyi kıskanmadım. Rasulullah onu çok a-nardı. Öyle ki koyun kestiğinde, parçalara ayırır; ondan Hz. Hatice'nin dost­larına gönderirdi. Rasulullah'a kaç defa: 'Yeryüzünde Hatice'den başka ka­dın yok mu?' diye serzenişte bulundum. Bana: 'O bir başkadır. Ondan çocuğum oldu' derdi."[178]


Rasulullah'ın kızı: Misver b. Mahreme'nin dediğine göre Rasulullah: "Fatıma, benden bir parçadır. Onu öfkelendiren beni öfkelendirmiştir" buyurmuştur.[179]


Hz. Aişe anlatıyor: "...Fatıma geldi onu gören Rasulullah, 'hoş geldin kızım' dedi. Sonra onu sağına veya soluna oturttu."[180]


Rasulullah'ın kız torunu: Ensardan Ebu Katade'nin bildirdiğine göre Rasulullah namaz kılarken, kızı Zeyneb ile Ebu'l-As b. Rebia b. Abdişşems'den olma torunu Ümame'yi omuzuna alır, secdeye giderken yere kor, ayağa kalkınca yeniden omuzuna alırdı.[181]


Allame Fekhani'nin şu yorumu ne güzel: Sanki Rasulullah, namazda torunu Ümame'yi omuzuna almakla kız çocuklarını yadırgamaya alışmış Arap geleneğini yıkmak istemekte, onlara karşı gelmektedir. Namazda, torununu omuzuna alması davranış olarak sözden daha etkilidir.[182]


Rasulullah'ın Dadısı .Enis'in bildirdiğine göre insanlar Rasulullah (s.a.v.)'a Kurayza ve Nadir'in (topraklan) fethedilinceye kadar hurma ağaç­lan verirlerdi. Kurayza ve Nadir alınınca muhacirin ihtiyacı kalmaması nedeniyle kavmim Rasulullah'a verdikleri şeyin tamamım veya bir kısmını geri almak için beni ona gönderdi. Rasulullah bu şeyleri daha önce Ümmü Eymen'e vermişti. Bunu duyan Ümmü Eymen, omuzuna örtüsünü alarak


gelir ve: "Hayır, o tek olan Allah'a yemin olsun ki, o bana vermiş olduğu şeyleri size geri veremez." dedi. Rasulullah Ümmü Eymen'e: "Onlarınkini ver, sana şu kadar vereyim" diye va'detti. Ümmü Eymen "vallahi olmaz" dedi. Sonunda Rasulullah Ümmü Eymen'e vereceği şeyin -zannediyorum-on katını verdi.[183]


Rasulullah'ın Ümmü Eymen'e yaptığı iyilik, bize Sa'd kabilesinden süt annesi Halime'yi hatırlatıyor. Ebu Davud, bu hadisi Ebu Tufeyl kanalıyla naklediyor. O şöyle anlatıyor: "Rasulullah'ı, Cirane bölgesinde et dağıtırken gördüm... Bir kadın geldi ve Rasulullah'a iyice yaklaştı. Rasulullah ridasıru yere serdi, kadın da onun üzerine oturdu. Ben: "Bu kim?' diye sordum. 'Bu Rasulullah'ın süt annesidir' diye karşılık verdiler.[184]


Diğer kadınlar: Enes anlatıyor: "Rasulullah, düğüne gelen kadınları ve çocuklan görünce ayağa kalktı ve üç defa 'en sevdiğim insanlar sizlersiniz" dedi."[185]


Yine Enes anlatıyor: Ensardan bir kadın çocuğuyla birlikte Rasulul­lah'ın yanına geldi. Rasulullah onunla konuştu ve iki defa: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun en çok sevdiğim insanlar sizlersiniz" dedi.[186]


Ebu Hureyre şöyle anlatıyor. Zenci biri mescidi süpürüyordu. (Buhari'nin rivayetinde kadın olduğunu zannediyorum)[187] O kişi ölünce Rasulullah sordu. "Öldü" dediler. Rasulullah "Bana haber vermeliydiniz. Bana, o siyahi kişinin kabrini gösterin" dedi. [188]Kabrine vardı ve ona dua etti. [189]




İslam, Kadına Güzel Şekilde Muamele Etmeyi Emreder



Anneye saygı: Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Bir adam Rasulullah'ın huzuruna geldi ve: "Ey Allah'ın Rasulü! Öncelikle iyilik yapmama daha çok kim layıktır?" diye sordu. Rasulullah: "Annendir" dedi. (Adam) "Sonra kim?" diye sordu. Rasulullah: "Annendir" dedi. Adam "Sonra kim?" diye sordu. Rasulullah: "Annendir" dedi. Adam: "Sonra kim?" dedi. Rasulullah: "Sonra babandır" buyurdu.[190]


Kız kardeşi gözetmek: Hz. Aişe'den gelen bir hadiste Rasulullah şöyle buyuruyor: "Ümmetimden kim üç kız çocuğa veya üç kız kardeşe bakıp yetiştirir ve onlara güzel muamelede bulunursa onlar ateşle kendisi arasında bir perde olurlar. "[191]


Hanımın haklarını gözetmek: Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: "Rasulullah: 'Kadınlara iyi muamele etmenizi vasiyet ediyorum' buyurdu."[192]


Rasulullah'ın şu sözü de bunu pekiştirir: "Sizin en hayırlınız, ailesine güzel davranandır. İçinizde ailesine en güzel davranan benim."[193]


Kız çocuklarını gözetmek:Urve b. Zübeyr anlatıyor: "Peygamberimizin hanımı Hz. Aişe Urve ile konuşup ona şöyle diyor: 'Bana, iki kızıyla beraber bir kadın geldi ve benden yiyecek birşey istedi. Yanımda tek bir hurmadan başka birşey bulamadım. Onu da hemen kadına verdim. Kadın, hurmayı iki çocuğuna paylaştırdı, sonra da kalkıp dışarı çık­tı. Daha sonra Rasulullah içeri girdi ve ben olayı hemen ona anlattım.' Bunun üzerine Rasulullah: 'Bu kızlara kim yardımda bulunur, onlara samimi bir şekilde davranırsa, onlar kendisiyle cehennem arasında bir perde olur bu."[194]


Enes b. Malik (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: 'Kim iki sahipsiz kız çocuğunu bulûğ çağına ulaşıncaya kadar yedirip giydirirse, o kişi kıyamet günü benimle şu iki parmak gibi yanyana olur."[195]


Cariyenin haklarını gözetmek: Ebu Bürde babasından naklederek anlatıyor. "Rasulullah: 'Kimin yanında köle bir kız bulunur da onun en güzel bir şekilde eğitim ve öğrenimini sağlar, terbiye eder daha sonra da onunla evlenirse, o kişi için iki mükafaat vardır' buyurdu."[196]


Müslüman kadının şahsiyetiyle ilgili ilkelerin bazılarını açıklayan sün­netteki nasslan sunduktan sonra, yeni, ya da daha önce bilinmeyen, yeni or­taya çıkan şeyi de ilave etmemiz gerekir. O da sünette, kadının ismi, özellikleri ve hakkındaki haberlerin zikredildiği bazı nassların sunulması-dır. Okuyucu: "Bunun kadının şahsiyetiyle ilgili ilkelerle ne ilişkisi var?"


diye sorabilir; buna hakkı da var. Bu soruya biz de şöyle cevap veririz: Bu nassları zikretmekteki maksadımız, bazı müslümanlar arasında asırlar boyu, kadınların isimleri, özellikleri ve onlara dair haberlerin zikredilmesi konusunda yapılan yanlışlığı reddetmektir. Onlar buna dayanarak, İslâmî edeptendir zannıyla kadınların bu özelliklerini hep gizlemek istemişlerdir.


Kadının isminin anılması: "Ensar'dan iki kişi geÜp Rasulullah'a selam verdiler. Rasulullah da onlara: 'Yavaş olun, Safıyye bint Huyey buradadır1 dedi."[197]


Haticenin kız kardeşi Hale bint Huveylid, Rasulullah'ın yanına girmek için izin istedi de Hatice'nin izin istemesini hatırladı. Bundan memnuniyet duyarak: "Allah'ım! Huveylid'in kızı Hale" dedi.[198]


Enes b. Malik'ten gelen bir hadiste şöyle rivayet edilir: "Enes'in ninesi Melike, yaptığı yemeği yemesi için Rasulullah'ı davet etti..."[199]


Rasulullah, Aişe'ye geldi ve: "Yanında biri var mı?" diye sordu. Hz. Aişe de: "Hayır, sadece Nesibe var. Kendisine gönderdiğin koyundan bir parça da bize getirmiş dedi."[200]


(Bunun üzerine Hz. Bilal: "... Ensardan bir kadın ve Zeyneb1 dedi. Rasulullah da: 'Hangi Zeyneb?1 diye sordu. Bilal: 'Abdullah b. Mes'ud'un hanımı'dedi).[201]


... Hz. Ömer, Hafsa'nın yanına geldi; Esma da oradaydı: "Bu kim?" diye sordu. Hafsa: "Umeys'in kızı Esma" dedi.[202]


Rasulullah'ın hanımı Ümmü Seleme anlatıyor: Eşlem kabilesinden Se-bia denilen bir kadın kocasının nikahı altındaydı. Kocası öldüğünde hami­leydi.


(Enes b. Nadr) şehid olunca vücudunda seksen küsur tane ok, mızrak ve darbe izi vardı. Enes'in kız kardeşi halam Rebi bint Nadr: "Onu ancak parmaklarından tanıyabildim" demiştir.[203]


Hz. Ebu Bekir, Zeyneb bint Muhacir isminde bir kadının yanına vard!.[204]


Erba' bint Üveys, Said b. Zeyd'e toprağını aldığı gerekçesiyle dava aç­tı.[205]


Kişinin babası olduğu halde zaman zaman annesine nisbet edilmesi kadın isminin zikredilmesi konusunda açık bir delildir. Gerek Rasulullah, gerekse ashab-ı kiram böyle kullanmışlardır.


Rasulullah, Süheyl b. Beyda'mn namazını ancak mescidde kılmıştır.[206]


Abdurrahman b. Avf anlatıyor: "Bedir günü ordu safları arasında idim. Bir ara baktım ki sağımda ve solumda yaşları küçük iki genç duruyordu. Onları telaşlı gördüm. Onlardan biri arkadaşı yokken: 'Amca, Ebu Cehli gösterir misin?' diye sordu. 'Ey kardeşimin oğlu Ebu Cehl'i ne yapacaksın?1 dedim. Genç: 'Allah'a söz verdim, eğer onu bulursam ya ben onu ya da o beni öldürecek1 dedi. Aynı şeyleri diğer genç de arkadaşı yokken bana sordu.' Abdurrahman b. Avf diyor ki: O iki gencin arasında olmak beni ne kadar mutlu etti ki derhal onlara Ebu Cehil'i gösterdim. İkisi birden şahin gibi üzerine atıldılar. Ebu Cehl'i yere serdiler. Bu iki genç Afra'mn çocuklarıy­dı."[207]


İbn Mes'ud der ki: "... İbn Ümmü Abd ailesinin ondan habersiz olduğu­nu mu sandınız?"[208]


Rasulullah şöyle buyurdu: "... Ümmü Mektum'un oğluna beni götürün.[209]


"... Abdullah b. Malik b. Buheyne'nin bildirdiğine göre Rasulullah namaz kılarken iki elinin arasını açardı[210]


Abdullah b. Malik b. Buheyne: Buheyne annesidir. Babası Malik b. el-Kaşb'dır. O annesine nisbet edilen kişilerden biridir. Muhabber adıyla tanı­nan ve arap kabilelerinin dilini inceleyen eserin sahibi Muhammed b. Habib'tir. Habib babasının adı değil annesinin adıdır. İlginç bir başka kişi de edip ve şair olan Keyrevan'lı Muhammed b. Şereftir. Şeref, annesinin ismi dir. Kitapları karıştınrsan annesinin ismiyle tanınan birçok adam bulur-sun.'[211]


İmam Nevevi, Müslim şerhinde der ki: "Bize İsmail, yani İbn Aliyye rivayet etti. Aliyye İsmail'in annesidir. Babası, İbrahim b. Senim el-Esedi'dir. Şu'be der ki "İsmail b. Aliyye fukahanın göz bebeği, hadisçilerin de efendisidir." [212]


Meşru sınırlar çerçevesinde kadının isminin, niteliklerinin ve vasıflarının anlatılması


Rasulullah anlatıyor: "Hz. İbrahim, hanımı Sare ile yola çıkar. Kralı veya zorba bir yöneticisi bulunan bir köye uğrarlar. Onlar hakkında İbrahim, kadınların en güzeli bir kadınla köyümüze geldi denir."[213]


Ebu Kilabe'nin Enes'ten rivayet ettiğine göre, Rasulullah bir yolculuğa çıkmıştı. Ümmü Süleym ve hanımlarından birinin devesini Ensece isminde bir köle götürüyordu. Rasulullah ona: 'Yavaş ol Ensece! Şişe taşıyorsun."[214] Ebu Kilabe diyor ki: "Rasululah'ın söylediği bu sözü bir başkası söylese onu ayıplardı.[215]


Şeyh İbn Badis der ki: "Burada Ebu Kilabe, ısrarla bu hadisi okuyanla­rın, kadınların kimi özelliklerini ifade eden bu kelimeleri kullanmadıklarını fakat Rasulullah'ın bu kelimeleri kullandığını; tabii bunu bir başkası kulla­nırsa, başkalarınca ayıplanacağını; ama, çirkin manası olmayan, kötü amaç­la kullanılmayan bu tür sözleri ağza almakta herhangi bir aybın olmadığını belirtmiş olmaktadır.[216]


Hz. Ömer Hafsa'ya :"Komşu kadının senden daha güzel olması seni aldatmasın...'[217]Müslim'in rivayetinde ise: "Ey kızcağızım! Güzelliği be­ğenilen şu kadına aldanma" demiştir.[218]


Rasulullah'ın hanımı Şevde bint Zem'a, bir gece yatsı namazına gitti. O, bir rivayete gören[219] uzun boylu bir rivayete göre deıı[220] cüsseli diğer bir rivayete göre ise kadınların en şişmanıydı.[221]


Ebu Süfyan Rasulullah'a şu teklifi yapmıştır: "Arap kadınlarının en güzeli, kızım Ümmü Habibe'dir. İstersen onu sana vereyim."[222]


... sonra Rasulullah kadınların yanına vardı, onlara öğüt verdi... alyanaklı iyi bir kadın ayağa kalktı."[223]


"Siyahî bir kadın, mescidi süpürdü. (Kadının vefatından sonra) Rasulullah kabrine vardı ve ona dua etti."[224]


"Uhud günü Hz. Aişe ve Ümmü Süleym'i ayaklarında halhal olduğu halde telaşla yürüdüklerini gördüm."[225]


"Uhud günü karşılaştığımız müşrikler kaçıştılar. Bu sırada kadınların ayaklarmdaki halhalları gözükecek derecede bacakları açılmış olarak hızla dağa tırmandıklarını gördüm."[226]


"Allah, Hayberlileri mahvetsin... Dihye'nin payına güzel cariye düş­müştü."[227]


"Fezare savaşına katıldık... Oklarımızı görünce durdular. Komutanlarının yanına vardım. Aralarında Fezare oğullarından üzerinde esmer kürk bulunan bir kadın, kadının yanında da Arapların en güzellerin­den bir kız vardı."[228]


"Rasulullah, Süheyl b. Beyda'nın namazını mescidin ortasında kılmış­tır." (Beyda, Süheyl'in bir sıfatıdır. İsmi Daa'd bint Cahdem'dir.'[229]


İbn Abbas bana dedi ki: "Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi? 'Evet' dedim.' O halde şu siyah kadına bak1 dedi."[230]


Bu kadın Ümmü Zübeyr'dir. Rivayete göre Rasulullah, ona hacc-ı temettü yapabilme izni vermiştir. Bunun üzerine ashaba konuyu sormak için ona varın dendi. Ümmü Zübeyr'in yanına vardık. Baktık ki o kör ve iri yapılıydı.[231]


(Ümmü Zer'in rivayet ettiği hadis) "Onbirinci kadın dedi: Kocam Ebu Zer'dir. O, ahlâklı, ne iyi insandır. Bakın o, iki kulağımı mücevherlerle hare­ket ettirir. Pazularım tombullaştı.. Ebu Zer'in kızı oldukça terbiyelidir. Babasına da anasına da itaat eder. O dilber kızın vücudu elbisesini doldurur. ... Bir gün Ebu Zer evden çıktı. Her tarafta süt tulumları yağ çıkarılmak için çalkalanmakta idi. Yolda bir kadına rastgeldi. Kadının yanında panter gibi çevik iki çocuğu vardı. Koltuğunun altından kadının memesiyle oynuyorlar di."[232]


Hafız b. Hacer, Ümmü Zer hadisini açıklarken şöyle söylemektedir. "Kadınların güzelliklerini, özelliklerini erkeğe anlatmada bir sakınca yok­tur. Fakat erkeğin tanımadığı biri olmalı. Anlatılması sakıncalı olan ise bilinen bir kadının özelliklerinin erkeğin yanında anlatılması ya da kasten bakmadan bilmeyecek Özelliklerini erkeğe anlatmaktır."[233]


Kadınla ilgili haberler


Cabir b. Abdullah anlatıyor: "Hz. Ebubekir, Rasulullah'ın huzuruna girmek istedi. Baktı ki insanlar kapının önünde oturmuşlar, kimse içeri giremiyor. Ebu Bekir'in içeri girmesine izin verildi. Hz. Ebubekir içeri girdi. Daha sonra Hz. Ömer izin istedi. Ona da izin verildi. O da içeri girdi. İçerde Rasulullah ve etrafında hanımları suskun bir vaziyette oturuyorlardı. Hz. Ebubekir, Rasulullah'ı güldürecek birşeyler söylemeyi düşündü. 'Ey Al­lah'ın Rasulü! Eğer Harice'nin kızı benden nafaka istemiş olsaydı derhal kalkar boynunu kırardım' dedi. Bunu duyan Rasulullah güldü ve: 'Baksana bunlar da benden nafaka istiyor' dedi. Bunun üzerine: 'Demek siz Rasulul-lah'ta olmayan şeyi istiyorsunuz' diyerek kızı Aişe'nin boynunu tuttu. Hz. Ömer de Hafsa'nın boynunu tutunca onlar: "Vallahi, artık Rasulullah'tan elinde olmayan şeyi istemeyeceğiz1 diye yemin ettiler."[234]


Sa'd b. Ebi Vakkas anlatıyor: "Hz. Ömer Rasulullah'm huzuruna gir­mek için izin istedi. Baktı ki Kureyş kadınları yüksek sesle Rasulullah'tan daha fazla nafaka istiyorlardı. Hz. Ömer içeri girince perdenin arkasına geç­tiler. Rasulullah gülmeye başladı. Rasulullah'ın güldüğünü gören Hz. Ömer: 'Ey Allah'ın Rasulü seni güldüren nedir?1 diye sordu. Rasulullah: 'Biraz önce yanımda duran şu kadınların, senin sesini duyunca perde arkasına kaçmaları hoşuma gitti.' O zaman Hz. Ömer: Ey Allah'ın Rasulü, sen heybetli olmaya daha layıksın1 diyerek peşinden de 'Ey kendilerine düşman olanlar! Demek benden çekiniyorsunuz da Allah Rasulü'nden çekinmiyorsunuz?1 dedi. Buna kadınlar: 'Doğrusun, Rasulullah'a nazaran sen daha katı, daha sertsin1 dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü: "Allah'a yemin olsun ki, şeytan kesin­likle senin gittiğin yoldan gelemez. Seni görünce yolunu değiştirir' buyurdular."[235]


Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre Rasulullah sefere çıkacağı zaman hanım­ları arasında kur'a çekerdi. Bu defasında kur'a Hz. Aişe ile Hz. Hafsa'ya çıkmıştı. Karanlık basınca Rasulullah, Hz. Aişe ile konuşarak gidiyorlardı. Bunu gören Hz. Hafsa, Hz. Aişe'ye: Gece sen benim deveme, ben de senin devene binsem de, sen bana ben de sana baksam olmaz mı?' dedi. Hz. Aişe "tamam" karşılığını verdi. Develere bindiler. Rasulullah, Hz. Aişe'nin bindi­ği deveye vardı; üzerinde Hz. Hafsa bulunuyordu. Ona selam verdi. Bir süre daha gittikten sonra mola verdiler. Mola yerinde Hz. Aişe, Rasulullah'ı göremeyince ayaklarını kuru otlara soktu ve: 'Ey Rabbim! Beni zehirleye­cek bir akrep ya da bir yılan peydah et de Rasulullah'a onu gücendirecek birşey yapmayayım' dedi.[236]


Hz. Enes anlatıyor: "Hanımlarından biri Rasulullah'm yanındaydı. Rasulullah'a, Ümmü'l-mümininden biri bir kap yemek gönderdi. Rasulullah'la beraber olan hanımı kızarak yemek getiren hizmetçinin eline vurdu. Yemek döküldü dağıldı. Rasulullah, önce kap kırıklarını topladı, sonra ayrı bir kaba yemeği topladı ve 'anneniz beni aldattı' buyurdu. Evinde bulunduğu hanımı yeni bir kap getirinceye kadar hizmetçiyi yanında tuttu. Sağlam kabı, kabı kırılan hanımına gönderdi. Kırık kap orada kaldı."[237]


Hz. Enes der ki: "Rasulullah'm dokuz hanımı vardı. Bir şey vereceği zaman hepsine verirdi. Hanımları her gece, Rasulullah ile bir odada toplanır­lardı. Sıra Hz. Aişe'nin evine gelmişti. Zeyneb içeri girdi. Rasulullah, elini ona uzattı. Hz. Aişe 'O Zeyneb'dir' deyince Rasulullah derhal elini çekti. Bunun üzerine tartışma başladı. Söz uzadı gitti. Bu esnada namaz yaklaşmış­tı. Hz. Ebubekir Rasulullah'a uğradı. Evdekilerin konuşmalarını duyunca: 'Ey Allah'ın Rasulü! Onların ağzına toprak at da namaza gel!' diye seslendi. Rasulullah namaza gitti. Hz. Aişe: 'Şimdi Rasulullah namazını bitirir. Ebubekir gelir bana yapacağını yapar' dedi. Rasulullah namazı bitirince E-


bubekir geldi, Hz. Aişe'ye çok ağır laflar ederek, 'Bir daha böyle yapar mısın?1 diye hiddetlendi."[238]


Hz. Aişe anlatıyor: "Rasulullah'ın hanımları iki gruba ayrılmışlardı. Aişe, Hafsa, Safiyye ve Sevde'nin bulunduğu grup, diğeri ise Ümmü Sele­me ve diğer hanımlarının bulunduğu grup. Müslümanlar Rasulullah'ın Hz.Aişe'yi sevdiğini bilirler. Rasulullah'a hediye vermek isteyen müslü-manlar Rasulullah'a vermesi için önce Hz. Aişe'ye verirlerdi. Hediye gönde­rildiğinde eğer Rasulullah, Hz. Aişe'nin evinde ise doğrudan oraya gönderir­lerdi. Ümmü Seleme onların dediklerini Rasulullah'a söyledi. Rasulullah ona hiçbir şey demedi. Diğer hanımları Ümmü Seleme'ye sordular. O "bana birşey demedi" dedi. Ümmü Seleme'ye onunla konuş, dediler. Ümmü Seleme kendisine sıra gelince yine Rasulullah'la konuştu. Rasulullah yine birşey demedi. Diğer hanımları Ümmü Seleme'ye durumu sordular. Ümmü Seleme bana birşey demedi, dedi. Ona Rasulullah seninle konuşuncaya dek onunla konuş, dediler. Sıra Ümmü Seleme'ye yeniden gelince Rasulullah ona Aişe konusunda beni sıkıştırmayın. Çünkü vahiy bana sadece Aişe'nin örtüsünde iken geldi, dedi. Ümmü Seleme der ki: "Allah'ın Rasulüne eziyet etmekten Allah'a tevbe ederim. Sonra bu gurup Rasulullah'ın kızı Fatıma'yı çağırdılar. Onu Rasulullah'a gönderdiler. Rasulullah'a "Hanımların Ebu Bekir'in kızı konusunda senden adalet istiyorlar demesini söylediler. Rasulullah Fatıma'ya: 'Ey kızım! Benim sevdiğimi sen de sevmez misin?' diye sordu. Fatıma 'Evet severim' karşılığını verdi. Bundan sonra Fatıma, kadınların yanına döndü ve onlara anlattı. Rasulullah'a tekrar gitmesini söyledüerse de o bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Zeyneb bint Cahş'ı gönderdiler. Rasulullah'ın yanına vardı, kaba davranarak 'Ebu Kuhafe'nin oğlunun kızı hakkında hanımların senden adalet istiyor' diye bağırdı. Oturmakta olan Aişe'nin yanına vardı ona söyledi. Bu esnada Rasulullah, karşılık verir mi diye Aişe'ye bakıyordu. Ravi diyor ki Aişe, Zeyneb'e karşılık verince Zeyneb sustu. Zeyneb diyor ki: 'Rasulullah Aişe'ye baktı da: "O, Ebu Bekir'in kızıdır" dedi.[239]


Hz. Aişe anlatıyor: "Onbir kadın oturmuş, kocalarının hal ve şanından birşey saklamadan birbirlerine bildireceklerine söz vermişler.


Birinci kadın demiştir ki: Benim kocam, taşlık bir dağ başındaki arık bir devenin etidir. Kolay değil ki çıkıla, semiz değil ki insanlar tarafından nakledile.


İkinci kadın der ki: Kocamın halini ifade edemem. Onun kötülüklerini sayacak olursam, gizli aşikar her halini ortaya dökmek zorunda kalacağım. Bu ise imkânsızdır.


Üçüncü kadın da der ki: Benim kocam upuzun bir sefihtir. Ayıplarını söylesem beni boşar. Susarsam beni salıverir.


Dördüncü kadın der ki: Kocanı Necid sahrasının gece hayatı gibidir. Ne sıcaktır ne soğuk. Evmizde ne korku ne de kırgınlık vardır.


Beşinci kadın da der ki: Kocam evine geldiğinde sanki avdan gelen bir parstır. Evden çıkınca arslan olur. Evdeki masrafımı hiç sormaz.


Altıncı kadın da der ki: Kocam oburdur. Yemek yerken siler süpürür. İçerken de su kabını kurutur. Yatarken de yorganına bürünür tek başına u-yur. Kederimi anlamak için elini elbiseme sokmaz.


Yedinci kadın dedi ki: Kocam, erkeklik vazifesini yapamayan aciz ve işini bilmez ahmak bir kişidir. Her dert onun derdidir. Bağımı yarar, vücudumu yaralar. Her şey onun vurmak, yarmak aletidir.


Sekizinci kadın dedi ki: Onun vücuduna dokunmak tavşana dokunmak kadar yumuşaktır. O güzel kokulu bir nebat gibi güzel kokar.


Dokuzuncu kadın da dedi ki: Kocam şerefli bir insandır. Boyu uzundur. Ocağı sürekli tüter. Kapısı daima açıktır. Sık sık misafiri gelir.


Onuncu kadın da dedi ki: Kocam, Malik'tir. Malik ne demek? Aklınızdan geçen her hayra malik ve sahiptir. Bir sürü develeri vardır. Fakat yaydım yerleri azdır. Develer ud sesi duyunca boğazlanacaklarını anlarlar. (Evine gelen misafirlere ud çalar peşinden de deve keserdi)


Onbirinci kadın da dedi ki: Kocam Ebu Zerr[240]dir. Ne ahlaklı biridir. O, iki kulağımı mücevherlerle donattı. Pazularım tombullaştı. Beni sevinçli kıldı, yüceltti. O beni Şık denilen bir dağ kenarında küçük koyun sürüsü olan bir kabile içinde buldu. Sonra beni, atları kişner, develeri böğürür, ekinleri sürülüp deneleri ayrılır, müreffeh bir topluma getirdi. Ona ne söylesem reddedilmem. Sabaha kadar uyurum. Bol süt içerim, artık içecek halim kalmaz.


Ebu Zerr'in anası var. Bu kadın ne mübarek bir kadındır. Zahire anbar-lan, eşyasını koyduğu hararları çok büyüktür. Evi de geniştir.


Ebu Zerr'in oğlu, bilseniz, ne zerafetli gençtir. Yattığı yer kılıcı çekil­miş kın gibidir. Düzgün ve boylu poslu olup karnı çıkık değildir.


Ebu Zerr'in kızı, o terbiyeli kızdır. Babasına itaatlidir. Anasına da itaatlidir. O dilber kızın vücudu elbisesini doldurur. Güzelliği ile edep ve iffet sahiplerinin hayretlerini üzerine çeker.


Ebu Zerr'in cariyesi, o ne sadakatli cariyedir. Ailevi sırlarımızı kimseye söylemez. Azığımızı israf etmez. Evimizde çörçöp bırakmaz, temiz tutar. Namusludur, evimize kir getirmez."


Ümmü Zerr' devam ediyor: "Bir gün Ebu Zerr1 evden çıktı. Her tarafta süt tulumları, yağ çıkarılmak için çalkalanmaktaydı. Yolda bir kadına rast-geldi. Kadmın yanında pars gibi çevik iki çocuk vardı. Annelerinin göğsün­de oynuyorlardı. Kocam bu kadını sevmiş olmalı ki beni boşadı, onunla ev­lendi. Ondan sonra ben şeref sahibi bir adamla evlendim. O fütursuz yürür. En güzel ata binerdi ve Hat (Bahreyn'in sahil kısımları) mamulü olan mızra­ğını ahr, akşam üzeri deve ve sığır cinsinden birçok hayvanı önüne katıp bana gelirdi. Getirdiği her hayvana karşılık hayvanlardan, kölelerden, cariyelerden birer çift verirdi. Bu kocam da bana: 'Ey Ümmü Zerr! İstediğin gibi ye iç. Akrabalarına dağıt.' Ümmü Zerr diyor ki: 'Böyle olmasına rağmen ikinci kocamın bana verdiği şeyleri bir araya getirsem Ebu Zerr'in en küçük kabını doldurmaz. [241]'Ravi Aişe diyor ki: 'Rasululah, 'Ey Aişe! Ümmü Zerr'e göre Ebu Zerr neyse, sana göre de ben oyum, buyurdu." [242]




KADINLIĞIN SEÇKİN KONUMU



Bu bölümde, İslam dininin kadına verdiği önemi ve değeri arzedeceğiz. Kendini Allah yoluna adaması


SÜHEYB'DEN GELEN bir rivayette Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Sizden önce bir kral vardı, yanında sihirbazı bulunurdu. Sihirbaz ihtiyarlayınca krala 'artık ben yaşlandım, bir köle ver de ona sihir öğreteyim' dedi. Kral ona sihir öğretmesi için bir köle gönderdi.


Sihirbaza sihir öğrenmeye gidip gelirken bir rahibe rastladı. Yanma vardı, konuşmalarını dinledi ve beğendi. Sihirbazın yanına vardığında sihirbaz onu dövdü. Köle, bu durumu rahibe bildirdi. Rahip ona dedi ki; 'sihirbaz seni sıkıştırınca 'ailem beni hapsetti', ailen sıkıştırınca 'sihirbaz beni hapsetti' dersin. Olay böyle sürerken insanların hapsettiği büyük bir hayvana denk geldi. Ve bu gün sihirbaz mı, rahip mi daha güçlü bunu öğreneceğim diye söylendi. Eline bir taş alarak:"Ey Allah'ım! Rahibin durumu sihirbazın durumundan sana daha hoş geliyorsa bü hayvanı öldür de insanlar dağılsınlar" diyerek o taşı hayvana fırlattı. Hayvan öldü. Hayvan ölünce insanlar da hemen dağıldı. Oradan rahibin yanına vardı. Sihirbazla arasında geçen meseleyi ona anlatınca rahip: 'Oğlum, gördüğüm kadarıyla bugün sen beni geçtin. Sende daha önce görmediğim şeyleri görüyorum. İmtihana tâbi tutulacaksın. İmtihanda başarırsan asla benim peşimden gelme!' dedi. Bu köle, anadan doğma körleri, göz hastalarını ve insanların diğer hastalıklarını tedavi ederdi.


Kölenin bu meziyetlerini duyan kralın kör olmuş bir arkadaşı birçok hediyelerle köleye gelerek, eğer bana şifa verirsen (gözümü açarsan) bak şu hediyeler senin, dedi. Bunu duyan köle: 'Ben kimseye şifa veremem, şifa yalnız Allah'tandır. Allah'a iman eder, O'na dua edersen sana şifa verir.' karşılığını verdi. Kralın dostu hemen iman etti, Allah da ona şifa verdi. Gözü açılan bu kişi her zamanki gibi kralın yanına gitti. Kral ona; 'Körlüğünü kim giderdi?' diye sordu. Adam 'Rabbim' karşılığını verdi. Buna kızan kral, arkadaşına işkence yapmaya başladı. Nihayet, arkadaşının gözünü bir kölenin açtığını öğrenince onu yanına getirtti ve: 'Oğlum, duyduğuma göre sen, körleri, göz hastalarını ve şunları şunları tedavi edecek kadar büyük bir sihirbazmışsın' dedi. Köle: 'Hayır, ben kimseye şifa veremem, şifayı veren yalnız Allah'tır' karşılığını verince kral ona da işkence etmeye başladı. Köleyi yetiştirenin rahip olduğunu anlayan kral, rahibi getirerek 'dininden vazgeç1 dediyse de rahip bunu kabul etmedi. Rahibin tavrına hiddetlenen kral eline bir testere alıp rahibin kafasını ikiye ayırdı. Arkasından kralın dostu getirildi. Ona da 'dininden dön1 dendi, fakat o da kabul etmedi. Eline testereyi alan kral onun da kafasını ikiye ayırdı.


Üçüncü olarak köle getirildi. Köleye 'dininden dön' dendi. Fakat o bunu kabul etmedi. Köleyi askerlerine vererek: 'bunu şu dağa çıkartın, dağın tepesinde eğer dininden vazgeçerse ne ala, yoksa onu dağdan aşağı yuvarlayın' dedi. Kralın planına uygun olarak köleyi dağa çıkardılar. Köle: 'Ey Allah'ım! Dilersen, onların işini bitirirsin1 diye dua etti. Peşinden dağ, şiddetle sallanınca bütün askerler aşağıya yuvarlandı. Bundan sonra köle yüreyerek kralın yanına geldi.


Kral ona: 'Arkadaşlarım sana ne yaptı?' diye sordu. Köle 'Allah onların işini bitirdi' dedi. Bunun üzerine kral onu bir grup askerine teslim etti ve 'bunu götürün bir gemiye bindirin, denize açılın, eğer orada dininden dönerse ne ala, yok eğer vazgeçmezse denize atın.' talimatını verdi. Kralın adamları talimatı aynen uyguladılar. Denizin ortasına getirilen köle: 'Ey Allah'ım! Bunların da cezasını ver' diye dua edince gemi alabora oldu ve adamların tamamı boğuldu. Bu belayı da atlatan köle, yine kralın yanına vardı.


Kral ona: 'Arkadaşların sana ne yaptı?' diye sordu. Köle: 'Allah, beni onlardan kurtardı' diye karşılık verdi. Köle, şu dediklerimi yapmadıkça beni asla Öldüremezsin" dedi. Kral: 'O da nedir?' dedi. Köle "İnsanları bir yere topla, beni bir kütüğe as, kuburumdan bir ok al, sonra oku yaya ger ve 'kölenin Rabbi Allah'ın ismiyle' diyerek oku bana at. Eğer böyle yaparsan beni öldürmüş olursun.' Kölenin isteği üzere kral, insanları topladı, onu bir kütüğe astı. Kuburundan bir ok alarak onu yaya gerdi ve kölenin rabbı Allah'ın ismiyle diyerek oku köleye attı. Ok, kölenin gözü ile kaşı arasına isabet etti. Köle elini oka değdirince öldü. Bunu gören halk üç defa 'kölenin rabbına iman ettik' dedi. Krala denildi ki: 'Görüyorsun, insanların iman etmesi suretiyle Allah korktuğunu başına getirdi.' Buna kızan kral, büyük bir çukur kazılmasını ve içerisinde ateş yakılmasını emrederek kim dininden dönmezse onu o ateşe atın dedi. Askerler kralın dediğini yaptılar. Bu esnada yanında çocuk bulunan bir kadın geldi. Ateşe girmek istemeyen kadın biraz ayaklanınca yanındaki çocuk "Ey anne, sabret, çünkü sen hak üzeresin" dedi.[243]


İşte bu kadın, Rasulullah'ın bi'setinden önce kendini Allah'a vermiş, her halükârda Allah'ın hak dinini tercih etmiş ve hayatını Allah yolunda kolayca harcamıştır.


Olgunluğa yönelişi


Ata b. Rebah diyor ki: İbn Abbas bana şöyle dedi: 'Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi?' 'Evet' dedim. 'İşte o şu siyahî kadındır, Rasullah'a geldi ve ben sar'a hastasıyım sar'a nöbetim geldiğinde avret mahallimin açılmasından korkuyorum. Allah'a dua et de bana şifa versin' dedi. Rasulullah da ona: 'Dilersen sabredersin cenneti alırsın, dilersen şifa için Allah'a dua ederim' teklifinde bulununca kadın 'sabretmeyi tercih ederim' dedi. Çok sonraları kadın yine gelerek 'haberim olmadan avret mahallim açılıyor, dua et de bu hastalıktan kurtulayım" dedi. Rasulullah şifa bulması için dua etti[244]


İbadete meyil


Enes b. Malik diyor ki: "Rasulullah mescide girdiğinde iki sütun arasına gerilmiş bir ip gördü. 'Bu ip nedir?' diye sordu. Ashab-ı Kiram 'Bu Zeyneb'in ipidir. Namaz kılmaktan takati kesilince bu ipe tutunarak ayakta namaz kılar1 dediler. Rasulullah: 'Hayır derhal onu çözün. Sizden biri namazı dinç olduğunda ayakta kılsın1 buyurdu."[245]


Hz. Aişe şöyle demektedir: "Rasulullah Hz. Aişe'nin yanma geldi. Hz. Aişe'nin yanında bir kadın vardı. Rasulullah 'Bu kadın kimdir?' diye sordu. Hz. Aişe: 'Filanca kadındır, kıldığı namazları anlatıyor1 karşılığını verdi. (Müslim'in rivayetinde o kadının gece boyunca uyumadığını tahmin ediyor)


Rasulullah: 'Böyle yapmaktan sakın. Takatiniz ölçüsünde ibadet edin. Vallahi, siz usanmadıkça Allah hiç usanmaz1 diye yemin etti."[246]


İbn Abbas'ın bildirdiğine göre: "Bir adam, Rasulullah'ın huzuruna girer ve: 'Kız kardeşim, hac yapmayı adadı ama şimdi Öldü (ne yapmalıyım) diye sordu. Rasulullah ona: 'Kız kardeşinin birine borcu olsaydı onu sen öder miydin?1 dedi. Adam 'evet' deyince Rasulullah: 'Allah'ın hakkını ver. Onun hakkı verilmeye daha layıktır'[247] dedi."


Ukbe b. Amir anlatıyor: "Kız kardeşim, Beytullah'a kadar yürümeye nezretti. Bu konuyu Rasulullah'tan sormamı istedi. Rasulullah bana 'ister yürüsün, ister binsin, (farketmez)1 buyurdu.[248]


Söz konusu hadisler, kadınların ibadete yönelme arzularına işaret etmektedir. Fakat Rasulullah -insanların en güzel muallimi- bu konuda taşkınlığı reddetmiştir. Nitekim ibadette aşırı giden Abdullah b. Amr b. As ve Ebu'd-Derda gibi erkekleri de uyarmıştır. Umarım kadınlar söz konusu uyarıya kulak verirler, geçmişten günümüze kadar kadın erkek bütün Müslümanların yaptığı gibi onlar da ibadette aşırılığa kaçmazlar.


Sadaka ve infak


Ebu Said el-Hudri'nin bildirdiğine göre Rasulullah, Kurban ve Ramazan bayramlarında musallaya gider, namaza kalkar, namazı kılıp selam verince musallada oturan halka döner, diyeceği birşey varsa onu halka bildirir, daha başka meseleler varsa yapılmasını halka emrederek "sadaka verin! sadaka verin! sadaka verin!" derdi. En çok sadakayı kadınlar verirdi.[249]


İbn Abbas diyor ki: "Rasulullah'Ia birlikte bayram namazına gittik. Yanında Bilal-i Habeşi olduğu halde, safları yararak kadınların yanlarına vardı ve 'sadaka verin1 buyurdu. Hz. Bilal elbisesini açtı daha sonra Rasulullah'a 'bu tarafa gel, babam, anam sana feda olsun' dedi. Kadınlar Bilal'in elbisesine kaşlı ve kaşsız birçok yüzük attılar."[250]


Hafız b. Hacer diyor ki: "Bu sıkıntılı dönemde, kadınların zinet eşyalarını derhal vermesi dindeki yerlerinin yüksekliğini, Rasulullah'ın emrine imtisal etme hırslarını gösterir. Allah onlardan razı olsun."[251]


Ana babaya iyilik


Abdullah b. Büreyde babasından şunu nakleder: Rasulullah'ın yanında otururken bir kadın geldi ve: "Anneme bir cariye vermiştim, şimdi ise annem öldü1 dedi. Rasulullah: 'Sen mükâfatını aldın. O sana miras da düşer.1 dedi. Kadın "Ey Allah'ın Rasulü! Annemin üzerinde bir aylık oruç borcu var; onun yerine tutabilir miyim?' diye sordu. Rasulullah: 'Onun yerine tut' buyurdu. "Annem hacca da gitmedi, yerine hacca gidebilir miyim?" diye sordu. Rasulullah 'Onun yerine hacca da git' buyurdu."[252]


İbn Abbas anlatıyor: "Bir kadın Rasulullah'a geldi ve: 'Ey Allah'ın Rasulü! Annem öldü, üzerinde tutması gereken nezir orucu vardı. Onun yerine ben tutabilir miyim?' diye sordu. Rasulullah: 'Ne diyorsun? Annenin birine borcu olsa sen de onu ödeşen annenin borcu bitmiş olur mu?' dedi. Kadın 'evet' deyince: 'O halde annenin yerine oruç tut' buyurdu."[253]


İbn Abbas'ın bildirdiğine göre 'Rasulullah'a Cuheyne'den bir kadın gelir ve: "Annem hac yapmayı nezretti, fakat hac yapamadan öldü. Onun yerine ben haccedebilir miyim?" diye sordu. Rasulullah: "Evet, onun yerine haccet. Annenin borcu olsa sen de onu ödeşen annenin borcu bitmez mi? Allah'ın hakkını verin. Şüphesiz Allah'ın hakkı ödenmeye en layık olandır."[254]


Allah'a en iyi şekilde tevekkül


Cabir anlatıyor: "Hendek günü hendek kazıyorduk. O sırada sert bir kaya çıktı. Rasulullah'a gittiler ve O'na: 'Hendekte sert bir kaya çıktı1 dediler. Rasulullah 'ben geliyorum' dedi. Sonra karnında taş bağlı olduğu halde kalktı; üç gündür hiçbir şey yememiştik. Rasulullah, kazmayla kayaya vurdu; kaya olduğu gibi aşağı düştü.,. 'Ey Allah'ın Rasulü, izin ver de eve gideyim' dedim. Sonra, hanımıma dedim ki: 'Rasulullah'ta sabredilmesi zor bir durum gördüm, yanında yiyecek ne var?' dedim. 'Arpa ve dişi keçi var' dedi. Ben de keçiyi kestim, arpayı da öğüttüm. Eti bir tencereye koydum, sonra Rasulullah'a gittim. Bu arada hamur kabarmıştı. Taş ocağın üzerinde bulunan tenceredeki yemek pişmeye başlamıştı. Ben dedim ki: 'Ya Rasulullah, bir veya iki adamla yemeğe buyurun1. Rasulullah ne kadar dedi ben de şu kadar, dedim. Rasulullah: 'Çok güzel, hanımına söyle ben gelene kadar tencere ve ekmeği ateşten indirmesin' dedi. Rasulullah ashabına 'haydin yemeğe' dedi. Muhacir ve ensann tamam kalktı. Adam hanımına: 'Ne olacak şimdi? Rasulullah muhacir, ensar ve yanında olanları buraya getiriyor' dedi. O zaman kadın: 'Rasulullah sana yemeği sordu mu?' dedi. Ben de 'evet' dedim. Rasulullah, ashabına: 'İçeri girin, sıkışmayın' buyurdu."[255]


İbn Hacer diyor ki: "Kadının 'Rasulullah sana yemeği sordu mu?' diye sorması, erkeğin de 'evet' dedikten sonra Rasulullah'm 'içeri girin' buyurmasında gizli bir mana yatmaktadır. Bu mana, Yunus'un rivayetinde açıklanmıştır. Bu rivayete göre, adam bu kadar çok kişinin yemeğe geldiğini görünce: 'Ne kadar çok utandığımı Allah'tan başka kimse bilmez' demiştir. O der ki: Pişirilen hepsi hepsi bir sa' arpa ve bir keçi. Bu kadar adamın geldiğini görünce hanımımın yanına vardım. Rezil rüsvay oldum, Rasulullah, Hendek'te bulunanların hepsini getirdi, dedim. Bunun üzerine kadın: 'Rasulullah senden, ne kadar yemek olduğunu sordu mu?' dedi. Ben de 'evet' deyince 'Allah ve Rasulü daha iyi bilir. Biz yapabildiğimiz kadarını O'na bildirdik1 dedi. "Hanımımın bu sözlerinden sonra, büyük kaygıdan kurtuldum' demiştir. İbn Hacer diyor ki: 'Bu olay, kadının pratik zekasını ve üstün kemâlini gösterir."[256]


Musibete karşı sabır


Hz. Enes anlatıyor: "Bedir günü çocuk yaşta olan Harise, yara alarak şehid oldu. Annesi, Rasullah'a gelerek: 'Ey Allah'ın Rasulü! Harise'nin benim için ne kadar değerli olduğunu biliyorsun. Eğer o şimdi cennette ise buna sabreder, mükâfatım Allah'tan isterim. Yok eğer başka yerde ise ne yapacağımı göreceksin?1 dedi. (Diğer bir rivayette 'Eğer cennette değilse onun için ağlarım' şeklindedir.)[257] Rasulullah 'Yazık sana, aklını mı kaybettin' yoksa sende bir cinnet mi var? O bir çok cenneti gezmektedir. Şu anda o Firdevs cennetindedir' buyurdu."[258]


İffeti koruma


İbn Ömer, Rasulullah'tan şöyle nakleder: "Üç adam, yaya olarak yola çıkarlar, yağmura tutulurlar ve dağda bir mağaraya girerler. Mağaranın kapısı büyük bir kayayla kapanır. Onlardan biri 'yaptığınız en güzel amelle Allah'a dua edin1 der. Biri şu duayı yapar: 'Ey Allah'ım! Benim, yaşlı bir anam ve babam vardı. Ben, hay vanlan güder, karınlarım doyurduktan sonra gelir, sütlerini sağar ve onu önce ana babama, çocuklara, aileme ve hanımıma içirirdim. Bir gece eve geç geldim. Annem ve babam uyuyorlardı. Onları uyandırmak istemedim. Çocuklar bağrışarak ayaklarıma sarıldılar. Bu durum sabaha kadar devam etti. Ey Allah'ım! Biliyorsun ki ben bunu yalnız senin rızan için yaptım. Kayayı kaldır da gökyüzünü görelim."


Ravi diyor ki: Kaya bir miktar açılır.


İkincisi şu niyazda bulunur: 'Ey Allah'ım! Biliyorsun ki, bir erkek bir kadını ne kadar severse, ben de amcamın kızını o ölçüde severdim. Müslim'in rivayetinde; ondan benim olmasını istedim. Fakat seneler sonra[259] 'bana iki yüz dinar vermedikçe o istediğim elde edemezsin' dedi. Çalıştım, çabaladım o ikiyüz dinarı biriktirdim, yanına vardım. Bana 'Allah'tan kork, haksız yere bekaret yüzüğümü kırma' deyince, kalkıp yanından ayrıldım. Bunu sırf senin rızan için yaptığımı biliyorsun. Bu kayadan bizi kurtar."


Ravi diyor ki: Mağara kapısının üçte ikisi açıldı.


Üçünsü de şöyle dua eder: "Ey Allah'ım! Biliyorsun ki ben bir ferak (onaltı rıtıl ağırlığında bir ölçek) karşılığında bir adam tuttum. Ücretini verdiysem de kabul etmedi. Bu ücretle toprağı ektim. Aldığım ürünlerle bir inek satın aldım. Bir de onu gütmesi için çoban tuttum. Bir müddet sonra adam geldi ve: 'Ey Allah'ın kulu! Hakkımı ver.' dedi. 'İşte şu inek ve onun çobanı senindir, git de al1 dedim. Bunun üzerine adam 'benimle alay mı ediyorsun?' dedi. Ben de: 'Hayır, seninle alay etmiyorum. Onlar senindir' dedim. Ey Allah'ım! Biliyorsun ki bunu sırf senin rızan için yaptım. Bizi buradan kurtar' dedi. Mağaranın kapısı tamamen açıldı."[260]


Hatayı derhal kabullenmek


Ebu Hureyre ve Zeyd b. Halid el-Cüheni şöyle demişlerdir: "Bir adam Rasulullah'a gelerek: 'Allah'ın hakkı için senden, aramızda Allah'ın kitabı ile hükmetmeni istiyorum. Diğer davalı ayağa kalkarak -o diğerinden daha bilgili idi- 'evet doğru söyledi. Aramızda Allah'ın kitabı ile hükmet ve bana konuşmam için izin ver' dedi. Rasulullah 'Haydi anlat bakalım' deyince, adam anlatmaya başladı. 'Oğlum, filanca evde ücretli olarak çalışıyordu. O evde bulunan kadınla zina etmiş. Zinasına karşılık ben, yüz koyun ve bir hizmetçiyi fidye olarak verdim. İlim ehlinden bir çoklarına bu meseleyi sordum. Onlar oğluma yüz değnek ve memleketten bir sene uzaklaştırma cezasıyla cezalandırılmasını, kadının da recm edilmesinin gerektiğini söylediler. Rasulullah şöyle buyurdu: 'Yemin olsun ki, aranızda Allah'ın kitabıyla hükmedeceğim, yüz koyun ve hizmetçi sana iade edilecek; oğlunun cezası ise yüz değnek ve bir sene sürgündür. Ey Enis, git kadına zina edip etmediğini sor. Eğer itiraf ederse onu recmet, buyurdu. Kadın suçunu itiraf edince Rasulullah onu recmetti.[261]


İtan Ebi Müleyke'den: "iki kadın deri dikerlerdi. Yan tarafta ise gençler şamata yapıyorlardı. Bunlardan biri dikiş yapılan alet ile eli yaralanmış olarak dışarı çıktı. Yaralı kadın, diğeri aleyhine dava açtı. İbn Abbas'a geldi. İbn Abbas dedi ki: 'Rasulullah şöyle buyurmuştur: 'Eğer insanlar mücerret davasıyla hak kazanacak olurlarsa kavmin mallan, canları zayi olur. Davalıdan yemin etmesini isteyin ve ona: 'Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini az bir paraya değişenler...' âyetini okuyun.' Davalı kadına bu âyet hatırlatılınca, suçunu itiraf etti.[262]


Recmle temizlenme arzusu


Bureyde'nin babasından bildirdiğine göre: "Maiz b. Malik el-Eslemi Rasulullah'a gelerek: 'Ey Allah'ın Rasulü! Ben kendime haksızlık ederek zina ettim. Şimdi temizlenmek istiyorum' dedi. Rasulullah, onu geri çevirdi. İkinci gün yine geldi ve: 'Ey Allah'ın Rasulü! Ben zina ettim' dedi. Rasullah onu ikinci defa geri çevirdi. Kavmine bir elçi göndererek kabilesine: 'Bildiğiniz kadarıyla bunun akli bir sorunu var mı?' diye sordurdu. Onlar da: 'Hayır, bildiğimiz kadarıyla o, iyilerimizin arasında en akıllı kişidir' dediler. Üçüncü defa Rasulullah'a geldi. Rasulullah onu, yine geri çevirdi. Kavminden onun hakkında bilgi istedi. Onlar ise: 'Onun aklında ve kişiliğin­de herhangi bir bozukluk yoktur' dediler. Maiz dördüncü defa gelip suçunu itiraf edince, Rasulullah bir çukur kazdırdı; kadın orada recmedildi."


Ravi anlatıyor: "Gamid'Ii bir kadın Rasulullah'a gelerek 'Ey Allah'ın Rasulü! Ben zina ettim, beni temizle' dedi. Rasulullah onu geri çevirdi, ikinci gün kadın yine geldi: 'Ey Allah'ın Rasulü! Beni niçin geri çeviriyor­sun? Belki ben de Maiz gibi geri çevrilenlerdenim. Allah'a yemin olsun ki şimdi hamileyim' dedi. Rasulullah: 'Hayır, olmaz. Şimdi git çocuğunu doğu­runca gel' buyurdu. Kadın doğumdan sonra çocuğu bir bez parçası içerisinde Rasulullah'a getirdi ve: 'işte doğurduğum çocuk' dedi. Rasulullah, "Şimdi git, onu emzir, sütten kesilince gel" dedi. Bir müddet sonra kadın çocuğun elinde bir parça ekmek olduğu halde gelerek: "İşte Ey Allah'ın Rasulü! Onu sütten kestim. Şimdi ekmek yiyor' dedi. Rasulullah, çocuğu aldı, oradakilerden birine verdi. Çukur kazılmasını emretti. Kadın göğsüne kadar gömüldü. Halka emretti, onlar da kadını taşladılar. Bu esnada Halid b. Velid eline bir taş aldı, kadının kafasına attı. Halid b. Velid'in üzerine bir miktar kan fışkınnca, Halid kadına sövdü. Bunu duyan Rasulullah: 'Ne yapıyorsun Halid? Bu kadının yaptığı tevbeyi, halktan zorla vergi alan kişi yapsaydı o bile affolunurdu' diyerek Halid'i ikaz etti. Sonra Rasulullah, kadının cenaze namazını kıldırdıktan sonra defnedildi."[263]


İmran b. Husayn'ın anlattığına göre: "Cüheyne kabilesinden zinadan hamile kalmış bir kadın Rasulullah'a gelerek: 'Ey Allah'ın Rasulü, had cezasını hak ettim. Bana had uygula' der. Rasulullah kadının velisini çağırır ona: 'Kadına iyi bak. Çocuğunu doğurunca bana getir' der. Adam söylenen­leri yapar. Rasulullah, kadının üzerinden elbiselerinin düşmemesi için bağlanmasını emreder. Sonra kadın recmedilir. Rasulullah, kadının cenaze namazını kılar. Bu duruma hayret eden Hz. Ömer: 'Ey Allah'ın Rasulü! Zina eden bir kadının cenaze namazını mı kılıyorsun?' diye sorar. Rasulullah: "Şüphesiz o, tam bir tevbe etmiştir. Eğer onun yaptığı tevbe, Medine'den yetmiş kişiye dağıtılsaydı onların hepsine yeterdi. Allah'a nefsini satandan daha efdal bir yol biliyor musun?' buyurur."[264]




Müslüman Kadının Güçlü Kişiliğinden Örnekler Ve Kadınların Haklarını Ve Görevlerini Tam Olarak Anlayabilmeleri



Ümmü Seleme saçını taratırken Rasulullah minbere çıkar: "Ey insanlar!" diye hitap eder. Rasullah'ı duyan Ümmü Seleme tarakçısı kadına: "Önümden çekil" der. Tarakçı cariye ise: "Rasulullah sadece erkeklere hitabedi-yor, kadınlara hitab etmiyor" deyince Ümmü Seleme: "Ben de insanlardanım" karşılığını verir.[265]


Kadınlar, Rasulullah'tan, daha fazla ilim öğrenme imkânı istiyorlar


E BU SAİD anlatıyor: "Bir kadın Rasulullah'a geldi ve: 'Ey Allah'ın Rasulü! Erkekler senin sohbetine katılıyorlar. (Başka bir rivayette ise 'erkekler seninle daha fazla görüşüyor').[266] Bir gününü bize ayır da oraya gelelim, Allah'tan aldığın şeyleri bize öğret' dedi. Peygamberimiz: 'Şu günde, şu yerlerde toplanın" buyurdu. Tayin edilen yede toplandılar. Peygamberimiz; onlara Allah'tan aldığı vahyi bildirdikten sonra: 'Sizden bir kadın, üç kız çocuğunu güzelce yetiştirirse onun bu çalışması kendisiyle cehennem arasında bir perde olur' diye buyurdu. Rasulullah'ın bu müjdesini duyan hanımlardan biri: 'Ya iki tane olursa?1 Ravi, kadının bu sözünü iki defa tekrarladığını naklediyor. Bu suale karşı Peygamberimiz: 'İki de olsa, iki de olsa, iki de olsa aynıdır" buyurur'[267]


İbn Hacer diyor ki: "... Bu hadiste, sahabe kadınlarının din işlerini Öğrenmede çok istekli oldukları belirtilmektedir.[268]


Doğrusu kadınlardaki bu büyük hırs, mescidde erkeklerle beraber Rasulullah'm sohbetlerine katılmayı yeterli bulmuyor, kendileri için özel bir sohbetin olmasını istiyorlardı. RasuluIIah onların bu arzularını olumlu bir şekilde karşılamıştır.


Esma bint Şekel, dini bilgileri öğrenmek için haya duygusunu asmıştır


Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre, Esma bint Şekel, RasuluIIah'tan hayızlı kadının gusul abdestini sorar. Peygamberimiz ona: "Hayızlı olan kadın suyu ve lifi alır güzelce temizlenir sonra suyu başına döker, suyun deriye temas etmesi için başını iyice ovalar. Sonra yeniden su döker ve eline güzel kokan bir bez alarak başını iyice temizler" demiştir. Bunu anlamayan Esma: "Hayızdan böyle nasıl temizlenir?" diye sorunca Peygamberimiz: "Sübhanallah! işte böylece temizlenirsiniz" buyurdu. Hz. Aişe diyor ki: "Sanki kadın kanın hala geldiğini ima etmeye çalışmaktadır." Rasulullah'a cenabetten temizlenmenin nasıl olacağını sordum. RasuluIIah: "Suyu alır güzelce temizlenir yahut temizleninceye kadar suyu döker, sonra suyu başı­na döker, su derisine değinceye kadar başını ovalar. Sonra yeniden suyla başını yıkar" buyurdu. Hz. Aişe diyor ki: "Ensar kadınları ne güzel kadınlar­dır. Utanma duygusu onları dinlerini öğrenmekten alıkoymamıştır."[269]


Sübey'a bint Haris, kesin bilgiye ulaşma yolları aramaktadır


Sübey'a bint Haris el-Eslemiyye, Beni Amir b. Lüey kabilesinden Sa'd b. Havle'nin hanımıdır. Sa'd. Bedir harbine iştirak etmiştir. Sübey'a hamiley­ken Veda Haccı sırasında ölmüştür. Sübey'a kocasının vefatından hemen sonra çocuğunu doğurmuştur. Nifastan kesilince yeniden evlenmek için süs­lenmiştir. Sübey'a'nm bu halini gören Abduddar oğullarından Ebu Senabil b. Ba'kek: 'Gördüğüm kadarıyla süsleniyorsun, yoksa evlenmek mi istiyor­sun? Vallahi sen üzerinden dört ay on gün geçmedikçe evlenemezsin' dedi. Sübey'a diyor ki: 'Ebu Senabil'in bu sözünden sonra üzerimi giyindim, akşam üzeri Rasulullah'a vardım, bu konuyu ona sordum. RasuluIIah bana çocuğumu doğurduktan sonra evlenmemin helal olduğunu ve imkanlarım ölçüsünde evlenmemi emretti."[270]


İbn Hacer diyor ki: "Sübey'a'nın zekası ve keskin görüşü, verilen fetva­dan tereddüt duyduğunda onu sarinin izahına sunmasını gerekli kılmıştır. Demek ki ictihadla ilgili konularda müftünin, hakimin fetvasından şüphe eden kişinin meseleyi şer'i kaynaklarda araştırması gerekmektedir. Ayrıca di­ğer bir faydası da, kadının kendisini ilgilendiren hükmü kadınların sormak­tan utandıkları bir konu da olsa direkt olarak sorabilmesidir.[271]


Has'am kabilesinden genç bir cariye, babasının yerine haccetmek istiyor.


Abdullah b.Abbas anlatıyor:[272]"Rasulullah kurban bayramı günü Fadl b. Abbas'ı bineğinin terkisine aldı. Has'am kabilesinden güzel bir kadın Rasulullah'a geldi ve fetva sordu. Dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasulü! Yüce Allah, haccı kullarına farz kılmıştır. Babam yaşlı döneminde hac yapacak zenginliğe ulaştı. Şimdi ise devenin üzerinde duramayacak haldedir. Onun yerine hac yapabilir miyim?' diye sordu. RasuluIIah da 'Evet' dedi.[273]




Kadının Kocasını Seçme Hakkı



Hansa bint Huddam, evlendirilme şeklinden şikayet ediyor:


Kasım anlatıyor: "Ca'ferin çocuklarından bir kadın, velisinin kendisini zorla evlendirmesinden korktu. Binaenaleyh Ensarın yaşlılarından Abdurrahman ve Mecma ibn Cariye'nin yanına birini gönderdi. Onlar dediler ki: 'Söyle ona korkmasın. Hansa bint Huddam'ı babası zorla birine verdi de RasuluIIah bunu engelledi.[274]


Berire, RasuluIIah aracı olmasına rağmen kendi hakkından


vazgeçiyor


Rasulullah'm hanımı Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre, Berire hakkında üç hadis varid olmuştur. Bunlardan biri hürriyetine kavuşan Berire'nin kocasını seçme muhayyerliğidir.[275]


İbn Abbas diyor ki: "Berire'nin kocası Muğis isminde bir köleydi. Berire'nin peşinde tavaf ediyor, ağlıyor, gözyaşları sakalına akıyordu. Sanki onu şimdi görüyor gibiyim. RasuluIIah, İbn Abbas'a dedi ki: "Ey Abbas, Muğis Berire'yi bu kadar severken, Berire'nin Muğis'e öfkelenmesine şaşmıyor musun?". RasuluIIah devamla 'Keşke yeniden ona dönsen' dedi. Kadın, Peygamberimize: 'Ey Allah'ın Rasulü onunla evlenmemi mi emrediyorsun?' diye sordu. Peygamberimiz 'Yalnızca aranızı bulmak istiyorum' deyince 'buna ihtiyacım yok1 dedi.[276]


İbn Hacer diyor ki: "Berire'nin: 'Onunla evlenmemi mi emrediyorsun?1 sözü, onun Rasulullah'ın emrine uymanın vacip olduğunu bildiğini gösterir. Kendisine teklif yapılınca, bu teklife, emir mahiyetinde uymanın gerektiği, eğer danışma ise bu konuda muhayyer kalacağını anlamak için bu ayrıntıyı öğrenmek istemiştir. İbn Hacer, devamla: 'Bu hadiste... Vacibin dışındaki konularda kişinin kendine yapılan teklifleri reddedebileceği, Hakimin davalılar arasında zarar vermeme ve bir tarafı tutmama kaydıyla aracılık yapmasının güzel olduğu, ancak, aracılık yapan kimse ne kadar önemli kimse olursa olsun yapılan teklifi kabul etmeyenin kınanmayacağı ifade edilmektedir. Ayrıca burada Berire örnek bir edep göstermiştir. Çünkü o Rasulullah'm aracılığını açıkça reddettiğini ifade etmemiş, sadece 'bu konuda ihtiyacım yok1 demiştir, der."[277]


Kadın erkeklerin iyilerini seçebilir, onlara kendini teklif edebilir


Sehl b. Sa'd anlatıyor; "Rasulullah'a bir kadın geldi ve: 'Ey Allah'ın rasulü! Helalin olmak için geldim..." dedi. Rasulullah'ın bu konuda birşey söylemediğini görünce oturdu..."[278]


Sabit b. el-Banani şöyle anlatıyor: "Ben Enes'in yanındaydım, kızı da oradaydı. Enes: 'Bir kadın, Rasulullah'a gelip kendisini ona: 'Ey Allah'ın Rasulü! Bana ihtiyacın var mı?' dedi. Enes'in kızı: "Ne kadar hayasız! Çok ayıp," dedi. Enes dedi ki: "O senden daha hayırlıdır, Rasulullah'ı arzuladı ve kendisini ona sundu."[279]


Bu hadis, Buhari'de "kadının kendisini salih bir erkeğe arzetmesi ba­bında" zikredilir. Fethu'l-Bari'de şöyle geçer: 'İbnü'l-Münir haşiyesinde di­yor ki: 'Vahibe kıssasındaki özellikleri bilen Buhari hadisten yeni bir özellik çıkarmıştır. O da, kadının erkeğin iyiliği için kendisini salih bir erkeğe teklif etmesinin caiz olduğudur [280]İbn Hacer diyor ki: 'Kendisini Rasulullah'a tek­lif eden kadınla ilgili hadisten kadının kendisinden daha iyi biriyle evlenme­yi istemesi, kesinlikle ayıp değildir sonucu çıkar. Özellikle de kadının amacı doğru ise. Yani bu isteği evleneceği erkeğin dini üstünlüğünden veya teklif edilmemesi halinde erkeğin kötü yola düşmesi korkusundan olabilir."[281]


İbn Dakik el-İd diyor ki: "Hadisi şerifte kadının kendisini faziletli olduğunu umduğu erkeğe teklif etmesinin caiz olduğu belirtilmektedir."[282]


Kadın, kocasından ayrılma hakkını kullanıyor


Kadının aile içerisindeki durumunu açıklayan yukanda geçen hadisi birçoklarının şiddetle reddettiği kadın hakkını yani kadının kocasını seçme hakkını pekiştirmek için burada yeniden zikredeceğiz. Diğer hakları ise inşaallah aile konusunu işlerken ele alacağız.


Sabit b. Kays'ın hanımı kocasını sevmeyince ondan ayrılma hakkını kullanıyor:


İbn Abbas der ki: "Sabit b. Kays'ın hanımı Rasulullah'a geldi ve 'Ey Allah'ın Rasulü! Sabit'in din ve ahlak güzelliğine diyeceğim yok. Fakat ben ona nankörlük yapmaktan korkuyorum' deyince, Rasulullah: 'Ondan aldığın bahçeyi ona geri verir misin?' diye sordu. Kadın 'evet' deyince, bahçe Sabit'e verildi. Rasulullah'ın emriyle ayrıldılar."[283]


Hz. Ömer'in hanımı Akika bint Zeyd, cemaatle namaz kılma hakkını arıyor.


îbn Ömer der ki: "Hz. Ömer'in hanımı sabah ve yatsı namazlarını cema­atle mescidi Nebevi'de kılardı. Ona denildi ki: 'Niçin mescide gidiyorsun?" Biliyorsun Ömer mescide gitmeni istememekte, hoş görmemekte' o da: 'Mescide gitmemi yasaklamasına ne engel olabilir?1 dedi. Ravi diyor ki: 'Rasulullah'ın, Allah'ın kullarını Allah'ın mescidlerinden alıkoymayın1 hadisi engeller."[284]


İbn Hacer diyor ki: Abdurrezzak b. Ma'mer'in Zuhri'den naklettiğine göre Abdurrezzak şöyle demiştir: "... Hanımı mescidde iken Hz. Ömer ona çok kızmıştır."[285]


Kadın mal kazanmak ve tasaddukta bulunmak için çeşitli işlerde çalışıyor


İşte bizzat kendisi çalışıp kazancından tasadduk eden Zeyneb binti Cahş...


Hz. Aişe diyor ki: "Aramızda en cömert olan Zeyneb'dir. Çünkü o çalışır, kazancından da tasadduk ederdi."[286]


Cabir'in anlattığına göre: "Rasulullah, hanımı Zeyneb'in yanına vardı. Zeyneb deri tabaklıyordu..." [287]


İbn Hacer'in Feth'ul-Bari'sinde geçen, Hakirn'in Müslim'in şartına uyarak Müstedrek'inde rivayet ettiğine göre: "Zeyneb bint Cahş, el sanatlarında mahir bir kadındı. Deriyi tabaklar, diker, kazancından da Allah yolunda sarfederdi."[288]


İşte bizatihi çalışan, kazancından da kocasına ve hanesindeki yetimlere infakta bulunan Abdullah b. Mes'ud'un hanımı Zeyneb...


Abdullah b. Mes'ud'un hanımı Zeyneb diyor ki: "Mescid-i Nebevidey­dim. Orada Rasulullah'ı gördüm. Bana dedi ki: 'Zinet eşyanızdan da olsa sa­daka verin.1 Zeyneb, kocası Abdullah'a ve hanesinde bulunan yetimlere ihsanda bulunurdu. Zeyneb anlatıyor: 'Rasulullah'ın yanına vardım. Ensarlı bir kadın kapıda bekliyordu. O da benim gibi muhtaçtı. Bu esnada Bilal'i gör­dük. Ona dedik ki: 'Rasulullah'a sor, kocama ve hanemdeki yetimlere ihsan­da bulunmam benim için yeterli mi?1 Bilal, Rasulullah'ın huzuruna girdi, ona sordu. Rasulullah: 'Evet, Zeyneb'e iki ecir vardır. Yakınlıktan dolayı ecir, sadaka verdiğinden dolayı ecir' buyurdu.[289]


Kadınlar mescidde yapılan genel toplantı çağrısına iştirak ediyorlar


Fatıma bint Kays anlatıyor: "... İnsanlara, namazın toplayıcı olduğu çağrısı yapıldı. (Yani müezzin: 'Essalatü camiatün' nidasında bulundu). Bunu duyunca insanlarla beraber ben de mescide gittim. Kadınların en ön şafuldaydım. O ise erkeklerin en son safındaydı."[290]


Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Ümmü Gülsüm, dini sebeplerle ailesinden ayrılarak kaçıp hicret ediyor


Rasulullah'ın ashabından Mervan ve Misver b. Mahreme'nin bildirdi­ğine göre, kadınlar da hicret ederek geldiler. Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Üm­mü Gülsüm de o gün Rasulullah'ın yanına gelenler arasındaydı. Evlilik çağında bir kızdı. Daha sonra ailesi, Rasululah'tan Ümmü Gülsüm'ü istediyse de Rasulullah onu onlara vermedi.[291]


Ümmji Haram, deniz gazalarında §ehid olmak istiyor


Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v.) Küba'ya gidince, Milhan kızı Ümmü Haram'ı ziyaret ederdi. Ümmü Haram, Peygamberimize yemek ikram ederdi. O zamanlar Ubade b. Samit'in hanımıydı. Bir gün Peygamberimiz, Ümmü Haram'ın yanına vardı. Ümmü Haram, Peygamberimize yemek getirince Peygamberimiz uyudu. Bir müddet sonra gülerek uyandı. Ümmü Haram: 'Seni güldüren şey nedir; Ya Rasulallah?' dedim. Rasulullah şöyle dedi: 'Ümmetimden kimi insanlar Allah yolunda savaşmak için gemilere bindiler.' Bunun üzerine Ümmü Haram: 'Bana da dua et de, ben de onlardan olayım' dedi. Rasulullah tekrar uyumaya başladı. Bir müddet sonra gülerek uyanınca: 'Ey Allah'ın Rasulü, seni gülderen şey nedir?'dedim Rasulullah, 'Ümmetimden bazı insanlar Allah yolunda savaşa gidecekler...' (Diğer bir rivayette ise [292]Kayser'in şehrine, ümmetimden cihad için gidecek ilk ordunun günahları affedilmiştir) dedi. O zaman ben: 'Allah'a dua et de ben de onlardan olayım1 dedim. Rasulullah: 'Sen de ilk gidenlerden olacaksın1 buyurdu. Ümmü Haram Muaviye zamanında gemiye bindi. Gemiden inerken hayvanından düşerek şehid oldu."[293]


Ümmü Hani, bir muharibe eman veriyor. Buna karşı çıkan kardeşini şikayet ediyor


Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani der ki: "Fetih yılı Rasulullah'ın yanına gittim. Ona selam verdim.. Rasulullah, bana 'hoş geldin Ümmü Hani' dedi.. Rasulullah'a 'Ey Allah'ın Rasulü! Kardeşim Ali b. Ebi Talib himayeye aldığım Hubeyre'nin oğlunun falanın katili olduğunu zannediyor1 dedim. Rasulullah: 'Ey Ümmü Hani, senin eman verdiğin kişiye biz de eman verdik' dedi."[294]


Hind binti Utbe, müslümanlığının etkisiyle Rasulullah'tan utanıyor


Hz. Aişe anlatıyor: "Hind bint Utbe Rasulullah'a geldi ve: 'Ey Allah'ın Rasulü, yeryüzünde hiçbir ailenin zelil olması bana senin ailenin zelil olmasından daha sevimli gelmezdi. Bugün ise yeryüzünde hiçbir ailenin izzetli olması, bana senin ailenin izzetli olmasından daha sevimli gelmiyor. Rasulullah (s.a.v.): 'Varlığım kudret elinde olana andolsun ki ben de aynı kanaatteyim1 diye buyurdu."[295]


İbn Hacer der ki: "Hadiste Hind'in zeka seviyesinin yüksekliğine ve bunu konuşmada ustaca kullanmasına bir işaret vardır."[296]


Ümmü Eymen, Rasulullah'ın vefatıyla vahyin kesilmesine üzülüyor


Hz. Enes anlatıyor: "Hz. Ebubekir Rasullah'ın vefatından sonra Hz. Ömer'in yanına vararak: 'Haydi Ümmü Eymen'i ziyarete gidelim' dedi. Rasulullah hayatında Ümmü Eymen'i ziyaret ederdi. Hz. Ebubekir ve Ömer, Ümmü Eymen'in yanına varınca ümmü Eymen ağlamaya başladı. Ona dediler ki: 'Niye ağlıyorsun. Allah katında en hayırlı kişi O'nun Rasulüdür. 'Bunun Üzerine Ümmü Eymen: 'Sadece, Allah katında en hayırlı kimsenin Rasulullah olduğundan dolayı ağlamıyorum; semadan vahyin kesilmesine ağlıyorum, deyip onları da ağlattı. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer de Ümmü Eymenle beraber ağlamaya başladılar.[297]


Zeyneb bint muhacir, Ebu Bekir es-Sıddik ile karşılıklı konuşuyor


Kays b. Ebi Hazim diyor ki: "Ebu Bekir, Ahmer kabilesinden Zeyneb bint Muhacir adında bir kadının yanına vardı. Baktı ki kadın ağzını açmıyor. Hz. Ebu Bekir: 'Bu kadın niye konuşmuyor?' diye yanındakilere sordu. 'Hiç konuşmadan hac yapmaya nezretti1 dediler. Hz. Ebu Bekir, kadına: 'Konuş, bu yaptığın helal değil, bu cahiliye adetlerindendir' deyince kadın konuşma­ya başladı ve: 'sen kimsin?' diye sordu. Hz. Ebu Bekir: 'Muhacirlerden biri' dedi. Kadın: 'Hangi muhacirlerden?' diye sordu. Hz. Ebu Bekir: 'Kureyşten' karşılığını verdi. Kadın yine: 'Hangi Kureyş'tensin?' diye sorunca, Hz. Ebu Bekir: 'Amma da çok soruyorsun. Ben Ebu Bekir'im' dedi. Kadın: 'Cahiliyeden sonra, Allah'ın gönderdiği bu doğru yolda nasıl kalabiliriz?1 diye sordu. Hz. Ebu Bekir: 'Sizin doğru yolda olmanız imamlarınızın doğru yolda olmasına bağlıdır' dedi. Kadın: 'Hangi imamlar?' deyince Hz. Ebu Bekir: 'Kavminde, insanlara emreden, insanların emirlerine uyduğu yöneti­ciler, eşraf yok mu?1 diye sordu. Kadın: "Evet var' karşılığını verince, Hz. Ebu Bekir: 'İşte onlar imamlardır' dedi. [298]


Hz. Ömer'in kızı Hafsa, Abdullah b. Ömer'in hatasını düzeltiyor


Nafı anlatıyor: "İbn Ömer, Medine yollarından birinde İbn Said'le karşılaşır. İbn Said'i Öfkelendirecek sözler söyler, yol boyunca ona çatar. Nihayet İbn Ömer, Hafsa'nın evine gider, olanları Hafsa'ya anlatınca Hafsa ona şöyle der: 'Allah seni affetsin, İbn Said'den ne istiyorsun? Rasulullah'ın 'öfkeden öfke doğar1 dediğini bilmiyor musun?"[299]


Ümmü Yakub, Abdullah b. Mes'udla karşılıklı konuşuyor


Abdullah b. Mes'ud anlatıyor: "Döğme yapana, döğme yaptırana, yüzlerindeki kılları yolanlara, güzellik için ağzındaki büyük dişleri çektirip küçük dişleri bırakarak Allah'ın yarattığı şekli değiştirenlere Allah lanet etsin." Bu haberi duyan Esed oğullarından Ümmü Yakub isminde bir kadın (çokça Kur'an okurdu)[300] Abdullah b. Mes'ud'a geldi "Duyduğuma göre sen şunlara şunlara lanet okumuşsun" deyince Abdullah b. Mes'ud "Rasulullah'ın lanet ettiği, Allah kitabında lanetlenen kişiye ben niye lanet etmeyeyim ki?" dedi. Ümmü Ya'kub: "Ben Kur'an'ı baştan sona okudum. Senin dediğini orada bulamadım" deyince, İbn Mes'ud "Eğer Kur'an'ı oku-saydın muhakkak bulurdun. Soruyorum sana, "Rasulün size getirdiği şeyleri alın. Sizi nehyettiği şeylerden sakının" âyetini hiç okumadın mı?" diye sordu. Ümmü Yakub: "Tamam bu âyeti okudum" deyince İbn Mes'ud: "İşte bu âyet yasaklamaktadır" dedi. Darda kalan Ümmü Yakub: 'gördüğüm ka­darıyla senin ailen de yapıyor' deyince, İbn Mes'ud: "Git bak" dedi. Ümmü Yakub gitti, baktı. İbn Mes'ud'un ailesinde böyle birşey göremedi. İbn Mes'ud dedi ki: "Eğer ailem bunu yapsaydı, onunla kesinlikle beraber ol­maz, ondan ayrılırdım" dedi.[301]


İbn Hacer diyor ki: ".... Denildi ki Ümmü Yakub İbn Mes'ud'un hanımında hadiste nehyedilen şeyi gerçekten görmüştü. Ne var ki İbn Mes'ud ailesini ikaz ederek onu nehyedilen şeyden u.zaklaştırmıştı. Bu nedenle Ümmü Yakub İbn Mes'ud'un hanımında gördüğü şeyi daha sonra göremedi.[302] îbn Hacer devam ediyor: "Ümmü Yakub'un İbn Mes'ud'a baş vurması onun bilinçli olduğunu gösterir."[303]


Ümmü'd-Derda, Halife Abdülmelik b. Mervan'a karşı çıkıyor


Zeyd b. Eslem'in bildirdiğine göre: "Abdülmelik b. Mervan, Ümmu'd-Derda'ya bir kısım ev eşyaları yollamıştı. Bir gece, Abdülmelik uykudan uyanıp hizmetçisini çağırır. Sanki hizmetçi geç gelmiş gibi ona lanet eder. Sabah olunca Ümmü'd-Derda, Abdülmelik'e: "Bu gece hizmetçini çağırdı­ğında ona lanet ettiğini duydum. Ebu'd-Derda, Rasulullah'ın şöyle dediğini nakleder: 'Lanetlenenlerin kıyamet gününde ne şefaatçılan ne de yardımcı­ları olur1 demiştir."[304]


Müslüman kadının şahsiyetini hak ve görevlerini iyice bildiklerini gösteren diğer örnekler kitabımızın ileriki bölümlerinde gelecektir. Onlardan birkaçı:


- Hudeybiye günü kendisine fikir sorulan Ümmü Seleme'nin Rasulul-lah'a yaptığı teklif.


- Kocası tarafından zıhar yapılan Havle bint Sa'lebe'nin Rasulullah'la tartışması.


- Müslümanların zor günlerinde Habeşistan'a deniz yoluyla gidenler konusunda Esma bint Umeys ile Ömer b. Hattab'ın yüzyüze gelmesi.


- Ümmü Seleme'nin Rasulullah'a fikir beyan etmesini yadırgayan Hz. Ömer'le tartışması.


-  Esma bint Ebu Bekir'in birçok kadınla beraber güneş tutulması namazına katılması, güneş tutulması bitinceye kadar orada beklemesi.


- Ümmü Süleym'in, çocuğunun öldüğünü kocasına bildirmek için ona latifeli ve imalı konuşması.


- Ümmü Süleym'in cihadda tehlikeli görevleri üstlenme isdidadı.


- Hz. Ömer'in kızı Hafsa'nın babasının ölümünden sonra hilafet bağına bağlanması.


- Ebu Bekir'in kızı Esma'nın zalim Haccac'a karşı gelmesi.


- Hz. Aişe'nin sahabenin hatalarını düzeltmesi.


- Fatıma binti Kays'ın üç talakla boşanan kadınların iddet döneminde kocasının evinde kalmasını söyleyenlere karşı çıkması. [305]




KADIN ŞAHSİYETLER



KUR'AN-I KERİM'DE önceki peygamberler döneminde ortaya çık­mış değerli bir takım kadın şahsiyetlerden bahsedilmektedir. Sünnette de Hz. İbrahim'den günümüze kadar kadınların şahsi yönlerini yansıtan, sahabe hanımlarından söz eden birçok hadisler gelmiştir. Umarım anlataca­ğımız kadın şahsiyetler islamm geliştirdiği müslüman kadının şahsiyetiyle ilgili öğretileri daha iyi açıklayacaktır. Öyle ki, örnek kadın şahsiyetler, sayıca fazla, olgunluk açısından da çok üstündür. [306]




Hz. İbrahim'in Hanımı Sâre



Seçkin güzelliği:


Ebu Hureyre'nin bildirdiğine göre Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Sâre ile yola giden Hz. İbrahim, meliklerden birinin veya zorbalardan birinin şehrine uğradı. Bunu duyan halk, İbrahim kadınların en güzelini[307] buraya getirdi' dedi. Melik ona bir elçi gönderdi."[308]


Sıkıntı anlarında Sâre'nin sebatı:


Yukardaki hadis devam ediyor: "Melikin gönderdiği elçi İbrahim'e sorar: 'İbrahim yanındaki kim?' Hz. İbrahim: 'Kız kardeşimdir' dedi. Arkasından Sâre'nin yanma vardı ve ona: 'Beni yalancı çıkarma, onlara kız kardeşim olduğunu söyledim. Vallahi seninle benden başka yeryüzünde mü'min yoktur' dedi. Daha sonra Sare'yi, Melik'in sarayına gönderdi."


Sare'nin Allah'a yönelişi:


Hadis devam ediyor: "Sare, Melik'in yanına varınca, Melik, Sare için ayağa kalktı. Sare de abdest aldı, namaz kıldı ve duasında: 'Ey Allahım! Sana va Rasulüne iman ettiğimi, namusumu kocam dışında herkesten koruduğu­mu biliyorsun. Bana kâfiri musallat etme!1 deyince, kâfirin nefesi kesilmeye, horlamaya, hatta ayağı ile yere vurmaya başladı."


Bir işin akıbetini önceden sezmesi:


Hadisin devamında şu bilgileri okuyoruz: "Nefesi kesilerek ayağını yerlere vuran kralın durumunu gören Sâre: 'Ey Allah'ım! Bu ölürse benim öldürdüğümü söylerler. Ona şifa ver' dedi. Melik, ikinci defa Sare'nin yanına gelince Sâre kalktı, abdest aldı, namaz kıldı. Duasında: 'Ey Allah'ım! Sana ve Rasulüne iman ettiğimi ve namusumu kocam hariç herkesten koruduğu­mu biliyorsun. Bana şu kâfiri musallat etme1 deyince kral yine sar'a hastalığı­na tutulmuş gibi inlemeye ve ayağıyla yerlere vurmaya başladı. Bunun üze­rine Sâre: 'Ey Allah'ım adam ölürse benim öldürdüğümü zannederler' dedi. Bunun üzerine Melik, ikinci veya üçüncü kez sar'adan kurtuldu.


Allah'ın Sâre'yi mükâfatlandırması:


Yine hadis devam ediyor: "Bunun üzerine adam sar'a hastalığından i-kinci defa yahut üçüncü defa kurtuldu. Bu durum karşısında kral: 'Vallahi siz bana bir şeytan göndermişsiniz. Bu kadını İbrahim'e geri götürün, Hacer'i de Sare'ye hibe edin' dedi. Daha sonra Sare, İbrahim peygamberin yanına dö­nüp geldi. Olayı anlattıktan sonra: 'Anladın mı, Allah, kâfiri zelil etti ve bir cariyeyi de bana hizmetçi verdi' dedi.[309]


Sare'nin misafirleri karşılaması ve meleklerin müjdesine nail olması: Yüce Allah şöyle buyuruyor:


"Elçilerimiz, İbrahim'e müjde getirdikleri zaman 'selam', dediler. O da 'selam' dedi; çok durmadan hemen (elçilere) kızarmış bir buzağı getirdi. Ellerinin ona uzanmadığını görünce, durumlarını beğenmedi ve (olanlardan dolayı) içine bir korku düştü. "Korkma, biz Lût kavmine gönderildik" dediler. Ayakta durmakta olan karısı güldü. Biz de ona İshak'ı ve İshak'ın ardından Yakub'u müjdeledik. (İbrahim'in karısı) 'Vah, dedi, ben bir koca kan, bu kocam da bir ihtiyar iken doğuracak mıyım? Bu, cidden şaşılacak bir şey." (Elçi melekler) dediler ki: 'Allah'ın işine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizde ey ev halkı! O, Öğülmeye layıktır, iyiliği boldur." (Hud, 69-73). [310]




Hz. İsmail'in Annesi Hacer



Allah'a tevekkül etmesi:


İbn Abbas der ki: "Kuşak kullanan ilk kadın, Hz. İsmail'in annesidir. Sare'ye karşı hamileliğini belli etmemek için bir kuşak edinmişti. Hz. İbrahim karısı ve emzikli bulunan İsmail ile Mescid'in biraz yukansında Zemzem kuyusunun üstünde büyükçe bir ağacın yanına gelmişlerdi. O günlerde Mekke'de kimse yoktu. Mekke'de İsmail için su yoktu. Hanımının yanına içerisinde su ve bir miktar hurma olan bir kap bıraktı. Sonra Hz. İbrahim yola çıktı. Korkuya kapılan Hacers defalarca: "Ey İbrahim, bizi hiç kimsenin olmadığı bir çöle bırakarak nereye gidiyorsun?" dedi. Fakat Hz. İbrahim ona kulak asmadı. Hacer: 'Böyle yapmanı Allah mı emretti?' diye sorunca Hz. İbrahim: 'Evet' dedi. Hacer: 'Öyleyse o bizi zayi etmez' dedi, geri döndü. Diğer bir rivayette[311] 'Ey İbrahim,bizi kime bırakıyorsun?' diye sordu. Hz. İbrahim 'Allah'a' deyince, Hacer 'tamam ben O'na razıyım' dedi."[312] Hacer'in bölgenin zor şartlarına rağmen sebat etmesi: Hadis devam ediyor: Hz. İbrahim ayrıldı. Ailesinin kendisini göreme­yeceği kadar uzaklaşınca yüzünü beyte çevirdi. Elini semaya kaldırdı ve şöyle dua etti: "Ey Rabbımız! ben çocuklarımdan kimini namaz kılabilmele-ri için senin mukaddes evinin yanında çorak bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, insanların gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için onları meyvalarla rızıklandır."


İsmail'in annesi bir taraftan İsmail'i emziriyor diğer taraftan da İbra­him'in kendilerine bıraktığı sudan içiyordu. Su bitince Hacer ve oğlu susadı-lar. Hacer endişe içerisinde İbrahim'e bakındı. Çocuğun başına birşey gel­mesinden korktuğundan, İbrahim'i aramaya çekinerek gitti. Yakınında bu­lunan Safa tepesine çıktı, etrafta "kimseyi görebilir miyim?" diye çevreye baktı. Bir müddet sonra Safa tepesinden indi. Çöle varınca belindeki kuşağı­nı gevşetti. Güçlü bir erkek gibi koşmaya başladı. Oradan Merve tepesine vardı, kimseyi görebilir miyim diye sağa sola bakındı. Yedi defa Safa ile Merve arasında telaşla koştu. Rasulullah diyor ki: "Bu nedenle insanlar Safa ile Merve arasında sa'y ederler."


Allah'ın Hacer'e ikramı:


Hacer, Merve'ye varınca: "Bir ses duyar ve kendi kendine 'sus' der ve kulak kesilir. Aynı sesi tekrar işitir. Devamla Hacer: 'Sen yardıma ihtiyacın olduğunu işittirdin1 diyen bir ses duydu. Tam bu sırada Meleğin zemzemin bulunduğu yeri ayağıyla veya kanadıyla su çıkıncaya kadar eştiğini gördü. Hemen suyun etrafını çevirdi. Etrafım çevirmesine karşın su yine de üstten taşıyordu. İbn Abbas diyor ki: Rasulullah şöyle buyurmuştur: 'Allah, İsmail'in annesine merhamet etsin. Eğer o, zemzem kuyusunu aynen bırak-saydı veya kaynağın ağzını daraltmasaydı şimdi zemzem bir nehir olurdu. Ravi diyor ki: 'Hacer ve çocuğu suya kanınca melek ona 'kaybolmaktan korkmayın, Allah'ın şu Beytini şu çocuk ve babası yapacaktır. Allah, Beytullah çevresinde kalanları kaybetmez."


Hayata katılması ve güzel tedbiri


Mekke'de yaptıkları ev yerden birazca yüksekte idi. Ev sağdan, soldan gelen rüzgarlardan etkilenirdi. Birgün Curhum kabilesinden bir grup, Mekke'nin yüksek kısımlarından aşağıya doğru iner, havada dönüp dolaşan bir kuş görürler. Bu kuş yakınlarda bulunan bir suya gidiyor, âcrler. Mekke vadisinde nelerin olup bittiğini öğrenmek için bir veya iki kişiyi gönderirler. Mekke'ye gidenler, Mekke'de su olduğunu söyler. Bunun üzerine onlar da Mekke'ye giderler. (Ravi anlatıyor:) "İsmail'in annesi Hacer suyun başında Mekke dışından gelenler Hacere müsaade edersen biz de suya varalım" derler. Hacer: 'Buyurun gelin, ama bu suda, herhangi bir hakkınız yoktur' der. Onlar da "tamam" diyerek suyun başına inerler. İbni Abbas Rasulul-lah'ın şöyle dediğini nakleder: "Böylece İsmail'in annesini buldular. O (Hacer) insanlığı, kardeşliği, seven biriydi. Onlar suyun başına indiler, ardından da ailelerine haber gönderdiler. Sonunda Hacer'le Curhum'lu aile­ler arasında yakın bağlar kuruldu. Hz. İsmail büyüyünce yeni tanıştıkları kişilerden ve ebeveyninden Arapça öğrendi. Gençlik çağma geldiğinde Mekke'ye yeni yerleşen bir ailenin kızıyla evlenmiştir.[313]




Rasulullah'in Hanımı Huveylid'in Kızı Hz. Hatice



Ali b. Ebi Talib'in bildirdiğine göre Rasulullah: "İsrail oğullarının en hayırlı kadım İmran kızı Meryem, bu ümmetin en hayırlı kadını ise Hz. Hatice'dir, buyurmuştur.[314]


Hz. Hatice'nin Rasulullah'ı çok sevmesi:


Ümmü'1-mü'minin Hz. Aişe diyor ki: "Rasulullah'a gelen ilk vahiy, uykuda gördüğü salih rüyadır. Rüyada gördükleri sabah aydınlığı gibi aynen ortaya çıkardı. Ayrıca ona yalnızlık sevdirildi. Hira mağarasına gider, birçok geceler ailesine dönmeksizin orada ibadet ederdi. Bunun için yanında azık götürürdü. Azığı bitince Hz. Hatice'nin yanına gelir erzak alırdı. Günler böyle akıp giderken Hira mağarasında O'na vahiy geldi."[315]


Hz. Hatice'nin yüksek zekası ve güzel tevekkülü:


Hadis devam ediyor: "Nihayet Rasulullah Hira mağarasındayken ken­disine vahiy geldi. Melek, "Oku!" dedi. Rasulullah (s.a.v.): 'Ben okuma bil­mem' dedi. Rasulullah diyor ki 'Bunun üzerine melek beni tuttu, takatımke-silinceye kadar beni sıktı, sonra bıraktı ve: 'Oku' dedi. Ben de: 'Ben okuma bilmem' deyince, ikinci defa takatim kesilinceye kadar beni sıktı ve yine bı­raktı. Arkasından yine: 'Oku' dedi. "Ben okuma bilmem" deyince üçüncü de­fa beni sıktı ve bıraktı. Daha sonra şu âyetleri getirdi: "Yaratan Rabbının a-dıyla oku! O, insanı alak'tan yarattı. Oku! Senin Rabbın kerem sahibidir." Bu olay üzerine Rasulullah'ın kalbi çarparak Hz. Hatice'nin yanına döndü ve "Beni Örtün! Beni örtün!" dedi. Rasulullah'ın kalb çarpıntısı kesilene kadar örttüler. Rasulullah kalkınca olayı Hz. Hatice'ye: 'Kendimden korktum' diyerek anlattı. Hz. Hatice ise: 'Hayır! Vallahi, Allah sana asla kötü karşılık vermez. Çünkü sen, akrabalarını ziyaret eder, işini tam yaparsın, fakiri doyu rursun, misafire ikram eder, gerçekten zor durumda kalmışlara yardım eder­sin."[316]


Hz. Hatice'nin şefkatle Rasulullah'a destek olması ve Ona güzel davranması:


Hadis yine devam ediyor: "Hz. Hatice Rasulullah'ı amcasının oğlu Varaka b. Nevfel b. Esed b. el-Uzza'nın yanına götürdü. Varaka, cahiliye döneminde hristiyan olmuştu. İbranice yazar, gücü yettiği Ölçüde de İncil'i İbranice olarak kaleme alırdı. Varaka, kör, çok yaşlı biriydi. Hatice ona dedi ki: 'Ey amcamın oğlu, kardeşinin oğluna kulak ver.' Varaka: 'Ey kardeşimin oğlu, gördüklerini anlat' dedi. Rasulullah gördüğü şeyleri anlatınca Varaka 'O gördüğün, Yüce Allah'ın Musa'ya gönderdiği Cebrail'dir. Keşke ben güç­lü biri olsaydım. Kavmin seni memleketinden çıkardığında keşke hayatta olsaydım' dedi. Varaka'nın bu sözlerini duyan Rasulullah: 'onlar beni memlekelimden de mi çıkaracaklar?' diye sordu. Varaka: 'Evet, senin getirdiğin şeyleri getiren hiç kimse yok ki memleketinden çıkarılmamış olsun. O gün­lere kalırsam sana çok yardımım dokunur' demiştir."


İmam Ahmed'in rivayetinde ise: "Rasulullah: 'insanlar bana inanmaz­ken, Hatice iman etmiştir. însanlar beni yalanlarken, o beni tasdik etmiştir. İnsanlar benden mallarını esirgerken, o beni malıyla desteklemiştir* buyurmuştur.[317]


Hz. Hatice'nin Rasulullah'a salih evlat vermesi:


Hz. Aişe anlatıyor: "Rasulullah'a 'dünyada Hatice'den başka kadın yok mu?' dediğim zaman, Rasulullah: 'O bir başkadır. Bana evlat verdi' demiştir."[318]


İmam Ahmed'in rivayetinde ise şöyle geçer: "Diğer kadınlardan çocu­ğum olmadığı halde, Yüce Allah bana ondan çocuk vermiştir."[319] Rasulullah'ın Hz. Haticeyi sevmesi:


Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre: "Rasulullah 'Onun (Hatice'nin) sevgisiyle dolduruldum' buyurmuştur."[320]


Rasulullah'ın Hz. Hatice'ye verdiği değer:


Hz. Aişe diyor ki: "Rasulullah, Hatice ölünceye kadar başka hiçbir kadınla evlenmemiştir."[321]


Rasulullah'ın Hz. Hatice'yi anması


Hz. Aişe anlatıyor: "Rasulullah'm hanımlarından Hatice'yi kıskandı­ğım gibi hiç kimseyi kıskanmadım. Onun gibisini görmedim. Rasulullah onu çok anardı. Her koyun kestiğinde önce parçalar, Hz. Hatice'nin dostları­na birer miktar gönderirdi."[322]


Yine Hz. Aişe anlatıyor: "Hatice'nin kardeşi Hale bint Hüveylid, Rasulullah'm yanına girmek istedi. Rasulullah, Hz. Hatice'nin içeri girmek istediğini bir an hatırlayarak sıçradı ve: 'Allah'ım, Hale..." dedi. Hz. Aişe diyor ki: 'Artık kıskandım, dişleri dökülüp diş etlerinin kenarlarından başka bir beyazlığı kalmayan,ölüp gideli hayli zaman olmuş Kureyş kadınlarından bir kocakarının nesini anarsın? Allah, onun yerine sana daha hayırlısını ver­miştir' dedim."[323]


İmam Ahmed'in rivayetinde ise Rasulullah, Hz.Aişe'ye: 'Allah ondan daha iyisini bana vermedi' şeklinde karşılık verdi.[324]


Yüce Allah'ın Hz. Hatice'yi övmesi:


Ebu Hureyre anlatıyor: "Cebrail Rasulullah'a geldi: 'Ey Allah'ın Rasu-lü, içerisinde katık yahut yemek veyahut da içecek bulunan bir kapla sana gelecek. Hatice yanına varınca: 'Rabbım'dan ve benden ona selam söyle. Onu cennette içerisinde gürültü ve meşakkat bulunmayan bir köşkle müjde le'dedi."[325]




Rasulullah'ın Kızı Fatımatu'z-Zehra



Babasını gözetmesi - Küçüklüğünde:


Abdullah anlatıyor: 'Rasulullah Ka'be'de namaz kılarken, Kureyş, meclislerinde toplandı. Onlardan biri: 'şu riyakâr adamı görmüyor musu­nuz? İçinizden kim filancanın devesini keser, işkembesini, kanını ve ceninin eşini, onları buraya getirir, Muhammed secdeye varınca onları omuzları arasına kor?, dedi. Bunun üzerine en azgınlarından biri işi üzerine aldı. (Bu kişi Utbe b. Ebi Muayt'tır). Rasulullah secdeye varınca devenin pis artıklan-nı Rasulullah'ın omuzları arasına koydu. Rasulullah secdeden kalkamaz. Bunu gören kureyşliler birbirlerine bakarak gülüşürler. Bu esnada küçük bir cariye durumu Fatıma'ya bildirir. Fatıma koşarak geldi. Secdeden kalkama-yan Rasulullah'ın omuzlarından koyduktan pislikleri aldı. Kureyş müşrikle­rine dönüp hakaret etmeye başldı."[326]


~ Gençliğinde:


Selh (r.a.)'den rivayet edilmektedir: "Ona, Rasultıllah'ın Uhud günü aldığı yaralardan soruldu da Sehl: 'Rasulullah'm yüzü yaralandı, iki Ön dişi kırıldı, başındaki miğfer de kırıldı. Farıma, Rasulullah'ın yarasından akan kanı siliyor onu tutuyordu, Kanın durmadığını görünce bir hasırı yaktı külünü Rasulullah'm yarasına basınca kan durdu."[327]


Hz. Fatıma'nın, AH b. Ehi Tatib ile evlenmesi Ali b. Ebi Talib anlatıyor: "... Rasulullah'm kızı Fatıma ile yuva kurma­ya karar verdiğinde Kaynukaoğullanndan boyacılık yapan biriyle boya malzemesi olarak kullanılan izhir otu satmak üzere anlaştım. Onu satarak elde ettiğim parayla da düğün yemeği hazırlamayı düşünmüştüm."[328]Hz. Fatıma'nın sabrı ve kocasının evini koruması: Hz. Ali'nin bildirdiğine göre: "Hz. Fatıma, Rasulullah'a bazı kölelerin geldiği haberini alınca, un öğüttüğü eldeğirmeninin kendisine verdiği rahat­sızlıktan şikayet ederek, Rasulullah'm bir köle vermesini arzu eder. Ne var ki Rasulullah'ı bulamaz. Durumu Hz. Aişe'ye anlatır. Rasulullah gelince Aişe, kızı Fatıma'nın kendisine geldiğini söyler. Hz. Ali der ki; 'Eve geldik. Yatağımıza girmiştik. Rasulullah gelince yataktan çıkmak istediysek de bi­ze  'yerinizde  durunuz' dedi.  Benimle Fatıma'nın arasına oturdu. Rasulullah'm ayaklarının soğukluğunu göğsümde hissettim. Bize dedi ki; 'Size istediğinizden daha hayırlı şey öğreteyim mi?' Yatağınıza girince veya yatağınıza varınca otuz üç defa 'sübhanallah', otuzüç defa 'elhamdülillah' otuzdört defa da 'Allahüekber1 deyin. Böyle yapmanız sizin için köleden daha hayırlıdır."[329]


Ebu Davud'un rivayetinde ise Hz. Ali şöyle demiştir: "Rasulullah'm kızı Fatıma yanımdaydı. Değirmen çekmekten elleri incindi. Su tulumuyla çok su çekmekten boynu ağrıdı. Ev kirlenince elbiseleri toz içiresinde kaldı. Ebu Davud'un diğer bir rivayette ise ekmek pişirmekten yüzünün rengi değişti."[330]


Rasulullah'm ona kızması:


Misver b. Mahreme anlatıyor: "Ali, Ebu Cehl'in kızına talip oldu. Fatıma bunu duyunca babasının yanına geldi ve: 'Herkes seni, kızlarına da-rılmış da onlara bakmıyor sanıyor. Bak işte Ali, Ebu Cehl'in kızıyla nikahlanıyor" dedi. Bunun üzerine Rasulullah, derhal kalktı hutbe okudu. Teşehhüdden sonra 'Ben Zeyneb'i, Ebu'l-As b. Rebia'ya nikahladım. O, Zeyneb üzerine evlenmeyeceğine söz verdi ve bu sözünü tuttu. Biliniz ki Fatıma benden bir parçadır. Ona kötülük yapılmasını istemem.' Diğer bir ri­vayette ise: 'Dininden dönmesi için kızıma baskı yapılmasını istemem.1 Bir başka rivayette ise: "Vallahi onun dininden fitneye düşürülmesinden korku­yorum. Kesinlikle ben helal olan birşeyi haram, haram olan bir şeyi helal ya­pamam. Allah'a yemin olsun ki Rasulullah'm kızıyla Allah düşmanının kızı bir erkeğin yanında asla birleştirilemez." demiştir. [331]Artık Hz. Ali Ebu Cehl'in kızıyla evlenmekten vazgeçti.[332]


Rasulullah'm, kızına, damadına ve torunlarına ikram etmesi:


Hz. Aişe anlatıyor: "Rasulullah, bir sabah üzerinde siyah kıldan yapıl­mış dikişsiz bir elbise olduğu halde evinden çıktı. Hz. Hasan gelip huzuruna girdi. Arkasından Hz. Hüseyin geldi, o da içeri girdi. Daha sonra Fatıma gel­di, o da huzuruna girdi. Son olarak da Hz. Ali geldi ve o da içeri girdi. Rasulullah "Ey ehli beyt, yüce Allah sizden ricsi (kötülüğü) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor."[333]


Hz. Aişe diyor ki: "Biz Rasulullah'm hanımları hepimiz O'nun yanındaydık. Yanında hiç birimiz ayrılmadan Hz. Fatıma geldi. Rasulullah Fatıma'nın geldiğini görünce: 'Hoş geldin kızım' dedi. Sağına veya soluna o-turttu. Ona gizlice birşeyler söyledi. Hz. Fatıma ağlamaya başladı. Fatıma'nm üzüntüsünü gören Peygamberimiz, ikinci defa kulağına birşeyler fısıldadı. Fatıma bu sefer gülmeye başladı. Hz. Aişe diyor ki: 'Rasulullah ya­nımızdan ayrılınca Fatıma'ya: 'Sana ne dedi?, diye sordum. Fatıma: 'Rasululah'ın verdiği sırrı kimseye açamam' karşılığını verdi. Rasulullah'ın vefatından sonra birgün Fatıma'ya: 'Rasulullah'ın sana söylediği şeyi bana anlatmadığın için benim sende hakkım var. Şimdi tam zamanı, bana anlat' dedim. 'Fatıma anlatmaya başladı: 'Kulağıma ilk fısıldadığında Cebrail'in kendisine Kur'an'ı her sene bir defa arz ederken bu sene ise iki defa arzettiği-ni söyledi. Rasulullah bana: 'herhalde ecelim yaklaştı, Allah'tan kork ve sabret. Çünkü ben senin en güzel selefinim1 dedi. Fatıma diyor ki bunu duyunca gördüğünüz gibi ağladım. Endişemi gören Rasulullah ikinci defa kulağıma fısıldadı ve: 'Ey Fatıma! Mümin kadınların, yahut bu ümmetin kadınlarının efendisi olmaya razı değil misin?' dedi." (Diğer bir rivayette:[334] Böyle deyince de güldüm.)[335]


Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai'nin rivayetinde ise Fatıma, Rasulullah'ın yanma girince Rasulullah ayağa kalktı, kızını öptü ve yanına oturttu. Rasulullah, kızı her geldiğinde böyle yapardı. Rasulullah hastalanınca Fatı­ma, yanına vardı, yatakta bulunan Rasulullah'a sarıldı ve onu öptü, şeklinde geçmektedir.[336]


Ebu Hureyre anlatıyor: "Rasulullah gündüz evinden çıktı. O bana birşey söylemiyordu ben de O'na. Bu Kaynuka çarşısına varıncaya kadar sürdü. Oraya varınca Fatıma'nın evinin avlusunda oturdu ve "Yavrucak burada mısın?" (Yani Hasan burada yok mu?) diye seslendi. Fatıma, Hasan'ı biraz geç gönderdi. Ravi diyor ki: Herhalde annesi, saçını yıkıyor, elbisesini giydiriyordu. Hasan kaçarak geldi. Rasulullah onu kucakladı, öptü ve "Ey Allah'ım onu sev, onu seveni de sev diye dua etti."[337]


İbn Ömer, Rasulullah'ın "onlar (Hasan ve Hüseyn) dünyadaki iki gü-lümdür" dediğini rivayet etmiştir.[338]


Fatıma'nın ve oğlunun Rasulullah'a benzemeleri:


Hz. Aişe: "Fatıma yürüyerek geldi. Yürüyüşü Rasulullah'ın yürüyüşü gibiydi" demiştir.[339]


Hz. Enes: "Rasulullah'a, Hasan'dan daha fazla benzeyen kimse yok-tu."[340]


Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai'nin rivayetinde ise: "Duruşunda, oturuşunda» hal hareket ve vakar itibariyle Rasulullah'a 'Fatıma'dan daha fazla benzeyen hiç kimseyi görmedim" şeklinde geçmektedir.[341]


Yüce Allah'ın Fatıma'ya ikramı:[342]


Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre Rasulullah Fatıma'ya şöyle demiştir: "Cennet kadınlarının efendisi olmayı istemez misin?" [343]




Müminlerin Annesi Hz. Aişe



Amr b. As, Rasulullah'a: "En sevdiğin insan kimdir?" diye sorar. Rasulullah "Aişe" karşılığını verir. Amr b. As diyor ki: "Erkeklerden en çok sevdiğin kimdir? diye sordum. Rasulullah: "Aişe'nin babasıdır" cevabını verdi.[344]


Hz. Aişe'nin yetiştiği özel çevre:


Urve b. Zubeyr, Rasulullah'ın hanımı Aişe'nin şöyle dediğini nakleder: "Babamla anamın İslam dini ile mütedeyyin olmayarak yaşadıklarını hiç hatırlamadım. O zamanlar da Rasulullah her gün sabah ve akşam bize gelir­di. Müslümanlar, eza ve işkenceye uğrayınca (Rasulullah, Habeşistan'a hicret izni vermişti) Ebu Bekir de Habeşistan'a gitmek üzere Mekke'den ay­rıldı. Ebu Bekir, Berk'ul-Gımad'a (Yemen'de bir yer) varınca, Kare kabilesi reisi İbnu'd-Duğunne ile karşılaştı. Ebu Bekir'e:


— Nereye gitmek istiyorsun? diye sordu, Ebu Bekir:


— Beni kavmim Mekke'den çıkardı. Tenha bir yere çekilmek ve orada Rabbıma ibadet etmek istiyorum deyince, İbnu'd-Duğunne:


— Ey Ebu Bekir, senin gibi biri ne yurdundan çıkar ne de çıkarılır. Şüphesiz sen kimsede olmayan şeyi ihsan eder, eşini dostunu ziyaret eder, aile çevresinin yükünü çeker, misafire ikram eder hayır işlere yardım eder­sin. Ben senin koruyucun olayım. Mekke'ye dön de yurdunda Rabbına iba­det et, dedi.


Bunun üzerine İbnu'd-Duğunne ile beraber Mekke'ye geri dönmüştür. O akşam İbnu'd-Duğunne, Kureyş eşrafını dolaşarak:


— Ey Kureyş, Ebu Bekir gibi biri ne Mekke'den çıkar ne de zorla çıkarı­lır. Hayır işlere yardım eden, akrabayı ziyaret eden, aile yükünü çeken, misafir ağırlayan ve en kıymetli malı ihsan eden birini mi Mekke'den çıkar­mak istiyorsunuz? İbnu'd-Duğunne, Ebu Bekir'i emanına aldı. Ebu Bekir hakkında söylediklerini yalanlayarak:


— Ebu Bekir'e söyle evinde Rabbına ibadet etsin, istediğini okusun, namazını kılsın. Okuduğu ile bize zarar vermesin. Biz, onun kadınlarımızı ve çocuklarımızı dinlerinden vazgeçirmesinden endişe ediyoruz.


Kureyş'in bu sözlerini Ebu Bekir'e anlattı. Ebu Bekir de bu şartlara göre Rabbına ibadet etmek, namazını aşikare kılmamak, evinin dışında Kur'an okumamak üzere evinde ikamet etti. Daha sonra Ebu Bekir, evinin yanında bir mescid yaptı. Orada namaz kılmaya, Kur'an okumaya başladı. Hz. Ebu Bekir'in ibadetini beğenen müşrik kadınları ve çocukları ona bakmak için birbirleriyle okuyunca göz uçlarını tutamazdı. Bu durum Kureyş müşrikleri­nin eşrafını korkuttu. İbn'ud-Duğunne 'ye haber yolladılar. İbn'ud-Duğunne gelince ona dediler ki:


— Ebu Bekir, Rabbine evinde ibadet ettiği müddetçe emanında kalma­sına müsade etmiştik. Ebu Bekir ise haddi tecavüz ederek evinin önünde bir mescid yapmış aleni namaz kılmaya, Kur'an okumaya başlamış. Kadın ve çocuklarımızın yoldan çıkarılmasından korkuyoruz. Ebu Bekir'i bu işten vazgeçir. Eğer Ebu Bekir sadece evinde Rabbına ibadet etmekle yetinirse bunu yapsın. Yok eğer buna karşı çıkarak alenen namaz kılmak alenen Kur'an okumak isterse verdiğin emanı sana iade etmesini iste. Sana verdiği­miz sözden caymayı çirkin gördük. Fakat biz onun açıktan ibadet etmesine kesinlikle söz vermiş değiliz.


Hz. Aişe der ki: Bunun üzerine İbnu'd-Duğunne Ebu Bekir'e geldi de:


— Ey Ebu Bekir! Benim sana hangi konuda söz verdiğimi pek iyi bilir­sin. Şimdi sen ya o hususa rivayet edersin yahutta verdiğim emanı geri verir-sin.Bir kimseye verdiğim emammdan vazgeçmiş olduğumu Arap milletinin işitmesini arzu etmem, dedi.


Bunun üzerine Ebu Bekir:


— Öyleyse senin himayeni bırakıyor, yüce Allah'ın himayesine giriyo­rum, dedi.


O sırada Rasulullah, Mekke'de idi. Rasulullah müslümanlara şöyle di­yordu:


— Sizin hicret edeceğiniz şehirin iki kara başlık arasında içerisinde hurmalıklar bulunan bir yer olduğu bana gösterildi! Bunun üzerine halk, grup grup Medine'ye hicret etti. Ayrıca Habeşistan'a hicret edenlerin bir kıs­mı da Medine'ye gelmişlerdi. Hz. Ebubekir, Medine'ye hicrete hazırlanınca Rasulullah: "sabret, bana da hicret etme izni verilmesini umarım" dedi. Hz. Ebubekir ise: 'Ey Allah'ın Rasulü babam anam sana kurban olsun. Böyle bir müsadeyi sen de umar mısın?' diye sordu Rasulullah 'evet, umarım' karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebubekir, Rasulullah'la beraber hicret et­mek için kararından vazgeçti. Hicret için evinde bulunan en kuvvetli iki he­cin devesini dört ay ağaç yaprağıyla evinde besledi.


Hz. Aişe der ti: "Birgün zeval vaktinin ilk saatinde Ebu Bekir'in evinde oturuyorduk. Ev halkından biri Ebubekir'e: İşte Rasulullah, başını bir sar­gıyla sarmış bir halde genelde gelmediği bir vakitte geliyor' dedi. Hz. Ebubekir de:


— Babam anam ona kurban olsun, mühim bir hadise olmadıkça bu saat­te gelmek âdeti değildi' dedi. Hz. Aişe anlatmaya devam ediyor: Rasulullah geldi. Eve girmek için izin istedi sonra da içeri girdi. Ebu Bekir'e dönerek:


— Yanında kim varsa dışarı çıkar, buyurdu. (Musa b. Ukbe'nin rivaye­tinde, Hz. Aişe demiştir ki: 'Ebubekir'in yanında ben ve Esmadan başka kimse yoktu)[345] dedi. Hz. Ebubekir: Babam anam sana feda olsun. Onlar se­nin ehlindir, karşılığını verdi.


Rasulullah:


— Bana Mekke'den çıkma izni verildi, dedi. Ebu Bekir de:


— Ey Allah'ın Rasulü! Babam sana kurban olsun, ben de senin yanında bulunmak isterim, dedi.


Rasulullah 'olur' karşılığını verdi. Ebubekir:


— Ey Allah'ın Rasulü, babam sana feda olsun. Şu iki deveden birini seç al, teklifinde bulundu. Rasulullah:


— Parasıyla alabilirim, buyurdu.


Hz. Aişe diyor ki: 'Biz, Rasulullah ile Ebu Bekir'in yolculuk ihtiyaçlanm çarçabuk hazırladık. Her ikisi için bir dağarcık içinde bir miktar azık düzenleyip koyduk. Ebubekir'in kızı Esma, kuşağından bir parça yırttı, onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bu nedenle Esma'ya 'iki kuşaklı' manasında 'Zat'ün-Nitakayn' denildi. Hz. Aişe der ki: "Sonra Rasulullah ile Ebubekir (evimizin arkasındaki bir pencere deliğinden çıkarak) Sevr dağın­daki bir mağaraya ulaştılar."[346]


Fethu'l-Bari'de şunlar kayıtlıdır: Hz. Aişe, Ebu Bekir es-Sıddık'in kızı es-Sıddıka'dır. Annesi Ümmü Rüman'dır. Hicretten yaklaşık sekiz sene önce İslam'ın gelişinden sonra doğmuştur. Rasulullah'm vefatında on sekiz yaşındaydı. Vefatı Muaviye dönemine rastlar. Hicri 58'{len sonra olduğu söylenmiştir. [347]


Yüce Allah'ın Hz. Aişe'yi Rasuiullah'a eş seçmesi:


Hz. Aişe anlatıyor: "Rasulullah şöyle buyurmuştur: 'Sen, rüyamda (iki)[348] veya (üç) [349]defa bana gösterildin. Melek seni ipekten bir parça içeri­sinde bana getirerek: 'îşte hanımın!' dedi. Yüzündeki örtüyü kaldırdım bak­tım ki sensin. Seni görünce: 'Eğer bu Allah'ın takdiri ise kabul ediyorum' dedim.[350]


Hz. Aişe'nin düğün töreni:


Hz. Aişe şöyle anlatıyor: "Ben altı yaşında bir kız iken Nebi (s.a.v.) beni kendisine nikahladı. Medine'ye hicret ettik. Haris b. Hazre'çoğullarının yur­dunda konakladık. Bu ara sıtmaya tutuldum. Bu yüzden saçım döküldü. (Hastalıktan sonra) saçım gürleşti, uzayıp omuzlanma döküldü. Bir kere ben, arkadışlarımla beraber salıncakta oynarken annem Ümmü Ruman beni çağırdı. Ben de annemin yanına geldim. Bana ne yapacağını bilmiyordum. Annem elimi tuttu evin kapısının önüne geldiğimizde beni durdurdu. Ben de yorgunluktan kaba kaba soluyordum. Nihayet solumam biraz yatıştı. Sonra annem biraz su aldı. Onunla yüzümü başımı ovdu. Sonra beni eve koydu. Evde Ensar'dan birtakım kadınlar hazır bulunuyordu. Beni: 'Hayır ve bere­ket üzere geldin, hayırlı kısmet getirdin* diye (alkışladılar). Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar da benim kıyafetimi düzelttiler. Bir anda habersiz bir şekilde Rasulullah ile karşılaşmam beni ürpertti. Ensar kadınları beni Rasuiullah'a takdim ettiklerinde ben dokuz yaşında bir kızdım."[351]


Hz. Aişe'nin ilmi seviyesi:


1. İlim öğrenme hırsı: Ebu Melike'nin bildirdiğine göre: Rasulullah'ın hanımı Hz. Aişe bilmediği bir şey duyduğunda onu öğrenene kadar tekrar ederdi. Rasulullah "hesaba çekilen kişiye azab çektirilir" buyurmuştur. Hz. Aişe: "Rasululah'a 'yüce Allah kolay bir hesapla hesaba çekilecek buyurmu-yor mu?, diye sordum.' Rasulullah bana şöyle karşılık verdi: 'Âyette geçen hesap verme işi, insanların mizana sunulması ile ilgilidir. Kim de inceden inceye hesaba çekilir ve helak olur."[352]


Rasulullah'ın hanımı Hz. Aişe, Peygamberimize: "Uhud gününden da­ha sıkıntılı bir günle karşılaştın mı?" diye sordu. Rasulullah senin kavmin­den pek çok sıkıntı gördüm. Bunların en zorlusu Akabe günüydü." O gün kendimi İbn-u Abdi Yaleyl b. Abdi Kulal'e arzettim de o benim isteğime kar­şılık vermedi. Kederli olarak oradan ayrıldım. Kendimi çok uzaklarda bul­dum. Kafamı kaldırdım, baktım ki üzerimde bir bulut duruyor. Kafamı bulu­ta çevirince bana hitabeden Cebrail'i gördüm. O şöyle dedi: "Bilesin ki Yüce Allah, kavminin sana söylediklerini senin de onlara söylediğini işitmiştir. Şimdi yüce Allah sana onlardan dilediğini yerle bir etmen için dağlar mele­ğini gönderdi. Bu melek bana nida etti. İstersen Mekke'nin iki dağını kavuş­turarak onları yok edeyim' dedi. Rasulullah da: 'Hayır, Yüce Allah'tan nesil­lerinden yalnızca Allah'a ibadet eden, ona hiçbir şeyi ortak koşmayan kişiler çıkarmasını isterim."[353]


Hz. Aişe şöyle anlatıyor: "Rasuiullah'a Hicr-i İsmail'in -Kabe'nin eski duvarı- Kabe'den olup olmadığını sordum. Rasulullah:


— Evet, buyurdu. Ben yine:


— Kureyş için ne engel vardı da Hicri Beyt'e dahil etmemişler,' diye sordum.


Rasulullah: "Kureyş'in bu Hicri Kabe'ye katmaya bütçeleri yetmedi, cevabını verdi. Ben: 'Kabe'nin kapısı niçin bu kadar yüksektir?' diye sordum. Rasulü Ekrem: 'Senin kavmin dilediklerini Beyt'e koymak, dilediklerini de koymamak için' cevabını verdi. Sonra Rasulullah: 'Ey Aişe! Eğer kavmin Kureyş, cahiliye devrine yakın olmasaydı, ben, cidarı (Hicr'i) Beyt'e kat­mak, Beyt'in kapısını da zemin seviyesine indirmek isterdim. Fakat böyle yapıldığında kavminin kalbinin kırılmasından endişe ederim' buyurdu. Müslim'in rivayetinde: 'Eğer kavmin için benden sonra Kabe'yi yeniden yapma durumu ortaya çıkarsa, gel de yapmadıkları kısmı sana göstereyim" diyerek, Aişe'ye yedi zira'a yakın bir yer gösterdi.[354]


Mesruk diyor ki: "Aişe'nin yanında bir yere yaslanmıştım. Aişe dedi ki: 'Ey Aişe'nin babası! kim şu üç şeyden birini söylerse Allah'a büyük bir yalan isnat etmiş olur. Mesruk diyor ki: 'Onlar nedir diye sordum' Aişe: "Kim Muhammed Rabbını görmüştür derse Allah'a büyük yalan isnat etmiş olur." Ravi Mesruk diyor ki: 'Aişe'nin bu sözünü duyunca hemen doğruldum', Ey Müminlerin annesi! Bana bak, benim hakkımda acele hüküm verme. Yüce Allah "Mahummed onu açıkça ufukta görmüştür" ve yine "Allah'ın büyük ayetlerinden bir kısmını görmüştür" buyur muyor mu?' dedim. Hz. Aişe dedi ki: 'Bu konuyu Rasulullah'tan soran ilk kişi benim. Bunu bana şöyle açıkladı. "Gördüğüm Cebrail'di. Gerçek suretini bu ikisinin dışında daha önce hiç görmemiştim. Bu gördüğümde semadan iniyordu. Cüssesi yer ile göğün arasını kaplamıştı. Ayrıca "Gözler ona erişemez, o gözlere erişir. O çok lütuf sahibi ve herşeyden haberdardır" ve "Allah, bir insanla konuşmaz. Ancak ilhamla yahut perde arkasından konuşur; yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğine vahyeder. O yücedir hikmet sahibidir" âyetlerini duymadın mı?' dedi. (İkincisi) Kim Muhammed, Allah'ın kitabından birşey gizlemiştir derse Allah'a büyük yalan isnat etmiş olur. Çünkü yüce Allah; "Ey Rasul! Sana Rabbinden indirileni tebliğ et. Şayet böyle yapmazsan O'nun risaletini tebliğ etmiş olmazsın" buyurmuştu. (Üçüncüsü) Kim, Muhammed Yarın ne olacağını bildirir derse Allah'a büyük yalan isnat etmiş olur. Çünkü yüce Allah 'Ey Habibim de ki: Allah'ın dışında kimse göklerde ve yerde olan gaybı bilemez.1 buyurmuştur. "[355]


Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre Rasulullah şöyle buyurmuştur. "Kim Allah'a kavuşmayı arzularsa Allah da ona kavuşmayı ister, kim de Allah'a kavuşmayı istemezse AUah'da ona kavuşmayı istemez." Hz. Aişe diyor ki: Rasulullah'a, "Ey Allah'ın Rasulü! Ölümü istememek de böyle mi? Hepimiz ölümden hoşlanmayız." diye sordum. Rasulullah "Hayır. Mümin Allah'ın rahmetiyle, rızasıyla ve cennetiyle müjdelenince Allah'a kavuşmak ister. Dolayısıyla AUah'da o kuluna kavuşmayı ister. Kafir de Allah'ın azabıyla, gadabıyla müjdelenince Allah'a kavuşmayı istemez, Allah da ona kavuşma­yı istemez." Bu Müslim'in rivayetidir.[356]Hz. Aişe'den şöyle nakledilir: "Rasulullah yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak hoşrolunacaksınız" buyurdu. Hz.Aişe "Ey Allah'ın Rasulü! Erkekler ve kadınlar birlirlerine bakmazlar mı?" diye sordu. Rasulullah "(o günkü) durum onların bununla ilgilenmelerinden çok daha önemlidir." buyurdu.[357]


Hz. Aişe diyor ki: "Rasulullah'a: 'O gün yer başka yere gökler de başka göklere çevrilir1 âyetinde belirtilen günde insanlar nerede olacaklar?' diye sordum da 'sırat üzerinde olacaklar' karşılığını verdi.[358]


Urve diyor ki, hacceden Abdullah b. Amr yanımıza geldi. Ondan şunu işittim. " Rasulü Han'ın şöyle dediğini duydum." Allah, ilmi size verdikten sonra sizden çekip almaz. Fakat, alimleri almak suretiyle ilmi çekip alır. Geriye cahil insanlar kalır. Bunlardan fetva istenir onlar da kafalarına göre fetva verirler; hem kendileri sapar, hem de başkalarını saptırırlar" Bu hadisi Rasululuh'ın hanımı Hz. Aişe'ye anlattım.. Daha sonra Abdullah haccını yaptı. Aişe dedi ki: "Ey kız kardeşimin oğlu, Abdullah'a git, ondan bana nak­lettiğin hadisi araştır." dedi. Ben de Abdullah'ın yanına gittim, hadisi sor­dum; bana söylediği hadisin aynısını rivayet etti. Derhal Aişe'nin yanına var­dım, durumu ona haber verdim. Bu işi beğenen Aişe: 'Vallahi, Abdullah b. Amr hadisi iyi zabtetmiş" dedi.[359]


Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre, Rasulullah'ın vefat ettiği sırada Pey­gamberimizin hanımları miraslarını istemek için Osman'ı Ebubekir'e gön­dermeyi düşündüklerinde Aişe onlara şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle demedi mi? "Biz miras bırakmayız bizim bıraktığımız sadakadır."[360] 2. Hz. Aişe'nin ilminden örnekler:


Urve, Rasulullah'ın hanımı Aişe'ye şunu sorar: "Ta ki Rasuller ümitleri­ni kestiklerinde ve kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını sandıklarında..." âyeti hakkında ne dersin? Hz. Aişe der ki: 'Rasulleri yalanlayan kavmidir. Dedim ki: 'Rasuller, kavimleri tarafından yalanlandıklarını kesin olarak bildiler, zan ile değil, dediğimde Hz. Aişe: 'Ey Urvecik! Bunu rasuller elbet­te kesin olarak anlamışlardı' dedi. Aişe'ye dedim ki: 'belki de âyet, Rasullerin yalanlanması değil aldatılmasıyla ilgilidir." (Ayette geçen 'küzzibû', yalanlamak; 'küzibû' ise aldatılmak manasındadır). Hz. Aişe dedi ki: 'Allah korusun. Hiçbir Rasul, Allah tarafından aldatıldığını düşünmez.' Peki bu âyet hakkında ne diyorsun? diye sordum. Hz. Aişe: 'Yalanlandıklarını sa­nanlar, Rablarına iman eden, peygamberlerini doğrulayan, uzun süre sıkıntı­ya düşüp kendilerine yardımın geç ulaştığı Rasullere uyanlardır. Rasuller, kavminden kendilerini yalanlayanlardan ümitlerini kesince, Rasullere u-yanlar kendilerinin yalanlandıklarını sandılar da hemen peşinden Allah'ın yardımı geldi1 karşılığını verdi."[361]


Urve şöyle anlatıyor: "Ben Hz. Aişe'ye: "Yüce Allah'ın 'Safa ile Merve Allah'ın nişanlarındandır. Kim Ev'i (Kabe'yi) hacceder, ya da umre yaparsa, onları tavaf etmelerinde kendilerine bir günah yoktur. Kim kendiliğinden bir iyilik yaparsa bilsin ki, Allah karşılığını verir, (yaptığını) bilir' (Bakara, 158) âyeti hakkında ne dersin? diye sordum. Ve yemin ederim ki Safa ile Merve arasında sa'y etmek hiç kimse üzerine bir günah olmaz' dedim. Aişe:


— Ey kardeşimin oğlu, sen fena söz söyledin. Eğer bu âyetin hükmü senin te'vil ettiğin gibi olsaydı, âyet "Safa ile Merve arasında sa'y etmemekte günah yoktur" şeklinde olurdu. Şu kadar ki bu âyet Ensar hakkında indiril­miştir. Ensar müslüman olmalarından önce Müşellel mevkii yanında bulu­nup kendisine ibadet edegeldikleri Menat putu için ihrama girip telbiye eder­lerdi. İşte Ensardan ihrama giren kimseler Safa ile Merve arasında sa'y etmeyi günah sayarlardı. Ensar müslüman oldukları zaman müşkil saydıkla­rı bu vaziyeti Rasulullah'a şöyle sordular:


- Ey Allah'ın Rasulü! Bizler Safa ile Merve arasında sa'y etmeyi gü nah sayıyorduk, (bu iş bize ağır geldi) dediler.


Bunun üzerine Yüce Allah "Şüphesiz Safa ile Merve Allah'ın alametle-rindendir" âyetini indirdi. Hz. Aişe anlatmaya devam ediyor: 'Rasulullah, Safa ile Merve arasında sa'y etmeyi kendi fiili ile kanunlaştırmıştır. Artık bu iki tepe -arasında dolaşmayı yani sa'yı terketmek kimse için caiz değildir' dedi. Ravi Zühri diyor ki: 'Aişe'nin bu hadisi hakkında Abdurrahman'ın oğlu Ebu Bekir'in fikrini sordum, cevaben şöyle dedi:


- Aişe'nin cahiliye devrinde Safa ile Merve arasında sa'yı günah sayan bir zümre bulunduğunu haber vermesi şüphesiz ki bir ilimdir. Fakat ben bunu işitmiş değilim."[362]


Şureyh b. Hani dedi ki: "Ebu Hureyre Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu bize haber verdi: 'Her kim Allah'a kavuşmayı dilerse Allah da ona kavuşma­yı diler, ve her kim Allah'a kavuşmayı hoş görmezse Allah da ona kavuşma­yı hoş görmez.' Bunun üzerine ben Hz.Aişe'ye gelerek:


- Ey mü'minlerin annesi! Ben Ebu Hureyre'yi Rasulullah'tan bir hadis rivayet ederken dinledim. Eğer (mesele) öyleyse biz helak olduk demektir1 dedim. Aişe; Helak olan Rasulullah'ın sözüyle helak olmuştur! Ne o?' dedi.


Rasulullah 'Her kim Allah'a kavuşmayı dilerse Allah'da ona kavuşmayı diler, ve her kim Allah'a kavuşmayı hoş görmez ise Allah da ona kavuşmayı hoş görmez' buyurmuş. Halbuki bizde ölümden hoşlanan hiçbir kimse yoktur' dedim. Bunun üzerine Hz. Aişe:


-  Bunu Rasulullah söyledi ama o senin anladığın manada değildir. Lakin gözü yukarıya dikildiği, göğsü hırıldamaya başladığı tüyler diken di­ken olduğu ve parmaklar yumulduğu zaman o anda her kim Allah'a kavuş­mayı dilerse Allah da ona kavuşmayı diler; ve her kim Allah'a kavuşmayı hoş görmezse Allah da ona kavuşmayı hoş görmez manasınadır' dedi."[363]


Amir b. Sa'd b. Ebi Vakkas, babasından naklen rivayet etmişti. Babası Abdullah b. Ömer'in yanında oturuyormuş. Birden etrafı taş duvarla çevril­miş evin sahibi Habbab çıkagelmiş ve:[364] "Ey Abdullah b. Ömer! Ebu Hurey-re'nin ne söylediğini duyuyor musun? (Baksana) Rasulullah'ı 'Her kim cena­ze ile birlikte onun evinden çıkar, cenazenin namazını kılar, sonra defhedilinceye kadar cenazenin arkasından giderse o kimseye iki kırat ecir vardır. Her bir kırat Uhud dağı kadardır. Cenazenin namazını kılıp da dönen kimse­ye ise Uhud dağı kadar bir ecir vardır' buyururken işitmiş." Bunun üzerine İbn Ömer, Habbab'ı Ebu Hureyre'nin söylediklerini sorarak gelip kendisine haber vermesi için Aişe'ye göndermiş. İbn Ömer mescidin çakıllarından bir avuç almış onları elinde evirip çeviriyormuş. Nihayet-elçi dönüp gelmiş ve Aişe'nin: 'Ebu Hureyre doğru söylemiş' dediğini bildirmiş. Bunun üzerine İbn Ömer, elindeki çakılları yere vurarak: 'Vallahi biz bir çok kıratlarda kaçırmışız' demiş."[365]


Hz. Aişe anlatıyor; "Kureyş ile onların dininde bulunanlar müzdelife'de vakfe yaparlardı. Kendilerine Hums denilirdi. Diğer Arap kabileleri ise Arafat'ta vakfe yaparlardı. İslam gelince, Allah, Rasulullah'a, "Arafat'a gi­derek orada vakfe yapmasını sonra oradan akın etmesini emretti. Bu ise Allah Teala'nin: "Sonra siz de başka insanların akın ettiği yerden akın edin" âyeti kerimesidir."[366]


Yusuf b. Mahek şöyle anlatıyor: "Ben, mü'minlerin annesi Aişe'nin ya­nındaydım. Tam bu sırada Onun yanına Irak'lı biri çıkageldi. Ona: 'Kefenin hangisi daha hayırlıdır?' diye sordu. Hz. Aişe; 'Yazık sana! (ölümden sonra hissedemeyeceğin için sana hangi şey zarar verebilir ki' dedi. Bu sefer o I-rak'lı kişi: 'Ey mü'minlerin annesi, bana kendi mushafını göster1 dedi. Hz. Aişe: 'niçin' diye sordu. Adam: 'Ben ümit ederim ki Kur'an'ı senin mushafına göre telif ederim. Çünkü Kur'an telif edilmiş olmayarak okunuyor' dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe diğer sûrenin kıraatından önce Kur'an'ın hangi sûresini okumuş olsan sana ne zarar verir ki? Kur'an'dan ilk nazil olan sûrelerde uzunca cennet ve cehennem konusu işlendi. Nihayet insanlar İs­lam'a döndükleri zaman, helal ve haram ile ilgili âyetler nazil oldu. Şayet ilk önce 'Şarap içmeyin' yasağı inseydi insanlar elbette 'Biz ebeden şarabı bırakmayız' derlerdi. Ve şayet yine ilk önce 'zina etmeyin' yasağı inmiş ol­saydı insanlar muhakkak 'Biz zinayı ebediyyen bırakmayız', diyeceklerdi. 'Yeminle söylüyorum ki ben henüz oyun oynayan bir kız çocuğu iken Mek­ke'de Muhamed'e 'Hayır, buluşma zamanları o (uyarıldıkları) saattir. O saat cidden çok feci ve acıdır' âyeti inmişti. El-Bakara ile En-Nisa sûreleri ancak ben Rasulullah'ın yamndayken inmişlerdir' dedi. Ravi diyor ki: Bun­dan sonra Hz. Aişe, o Irak'lı için mushafı çıkardı. O şahsa surelerin âyetlerini imla ettirdi."[367]


3. Hz. Aişe'nin evindeki ilim meclisleri:


Zürare şöyle anlatıyor: "Sa'd b. Hişam b. Amir, Allah yolunda gazaya niyet ederek Medine'ye geldi ve Medine'de kendine ait olan bir akar'ı sata­rak, bedeli ile silah ve at satın almak, böylece ölünceye kadar Bizanslılar'a karşı cihadda bulunmak istedi. Medine'ye gelince Medinelilerden bazı kimselere rastladı.Onlar kendisini bu işten nehyettiler ve ona 'Rasulullah'ın hayatında altı kişilik bir cemaatın bunu yapmak istediğini fakat Rasulul­lah'ın onları bundan nehyettiğini ve kendilerine 'Benim şahsımda sizin için güzel bir örnek yok mu?' buyurduğunu haber verdiler. Onlar bunu söyleyin­ce Sa'd daha önce boşadığı karısına ric'at etti ve ric'at ettiğine şahid de getir­di. Peşinden İbn Abbas'a gelerek ona Rasulullah'ın vitir namazını sordu.


İbn Abbas: "Ben sana Rasulullah' in vitrini yeryüzünde yaşayanlardan en iyi bileni göstereyim mi?1 dedi. Sa'd 'kimdir o?' diye sordu. İbn Abbas 'Aişe'dir. Hemen ona git de sor. Sonra gel ve sana verdiği cevabı bana haber ver' dedi. Sa'd 'Bunun o üzerine ben, Aişe'ye gitmek üzere yola çıktım ve Ha­kim b. Eflah'a vararak Aişe'ye beraber gitmek üzere onu yanıma almak iste­dim. Hakim: 'Ben ona yaklaşmam. Çünkü ben, onu şu iki fırka hakkında bir şey söylemekten nehyettim de o bana razı olmayarak bildiğini yaptı...' dedi. Ben Hakim'e yeminle ısrar ettim. Bunun üzerine benimle geldi. Beraberce Hz. Aişe'ye gittik. Yanına girmek için izin istedik. Aişe, bize izin verdi; yanına girdik. Hakim'i görünce tanıyarak: "Sen Hakim misin?" dedi. Hakim: 'Evet' cevabını verince Hz. Aişe: 'Yanındaki kimdir?' diye sordu. Hakim: 'Sa'd b. Hişam'dır' dedi. Hz. Aişe: 'Hangi Hişam?' diye sordu. Hakim: 'Amr'ın oğlu' dedi.


Bunun üzerine Hz. Aişe ona rahmet okudu ve: 'Hayırdır inşaaHah1 dedi. (Katade: "Hişam, Uhud harbinde vurulmuştu" der.) Ben de: 'Ey mü'minlerin annesi! Bana Rasulullah'ın ahlakını anlat!' dedim. Hz. Aişe de: 'Sen Kur'an okuyorsun değil mi?' dedi. Ben de: 'Evet okuyorum' dedim. Hz. Aişe: 'İşte Rasulullah'ın ahlakı Kur'an'dı.' dedi. Bunun üzerine ben kalkmaya davran­dım ve ölünceye kadar hiç kimseye birşey sormamaya niyet ettim. Sonra ak­lıma geldi de: 'Bana Rasulullah'ın gece namazını anlat' dedim. Hz. Aişe: 'Sen Müzzemmil süresini okuyorsun değil mi?1 diye sodu. Ben: 'evet okurum' cevabını verdim. Hz. Aişe: 'işte Allah bu sûrenin başında gece namazını farz kıldı. Bunun üzerine Rasulullah ve ashabı bir sene gece namazına kalktılar. Allah, bu sûrenin sonunu oniki ay semada tuttu. Nihayet bu sûrenin sonunda tahfifi indirdi de artık gece namazı farzdan sonra kılman bir nafile oldu...' dedi. Daha sonra: 'Ey mü'minlerin annesi, Rasulullah'ın vitrini bana haber ver1 dedim. Hz. Aişe: 'Biz, onun misvakını ve abdest suyunu hazırlardık. Allah da onu geceleyin ne zaman uyandırmak dilerse, uyandırırdı. Bunu mü­teakip misvak kullanır, abdest alır ve dokuz rek'at namaz kılardı.


Bu rek'atların yalnız sekizincisinde oturur Allah'ı zikreder; ona hamd eder ve duada bulunurdu. Sonra selam vermeden ayağa kalkar, dokuzuncu rek'atı da kılardı. Sonra oturarak Allah'ı zikreder, ona hamdeder ve duada bulunurdu. Sonra bize işittirecek derecede selam verirdi. Selam verdikten sonra oturduğu yerde iki rek'at namaz kılardı. İşte yavrum bu namaz onbir rek'attır. Rasulullah yaşlanıp biraz kilo alınca, vitri yedi rek'at kılmaya baş­ladı. Bu iki rek'atı yine eskiden kıldığı gibi kıldı. Böylece bu da dokuz rek'at oldu yavrucuğum. Rasulullah bir namazı kıldı mı artık ona devam etmeyi severdi. Şayet kendisine uyku veya bir sızı galebe çalar da gece namazını kılmazsa gündüzün oniki rekaz namaz kılardı. Rasulullah'ın bütün Kur'an'i bir gecede okuduğunu bütün bir gece sabaha kadar namaz kıldığını ve Ramazandan başka tam bir ay oruç tuttuğunu bilmiyorum' dedi.


Bunun üzerine ben, İbn Abbas'a giderek Hz. Aişe'nin söylediklerini o-na anlattım. İbn Abbas "Aişe doğru söylemiş! Ona yakın olsam mutlaka o-nun yanına gider, bunları ağzından dinlerdim" dedi. Bunun üzerine ben: "Eğer senin, onun yanına girmediğini bilseydim, onun hadisini sana söyle­mezdim'dedi."[368]


Abdurrahman b. Şemmase şöyle anlatıyor: "Hz. Aişe'ye birşey sorma­ya geldim 'sen kimsin?' diye sordu. Ben de "Mısırlılardan biriyim" dedim. Sonra Hz. Aişe "bu gazanızda sizin valinizin size mualemesi nasıldır?" diye sordu. O da "Kendisinden bir fenalık görmedik. Bizden birimizin devesi ölse hemen ona deve verir; kölesi ölse köle verir, yiyeceğe muhtaç olsa yiyecek verir." dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe; "Doğrusu, Rasulullah'tan işittiğim bir-şeyi sana haber vermekten, onu kardeşim Muhammed b. Ebi Bekir'e yaptık­ları beni men'edemez! Şu evimde Allah'ım! Bir kimse ümmetimin işlerinden bir vazife alırda onlara zorluk gösterirse sen de ona zorluk göster! Bir kimse ümmetimin işlerinden bir vazife alır da onlara hoş muamele ederse sen de onlara hoş muamele eyle" buyurdu."[369]


Mesruk şöyle anlatıyor: "Biz, Hz. Aişe'nin huzuruna girdik. Yanında Hassan b. Sabit vardı. Hassan kendine ait olan bir takım beyitleri aruz veznine uydurarak şöyle şiir söylüyordu:


"Namuslu, iffetli, zeki ve şüpheli bir şeyle itham edilmeyen."


Hz. Aişe de ona: "Lakin sen böyle değilsin. (Yani gıybet ettin ve iftiracı­ların sözüne daldın) dedi. Mesruk Hz. Aişe'ye: "Hassan'ın senin yanına gir­mesine neden izin veriyorsun? Halbuki Yüce Allah "Onlardan onun büyü­ğünü üzerine alan kimseye büyük bir azab vardır" buyuruyor, dedim. Bunun üzerine hz. Aişe bana "Hangi azab körlükten daha şiddetli ve daha büyük­tür?" dedi. Ve onun lehine "Şüphesiz Hassan, Rasulullah adına İslam'ı mü­dafaa eder yahut müşriklerin hicivlerine karşılık verirdi, sözlerini de söyler­di" dedi.[370]


Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe anlatıyor: "Hz. Aişe'nin yanına girdim ve kendisine: "Bana Rasulullah'ın hastalığından bahsetmez misin?" dedim. Aişe "Hayhay" dedi ve devam ederek: "Rasulullah'ın hastalığı ağırlaşü. Bir ara "cemaat, namazı kıldılar mı?"diye sordu. Biz: "Hayır, seni bekliyorlar ey Allah'ın Rasulü" dedik. Rasulullah "Öyleyse benim için leğene su koyun" buyurdular. Dediğini yaptık, Rasulullah yıkandı, sonra kalkmak için dav­randı, fakat bayıldı. Sonra ayılarak "Cemaat namazı kıldılar mı?" diye sordu. "Hayır seni bekliyorlar ya Rasulullah" dedik. Yine benim için leğene su ko­yun" buyurdu. Dediğini yaptık ve yıkandı. Sonra kalkmak için davrandı fakat yine bayıldı sonra ayılarak "Cemaat namazı kıldılar mı?" diye sordu. Biz: "Hayır seni bekliyorlar Ey Allah'ın Rasulü" dedik. Cemaat, mescide ka­panmış Rasulullah'ı bekliyorlardı. Bunun üzerine Rasulullah cemaata na­maz kıldırması için Ebubekir'e haber görderdi. Gönderilen zat Ebubekir'e vararak "Rasulullah cemaata namaz kıldırmanı emrediyor" dedi. Ebubekir yumuşak kalpli birisiydi. Hz. Ömer'e "Ey Ömer cemaata namazı sen kıldır" dedi. Ömer "Buna sen daha layıksın" karşılığını verdi. Böylece o günlerde cemaate namazı Ebu Bekir kıldırdı. Sonra Rasulullah kendinde bir parça hafiflik hissederek biri Abbas olmak üzere iki kişinin arasında öğle namazına çıktı. Ebubekir cemaata namaz kıldırıyordu.


Ebubekir onu görünce geri çekilmeye davrandı. Fakat Rasulullah, geri çekilmemesini işaret etti. Yanındaki iki kişiye "beni onun yanına oturtun de­di. Onlar da kendisini Ebubekir'in yanıbaşına oturttular. Ebubekir ayakta Peygamber (s.a.v.) namazına uymuş, cemaat da Ebubekir'in namazına uy­muş olarak namaz kılıyorlar, Peygamber (s.a.v.) ise oturuyordu. Ubeydullah diyor ki: "Daha sonra Abdullah b. Abbas'ın yanına girerek Rasulullah'ın hastalığı hakkında Aişe'nin bana anlattıklarını ona arzettim. Onlar da hiçbir-şey inkâr etmedi. Yalnız "Abbasla birlikte Rasulullah'ın koluna giren zatın adını Hz. Aişe sana söyledi mi? dedi. Ben de hayır, dedim. İbn Abbas "O A-li'ydi."dedi.[371]


4. Hz. Aişenin sahabe'nin hatalarını düzeltmesi


Ubeydullah b. Umeyr şöyle anlatıyor: "Abdullah b. Amr'ın, kadınlara gusledecekleri zaman saçlarının örgülerini çözmelerini emretmesi Hz. Aişe'ye ulaşınca: 'Bu İbn Amr hayret birisi! Kadınlara, gusledecekleri za­man saçlarını çözmelerini emrediyor, niçin saçlarını traş etmelerini emret­miyor? Ben ve Rasulullah tek bir kaptan (su alarak) guslederdik, başıma üç defadan fazla su dökmezdim' dedi."[372]


Umre bint Abdurrahman anlatıyor: "Ziyad b. Ebi Süfyan, Hz. Aişe'ye İbn Abbas'ın: 'Kim, kesilmek üzere bir kurbanlık gönderirse, gönderdiği kurbanlık kesilinceye kadar hac yapana haram olan şeyler kurbanlık ona da haramdır' sözünü bildiren bir mektup yazdı. Bunun üzerine Hz. Aişe: 'İş İbn Abbas'ın dediği gibi değil. Ben, Rasulullah'ın kurbanının ipini kendi elimle çözdüm sonra Rasulullah onu eliyle bağladı ve babamla gönderdi. O kesilinceye kadar Allah'ın helal kıldığı hiçbirşey Rasulullah'a haram olmadı' buyurdu."


Muhammcd b. el-Menteşjr şöyle anlatıyor: "Hz. Aişe'ye İbn Ömer'in: 'Üzerimde koku izi ile ihramli olmayı hoşgörmem' sözünü zikrettim. Bunun üzerine Hz. Aişe: 'Ben Rasulullah'a güzel koku sürdüm, sonra o, kadınlarını dolaştı, sonra da üzerinde koku izi varken ihrama girdi' dedi.


Mücahid diyor ki: "Ben, Urve b. ez-Zübeyr ile beraber Medine mesci­dine girdim. Abdullah b. Ömer'i Aişe'nin hücresine dayanıp oturmuş halde bulduk. Bazı insanlar da mescidde kuşluk namazı kılıyorlardı. Biz, İbn Ö-mer'e bunların kuşluk vaktinde mescidde toplanıp kıldıkları namazların hükmünü sorduk. İbn Ömer: 'Kuşluk namazı için bu şekilde mescidde top­lanmaları bid'attır1 dedi. Sonra Urve, İbn Ömer'e Rasulullah (s.a.vO kaç kere umre yaptı diye sordu. İbn Ömer: 'Birisi Recep ayında olmak üzere dört umre yaptı' dedi. Biz, İbn Ömer'in bu son cevabındaki hatayı kendisine reddetmek istemedik. Bu sırada biz, mü'minlerin anası Hz. Aişe'nin, kendi odasında dişlerini yıkamasından çıkan hışırtıyı duyduk. (İzin alarak yanına girdiği­mizde, Urve teyzesi sıfatıyla Aişe'ye: 'Ey Anne! Ey müminlerin annesi! Ebu Abdurrahman Abdullah b. Ömer'in söylediği sözü işitiyor musun?' dedi. Aişe ne söylüyor?1 dedi. Urve b. Zubeyr: 'İbn Ömer: Rasulullah birisi Recep ayında olmak üzere dört umre yaptı diyor" dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe: "Allah, Abdurrahman'a rahmet etsin! Halbuki Rasulullah'ın yaptığı umrele­rin hepsine tanık olmuştur. Rasulullah Recep ayında katiyyen umre yapma­mıştır' dedi."[373]


Abdullah b. Ubeydullah b. Ebi Melike şöyle anlatıyor: "Osman'ın kızı Ümmü Eban Mekke'de vefat etmişti. (Namaz ve defninde) hazır bulunmak için bizler de bu cenazeye gelmiştik. îbn Ömer ile İbn Abbas da bu cenazede hazır bulundular. Ben İbn Ömer ile İbn Abbas'ın arasına oturmuştum. (Veya ravi) şöyle dedi: Yahut ben bu ikisinden birinin yanına oturmuştum da diğeri de gelip benim yanıma oturmuştu, (bu sırada evden kadınların feryadı yük seldi). Bunun üzerine İbn Ömer, yanında bulunan Osman'ın oğlu Amr'a "şu kadınları ağlamaktan nehyetmez misin? Çünkü Rasulullah, "şüphesiz ölü, ailesinin kendisine ağlamasından dolayı azab duyar' buyurdu" dedi. Buna karşı Abdullah b. Abbas da: 'Bu sözü Ömer (r.a.) da bazen söylerdi1 dedi. Devamla İbn Abbas, Ömer vefat ettiğinde bunu Aişe (r.a.)'ya hatırlattım. O da; Allah Ömer'e rahmet etsin! Valahi, Rasulullah (s.a.v.), "Allah mü'mine ailesinin ona ağlamasından dolayı azap eder" demedi. Rasulullah (s.a.v.); "Allah ailesinin ona ağlamasından dolayı kafirin azabını artırır" buyurdu. Devamla, "size Kur'an yeter. Onda; "hiç kimsenin günah yükü başkasına yüklenmez" buyrulur. İbn Abbas bu noktada: "Vallahi! Güldüren de ağlatan da O'dur" dedi.[374]


Uruc, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet ediyor: Hz. Aişe "Buraya fila­nın babası (Ebu Hureyre) geldi. Odamın şu tarafına oturdu. (Sözüne hiç ara vermeksizin devamla) Rasulullah'tan hadis söyleyip, bunları bana duyur­mak istiyordu. Halbuki ben teşbih ediyordum. Ben ibadetimi bitirmeden kalktı gibi. Eğer ona yetişebilseydim muhakkak onu böyle aralıksız söyle­mekten men ederdim. İyi bilin ki, Rasulullah sözü sizin sözünüzü zincirledi­ğiniz gibi birbirine ekleme suretiyle söylemezdi" dedi.[375] Başka bir rivayette Rasulullah öyle tek tek konuşurdu ki saymak isteyen onu sayabilirdi.) dedi.[376]


Bedreddin ez-Zerkeşi yalnızca Hz. Aişe'nin sahabe rivayetlerini dü­zeltmesini konu alan "el-îcabe li iradi ma İstedrakethü Aişetü ale's Sahabeti" adlı bir eser kaleme almıştır. Zerkeşî kitabın mukaddimesinde: "Bu kitapta, sadece Hz. Aişe'den gelen hadisleri veya başkalarına muhalif görüşlerini ve­ya sadece Aişe'nin bildiği açık sünnet veya sağlam ilmi açıklamalarını veya zamanının alimlerine karşı ileri sürdüğü hadisleri veya kendi zamanındaki meşhur kişilerin yanlarındaki hadisleri bırakıp Hz. Aişe'den aldıkları hadis­leri veya verdiği fetvaları, veyahutta doğruluğuna inandığım ictihadlarını topladım" demiştir.[377]


Zerkeşi, Hz. Aişe'nin Ömer b. Hattab, Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Abbas gibi meşhur yirmi üç sahabinin rivayet ettiği hadisleri düzeltmiştir. Bazen bu sayı ellidokuza kadar ulaşmıştır.


el-İcabe'nin muhakkiki Prof. Said el-Afganî: "Hz. Aişe konusunda se­nelerce çalıştım. Öyle ki onu anlatacak bir kelime bulamıyorum. Özellikle Hz. Aişe'nin susuz bir ortamda, dalgaları birbiri ile boğuşan engin bir deniz gibi bilgi yığınlanyla karşına çıkmasına şaşarsın. Fıkıh, hadis, tefsir, hukuk, edebiyat, şiir, ahbar, ensab, mefahir, tıp ve tarih gibi başarılması zor olan bir­çok konular karşısında Hz. Aişe'yi bulursun. Bununla da kalmaz. Bütün bu bilgileri henüz onsekiz yaşına varmadan elde etmesi daha da calibi dikkat­tir.[378]


Hz. Aişe'nin tevaazuu ve ilmî anlayışı:


Şureyh b. Hâni diyor ki: "Hz. Aişe'ye mest üzerine mesh etmeyi sor­dum. Bana: 'Benden daha bilgili olan Ali'ye git' dedi. (Başka bir rivayette de: 'Rasulullah'la beraber yolculuk ederdi, şeklindedir.') Ravi diyor ki: "Hz. Ali'ye gittim. O, Rasulullah'tan naklen, mesh müddettinin yolcu için üç gün üç gece, mukim için ise birgün bir gece olduğunu söyledi..."[379]


Kerib şöyle anlatıyor: "İbn Abbas, Misver b. Mahreme ve Abdurrah-man b. Ezher, Kerib'i Hz. Aişe'ye gönderdiler ve: 'Hepimizden ona selam söyle ikindi namazından sonra iki rekat namaz kılınıp kılınamayacağını sor' dediler. Ayrıca Rasulullah'ın nehyettiği bize ulaştığı halde senin bu namazı kıldığını duyduk' de. İbn Abbas: 'Ömer'le beraber insanlar arasında bu iki rekata en düşkün bendim, demiştir.1 Kerib: 'Bunun üzerine Aişe'nin yanına gittim. İstedikleri şeyi ona sordum' dedi. Aişe: 'Ümmü Seleme'ye sor' dedi. Daha sonra beni gönderenlerin yanına dönüp Aişe'nin dediğini onlara anlat­tım. Bunun üzerine beni Aişe'nin yanına gönderdikleri gibi Ümmü Sele me'ye gönderdiler. Ümmü Seleme: 'Rasulullah'ın bu namazı yasakladığını duydum ancak kendisinin ikindi namazı ile beraber bu namazı kıldığını gör­düm1. Sonra Ensar'dan Haram oğullarından kadınlarla otururken Rasulullah geldi. Rasulullah'a bir cariye gönderip şöyle tenbihledim: 'Git Rasulullah'ın yanına otur ve: 'Ey Allah'ın Rasulü, Ümmü Seleme, bu namazı yasakladığı­nızı duydum ve aynı zamanda o namazı kıldığınızı görüyorum diyor,' de. Eğer eliyle işaret ederse gerisinde dur. 'Cariye bunları aynen yaptı. Cariye Rasulullah eliyle işaret eder etmez arkasına geçti. Rasulullah namazı bitirin­ce cariyeye dönüp: 'Ey Ebu Ümeyye'nin kızı, ikindiden sonra kıldığım iki re­kat namaz, Abdulkays'tan bir kısım insanların gelip beni meşgul etmelerin­den dolayı kılmadığım öğlen namazından sonraki iki rek'atıdır buyurdu."[380]


İbrahim diyor ki: "Esved'e, Hz. Aişe'ye hangi kapların içinde şıra (nebiz) yapmanın mekruh olduğunu sordun mu? dedim. "Evet" dedi. Öyleyse Rasulullah hangi kaplarda şıra yapılmasını nehyetti? diye sordum? İçi boşaltılmış kuru kabak kabında ve ziftle sıvalı küp ve testide' diye cevap verdi. Ben çanak çömleği de sordun mu? dedim. Aişe: 'Ben Rasulullah'dan yalnızca duyduklarımı söylerim. Duymadıklarımı da mı size söyleyeyim?' dedi."[381]


(Hicab emrinden önce) Aişe'nin mükemmel işlere girmesini Enes anlatıyor: "Uhud günü, hezimete uğrayan müslümanlar Rasulullah'ın etra­fından dağılmışlardı... Bu sırada Ebu Bekir'in kızı Aişe ile Ümmü Süleym ayaklarını, halhallan görünecek kadar sıvamışlardı. Sırtlarına yüklendikleri su kırbalarından susayanlara su verdiklerini, kırbalar boşaldığında onları tekrar doldurduktan sonra tekrar susayanlara su verdiklerini gördüm."[382]


Hz. Aişe'nin perde arkasından sonra daha büyük işlere teşebbüsü:


Hz. Aişe diyor ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Cihadı biz en büyük amel görü­yoruz. Biz de cihad edelim mi? Rasulullah: 'Sizin en güzel cihadınız şartları­na uyarak yaptığınız haçtır' buyurdu. Diğer bir rivayette[383] ise: 'Sizinle beraber biz de savaşa katılıp cihad etmeyelim mi?' deyince Rasulullah: 'sizin için en güzel cihad hacdır, haccı mebrurdur' demiştir. Aişe diyor ki: 'Rasulullah'tan bunu duyduktan sonra haccetmekten hiç geri durmadım.'[384]


Hz. Aişe anlatıyor: "Hac aylarında hacca niyet ederek evimizden ayrıl­dık. Şerefe (Mekke'den altı mil uzaklıkta bir köy) varınca Rasulullah ashabına: 'Yanında kesilecek hayvanı olmayanların sadece umre yapmasını arzularım. Eğer yanında hayvanı olan varsa umre yapmasın' buyurdu. Bu esnada Rasulullah yanıma geldi: Bana: "Niçin ağlıyorsun?' diye sordu. Dedim ki: 'Ashabına söylediklerini duydum. Hayvanı olanları umre yap­maktan vazgeçirdin.' Diğer bir rivayette ise Hz. Aişe: 'Ey Allah'ın Rasulü! İnsanlar iki ecir alıp dönerlerken ben bir ecirle mi döneyim? diye sorar. [385]Diğer bir rivayette de: 'Ey Allah'ın Rasulü! İnsanlar Allah'ın iki hakkını (ibadetini) yaparlarken ben sadece bir tanesini yapıyorum'[386] deyince, Rasulullah: 'Sende ne var?' diye sorar. Hz. Aişe: 'Namaz kılamıyorum' karşılığını verince, Hz. Peygamber: 'Adem'in kızı Aişe, bu sana zarar ver­mez. İnsanlara yazılan sevap sana da yazıldı. Haccını yap. Umulur ki Yüce Allah seni de umreye kavuşturur' demiştir."[387]


Hz, Aişe'nin, faziletli kişinin faziletini anlatması


Hz. Aişe anlatıyor: "Rasulullah'ın hanımlarından Hatice'yi ve onda gördüklerimi kıskandığım kadar kimseyi kıskanmadım. Rasulullah Hati­ce'yi çok anar, koyun kesince onu parçalara ayırır; muhakkak Hatice'nin dostlarına birer parça gönderirdi. Birgün Rasulullah'a: "Sanki dünyada Hati­ce'den başka kadın yok1 diye kıskançlığımı belirtince, Rasulullah: 'O bir başkaydı. Benim ondan çocuğum oldu' buyurmuştu."[388]


Hz. Aişe diyor ki: "Daha sonra Rasululah'ın hanımları Zeynep binti Cahş'ı gönderdiler. Zeyneb evde Rasulullah'la daha çok kalırdı. Dindarlıkta Zeyneb'den daha hayırlı kimse görmedim. Allah'tan daha çok korkan, sözü doğru, akrabasını ziyaret eden, çok sadaka veren ve Allah'a yaklaşmasına yarayacak amellerde kendisinden fedakârlık eden biriydi. Kararından he­men dönmesi dışında hiçbir kusuru yoktu. Aişe diyor ki: 'Zeyneb, Rasulullah'tan içeri girmek için izin istedi. Bu esnada Rasulullah Fatıma gel­diğinde üzerinde bulunan dikişsiz elbiseye bürünmüş olarak Aişe ile bera­berdi. Rasulullah, Zeyneb'e izin verdi. Zeyneb içeri girdi: 'Ey Allah'ın Rasu­lü! Ebu Kuhafe'nin kızı Aişe konusunda adaletli olmanı söylemem için ha­nımların beni sana gönderdi' dedi. Aişe dedi ki: 'Sonra Zeyneb üzerime gel­di, hakkımda ileri-geri laflar ediyordu. Ayrıca karşılık vermeme müsaade e-der mi diye de Rasulullah'ın gözüne bakıyordum. Zeynep daha konuşuyor­du. Baktım ki Rasulullah Zeyneb'e karşılık vermemi yadırgamayacak; ben de Zeyneb'e cevap vermeye başladım ve ona galip gelinceye kadar da bırak­madım."[389]


Hişam'ın babasından bildirdiğine göre İfk Olayında Aişe'nin üzerine en fazla gelen Hasan b. Sabifti. Kadınlardan biri Hasan b. Sabit'e sövünce Hz. Aişe: "Ona sövme! Çünkü o, 'Rasulullah'ı müdafaa eden biridir" demiştir.[390]


Urve b. Zübeyr'in bildirdiğine göre; Aişe, yanında Hasan b. Sabit'e sövülmesine razı olmazdı. Çünkü o şu beyiti okumuştur dedi:


Benim ve onun babası, benim ve Muhammed'in namusu sizden korun­muştur.[391]


Hz. Aişe'nin zühdü ve cömertliği


Abdullah b. Eymen babasından şunları nakleder: "Bir gün Aişe'nin yanına vardım. Üzerinde beş dirhem değerinde dikişsiz yünden yapılmış bir elbise vardı. Dedi ki: 'Şu cariyene bak. Bu elbiseyi evde giymekten gurur duyuyor. Rasulullah döneminde aynısından bir elbisem vardı. Medine ka­dınları onunla süslenmek istediklerinde bana kira ücretini gönderirlerdi."[392]


Hz. Aişe'nin yeğeni Avf b.Tufeyl onun annesine şöyle der: "Anlatıldığına göre Abdullah b. Zübeyr'le Aişe arasındaki bir alış-veriş ya-hud Abdullah b. Zübeyr'in Aişe'ye verdiği bir hediye olayında Abdullah: "Vallahi Aişe'yi ya bu işten vazgeçirirsin, yahutta ben ona hacr korum, (alış­verişten men ederim)' demiştir. (Rivayete göre Rasulullah ve Ebu Bekir'den sonra insanlar arasında Aişe'yi en çok seven Abdullah b. Zübeyr'di. Aişe'ye iyilikte bulunur. Allah'ın kendisine verdiği şeylerden muhakkak Aişe'ye de ikram ederdi.[393] Abdullah b. Zübeyr'in bu sözünü duyan Aişe: 'Gerçekten o böyle mi dedi?' diye sordu. Yanındakiler: 'evet, aynen öyle söyledi' deyince, Aişe: 'Allah'a yemin olsun ki, Abdullah b. Zübeyr'le asla konuşmayacağım' diye yemin etti.


Aişe'den uzun süre uzak kalan İbn Zübeyr, Aişe ile konuşmak için bir aracı aradı. Bunu duyan Âişe: 'Vallahi ne aracı istiyorum ne de yeminimi bozacağım1 diye yemin etti. Uzun süre Aişe'den uzak kalan İbn Zübeyr, Zühre oğullarından Misver b. Mahreme ile Abdurrahman b. Esved b. Abdiyeğus'un yanlarına vararak: 'Allah için beni Aişe'ye götürün. Benimle konuşmamak için Aişe'nin yemin etmesi vallahi helal olmaz dedi. İbn Zübeyr'in teklifini kabul eden Misver ile Abdurrahman elbiselerini giyip, doğruca Aişe'nin yanına gittiler ve Aişe'yle görüşmek için izin istediler. Ona: 'Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun. İçeri girelim mi?1 dediler. 'Girin' dedi. 'Hepimiz mi girelim?1 dediler. Aişe de: "Evet hepiniz gi­rin' dedi. Aişe, İbn Zübeyr'in kendileriyle beraber olduğunu bilmiyordu.


İbn Zübeyr, onlarla beraber içeri girince perdenin arkasına geçti. Aişe'ye sarıldı, ağlayarak Aişe'den kendisiyle konuşmasını istedi. Bu arada Abdurrahman da: 'Allah aşkına konuş!' diye ısrar ediyordu. Aişe, İbn Zü­beyr'le konuşmayı kabul etmedi. Ona Rasulullah'ın insanlar arasında soğuk­luk olmaması gerektiği sözünü, üç geceden fazla müslüman kişinin kardesiyle dargın kalamayacağı uyarısı hatırlatıldı. Yoğun ısrarlardan ve Öğütler­den sonra Aişe ağlayarak: 'Ben yemin ettim. Yeminden dönmek zor' dedi. Yeniden Aişe'ye ısrar etmeye başladılar. Sonunda Aişe, İbni Zübeyr'le ko­nuştu. Yeminine karşılık kırk köle azad etti. Aişe, bu yeminini hatırlayınca ağlar, gözlerinden akan yaş, başörtüsünün boynunu örten kısmını ıslatıldı.[394]


Hz. Aişe'nin verası


Amr b. Meymun el-Evdi diyor ki: "Ömer b. Hattab oğluna: 'Ey Abdul­lah, mü'minlerin annesi Aişe'ye git ve: 'Ömer b. Hattab sana selam söylüyor" dedikten sonra ona, Beni (öldükten sonra) dostumun (Rasulullah'ın) yanma defnedip, defnetmeyeceğini sor, dedi. Aişe dedi ki: 'Rasulullah'ın yanına ben defnedilmek isterdim. Ama bugün onu kendime tercih ediyorum'.S Abdullah babasının yanına dönünce, Hz. Ömer 'Ne oldu?' diye sordu. Abdullah: 'Bu konuda sana izin verdi.' karşılığını verdi. Hz. Ömer: 'Benim i-çin en önemli konu öldükten sonra nerede kalacağım konusudur. Ben ölün­ce, beni Aişe'nin yanına taşıyın. Ona selam verin. Sonra Aişe'ye: 'Ömer b. Hattab senden izin istiyor1 de. Eğer müsaade ederse beni Rasulullah'ın yanı­na gömün. Razı olmazsa müslümanlann kabristanına defnedin' demiştir. (Bu olay, Hz. Ömer'in yaralanmasından sonra vukubulmuştur.)[395]


İbn Ebi Melike anlatıyor: "îbni Abbas henüz ölmemiş olan bitkin halde bulunan Aişe'ye Rasulullah'ın yanına gömülmesini teklif edince, Aişe 'insanların bana övgü yağdırmasından korkarım' demiştir. İbni Abbas'ın he­men arkasından İbn Zübeyr girer. Aişe: 'Biraz önce İbn Abbas geldi. Beni ö-ven sözler sarfetti. Artık, unutulmak istiyorum' dedi.[396] Aişe, Abdullah b. Zübeyr'e: 'Beni diğer arkadaşlarımın yanına defnedin. Rasulullah'ın yanına defnetmeyin. İnsanların beni layık olmadığım şeylerle övmesini istemiyo­rum' demiştir." [397]


Hz. Aişe'nin cesareti


Enes anlatıyor: "Uhud günü insanlar hezimete uğramış, Rasulullah'ın etrafından dağılmışlardı. Ebu Bekir'in kızı Aişe ile Ümmü Süleym halhalları görünecek kadar ayaklarını sıvamış, sırtlarına su kırbalarını almışlardı. Kırbalardaki suyu insanların ağızlarına döküyorlar, su bitince kırbaları tek­rar doldurup, askerlerin ağızlarına döküyorlardı."[398]


Henüz onbir yaşında olan Aişe'nin, Uhud günündeki durumu bu. Oniki yaşında olan Aişe'nin Hendek günü ne durumda olduğunu bir düşünün. Aişe diyor ki: "Hendek günü askerlerin durumunu incelemeye çıktım. Arkamdan arzın yani toprağın iniltisini duydum. Dönüp baktım ki Sa'd b. Muaz'la kardeşinin oğlu Haris b. Evs kalkan taşıyorlardı. Yere oturdum. Sa'd'ın üze­rinde demir bir zırh vardı. Gözleri zırhtan dışarı çıkmıştı. Sa'd'ın gözlerine ; birşey olmasından endişelendim. Sa'd yürürken:


Keşke deve bu hicvi biraz anlasa


Ecel zamanı gelince ölüm ne güzeldir, diyordu.


Aişe anlatıyor: "Kalktım, bir tarlaya doğru yürüdüm. Tarlada müslü-man askerler vardı. Aralarında Ömer b. Hattabla yanında miğferli biri vardı. Ömer b. Hattab bana: 'Niçin geldin? Yemin olsun ki, sen cesur bir kadınsın. Ama seni beladan emin kılan nedir?1 dedi. Aişe diyor ki: Ömer beni o kadar kınadı ki yer yanlsa da içine girsem diye düşündüm. Miğferli adam miğferi­ni çıkardı meğer o Talha b. Ubeydullah'mış. Ömer'e: 'Ey Ömer! Çok ileri  gitin. Allah'tan başka sığınacak, kaçacak bir yer var mı?' dedi. Kureyş'ten İb-ni Araka denen biri Sa'd'a ok atarak: 'Al sana ok. Ben İbni Araka'yım' dedi. İbni Araka'ın attığı ok, Sa'd'ın kolundaki şah damarına isabet etti, daman kopardı. Sa'd: 'Ey Allah'ım, Kureyza ile gözlerim aydın oluncaya kadar beni Öldürme' dedi. Onlar onun mevalilerinin anlaşmalı bulunduğu bir kabileydi. Bir müddet sonra Sa'd'ın kolundan akan kan durdu. Yüce Allah, müşrikleri yok edecek güçte fırtına gönderdi. Böylece Yüce Allah, savaşta mü'minlerin imdadına yetişti. Allah, güçlüdür, azizdir. İmam Ahmed rivayet etmiştir.91 Ömer b. Hattab'ın bildirdiğine göre:"... O kızı Hafsa'nın yanına vanr ve: 'Ey kızcağızım, sen Rasulullah'tan istediğin şeylerle, gününün öfkeli geçmesine sebep mi oluyorsun?[399] diye sorar. Hafsa: 'Allah'a yemin olsun ki onunla sadece meşveret ediyoruz' der. Hz. Ömer anlatıyor: Dedim ki: 'Kızım, seni Allah'ın azabından Rasulünün de gazabından sakındırdığımı biliyorsun...' Daha sonra Aişe'nin yanına vardım. Ona da: 'Ey Ebu Bekir'in kızı! Demek Rasulullah'ı incitecek duruma geldin...' dedim.[400]


Ebu Meryem Abdullah b. Ziyad el-Esedî anlatıyor: "Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe, Basra'ya doğru yola çıktılar ve Ammar b. Yasir ile Hasan b. Ali'ye haber gönderdiler. Kufe'de ikisi bize ulaştı. Birlikte minbere çıktılar. Hasan b. Ali minberin en üstünde idi. Ammar'da Hasan'ın biraz aşağısından ayağa kalktı ve bizi oraya topladı. Ammar'ı "Hz. Aişe, Basra'ya geliyor. Vallahi O dünyada ve ahirette peygamberinizin hanımıdır. Fakat Allah, ona mı yoksa kendisine mi itaat edeceğinizi bu şekilde sınamak istiyor, derken işittim.[401]


Kendi aleyhine de olsa doğruyu rivayet etmesi:


Hz. Aişe diyor ki: "Size benden ve Rasulullah'tan haber vereyim mi? Bir gece Rasulullah benim yanımdaydı. Döndü, ridasım koydu, ayakkabılarını çıkarıp ayağının yanına koydu. İzarının ucunu döşeğin üzeri­ne sererek yan yattı. Az sonra uyuduğumu zannetti. Ridasım aldı, yavaşça ayakkabısını giydi. Kapıyı açıp dışarı çıktı ve sessizce kapıyı kapadı. Hemen gömleğimi başıma örttüm, izarımı bütün vücudumu kapatacak şekilde giy­dim, sonra Baki (kabristanına) kadar arkasından gittim. (Rasulullah) kalktı, uzunca bir müddet ayakta durdu; sonra ellerini üç defa yukan kaldırdı.


Böyle yapmaktan vazgeçince ben de bıraktım. O koştu, ben de koştum, O sıkı sıkı yürüdü, ben de sıkı sıkı yürüdüm, O çabucak dönünce ben de döndüm, onu geçip (eve) girdim. (Hemen) yan yattım. Rasulullah içeri girdi. "Ey Aişe! sana ne oldu? Soluk soluğa kalmışsın' dedi. Ben de 'Bir şey yok' dedim. Bunun üzerine buyurdu ki: 'Bana haber ver.' Yahut da 'Latif ve Habir olan bana haber verir' dedi. Ey Allah'ın Rasulü! Babam ve anam sana feda olsun' dedim ve ona (durumu) anlattım.' Rasulullah: 'Demek önümde gördü­ğüm karaltı sendin' dedi. Ben de 'evet' dedim. Bunun üzerine acıtacak şekil­de göğsüme vurdu, sonra da 'Allah'ın ve Rasulünün seni görmeyeceğin mi sandın?' dedi. Ben de 'Evet, insanlar ne kadar gizli tutarsa tutsun Allah onu bilir' dedim. Rasulullah: 'Senin gördüğünde Cebrail geldi, bana seslendi (bunu) senden gizledi. Senden gizleyerek ben de cevap verdim. Elbiseni çıkardığın için yanına girmedi. Seni uyuyor zannettim, bu sebeple uyandır­mak istemedim. Üstelik gecenin karanlığından korkmanı uygun bulmadım.' Cibril bana: 'Rabbın, Baki kabristanına gelmeni ve onlara istiğfarda bulunmanı emrediyor' buyurdu. Hz. Aişe diyor ki: 'Onlara nasıl dua edeyim ya Rasulullah, dedim. Bunun üzerine: 'Selam, mü'minlerin ve müslümanla-rın üzerine olsun, Allah bizden önce gelenlere de sonra geleceklere de mer­hamet etsin. İnşaallah biz de sizlere katılacağız de' buyurdu."[402]


Yine Hz. Aişe anlatıyor: "Rasulullah, bal ve tatlıyı çok severdi. İkindiden sonra (eve) döndüğü zaman hanımlarının yanma gelir, birinin yanına girerdi. (Bir gün) Ömer'in kızı Hafsa'nın yanına girdi. Her zamankin­den daha uzun bir müddet içeride kaldı. Ben bunu kıskandım ve bu durumu sordum. Bana: 'Hafsa'nın kavminden bir kadın ona bir tuluk bal hediye etti. Rasulullah'a baldan bir şerbet sundu' denildi. Bunun üzerine ben: 'Vallahi ona bir hile yapacağım' dedim." Şevde bint Zem'a'ya: "O sana gelecek, sana yaklaştığı zaman zamk şırası yedin' de. O sana: 'Hayır' diyecek. O zaman 'peki bu koku ne?1 diye sor. O sana: 'Hafsa bana bal şerbeti sundu' diyecek. O zaman sen ona: 'O urfut ağacının balıdır1 de. Ben de böyle diyeceğim. 'Safîyyet sen de onu (içtin)' de. Şevde dedi ki: "Vallahi, Rasulullah kapıya ge­lir gelmez, senin korkundan dolayı söylediğin şekilde Rasulullah'a davran­mayı düşündüm. 'Ey Allah'ın Rasulü, zamk şırası mı yedin? diye sordum. Rasulullah 'hayır' deyince Şevde 'öyleyse bu koku nedir?1 diye sordum. Rasulullah: 'Hafsa bana bal şerbeti içirdi. Üzerimde kokan odur' dedi. Dedim ki: 'o balı yapan arılar urfut (pis kokulu bir çeşit meşe ağacı) yemişler.1 Nihayet Rasulullah dönüp dolaştı ve benim (Aişe'nin) yanıma geldi. Ben de aynı şeyleri söyledim. Safiyye'nin yanma varınca o da Rasulul-lah'ı aynen karşıladı. Hafsa'nın evine gittiğinde Hafsa: 'Ey Allah'ın Rasulü, ondan daha içer misin?' teklifinde bulundu. Rasulullah: 'Hayır buna gerek yok' buyurdu. Ravi Aişe diyor ki: Şevde 'Vallahi bunu (bal şerbetini) Rasulullah'a haram ettik' deyince 'ağzını tut' dedim."[403]


Ümmü'l-mü'minin Aişe'nin bildirdiğine göre Rasulullah hastalanıp yatağa düşünce 'Ebu Bekir'e gidin de cemaate namaz kıldırsın' buyurdu. Hz. Aişe diyor ki: "Dedim ki: 'Ebu Bekir senin yerine namaz kıldırırsa insanlar ağlama sesinden başka bir şey duyamaz. Ömer'e emret de o namaz kıldırsın.' Böyle dememe rağmen Rasulullah 'Ebu Bekir'e haber verin insanlara namaz kıldırsın' buyurdu."


Hz. Aişe diyor ki: "Hafsa'ya dedim ki, 'Rasulullah'a söyle, EbuBekir çabuk hüzünlenen biridir. Eğer senin yerine geçerse ağıttan insanlar onun sesini duyamaz. Onun için Ömer'e emret de, o namaz kıldırsın." Hafsa aynen dediklerimi yapınca Rasulullah: "Yeter ey Yusuf a tuzak kuranlar. Ebu Bekir'e söyleyin de namaz kıldırsın" buyurdu. Bunun üzerine Hafsa, Aişe'ye demiştir ki: "Benim sana bir iyiliğim dokunmaz."


Bir rivayette[404] de Aişe şöyle demiştir: Rasulullah'a sık sık değişiklik için başvurmama; ondan sonra makamına geçecek olanı, insanların ebediy-yen sevmelerinin mümkün olmadığı düşüncesinden başkası sevketmezdi. Kanaatıma göre Rasulullah'ın yerine geçecek kişi insanların onun sebebi ile kavga ettikleri kişi olacaktı. Bu nedenle Rasulullah'ın Ebu Bekir'den vazgeçmesini istedim.[405]


Hz. Aişe'nin büyük bir zan altında tutulması ve îfk hadisesi:


Hz. Aişe şöyle anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v.) sefere çıktığında hanım­ları arasında kur'a çekerdi. Kur'a kime çıkarsa Rasulullah ile beraber o giderdi. (Benî Mustalık) gazasına gitmek istediği zaman da Rasulullah kur'a çekti ve benim ismim çıktı. Rasulullah ile beraber sefere çıkmıştı. Bu sefer, hicap âyeti indikten sonra idi. Beni, mahfil içinde yüklediler ve (konak yerinde) mahfil içinde indirilirdim. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) gazanın bitiminden sonra Medine'ye geri dönme kararı aldı. Medine'ye yaklaştığı­mızda (bir konak yerine indi. Gecenin bir kısmını orada geçirdikten sonra) yola koyulma emrini verdi. O sırada def-i hacet ettikten sonra mahfilime döndüm. Bir de göğsümü yokladım ki Yemen'in göz boncuğundan (dizilmiş) kolyemin koptuğunu anladım. Dönüp gerdanlığımı aradım. Onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. (Öyle zannetmiştim ki benim devemi ben mahfilimde bulunmadıkça sevketmezler.) Halbuki yolda bana hizmet eden­ler gelip mahfilimi yüklemişler ve onu bindiğim devenin üzerinde götür­müşlerdi. Onlar beni mahfilin içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif idi. Ağır vücutlu değillerdi. Az yemek yerlerdi. Bu cihetle hizmetçiler mahfili yüklemek üzere kaldırdıklarında mahfili ağırlığının pek farkına varmayarak yüklemişlerdi. Özellikle de ben küçük yaşta bir kadındım. Bu yüzden deveyi sürüp götürmüşler. Ordu gittikten sonra ben kolyemi bul­dum. Ordugâha geldiğimde kimse yoktu. Oradan evvelce bulunduğum yere döndüm. Öyle zannetmiştim ki beni mahfilde bulamayınca dönüp beni alır­lar. Ben bu düşünceyle oturduğum yerde uyuya kalmışım. Safvan b. Muattal -ki arkadan gelerek geride kalan şeyleri toplamaya ve menzile götürüp ashabına vermeğe memur idi.- Askerin arkasından sabaha yakın bulundu­ğum yere gelmiş ve bir karaltının uyuduğunu görerek yanıma yaklaşmış (ve beni tanımış). Bu zat beni örtünmeden önce görmüştü. Safvan devesini çök-türdüğü zaman (hayret ederek) 'Biz Allah'ınız ve O'na dönüp varacağız1 demişti. Ben de bu sese uyanmıştım. Uyanınca hemen feraceme burundum. Vallahi tek bir kelime bile konuşmadık. Ondan istirca'ından başka birşey işitmedim. Devesinden inip devesini çöktürdü. Ben de deveye bindim. Safvan, bindiğim deveyi tutarak önde yürüdü. Nihayet kafile konak yerine indikten sonra öğle sıcağında askere yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan helak olmuştu. Bu büyük iftiranın başını çeken Abdullah b. Ubey b. Selul'du. (Ravi Urve devam ediyor.) 'Bu olay yayılıyor, SeluTun yanında konuşuluyordu. O bu durumdan faydalanarak, aleyhte propaganda yapıyordu. İfk hadisesinde Hasan b. Sabit, Mistah b. Esase, Hamne bint Cahş ve isimlerini bilmediğim bir grup, çok aşırı gitmişlerdi...Buna rağmen Hz. Aişe, yanında Hasan'a sövülmesinden hoşlanmaz ve Bfeasan'm şöyle söylediğini belirtirdi: 'Benim onun babası. Benim Muhammed'in namusu sizden korunmuştur."


Hz. Aişe: "Medine'ye gelince ben bir ay hastalandım. Meğer orada halk arasında ashab-ı ifldn bühtanları dolaşıyormuş. Bunlardan tamamen haber­sizdim. Zira hastalığımın beni işkillendiren bir yanı vardı. Rasulullah'tan, başka hastalıklarım sırasında görmüş olduğum ilgiyi bu sefer görmüyor­dum. Ancak yanıma giriyor, selam veriyordu. Ve (adımı anmadan 'hastamız nasıl?') diyor bununla iktifa ediyordu. Benim ifk olayından haberim yoktu. Nihayet iyileşmeye başlamıştım. Bir gece ben Mistah'ın annesiyle kazayı hacet mahallimiz olan "menası" tarafına çıkmıştım. Buraya ancak geceleri çıkardık. Bu adet evlerimizin yanma helalar yapılmadan önceydi. O zamanlar bizim halimiz ilkel arapların çöldeki adetine benziyordu. Ben, Mistah'ın anası (Selma) -Ebu Ruhm b. el-Muttalib b. Abdimenaf in kızı, Mistah b. Esase b. Ubad b. el-Muttalib oğlu olur- ile kazai hacet mahalline yönelip giderken ayağı çarşafına takılıp düşmüştü. Araplar arasında felaket zamanında söylenmesi adet olan 'düşmanın helak olsun1 yerine Selma, 'Mistah helak olsun!1 diye (oğluna) beddua etti. Ben kadına: 'Ne fena söyledin. Bedir'de hazır bulunan bir kişiye beddua ediyorsun' dedim. Kadın bana: 'Ortada dönen bühtanları duymadın mı?1 dedi. Ben: 'Ne söylüyorlar ki?1 dedim. İftira edenlerin yaptıklarını bana anlattı. Artık hastalığımın üstüne bir hastalık daha eklenmişti. Eve dönünce yanıma Rasulullah geldi. 'Hastalığınız nasıl?' diye sordu 'Ya Rasulullah! Ebeveynime gitmek üzere bana izin veriniz' dedim. Ben bu haberi ebeveynimden tahkik etmek istiyordum. Rasulullah bana izin verdi. (Ben de ebeveynimin yanma geldim) ve anneme: 'Anneciğim, halk arasında dönüp dolaşan bu ne iştir?' dedim. Annem: 'Ey kızım! Kendini üzme, sen kendini düşün.' Vallahi bir kadın senin gibi hüsnü cemale malik ve kocasının yanında sevimli olsun birçok ortakları bulunup da aleyhinde dedi-kodu etmemeleri pek nadirdir. 'Sübhanallah, halk niçin böyle söz söylesin? doğrusu hayret vericidir' dedim. 'O gece sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi. Gözüme uyku girmedi. Rasulullah o sabah Ali b. Ebi Talib ve Usame b. Zeyd'i yanına çağırmıştı. Vahiy gecikince ehli ile ayrılması konusunda onlarla istişare etmişti. Usame, Ehl-i Beyt için nefsinde bilip gönlünde beslediği sevgiyi Rasulullah'a tavsiye ve işaret etti: 'Ya Rasulullah! pak hanımınız (size layık) ehlinizdir. Biz Hz. Aişe hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz' dedi. Hz. Ali'ye gelince o: 'Ey Allah'ın Rasulü, Allah, sana dünyayı dar etmemiştir. Aişe'den başka kadın çoktur. Aişe'nin cariyesi Berire'ye sorunuz. O doğrusunu size söyler' demişti. Rasulullah Berire'yi çağırıp: 'Ey Berire hanımından sana şüphe veren birşey gördün mü?' diye sordu. Berire: 'Hayır, ya Rasulullah, görmedim. Sizi hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki ben hanımımdan katiyyen ayıp olarak sadır olmuş olaydan başka birşey görmedim: Aişe küçük yaşta bir kadındı. Hamur yoğururken uyurdu da evin besi koyunu gelip hamuru yerdi.' dedi. Bunun üzerine Rasulullah o günü Mescid-i Saadette bir hutbe okuyarak; Abdullah b. Ubey'in aleyhinde konuştuğundan dolayı mazur görülmesini isteyerek: 'Ey müslümanlar, ehlim konusunda bana eza eden bir şahıs hakkında bana kim yardım eder de benim için ondan intikam alır? Vallahi ben, ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu müfteriler bir adamın da ismini ortaya koydular ki bu zat hakkında da hayırdan başka birşey bilmiyorum. Bu kimse şimdiye kadar ancak benimle beraber ehlimin yanına girmiştir' dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Muaz ayağa kalkarak: 'Ya Rasulullah! Size ben yardım edeceğim. Eğer sözünü ettiğiniz bu kişi Evs'dense, onun boynunu vururuz. Eğer Hazrec kardeşlerimizdense ne yapmak lazımsa siz emredersiniz. Biz emrinizi yerine getiririz' dedi. Bu defa da Hazrec'den Sa'd b. Ubadc ayağa kalktı. Bu Hazrec'in eşrafmdandır, bu olaydan Önce salih bir kimseydi. Fakat bu defa kabile hamiyyet ve gayretiyle Sa'd b. Muaz'a karşı:


'Vallahi sen yalan söylüyorsun. Sen onu (Abdullah b. Ubey'i) öldüremezsin ve öldürmeye gücün de yetmez, dedi. Bu defa da Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak, Sa'd b. Ubade'ye karşı: 'Allah'ın beka ve ebediyetine karşı yemin ederim ki sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu katlederiz. Sen muhakkak münafıksın ki münafıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun' diye karşılık verdi. Bu suretle Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandılar. Hatta birbirleriyle  savaşa  yeltendiler.  Rasulullah  ise  henüz  minberde bulunuyordu. Hemen minberden indi ve onları teskin etti. (Hz. Aişe anlatmaya devam ediyor.) Bana gelince... Ben o gün ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldiler. Ben bu şekilde iki gece ağladım. O kadar gözyaşı döktüm ki ağlamaktan yüreğim parçalanacak sandım. Bir ara ebeveynim yanımda oturdukları ve ben ağlamakta bulunduğum sırada Ensardan bir kadın izin istemiş, ben de izin verdim. O da oturup benimle ağlıyordu. Biz bu vaziyette iken ansızın Rasulullah içeri girdi, oturdu. Halbuki Rasulullah benden önce hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanıma oturmamıştı. Rasulullah bir ay beklediği halde kendisine hakkımda birşey   vahyolunmamıştı. Rasulullah şehadet ederek: 'Ey Aişe, hakkında bana şöyle şöyle sözler söylendi. Eğer sen bu isnadlardan berî isen yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha yaklaştınsa Allah'tan mağfiret dile ve tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf ve sonra tevbe edince, Allah da ona af İle muamele eder' dedi. Rasulullah bu hitabesini bitirince gözyaşlarını dindi. Hemen babama: 'Rasulullah'ın söylediği söze benim adıma cevap ver1 dedim. Babam: 'Vallahi kızım! Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum' dedi. Sonra anneme: 'Rasulullah'ın söylediği söze karşı benim namıma cevap ver* dedim. O da: 'Vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyo­rum' dedi. Ben genç bir kadındım. Kur'an'ın birçok kısmını okumamıştım. Bu cihetle şöyle dedim: 'Vallahi biliyorum ki, siz, halkın dedikodusunu işittiniz, nefsinizde büyütüp ona inandınız. Ben size beriyim desem -Allah bilir ki beriyim- benim bu sözümü tasdik etmezsiniz. Eğer bir işle itiraf et­sem -Allah kat'i surette suçsuz olduğumu biliyor- siz muhakkak beni tasdik edersiniz. Vallahi bu vaziyette benim ve sizin için anlatılacak bir Örnek bulamıyorum, ancak Yusuf un babası (Yakub'u) Örnek buluyorum. Yakup, oğullarına: 'Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Söylediklerinize karşı da sı­ğınağım Allah'tır' demişti. Ben bu sözü söyledim sonra yatağıma döndüm. Ben yalnız Allah'tan beraat umuyordum. Lakin hakkımda bir vahiy inzal olunacağını hiç tahmin etmiyordum. Kendimi bana ait bir mesele için Kur'an lisanı ile konuşulmaktan çok hakir addederdim. Fakat Rasulullah'ın uyku­sunda bir rüya görmesiyle temize çıkarılmayı Allah'tan umuyordum. Vallahi Peygamber yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiç biri odadan dışarı çıkmamıştı. Nihayet Rasulullah'a vahiy geldi. Vahyin ağırlığından terlemeye başladı. Hatta vahiy sırasında kış günleri bile ter dökerdi. Vahiy izleri gidince sevincinden gülüyordu ve bana ilk söylediği söz şu oldu: 'Ya Aişe Allah'a hamd et! Allah seni (bu iftiradan) kat'i surette temize çıkardı'. Bunun üzerine anam bana: 'Kızım, kalk da Rasulullah'a teşekkür et' dedi. Ben: 'Hayır, kalkmam ve yalnız Allah'a hamd ederim' dedim. Allah Teala şöyle buyuruyordu:


"O yalan haberi getirip (ortaya) atanlar, içinizden bir topluluktur. Siz onu sizin için bir şer saymayın. Bilakis o, sizin için hayırdır. Onlardan her kişi işlediği günahın cezasını görecektir. Onlardan o (yalan)ın en büyüğünü idare edene de büyük bir azab vardır. Onu işittiğiniz zaman inanan erkek ve kadınların, kendiliklerinden güzel zanda bulunup: 'Bu apaçık bir iftiradır1 demeleri gerekmez miydi? (İman bunu gerektirirdi. Bir mü'min hem de Rasulullah'ın zevcesi hakkında böyle bir iftiraya nasıl kulak asardı?) Ona dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitleri getirmediler, o halde onlar yalancıların ta kendileridir. Eğer size dünyada ve ahirette Al­lah'ın lütuf ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu yaygaradan size mutlaka büyük bir azab dokunurdu. Çünkü siz onu dillerinizde (birbirinizden) ahveriyorsunuz ve hakkında hiç bilginiz olmayan bir şeyi (düşünüp taşınmadan hemen) ağızlarınızla söylüyorsunuz ve onu önemsiz bir iş sanıyorsunuz. Oysa o, Allah(ın) yanında büyük bir günahtır. Onu işittiğiniz zaman: 'Bunu konuşmamız bize yakışmaz, haşa, bu büyük bir iftiradır' demeniz gerekmez miydi? Allah size öğüt veriyor ki eğer inananlar iseniz böyle bir şeye bir daha asla dönmeyesiniz diye. Allah, size âyetlerini açıklıyor. Allah bilendir, hikmet sahibidir. İnananlar içinde edepsizliğin yayılmasını isteyenler için dünyada da ahirette de acı bir azab vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Eğer size Allah'ın lütuf ve rahmeti olmasaydı ve Allah çok şefkatli ve merhametti olmasaydı (bu iftiranızdan dolayı) büyük bir azaba uğrardınız. Ey İnananlar! Şeytanın adımlarını izlemeyin. Kim şeytanın adımlarını izlerse o, (şeytan) ona edepsizliği ve kötülüğü emreder. Fakat Allah, dilediğini temizler. Allah işitendir, bilendir. Sizden fazilet ve servet sahibi kimseler, yakınlığı bulunanlara, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere birşey vermemeğe yemin etmesinler, (onları) affetsinler, geçinsinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah bağışlayan, esirgeyendir. O, namuslu, birşeyden habersiz inanmış kadınlara zina iftira edenler, dünyada da ahirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azab vardır. O gün dilleri, elleri ve ayaklan yaptıklarına şahitlik edecek, o gün Allah onlara hak ettikleri cezalarını tam verir ve onlar da bilirler ki Allah, apaçık haktır. Kötü kadınlar, kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara, iyi kadınlar İyi erkeklere, iyi erkekler iyi kadınlara mahsustur. Bunlar (Peygamber, Aişe ve Safvan) onların dediklerinden uzaktır. Kendilerine Allah'tan bir mağfiret ve cömert bir rızık vardır." (Nur, Bakara, 226).


Allah Teala benim masum olduğuma dair bu âyetleri indirince Hz. Ebubekir es-Sıddik-Mıstah b. Esase'ye kendisine yakınlığı ve fakirliği sebe­biyle infakta bulunuyordu "Vallahi Mistah'a ebediyyen infakta bulunmaya­cağım" dedi. Hz. Ebubekir: Hz. Aişe'ye bunları dedikten sonra Cenab-ı Al­lah: "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, aldırış etme­sinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah Gafur'dur, Rahimdir. (Nur, 22) âyetini indirdi. Bunun üzerine Ebubekir: "Hayır, severim, vallahi Allah'ın beni bağışlamasını çok isterim" dedi ve daha önce Mistah'a vermekte olduğu şeyleri tekrar verdi. Ve dedi ki: 'Vallahi, (o nafakayı asla kesmeyeceğim' Hz. Aişe anlatmaya devam etti: 'Rasulullah, Zeyneb bint Cahş'a benim durumumu sordu, Zeyneb'e: 'Ne biliyorsun ya da ne gördün?' dedi. Zeyneb: 'Ey Allah'ın Rasulü, gözümü ve kulağımı onun aleyhine ber şey söylemekten muhafaza ederim. Allah'a yemin olsun ki onun hakkında yalnız iyilik biliyorum' dedi. Hz. Aişe diyor ki: Rasulullah'ın zevceleri arasında o, benimle rekabet eden biriydi, Allah onu ehli ifke katılmaktan korudu. Zeyneb'in kız kardeşi Hamne ise (iftiraya taraftar ola­rak) Hz. Aişe aleyhinde hareket etmeye başladı. -İftira edenler içinde o da helak oldu. Dedikodular kendisine söylenen bir kişi şöyle diyordu: 'Allah'ı eksik sıfatlardan tenzih ederim. Nefsim, kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki elbisesini hiç açmadım' dedi ve sadece Allah'a hamdetti. Hz. Aişe: 'O adam bu hadiseden sonra Allah yolunda şehid oldu' dedi."[406]


Allah'ın, Aişe'yi yüceltmesi


Hz. Aişe, Rasulullah'ın (s.a.v.) kendisine şöyle dediğini rivayet eder: "Sen, bana uykumda iki defa gösterildin. Seni ipekten bir elbise içinde gördüm. Bana: 'Bu senin hanımındır1 dendi (peçeni) kaldırıp baktım ki sensin' 'Şüphesiz ki bu Allah'tandır' dedim."[407]


Hz. Aişe şöyle naklediyor: "Rasulullah bana 'Ey Aîşe, bu Cebrail'dir, sana selam söylüyor1 dedi. Bunun üzerine 'Allah'ın selamı,, rahmeti ve bereketi onun. da üzerine olsun' dedim"[408]


Hz. Aişe anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v.) :'Ey Ümmü Seleme, Aişe hariç sizden hiçbirinizin yorgamndayken Allah bana vahyetmedi' buyurdu."[409]


Ammar b. Yasir naklediyor ve diyor ki:"..,. Allah'a yemin olsun ki o dünyada ve ahirette Rasulullah'ın zevcesidir."[410]


Rasulullah'ın Hz. Aişe'yi yüceltmesi


Enes şöyle rivayet ediyor: Rasulullah "... Aişe'nin diğer kadınlara olan üstünlüğü tirit (yemeğinin) diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir' buyurmuştur."[411]


Hz. Aişe rivayet ediyor: "Rasulullah, Fatıma'ya: 'Ey kızım, benim sevdiğimi sen de sevmek istemez misin?' dedi. O da: 'Evet isterim1 karşılığını verince, Rasulullah: 'Öyleyse (Hz. Aişe'yi göstererek) bunu sev' dedi."[412] Aişe (r.a.) rivayet ediyor: "Rasulullah (s.a.v.) vefat etmesine neden olan hastalığında sık sık 'yarın nerdeyim? yarın nerdeyim?' diyordu. Bu sözü ile Aişe'nin gününü istiyordu. Diğer hanımları istediği yerde olması için ona izin verdiler. Vefat edinceye kadar Hz. Aişe'nin evinde kaldı. Hz. Aişe diyor ki: 'Rasulullah, sıranın dönüp bana geleceği günde vefat etti. RasuluUah'm, başı göğsüme yaslı iken Allah onun ruhunu aldı."[413]


Sahabe'nin Hz.Aişe'yi yüceltmesi


Hz. Aişe rivayet ediyor. Hz. Aişe, Esma'dan kolyesini emanet vermesi­ni istedi. Hz. Aişe onu kaybetti. Rasulullah da (kolyeyi) aramak üzere sahabeden birkaç kişiyi gönderdi. (Yolda) namaz vakti gelince abdestsiz olarak namaz kıldılar. Daha sonra Rasulullah'a gelince bu durumu ona bildirdiler. Bunun üzerine hemen teyemmüm âyeti nazil oldu. Useyd b. Hudayr (Hz. Aişe'ye hitaben): "Allah, senin iyiliğini versin. Vallahi! Seninle ilgili bir âyet inmedi ki Allah, onu senin için bir çıkış yolu, müslümanlar için de bir bereket kılmasın."[414]


Yine Hz. Aişe rivayet ediyor. Rasulullah'ın hanımları iki guruptu. Birinde Hz. Aişe, Hafsa, Safiyye ve Şevde vardı. Diğerinde de Ümmü Seleme ve Rasulullah'ın diğer hanımları vardı. Müslümanlar Rasulullah'ın Hz. Aişe'ye olan sevgisini biliyorlardı. Müslümanlardan biri Rasulullah'a bir hediye göndermek istediği zaman, Rasulullah, Hz. Aişe'nin evine gelinceye kadar onu bekletir, Rasulullah Aişe'nin evinde olduğu zaman; hediye sahibi onu Hz. Aişe'nin evine gönderirdi.[415]


İbn Ebi Melike anlatıyor: "İbn Abbas, Hz. Aişe'nin vefatından önce onun huzuruna girmek için izin istedi.... 'Rasulullah'ın amcasının oğlu ve müslümanların ileri gelenlerinden biri' denildi. Hz. Aişe: 'Ona izin verin" dedi. İbn Abbas, Hz. Aişe'ye: 'Beni nasıl bilirsin?1 dedi. Hz. Aişe: 'Allah'tan korkup sakındığın müddetçe iyi bilirim' cevabını verdi. İbn Abbas: 'İnşaallah sen de hayır içindesin. Rasulullah, sadece seninle bekarken evlen­di ve iffetin hakkında âyet nazil oldu.' Başka bir rivayette[416] 'Ey mü'minlerin annesi 'Rasulullah'ı yüceltmede ve Ebi Bekir'i şereflendirmede öne geçtiniz' dedi."[417]




Ümmü Seleme



Habeşistan'a Hicreti


Hz. Aişe anlatıyor: "Ümmü Habibe ve Ümmü Seleme, Habeşistan'da, içinde tasvirler bulunan bir kiliseyi gördüklerini anlattılar. Bunu Rasulul­lah'a anlattıkları zaman Rasulullah: 'Onların içinde salih bir adam vardı, o ölünce kabrinin üzerine bir mescid yaptılar ve içine o resimleri yaptılar. Kıyamet günü Allah indinde mahlukatin en şerlileri onlardır' buyurdu."[418]


Rasulullah'ın, Ümmü Seleme'nin kocası Ebu Seleme'yiyüceltmesi


Ümmü Seleme anlatıyor: "... Ebu Seleme gözleri açık olarak vefat ettiğinde, Rasulullah onun yanına geldi, Ebu Seleme'nin gözlerini kapadı ve: 'Ruh kabzedilince göz onu takip eder' buyurdu. Bu olay üzerine onun ailesinden bir takım insanlar feryad etmeye başladılar. Bunun üzerine Rasulullah: 'Nefislerinize karşı sadece hayırla dua ediniz. Doğrusu melekler sizin dediklerinize inanırlar' buyurdu. Sonra da: 'Allah'ım, Ebu Seleme'yi bağışla, onu hidayete erenlerin derecesine yükselt, onun zürriyetinin koru­yucusu ol; bizi ve onu bağışla ey alemlerin Rabbı! Kabrini geniş ve aydınlık kıl1 diye dua etti.[419]


Ümmü Seleme'nin, Rasulullah'ın emrine uyarak sabretmesi


Ümmü Seleme dedi ki: "Ebu Seleme Öldüğünde o garip yerde doğdu, garip yerde öldü' deyip söylenerek ağlamaya başladım. Ağlayacağım sırada Medine'nin dışından bir kadın bana yardım etmek için gelirken Rasulullah onu yolda karşıladı, ona: 'Allah'u Teala şeytanı evden iki defa kovmuşken onu yeniden eve sokmak mı istiyorsun?' deyince ağlamaktan vazgeçtim.""[420]


Kocası Ebu Seleme'ye Bağlılığı


Ümmü Seleme dedi ki: "Rasulullah'ın şöyle dediğini işittim: 'Bir müs-lüman ki başına bir bela geldiğinde, biz, Allah'tan geldik Allah'a döneceğiz. Ey Allah'ım! bu belama karşılık bana mükâfat ver, ondan daha hayırlısı ile beni destekle derse Allah, o musibeti kaldırıp hayırlısını verir.' Ebu Seleme ölünce 'Müslümanlardan Rasulullah'a hicret eden Ebu Seleme'den daha ha­yırlı kim var?' dedim. Allah Teala bana Ebu Seleme yerine Rasulullah'ı ver­di..."[421]


Ümmü Seleme'nin Rasulullah'la evlenmesi


Ümmü Seleme'den nakledildiğine göre o şöyle demiştir: "Rasulullah Hatıb b. Ebi Beltaa'yı kendisiyle evlenmem için bana gönderince 'benim bir kızım var, ben de çok kıskanç biriyim' dedim. Bunun üzerine Rasulullah: 'Kızına gelince ona muhtaç olmasın diye Allah'a dua ederiz, Ümmü Sele­me'den de kıskançlığı kaldırması için Allah'a dua ederiz' dedi."[422]


Ümmü Seleme'den rivayet edilmiştir: Rasulullah kendisiyle evlendi­ğinde üç gün yanında kaldı. Sonra; Senin zayıflığından dolayı değil ama u-sul, zifaftan sonra dulun yanında üç gün kalmaktır. Ancak yine de eğer ister­sen yediye tamamlayayım. Yediye tamamlarsam diğer eşlerim için de yedi güne tamamlamam gerekir. Eğer istersen onların günlerini de üçler döne rim. Ümmü Seleme: "Üçe tamamla" dedi.[423]


Ümmü Seleme'nin şahsiyeti


Hz. Aişe anlatıyor. Rasulullah'ın hanımları iki gruba ayrılmışlardı. Birinci gurupta Aişe, Hafsa, Safıyye ve Şevde diğer grupta ise Ümmü Sele­me ve Rasulullah'ın diğer hanımları vardı... Gurubu Ümmü Seleme'ye dedi ki: 'Rusulullah'a git ona söyle: İnsanlara desin ki: 'Rasulullah'a kim hediye vermek istiyorsa, Rasulullah, hanımlarından hangisinin evinde ise hediyeyi oraya versin.1 Bunun üzerine Ümmü Seleme teklifi Rasulullah'a iletti."[424]


Ümmü Seleme'nin müslümanların işleriyle ilgilenmesi ve müslümanların liderine kulak vermesi:


Rasulullah'ın hanımı Ümmü Seleme anlatıyor: "Rasulullah'tan duyma­dığım bir şekilde insanların havuzdan bahsettiklerini duydum. Bir gün cari­yem, saçımı tararken, Rasulullah'ın minberden: 'Ey insanlar1 dediğini duy­dum. O zaman cariyeye önümden çekil, dedim. Cariye: 'O erkekleri çağırı­yor kadınları çağırmıyor' deyince ben de insanlardanım dedim. Rasulullah buyurdu ki: 'Havza en önce ben varacağım. Hiç biriniz arkamdan gelemez. Gelen de yolunu kaybetmiş deve gibi sağa-sola rastgele seğirtir. Bu durum karşısında 'niçin böyle oluyor?1 derim. Bana: 'Senden sonra onların neler yaptıklarını bilmiyorsun' denilir. Ben de 'uzak olsunlar' derim."[425]


Usame b. Zeydin bildirdiğine göre "Cebrail, Rasulullah'a geldi. Rasulullah'ın yanında Ümmü Seleme vardı..." Ravi devam ediyor: "Sonra Cebrail kalkıp gitti. Rasulullah, Ümmü Seleme'ye: 'Bu kimdir?' dedi Ümmü Seleme: 'Bir seraskerdir' dedi. Ümmü Seleme diyor ki: 'Allah'a yemin olsun ki o seraskerden başkası olamaz. Nihayet Rasulullah'm Cebrail'den bahsetti ğini duyunca o kimsenin kim olduğunu anladım."[426]


Ümmü Seleme hadisi kısaca bu. Cebrail ile Rasulullah arasındaki konuşmayı Hz. Aişe şöyle açıklamıştır: "Sonra Rasulullah hutbede şunları anlattı: 'Cebrail, Rasulullah'a geldi. (Ahzab gazvesinden döndükten sonra gelmiştir). O'na: 'Demek silahını bıraktın! Vallahi biz onu bırakmadık, haydi silahını onlara yönelt!' deyince Rasulullah 'Nereye?' diye sordu,. Cebrail, Beni Kurayza'yı göstererek: İşte şuraya1 dedi."[427]


Ümmü Seleme'nin musibetlere karşı dayanıklılığı


Hz. Ömer'den nakledilmiştir, Rav^ âıyor ki: "Hz. Ömer, Hafsa'nın yanına vardı ve: 'Ey yavrum1. RasuM'ah'tan istedikleriyle onun günboyu öfkelenmesine seb^p olan sen misin?1 &$£ çıkıştı. Hafsa: 'Vallahi, artı ' O'ndan birşev inmeyeceğiz1 diyerek, babasra&fcf-skm etti. Hz. Ömer dedi/ 'AlbKn azabjp/an Rasulullah'ın da öfkesinden difetonoede sakındım biliyorsun.' H/afsa'nın yanından ayrılıp akrabam olan t>mmâ Seleme^ nına vardiff/f. Hafsa'ya söylediklerimi ona da söyledim. TJmmü S%m biçim a&fmsın Ömer? Her şeye karıştığın yetmiyormuş hanım arasına da mı girmek istiyorsun?' dedi. Hz. Ömer tir sözü bana Öyle tesir etti ki, yapmak istediğim vazgeçmek zorunda kaldım. Orron yanından da aynldn Ummıi Sekmenin ecrim Allah tan umarak yet buyurdu. gözetmesi ve Abdullah b.  girdiler, ondan  günlerinde meydana  buyurmuştur: 'Kabe'ye  Bunlar yeryüzünün bir Ümmü Seleme anlatıyor: "ft; Ebu Seleme'nin çocuklarına tasadduk Onları tabii ki şuraya feuraya tetnikacak i de ıçootjklarjsnî1 diye sordum. Rasulullah sevabını alırsın."


Ümmü Seleme'nin keskin zekası,         .


in nasıl olacak?1 Rasulullah: 'O


Misver b. Mabrem» ve Meryamet günü niyetine göre haşrolu-seferi içm Medine^çn çıktı... Ajol Medine Çölüdür."l30 yazıldıktan sonra Rasululla kesip tıraş olun1 buyurdu, R kimse Easulullah'ın


mek zorunda kaldı. Ashab'tan kimse kalkmayınca Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanına vardı ve Ona insanların tavrını anlattı. Ümmü Seleme: fEy Allah'ın Rasulü! Sen onların yapmasını mı arzuluyorsun? Dışarı çık, kimseyle birşey konuşma, deveni kes, berberini çağır seni tıraş etsin' dedi. Rasulullah, Ümmü Seleme'nin dediği gibi dışarı çıktı, kimseyle konuşmadı, devesini kesip tıraş oldu. Bunu gören ashab kalktı, (kurbanını) kesip birbirlerini tıraş etmeye başladılar..."


Ümmü Seleme'nin hadis rivayeti


Ümmü Seleme'den gelen bir rivayette: "Rasulullah (s.a.v.), bir ay süreyle hanımlarından bir kısmının yanına girmemeye yemin etti. Yirmi Okuz gün geçince,  onların  yanında akşamladı  yahut  sabahladı.


ulullah'a: 'Ey Allah'ın Rasiilü! Bir ay süreyle hanımlarına uğramayaca'emin etmiştin" denilince, Rasulullah: 'Bir ay yirmidokuz gün sürer'"•ekir b. Abdurrahman'm bildirdiğine göre Mervan, cünüp olarak dıgım bir ^jşjnm oruç utUp tutamayacağını sormak üzere Ebu Bekir b. yem, saçımı ümmü seıeme'ye gönderdi. Ümmü Seleme: "Rasulullah, dum. O zamaı. ^ nanım|ariyia beraber olup cünüp olarak sabahladığm-yor kadınları çatbozar ne de sonra onu kaza ederdi."


Gelen de yolunu kajvor ki: "Bir kadın< Rasulullah'a gelip: 'Ey Allah'ın Usame b. Zeydin bhv 'i^det süresi dört ay on gündür. Cahiliye Rasulullah'ın yanında Umm«nra vı] sonunda üzerinizden tezek atardı-Cebrail kalkıp gitti. Rasulullah,, sı 5]en kadın küçük bir eve girer, en kötü Seleme: 'Bir seraskerdir' dedi. Uı bir sene boyunca böyle kalırdı. Sene ki o seraskerden başkası olamaz. £ 1([juna sürer, sonra odadan çıkarılır ve ğini duyunca o kimsenin kim oldug. arkasına doğru atardı.


"Bir kısım idareciler olacaktır, siz onları tanıyacaksınız, yadırgayacaksınız.' (Bir kısım davranışlarını severken bir kısım davranışlarını kötü göreceksi­niz). Kim onları tanırsa, ondan uzak durursa, onların günahlarına ortak olmaz; kim de kalbiyle onlara buğzederse onların yaptığı günahlardan emin olur. İdarecilerin günahlarını hoşgörüp onlara uyanlar ise böyle değildir." Ashab-ı Kiram: 'onlarla savaşmayalım mı?' diye sordular, Rasulullah: 'Namaz kıldıkları müddetçe hayır!' buyurdu.[428]


Rasulullah'ın hanımı Ümmü Seleme'nin bildirdiğine göre, Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Gümüş kaptan su içen kimse, karnında ancak cehen­nem ateşi taşımaktadır."[429]


Ümmü Seleme der ki: "Rasulullah yanıma geldi, yanımda Muhannes vardı. Muhannes'in Abdullah b. Ebi Umeyye'ye şöyle dediğini işittim: 'Ey Abdullah! Allah Teala yarın sizi şu kavmi yenmeye müyesser kılarsa, sana Gaylan'ın şişman kızı var, ne diyorsun? O kız ki şişmanlıktan dört büklüm karşılar, sekiz büklüm arkaya döner.' (Şişmanlıktan karnı dört büklümdür, arkadan sekiz büklüm görünür) Rasulullah, devamında Ümmü Seleme'ye hitaben: 'Hunsalar sizin yanınıza asla girmesin1 buyurdu."[430]


Ümmü Seleme'nin bildirdiğine göre: "Rasulullah bir evde yüzü morar­mış bir cariyeyi görünce: 'Ona rukye yapın, ona göz değmiş' buyurdu."[431]


Ubeydullah b. el-Kutbiyye dedi ki: "Haris b. Ebi Rabia ve Abdullah b. Safvan ben de beraberlerinde iken Ümü Seleme'nin yanına girdiler, ondan 'yere batacak ordudan' sordular. Bu olay İbni Zübeyr'in günlerinde meydana gelmiştir. Ümmü Seleme dedi ki: 'Rasulullah şöyle buyurmuştur: 'Kabe'ye biri sığınacak, kendisine bir ordu gönderilecek. Bunlar yeryüzünün bir çölünde iken yere batırılacaklar.' Rasululah'a dedim ki: 'Ya Rasulullah! Ordunun içinde istemeyerek bulunanın durumu nasıl olacak?' Rasulullah: 'O da onlarla beraber yere batacak. Fakat o kıyamet günü niyetine göre haşrolu-nacak" buyurdu. Ebu Cafer der ki: 'Bu çöl Medine Çölüdür."'[432]


Ümmü Seleme'nin bildirdiğine göre Rasulullâh Ammar'a: "Seni azgın bir kavim şehid edecektir' buyurmuştur.[433]




Zeynep Binti Cahş



Zeyneb'in Rasulullâh ile evlenmesi Allah'ın emriyle olmuştur. Yüce Allah şöyle buyurur:


"Allah'ın kendisine nimet verdiği, senin de hürriyetine kavuşturduğun kimseye (Zeyd b. Harise) "Eşini yanında tut, Allah'tan kork, derken Allah'ın açığa çıkaracağı şeyi içinde gizliyor, insanlardan korkuyordun. Korkuya en layık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından alakasını kesince biz onu sana nikahladık ki böylece evlatlıkları kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenme konusunda müminlere bir güçlük olmasın, Allah'ın emri her zaman yerine getirilmiştir." (Azhab, 37). Zeyneb'in istihare namazına düşkünlüğü


Enes anlatıyor. Zeyneb'in iddeti. bitince Rasulullâh, Zeyd'e: "Bana onu anlat" dedi. Ravi diyor ki: Zeyd, Rasulullah'ın yanından ayrılıp Zeyneb'in yanına vardı. Zeyneb hamur yoğuruyordu. Zeyd der ki: "Onu görünce onun değerini anladım, ona bakamaz oldum. Zira Rasulullâh onun ismini anmış-tır. Zeyneb'e sırtımı çevirip biraz geri durunca: 'Ey Zeyneb, Rasulullâh senin fikrini almak için beni sana gönderdi' dedim. O da: 'Rabbime danışmadan birşey yapacak değilim' karşılığını verip namazgahına gitti. 'Allah'ın kendi­sine nimet verdiği kimseye dersin ki...' âyeti indi. Bu âyet inince, Rasulullâh izinsiz olarak Zeyneb'in yanına girdi."[434]


Zeyneb'in düğün yemeğinin üstünlüğü


Enes şöyle anlatıyor: "Rasulullâh, hanımlarından hiçbirinin (düğününde) Zeyneb'inki kadar ziyafet vermedi, zira (onun düğününde) koyun kesmişti."'[435]


Yine Enes'ten rivayet edilmiştir: "Rasulullâh Zeyneb bint Cahş ile zifa-. fa gireceği gün, düğün yemeği olarak et ve ekmek hazırlandı; ben de yemeğe davet etmek üzere gönderildim. İnsanlar geliyor, karınlarını doyurup gidi­yor; sonra başkaları geliyor yemeklerini yedikten sonra gidiyorlar. Yemeğe o kadar çok insan davet ettim ki, artık çağıracak kimseyi bulamadım."[436]


Enes b. Malik der ki: "...Rasulullah Zeyneb'le evlenirken, Ümmü Süleyi;: 'Rasulullah'a hediye versek mı?1 dedi. Ben de dedim; Hurma, yağ ve keş yoğurdu hazırladı, onları bir kapta çorba yapar gibi topladı. (Hurma, yağ ve keş yoğurdu karıştırılınca tiride benzer bir yemek ortaya çıkar). Bu yemeği benimle Rasulullah'a gönderdi. Oradan ayrılıp Rasulullah'ın yanına vannca 'elindeki yemeği koy' dedi, sonra bana isimlerini vererek: 'şu adam­ları çağır, yolda karşılaştığın kişileri de yemeğe çağır1 dedi. Ravi der ki; Rasulullah'ın dediğini yaptıktan sonra döndüğümde evi dolu buldum. Rasulullah, elini bu yemeğe koydu, yemek hakkında güzel sözler söyledi. Sonra onar onar insanları yemeğe davet ederek: 'Allah'ın ismini anarak yemeğe başlayın, herkes önünden yesin1 buyurdu."[437]


Hafız b. Hacer diyor ki: "... Allah'tan ki çorba, ekmek ve et aynı anda geldi hepsinden yiyebildüer."[438]


Evlilik sabahı hicab âyetinin inmesi


Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah Zeyneb bint Cahş'la zifafa girdiği gün düğün yemeği verdi. Düğünde ekmek ve et yiyen halk karnım doyurunca, Rasulullah her zifaf gecesi sabahı gibi mü'minlerin annelerinin odalarına girdi, selam verdi onlara dua etti. Hanımları da onun selamını alıp kendisine dua ettiler. Odasına dönerken birbirleriyle konuşan iki kişi gördü, onları görünce odasına girmekten vazgeçti. Rasulullah'ın döndüğünü gören o iki kişi derhal savuşup gittiler. Bu adamların gittiğini Rasulullah'a ben mi söyledim yoksa başkası mı haber verdi, onu hatırlamıyorum. Odasına geri döndü. Benimle arasına bir perde gerdi. Hicab âyeti bu esnada indi."[439]


Zeyneb'in Rasulullah'ın yanındaki yeri


Hz. Aişe der ki: "... O (Zeyneb bint Cahş), Rasulullah'ın hanımları arasında iyilikte benimle yanşan tek kişiydi."[440] Zeyneh 'in faziletleri


Hz. Aişe anlatıyor ve diyor ki: "Zeyneb'den daha hayırlı, Allah'tan çok sakınan, doğru sözlü, akrabayı çok gözeten, çok sadaka veren, sadaka verme ve Allah'a yaklaşma hususunda ondan daha gayretli bir kadın asla go.nıe-dim.[441]


Yine Hz. Aişe rivayet ediyor: "Rasulullah (ifk hadisesi konusunda) Zeyneb bint Cahş'a benim hakkımda soru sormuştu ve ona: 'Onun (Aişe'nin) hakkında ne biliyorsun ya da ne gördün?' demişti. Zeyneb de: 'Ey Allah'ın Rasulü (onun hakkında kötü birşey yapma hususunda) kulağımı ve gözümü muhafaza ederim. Allah'a yemin olsun ki, (onun hakkında) sadece iyilik bilirim' dedi. Haram şeylerden sakınmasından dolayı Allah, onu korudu."[442] Zeyneh'in Rasulullah'ın diğer hanımlarına karşı öğünmesi


Hz. Enes rivayet ediyor ve şöyle diyor: "Zeyneb, Rasulullah'ın diğer hanımlarına karşı: 'Sizi aileleriniz evlendirdi, beni de yedi kat göğün üstünde Alah Teala evlendirdi1 diye övünürdü."[443]


Zeyneh'in Rasulullah'a Kavuşması


Hz. Aişe anlatıyor: "Rasulullah'ın bazı hanımları O'na: 'Hangimiz sana daha önce kavuşacağız?' dediler. Rasulullah: 'Eli en uzun olanınız' buyurdu. Bunun üzerine bir kamış alıp ölçmeye başladılar. Şevde eli en uzun olanla­rıydı. 'Zeyneb'in ölümünden sonra, anladık ki, onun elinin uzunluğu sadaka vermesiymiş. İçimizden Rasulullah'a en erken o kavuştu. Çünkü o sadaka vermeyi çok severdi."[444]




Ümmii Süleym (Ğumeysa Binti Milhan)



Rasulullah: "Cennete girince orada ayak sesi duydum. Yammdakilere bu kimdir? diye sordum. Gumeysa bint Milhan olduğunu söylediler.[445]


Onun seçkin evliliği


Cabir b. Abdillah'ın belirttiğine göre: "Rasulullah: 'Bana cennet gösterildi. Orada Ebu Talha'mn hanımını gördüm' buyurmuştur."[446]


Ğumeysa'nın Ebu Talha ile evlenme kıssası, onun güçlü iman ve kişili­ğinin delilidir. Sabit el- Bennan, Enes'ten bu kıssayı şöyle nakleder: 'Ebu Talha Ümmü Süleym'e talip olunca, Ümmü Süleym: 'Ey Ebu Talha, gerçekte sen reddedilebilecek biri değilsin; ne var ki sen kâfir bir adamsın; ben ise müslüman bir kadınım. Benim seninle evlenmem helal olmaz. Müslüman olursan, mehrim işte budur, başka şey istemem. (Oysa ki Ebu Talha'nın Medine'de birçok hurma ağacı vardı.)[447] Ümmü Süleym'in teklifi üzerine Ebu Talha müslüman oldu. Müslümanlık onun mehri oldu. Sabit el-Bennani der ki: 'Kocasından Ümmü Süleym'in aldığı mehirden daha güzel birşey alan başka bir kadın duymadım."[448]


Ümmü Süleym, güzel mehir seçmekle Ebu Talha Rasulullah'ın seçkin ashabından, cesur komutanlardan ve Allah yolunda intak eden cömertlerden oldu.


Kocasının faziletleri


Enes anlatıyor: "Uhud günü müslümanlar bozguna uğrayıp Rasulul­lah'ın etrafından dağılınca, Ebu Talha kalkanıyla Rasulullah'ı koruyordu. Ebu Talha güçlü yayıyla iyi bir atıcıydı. O gün iki veya üç yay kırmıştı. Ok kuburu ile dolaşan biri: 'Okları Ebu Talha'ya tut' diyordu. Bunu duyan Rasulullah, ordunun durumunu görmek için çadırından dışarı çıkmak iste­yince Ebu Talha: 'Ey Allah'ın Rasulü! Annem babam sana feda olsun dışarı çıkma. Aksi takdirde atılan oklardan biri korkarım sana isabet edebilir. Canım sana feda olsun..." Kılıç, Ebu Talha'nın elinden iki yahut üç defa yere düştü."[449]


Enes b. Malik der ki: 'Ebu Talha, Medine'de Ensarın en çok mal sahib o-lanıydı. Malı arasında en çok sevdiği ise Mescid-i Nebi'ye bakan 'Beyruha' adındaki bahçesiydi. Rasulullah, Mescidden bahçeye geçe, berrak tatlı su­yundan içerdi. Enes der ki: 'Sevdiklerinizi Allah yolunda infak etmedikçe birre ulaşamazsınız1 âyeti inince Ebu Talha ayağa kalkarak: 'Ey Allah'ın Ra-sulü, Yüce Allah en sevdiklerinizi infak etmedikçe birre ulaşamazsınız1 buyuruyor. En sevdiğim mal Beyruha'dır. Onu Allah yolunda sadaka olarak veriyorum. Karşılığında birre ulaşmayı Allah'tan umuyorum. Bu bahçeyi Allah nasıl diliyorsa o yerlere ver' dedi. Rasulullah, Ebu Talha'nın bu teklifi­ni 'tamam diyerek kabul etti ve: 'Bu malın ecri sahibine gider. Veyahutta bu mal çok kârlı bir maldır' buyurmuştur. (Rasulullah'uı son sözü hakkında ravi şüphe etmiştir). Rasulullah: 'Ey Ebu Talha, ne ne dediğini anladım. Haydi bahçeyi akrabaların arasında paylaştır1 buyuranca, Ebu Talha: 'olur ey Al­lah'ın Rasulü' diyerek bahçeyi akrabaları, amcasının oğulları arasında pay­laştırdı."[450]


Ümmü Süleym'in kocasına karşı davranışı ve sabrı


Enes anlatıyor: "Ebu Talha'nın, Ümmü Süleym'den olan oğlu ölünce, Ümmü Süleym çevresindekilere: 'Benden önce Ebu Talha'ya çocuğunun du­rumunu söylemeyin' dedi. Ravi der ki: 'Ebu Talha eve gelince, Ümmü Sü­leym akşam yemeğini hazırladı. Ebu Talha, yemekyedi içti, o gün Ümmü Süleym daha öncekinden daha farklı bir şekilde kendini hazırlamıştı. Kocasıyla yatakta birleşti. Kocasının arzusunun geçtiğini anlayan Ümmü Süleym: 'Ey Ebu Talha, söylesene, insanlar bir aileye emanetlerini verseler, sonra da onların bu isteği engelleme hakları var mıdır?1 diye sordu. Ebu Talha: 'hayır bu doğru olmaz deyince: 'O halde çocuğun öldü...' dedi. Bu ka­dar geç söylemesine kızan Ebu Talha: 'Beni bu hale bırakıp bu işe bulaştır­dın. Sonra da çocuğumun Öldüğünü söyledin1 dedi. Doğruca Rasulullah'ın yanına varıp O'na ailesiyle arasında geçenleri olduğu gibi anlattı. Rasulullah: 'Allah, geçen gecenizi mübarek kılsın" buyurdu. O geceki birleş­meden Ümmü Süleym hamile kalmıştı. Ravi anlatıyor: Rasulullah bir sefer­de idi. Yanında Ümmü Süleym de vardı. Prensip olarak Rasululah seferden döndüğünde geceyse Medine'ye girmezdi. Medine'ye yaklaştıklarında Üm­mü Süleym'i doğum sancısı tuttu. Bu sebeple Ebu Talha Ümmü Süleym'in yanında kaldı. Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye doğru yola çıktı."


Ravi der ki: "Ebu Talha şöyle demiştir: 'Ey Rabbim, ne arzuladığımı biliyorsun. Rasulün Medine'den çıkınca ben de onunla çıkmak, Medine'ye girince de O'nunla Medine'ye girmek istiyorum. Senin iradene bağlıyım.' Ümmü Süleym de: 'Ey Ebu Talha, ben daha önce hissettiğin şeyleri hissetmiyorum hadi yürü gidelim' dedi ve yola düştüler. Medine'ye gelince Ümmü Süleym doğum sancısına tutuldu. Bir oğlan çocuğu doğurunca annem bana: 'Ey Enes, Rasulullah görmeden bu çocuğu kimse emzirmesin1 dedi. Sabah olunca çocuğu alıp Rasulullah'a götürdüm. Rasulullah'la yolda karşılaştım. Yanında damga vardı.. Beni görünce 'herhalde Ümmü Süleym doğurdu' dedi. Çocuğa damgayı vurdu." Enes der ki; 'Çocuğu Rasulullah'a götürdüm., kucağına koydum. Bir miktar kaliteli Medine hurması istedi. Hurmayı ağ­zında çiğnedi iyice erittikten sonra çocuğun ağzına çaldı. Çocuk, Rasulullah'ın sürdüğü hurmayı yalamaya başladı. Çocuğun hurmayı yaladı­ğını gören Rasulullah: 'Ensarın hurma sevgisine bakın!' diyerek, çocuğun yüzünü okşadı. Ona Abdullah ismini verdi."[451]


Rasulullah'ın, Ümmü Süleym'e davranışı


Enes'in anlattığına göre: "Rasulullah hanımları dışında Ümmü Sü­leym'in evinden başka hiçbir eve sürekli gitmezdi. Bunun sebebi sorulunca O: 'Ona merhamet ediyorum. Zira erkek kardeşi yanımda şehid edildi' demiştir. "[452]


Enes der ki: "Rasulullah, Ümmü Süleym'in evinin yakınlarından geçin­ce ona.uğrar, ona selam verirdi."[453]


Enes anlatıyor: "Rasulullah, Ümmü Sümeym'in yanına varınca, Ümmü Süleym Rasulullah'a kuru hurma ve yağ getirdi. Bunu gören Rasulullah: 'Yağınızı tulumuna, hurmanızı da kabına koyun. Ben bugün orucum" buyurdu. Sonra köşeye çekilip nafile namazı kıldı. Ümmü Süleym ve ev halkına dua etti. Ümmü Süleym: 'Ey Allah'ın. Rasulü, benim özel bir ricam var' dedi. Allah'ın Rasulü: 'O da nedir?' diye sordu. Ümmü Süleym: Hizmetçin Enes... Dünya ve ahiret iyiliğinin onun olması için, ona dua et1 dedi. Bunun üzerine Rasulullah dünya ve ahiretin*bütün hayırlarını anarak bana dua etti. 'Ey Allah'ım! Ona mal ve çocuk ver. Bunları ona mübarek kıl' duasında bulundu. Enes der ki: 'Ben Ensar arasında malı en çok olan biriy­dim. Kızım Umeyne'nin. bana anlıttığına göre 'Haccac'ın, Basra'ya geldiği sıralarda (h. 75 yıllarında) neslimden yüzyirmi küsur kişi defnedilmiş."[454]


Enes b. Malik anlatıyor: "Rasulullah Ümmü Siiİeym'in evine girer, Ümmii Süleym olmadığında yatağında yatardı. Enes der ki: 'Bir gün yine Rasulullah Ümmü Süleym'in yatağına yatmıştı. Ümmü Süleym gelince ona evinde yatağında yatan kişinin Rasulullah olduğu söylendi. Ümmü Süleym içeri girdi. Baktı ki Rasulullah terlemiş, teri yatağın deri kısmında toplan­mıştı. Ümmü Süleym, Rasulullah'in terini bir mendille alıp sandığmdaki şişelerin içerisine damlattı. Rasulullah, bunu görünce Ümmü Süleym'e kıza­rak: 'Ey Ümmü Süleym sen ne yapıyorsun?1 diye çıkıştı. Ümmü Süleym: 'Ey Allah'ın Rasulü, terinin çocuklarımız için bereketli olmasını umuyorum1 deyince, Rasulullah: 'Tamam, yaptığın doğru' buyurdu."[455]


Enes anlatıyor: "Rasulullah, ahlâkça insanların en üstünü idi; sütten ye­ni kesilmiş Ebu Umeyr isminde küçük bir erkek kardeşim vardı. Rasulullah evimize gelince: 'Ey Ebu Umeyr, ne yaptı nuğayr (ne yaptı kuşcağız)?' derdi. Ebu Umeyr'le oyun oynardı. Evimizde iken namaz vakti girince üzerine oturduğu serginin üzerini süpürtür, bir miktar su serper sonra beraberce kalkıp bize namaz kildırırdi."[456]


Ümmü Süleym ve ailesinin Rasulullah'a karşı titizliği Enes b. Malik der ki: "Muhacirler Mekke'den Medine'ye gelince hiçbir şeyleri yoktu. Ensar'ın ise arazileri mülkleri vardı. Bahçelerinde yetişen meyvelerin yarısının her sene kendilerine verilmesi şartıyla Ensar mallarını Muhacirler ile bölüştü. Muhacire çalışmak, gayret etmek kalıyordu. Enes'in annesi de (Ümmü Süleym) Rasulullah'a meyve yüklü hurma ağaçları verdi.[457]


Enes der ki: "Annem, beni Rasulullah'a getirdi. Annem örtüsünün bir kısmını izar bir kısmını da rida olarak üzerime Örtmüştü. Rasulullah'a: 'Ey Allah'ın Rasulü, işte oğlum Enes. Hizmetini görsün diye sana getirdim. Ona dua et' dedi. Bunun üzerine Rasulullah: 'Ey Allah'ım, ona (Enes'e) çokça mal ve evlat ver' diye dua etti. Enes diyor ki: 'Allah'a yemin olsun ki malım çoğal­dı, çocuğum, çocuğumun çocuğu derken bugün sayıları yüze ulaştı."[458]


Enes b. Malik'in belirttiğine göre o, Rasulullah Medine'ye geldiğinde on yaşındaydı. Ebeveynim sürekli beni Rasulullah'a hizmet etmeye teşvik ediyorlardı. On sene Rasulullah'a hizmet ettim. Rasulullah vefaat ettiğinde yirmi yaşındaydım.[459]


Enes anlatıyor: "Ben çocuklarla oynarken Rasulullah geldi, bize selam verdikten sonra beni bir işe gönderdi. Fakat ben anneme uğradım. Annem bana 'niçin burdasın?' diye sordu. Ben de 'Rasulullah beni bir iş için gönder­di' deyince, 'ne işi?1 diye sordu. 'O sırdır' dedim. O zaman 'Rasulullah'ın sırrı­nı kimseye açma' dedi. Enes der ki: 'Allah'a yemin olsun ki 'Rasulullah'ın sırrını birine açacak olsaydım inan sana açardım ey Sabit."[460]


Enes der ki: "Rasulullah evlenince hanımının yanına girdi. Annem Üm­mü Süleym bir yemek yaptı hurma, yağ ve süt keşinden yapılmış) bir kaba koyup: 'Enes, bunu Rasulullah'a götür, bu yemeği annem gönderdi, sana se­lamı var, Ey Allah'ın Rasulü gönderdiğimiz bu yemek az; kusura bakma' dememi söyledi. Rasulullah'a yemeği götürüp, annemin sana selamı var. O: 'ey Allah'ın Rusulü bu yemek size az gelir, kusura bakmayın' diyor dedim. Rasulullah 'yemeği koy' buyurdu. Arkasından 'git ve filancayı, filancayı, filancayı ve Önüne gelen herkesi bana çağır' buyurdu."[461]


Enes der ki: "Rasulullah Hayber gazasına çıkmıştı... Hayber'i zorla al­dık. Esirler toplanınca Dihye gelerek: 'Ey Allah'ın Rasulü. esirlerden bana bir cariye ver' dedi. Rasulullah da 'git istediğini al1 buyurdu. Dihye, Safıyye binti Huyey'i almıştı. Dihye, Safiyye'yi alınca bir adam Rasulullah'a gele­rek: 'Ey Allah'ın Rasulü, Kurayza ve Nadir oğullarının prensesi Safiyye'yi, Dihye'ye mi veriyorsun? Safiyye ancak sana layıktır' dedi. Rasulullah: 'Dihye ile cariyeyi çağırın' buyurdu. Safiyye'yi getirdiler. Rasulullah, Safiyye'ye baktı, Dihye'ye dönerek 'Esirlerden bir başka cariye al' buyurdu. Ravi der ki: Rasulullah Safiyye'yi azad ettiksen sonra onunla evlendi.. Öyle ki Safiyye'yi zifafa Rasulullah yolda iken Ümmü Süleym hazırladı. (Müslim'in rivayetinde[462] ise Rasulullah, Safiyye'yi süsleyip zifafa hazırla­ması ve evinde beklemesi için Ümmü Süleym'e gönderdi). Ümmü Süleym, zifaf gecesinde evini onlara verdi."[463]


Ümmü Süleym'in zekâsı ve tevekkülü'


Enes b. Malik derki: "Ebu Talha, Ümmü Süleym'e: 'Rasulullah'm sesi­ni kısık duydum. Sanırım bu açlığından olmuştur. Yanında yiyecek .birşey var mı?1 dedi. Ümmü Süleym: 'Evet' karşılığını verdi. Arpa unundan yapılmış çörekler ve bir parça bez çıkardı. Bezin bir kısmı ile ekmeği sardı. Sonra bana verdi. Bir kısmını da Rasulullah'a gönderdi. Enes der ki: 'Rasulullah'in yanına gittim; mesciddeydi. Çevresinde insanlar vardı. Onlara yaklaştım. Rasulullah bana: 'Seni Ebu Talha mı gönderdi?' diye sor­du. Ben de evet, o gönderdi deyince 'yemek mi getirdin?' dedi. Ben de 'evet' deyince etrafındakilere: 'Haydin kalkın' buyurdu. Rasulullah oradan ayrıldı. Ben de Ebu Talha'nm yanma geldim, olanları ona anlattım. Endişeye kapılan Ebu Talha: 'Ey Ümmü ,Süleym, Rasulullah halkla beraber geliyor. Onları doyuracak kadar yemeğimiz yok' dedi. Ümmü Süleym: 'O çağırdığına göre Allah ve Rasülü bu işi daha iyi bilir' dedi. Ebu Talha kalktı, Rasulullah'ı karşıladı. Rasulullah, Ebu Talha ile içeri girdiler. Rasulullah: 'Ey Ümmü Süleym, evde yiyecek olarak ne var?1 diye sordu. Ümmü Süleym ekmeği ge­tirdi. Rasulullah ekmeğin ufalanmasını emretti. Ümmü Süleym ufalanan ek­meği bir kaba basarak karıştırdı. Rasulullah 'bunun içinde Allah'ın dilediği kadar yiyecek var' buyurdu. Arkasından da 'on kişi çağırın' buyurdu; on kişi geldi. Yediler, doyunca ayrıldılar. 'On kişi daha çağırın' buyurdu. On kişi da­ha geldi. Onlar da doyuncaya kadar yediler. Arkasından 'on kişi daha çağırın' buyurdu. On kişi daha geldi. Onlar da karınlarını doyuracak kadar yedikten onra ayrıldılar. 'On kişi daha derken herkes karnını doyurdu. O gün yemek yiyenlerin sayısı yetmiş;yahut seksendi." Müslim'in rivayetinde[464] ise şöy ledir: "En sonunda Rasulullah, Ebu Talha, Ümmü Süleym ve Enes b. Malik yediler. Ama yemek yine de artmıştı. Kalanını komşularımıza dağıttık."[465] Biata katılması ve sözünde durması


Ümmü Atiyye der ki: "Rasulullah, bizden bağırıp çağırarak ağlamama­mız için biat aldı. Beşimiz dışında biatini tutan kadın olmadı. Bu beş kişi Ümmü Süleym, Ümmü-I Ala, Ebu Sebre'nin kızı, Muaz'ın hanımı ve iki kadın."[466]


Edeb ve hayası ve ilim öğrenmesi


Ümmü Seleme anlatıyor: "Ümmü Süleym, Rasulullah'a geldi ve: 'Ey Allah'ın Rasulü, ilim öğrenmek için Allah'tan utanılmaz. Acaba ihtilam olan kadına gusül abdesti gerekir mi?' diye sordu. Rasulullah 'suyu görünce (meniyi) gusül abdesti alın' buyurdu."[467]


Mü'minlerin annesi Hz. Aişe bakın ne güzel söylemiş: "Ensar kadınları ne kadar güzel kadınlardır. Hayalı olmaları dinlerini öğrenmelerine engel olmadı."[468]


Ümmü Süleym'in savaşa katılması


Enes anlatıyor: "Uhud günü İslam ordusu Rasulullah'ın etrafından? dağıldıklarında... Ebu Bekir'in kızı Aişe ile Ümmü Süleym'i ayaklarındakl î halhalları görünecek şekilde paçaları sıvanmış sırtlarında su kırbaları ile askerlere su taşırken gördüm. Taşıdıkları suyu askerlere içiliyorlar,: sonra dönüp yeniden kırbaları doldurup askerlere içiriyorlardı..."[469]


Enes b. Malik der ki: "Rasulullah, Ümmü Süleym ve daha başka kadın­ları savaşa götürür. Savaş esnasında onlar su dağıtırlar, yaralıları tedavi i ederler. (Ümmü Süleym'i Hayber gazasında bu hal üzere gördüm."[470]Müslim,[471]Enes'in anlattığına göre: "Ümmü Süleym, Huneyn günü yanına bir hançer almıştı. Ebu Talha onu görünce: *Ey Allah'ın Rasulü! Şu ÜrnaMi Süleym! Yanında bir hançer var' dedi. Rasulullah Ümmü Süleym'e: 'Ohan­çer de nedir?' diye seslendi. Ümmü Süleym 'Onu yanıma aldım. Bana müş­riklerden biri yaklaşırsa bununla onun karnını deşeceğim deyince, Rasulluh güldü. Ümmü Süleym, Rasulullah'a: *Ey Allah'ın Rasulü, etrafından dağılan bizim dışımızdaki 'tüleka'yı (Mekke'nin fethi esnasında çaresizlikten iman • edenler) öldür1 dedi. Rasulullah da: 'Ey Ümmü Süleym, Allah bu konuda kâfidir, işin sonunu güzelleştirendir' buyurdu."[472]




Esma Binti Ebi Bekr (Zatu'n-Nitakayn)



Henüz küçükken toplumu ilgilendiren işlerle uğraşması:


Esma binti Ebu Bekir anlatıyor: "Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'i Kabe'ye sırtı­nı dayamış olarak gördüm. Diyordu ki: 'Ey Kureyş topluluğu! Vallahi İbra­him'in dininde benden başka kimse yok. ibrahim helak olanları kurtarırdı.' Zeyd b. Amr, kızını gömen bir adam görünce yanına varır. 'Onu öldürme, ben onun yiyeceğine kefilim' derdi. Çocuğu yanına alırdı. Çocuk biraz gelişince babasına: İstersen çocuğunu geri vereyim. Dilersen daha bakabili­rim'derdi."[473]


Aişe der ki: "Anne ve babamın dinsiz olarak geçirdikleri bir gün bile hatırlamam. Bir gün geçmesin ki sabah akşam Rasulullah bize uğrama-sın..."[474]


Hafız b. Hacer der ki: "Esma hadisi Taberani'de 'Mekke'de Rasulullah sabah ve akşam olmak üzere hergün iki defa gelirdi' şeklinde geçmekte­dir."[475]


Aişe anlatıyor: "Bir gün zeval vakti Ebubekir'in evinde oturuyorduk. Adamın biri Ebubekir'e: 'Şu başı örtülü olarak gelen Rasulullah'tır. O hiç bu vakitte buraya gelmezdi' deyince, Ebubekir: 'Ona babam annem feda olsun. Vallahi o, bu saatte hiç gelmezdi, önemli bir iş olmalı' dedi. 'Rasulullah gel­di, içeri girmek istedi, izin verildi. İçeri girince Ebubekir'e: 'Yanında kim varsa dışarı çıkar' buyurdu. Ebubekir: 'Babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasulü, onlar senin de ehlindir' dedi. (Musa b. Ukbe'nin Şihab'dan rivayetin­de Aişe: 'Ebubekir'in yanında yalnızca ben ve Esma vardık, demiştir[476]. Rasulullah 'Mekke'den ayrılmama izin verildi' buyurdu. O zaman Ebubekir 'Babam sana feda olsun, şu iki bineğimden birini sen al' teklifinde bulununca Rasulullah: 'parasıyla alırım1 buyurdu. 'Onların bineklerini çabucak hazırla­dık, azık çantasının içine yiyeceklerini koyduk. Esma, kuşağından bir parça kopardı, çantanın ağzını bağladı."[477]


Esma'mn Peygamberin havarisi (yardımcısı) ile evlenmesi Esma, "Zübeyr benimle evlendi..." demiştir.[478]


Cabir'in belirttiğine göre: Rasulullah şöyle buyurmuştur: 'Düşmandan bize kim bilgi getirecek?' buyurdu. (Ahzab savaşında) Zübeyr kalktı 'ben' dedi. Rasulullah ikinci defa 'kim bize düşman hakkında bilgi getirecek' buyurdu. Zübeyr yine kalktı 'ben' dedi. Bu durumda Rasulullah: "Her pey gamberin bir havarisi (yardımcısı) vardır. Benim havarim ise Zübeyr'dir' buyurdu. Abdullah b. Zübeyr'in rivayetinde [479]ise Zübeyr '... düşman ordu sunun arasına gittim. Döndüğümde annem babam sana feda olsun diyordu."[480]


Esma'mn hicreti ve muhacirlerden doğan ilk çocuk


Esma, Abdullah b. Zübeyr'e hamile kalmıştı. Esma der ki: "Doğumum yaklaşmıştı. Medine'ye yola çıktım. Küba'ya varınca, Abdullah'ı Küba'da doğurdum. Sonra onu Rasulullah'a getirdim. Odasına koydum. Rasulullah kuru hurma istedi. Ağzına aldı, ağzında erittikten sonra çocuğun ağzına sür­dü. Çocuğun karnına giden ilk şey Rasulullah'm bu tükrüğü idi. Sonra çocu­ğun ağzına bir miktar hurma sürdükten sonra ona hayırla dua etti. Abdullah, İslâm'da doğan ilk çocuktu' (Yani Medine'de muhacirler arasında.)"[481]


Esma'mn evini güzelce koruması


Esma binti Ebu Bekir anlatıyor: "Zübeyr'le evlendiğimde onun su de­vesi ve atı dışında yeryüzünde ne bir malı vardı ne de başka bir kölesi... Hayvanım otlatır, sular; su kırbasını deriden diker, hamur yoğururdum. Fakat güzel ekmek pişiremezdim. Ensardan -güvenli kadınlar- olan komşu­larım ekmeğimi pişirirlerdi. Ben Zübeyr'in arazisinden -ki orayı Rasulullah benim için Zübeyr'e vermişti- başımda hurma çekirdeği taşırdım. Uzaklığı üç fersahtı."[482]


Kocasına hoşça muamelesi


Ebu Bekir'in kızı Esma anlatıyor: "Bir gün başımda yine hurma çekir­deği taşıyarak geliyordum. Rasulullah'la karşılaştım. Yanında Ensardan bir grup insan vardı. Beni çağırdı, terkisine almak için devesine "ıh, ıh" dedi. Erkeklerle birlikte yola çıkmaktan utandım. Zübeyr'in kıskançlığını hatırladım. O insanların en kıskancı idi. Rasulullah utandığımı anlayınca yoluna devam etti. Zübeyr'in yanına gittim ve kendisine; Rasulullah'la karşılaştı­ğımda başımda hurma çekirdeği vardı. Yanında ashabı vardı. Terkisine al­mak için devesini çökertti ise de ben utandım. Aklıma senin kıskançlığın geldi. Bunun üzerine Zübeyr: 'Vallahi hurma çekirdeği taşıman bana Rasu-lullah'ın terkisine binmenden daha iyidir' dedi. Esma der ki: 'Sonunda Ebubekir bana at seyisliği yapacak bir hizmetçi gönderdi de böylece aile yükünden kurtuldum. Adeta babam beni cariyelikten azad etmişti."


Esma anlatıyor: "Bir adam bana geldi ve: 'Ey Abdullah'ın annesi, ben fakir bir kimseyim. Evinizin gölgesinde birşeyler alıp satmak istiyorum' dedi. Dedim ki: 'İyi ama ben razı olsam bile Zübeyr razı olur mu acaba?. İsteğini Zübeyr söyle' dedim. Zübeyr gelince adam: 'Ey Abdullah'ın annesi, ben fakir bir adamım. Evinin gölgesinde birşeyler alıp satmak istiyorum' deyince Esma: 'Sana ne oluyor. Medine'de bu evimden başka hiçbir şeyim yok' dedi. Söze karışan Zübeyr: 'Sana ne oluyor Esma. Alış-veriş yapmak isteyen fakir bir adama engel olmak mı istiyorsun?' dedi. Bundan sonra adam birşeyler kazanana kadar burada ticaret yaptı."[483]


Allah'ın şeriatına titizlikle uyması


Esma anlatıyor: "Rasulullah'a 'Ey Allah'ın Rasulü, malım ne olacak? Zübeyr kendisine sadaka vereyim diye benimle evlenmedi ki?1 dedim. Rasulullah, 'tasadduk et, infakta cimrilik yapma ki AUah'da senden lütfunu almasın' buyurdu."[484]


Ebu Bekir'in kızı Esma der ki: "Rasulullah hayatta iken müşrike olan annem yanıma gelince derhal Rasulullah'a gittim ve: 'Yardım etmem için annem yanıma geldi. Ona yardım edeyim mi?' diye sordum. Rasulullah da 'evet, ona yardım et' buyurdu."[485]


Allah yolunda iyilikte bulunması


Esma anlatıyor: "Bir adam bana gelerek: 'Ey Abdullah'ın annesi, ben fakir bir kimseyim. Evinin gölgesinde birşeyler ahp-satmak istiyorum' dedi... Adam alış-veriş yapmaya başladı. Kazanç da elde etti. Kendisine bir cariye sattım. Henüz parası yanımda iken Zübeyr yanıma geldi ve 'aldığın parayı bana hibe et' dedi. Ben de 'onu sana hibe ettim' dedim."[486]


Esma'nın ilim ve ibadete düşkünlüğü


Esma anlatıyor: "Aişe'nin yanına vardım. O namaz kılıyordu. İnsanlar ne durumda?' diye sordum. Kafasıyla yukanya işaret etti. Baktım ki halk namazda. Aişe 'Subhanallah' dedi. 'Âyet (işaret) midir?1 dedim. Aişe başını sallayarak 'evet' dedi. Bunun üzerine ben de kalktım, halsiz düşünceye kadar namaz kılmaya başladım. (Müslim'in Cabir'den rivayetinde bu hadis şöyle­dir: 'Sıcak bir günde Rasulullah ashabına namaz kıldırıyordu. O kadar uzun süre kıyam etti ki halk teker teker yere düşüyordu. Ben ise başımı ıslatıyor­dum').[487] (Müslim'in, Esma'dan rivayetinde ise: 'Rasulullah kıyamı o kadar uzattı ki oturmayı düşündüm. Bu sırada gözüm zayıf bir kadına ilişti. Kendi kendime: 'bu benden daha zayıf. O ayakta durursa ben de dururum' dedim. Rasulullah rükua vardı. Uzun süre rükuda kaldı. Sonra rükudan kalktı. Yine ayakta uzun süre kaldı. Öyle ki kimsenin aklına rüku yaptığı bile gelmeye­cek ölçüde kıyam uzun sürdü.[488] Rasulullah, Allah'a hamd ve senadan sonra: 'Daha önce görmediklerim, şimdi bana burada gösterildi, cennet, cehennem gösterildi. Bana vahyedildiğine göre siz kabirlerinizde böyle de­neneceksiniz. Yahut, yakında gelecek mesih deccal ile sınanacaksınız. Size sorulacak. Bu adam (Hz. Peygamber) hakkında ne biliyorsun? Eğer kişi mü'min, imanı yakin olan kimse ise üç defa: 'O Muhammed'dir, açık deliller­le, hidayetle geldi. Biz de bunu kabul edip O'na uyduk' diyecektir. Bunun üzerine: 'rahat ol, senin yakin imanlı olduğunu biliyoruz' denecek. Yok eğer bu kimse münafık, imanında şüpheli biri ise: 'Kesin bilmiyorum. İnsanlar o-nun hakkında birşeyler söylüyorlar. Ben de onların dediğini dedim1 der."[489]


Esma'nın ilmî ve fıkhı anlayışı:


Müslim el Kurriyyi der ki: "İbni Abbas'a, hacc-ı temettüyü sordum. O buna cevaz verdi. İbni Zübeyr ise hacc-ı temettüye karşı çıkınca: İşte İbni Zübeyr'in annesi. O hacc-ı temettuun caizliğini Rasulullah'tan naklediyor.


Gidin ona sorun' demiştir. Ravi anlatıyor: İbni Zübeyr'in annesinin yanma vardık. O iri cüsseli ve âmâ idi. Dedi ki: "Rasulullah hacc-ı temettuya izin verdi."[490]


Ebu Bekir'in kızı Esma'nın mevlası Abdullah (Ata'nm oğlunun dayısı-dır) der ki: "Esma beni Abdullah b. Ömer'e gönderdi. Ona şöyle sormamı söyledi.-'Duydum ki sen üç şeyi haram sayıyormuşsun. Bunlar, elbisede işa­ret bulundurmak (elbisede ipekten dokunmuş resim) erguvanı renkli eğer yastığı edinmek ve Recep ayını tamamen oruçlu geçirmek' Abdullah b, Ömer bana dedi ki: 'Sözünü ettiğin Recep ayı, o ayı kim sürekli oruçlu geçi­rebilir? Elbisede bulunan işaret konusunda Ömer b. Hattab'ın şöyle dediğini işittim: 'Rasulullah'ın şöyle dediğini işittim: îpek elbiseyi ancak ahiretten nasibi olmayan kimse giyer.' Elbisede bulunan işaretin ipekten dokunmuş olmasından korktum. Erguvanı renkli eğer yastığına gelince, bu Abdullah'ın eğer yastığı idi. Baktım ki rengi kıpkırmızı idi. Esma'ya vardım ve gördükle­rimi ona anlatınca: 'O Rasulullah'ın cübbesidir. Bana İran kisralarının yakaları ve alt kısımları ipekle dokunmuş elbiseleri getirirdi1 dedi ve peşin­den: 'Bu cübbe vefatına kadar Aişe'nin yanında kaldı. Daha sonra ondan bana geçti. Rasulullah bu cübbeyi giyerdi. Biz de hastaların şifa bulması için bu cübbeyi yıkardık."[491]


Esma'nın cesareti ve hatipliği:


Ebu Nevfel anlatıyor: "Abdullah b. Zübeyr'i Medine'nin bir tepesinde asılı olarak gördüm. İnsanlar yanından geçip gidiyorlardı. Bir ara Abdullah b. Ömer geldi. Yanında durdu ve: 'Selam sana Hubeyb'in babası! Selam sana Hubeyb'in babası. Selam sana Hubeyb'in babası vallahi seni bu duruma düş­mekten engellemiştim. Vallahi seni bu duruma düşmekten engellemiştim. Vallahi keşke bildiğim kadarıyla, seni dostuna ulaştıracak oruca, namaza sa-rılsaydın. Yemin olsun ki, sen, hayırlı bir ümmet içinden çıkmış en şerli bir ümmetsin' dedi ve oradan ayrıldı. Haccac'a Abdullah b. Ömer'in durumu ve söylediği söz ulaştığında İbn Zübeyr'in cesedini asıldığı ağaçtan indirtti. Onu yahudilerin kabristanına koyduktan sonra birini Abdullah b. Zübeyr'in annesi Ebu Bekir'in kızı Esma'ya gönderdi. Fakat Esma, Haccac'ın yanına gitmek istemedi. Haccac bir elçi daha gönderip: "Ya sen gelirsin, ya da seni saçlarından tutup sürükleyerek bana getirecek birini gönderiyorum' dedi.


Ravi diyor ki: 'Esma bu defada Haccac'ın yanına gitmeyerek: 'Vallahi bana saçımdan tutup sürükleyerek götürecek birini göndermedikçe, yanına var­mam' diye yemin etti. Ravi der ki: 'Esma'ya kızan Haccac ayakkabılarını is­tedi. Ayakkabılarını giyip hızlıca Esma'nın yanına vardı. Ona: 'Allah'ın düş­manına yaptığım şeyi nasıl buluyorsun?' diye sordu. Esma'da sen onun dün­yasını O da senin ahiretini mahvetti. Duyduğuma göre sen ona: 'Ey çift ku­şaklının oğlu1 diyormuşsun. İşte çift kuşaklı olan benim. Kuşaklardan biri Rasulullah ve Ebu Bekir'in yolculukta yiyecekleri yemeklerin ağzına bağla­dığım kuşak. Diğeri ise bütün kadınların bellerine taktıkları kuşak. Rasulullah bize Sakif ten bir yalancının bir de çok kan döken (hunhar) birinin çıkacağını söylemişti. Yalancıyı gördük. (Muhtar b. Ebu Ubeyd es Sakafi) Çok kan dökeni ise senden başkası olamaz' deyince, Haccac, Esma'nın yanından ayrıldı bir daha ona [492]uğramadı." [493]




Esma Bînti Umeys



Cennetle müjdelenen Cafer b. Ebi Talib, Ebu Bekir ve Ali b. Ebi Talib gibi üç büyük sahabenin hanımı.


Esma'nın ilk müslümanlardan olması ve habesistan'a hicreti:


Ebu Musa'nın bildirdiğine göre "... O (Esma bint Umeys) Necaşi'ye Habeşistan'a hicret edenler arasındaydı."[494]


Edebi cesareti:


Ebu Burde, Ebu Musa'dan nakletiğine göre o şöyle demiştir: "Biz Ye-men'de iken Rasulullah'ın Medine'ye hicret ettiğini duyduk. Bunun üzerine ben ve iki erkek kardeşim beraber Rasulullah'ın yanına hicrete çıktık. Ben en küçükleri idim. Kardeşlerimden biri Ebu Burde diğeri ise Ebu Rehm'di. Kabilemden toplam elli üç yahut elli iki kişi vardık. Bir gemiye bindik. Necaşi'nin bulunduğu Habeşistan'a gittik. Cafer b. Ebi Talib bizi karşıladı. Hepimiz dönünceye kadar orada Cafer b. Ebi Talib'le kaldık. Hayber fethe­dilince, Rasulullah'la buluştuk. Bir kısım insanlar bizim hakkımızda (yani gemiyle Habeşistan'a gidenler hakında) Rasulullah'a: 'Hicrette biz sizi geç­tik diyorlardı. Esma binti Umeys'in yanına vardım. Esma bizimle beraber Rasulullah'ın hanımı Hafsa'nın yanına gelenler arasındaydı. Esma içeridey-ken Ömer, Hafsa'nın yanma girdi. Esma'yı görünce: "Bu da kim?' diye sordu.


Hafsa: 'Esma binti Umeys'dir' deyince 'Habeşistan'a giden Esma mı?' dedi Hafsa: 'Evet. O Esma' dedi. Bunun üzerine Ömer: 'Biz sizden önce hicret ettik. Rasulullah'a biz sizden daha çok layıkız' deyince, Esma kızarak: 'Hayır vallahi, siz Rasulullah'la birlikte, açlarınızı doyururken, cahillerinize öğüt verirken biz bilinmeyen bir yerde -yahut uzak ıstıraplı Habeşistanın yolunda idik. Biz bunu sadece Allah ve O'nun Rasulü için yaptık. Söylediklerini Rasulullah'a anlatmadıkça Allah'a yemin olsun ki ne yemek yiyeceğim ne de su içeceğim. Biz sürekli eziyet çektik korku içinde bulunduk. Bütün bunları Rasulullah'a anlatacağım. Vallahi ne yalan söyleyeceğim, ne olayı çarpıta­cağım ne de büyüteceğim' dedi. Bir müddet sonra Rasulullah gelince Esma: 'Ey Allah'ın Rasulü! Ömer şöyle şöyle söylüyor' dedi. Rasulullah: 'Sen ona ne dedin?1 diye sordu. Esma: 'Ben de ona böyle böyle dedim' dedi. Bunun ü-zerine Rasulullah: 'O bana sizden daha çok layık olamaz. O ve arkadaşları tek bir hicret yapmışken siz ehli sefine (gemiyle hicret edenler) iki hicret ettiniz' buyurdu. 'Bundan sonra Ebu Musa ve Habeşistan'a gemiyle hicret edenler grup grup yanıma geliyorlar, bana Ömer, Rasulullah ve benim aram­da geçen olaydan soruyorlardı. Rasulullah'ın kendileri hakkında söyledikle­ri, onları dünya hayatında en fazla mutlu eden, onlar için en büyük bir şeydi." Ravi Ebu Burde der ki: 'Esma-anlatıyor: Ebu Musa'nın bu hadisi benden daha çok tekrarladığını gördüm."[495]


Esma'nın doğum yapacağı ayda haccetmesi:


Aişe (ra) anlatıyor: "Esma binti Ümeys, Şecere mevkiinde Muhammed b. Ebi Bekir'i doğurdu. Rasulullah Ebu Bekir'e Esma binti Umeys'in gusle­dip haccını yapmasını emretmesini söyledi.[496]


Esma'nın kocasına ve çocuklarına güzel muamelesi


Cabir b. Abdullah der ki: "... Rasulullah, Esma binti Umeys'e: 'Kardeşinin oğullarım zayıflamış görüyorum. Yoksa onlar açlığa mı düştü­ler?' deyince Esma: 'Hayır, fakat onlara hemen göz değiyor' dedi. Rasulullah: 'Öyleyse onlara rukiye yap' buyurdu. Esma der ki: 'Rasulullah'a rukiye yaptığımı arzedince, bana: 'Onlara rukiyye yap' buyurdu."[497]


Esma'nın çocuklarına karşı hassasiyeti işte böyleydi. Kocasına olan hassasiyetini de Taberani'nin Kays b. Ebi Hazım'dan naklettiği şu olay gösterir. Kays b. Ebi Hazım der ki "Ebu Bekir'i hastalığı sırasında ziyaretine git­tiğimizde orada her iki elinde dövme bulunan beyaz bir kadın gördüm. Ebu Bekir'in yüzünden sinekleri kovuyordu. O Esma binti Umeys'ti.[498]


Rasulullah'ın Esma hakkında şahitlikte bulunması


Abdullah b. Amr b. As der ki: "Haşim oğullarından bir grup insan, Esma binti Umeys'in yanına vardılar. O günlerde Esma, Ebu Bekir ile nikâhlıydı. Ebu Bekir eve girdiğinde onları gördü. Eve girmelerinden hoşlanmadı. Doğruca Rasulullah'a gitti, gördüklerini Ona anlatarak: 'Hayırdan başka bir şey görmedim' deyince, Rasulullah: 'Allah Esma'yı kötülükten uzaklaştır-mıştır' buyurdu sonra kalktı, minbere çıktı ve: 'Bugünden sonra kimse yanın­da bir yahut iki adam olmadıkça kocası olmayan eve girmeyecektir' buyurdu."[499]


Rasulullah'ın Esma hakkında yaptığı bir başka şehadet ise şudur: Rasulullah buyuruyor ki: [500]"Dört kız kardeş (anneleri bir) Meymune, Ummu'1-Fadl, Sülemi ve Esma binti Umeys, mü'min hanımlardır." [501]




Ümmü Atıyye El-Ensari



Rasulullah'a bey'ate katılması


Ümmü Atiyye der ki: "Rasulullah'a bey'at ettiğimizde o bize: 'Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza' âyetini okudu. Bizi bağırarak ağlamak­tan nehyetti. Bu esnada bir kadın Ümmü Atıyye'nin ellerini tutarak: 'Falan kadın onun yerine ağlayayım?' diye benden yardım istedi1 dedi. Rasulullah bu kadına hiçbir şey demedi. Kadın önce gitti, sonra geri döndü de bey'atını yaptı.[502]


Hafız b. Hacer der ki: "Bağırıp çağırarak ağlamak önce mubahtı. Sonra tenzihen mekruh oldu. En sonunda da haram oldu. Allah en iyisini bilir."[503]


Rasulullah'ın evini gözetmesi


Ümmü Atıyye der ki: "Rasulullah Aişe'nin yanına vardı ve: 'yanında birşey var mı?' diye sordu. Aişe: 'Atıyye'ye göndermiş olduğun sadakadan o-nun gönderdiği bir miktar koyun etinden başka birşey yok' deyince, Rasulullah: 'Burda anlatılan olayın özü şudur: Rasulullah'ın sadaka olması helal değildi. Ancak hediye alabilirdi. Rasulullah kendisine sadaka olarak gönderilen koyunu dağıtmış, ondan Ümmü Atıyye'ye de bir hisse gönder­mişti. Ümmü Atiyye de aynı koyundan Rasulullah'a hediye olarak birazını göndermiştir. Bu durumda sadaka mahaline ulaşmış oluyor. Atıyye'nin gön­derdiği de hediye kapsamına giriyor."[504]


Ümmü Atiyye anlatıyor: "Biz, Rasulullah'ın kızını (Zeyneb'in cenaze­sini) yıkarken, Rasulullah içeri girdi ve: 'Onu suyla, güzel kokulu sidr ile üç defa, beş defa veya daha fazla yıkayın. Son yıkamada kafur adlı kokuyu sürün. Yıkadıktan sonra da bana haber verin' buyurdu. İşimiz bittiğinde ona haber verdik. Rasulullah (s.a.v.) hile ve denen izan bize verdi ve: 'buna onu iyece giydirin1 buyurdu. Bir rivayette ise '(Onu yıkarken sağ tarafından ve abdest azalarından başlayın') buyurmuş tur."[505]


Cihada katılması


Hafsa binti Şîrîn anlatıyor: "Bir kadın geldi, Halfoğullarının evine gir­di. Ben de yanına varınca bana kız kardeşinin (Ümmü Atiyye'nin) kocasının Rasulullah'la beraber oniki savaşa katıldığını; kız kardeşi Ümmü Atiyye'nin ise yine Rasulullah'la beraber altı savaşa katıldığını söyledi ve 'savaşlarda biz hastaları tedavi eder, yaralıların yaralarını sarardık' dedi. Ümmü Atiyye gelince, savaşlarda ne yaptıklarını ona sordum."[506]


Sîrîn'in kızı Hafsa, Ensarlı Ümmü Atiyye'nin şöyle dediğini nakleder: "Rasulullah'la birlikte yedi savaşa katıldım. Ordunun arkasında kalır; onların yemeklerini yapar; yaralıların yaralarını sarar, hastalarını da tedavi ederdim."[507]


Görülüyor ki Ümmü Atiyye, Rasulullah'la birlikte yedi savaşa katıl­mıştır. Bu savaşların altısında kocası da vardı.[508]


Sünneti kavrama yeteneği


Hafsa der ki: "Biz yetişmiş hizmetçilerimizin bayram namazlarına gitmelerine müsade etmezdik. Ümmü Atiyye gelince ona: 'Bu konuda Rasulullah'tan birşey duydun mu?' dedim. O da: 'Babam ona feda olsun; evet. Onun söylediğini işittim.1 Yetişmiş hizmetçiler, perde arkasındaki ye­tişmiş kızlar yahut perde arkasındaki yetişmiş hizmetçilerle hayız olan ka­dınlar evlerinden çıkarlar, iyi faaliyetlere ve mü'minlerin davetlerine katılır­lar. Ancak hayız olan kadınlar musalladan uzak dururlar1 buyurdu. (O dö­nemde gelinlik çağına gelmiş kızlar, evlerine yabancı biri gelince evlerinde önüne perde çekilmiş yerlerde dururlardı.) Dedim ki: "Hayızlı kadınlar da mı dışarı çıkıp davetlere katılır?1 Ümmü Atiyye: 'Onlar Arefede vakfe ve benze­ri faaliyetlere katılmıyorlar mı?1 cevabını verdi."[509]


Ümmü Atiyye der ki: "Cenaze namazlarına katılmaktan nehyedildik, ama katılmamamız konusunda bize fazla ısrar edilmedi."[510]


Çok hüzünlü olmasına rağmen Allah'ın şeriatına bağlanması:


İbni Şîrîn anlatıyor: "Ümmü Atiyye, Rasulullah'a biat eden Ensarlı kadınlardandı. Bir gün Basra'ya gitti. İlk iş olarak Basra'da bulunan oğlunu aradıysa da onu bulamadı." Diğer bir rivayette[511] ise: "Ümmü Atiyye'nin oğ­lu ölmüştü. Üçüncü gün olunca safralı koku aldı ve onu üzerine süründü. Ümmü Atiyye dedi ki: Koca dışında biri için üç günden fazla yas (iddet) tutmaktan nehyedildik."[512]


Hafız b. Hacer der ki: "Ümmü Atiyye'nin bu çocuğunun ismini bilmi­yorum. Asker olması muhtemeldir. Basra'ya gelmiştir. Medine'de bulunan Ümmü Atiyye'nin yanına gitmek istediyse de hastalığından ötürü Medine'ye gidememiştir. Bunu haber alan annesi Basra'ya geldiyse de oğlunu göreme­den oğlu ölmüştür.[513]


Rasulullah'a en güzel şekilde karşılık vermesi


Hafsa binti Şîrîn anlatıyor: "O (Ümmü Atiyye, Rasulullah'ın ismini andıkça babam sana feda olsun derdi. [514]




Fatıma Binti Kays



İbni Hacer der ki: "Fatıma binti Kays ilk hicret eden kadınlardandı. Onun sağlam bir aklı ve güzelliği vardı.[515]


Evlenirken Rasulullah'a danışması


Fatıma binti Kays anlatıyor: "Kocadan ayrılınca, Rasulullah'ın asha Evlenirken Rasulullah'a danışması


Fatıma binti Kays anlatıyor: "Kocadan ayrılınca, Rasulullah'ın asha­bından Abdurrahman b. Avf bana talib oldu. Rasulullah ise bana mevlası Usame b. Zeyd için dünürcü oldu. Daha önce Rasulullah'm: 'kim beni sevi­yorsa Usame'yi de sevsin' dediğini duymuştum. Rasulullah bana teklifini açınca: 'işi sana mrakıyorum, beni dilediğine nikâhla' dedim." Bir rivayette de[516] "Rasulullah bana: 'iddetin bitince bana bildir1 dedi. Ben de iddetim bittikten sonra durumu ona bildirdim. Bu arada bana Muaviye, Ebu Cehm ve Usame b. Zeyd tâlib oldular. Rasulullah şöyle buyurdu: 'Muaviye fakir bir a-damdır, malı yoktur. Ebu Cehm ise kadınları çok döven birisidir. Rasulullah: 'Fakat Usame b. Zeyd'in dediğinde Fatma b. Kays, el hareketiyle bununla evlenmekten hoşlanmadığını ifade etti. (Bunun nedeni Fatma b. Kays'ın Kureyşli ve soylu olması Usame'nin ise azatlı bir köle olmasıydı.) Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): 'Allah'a itaat, Rasulüne itaat senin için çok hayırlıdır' dedi. Fatıma der ki: "Rasulullah böyle deyince Usame ile evlendim ve ondan hoşlandım." Bir rivayette:[517] "Usame ile evlenince Allah beni Zeyd'in oğluyla şereflendirdi, Allah, Usame ile evlenmekle hana lütfetti' demiştir. Diğer bir rivayette ise[518] "Usame ile evlendim. AUdh evliliğimizi hayırlı kıldı. Ona gıpta ettim" demiştir.


Fatıma'nın Kur'an ve Sünnet bilgisi ve erkeklerin hatalarını düzeltmesi


Ubeydullah b. Utbe'nin bildirdiğine göre: "Ebu Amr b. Hafs b. El Muği-re, Ali b. Ebi Talib'le Yemen'e gitti. Hanımı Fatıma binti Kays'a boşanma belgesini gönderdi. Ayrıca Haris b. Hişam'la Ayyaş b. Ebi Rebia'ya Fatı­ma'nın nafakasını vermelerini emretti. Fakat Haris'le Ayyaş Fatımâ'ya: 'Vallahi sana nafaka veremeyiz. Hamile olsaydın verirdik' dediler. Fatıma, derhal Rasulullah'a gelerek durumu anlatınca, Rasulullah: "sana nafaka düş­mez' buyurdu. Nafaka alamayan Fatıma kocasının evinden ayrılmak için i-zin istedi. Ona müsaade edildi. Fakat Fatıma: 'Ey Allah'ın Rasulü, şimdi ne-reye.gideceğim?' diye sordu. Rasulullah: 'İbni Ümmü Mektum'un yanına' buyurdu. İbni Ümmü Mektum, a'ma biriydi. Fatıma elbisesini yanma kor, fakat İbni Ümmü Mektum onu görmezdi. İbni Ümmü Mektum'un evinde id-detini tamamlayan Fatıma'yi Rasulullah, Üsame b. Zeyd'e verdi. Bunu haber alan Mervan, Kabise b. Züeyb'i olay hakkında malumat almak için Fatıbaşka kimseden duymadık. Öyle ki insanların bağlandıkları amel ettikleri şey bunun hilafınadır1 demiştir. (Yani üç talakla boşanan kadının kocasının evinden ayrılmaması). Mervan'ın sözünü duyan Fatıma: 'Sizinle benim a-ramda Kur'an vardır. Yüce Allah 'Açık bir fuhuşla gelmeleri dışında onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de evlerinden çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın kanunlarıdır. Kim Allah'ın kanunlarını aşarsa kendine yazık etmiş olur. Bilmezsin belki Allah bundan sonra bir iş ortaya çıkarır' buyurmaktadır. Fatıma binti Kays der ki: 'Bu âyet kocasına dönme durumunda olanlar için söz konusudur. Üç talakla boşandıktan sonra hangi iş ortaya çıkar ki? Üç ta­lakla boşanmış ve hamile olmayan kadına nafaka düşmez' diyorsunuz. O halde niçin eve hapsediyorsunuz. Bu büsbütün sizin zannımzdır."[519]


Hafız îbn Hacer der ki: "Allah bundan sonra ortaya yeni bir iş çıkarır" âyetinin manası ric'i talaktır, demekle Fatıma ne kadar doğru söylemiş. Katade, Hasen, Süddi, Dahhak... vb. de bu görüştedirler. Buna benzer bir görüşde Fatıma'dan, Ahmed'den, İshak'tan, Ebu Sevr'den, Davud ve tabilerinden nakledilmiştir.[520]


Fatıma binti Kays'ın misafirlerine ikramı


Şa'bi anlatıyor: "Fatıma binti Kays'ın evine gittik, bize hoş kokulu kuru hurma ikram etti. Aynca bize kavut hoşafı içirdi. Ona üç talakla boşanmış kadının nerede iddet bekleyeceğini sordum. Dedi ki: "Kocam beni üç talakla boşayınca Rasulullah kendi ailem içinde iddet beklememe müsaade etti."[521]


Fatıma binti Kays'ın müslümanlarla ilgili islere alaka duyması


Amir b. Şerahil eş-Şa'bi anlatıyor: "Kendisi, Dahhak b. Kays'ın kız kar­deşi Fatıma binti Kays'a -ki o ilk hicret eden kadınlardı- 'bana Rasulullah'tan duyduğun bir hadis söyle. Başkasının sözü olmasın' diye sordu. Fatıma binti Kays da İstiyorsan söyleyeyim' dedi. O da 'Haydi bana hadis anlat' dedi. Fatıma anlatmaya başladı. 'İddetini bitirince Rasulullah'ın münadilerinde birinin namaz toplayıcıdır diye nida ettiğini duydum. (O dönemde ezan ara­sında essalatu camiatün denirdi) Derhal mescide koştum. Rasulullah'la birlikte namaz kıldım. Erkeklerin arkasında kadın saflarının ilkindeydim. Rasulullah namazı bitirince minbere çıktı. Rasulullah gülüyordu. Herkes namaz kıldığı yerde kalsın' dedikten sonra 'sizi niçin topladığımı biliyor musunuz?1 diye sordu. Orada bulunanlar 'Allah ve Rasulü daha iyi bilir' dediler. Rasulullah: 'Ben sizi ne sevindirmek ne de korkutmak için topladım. Sizi buraya toplamamın nedeni eskiden hristiyan olan Temim ed-Dari'dir. O bana geldi biat etti. Müslüman oldu. O bana bir olay anlattı. Onun anlattığı şey, benim size Mesih ve Deccalle ilgili anlattığım şeylere tamamen uygun­dur'buyurdu."[522]



KADININ ŞAHSİYETİ İLE İLGİLİ

SAHİH HADİSLERİN YANLIŞ UYGULANMASI



İlk hadis:


ABDULLAH B. ABBAS anlatıyor: "Güneş tutulmuştu... Rasulullah, kıyamı uzatarak namaz kıldı... Sonra bize yöneldi. Bu ara güneş tekrar çıkmıştı. Rasulullah: 'Ay ve güneş, Allah'ın âyetlerindendirler, birinin Ölmesiyle veya doğmasıyla tutulmazlar. Güneşin tutulduğunu gördüğünüz zaman Allah'ı anın' buyurdu. Bunun üzerine oradakiler: 'Ey Allah'ın Rasulü, sizi kıyamınızda bir şeye uzandığınızı daha sonrada geri çekildiğinizi gördük' dediler. Rasulullah: 'Cenneti gördüm, oradaki üzüm salkımına uzandım. Şayet onu almış olsaydım dünya durdukça ondan yerdiniz. Cehennemi de gördüm. Hiç o kadar korkunç manzara görmedim. Cehennem halkının çoğunu kadınların oluşturduğunu gördüm' buyurdu. Orada bulunanlar: 'Niçin Ey Allah'ın Rasulü?' diye sordular. Rasulullah: 'İnkârları yüzünden' karşılığını verdi. Denildi ki: 'Allah'ı mı inkâr ediyorlar?' Rasulullah: 'kocasına nankörlük ediyorlar, kendilerine yapılan iyiliklere nankörlük ediyorlar. Eğer onlardan birine ömür boyu iyilikte bulunsan bile senden hoşlanmadığı bir şey gördü mü 'zaten senden ne hayır gördüm ki' derler."[523]


Bu hadiste bizim için önemli olan iki nokta:


Birincisi: Hadis neye delalet etmektedir? Cehennem halkının çoğunun kadınlardan olması erkeklere oranla kadınların yaratılışında şerrin fazla ol­ması nedeniyle midir? Eğer durum böyle olursa kötülüğe olan bu fazla eği­limlerinden sorumlu olmamaları gerekir. Fakat bu hadis-i şerif, onların sorumlu olduklarını, kocasına ve onun iyiliklerine karşı yaptığı nankörlükten dolayı cezalandırılacağını beyan etmektedir. Hafız İbn Hacer de şöyle diyerek bunu doğrulamaktadır: "Cabir'den gelen bir hadis-i şerif, kadınların cehennemde görülmesi, onların daha önce zikredilen bir takım kötü sıfatları kendilerinde bulundurmaları sebebiyle olduğunu işaret etmektedir." Hadisin metni şöyledir: "Cehennemde en çok gördüğüm, kendilerine verilen sırrı ifşa eden, birşey istenildiğinde cimrilik eden, bir şeyi istediğinde de ısrarla isteyen kendilerine birşey verilince ona teşekkür etmeyen kadınlar­dır."[524] Bu hadis Rasulullah'ın şu sözünü hatırlatıyor: "Cennetin durumları bana bildirildi de cennet ehlinin çoğunun fakirlerden olduğunu gördüm."[525] Öyleyse niçin zenginler daha az? Onlar, kazançlarını haram olan şeylerden sağlıyorlar, yahut haram olan yerlere harcıyorlar, yahutta cimrilik edip hay­ra vesile olan şeylere harcamıyorlar.


İkincisi: Kadın olsun erkek olsun biz müslümanlar bu hadisten nasıl bir faydalı sonuç çıkarabiliriz? Bize göre en büyük kazanç, cehennemden ko­runmaya yönelik işler yapmaktır. Cehennem ve onun korkunçluğunun zik­redilmesi sadece ondan sakınmamız içindir.


Kadınlar, kendilerini ateşten nasıl korurlar? Kocalarına nankörlükten kaçınarak... Öyleyse kocalarına nankörlük etmekten kendilerini nasıl korur­lar? Kalblerinde Allah'a karşı ittikayı artıracak ve ona itaate yöneltecek ter­biyeye yönelmekle olur. Ayrıca şeytan, kendilerine vesvese verdiği zaman, Rasulullah'ın sözünü hatırlamakla sakınırlar. Şeytan onlara galip gelip bir günah işlediklerinde istiğfar etmeleri ve sadaka vermeleri gerekir. Nitekim Rasulullah onlara böyle öğretmişti. Ebu Said el-Hudri anlatıyor: "Rasulullah, Kurban ya da Ramazan günü namazgaha çıktı. Kadınların ya­nına uğradı ve onlara: 'Ey kadınlar topluluğu sadaka verin!' buyurdu.


(Müslim'in rivayetinde de "çokça istiğfar edin; çünkü ben cehennem halkının çoğunun sizlerden olduğunu gördüm" buyurdu. Kadınlar: "Niçin ey Allah'ın Rasulü?" diye sordular. Rasulullah: "Çokça lanet edip nankörlük etmeniz sebebiyledir" buyurdu.[526]


Hafız b. Hacer diyor ki: "Bu hadiste kötü bir sıfatı gidermek için sert bir uyarı vardır... Yine sadakanın azabı defedeceği, mahlukat arasındaki günahlara keffâret olacağı hükmü vardır."[527]


Erkekler, cehennemden nasıl korunurlar? Onlar, haram olan şeylerden sakınarak ve görevlerini yerine getirerek ondan korunurlar. Annelerine, kız kardeşlerine, hanımlarına ve kızlarına bakmak, onları gözetmek erkeklerin vazifelerindendir. Yine onları teşvik eden, onlara güzel Öğütler sunan, cemaatle yapılan ibadetlere katılmalarını sağlayan fırsatları çoğaltmak yu­karıda zikredilen görevler cümlesindendir. Cuma, bayram ve teravih namaz­ları cemaatla yapılan ibadetlerdendir. Böylece, kalpleri imanla ve takva ile dolar. Kadınların, sadaka vermek, iyiliği emretmek ve hayra çağırmak gibi güzel ameller yapmalarını sağlayan imkânları çoğaltmak erkeğin vazifeleri arasındadır. Bütün bunlar Allah'ın erkekler üzerine farz kıldığı güzel ilkeler­dendir. Allah Teala buyuruyor ki: "Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler" ve yine buyuruyor ki: "Ey iman edenler! kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden koruyunuz." Rasulullah'ın emrettiği şekilde ai­lesini gözetmek erkeğin vazifesidir. Rasulullah buyuruyor ki: "Kişi, ailesini koruyup gözeten bir çobandır. Gözetimi altında bulundurduğu kişilerden de sorumludur. "[528]


ikinci hadis


Ebu Said el-Hudri şöyle anlatıyor: "Rasulullah, Kurban ya da Ramazan bayramında namazgaha çıktı ve kadınların yanma uğradı. Onlara: 'Ey kadın­lar topluluğu, Basiretli, akıl sahibi erkeklere kıyasla, akıl ve din açısından sizden daha noksan olan hiç kimseyi görmedim' dedi. Kadınlar: "Ey Allah'ın Rasulü, dinimizde ve aklımızda eksik olan şey nedir?' diye sordular. Rasulullah: 'Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yansı kadar değil mi?1 diye sordu. Onlar 'Evet yarısıdır' dediler. Rasulullah: 'İşte kadın aklının ek­sik kaldığı nokta. Kadın hayızh olunca namaz kılmaz, oruç da tutmaz değil mi?' deyince kadınlar: 'Evet, namaz kılmaz, oruç da tutmaz" dediler. Bunun üzerine Rasulullah: İşte dinlerinin eksik olan tarafı' buyurdu."[529]


Bu hadisi üç yönden ele alacağız:


1. Rasulullah'ın "basiretli, akıl sahibi bir erkeğe kıyasla akıl ve din açı­sından sizden daha eksik olanı görmedim" sözünün umuma delalet etmesi açısından...


Hadisin söyleniş münasebetinin, hitabın kadınlara yöneliş tarzının veya hitabın içine döküldüğü cümle kalıbının üzerinde çalışmaya ve uzunca düşünmeye ihtiyaç vardır. Ancak bu çabalardan sonra hadisin kadının şahsi­yetinin temel ilkelerine yaklaşımını ortaya çıkarabilir. Zaten hadisin söyle­niş münasebeti işlendiğinde, bayram gününde kadınlara yapılan va'z çerçe­vesinde gerçekleştiği görülür. Bu durumda yüce bir ahlâka sahip Peygam­ber'den bu güzel günde kadının toplumdaki derecesini küçültmesini veya şerefini alçaltmasım yahutta onlann şahsiyetlerini düşürmesini bekleyebilir miyiz? Onları muhatap almasına gelince; onlar Medine kadınlarından bir topluluktu. Ensar'dan olan kocalarına çıkışıyorlardı. Nitekim Hz. Ömer on­lar hakkında şöyle diyor: "Ensarın yanma, Medine'ye geldiğimizde kadınla­rı kocalarına galip gelen bir kavim olduklarını gördük. Bu sefer bizim kadın­larımız da Ensar'ın kadınlarının huylarını benimsemeye başladılar. "[530]Bu durum, Rasulullah'ın niçin: "Basiretli, akıl sahibi bir erkeğe nisbetle aklı siz­den daha zayıf olanını görmedim" buyurduğunu açıklıyor. Hadiste kullanı­lan lafızlara gelince, bu sıygalar umumi bir kaideyi ya da umumi bir hükmü göstermez. Bundan ziyade Rasulullah'ın kadınların kendilerindeki zaafıyete rağmen basiretli erkeklere açıkça galip gelmelerine hayret ettiğini yani Allah'ın hikmetine hayret ettiğini gösterir. Kısacası zafiyetten gücün, güçten zafiyetin nasıl çıktığına duyulan bir hayret söz konusudur. Bu sebeple cümle kadınlara yönelik genel bir espri olarak anlaşılabilir mi? Ya da sohbetin bölümlerinden birine hazırlık niteliği taşıyan tatlı bir motive olabilir mi? Evet, sanki Allah Rasulü şöyle demektedir: "Ey Kadınlar! Sizdeki zayıflığa karşın. Allah size akıllı bir erkeğin aklını yönlendirme imkânı vermiştir. Allah'tan sakının! Bu gücünüzü ancak hayırda ve iyi olan şeylerde kullanın."


Nitekim "aklı ve dini eksik" ifadesi, bir kez kullanılmıştır. O da kadınla­ra has bir sohbette dikkatleri toplamak ve öğüt almaya hazırlamak için kullanılmıştır. Kesin bir hüküm ifade eder tarzda ne kadınların huzurunda ne de erkeklerin önünde bir daha ifade edilmemiştir.


2. "Aklı noksan olanlar" sözünün hususa işaret etmesi. Burada aklî noksanlık açısından çeşitli ihtimaller vardır. Mesela:


a) Ortalama zeka seviyesine oranla noksanlık.


b) Matematiksel akıl yürütmeye kimi özel akli yeteneklerdeki noksan­lık gibi...


c) Kısa süreli, geçici noksanlık: Bu geçici şartlar sebebiyle fıtrata geçici olarak egemen olan bir durumdur. Hayız, nifas ve hamileliğin kimi dönem­lerinde olduğu gibi.


d) Uzun süreli noksanlık: Bu özel yaşam şartların fıtrata dayattığı bir durumdur. Hamilelik, doğum, emzirme ve çocuk bakmak gibi durumlardır. Bu durum kadının, evin duvarları arasında sıkışıp kalmasına, evinden he­men hemen hiç çıkmamasına dış çevreyle ilişkilerinin tamamen kesilmesine ve onu, hayat olaylarını kavrama noksanlığına, malî ve diğer konularda anla­yış zayıflığına götürmüştür.


Rasulullah'ın kadınların aklî noksanlıklarına verdiği misal, ister fıtrî ister arazî olsun, özel eksikliğin tercihine yardımcı olmaktadır. Bu noksan­lıklar hangi türden olursa olsun kadının akî gücünü gidermez ve temel sorumluluklarını yüklenmesine engel olmaz. Çocukları iyi yetiştirip terbiye etmek, kadına verilmiş mesuliyetlerden biridir. Allah Teala bu görevi her bakımdan normal bir insandan başkasına vermez. Şayet öyle olsaydı biz erkekler oğullarımızı ve kızlarımızı aklı ve dini eksik, aciz bir insanın hima­yesine vererek nasıl emin olabiliriz?


Aşağıda gelecek konularda kadın, erkeklerle ortak olup aynı sorumlu­luğu taşımaktadır:


a)  İnsanî sorumluluklar: insan yaptığı tüm işlerden sorumlu olup, ahirette ondan hesaba çekilecektir. Bu husus da Kur'an-ı Kerim'de açıklan­mıştır.


b) İşlediği suçlardan mesul tutulması, kötü gidişatından dolayı dünyada cezai müeyyidelerin uygulanması: Bu husus da Kur'an'da zikredilmiştir.


c) Medenî sorumluluklar, malları üzerinde tasarruf hakkı, sözleşme hakkı, velayet hakkı -sınırlı olmakla beraber- bu cümledendir. Bu hususu müctehidler, Kur'an ve Sünnetten delilleriyle beraber genel olarak açıkla­mışlardır.


d) Malları üzerindeki söz hakkından dolayı sorumlu tutulması: Bunu İmam Ebu Hanife açıklamıştır.


e) Kur'an'ı açıklayıcı hadisleri rivayet etme sorumluluğu ki, müslüman alimler bu hususta icma etmişlerdir.


Tercih edilen noksanlık alanı cinse has olanlardır. Bu sebeple son üç ihtimal kadının yapısında söz konusudur ve aralarında hiç bir çelişki yoktur. Yalnızca etki farklılığı olduğu söylenebilir. Ayrıca kimi özel aklî yetenekler alanında özellikle ekonomik sorunlar ve matematikte fıtri bir noksanlığın bulunduğu nass ile sabittir:


"Biri unuttuğunda öteki ona hatırlatsın için..." (Bakara, 282).


Bu doğumla gelen fıtrî bir noksanlık veya kimi organların kadın ile er­keği ayrıştırdığı gibi kadını erkekten ayıran bir durum değilse bile buluğ sonrası dönemde evlilik ve annelik için kadının vücut yapısında cinsiyet or­ganına bağlı olarak meydana gelen gelişmeler sebebiyle fıtri veya fıtriye ya­kın bir nitelik kazanır. Yani cinsiyet organlarının tam,anlamı ile fonksiyo nelleşmesi ile hamilelik, doğum yapma ve emzirmenin mümkün olabilmesi gibi... Bu, işin bir yönüdür. Sosyal hayatta kadının değerinin artması da işin diğer yönüdür. Bir yönden biyolojik hayatla sosyal hayat arasındaki etkileş­me diğer yönden de biyolojik gelişme ile aklî gelişme arasındaki etkileşme bizi bu görüşte olmaya sevketmiştir. Bu etkileşimin en belirgin bir nitelik kazandığı durumlardan biri de kadının şahitliğidir. Şefkat duygusunun ağır basması, hayız, gibi zor dönemler geçirmesi, evin bakımına ilave olarak ha­milelik, emzirme ve çocuk bakmanın bulunması bu husustaki hükmün ge­rekçesidir. Sonra bu hadis kadının kendisiyle vasıflandığı bir noksanlığa işa­ret ediyor fakat bu merhaleyi sınırlamıyor. Sanki bu merhalenin sınırı insanı, gayrete, sağlam ilmî araştırmayı terketmektir. Ancak burada şu üç duruma dikkat etmek gerekir:


Birincisi: Kimi yeteneklerle ilgi bulunan cinse ait noksanlık, başka ye­tenek veya yeteneklerle dengelenmiştir, ikincisi: Eksiklik "genel olarak" kadınları ilgilendirir. Bu durum kimi kadınlara Allah'ın büyük yetenekler vermesine ve genel olarak kadınların eksik olduğu bazı durumlarda harika­lar ortaya koymasına engel olmaz. Ve o kadınlar pek çok erkekten üstün ola­bilirler. İbn Teymiyye der ki: "Cinsiyetin üstünlüğü şahsiyet üstünlüğünü gerektirmez. Nice Habeşî vardır ki Allah katında Kureyş'in ileri gelenlerin­den üstündür." Başka bir yerde de diyor ki: "Bu esas şehirli kişilerin bedevi­lerden üstün olmasını gerektirir, her ne kadar bedevilerin bazı ileri gelenleri şehirli kişilerin çoğundan üstün olsa bile."[531] Üçüncüsü: Cins için fıtri özel ya da arızi noksanlık, Allah'ın kadınlara verdiği organların bazı vazifelerinin sonucudur. Her erkek ve kadının dünyadaki rollerinin gerçekleşmesini tayin eden güzel bir iştir. Yoksa toplumdan kopuk, evin duvarları arkasına hapse­dilen bir hayat, kadın için, aile için ve bütün toplum için tehlikelidir. Kadının aklını tamamen yok edecek derecede tehlikelidir. Bu durumda kendisi üzerinde hiçbir hakka sahip olmayan, etrafında dolandığı şeyin ne olduğunu anlamayan sürüler gibi olur. Tabii ki bu yüzden çocuklarını gereği gibi yetiş­tiremez, toplumun siyasi ve sosyal kalkınmasındaki rolü de yok olur.


Kadının şahitlikteki eksikliğini gösteren hadis üzerine düşünürken müctehidlerin kadının şahitliği konusundaki sözlerini aktarmamız yerinde olur. Bu konu Fethu'l- Bari'de şöyle geçer: "İbn el-Münzir: Şu âyette açıkça geçen ifade üzerinde icma etmişlerdir: Erkeklerinizden iki şahid tutun, eğer iki erkek bulamazsanız şahitliklerinden razı olacağınız bir erkek ve iki kadın olabilir." Kadınların erkeklerle beraber şahitlik yapmalarına izin vermişler­dir. Cumhur, bu şahitliği borçlara ve mali işlere mahsus kabul etmişler, hadlerde ve kısasta kadınların şahitlikleri caiz değildir demişler. Nikâh, talak, soy ve akrabalık gibi konularda ise ihtilaf etmişlerdir. Cumhur bu ko­nuda şahitliklerini kabul etmezken Hanefiler kabul etmişlerdir... Erkeklerin bilmediği kadınlara mahsusu olan hayz, doğum ve doğum sırasında çocuğun bağırması ve kadınlara ait şahitliklerinin kabul edilmesinde ittifak etmişler, yalnız süt kardeşliği konusunda ihtilaf etmişlerdir."[532]


İbn Rüşd'ün Bidayetü'l-Müctehid adlı eserinde şöyle bahsedilmekte: "Cumhurun kabul ettiği görüş kadınların hadler hususundaki şahitliklerinin kabul edilmeyeceğidir... Zahirîler de şöyle diyorlar: Ayetin zahirine göre bir erkekle birlikte birden fazla kadın olursa hangi konuda olursa olsun şahitlik­leri kabul edilir. "Ebu Hanife de şöyle diyor: Mali konularda, hadlerin dışında talak, ric'at, nikâh ve köle azadı gibi bedeni hükümlerde kadının şahitliği kabul edilir. Kadınların tek kaldığı yani erkeklerin bilmediği veya çoğu kez erkeklerin bilemediği, doğum, doğum sırasında çocuğun bağırma­sı ve kadınlara ait kusurlar gibi bedeni konularda kadınların şahitliği cumhura göre geçerlidir. Süt kardeşliği hariç diğer hiçbir konuda ihtitaf yoktur."[533]


İbn Hazm "Muhalla" adlı eserinde şöyle der: "Zina hususunda şahitler dört adaletli müslüman erkekten az yahut her bir erkeğin yerine müslüman adaletli iki kadından az olursa şahitlikleri kabul olmaz. Bu şöyle olur, üç erkek iki kadın veya iki erkek dört kadın veya bir erkek altı kadın yahutta sadece sekiz kadın. Hadler, kan diyetleri, kısas gerektiren haller, nikâh, talak, ric'at ve mali konularda ancak iki müslüman adil erkek yahut bir erkek ve müslüman adil iki kadın yahutta müslüman adil dört kadının şahitliği muteberdir. Bütün bu had çeşitlerinde adil bir erkek ve adil iki kadının ye­minle yaptıkları şahitlikleri makbuldür. Yalnızca süt kardeşliği konusunda da bir adil kadın veya adil bir erkeğin şahitliği geçirlidir."[534] Müslim'den rivayet ettiğimiz hadiste Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu görüyoruz: "Abdullah b. Ömer anlatıyor. Rasulullah bir hadisinde: "iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine denktir." Buhari'de ise: "Ebu Said el-Hudri Rasulul-Iah'ın bir hadisinde şöyle buyurduğunu naklediyor. 'Kadının şahitliği erke­ğin şahitliğinin yansı kadar değil mi?' diye sordu. Biz de 'Evet, yarısı kadar­dır, ey Allah'ın Rasulü' dedik. Rasulullah: İki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine eşittir' buyurarak konuşmasını bitirdi. Bundan dolayı bir erkeğin yerine şayet kadın şahitlik edecekse, iki kadın olması zorunludur. Kadının sayısı bu ölçüye göre artar."[535]


Bu hususta İbn Kayyım'ın et-Turuku'1-Hikemiyye adlı eserinde şöyle bahsedilir: "Üstadımız İbn Teymiye -Allah ona rahmet etsin- Allah Tea-la'nın 'Eğer iki erkek bulunmazsa şahitliklerinden razı olacağınız bir erkek -biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak- iki kadın olabilir1 âyeti hakkında şöyle der: 'Bu âyet, iki kadının bir erkeğin yerine şahit olabileceğine delildir. Bu da, biri yanıldığında diğeri onu uyarsın diye getirilmiştir. Genellikle yanılmanın olabileceği konularda hatırlatma yapılır ki; o da unutma ve akılda natamamadır. Bu manaya işaret ederek, Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki: 'Kadınların akıllarının eksikliğine gelince iki kadının şahitliğinin bir er­keğin şahitliğine denk olmasıdır.' Böylece kadınların şahitliklerinin bölün­mesinin akli zaafıyetten dolayı olduğunu, dini zayıflıktan olmadığını açıkla­maktadır. Bundan da kadınların adaletinin erkeklerin adaletine denk olduğu anlaşılır. Normalde hataya düşmekten korkulmayan konulardaki şahitlikle­rinde şehadetleri erkeğin yarısı hükmünde değildir. Tek olarak şahitlikleri­nin geçerli olacağı hususlar akıl yürütmeye gerek duymadan gözleriyle gördükleri, eliyle dokundukları, kulağıyla duydukları eşyalar hakkında ola­caktır. Doğum, çocuğun doğum esnasındaki sesi, süt emzirme, hayız, elbise altındaki kusurlar gibi konuları misal verebiliriz. Bu misallerde genellikle hiç bir şeyi unutmazlar ve onları bilmek için de akıl yürütmeye ihtiyaç duymazlar. Dini bir konunun isbatı hakkında duyulan sözlerin manalarını anlamak için akıl yürütmeye ihtiyaç vardır. Bu gibi konularda uzun bir çaba gerekir."[536]


Konuyu özetlersek; taleb edenin yemininin, erkeğin şehadetinin mute­ber olr! ;ğu her yerde bir erkek ve iki kadının şehadeti de geçerlidir. Ata ve Hanımad b. Ebi Süleyman bu konu hakkında: "Hadlerde ve kısasta bir erkek ve iki kadının şahitlikleri geçerlidir. İki rivayetten birinde bize göre nikâh ve köle azad etme konusunda da geçerlidir" derler. Aynı şekilde Cabir b. Zeyd, İyas b. Muaviye, Şa'bi, Sevri'den gelen iki rivayetten birinde onlar mali ceza gerektiren cinayetlerde kadının sahiciliğini kabul etmişlerdir. Rey ehlinden de rivayet edilmiştir.'[537]


İbn el-Kayyım da şöyle der:"... Adaletli kadın, doğruluk, emanet ve di­yanette erkek gibidir, ancak hatadan ve unutmaktan korkutunca, kadın kendi misliyle desteklenir. Bu da, onu bazen bir erkekten şahitlik açısından daha kuvvetli bazen de ona denk kılar. Şüphe yok ki -Ümmü'd-Derda ve Ümmü Atiyye'nin şahitlikleri gibi- iki kadının zanni ifadeleri tek bir erkeğin zanni ifadesinden daha kuvvetlidir.110 Kadının şahitliği konusunda İbn Hazm'ın görüşünde olan muasır alimler vardır."[538]


Son olarak bize gereken -hicrî onbeşinci, miladi yirminci asırdayız-kadının yeteneklerini tarif etme, eksikliğin hangi konularda olduğunu, ne derecede olduğunu, hangi zamanlarda ortaya çıktığını ve diğer kadınlara kı­yasla ne derecede olduğunu bilmek ve zaptetmek, aynı şekilde üstün olduğu konuları, üstünlük derecelerini, ne zaman ortaya çıktığını bilmemiz için ilmi araştırmalara önem vermektir. Bu şekilde, Rasulullah'ın sünnetine büyük bir hizmet etmiş oluruz. Selefimizin sahih hadisi zayıfından ayırmak için hadis ıstılahları ilmini icat ederek hizmet ettikleri gibi bizim de asnmıza uygun bir şekilde ona hizmet etmemiz mümkündür. Bu da, kimi nassların delaletlerini araştırmaya yardımcı olacak kapsamlı ilmi araştırmalar yapmakla olur. Bunu yaparken de deliller üzerindeki ihtimalleri toplu olarak vermekle ye­tinmemeli, zanni, kısır düşüncelere dayanan nazari tercihleri sevketekle de yetinmeli; aksine kapsamlı ilmî araştırmaların tercih ettiği delilleri sunmalı.


Bazan bu delalet, nazari araştırma esnasında hiç aklımıza gelmeyen bir şey de olabilir.


Müslümanların erkek ve kadının psikolojik ve aklî özelliklerini bilmek için yaptıkları sağlam ilmi araştırmaları, psikolojinin yeni kaynaklarından en çok nakledilenlere isnat etmeleri gerekir.[539] Böylece bu konuya ışık tutması ümit edilir.


İki cins arasındaki farklar ise belirli zamanlarda üzerinde araştırma yaptığım sadece bu topluma uygundur. Bundan dolayıdır ki onu bütün bir zaman için uygulamak doğru değildir. Böyle olmakla beraber bu konuda gelen şeylerin cüz'i faydaya sebep olanlarım da terk etmeyeceğiz.


Gerçek olan şu ki iki cins arasındaki birbirine yakın farklar, sadece ka­palı olan durumu açığa çıkarması ihtimali olan zeka testlerinin genel sonuç­larına dayanır. Çünkü bazı yeteneklerde kadınlar üstün gelir, diğer bazı yeteneklerde de erkekler üstün gelir. Zaten bütün zeka testleri birbirinden farklı, değişik sorulardan oluşur. Biz bir yöndeki üstünlüğü diğer yöndeki zayıflığın karşılayacağını beklemekteyiz. Bu yüzden de bir sonuç çıkaramı­yoruz. Yalnızca zeka testleri yani bireyler üzerinde uygulanarak ulaşılan genel konular iki cins arasındaki farkları belirlemeye yalnız başına yeterli değildir.


Bu durum kadın ve erkeğin zeka düzeylerinindeki farkın açık olmadığı­nı, ancak özel yeteneklerde kimi fırklılıklarm olduğunu ortaya kor.


İki cins arasındaki farkları özel yeteneklerde aramamız daha faydalı olur. Bu anlayışla zeka testlerinin büyük çoğunluğunu meydana getiren kişisel testlerin sonuçlarının incelenmesiyle kimi Önemli bilgilere ulaşma imkânı da bulabiliriz. Ancak bunu yaparken birinci yolu, yani iki cinsin özel yeteneklerini karşılaştırma yolunu takip etmemiz gerekir. Böylece sözel, sayısal ve güç yetirme ile ilgili kabiliyetlerin veya bunlardan ayrı olarak kısmen bağımsız yeteneklerin karşılaştırılmasına imkan tanıyan çeşitli araş­tırmaların ortaya çıkardığı gerçeklerden büyük bir yekûn bir araya toplan­mış olur. Bu noktada yapılabilecek önemli bir tesbit; bu bakış açısında iki cins arasındaki farkların diğer yeteneklerden daha sonra ortaya çıktığıdır.


İstidlal istenen sayısal testlerde erkeklerin üstün olmaları cinsler arasındaki bu farkı apaçık bir şekilde ortaya çıkarmaz. Asıl fark eğitimde ilk merhaleden sonra bir kesintinin oluşmasıyla ortaya çıkar. Stenferd'in dene-yide buna uygun düşmektedir. Erkek çocuklar delilini bulabildikleri ölçüde üstün gelmişlerdir. Bu da matematiksel akıl yürütme ile ilgili problemlerin­de kendini gösterir.


Bir gurup bakire kız ve erkek üzerinde, kişiliğin temel yönlerini karşı­laştırmayı hedefleyen pek çok araştırma yapıldı. Sonuçta dış faktörlerden et­kilenme açısından iki cins arasında pek çok fark tesbit edildi. Buna göre er­keklerin kadınlara nazaran daha sakin, tahammüllü olduklarını ve daha az a-sabileştikleri ortaya çıkmıştır. Bu durum küçük yaşlardaki fertler üzerinde yapılan asabileşme eğilimi ve imkânını araştıran testlere dikkatimizi çeker. Zira bu testler ondört yaşından küçük olan her iki cinse mensup bireyler arasında bir farkın bulunmadığını tesbit etmiştir. Bu durum, ister matema­tiksel akıl yürütme gibi bazı akli yeteneklerde olsun, isterse etkilenme anın­daki şahsi üstünlüklerde olsun kimi farkların ortaya çıkışının buluğ çağın­dan sonraki merhaleye ertelendiğini gösterir.


Bu araştırmada, erkeğin iktisadi, teorik ve siyasi alanlara olan aşırı meyli ortaya çıktığı gibi kadının da sosyal, güzellik-süslenme ve dini alanla­ra olan ilgisinin normalin üstünde bir düzeyde olduğu ortaya çıkmaktadır. Elbette bu sonuçlar yöresel şartlar, iki cinsin bağlı olduğu gelenekler ve top­lumun iki kesimden beklediği sorumluluklarların ışığında yorumlanabilir.


İki cinsin kişilik özellikleri ile ilgili müşkil farkları konu alan kapsamlı araştırmalardan biri de Terman ve Mayhz'ın araştırmasıdır. Araştırmacılar eğilim ve yönelişlerin analizinin sağlıklı yapabilmesi için kimi ölçüler belir­lediler. Bu ölçüler, teste tabi tutulan bütün erkek ve kadınların verdikleri cevaplarla yönelişlerinin en uç noktasını tesbit etmeye yarayacak sorular kolleksiyonundan oluşuyordu. Bu sebeple erkeklik veya kadınlığın genel geçer ölçüsü kabul ediliyordu. Söz konusu ölçüler amacın gerçekleşmesine uygun olan uzun araştırmalar ile Amerikan toplumunda yaşayan iki cinsin fertleri arasındaki farkı tam bir açıklıkla ortaya koyacak olan sorulara sahipti. Yüzlerce kişinin cevablan bir araya toplanmıştı. Bu kişiler arasında ilkokula giden, liseye giden çocuklar, üniversite öğrencileri ve okula gitme­yen fakat iyi terbiye görmüş çocuklar da vardır. Yine aynı şekilde eğitimli veya eğitimsiz yaşlı kimseler ve çeşitli mesleğe mensup olan kişiler de var­dır. Aynı şekilde toplumun dışladığı gençler, cinsiyet hükmünün hemen he­men kalmadığı yaşlılar ve sporcular arasında yapılan testleri içine alan bazı numuneleri de ihtiva etmektedir. Bütün bunlar etkisini ölçülerin, Amerikan toplumunda erkeklerin cevaplarıyla kadınların cevaplarını ayırdetmede ba­şarılı olduğunu gösterdi. Bu testler aynı zamanda erkeklik ve kadınlık anla­yışının büyük ölçüde terbiye ile kazanılan tecrübe zenginliğine ve evde veya işte alınan öğretimle ilişkili olduğunu belirledi. Bu sebeplerin tesiri bedeni sebeplerin tesirinden daha kuvvetlidir. Nitekim yüksek öğrenim görmüş kadınların geniş bir kültüre sahip olduğu ve erkeklerle kıyaslamada diğer ka­dınların elde ettikleri normal derecenin daha üstünde bir derece elde ettikleri ortaya çıkmıştır. Böylece onlar sanki erkeklere yaklaşmışlardır. Bu, eğitim, öğretim ve kazanılan tecrübeler, fertler arasındaki düşünceleri birbirine yak­laştırıyor ve iki cins arasındaki tabii sıfıtları ve farkları azaltıyor demektir.


Bu durum grupsal şartların, sosyal etkenlerin açık bir etkisinin olduğu­nu gösterir. Hatta onların tesirinin bedeni etkenlerden daha fazla olduğunu ortaya koyar.


Burada bedeni sıfatların bir çoğunda iki cins arasında farkların olduğu ortaya çıkar. Vücut yapısı, iskelet, genel olarak pazuların oluşması, ister bü­yük kaslar olsun ister ince kaslar farketmez bu cümledendir. Böylece iki cins fizyolojik ödevlerde, bazı boşalımlar için kimyasal madde oluşturmada bir­birinden ayrılır. Bazen de psikolojik farklılıkların bedeni farklara dönmesi mümkündür.


Pek çok bedeni görevlere dayanıklılık açısından da iki cins arasında farklılık vardır. Erkekler genel anlamıyla çevrenin içsel-organik düzenini ihmal edip Önemsemeyerek istediği gibi hareket etmede kadınlardan daha az engelle karşılaşır. Yani onlar daha dayanıklıdırlar. Ayrıca onları ayıran önemli kimi niteliklere sahiptirler. Sıcağa karşı daha fazla dayanıklı olma, yıkma-inşa işleri vb.


Şüphesiz bu iki taraf arasındaki farkların çoğunun temeli biyolojiye ve toplumun kültürüne dayanmaktadır. Doğrusu psikolojik kimi farkların oluşmasına da biyolojik etkenler yalnız başına neden olabilmektedir. Hatta bu farkaları ortadan kaldıracak tarzda sosyal çevre faktörü olumlu olsa da... Ancak aynı zamanda çevrenin, zaten biyolojik tesirlere tamamen zıt bir şekilde etki yaptığı ihtimalini de gözden uzak tutmamamız gerekir.


Bütün bu tesbitler, iki cins arasında bedeni farklılıkların büyük olduğu­nu ve sosyal çevre faktörü devreye girip zıd bir tesir icra etmedikçe psikolojik açıdan güçlü bir etkiye sahip olduğunu gösterir.


Konuyla ilgili psikolojik yeni araştırmaları nakletmiş bulunuyoruz. Şimdi tekrar hadîs-i şerife dönelim.


Bu hadîs-i şerifte ele alacağımız üçüncü yön ise özellikle "dini eksik" ifadesinin neyi gösterdiğidir.


Rasulullah'a dini eksiklikleri konusunda soru sorulunca, nifas ve hayız günlerinde kadınların namaz kılmamalarını, oruç tutmamalarını hatırlatı­yor. Bu ise ibadetten alıkonulma hususunda ufak bir noksanlıktır. Aksine İslamın şiarından bazılarını, hayız ve nifasîı iken Ka'beyi tavaf eder, haccın gereklerini ifa ederler. Nitekim bu esnada Allah'ı zikretmelerinde bir sakın­ca yoktur. İmanlarının gereğini yerine getirir. İbadetlerini yaparlar, güzel ahlâk sahibi olmaya çalışırlar. Başka bir açıdan bu belirli vakitlerde meyda­na gelen bir eksikliktir. Yani bu eksiklik, kadmın hayatı boyunca devam etmez. Sadece bazı kısa dönemlerde ortaya çıkar. Hayız da hamileliğin bit­mesiyle kesilir ki o da dokuz aydır. İleri yaşlarda da hayız tamamen kesilir. Bir başka yönden ise bu eksiklik, kadının kendi isteğiyle elde ettiği bir şey değildir. Mü'min bir hanım bazen namaz ve oruçtan uzak kalmaktan dolayı üzüntü duyar, fakat buna rıza gösterir, Allah'ın kendilerine verdiği bu hale karşı da sabreder. Allah Teala da onların bu rıza gösterme ve sabretmelerinin karşılığını verir. Mü'min bir hanım kaçırdığı namazlarına bedel olsun diye bazen nafile ibadet bile yapar. Bunlardan birincisi: Kur'an okumak[540] bol bol dua etmek, zikretmek gibi diğer ibadetlerle hemen eksiğini gidermeye çalışır, Allah'a tevbe eder, O'nu teşbih eder, O'na hamd eder ve O'nu yüceltir. Karşılık, bedel olarak yapılan bu tür ibadetler bize Hz. Aişe'nin mü'minlerin annelerine hicab âyeti geldiği zaman yaptıklarını hatırlatıyor. En üstün amel olmasına rağmen cihaddan alıkonulmuşlardı. Hz. Aişe'nin hacca karşı olan aşırı isteği, işte yapamadığı cihad farizasına karşılık bir bedeldir. Nitekim Hz. Aişe'den rivayet edilen bir hadiste o şöyle der: "Ey Allah'ın Rasulü! Sizinle birlikte bizde gazaya çıkıp cihad edemez miyiz?" Başka bir rivayette "Biz, cihadı en üstün bir vazife olarak görüyoruz" der. [541]Bunun üzerine Rasulullah buyurur ki; "Sizin için cihadın en güzeli, Allah'ın kabul buyurdu­ğu hacdır." Hz. Aişe diyor ki: "Bunu Rasulullah'tan duyduktan sonra haccı asla terketmedim."[542]


İkincisi ise temizlenmenin hemen ardından değil de daha uzun bir müd­det içerisinde yapılan ibadetlerdir. Hayızdan temizlendikten sonra, bol bol nafile namaz kılmak bunlardandır. Bu amaca yönelik ibadetler de Hz. Aişe'nin hayızh olması sebebiyle yapamadığı umreyi ifa etmeye ne kadar ar­zular olduğunu hatırlatıyor. Hz. Aişe şöyle anlatıyor: "Ben ağlıyordum, Rasulullah yanıma geldi ve: 'niçin ağlıyorsun?1 diye sordu. Ben de: 'Umre yapmaktan alıkonuldum1 (başka bir rivayette de şöyle diyor: "Ey Allah'ın Rasulü! İnsanlar iki sevapla bense tek sevapla geri döneceğim'[543] dedim. Bunun üzerine Rasulullah 'ne'n var ki?' diye sordu. Hz. Aişe: 'Namaz kılmı­yorum' cevabını verince, Rasulullah: 'Hz. Adem'den beri diğer kadınlara farz kılınan senin de üzerine farz kılındıktan sonra bu sana hiçbir zarar vermez. Haccına devam et. Umulur ki Allah Teala, haccin sayesinde seni mükâfaatlandınr' buyurdu."


Hz. Aişe diyor ki: "Mina'dan Mekke'ye kadar yürüdük. Mekke yakının­daki Mühassub denilen yerde konakladık. Rasulullah, Abdurrahman'ı çağır­dı ve ona: 'Kardeşini, Harem-i Şerife götür de umre yapsın' buyurdu."[544]


Fethu'l-Bari'de bu husus hakkında şunlar söylenmiştir: "Kadın, normalde mükellef olmasına rağmen namazı terkederek sevap alır mı? Hasta bir kişinin sıhhatli iken kılmış olduğu fakat hastalığı sebebiyle bırak­mak zorunda kaldığı nafile namazlardan sevap alır. Yoksa bu ikisi arasında bir fark var mıdır? Çünkü hasta sağlıklı olmasına rağmen buna devam etme niyetiyle yapıyordu. Hayızh kadın ise bunun gibi değildir." Hafız İbn Hacer diyor ki: "Bana göre bu farkta sevabı gerektirmeyen bir durum vardır."[545] Bu, Hafız İbn Hacer'e göre sevap olmasının muhtemel olduğunu gösterir. Binaenaleyh Allah'ın sizi gözettiğini ve namazı terk etmesine rağmen hayız-lı kadının sevap almasına nasıl ihtimal verdiğini bir düşünün.


Bununla beraber başka yönlerden varid olan dini eksiklikler vardır.


a) Kadın, bazen namazı bırakması sebebiyle imanında zayıflama varmış gibi bir durumla karşı karşıya kalır. Sanki onun üzerinden büyük bir yük alınmış olur. Bu durum ise onu sevaptan alıkor.


b) Namazı bırakmakla ortaya çıkan bu eksiklik sadece sevaba bağlı de­ğildir. Bunun yanında Allah'a boyun eğmekten mahrum kalmasından dolayı müminin kalbinde huşu eksikliği ortaya çıkar ki bu da özellikle daha önce işaret ettiğimiz bedel ibadetlerin eda edilmeme durumunda kendini gösterir.


c) Burada son derece istenmeyen bir duruma karşı bir kuvvet eksikliği de vardır. Şöyle ki namaz, fuhuştan ve kötü şeylerden alıkor, bedel olarak yapılacak diğer ibadetler namazın yerini tutmaz.


Özet olarak aklî ve dinî eksikliğin derecesi şudur. Akıl noksanlığında şu iki halden birinin olması mümkündür. Birincisi: Aklî yetenek eksikliğidir. Yani aklın yaratılışında bu vardır. İkincisi ise zihin açıklığındaki eksikliktir. İster biyolojik, ister sosyal, isterse psikolojik olsun akla tesir eden amillerin neticelerini zihni çalışmada meydana getirdikleri eksikliktir. Burada psiko­lojik ve devamlı bir etken vardır. Ki o da kadındaki aşırı acıma ve şefkat duygusudur. Bu ise bütün kadınların tabiatında sabit olan bir şeydir. Hadîs-i Şerif, zihni dinçlikle ilgili bir durumdaki eksikliğe işaret etmektedir. O da Allah Teala'nın: "Biri yanlışlık yaptığı zaman diğeri ona hatırlatsın diye" âyetidir.


Fakat bu zihni dinçlikteki eksikliğin gerisinde zihni yeterlilik konusun­da bizatihi yaratılıştan gelen bir eksiklik vardır. Hadîs-i Şerif bu noktayı hedef almıştır. Bunun izah yeri de daha önce dediğimiz gibi muhkem ilmi araştırmalardır.


Dini eksikliğe gelince yine şu iki durumdan birinin olması mümkün­dür. Birincisi, insanın dinini yaşamasındaki kusurlardır. Yani hakkıyla Al­lah'tan sakınıp ona hakkıyla itaat edemez. İkincisi de Allah'ın insana emretti­ği görevlerdeki noksanlıktır. Şöyle ki insan sağlıklı, zinde iken onu ifa ede­bilir. Diğer zamanlar yapamaz. Bu da ihmal etmek anlamına gelmez. Hadîs-i şerif de Allah'ın kadına verdiği vazifedeki noksan bir duruma işaret etmekte­dir. O da belirli günlerde kadının oruçtan ve namazdan uzak durmasıdır. Noksanlığın bu türü yani Allah'ın kadına farz kılmış olduğu şeylerden kadı­nın bazen muaf tutulması- Allah'tan sakınması hususunda bazen bir gevşek­lik meydana getirmesidir. Bu bir kaç kadında gerçekleşmesi muhtemel bir durumdur. Diğer bütün kadınlarda değil.


Buna rağmen Rasulullah'm bu eksikliği tefsîr ederken üzerinde durdu­ğu hususları dikkatlice incelememiz gerekir. Fakat bu sının aştığımızda ihti­maller içerisinde boğuluruz, belki de vehimlere dalarız.


Bu şekilde şüpheli şeylere uymaktan sakıncalı bir duruma düşmüş olu­ruz. Müteşabihin Kur'an'da geçmesi mümkün olduğu gibi hadiste de olması mümkündür. Allah Teala bizi bu durumdan sakındırıyor ve muhkem bir şekilde nazil olan şu âyette şöyle buyuruyor:


"Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar." (Âl-i İmrân, 7). Şevkânî bu konuda şöyle diyor: "Âyet-i kerime kalblerinde eğrilik olan kimselerin   Kur'an'ın   müteşabihlerine  uyduğunu   açıklamaktadır... Müsteşabihin manası: Zor anlaşılan, ister teşbihle ortaya çıkan mücmel lafızlar gibi hakiki müteşabih olsun isterse izafi müteşabih olsun maksat açık değildir. Gerçek manasını açıklamada başka delillere ihtiyaç vardır. Kendi iç bütünlüğünde zairi bir manası olsa bile bu böyledir."[546]


Dillerde çokça dolaşan, kadının aklı konusunda şüpheci davranan zayıf ve uydurma hadisler vehimde şüphecilikte çok çok aşın gitmekten başka bir-şey değildir. Bu şüphenin aslı, müslümanlann terketmeleri gereken eski, cahiliye devrinden kalma bir gelenektir. Fakat -üzülerek belirtelim ki- bu hal devam etmiş ve Rasulullah'm, akli ve dini eksikliğin tarifindeki sının aşan bir noktaya gelmiştir. Bu ise kadının şahsiyeti konusunda sapıklığa ve birçok batıl düşüncelere sebep olur.


Mevzu (uydurma) hadislerden hanları:


- "Onlara ne yazı yazmayı öğretin, ne de odalarda oturtun."[547]


- "Kadına uymak, pişmanlıktır."[548]


- "Kadınlar olmasaydı, Allah'a hakkıyla kulluk edilirdi."[549]


- "Kadınlara danışın; fakat tersini yapın."[550] Bazı zayıf haberler


~ "Erkekler, kadınlara itaat ettikleri an helak olurlar."[551]


- "En şiddetli düşmanın hanımındır."[552]


Hz. Ömer'den nakledilen mevkuf bir haber: "Kadınlara muhalefet edi­niz, çünkü onlara muhalefette bereket vardır" sözü, mevkuf bir haberdir.[553]


Üçüncü hadis


Ebu Hureyre şöyle rivayet ediyor: Rasulullah: 'Kadınlara nasihatte bulunun. Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst kısmıdır. Şayet onu düzeltmeye kalkarsan kırarsın. O eğriliği olduğu gibi bırakırsan, eğrilik devam eder gider. Binaenaleyh kadınlara nasihatte bulunun' buyurmuştur."[554]


Yine Ebu Hureyre anlatıyor ve diyor ki: "Rasulullah: 'Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Onu hiçbir şekilde düzeltemezsin. Eğer ondan faydalanmak istersen ondaki eğriliğe rağmen faydalanırsın. Yok, eğer dü­zeltmeye kalkarsan onu kırarsın. Onun kırılması da boşanmadır' buyurdu."[555]


Hadis birçok hususları içine alır:


a)  Rasulullah'm: "Kadınlara tavsiyede bulunun" sözünde kadınlara yönelik genel bir tavsiye vardır. Bunun manası: Siz kadınlara, onlar da size tavsiyede bulunsunlar" şeklindedir diyenler de vardır.[556]


b)  Bu tavsiye kadının yaratılışı ile illetlendirilmiştir. Bu iş hadiste: "Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst kısmıdır. Bu durum onu hemen erkeğin tabiatından ayırmaktadır. Onda daha başka eğrilikler de vardır. Rasulullah, bu eğriliğin nerede olduğunu ve sınırını açıklamamıştır. Kadının hayatında, erkeğin sıkıştırdığı noktalarda ortaya çıkan ve yaratılıştan gelen bir eğriliğin tesirine işaret etmiştir. Müşahede ettiğimiz tecrübelere dayanarak eğriliği, süratli etkilenme ve aşın etkilenme yada çok hissi davranma yahut da mizaç değişkenliği diye yorum­layabilir miyiz? Eğri, doğrunun zıddıdır. Dengeli etkilenme, onu kontrol al­tında tutma doğru olan, ise hızlı etkilenme, şiddetli etkilenme ise eğri olan­dır. İnsanın acıma ve merhamet duygularını kontrol altına alması doğru olan ise, acıma ve şefkat duygularının egemen olması eğriliktir. Kadın -özellikle-bir karar alırken ya da güzel bir söz veya bir iş karşısında bazen şefkatine mağlub olur. Bu durumda süratli etkilenmeye ve mizacın değişmesine yol açar. Rasulullah, bu durumu vurgulayarak onu hiçbir şekilde düzeltemez­sin" buyuruyor. Bu değişme erkeğin aklını bulandırır ve öfkelenmesine se­bep olur.


Rasulullah'ın, kadınlara öğüt verirken: "Onlar çok lanet ederler, iyiliğe nankörlükte bulunurlar" buyurması bu yorumu tercih ettiriyor. Bu hal ise öfke anında olan genel bir tavırdır. Yani çabuk ve aşırı etkilenmenin bir neti­cesidir. Bazıları da eğriliği, kadının kapalı bir tabiata sahip olması diye yo­rumlamak isterler.[557] Burada kapalılıktan maksat hileci, aldatıcı olmak demektir, derler. Bize göre bu söz, çok uzak ve iftiradır, bütün kadınları yara­lamaktadır. Bu durum, kadın sahabilerin hayatları hakkında, onların hile ve bozgunculuktan uzak olduklarına dair çokça zikredilen naslara ters düşmek­tedir. Bu gizli kutu kalma hali annelerimiz, kız kardeşlerimiz ve hanımları­mız arasında gözlediğimiz hakikatlere ters düşmektedir. Şayet böyle olsa eğitmek üzere çocuklarımıza kapalı tabiatlı birini vekil kılmamız akıl işi midir?


c) Hadis-i Şerif, kadınların hayatlarında ortaya çıkan bu eğrilik karşı­sında erkekleri sabretmeye yöneltmektedir. Rasulullah'ın: 'Şayet onu doğ­rultmaya kalkışırsan onu kırarsın. Kadının kırılması da boşanmadır" sözü de bunu gösterir. Erkeğe düşen görev kadının zorluk ve sıkıntılardan dolayı bu hayata bürünmeyi istemediğini hatırlamaktır. Çünkü bu durum Allah Tea-la'nın kadının mizacında var ettiği bir şeydir. Özellikle de çabuk ve aşın etki­lenme de kendini gösterir. Öyleyse erkek sabırlı, cömert ve müsamaha kâr olmalıdır. Kadının bu özelliğinin, hamilelik, süt emzirme ve çocuk eğitmek gibi temel, önemli görevleri yerine getirme noktasında güzel tesirleri olabi­leceğini bilmelidir. Çünkü bu konularda şefkate, son derece hassasiyete ve hoş görüye ihtiyacı vardır. Yine erkek, aşırı etkilenmenin sonucu olarak-hanımının her bir hatasını sorgulayıcı ve ayıplayıcı bir şekilde davranması hiçbir şeyi düzeltmeyeceğini, aksine birbirlerine karşı soğukluğu ve ayrılığı artıracağını bilmelidir. Bu hal de boşanma ile sonuçlanır. Son olarak, erkek hammından bu ayıpları örtecek gözelliklerin ve faziletlerin olduğunu da aklından çıkarmamalıdır. Rasulullah'ın, kadının hata yaptığında onu düzeltecek olan "Mü'min bir erkek mü'min bir kadının yaratılıştan gelen hoşlan­madığı bir yönünü görürse ona kızmasın. Çünkü onun beğendiği başka bir yönü vardır" sözü bu hususu doğrulamaktadır.[558]


d) Rasulullah'ın: "Kadınlara nasihatte bulunun" sözü, kadınlara yumu­şak davranmayı pekiştiriyor. Rasulullah "kadınlara nasihatte bulunun" sözüyle başladığı gibi onunla sözünü bitiriyor. Bu hadisin şerhinde Tayyibi şöyle diyor: "İstevsu" daki "sin harfi taleb içindir. O da mübalağa için kulla­nılır. Yani 'bizzat kendiniz onlara nasihat vermek isteyiniz yahut başkaları­nın öğüt vermesini isteyiniz demektir. 'Onlar hakkındaki vasiyetime kulak verin, onu uygulayın, kadınlara yumuşak davranın ve güzel muamelede bulunun" diye açıklayanlar da vardır. "Hafız İbn Hacer de şöyle der: 'Bu son söz, bana göre en iyi olan yorumdur. Tayyibi'nin söylediklerine bu ters dü şmemektedir."[559]


Son olarak "aklı ve dini eksik.." hadisi hakkındaki ek kısmında da dedi­ğimiz gibi eksikliğin yer ve sınırım bilmek için kapsamlı ilmi bir gayret sar-fetmek gerekir. Burada da kadının eğriliğini ve sınırını bilebilmek için ilmi bir araştırma gerekir diyebiliriz. [560]




Kadının Bağımsız Kişiliği



İSLAM GELİNCE kadına kendi malında serbest tasarruf hakkı tanıdı­ğı gibi ona insanî erdemlerle ilgili haklarını da vererek ona bağımsız ki­şiliğini kazandırmıştır. Hz. Peygamber döneminde kadının ilmi alanda ba­ğımsız kişiliğini gösteren birçok örnekleri, bundan önceki kısımlarda gör­müştük. Nitekim bazı nasslarda kadının velisine yahut kocasına danışmadan bir takım tasaruflarda bulunabileceği sarih olarak belirtilmektedir. Fakat bi­zi burada asıl ilgilendiren husus, kadının bağımsız şahsiyeti ve tam iradesiy­le üzerine düşen rolleri başarıyla oynayabildiği, hakkını istemek ve savun­mak imkânı bulabildiğini tesbit etmektir. Kadın, dostlarına hediye verebil­mekte, malıyla tasaddukta bulunabilmekte ve evinden dışarı çıkıp tarlasını işleyebilmektedir. Bütün bunları yaparken de ne kocalarına ne de velilerine başvurmaktadır. Bu konuya daha sonra döneceğiz.


Mü'minierin annesi Meymune'nin, cariyesini azad etmesi


İbn Abbas'ın mevlası Kerîb anlatıyor: "Haris, kızı Meymune'nin kendi­sine bildirdiğine göre, Meymune birgün Rasulullah'tan izin almadan küçük cariyesini azad eder. Rasulullah'ın sırası ona gelince Meymune: 'Ey Allah'ın Rasulü! Cariyemi salıverdiğimi biliyor musunuz?' dedi. Rasulullah: 'Gerçekten onu salıverdin mi?1 diye sordu. Meymune: 'Evet' deyince: 'Onu dayılarına verseydin mükâfatın daha çok olurdu" buyurdu.[561]


Milhan kızı Ümmü Süleym Rasulullah'ın evlendiği gün ona kocasının adını anmadan kendi ismiyle hediye veriyor.


Ümmü Süleym der ki: "Ey Enes! Al şunu Rasulullah'a götür. Ona de ki:


'Bunu sana annem gönderdi, sana selamı var. Bu hediyemizi layık değilse de kabul buyurmanızı istiyor."[562]


Esma Binti Umeys önce Ömer'le arkasından da Rasulullah'la karşılıklı konuşuyor. Hicret esnasında muhacirler arasındaki konuşmaları rivayet edi­yor. Bunları yaparken kocası yanında yoktur veya son anlarda geliyor.


Ömer Esma'ya dedi ki: "Hicret etmekte biz sizi geçtik. Rasulullah'a biz sizden daha fazla layıkız." Bunu duyan Esma kızgın bir şekilde. "Hayır val­lahi, siz Rasulullah'ın yanmdaydınız açlarınızı doyurup cahillerinize Öğüt verirken biz uzak ve bıktırıcı Habeşistan yolundaydık. Bu sıkıntılara Allah için, Allah Rasulü için katlandık. Allah'a yemin olsun ki söylediklerini Rasulullah'a anlatıncaya kadar hiç birşey yemeyeceğim, birşey içmeyece­ğim..." Rasulullah ona dedi ki: "Onlar bana sizden daha layık değillerdir. O ve arkadaşları tek bir hicret yapmışlarken siz ehli sefine- (gemiyle habeşista-na gidenler) iki hicret yaptınız. Ümmü Süleym der ki: 'Bundan sonra Ebu Musa ve gemiyle Habeşistan'a gidenler (ashab-ı sefine) gurup gurup bana geliyor, benden Rasulullah'ın bu hadisini soruyorlardı."[563]


Esma'nın, sattığı cariyesinin parasını tasudduk etmesi


"Esma der ki:... Cariyeyi sattıktan bir müddet sonra daha henüz parası yanımdayken Zübeyr yanıma gelerek: 'Onun parasını bana hibe et1 dedi. Ben de: 'Onu tasadduk etmiştim' karşılığını verdim."[564]


Atika binti Zeyd'in, cemaatle namaz kılması


İbni Ömer Atike'ye dedi ki: "Niçin (sabah ve yatsı namazlarına) gidiyorsun. Biliyorsun ki Ömer (mescide gitmeni) istemiyor, kabul etmi­yor." Esma: "Peki onun benî bu işten alıkoymasına ne engel olabilir?" diye sordu. İbn Ömer: "Rasulullah'ın Allah'ın kullarını Allah'ın mescidlerinden alıkoymayın" hadisi, onu bu işten vazgeçirtir karşılığını verdi.[565]


Abdurrezzak'ın rivayetinde ise Atike, Ömer'e: "Allah'a yemin olsun ki, sen bana engel olmayıncaya kadar ben bu işten vazgeçmeyeceğim" demiştir. Zührî der ki: "Atike mescidde iken Ömer onu ayıplamıştır."[566]


Hind binti Utbe'nin Rasulullah'a olan bağlılığını bir dile getirmesi:


Hind der ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Bir zamanlar yeryüzünde zillet içinde^, olmasını senin ailenden îlaha çok arzuladığım başka hiçbir aile yoktu. Şimdi; -ise yeryüzünde aziz olmasını en çok arzuladığım aile senin ailen oldu.."[567]


Şeriat, meşverette koca ve velilerin haklarını açıklayıp kadının iyilikte koca ve velisine uymasının gerekliliğini belirtmesi sosyal münasebetlerin sağlamlaştırılması ve aile ilişkilerinin karşılıklı kurulmasıyla aile birliğinin korunması içindir. Dayanışma ve iyilikte kadının kocasına velisine uyması, kadının kusurlu insan olması ve bu sebeple veli veya kocası anlamında de­ğildir. İstişare etmek ümmetin bütün erkek ve kadınlarından istenen ve hepsi için övülen bir niteliktir. "Onların işleri aralarında yaptıkları sura iledir" Duyurulmuştur. Ayrıca müslümanları ilgilendiren konular bu ümmetin da­yanışmasıyla ele alınır. "Yapacağın işler konusunda onlara danış" buyurulur. İtaat, yeri geldiğinde kadın-erkek bu ümmetin bütün fertlerinden beklenen övülen davranıştır. Ümmet emir sahiplerine itaatin gerekliliğinde ittifak halindedir. Bu konuda yüce Allah: "Allah'a itaat edin. Rasulüne ve sizden olan emirlere itaat edin" buyurmaktadır. İyilikte insanlar itaate de­vam ettikçe amir memur herkesin durumu düzelir. Aile vapuru bolluğa ka­vuşur; sosyal müesseseler gelişir, İslam milleti kalkınarak devlet yükselir.


Yok eğer veliler-kocalar iyiliği önermezlerse durum kötüleşerek kor­kunç felaket kapıyı çalar. Bu bakımdan Allah ve Rasulünün emrine uyarak toptan iyiliğe dönmek zorundayız.


Velilerin iyiliğe davet etmeleriyle ilgili örnekler: Hasen anlatıyor: "Ma'kil b. Yesar'ın kız kardeşini kocası boşar, ayrılırlar. Kadının iddeti bitince ayrıldığı kocası onunla yeniden evlenmek isteyince, Ma'kil: 'Kardeşimden ayrılmama imkânı varken ayrılıyor, sonra ona yeniden talib oluyor1 diyerek, öfkelenir. Kardeşini eski kocasına vermek istemez. Bu olay üzerine (Bir başka rivayete göre[568] adam böyle yapmada bir sakınca görmüyor, kadın da adama dönmek istiyordu).


"Kadınları boyadığınız zaman, bekleme sürelerini bitirdiklerinde aralarında güzelce anlaştıklarında birbirleriyle evlenmelerine engel olmayın. Allah, sizden Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere böyle Öğüt veriyor." (Bakara, 232). âyeti celilesi inince, Rasulullah Ma'kil'i çağırarak bu âyeti ona okudu. Bunun üzerine Ma'kil kızgınlıktan vazgeçerek Allah'ın buyruğuna uydu.[569]


Ensar'lı Hansa binti Hudam'dan gelen bir rivayete göre babası, dul iken kendisini istemediği bir erkeğe verince derhal Rasulullah'a gelir. Durumu anlatır. Bunun üzerine Rasulullah nikâhı bozar.[570]


Cabir b. Abdullah anlatıyor: "Teyzem, kocasından ayrılmıştı- Bir gün bahçede bulunan hurmaları toplamak için dışarı çıkmak istediyse de adamın biri onun evden çıkmasına engel oldu. Durumu öğrenmek için teyzem, Rasulullah'a geldi. Rasulullah ona: 'Evet hurmalarını topla. Umulur ki onları ya tasadduk edersin ya da güzel yolda kullanırsın" buyurmuştur.[571]


Hafsa binti Şîrîn der ki: "Yetişkin kızlarımızı bayramda dışan çıkar­mazdık. Ümmü Atiyye'ye geldi konuyla ilgili olarak: 'Rasulullah'dan birşey duydun mu?' diye Ümmü Atiyye'ye sordum. O da: 'Evet Rasulullah'tan duy duğuma göre o şöyle diyordu: 'Yetişkin kızlar ve perde arkasında olanlar (bekar kızlar o dönemde eve yabancı biri gelince perde arkasına geçerlerdi) evlerinden çıkabilirler." Bir başka rivayette ise:[572] "Bayram günlerinde mes­cide gitmekle emrolunurduk. Perde arkasında olanları da çıkarırdık" şeklinde geçmektedir.'[573]


Görüldüğü gibi bazıları hoş olmayan şeyi önerince büyük sahabi, kadri yüce bir hatun onlara karşılık vermekte, onlara Allah Rasulünün buyruğunu Öğretmektedir.


Kadınların kocalarını iyiliğe döndürmelerine dair misaller:


Hz. Aişe 'nin bildirdiğine göre Hind binti Utbe: "Ey Allah'ın Rasulü Ebu Süfyan oldukça cimri biri. Bana ve çocuğuna yetecek kadar nafaka ver­miyor. Ondan habersizce aldığımla idare ediyoruz" deyince, Rasulullah: "İyilikle sana ve çocuğuna yetecek kadar al" buyurdu.[574]


Hz. Ömer'den gelen bir rivayette şöyle demiştir: "Bir konuda kendi kendime düşünürken hanımım: 'Peki şöyle şöyle yapsan1 dedi. Bende ona: 'Ne oluyor sana burnunu niçin sokuyorsun? Bu iş seni ilgilendiriyor mu?' diye çıkışınca o bana: 'Ne garip adamsın ey Hattab'ın oğlu! Kızın sürekli Rasulullah'a munacaat ederken nedense sen kendine birteklifin sunulmasını istemiyorsun?' dedi (Bir rivayette de[575] 'Sana birşeyler söylediğimde niçin bu kadar kızıyorsun? Allah'a yemin olsun ki Rasulullah'ın hanımları o kadar çok şey söylüyorlar ki) şeklinde geçmektedir."[576]


Burada Rasulullah'ın hanımlarıyla olan münasebetleri esas alınarak Hz. Ömer iyiliğe çağırılmaktadır.


Misver anlatıyor: "Ali, Ebu Cehl'in kızıyla nişanlandı. Bunu duyan Fatıma, derhal Rasulullah'a gelerek: 'Ebu Cehl'in kızıyla evlenecek şu Ali'ye bak1 dedi. Rasulullah hemen kalktı ve: 'Ben Ebu'l-As b. er-Rebi'e kızımı verdim. (Zeyneb'i) O, üzerine bir başka kadınla evlenmemek için bana söz verdi. Sözünde durdu. Bilin ki Fatıma benden bir cüzdür. Ona kötü davranılmasım istemem' buyurdu. (Bir rivayette ise[577] Rasulullah: 'Kızıma dini konusunda baskı yapılmasından endişe ediyorum. Allah'a yemin olsun ki, Allah elçisinin kızıyla Allah düşmanının kızı kesinlikle bir erkeğin nikâhında birleşemez' buyurmuştur.)"[578]


İbn Ömer'den gelen b. rivayette Rasulullah: "Allah'ın kullarını Allah'ın mescidlerinden alıkoymayın" buyurmuştur.[579]


Burada bazı erkeklerin hanımlarının camiye gitmelerine engel oldukla­rı, Rasulullah'ın da bunları reddederek erkekleri güzelliğe çağırdığı anlaşıl­maktadır.


Salim b. Abdullah'ın belirttiğine göre, Abdullah b. Ömer şöyle demiş­tir: "Rasulullah'ın: 'Sizden izin almaları durumunda hanımlarınızın mescid-lere gitmelerine engel olmayın' dediğini duydum. Bilal b. Abdullah: 'Vallahi onların mescidlere, gitmelerine engel olacağız' demiştir. (Bir rivayette ise onların mescitlere gitmelerine müsaade etmeyiz. Aksi takdirde bizi aldatır­lar demiştir). Ravi der ki: Abdullah b. Ömer Bilal b. Abdullah'ın yanına vardı, ona çok kötü şekilde sövdü. Onun daha önce böyle sövdüğünü duymamıştım. Ve peşinden: 'Bensana Rasulullah'dan hadis naklediyorum; sen ise: 'Vallahi onları mescitlere göndermem1 diyorsun."[580]


Anlaşıldığına göre burada tabiinden bazıları kadınları mescidlere gön­dermemeye devam etmekte; büyük bir sahabi de aynı şekilde buna karşı çı­karak halkı güzele, doğruya çağırmaktadır. [581]




Kadının Şahsiyetine Gereken Saygının Gösterilmesi



Allah Teala, erkeği ve kadını yaratıp her ikisine de ayrı ayrı özellikler vermiştir. Erkek olsun, kadın olsun her ikisinin de bu özellikleri koruyup ona riayet etmeleri, bu farka önem vermeleri, her bir şahısın kendi özelliklerin­den bazılarını eksilterek karşı cinsin şahsiyetine benzemek gibi bozuk dü­şüncelerden kendisini koruması gerekir. Kadın şahsiyeti hakkındaki konuş­mamız devam ettiği müddetçe bu belirginleşmenin korunması gerektiğini pekiştirmemiz gerekmektedir. Bu belirginleşmede Allah'ın kadını yücelttiği insani vasıflar ve ona yaratıştan bahşettiği fıtrî Özellikler sayesinde onun şeref ve üstünlük kazanması sözkonusudur. Kadının Allah'ın kendine has kıldığı özelliklerde erkeğe benzemesi, bir yönden Allah'ın yaratmasını be­ğenmemek ve çirkin bulmayı bir başka yönden de şuur eksikliğini gösterir. Kadın şahsiyetinin belirginleşmesine riayet etmekle kadının insani temel yükümlülüklerini yerine getirmesine imkan verilmiş olur. O da eşine şada kati ve çocuklarını en güzel bir şekilde gözetmesidir.


Bu farklılığın ortaya çıkmasını teşvik eden bazı nasslar:


İbni Abbas'tan gelen bir rivayette o şöyle diyor: "Rasulullah, kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lanet etti."[582]


Yine İbn Abbas rivayet ediyor ve diyor ki: "Rasulullah, kadının huyu ile ahlâklanan erkeğe ve erkek gibi hareket etmeye çalışan kadına lanet etti." [583]


Huzeyl kabilesinden bir adam haber veriyor ve diyor ki: "Amr el-As'ın oğlu Abdullah'ı gördüm. Evi, Harem-i Şerifin dışı, mescidi de Harem-i Şerifin içidir. Birgün ben onun yamndayken Ebu Cehil'in kızı Ümmü Said'i yay ve kılıç kuşanmış erkek gibi yürürken gördüm. Hemen Abdullah 'Bu kim?1 diye sordu. Ben: 'Ebu Cehil'in kızı Ümmü Said' deyince, Rasulullah'ı 'erkeklere benzeyen kadınlar ve kadınlara benzeyen erkekler bizden değildir' derken işittim1 dedi."[584]


Ebu Hureyre anlatıyor ve diyor ki: "Rasulullah, kadın elbisesi giyen er­keğe ve erkek elbisesi giyen kadına lanet etti."[585]


Kadın-erkek her birinin yaratılıştan gelen Özellikleri ancak hayattaki vazifelerini pratikte uygulamalarıyla canlı tutulur ve devam ettirilir. Eğer bu pratik uygulama tam olarak yapılmaz, bir diğerinin önemli vazifelerini ya­hut bir çoğunu yaparsa karşı cinsin özelliklerinin bir kısmım benimseyip el­de edecek ve aynı zamanda da kendisinin temel özelliklerini de kaybedecek­tir. Bu durumda erkek olsun kadın olsun, ferdin hayatı doğru bir istikamette olmayacaktır. Eğer bunu yapan kadınsa asla erkek olamayacağı gibi normal kadın gibi hayatına da devam etmeyecektir. Sadece gittikçe çirkinleşir, kötüleşir, bir taraftan kendi yaratılışından gelenler ve diğer taraftan da sonra­dan elde ettiği özelliklerin birbirleriyle boğuştuğu bir çatışma alanına döner. Allah, kendisini, eşinin sükun bulacağı bir yer kıldığı halde kadının latif ve nazik görevlerinin yok olması yahut hamilelik, süt anneliği ve çocuk terbi­yesi gibi zor ve sıkıntılı görevlerini terketmesi durumunda toplum hayatı as­la istikrarlı bir şekilde devam etmeyecektir.


Kadının, Allah'ın erkeğe has kıldığı özelliklerde ona benzemeye çalışa­rak Allah'ın yolundan ve Rasulünün sünnetinden ayrılıp sapması, Rasulün buyurduğu gibi kadınların erkeklerin kardeşleri olduğu[586] ilkesini unuttura­rak kadının bütün insani niteliklerden uzaklaşarak ikinci veya üçüncü dere­ceden bir insan konumuna düşmesine yol açmaktadır. Artık onun ne iradesi, ne seçme özgürlüğü, ne sosyal hayata olumlu bir katılımı ne de zorunlu olan siyasal yaşama olumlu bir katkısı olmaktadır. Sanki o kamil bir insan değrl, eksik aciz bir yaratıktır. Halbuki İslam, onun kişiliği için sağlam ilkeler ve kesin haklar belirlemiştir. [587]




Kadının Şahsiyetinin Gelişmesine Yardımcı Olan Etkenler:



Birinci etken: Kur'an ve sünnete müracaat ederek müslümanlann, kadının şahsiyyeti hakkındaki düşüncelerini düzeltmek.


Bu düzeltme işi ilk etapta kadının bizzat kendisi hakkındaki düşüncele­rinin düzeltilmesini de içine alır. Çünkü bu tamamlanırsa kadın-zeki kimse­lerin gayretli ve çalışkan olması için- yeryüzünün en güzel bir şekilde imarı­na katılmak üzere işe koyulur. Kadının, saplantılarından kurtulup doğru bir gidişat üzere olması, kendisi hakkındaki düşüncelerin düzeltilmesinde en iyi yardımcıdır.


O, şerefli insandır. Allah Teala :


"And olsun ki biz insanoğullarım şerefli kıldık" (İsra, 70). buyuruyor. İnsanoğulları da erkekler ve kadınlardır. Rasulullah'ın "aklı ve dini eksik olanlar" ve "kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri en üst kısmıdır" sözlerine gelince insanlar onu kötüye yorumlamışlardır. Nitekim daha önce bunun izahım yaptık.[588] Bu sözler kapalı sözlerdir. Kafi ve tafsili naslarla sabit olan kadının bu şerefinin eksik olduğunu gösterecek hiçbir delil yoktur.


O da erkekler gibi hayatında yaptıklarından sorumludur. Sonra da kıyamet günü yaptıklarının karşılığını görecektir. Kadın, babasından, kardeşinden ve kocasından asla bir fayda görmez. Allah Teala:


"Kadın, erkek, inanmış olarak kim iyi iş işlerse ona hoş bir hayat yaşatacağız." (NahI, 197).


"Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun" (Nur, 2) ve yine:


"Erkek hırsız ve kadın hırsızın yaptıklarından dolayı Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak ellerini kesin" (Maide, 38) buyurmaktadır.


Rasulullah (s.a.v.)'de: "Ey Abdulmüttalib'in oğlu Abbas! Allah indinde sana hiçbir fayda veremem. Ey Rasulullah'ın halası Safiyye! Sana hiçbir fay­da veremem! Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Sana da hiçbir fayda veremem" buyurmuşlardır.[589]


Kadın da insandır ve müstakil bir şahsiyeti vardır. Seçme hürriyeti var­dır, nitekim hayat arkadaşını seçme hürriyetine sahiptir. Rasulullah (s.a.v.): "Dul bir kadın sarih, açık emri alınmadan nikahlanmaz, bakire kız da kendi­sinden izni alınmadıkça nikahlanmaz."[590]


Binaenaleyh kadın, şayet hoşlanmazsa kocasından ayrılmaya hakkı vardır. Bu, ya kendisinin isteğiyle yahutta kadın tarafından hakime sunulan iddiayı reddetmesi ve kadına zarar vermekten vazgeçmemesi üzerine haki­min boşamasıyla gerçekleşir. Sabit b. Kays'ın karısı Rasulullah'a geldi ve: 'Ey Allah'ın Rasulü! Sabit'i ne dini konusunda ne de bir huyundan dolayı ondan intikam almadım, fakat ona nankörlük etmekten korkuyorum' dedi. Bunun üzerine Rasulullah: 'Ona bahçesini geri verir misin?1 diye sorunca kadın 'evet' dedi ve (kocasını) bıraktı. Rasulullah emir verdi ve onu ayırdı."[591]


Kadın, kamil bir insandır; aile hayatında erkeğin tam bir ortağıdır. Erkeğin cinsi bir oyuncağı değildir. Nihayet kadın, erkek için bir elbise ise aynı şekilde erkek de onun elbisesidir. Allah Teala :


"onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz." (Bakara, 187)


buyurarak bunu tasdik etmektedir. Aile sorumlulukları da ikisi arasında taksim edilmiştir. Binaenaleyh Allah Teala erkeği evi ayakta tutmaya ve kazanç sağlamaya hazırlamıştır. Ve şöyle buyurmaktadır:


"Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ve erkeklerin mallarından sarfetmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine yöneticidir."(Nisa, 34).


Allah Teala kadım da çocukları gözetip yetiştirmek ve ev işlerim çekip çevirmek üzere hazırlamıştır. Rasulullah (s.a.v.) de: "Kadın» kocasının evine ve çocuklarına karşı çoban durumundadır, onlardan sorumludur" buyuruyor.[592] Bu, kadının iradeden yoksun olarak erkeğe tâbi olan biri olmadığını aksine aralarındaki ilişkinin sevgi ve şefkat üzere kurulduğunu gösterir. Eğer bu sevgi ve şefkat kopukluğa uğrarsa evlilik bağlan meşru bir yolla kopar.


O, faydalı siyasi ve sosyal aktivitesi olan olgun bir insandır. Allah Teala:


"Mü'min erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder kötülüğü de yasaklarlar." (Tevbe, 71)


buyuruyor. Kadın, insanlara karşı şahsiyetini, yüzünü, sesini hatta ismini gizlemesi gereken mücerret bir mahrem değildir. Eğer kadın insanla­ra karşı örtünmesi gereken bir avretse aynı şekilde erkek te onlara karşı örtünmesi gereken bir avrettir.


Kimilerinin düşündüklerinin aksine kadının da -erkeklere- denk bir şahsiyeti vardır. Kadın, kimilerinin düşündüğü gibi tatlı bir söze kanan aptal, veya kendisinde hile ve desiseden başka bir şey bulunmayan hilekâr bir tuzakçı değildir. Şayet bazen kadından zayıf ya da kötü birşey sadır oluyarsa aynı şey erkek için de söz konusudur.


İkinci etken: Kadının, Allah'ın kendisine farz kıldığı görevleri yerine getirmesi:


Kadının görevlerini yerine getirmesi yani görevin tabiatı gereği kimi ödevler arasında oran farkı bulunsa da bedeni, akli ve vicdani çeşitli görevle­rini yerine getirmesi demektir. Bütün bu konulardaki gayret ve çalışkanlık kadının şahsiyetinin gelişmesine yardım eder ve ona önemi yüksek seviyeli bir şahsiyet kazandırır. Çevresindeki hayatla geniş deneyimleri olur. Bu yüzden her bir görevin terkedilmesi müslüman kadını zarara uğratır, şahsiyetinin gelişmesine yardım edecek güzel imkânları kaybeder. Şahsiyetini korursa olgunlaşır, yüksek dereceler elde eder. Yerine getirdiği görevlerde güzel meyvelerini verir. Kadının, Allah'a karşı, ailesine ve toplu­ma karşı görevleri vardır. Bu görevlerini yerine getirmesiyle kadının şahsi­yeti kat kat artar.


Üçüncüsü: Allah'ın kadına verdiği uygulamaya sokmak:


Haklan uygulanır kılmak vacibi eda etmek gibidir. Bu çeşitli alanlarda­ki akli, vicdani ve bedeni çabaları kapsar. Ancak burada, vacipleri eda ile hakları pratize etmek arasıda bir etkileşme ve birbirini tamamlamanın oldu­ğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Bu ahenk sağlandığında en güzel meyvelerini verir. Hele buna kadının kazandığı faydalı tecrübeler de katıldı­ğında... Uygulandığında kadının şahsiyetinin gelişmesini sağlayacak hak­lar; va'z ve irşad meclislerine katılma hakkı, eğitim ve öğretim görme hakkı, evlilik ve evlilik için karar bildirme hakkı, evinin ihtiyacından fazla vakti o-lursa mesleki çalışma hakkı, olumlu siyasi ve sosyal aktiviteye katılma hakki vs... Bu hakların kullanılması zorunlu bir maslahattan veya kadının, ailenin veya toplumun temel bir ihtiyacından kaynaklanırsa vacip konumu­na yükselir. [593]




Müslüman Erkeğin Kadına Karşı Güzel Davranışlarından Örnekler



Müslümanların, kadınlara karşı davranışlarında dinlerinin tayin ettiği kurallar vardır. Bu kuralların, onların akıllarında ve anlayışlarında kesin bir şekilde yerleşmiş olması gerekir. Çünkü bunlar, îslamın, kadının insani şerefine ilişkin açıkladığı prensibin güzel bir tarzda algılanmasına dayanır. Nitekim, şeriatın kalblerine olduğu kadınlara iyilik ve yumuşaklıkla mua­mele ilkesi de onların kalblerine kesin ve sağlam bir şekilde yerleşmiş olma­sı gerekiyor. Batılılar kadınlarla kimi zaman sağlam gerekçelerle kimi za­man da yalnızca görünürde iyi geçiniyorlar. Biz müslümanların ise kadınla güzel ilişkiler kurmada samimi ve ayırdedici kurallarımız vardır. Çünkü bu kuralların hepsi yerli yerince konulmuş ve kalblerimizin derinliklerinden gelen şeyler üzerine kurulmuştur. Rasulullah'ın gerek hanımlarına, kızlarına, diğer mümin kadınlara, isterse gayri müslim kadınlara karşı ve bi­ze kadar ulaşın davranışları müslümanlar nezdinde kadınlara iyilik ve yu muşaklıkla muamele ilkelerini iyice kuvvetlendirmiştir. [594]




Rasulullah'ın Hanımlarına Karşı Davranışlarından Bazıları



Ailesine hizmette bulunurdu.


Hz. Aişe (r.a.)'ya: "Rasulullah evde ne yapardı?" diye soruldu. O da "Ailesine yardımda bulunurdu" cevabını verdi.[595]


Rasulullah yola çıktığı zaman hanımları ona arkadaşlık ederlerdi.


Yine Aişe (r.a.) anlatıyor ve diyor ki: "Rasulullah yolculuğa çıkmak is­tediği zaman hanımları arasında kur'a çeker hangisi çıkarsa onu beraberinde götürürdü."[596]


Rasulullah'ın itikaf mahallinde hanımlarını karşılaması.


Rasulullah'ın hanımı Safiyye'den rivayet ediliyor "Safiyye, Rasulullah'ı Ramazan'ın son on gününde yaptığı itikafta ziyaret etmek için yanına geldi. Bir müddet Rasulullah ile sohbet etti. Sonra da ayrılmak için ayağa kalktı. Rasulullah da onunla beraber ayağa kaltı ve onu uğurladı. (Başka bir rivayette: [597]Rasulullah mescidde idi hanımları yanındaydı ve se­vinçliydiler. Rasulullah, Safıyye binti Huyey'e: "Senden ayrıldığım ana kadar acele etme" buyurdu.[598]


Rasulullah'ın hanımı kendisine arkadaşlık edinceye kadar davete ica­betten çekinmesi: Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah'ın güzel çorba pişi­ren İranlı bir komşusu vardı. Bu zat birgün Rasulullah için yemek hazırladı ve sonra gidip kendisini davet etti. Rasulullah (s.a.v.) Aişe'ye işaret ederek: 'Bu da davetli mi?1 diye sordu. Adam: 'hayır (davetli değil)' dedi. Rasulullah da: "Öyleyse ben de gelemem1 dedi. Daha sonra o kişi Peygamberi davet için tekrar geldi. Rasulullah yine Aişe'yi göstererek: 'bu da gelecek mi?1 diye sordu. Adam yine 'hayır' deyince Rasulullah da 'hayır' cevabını verdi. Sonra o adam dönüp tekrar davet etti. Bu sefer de Rasulullah: 'Bu da gelecek mi?' diye sordu. Davet eden adam bu üçüncü sefer 'evet1 dedi. Bunun üzerine Rasulullah ile Aişe beraberce kalkıp birbiri ardınca yürüyerek o zatın evine geldiler."[599]


Rasulullah'ın, hanımının binmesi için yumuşak bir yer hazırlaması ve dizini koyarak hanımının (deveye) binmesini sağlaması:


Enes anlatıyor ve diyor ki: "... Sonra Medine'ye doğru yola çıktık. -Hayber'den geliyordu- Rasulullah (s.a.v.)'i Safıyye'nin -rahatça oturması için- yeleğini devenin hörgücüne dolarken gördüm. Daha sonra devesinin yanına oturdu, dizini koydu Safıyye de ayağını Rasulullah'ın dizine basarak deveye bindi.[600]


Rasulullah'ın, hanımının Habesîlerin oyunlarına bakmasına müsaade etmesi, hanımı bakmaktan vazgeçinceye kadar onunla beraber durması.


Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: "Bayram günüydü, iki siyahî, mızrak-kalkanla oynuyorlardı. Ya ben Rasulullah'a sordum ya da o bana: 'Bakmak ister misin?1 dedi. Ben de 'evet' dedim. Bunun üzerine beni arkasına aldı, yanağımı yanağına dayadı ve: 'Ey Habeşi, haydi oyna1 dedi. Benim sıkıldığı­mı görünce 'yeter mi?' diye sordu. Ben de 'evet' deyince; 'Haydi git' buyurdu."[601]



Rasulullah'ın, Kızlarına Karşı Davranışlarından Bazı Örnekler:



Rasulullah'ın kızını hoşgetdin diyerek ayağa kalkıp karşılaması ve onu sağına oturtması:


Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor ve diyor ki: "Fatıma yürüyerek geldi -yürüyüşü sanki Rasulullah'ın yürüyüşü gibiydi- Rasulullah (s.a.v.) de ona: 'Hoşgeldin kızım' dedi, sonra onu sağına yahut soluna oturttu."[602]


Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai'nin rivayetlerinde de: "Fatıma Rasulul­lah'ın yanına geldiği zaman Rasulullah, onu ayağa kalkarak karşıladı, onu kendi yerine oturtu" şeklindedir.[603]




Rasulullah'ın, Mü'm İn Kadınlara Karşı Davranışlarından Bazı Örnekler:



Mescidde bir çocuğun ağlamasını duyması ve annesine karşı ince kalpliliğinden dolayı namazını kısa tutması:


Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah: 'Namaa kılacaktım, namazı biraz uzatmak istiyordum ki, o arada bir çocuğun ağladığını duydum; annesinin o-nun ağlamasından dolayı duyacağı acıyı iyi bildiğimden namazımı kısa tuttum.[604]


Rasulullah'ın, namazdan sonra, kadınların önce çıkmaları için erkek­lerle beraber biraz beklemesi:


Ümmü Seleme anlatıyor: "Rasulullah (namazı bitirip) selam verince, kadınlar da selam verir ve ayağa kalkarlar. Rasulullah kadınların kolayca (çıkmaları) için ayağa kalkmadan biraz beklerdi. İbn Şihab diyor ki: "Allah'a yemin olsun ki Rasulullah'ın beklemesi cemaatten ayrılan erkeklerin kadın­lara yetişmeden kadınların çıkmalarını sağlamak içindi."[605]


Rasulullah'ın bayram törenlerine katılmaları için hayızlı kadınların ve kölelerin dışarı çıkartılmasını emretmesi:


Ümmii Atiyye anlatıyor: "Rasulullah'ı: 'Yetişkin kızları, perde arkası ehlini ve hayızlı kadınları mü'minlerin davetlerine iyi işlere katılmaları için dışarı çıkartınız. Hayızlı kadın da namazgahtan uzak dursun' derken işit­tim."[606]


Rasulullah'ın, bayram günü kadınlar duymadılar zanm ile onlara ayrıca nasihatte bulunması:


Cabir b. Abdullah haber veriyor ve diyor ki: "Rasulullah, Ramazan bayramı günü kalktı önce namaz kıldırdı sonra da hutbeye çıktı. Hutbeyi bitirince aşağı indi. (Başka bir rivayette [607]de kadınlar duymadılar zannede­rek) kadınların bulunduğu yere geldi ve onlara nasihatte bulundu."[608]


Rasulullah'ın Ensar'dan olan kadınlar için uzunca bir müddet ayakta durması ve onlara olan sevgisini belirtmesi:


Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah, kadınların ve sabi çocukların dü­ğün yemeğine geldiklerini görünce, ayağa kalkarak: 'Allah'ım, en çok sevdi­ğim insanlar sizlersiniz' dedi ve bu sözü üç defa tekrar etti."[609]


Rasulullah'ın deve çobanının sesini duyunca kadınlara hürmeten daha sessiz olmasını tavsiye etmesi:


Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah -hanımlarından birkaçı ve Ümmü Süleym ile beraber- yolculuğa çıktı. Yanlarında develeri sevk ve idare eden Enceşe adlı bir köle de vardı. Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde[610] köle, develeri çok sert bir şekilde sevk ve idare ediyordu. Bunun üzerine Rasulullah: 'Yavaş ol ey Enceşe, kadın götürüyorsun' buyurdu.[611]


Rasulullah'ın, hurma taşıyan kadına acıyarak terkisine binmesi içir devesini çöktürmesi:


Ebu Bekir'in kızı Esma anlatıyor: "... Ben Rasulullah'ın Zübeyr'e ayır vermiş olduğu arazisindeki hurma çekirdeklerini taşıyordum. Bu hurmalı Medine'deki evimden bir fersahın üçte-ikisi kadar uzaklıkta idi. Birgt başımda hurma çekirdeği yüklü olarak evime gelirken Rasulullah rastladım. Yanında Ensardan bazıları vardı. Rasulullah beni çağırdı. Son beni terkisine bindirmek için devesine 'ıh! ıh!1 dedi. Fakat ben erkekler beraber gitmekten utandım... Rasulullah benim utandığımı anlayın* (bırakıp) gitti."[612]


Rasulullah'ın, Hz. Osman'a hasta olan hanımına bakması içinBedı savaşına katılmama izni vermesi:


İbn Ömer anlatıyor: "Bedir harbine katılmayan (Osman'a) gelin Rasulullah'ın kızı onun nikahı altında ve hastaydı. Rasulullah ona: 'Bec harbinde bulunanın hissesi kadar sana ecir ve pay var' buyurdu."[613]


Rasulullah'ın, hac yolunda hanımına arkadaşlık etmesi için bir adam cihada çıkmaktan vazgeçmesini emretmesi:


İbn Abbas anlatıyor ve şöyle haber veriyor: "Adam dedi ki: 'Ey Allah Rasulü! Ben şu şu yere giden orduyla yola çıkmak istiyorum." (Müslim'in vayetinde: 'Şu şu yere giden orduya ismimi yazdırdım) Hanım ise hacca g mek istiyor. Bunun üzerine Rasulullah: 'Hanımınla beraber g buyurdular."[614]


Rasulullah'ın kendisine bildirilmeden, bir kadının defnedildiği gün üzülmesi ve bazı sahabileriyle ona dua etmek için kabre gitmesi:


Ebu Hureyre rivayet ediyor: "Siyahı bir erkek yahut bir kadın mesc süpürürdü. (Diğer bir rivayette[615] Ben onun sadece kadın olduğunu gördi (kadın) ölmüştü. Rasulullah ondan sorunca: 'O öldü' dediler. RasululU 'Niçin bana bildirmediniz? Kabrini bana gösterin' dedi. Daha sonra kadir kabrine geldi ve ona dua etti."[616]


Rasulullah'ın, mü'mine kadınlara karşı davranışlarından bahseden bu misalleri, Buhari ve Müslim'in tarhiç ettiği, Rasulullah'ın kendisinin önünde tef çalmayı nezreden bir kadına izin verdiğini bildiren eşsiz bir misalle bitiri­yoruz. Bureyde rivayet ediyor: "Rasulullah, gazalarından birine çıkmıştı. Seferden dönünce siyahî bir cariye: 'Ey Allah'ın Rasulü! Ben, şayet Allah se­ni selamet içinde geri döndürürse senin önünde tef çalıp şarkı söylemeyi nezrettim1 dedi. Bunun üzerine Rasulullah, kadına: 'eğer nezrettiysen peki çal, yoksa çalma1 buyurdu. Kadın da (def) çalmaya başladı..."[617]




Rasulullah'ın Müslüman Olmayan Kadınlara Karşı Davranışları



Cündeb b. Süfyan anlatıyor: "Rasulullah rahatsızlandı da iki yahut üç gece kalkmadı. Bunun üzerine bir kadın geldi ve: 'Ey Muhammedi Ben umarım ki şeytanın seni terketmiş olsun! Görüyorum ki iki yahut üç geceden beri sana yaklaşmadı' dedi. Bu olay üzerine Aziz ve Celil olan Allah 'and olsun kuşluk vaktine, sükûna vardığı dem geceye ki Rabb'in seni terketmedi ve darılmadı' âyetlerini indirdi."[618]


Rasulullah'ın korkan iki kadının hallerini araştırması:


Ebu Zerr şöyle anlatıyor: "Bir ara Mekkeliler dolunaylı bir gecede uy kuya daldılar. Ka'beyi kimse tavaf etmiyordu. Sadece onlardan iki kadın A-saf ve Naile'ye dua ediyorlardı. Bunun üzerine kadınlar velvele kopararak gittiler. Keşke bizim neferlerimizden biri burada olsaydı dediler. (Ravi de­vam ediyor:) Az sonra Rasulullah ile Ebubekir çıktı. Onlar yukarıdan iniyor­lardı (onlara) size ne oldu diye sordu. '(Başka dine gireni Ka'be ile örtüsü arasında gördük.) Ka'be ile örtülerinin arasında' dediler. 'Size ne söyledi?' diye sordu. Kadınlar: 'O, bize ağza alınmayacak sözler söyledi' dediler. "[619]


Müslümanların iyiliğine sebep olan kadını Rasulullah'ın mükâfatlandırması:


İmran anlatıyor: "Biz Peygamber'le birlikte yolculuk ediyorduk. Bir müddet sonra insanlar Rasulullah'a susuzluktan şikayet ettiler. Rasulullah konakladı. Ali ile birini daha çağırdı ve onlara 'gidin, su arayın' buyurdu. İlcisi gittiler. Sonunda devesi üstünde iki büyük kırba yahut iki tulum arasına oturmuş kadına rastladılar. Kadına 'su nerede?' diye sordular Kadın: 'Dün bu saatte suyun basındaydım, adamlarımız yolcudurlar, bizi arkada bıraktılar' dedi. 'O zaman yürü' dediler. Kadın 'Nereye?' dedi. 'Allah Rasulünün yanına' diye cevap verdiler. Kadın: 'Şu Sabii denilen adamın yanına mı?' diye sordu. 'O senin kasdettiğin zatın yanına, hadi yürü' dediler. Kadını Rasulullah'ın yanına getirdiler... Rasulullah bir kap istedi. Her iki büyük kırbanın ağızla­rından o kabın içine su boşalttık ve ağızlarını bağladı. İnsanlara: 'Gelin, hayvanlarınızı sulayın, kendiniz de su alın' diye nida olundu. O kadın ayakta durmuş suyu nasıl kullandıklarına bakıp duruyordu. Allah'a yemin ederim ki, artık su alınmadığı halde kırbalar bize öncekinden daha da dolu görünü­yordu. Rasulullah: 'Kadın için birşeyler toplayın1 diye emretti. Onun için en iyi hurmadan, undan, sevikten bir hayli şey topladılar, hatta birçok da buğ­day topladılar. Bunların hepsini (çuval gibi) bir bezin içine koydular. Kadını devesine bindirip çuvalı da kucağına yerleştirdiler. Rasulullah kadına: 'Görüyorsun ki, senin suyundan hiçbir şey eksiltmedik, fakat bize su verip suya doyuran Allah'tır' buyurdu. (Müslim'in rivayetinde de: 'Kadının yetim çocukları olduğu haber verilince: 'Rasulullah ona haydi git de bunları ailene yedir' buyurdu."[620]


Raslullah'ın yemeğine zehir koymasına rağmen o kadına hoşgörülü davranması ve hediyesini kabul etmesi:


Enes (r.a.) anlatıyor: "Yahudi bir kadın Rasulullah'a zehirli bir koyun (eti) getirdi. O etten biraz yenildi. (Zehirli olduğu anlaşılınca) kadın hemen Rasulullah'ın yanına getirildi. Hemen kadını Rasulullah'ın yanına getirdileı ve: 'Onu öldürmeyecek miyiz?' denildi. Rasulullah 'hayır' cevabını verdi Müslim'in rivayetinde de: Kadın Rasulullah'ın huzuruna getirilince Rasu­lullah ona bu durum hakkında soru sordu. Kadın 'Seni öldürmek istemiştim dedi. Rasulullah: 'Allah seni bu hususta asla muvaffak kılmaz buyurdular."[621]


Rasulullah'ın, savaşta kadınların öldürülmesini yasaklaması: İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: Rasulullah'ın savaşlarının birinde ölü bir ka din bulmuştum. Bunun üzerine Rasulullah, kadınların ve çocukların öldü rülmesini yasakladı."[622]


Rasulullah'ın kendisi hakkında kötü söz söyleyen kadına sabretmesi ve hidayete ermesi için dua etmesi:


Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Annemi İslam'a davet ediyordum. Kendisi müşrik idi. Bir gün onu davet etmiştim, bana Rasulullah hakkında hoşlanmadığım sözler söyledi. Bunun üzerine ağlayarak Rasulullah'a gel­dim ve ona: 'Ey Allah'ın Rasulü! Ben annemi İslam'a davet ediyorum, kabul etmekten çekiniyor. Bu gün kendisini yine davet ettim; bana senin hakkında hoşlanmadığım sözler söyledi. (Ne olur) Ebu Hureyre'nin annesinin hidaye­te ermesi için Allah'a dua et!' dedim. Bunun üzerine Rasulullah: 'Allah'ım! Ebu Hureyre'nin annesine hidayet ver1 diye dua etti. Ben, Rasulullah'ın dua­sına sevinerek çıktım. (Eve) geldim... (Annem) kapıyı açtı ve: 'Ey Ebu Hu­reyre! Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet ederim' dedi.[623]




Kadın Ve Olgunluk



Ebu Musa'nın bildirdiğine göre Rasulullah: 'Erkeklerden birçoğu kemale ermiştir. Kadınlardan ise sadece Firavn'un hanımı Asiye ile İmran kızı Meryem kemale ermiştir'[624] buyurmuştur.


Hafız İbni Hacer der ki: "Hadiste geçen 'Kadınlardan ise sadece Firavn'un hanımı Asiye ile İmran kızı Meryem kemale ermiştir ifadesi bu iki kadının Nebi olduklarını gösterir. Zira insan nevinin en olgunları sırasıyla peygamberler, veliler, sıddıklar ve şehidlerdir. Asiye ile Meryem peygam­ber olmasalardı kadınlardan veli, sıddık ve şehidin de olmaması gerekirdi, şeklinde delil çıkartılmıştır. Halbuki bu özellikler çoğu kadınlarda bulun­maktadır. Buna göre Rasulullah filanca kadınlar dışında kadın peygamber gelmemiştir, demiş gibidir. Eğer Rasulullah, sıddıklık, velayet ve şehidlik sadece şu iki kadına mahsustur deseydi tabii ki bu özellikler bu iki kadın dışında hiçbir kadında bulunamazdı. Eğer hadiste kastedilen nebilik dışındaki kemal ise böyle anlaşılması için yeterli delil sözkonusu ettiğimiz gerçeklerden dolayı yoktur. Allah en iyisini bilir. Bu yoruma göre de hadiste kastedilen kadınlar Rasulullah gelmeden önce yaşamış kadınlardır; Rasulullah dönemindeki kadınların kemale eremeyeceğini göstermez bu.


İmam Kurtubi der ki: "Yüce Allah melek vasıtasıyla vahyettiği için doğrusu Meryem nebidir. (Kadi İyaz Cumhurun bu görüşte olmadığını söyler[625] Asiye'nin nebi olduğunu gösteren hiçbir delil yoktur".


Kirmani der ki: "Kemale ermek lafzı, kadınların Nebi olduğunu göster­mez. Çünkü bu lafız bir şeyin tam olduğuna, kendi konusunda eksiksiz olduğuna delalet eder. Hadiste geçen kemal, onların kadınlara ait erdemlerin çoğuna sahip olmasıdır. Kadınlardan peygamber olmayacağı dair icma olduğu söylenmiştir. Buna rağmen İmam Eş'ariye göre altı kadın peygamber gelmiştir! Bunlar Havva, Sare, Musa'nın annesi, Hacer, Asiye ve Meryem. Eş'ariye göre peygamberliğin ölçüleri, bir kimseye Allah tarafından melek vasıtasıyla bir emrin, nehyin veya ileride olacak bir olayın vahyedilmesidir. Yukarıda adı geçen kadınlara da melek vasıtasıyla çeşitli emirlerin geldiği de bilinmektedir. Ayrıca melek gönderilen birkaç kadının ismi Kur'an'da da geçmektedir.


İbni Hazm der ki: "Kadınların peygamberliği konusu sadece Kurtu-ba'da çağında tartışılmıştır. Kurtuba'lılann bir üçüncü görüşü daha var. Tevakkuf (çekimser kalma). Kadınlardan peygamber olamayacağını söyle­yenlerin delilleri: 'Senden önce erkeklerden başka kimseyi rasul olarak gön­dermedik' âyetidir.


İbn Hazm der ki: "Bu âyet delil olamaz. Çünkü kadınların rasul olabile­ceğini kimse iddia etmemiştir. Sorun sadece nübüvvettir. Konuyla ilgili en açık mesele Meryem kıssasıdır. Musa'nın annesini konu alan kıssada ise mücerred vahiyle çocuğunu derhal suya bırakmasında onun peygamberliği­ni gösterecek noktalar vardır. Allah Teala Meryem ve Meryem sonrası pey­gamberlerden bahsederken: 'İşte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerdir' buyurmuştur. Meryem de bu umum lafzın içine girer. Allah en iyisini bilir.


Firavn'un hanımı Asiye'nin faziletleri arasında mülkü bırakıp ölümü seçmesini; içinde bulunduğu nimete karşılık da dünya işkencesine razı olmasını sayabiliriz. Musa (a.s.) ie ilgili: "O benim gözümün nurudur"[626] demesi de Asiye'nin ferasetini gösterir.


İşte bir tarafta Rasulullah'ın sözü diğer tarafta ise bazılarının sandığ: gibi kadınların hürriyetine kavuştuğu bu çağdan önce yaşayan alimlerimizir görüşleri. İlim adamlarımız çağlarında yaşayan cahiliyye görüşlerini kaldır­mış; onlar kadının durumunu kötüleştiren ve haklarım büsbütün ellerinder alan asırlarca süregelen batıl hurafelere yenik düşmemişlerdir. Bize gön kadın en yüksek derecelere çıkabilecek durumdadır. Kadınlardan peygam ber olup olmaması konusu alimler arasında tartışmalıdır. Fakat onlar kadın­ların veli, sıddık ve şehid olabileceklerinde icma etmişlerdir.


Yukarıda geçen hadisten şunları anlıyoruz:


Birincisi: Gerek kadında gerekse erkekte kemale ermek için fıtri tam bir istidat vardır. Yani kadının kamil olması mümteni değildir; erkekten geri kalmaz. Kadınların kemale ermesi mümkün olunca, kemal yolunda daha büyük derecelere ulaşmaları da çok daha imkan dahilindedir.


İkincisi: Kemale ulaşmak fıtri olarak mümkü olduğuna göre erkekler­deki gibi kadınların da eğitim-öğretim, gayret ve meleke kazanma ile olgun­luklarını artırmaları mümkündür. O halde olgunluğun gerçekleşmesi uğru­na kadına yeni şeyler kazandırmak konusunda titizlikle durulmalı; kadınların yeteneklerini artıran, fıtri kabiliyetlerini süsleyen ve kötü şeyler­den arındıran eğitim Öğretim ve yönlendirme görevlerini yapacak birçok yeni müesseseler kurulmalıdır.


Üçüncüsü: Fıtri yetenekler kadınlarda tam olduğu halde kemale eren kadınların az olması şu sebeplerdendir, a) Nadiren fıtri istidatin azlığı b) Eğitim ve yönlendirmenin yetersizliği. Eğitim ve yönlendirmenin yetersiz­liği şu sebeplere bağlıdır:


I. Eğitim ve yönlendirmede ilgili kişilerin sorumsuzlukları.


II. Özellikle kadınların sıkışık zamanları. Yani kadın hamilelik, doğum, emzirme, dadılık ve ev işleri gibi konularda bütün enerjisini harcamakta; ilim, ibadet, eğitim ve öğretim gibi faaliyetlere katılacak gücü kendisinde bulamamaktadır. Her halükarda kadınlara da erkeklere tanınan imkanları eşit olarak tanınmalı, eğitim-öğretim faaliyetleri ile kadının za-man-mekan ve şartlara uygun bir şekilde hazırlanmasına imkan sağlanmalı­dır. Üzülerek belirtelim ki çoğu sistemlerde eğitim-öğretim esasları kadının şartları hiç göz önüne alınmaksızın tamamen erkeklerin şartlarına göre hazırlanmaktadır.


Dördüncüsü: Bize çokça sorulan sorulardan biri de şu "Hadisi şerifte belirtilen kemal, olgunluk, bilinmek, meşhur olmak anlamındaki bir kemal mi? Yani olgunlukları ile meşhur olan erkeklerin sayısı çoktur. Ama kadın­ların ki ise sadece ... gibi kadınlardır" mı demek istemektedir? Bu sorulan giderecek, Kur'an'da hiç İmran kızı Meryem ve Fravn'ın hanımı Asiye ile ilgili misal var mı? İşte cevap! Yüce Allah buyuruyor ki:


"Allah, iman edenlere Firavn'un karısını misal verdi. Hani O Rabbim bana katından cennete bir ev yap. Beni Firavn ve onun kötü işinden kurtar. Beni zalim kavmin ellerinden de kurtar. İmran kızı Meryem rahmini korudu da biz onun rahmine ruhumuzdan üfledik. O Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğruladı da gönülden itaat edenlerden oldu." (Tahrim, 11-12).


Beşincisi: Kadınların ibadet, öğretim, davet ve cihad gibi genel saha­larda gelişmesi daha az olduğundan bu konularda yetişen erkekler kadınlara nazaran daha çoktur. Fakat kadınların, çocuk emzirme, yetiştirme, kocasını gözetmesi, çocuklarını eğitmesi gibi bizzat kendilerini ilgilendiren sahalar­daki başarıları kesinlikle gözardı edilmemelidir. Her nedense bu tür başarılar insanların gözüne gözükmez, insanlar hiç ağzına almaz. Bunlar zor farkedilen görünmez başarılardır. Kadın meçhul bir askeri temsil eder- Nasıl ki vitrinde olmayan askerler kendi aralarında er-onbaşı, çavuş komutan... gibi çeşitli mertebelere sahipse, kadınlar da ev işlerinde gayretleriyle çeşitli kemal derecelerine ulaşırlar. Tarih boyunca yükselen milletler vitrindeki komutanlardan daha çok meçhul askerlere kıymet vermişlerdir. Görünmeyen askere değer vermek gerekir. Çünkü o insanlara görünmez a-ma kimseden teşekkür beklemeden görünür basanlar elde eder. Yine o meç­hul asker, ümmetin gücünü, ümmetin güçlü şahsiyetini, ümmetin yüceliğini temsil eder. İşte kadın da böyledir. Çoğu zaman meçhul asker odur. Bazen de bilinen asker, yüce efendi olur. Nadiren de meşhur makamlarda bulunur.


Altıncısı: Hadisi şerif yetişmiş kadınlann toplumda çoğalması için kadını yetişme sebeplerini aramaya teşvik etmektedir. Mesela "onların aklı ve dini noksandır" hadisi kadını, kendisine atfedilen noksanlığı yok etmek amacıyla ev işlerini ihmal etmemekle beraber ev dışında da büyük gayretler sarfetmeye teşvik etmektedir. Bilindiği gibi yüce Allah çeşitli vesilelerle insanları imtihan etmektedir. Kadını hayızla, lohusalıkla sınamakta; bu durumdaki kadın ise hayız ve lohusahk sebebiyle kaçırdığı ibadetlere sabretmekte, daha başka ibadetler yapmaktadır. Yine kadım hamilelik, doğum, çocuk emzirmek ve dadılık gibi insan, ev dışındaki çalışmalardan alıkoyacak işlerle imtihan etmektedir. Bu durumdaki kadın ev işlerinin yanında kendisindeki sözkonusu eksikliği gidermek için ev dışında da olanca gayretiyle çalışmalıdır. Böylece zeka ve yetişkinliğini artırmalıdır. Yine kadını güçlü sevgi hissiyle, şiddetli infialle denemektedir. Kadın, kocasıyla yakınlık kurmalı, onunla en güzel şekilde en hoş biçimde geçinmeli, yaşamalıdır. Böyle kadınların yanında cehennem ateşinden kurtulduklarını gösteren bir yazı bulunur. Allah hiçbir kimseyi gücünü aşan şeylerle sorumlu tutmaz.


Yedincisi: Son olarak geçmiş milletlerde yetişkin kadınların azlığını gördük. Erkek kadın bir araya gelip Muhammed Ümmeti arasında yetişkin kadınları çoğultmak bizim üzerimize farz değil mi? O Muhammed ki kıyamet günü çoğu peygamberlerin önderi olacak... O kıyamet gününde bizimle övünecek... O, alemlere ancak rahmet olarak gönderilmiştir... Yine O, en mükemmel bir risaletle gönderilmiştir. [627]




MÜSLÜMAN KADININ TOPLUMSAL HAYATA KATILIMI VE-ERKEKLERLE KARŞILAŞMASI



Giriş



MÜSLÜMAN KADIN, yeryüzünün en adil, en yetkin biçimde imarı çalışmalarında erkeğin ortağıdır. Rasulullah (s.a.v.) bu konumu: "Kadınlar erkeklerin kardeşleridirler"[628]sözleri ile belirlemiş bulunuyor; dolayısıyla, onların yaşam alanlarında erkeklerle ciddi bir ortaklık içine gir­meleri gerekir. Yaşamımızda çalışma alanları, yapılan gereği erkeksiz ola­mayacakları gibi erkeğin rolü bu alanlarda daha çok yer tutmaktadır. Şer'î sınır gözetildiği sürece, Allah'ın yasası kadına, erkeklerle karşılaşıp onları görmesi, onların da kadınları görmeleri, kimi durumlarda birbirleri ile ko­nuşmaları, kimi durumlarda herhangi bir işte yardımlaşmalarını yasaklıyor değildir. Onların erkeklerle birliktelikleri yapmacık tutumlar, imalı konuş­malar veya duygusallıklar olmaksızın ağırbaşlılık içinde gerçekleşir. Kadının toplumsal yaşama katılımı ve bunun getirdiği erkeklerle birliktelik; şeriatın kararlaştırıp, Peygamber (s.a.v.)'in pratiğe geçirdiği bir olgudur. O Peygamber (s.a.v.) ki; kadının toplumsal yaşama katılımının, toplum yaşa­mına sağladığı kolaylığı, yararı, bir çok durumlarda bu katılımın engellen­mesinin toplumu yarardan yoksun bırakacağının yanında doğuracağı zorlu­ğu; çalışma ortamına açılmanın, Müslüman kadının evi ve çocuklarına karşı olan öncelikli yükümlülüğünü yerine getirmesine engel oluşturmayacağı, dahası, kişiliğinin olgunlaşması, evine karşı olan yükümlülüğü ile aile ve toplum gereksinimlerinin kadının omuzuna yükleyeceği olası diğer yüküm­lülükleri gereğince yerine getirmesine yardımcı olacağını biliyordu kuşku­suz.


Yararlı bir amacın gerçekleştirilmesi için planlanarak oluşturulan ey­lemler açısından olsun, özel olarak planlanmadan yaşamın normal işleyişi gereği oluşan eylemler açısından olsun; kadının toplumsal yaşama katılımı ve erkeklerle birlikteliği, kamusal ve bireysel etkinliklerin varlık bulduğu alanların her ikisinde de Müslüman toplumun genel ayırıcı özelliğiydi o dönemde.


İşte bu katılım ve birlikteliğin yaşandığı kutsal etkinlik alanlarından birkaçı:


Mescid: Farz, cenaze ve güneş tutulması namazları kılınırken kadın­larla erkekler birlikte toplanırlardı.


Öğrenim için bilginlerin çevresinde oluşan topluluklar: Mescid'de olsun, bayram namazı kılınan meydanda olsun veya bilginlerin evlerinde olsun kadın erkek birlikte toplanırlardı.


Allah'ın, hac ve umre görevlerini yerine getire bil sinler diye insanlar için güvenilir sığınak kıldığı Kabe'de de erkek ve kadınlar birlikte bulunur­lardı.


Bayram töreni yapılan alan: Kadınlar bayram namazı kılınan yere gider; namaz kılar, erkeklerle birlikte tekbir getirir, hayra ve müslümanların dualarına ortak olur, Mescid'de Habeşlilerin oyunlarının izlenmesine katılırlardı.


Yargılama alanları: Kadın ve erkeklerin ihtilafı durumunda; bazen durum karı kocanın herkesin önünde lanetleşmelerini gerektirirdi.


Cenaze işleri: Kadınlar başsağlığı diler, teselli eder, cenaze namazının kılınması ve cenaze sahipleri cenazelerini yolcu ederken mezarlığa ulaşmamak üzere onlara eşlik ederlerdi.


Savaş meydanları: Kadınlar, erkeklerin yanında gider onlara yemek hazırlar, susayanlara su verir, yaralıları tedavi eder, savaştan sonra ölü ve yaralıların taşınmasına yardım ederlerdi.


Lanetleşme durumları: Rasulullah (s.a.v.), Necran'dan gelen heyetle lanetleşmeye karar verdiğinde kadınlar da orda hazır bulunmuşlardı.


Bireysel yaşam alanlarındaki durum: Ziyaret, yemek ziyafeti, yardım ve aracılık isteme, hediye sunma, hasta ziyareti, başsağlığı dileme teselli etme eylemleri esnasında evlerde; görüş alma, iyiliği emretme, yardım sunma, evlenme teklifinde bulunma, mesleki veya siyasi ilişkiler esnasında ev dışında da kadınlar erkeklerle karşılaşır, onlarla konuşurlardı.


Şer'i kurallar çerçevesinde gerçekleşen, kadın erkek birlikteliği; günümüzde "meşru karışımlılık" deyimi ile belirtilmek istenen olaydır. Durum açık ve nettir. Bununla kadının, yaşamı; moral değerleri hafife alan, saygınlık yoksunu, değersiz ve zararlı değil; ciddi, dinamik, temiz yararlı! biçimde yaşamasını kastediyoruz. Erkeklerle birliktelikleri; bu tür yaşamın pratiğinin zorunlu sonucu olarak oluşmaktadır. Şehveti çağrıştıran beraber­likler değil, yaşamın kolaylaştırılması ilkesine dayanan iyiliğe yönelik tüm ciddi birliktelik türleri işlev görebilir bir durum kazanmaktadır. Varlık-bula­cak olan birliktelik ve ayrı olma durumları dinimiz açısından yasal çerçeve içinde oluşacak yapılanma gerçekleşmişse; yararlı, dinamik, ciddi yaşam, her an ve her alanda kadın için erkeklerden ayrı olma veya birlikte olmanın daha güzel olduğunu belirleyen yaşamdır. Müslüman kadın, erkeklerle birlikteliği, onların birlikteliğinden yararlanma olarak algılamaz. Dinimiz bunu yasaklamıştır. O erkeklerle birlikteliğe götürse de, ayrı kalmaya götür­se de dinamik bir yaşam gerçekleştirmeyi hedefler.


Kadınların yaşama katılımı ve erkeklerle birliktelikleri, başlangıçtan beri tıpkı evlenme gibi, insan yaşamının yani insanın toplumsal yaşamının gerekliliklerindendir. Allah, kadın ve erkeği, yeryüzünü birlikte imar etme­leri için yaratmıştır. Bu yasanın edimi olmaksızın, yaşam güçlülük ve kolay­lık içinde yürümez. Peygamberlerin -onlara selam olsun- yaşama yönelim­leri, bu yasanın pekiştirilmesine yöneliktir. Son Peygamber Muhammed (s.a.v.)'in hayatı onların tutumlarının sürdürülmesi yönünde olmuş, dahası, O'nun tutumu tüm yaşam alanlarını kapsayacak biçimde bu yasanın ufukla­rını genişletmişti, aynı zamanda gerekli kuralları da belirlemiştir. Dikkat edilmeli ki; kurallar, yasanın işlevine son vermeye değil, temiz ve güzel ya­şamın, yüzünü çirkinleştiren herhangi bir sevimsizlik içermeksizin işleme­sini sağlamaya yöneliktir.


Müslüman kadın başlangıçta, yaşamını Allah'ın hidayeti ışığında işte bu doğrultuda sürdürür. Vereceğimiz uygulamaya ilişkin örneklere gelince; onlar, Kur'an âyetleri ve Sünnet arasında herhangi bir münasebetle yer alan, yol göstermenin, pratiğine örnek oluşturmanın dışında bir anlam içermezler. Açıktır ki; Peygamberler -onlara selam olsun- zamanında mü'min kadınların gerçekleştirdikleri uygulamaların hepsi toplanmış da olsa; Allah'ın yol göstermesinin uygulanımı türlerinin bir bölümü olma niteliğini aşamazlar.


Uygulanım; alan ve değişen çağın durumlarına uyum sağlayan, yenilenen türler içerir yapıda kalır.


Burada, kitabın girişinde değinilen, gerçeği gösterir/hatırlatır yapıdaki, kimi bölümleri yeniden vermeyi uygun görüyorum: Kadının yüzünün açılması ve şer'i kurallar gözetilerek, erkeklerle birlikte bulunmayı doğuran toplumsal yaşama katılımının yasallığının onaylanmasına çağrı, hidayete çağrıdır. İşte Allah'ın buyruğu, insanların zorluktan kurtarılmalarını öngörüyor:


"Size dinde bir zorluk öngörmedi" (Hac, 78). Çağrımız burda iki guruba yöneliktir:


Birinci Grup: Onlar, yüzlerin açılmasını ve ne ölçüde gereksinim duyulursa duyulsun, ne ölçüde şer'i kurallar içinde gerçekleşirse gerçekleş­sin; kadının toplumsal yaşama tüm katılım biçimlerini yasaklıyorlar. Onları şer'i kuralları irdelemeye ve şu hadis-i şerifin uyarısına eğilmeye çağırıyo­rum: "Helali haramlayan, haramı helalleyen gibidir."[629] Yani her ikisi de Allah'ın yasasını çiğner konumdadırlar. Peygamber (s.a.v.) kadının yüzünün açılmasını ve toplumsal yaşama katılımını yasallaştırırken; müslümanlar için hayır peşinde olmuştur. Yasa hayır oluşumunu hayırlı ciddi yaşam yöntemi içinde ilerlemesini kolaylaştırma ve bilgi edinme, geçimlik kazammında güçsüz kocaya yardım etme, hayırlı toplumsal girişimlerle olumlu tutumları destekleyip, sapkınlıklara karşı savaşan siyasi girişimlere ortak olma gibi kadına yararlı çalışma kapıları açarak sağlıyor. Hz. Ali (r.a.)'nin şu tutumunun hatırlatılması; bu guruba Allah'ın yasalarına karşı takınılması gereken tutumun izahı açısından yararlı olacaktır. İşte olay: "Öğle namazını kıldı. Hz. Ali (r.a.), sonra halkın şikayetlerini dinlemek için ikindi namazına kadar Küfe meydanında oturdu, sonra bir kapla su getirip içti, yüzünü, ellerini, başını ve ayaklarını yıkadı. Sonra kalktı ayakta iken geri kalan suyu içti, ardından: Kimileri ayakta su içmeyi kötümsüyorlar, biliniz ki, Peygamber benim yaptığım gibi yaptı' dedi."[630] El-Hafız ibn Hacer: "Ali (r.a.)'ın hadisinin yararlı yönlerinden biri de:


İnsanları yapılabilirliğini bildiği şeyi işlemekten kaçınır gördüğünde; durum süreğenlik kazanarak onları haramlığı sanısına götürmemesi için doğru olanı bildirmesinin bilginin görevi olduğunu göstermesidir. Özellikle sözü edilen türden bir olumsuzluk olasılığı sezdiğinde sorulmamış da olsa zaman kaybetmeden hükmü bildirmeli, sorulduğunda ise hükmü bildirilme­si gerekliliği daha da güç kazanır."[631]


İkinci gruba gelince: Onlar Allah'ın yasasına muhalefet etmekte; boşvermişlik, çıplaklık ve moral değerleri hesaba almayan birlikteliklere yönelmektedirler. Onları, Allah'ın buyruklarına boyun eğip, koyduğu sınır­lar içinde kalmaya, örtünmesini emrettiğini örtmeye ve erkekle kadınların birlikte oldukları durumlarda şer'i kuralları gözetmeye çağırıyorum. Aksi halde Allah'ın gazabı ile yüzyüze kalacak ve Batı toplumunun sıkıntısını çektiği, toplumsal hastalık dikenleri içinde bulacaklardır kendilerini.


Tüm geçen sözlerin ardından, özellikle ikinci gurubun dikkatini çek­mek isterim ki; ben kadının toplumsal yaşama katılımının şer'i kurallarının ortaya çıkarılmasına yönelik özel bir bölüm ayırdım. Konunun öneminden ötürü bu gerekliydi. Çünkü, kadının toplumsal yaşama katılımı türlerinin Allah'ın buyruğu doğrultusunda gerçekleştirilmesini sağlayacak temel ku­rallar bu kurallar olup, o katılımdan umulan güzel meyvelerin elde edilmesi de o kuralların gözetilmesi ile sağlanacaktır ancak.


Kadının kurtuluşu, çalışması, siyasi ve toplumsal girişimlere katılımı­na ilişkin sözümüzün değerlendirilmesi konusunda acelecilikten kaynakla­nacak her türlü yanlış anlamaya kapılan kapamak için başlangıçtan itibaren ev işlerinin kadının öncelikli görevi olduğunu onayladığımızı belirtmiş bulunuyoruz biz. Tüm bu önemli meseleleri; neden yokken veya batı yanlısı akımların etkisiyle ortaya atıyor değiliz. Hayır, onları Allah'ın kitabı ve elçi­sinin sünnetinden hareketle ortaya koyuyoruz. Yani şer'i kaynakların mantı­ğı ve açık delaletlerinden çıkarımlayarak veriyoruz. Dahası, insanların doğal olarak anlaşmazlık gösterdikleri, anlamı kapalılık gösteren naslara da dayandırıyor değiliz sözlerimizi. Meseleleri; şer'i anlamlan, uygulama ku­ralları ve sınırları içinde veriyoruz. Başka gruplann kimi sözlerine benzer sözler söylememiz bizim savımızı yaralamaz. Nasıl olsa sözler dilimizin bir parçası olarak yaşayacak, salt bir grubun yüklediği uydurma anlamlar yü­zünden onları atacak değiliz. Aksine biz; o sözlerin gerçek anlamlannı geri dönderip, uydurma yüklemelerden soyunarak gerçek anlamlarını kazanıp ortaya çıkmalarına kadar kullanmayı sürdürmeyi görevimiz olarak görüyoruz. Bunu yaptığımızda, o müfsidler şaşıracak, pişman olacaklar.


Ev işlerinin kadının öncelikli görevi olduğu yargısı şunları kapsar;


Kadın ve erkek olmak üzere ne birey, ne de toplum; mesut, birbirleri ile yardımlaşma ve kaynaşma içinde olan aileye karşı gereksinimsiz olamaz. Bireyleri arasındaki sevgi ve kaynaşma gücü açısından olsun, mutluluk ve çocukların gereğince korunup gözetilmesi açısından olsun ailenin korunması; tüm birey, özel ve resmi kurumların gerçekleşmesi için işbirliği etmelerini gerektiren bir meseledir. Toplum, kadın ve erkek bunun sağlanması oranında kalkınacak, ihmali Ölçüsünde de erkek ve kadın heder olacak, toplum güçsüzleşip çökecektir.


Ev işlerinin yerine getirilmesinde, görevlerin yapısı farklılık gösterse de, hem kadının hem de erkeğin sorumlulukları vardır. Ev işlerinin yürütülmesinin kadının öncelikli görevi olması; onun, toplum gereksinimleri ile aile durumunun değişimine bağlı olarak farklılık gösteren başka görevleri olamayacağı anlamına gelmez. Ama ev işi görevi; özellikle de görevler arasında çatışma olduğu durumlarda öncelikliliğini her zaman korur.


Görevler arasında çatışmanın kaçınılmazlığı iddiası dayanaktan yoksundur. Görevler arasında çatışma; ya yanlış anlayış, ya erkek veya kadının zayıflığı, ya erkeğin kendini üstün görmesi ya da toplumsal kuramların yetersizliğinin oluşturacağı bir durumdur. Biz bu araştırmada kadın veya erkeğin zayıflık göstermesi problemi ile kurumların yetersizliği problemlerinin giderilmesi yollarının belirlenmesine katkı sağlamaya çabaladığımız gibi, yanlış anlamaların giderilmesi için de çabalıyoruz. Diğer yandan; mesleki çalışmalarında, çalışan kadına daha çok ayrıcalıklar verilmesine yönelik çalışmalarla, görevler arasında denge ve uyumun gerçekleştirilmesi olanağı bulunduğuna parmak basıyoruz. Kadına mesleki çalışmasında daha çok ayrıcalık tanınması bir yönden temel görevinin çiğnenmesi veya yetersiz düzeye inmesi diğer yönden de yerine getirdiği diğer görevlerin sağladığı hayati Önemi haiz yararlılıklarının korunmasını sağlayacaktır. Karı koca, devlet vaya toplumsal kurumların oluşturduğu sistemler, toplumun genel geçerlilik içinde gördüğü davranış biçimleri (örfler) hep birlikte, kadının temel görevi ile diğerleri arasında uyum sağlanması için çaba göstermelidirler. Ciddi çabalara karşın, görevler arasında yeterli uyum sağlanamadığı durumlarda; diğer çalışmalardan az da olsa elverenin üstlenilmesi ile yetinilerek, temel yükümlülük, önceliklilik ve önemlilik şanslılığını koruyacaktır. Kadının öncelikli görevinin dışındaki görevlerden elverdiğince üstlenmesi, onların sağlayacağı yararların tümden yitirilmesini önleyecektir hiç değilse. Unutmamalıyız ki; kadının tüm gö­revlerini yerine getirmesinin sağlıyacağı meyveleri elde etmeden müslüman toplum asla yapısını tamamlıyamayacak; uygarlığın, güçlülüğün yüksek düzeyine ulaşarak Allah'ın: "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet ol­dunuz" sözünü kanıtlar duruma gelemeyecektir.


Allah'ın yasasının yanlış anlaşılması ve kadını mülk edinmeye dayanan çarpık bilincin egemen olduğu kişilere gelince; onlar kadının ev dışında görev -görev ailenin ve toplumun yararına olsa da- üstlenmesini kabul etme­mektedirler. Onlara karşı olanakların elverdiği ölçüde Allah'ın yasalarının değinilerini açıklamanın dışında yapabilecek bir şeye sahip olduğumuzu sanmıyorum.                                                                                  


Girişi bitirmeden önce Sahih-i Buhari'nin belirlediği konumuzla ilgili alt başlıkların okuyucuya sunulmasının yararlı olacağı kanısındayım. O'nun belirlediği altbaşlıklarda, kadının toplumsal yaşama katılmasının sünnetten olduğunu kesinliğe kavuşturan açık fıkhi tesbitler yer alıyor. Bilginlerin de söylediği gibi, İmam Buhari'nin keskin fıkhi anlayışı bu alt başlıkları belirle­yicinde kendini göstermektedir.


BİLİM


- Devlet başkanının kadınlara vaazetmesi ve öğrenim yaptırması.


- Devlet başkanı bilim konusunda kadınlara Özel zaman ayırır mı?


NAMAZ


- Kadınların mescidde uyumaları.


- Kadınların şafak sökmeden mescide gitmeleri.


- Kadınların sabah erkenden evden çıkmaları.


- Kadının mescide gitmek için kocasından izin alması.


CUMA


-  Cuma namazına katılan kadm-çocuk ve diğerlerinin yıkanması


gerekli midir?


 BAYRAMLAR


-  Kadınların -ay hali durumu olanlar dahil- bayram namazı kılınan meydana gitmeleri.


- Devlet başkanının bayram günü kadınlara konuşması.


- Bayram günü giyecek elbisesi olmayan kadının durumu.


-  Bayram namazı kılınan meydanda ay hali yaşayan kadınların diğerlerinden ayrılmaları.


GÜNEŞ TUTULMASI


- Güneş tutulmasında kadınların erkeklerle birlikte namaz kılmaları.


 NAMAZDA NAMAZDIŞI BİR ŞEY YAPMA


- Kadınların el çırparak uyarması.


 HAC


- Ka'be'yi kadınların erkeklerle birlikte tavaf etmeleri.


- Kadının erkeğin yerine haccetmesi.


CENAZE


- Erkeğin mezar başında kadına sabır tavsiye etmesi.


- Kadınların cenazenin ardısıra yürümeleri.


TERAVİH NAMAZI


- Kadınların itikafa girmeleri.


-  Ay hali bittikten sonra kanaması süren kadının itikaf konusunda tutumunun ne olacağı.


- Kadının itikafta bulunan kocasının ziyaret etmesi.


ALIŞVERİŞ


- Kadınlarla birlikte alışveriş


TANIKLIK


- Kadının tanıklığı ve Allah'ın: "İki erkek bulunmazsa, bir erkek iki kadın" sözünün anlamı.


- Emzikli kadının tanıklığı


- Kadınların kimilerinin kimilerini yanlışları konusunda uyarması. CİHAD


- Erkek ve kadınların cihad ve şehadete çağrılmaları.


- Kadınların cihadı.


- Kadının denizde savaşması.


-  Birden çok karısı olan kocanın, kanlan arasında birini savaşa götürmesi.


- Kadınların sefere çıkıp erkeklerle birlikte savaşmalan.


- Kadının seferde erkeklere su taşıması.


- Yaralılann kadınlarca tedavisi.


- Kadınların ölü ve yaralıları taşımaları.


- Kadının kardeşinin terkisine binmesi.


-  Kadının hasır yakıp külü ile babasının yarasını tedavi etmesi ve kadının babasının yüzündeki kanı yıkaması.


HUMUSUN FARZ KILINMASI:


-  Kadınların em inli k görevi almaları.


TEFSİR:


- "Mü'min muhacir kadınlar size gelirlerse."


- "Mü'min kadınlar sana gelip siyasi sözleşme yaparlarsa."


NİKAH:


- Kişinin din kardeşine "hangi hanımımı istersen, boşayayım" demesi.


- Kadının kendisini salih kişiye sunması.


- Gelini damada takdim eden kadınların duası.


- Kadının kocasına kadın hediye etmesi.


- Kadın ve çocukların düğüne gitmeleri.


- Kadının kendi düğününde erkeklerin yanına gelerek onlara hizmet etmesi.


-  Erkeğin yakını olmayan kadınla başbaşa kalamayacağı ve kapalı yerdeki kadının yanına girme.


- Kadınla erkeğin başbaşa vermelerinin yasaklığı.


- Kadının zorunlu olmadığı halde oynayan Habeşlileri seyretmesi.


- Kadının ihtiyaçtan dolayı dışarı çıkması.


BOŞANMA


- Zorlandığı durumlarda kişi karısına: "Bu kardeşimdir" dese, bir sonuç doğurmaz.


- Peygamber (s.a.v.)'in Berire'nin kocası için arabuluculuk etmesi.


-  Kişinin karısına "anamın sırtı gibisin" demesi ve Allah'ın "Allah, kocası konusunda seninle çekişenin sözünü işitti" sözü.


- Mescidde lanetleşme.


-  Mülkî amirin lanetleşenlere: "Biriniz yalan söylüyor, içinizde sözünden dönen var mı?" diye sorması.


HASTALAR


- Hastalandıklarında kadınların erkekleri ziyaret etmeleri.


 TIB


- Kadın erkeği erkek kadını tedavi eder mi?


- Kadının erkeğe dua okuması.


EDEB


- Dul kadına iftira etme.


 İZİN İSTEME


- Kadınların erkeklere ve erkeklerin kadınlara teslim edilmesi.


CEZA UYGULAMA


- Bayram namazı kılınan meydanda recmetme.


- Zinadan hamile kalanın çocuğunu doğurduğunda recmedilmesi.


- Zina edenler bekar iseler celt vurulur ve sürgün edilirler.


DİYETLER


~ Kadına karşılık erkeğin idam edilmesi.


- Yaralamalarda, kadınlar ve erkekler arasında kısas yapılması.


HÜKÜMLER


- Mescidde yargısını bildirip lanetleşenin durumu.


- Kadınların siyasi sözleşmeye girmeleri.


KİTAP VE SÜNNETE TUTUNMA


Peygamber (s.a.v.)'in Allah'ın kendisine öğrettiğini kendi görüşünü katmaksızın ve örneklemeye girmeksizin ümmetinin kadın ve erkeklerine Öğretmesi.


Buhari'nin, kadının toplumsal yaşama katılmasına ilişkin belirlediği konu alt başlıklanbunlar... [632]




Peygamber Döneminde Kadının Toplumsal Yaşama Katılması



KADINI TOPLUMSAL yaşama katılması, nasslarda (kitap, sünnet) başlıbaşına yer almaz. Fakat, nassların bütün ve çeşitli alanlarda türlü ilintiler dolayısıyla kendini gösteren katılım ve karşılaşma olaylarını belirle­yen dokümanlardan çıkarılmaları mümkündür.


Nasslarda gördüğümüz etmenlerin en önemlileri şunlardır:[633]. Yaşamı kolaylaştırma


Kuşku yoktur ki, temiz, yararlı, dinamik yaşam; duraksamaması veya işlevsiz kalmaması, darboğaza girmeden veya zorlukla karşılaşmadan yürü­mesi ve müminlerin de rahatlık içinde onunla birlikte ilerlemeleri için kolaylık sağlayan öğelere gereksinim duyar. Hz. Aişe (r.a.): "Rasulullah'ın iki durumdan birini seçme ile karşı karşıya kalıp da, günah söz konusu değilse kolay olanı almadığı olmazdı. Eğer herhangi bir günah söz konusu olursa, herkesten çok ondan uzak dururdu" diyor. '


Kadınlar, akıllarına bir soru takıldığı veya bir gereksinimle karşı karşıya kaldıklarında, soruyu Rasulullah'a iletmesi için koca veya bir yakınlarına sığınmaksızın Rasulullah (s.a.v.)'a giderlerdi. Nedeni; kimi durumlarda bunun, erkek için kolay olmaması, kimi durumlarda erkeğin kolaylıkla kabul etmemesi, reddetmesi, yavaştan alması kimi durumlarda soru ve yanıtı anlayıp iyi nakledememesi ve bunun dışında düşünülebilecek başka olumsuz olasılıklarla karşılaşmaları idi. Dolayısı ile en kolayı; durum erkeklerle (Rasulullah ve arkadaşları) karşılaşmayı gerektirse de, en kısa yoldan gereksinimi gidermek için gereksinimi olanın gitmesiydi. İşte birkaç örnek:


Bureyde (r.a.): "Rasulullah (s.a.v.)'ın yanında oturuyordum. Ansızın bir kadın gelerek Anneme yardım olarak bir cariye vermiştim. Annem öldü dedi. Rasulullah (s.a.v.): "Yaptığının karşılığını görmen ve o cariyenin miras olarak sana geri gelmesi gerekir" dedi. [634]


İbn Abbas (r.a.): "Cuheyne kabilesinden bir kadın Peygamber (s.a.v.)'e gelip: 'Annem hacca gitmeyi adamıştı; hacca gitmeden öldü, O'nun yerine hacca gidecek miyim? dedi. Rasulullah: 'Evet onun yerine haccet dedi."[635]


Fatıma Kays'dan, Amr b. Hafs b. Mugire'nİn nikâhında imiş. Kocası kendisini üçüncü kez boşadığında durumunu kestiremediğinden gidip Rasulullah (s.a.v.)'a kocasının evinden çıkıp çıkmayacağını sorduğunda Rasulullah (s.a.v.) âma İbn Ummu Mektum'un evine taşınmasını emrediyor.[636]


O dönemde bazen erkekler Rasulullah (s.a.v.)'a soru sormalarını eşlerine kendileri önerirlerdi. Bu duruma örnek:


Abdullah b. Mesud (r.a.)'un karısı Zeynep!.. Zeynep Abdullah ile evindeki yetimlere yardım ederdi. Bir gün Abdullah'a sana ve evimdeki yetimlere yardım etmemin benim için yararlı olup olmadığını sorsan? dediğinde. Abdullah: Rasulullah (s.a.v.)'a sen kendin sor! diyor. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)'a gidiyor...[637]


Bu bize Sahiheyn dışında belirlenmiş kimi ilginçlikler içeren bir kıssayı anımsattı. Ensardan bir kişi, bir meseleyi sorması için karısını Rasulullah'a gönderiyor. Onun o meseleyi Rasulullah'a sormaya karısından daha uygun olduğunu sanıyorum. Adam Rasulullah'ın yanıtı ile yetinemeyip karısını ikinci kez gönderiyor. Tüm bunlar erkek ve kadın yönünden bir durumun zorlaması olmaksızın cereyan ediyor. Diğer yandan, Rasulullah, kocası evde iken soruyu kadının getirmesini ve soruyu ikinci kez getirmesini kötümsemiyor. İşte hadisin metni.


Ata: Rasulullah zamanında ensardan biri, oruçlu iken karısını öpüyor. Ardından kırışına Peygambere sormasını emrediyor, o da bunu peygambere sordu. Peygamber: "Allah'ın Rasulü de bunu yapıyor" dedi. Kadın, kocasına Rasulullah'ın yanıtını ilettiğinde kocası: Peygamber'e bazı konularda kolaylık tanınmıştır. O'na dön bu duruma açıklık getirmesini iste diyor. Kadın Peygamber'e geri gelerek: "Peygamber'e kimi konularda kolaylık tanınmıştır diyor de dedi." Bunun üzerine Rasulullah : "Ben Allah'a karşı en düşünceli davrananınız ve Allah'ın koyduğu kuralları en iyi bileninizim" dedi.[638]


Hz. Aişe'nin yukarıda verdiğimiz tesbiti ne kadar yerindedir. Rasulullah her konuda sürekli kolaylaştırma yolunu tutardı. Eğer kadın erkek birlikteliği yaşam için kolaylık ve bu birlikteliğin önüne geçme engel oluşturuyorsa; işte, gelen iki örnekte de açıklığa kavuştuğu gibi, Rasulullah'ı yaşamı kolaylaştıran şer'i çıkış yolu sunmaya koşar buluyoruz:


Örnek I:


Hz. Aişe: Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim, Ebu Huzeyfe ve ailesi ile birlikte onun evinde idi. Bir gün Sehl bin Sehl Peygamber'e gelip: "Salim erginlik çağına ulaştı, büyüklerin aklettiklerini akleder oldu. Ebu Huzey­fe'nin bu durumdan tedirgin olduğunu sanıyorum" dediğinde. Rasulullah ona: "Onu emzir, ona haram ol, böylece Ebu Huzeyfe'nin tedirginliği de ortadan kalksın" dedi. (Başka bir aktarımda o: "O ergin bir kişi iken onu nasıl emziririm?" dedi. Bunun üzerine Rasulullah gülümseyerek: "Onun ergin bir kişi olduğunu biliyorum" dedi) Sonra geri gelip: "Ben onu emzirdim, Ebu Huzeyfe'nin de psikolojisi düzeldi" dedi.[639]


Zeynep bin Ummu Seleme: "Ummu Seleme Hz. Aişe'ye: "Yanıma gir­mesini istemediğim erginlik çağına yaklaşan çocuk senin yanına giriyor" dediğinde, Aişe: Rasulullah'ın yaptığı senin için örnek oluşturmuyor mu? Ebu Huzeyfenin karısı "Ey Rasulullah, Salim benim yanıma giriyor. O er­ginlik çağına ulaşmış bulunuyor. Ebu Huzeyfe onun bu durumundan tedir­gin, dediğinde Rasulullah ona "Senin yanına girebilmesi için onu emzir" demişti, karşılığını verdi. [640]


Hafız ibn Hacer: "... Ebu Davud şu haberi doğru bulmuştur: 'Aişe, kardeşlerinin kızlarına, yanlarına gelip onları görmelerini istediklerinde emzirmelerini emrederdi. Eğer kişi ergin ise beş kere emzirmenin ardından onların yanına girerdi.' Taşıma zinciri sağlamdır. İbn Hacer devam ediyor: Bu meseleyi Ebu Taberi Tehzib el-Asar'da üstün bir dayanakla veriyor.


Hafsa'dan, Ummu Seleme'nin: "Peygamber'in diğer hanımları bu tür emzirmeyle birinin yanlarına girmesinden kaçındılar rivayetini kıran Ai-şe'nin sözünün benzerini sağlam taşıma zinciri ile vermiş.


İbn Teymiyye: Bu hadisi (Peygamber'in Ebu Huzeyfe'nin karısına de­diği: "Onu emzir, ona haram ol" sözleri için söylüyor). Aişe benimsemiş Peygamber'in diğer hanımları onun doğrultusunda hareket etmekten kaçın­mışlar. Oysa "açlıktan ötürü emilir" sözünü de Rasulullah'tan Hz. Aişe nak-letmiştir. Fakat o böyle bir amaç için emzirme ile beslenme için emzirmeyi farklı bulmuştur. Eğer amaç emenin beslenmesi ise, bu genelin yaptığı olup sütten kesilmesinden Önce değilse emdiği ona haram olmaz. Ama, emenle emilen birbirlerine haram kılınması gereksinimi gözetilerek emziriliyorsa bu geçerlidir. Kimi durumlarda başkaları için geçerli olmayan gereksinimi olan için geçerlidir. Bu kabul görmüş bir kuraldır."


Örnek: 2


Cabir b. Abdullah: "Halam boşanmasının ardından hurmalarını topla­maya kalktığında bir kişi onun dışarı çıkmasının yasak olduğunu söyledi. (Bekleme süresi içinde idi.) O da Peygamber'e gitti. Peygamber: Yoo, hurmalarını topla, umulur ki sadaka verir veya bir iyilik edersin" dedi. ı' Taberi'nin, Katade'den verdiği haberde bu örneklerin benzeri: "Katade: 'Rasulullah biat günü, kadınlara sokaklarda gösteriş yaparak yürümemeleri ve erkeklerle konuşmamaları konusunda sözleştiğinde, Abdurrahman İbn Avf Peygamber'e: 'bizim konuklarımız oluyor ve bizim kadınlarımızın yanı­mızda bulunamadığı durumlar da oluyor' dedi. Rasulullah ona: 'Kastettiğim onlar değil' karşılığını verdi."' Yani güvenilir erkeklerle yapılan ciddi konuşmaları değil, tufeyli, kişiliksiz erkeklerle girilen konuşmalar kastedi­liyor.


İşte görüyoruz. Allah'ın yasasının kolaylaştırmak olduğunu kavramış bulunan Abdurrahman b. Avf, kadınların erkeklerle konuşmalarının yasak­lanmasının, misafirler geldiğinde zorluğa yol açacağını kestirdiğinden hemen Rasulullah'a başvuruyor. Rasulullah'ın yanıtı kolaylaştırma, zorluğu ortadan kaldırma yönünde geliyor.


O saygın sahabiler, peygamberi kılavuzluğun belirlediği kolaylaştırma meselesini kavramışlardı. İşte saygın bir sahabi, kendi düğününde bırakıyor, konuklara karısı hizmet ediyor. Rasulullah da bu tutumu onaylıyor ve onun sunduğu şerbeti kabul ediyor.[641]


Sehl: "Ebu Esid es-Sa'idi evlendiğinde Peygamber ve arkadaşlarını davet etti, fakat kendisine yemek hazırladı ne de yemeği sundu. Bu işleri ka­rısı yaptı. O, onun gelin olduğu gündü deniliyor. Karısı geceden taş bir kapla hurma ıslatmış bulunuyordu. Peygamber yemek yemeği bıraktığında, ıslattığı hurmanın suyundan sundu. Bununla ona özel muamele yapıyor­du."[642]


Temim ed-Dari: "Amr b. el-As, bir iş için Ali b. Ebi Talib'in evine gidi­yor. Ali'yi bulamayıp geri dönüyor. Sonra iki veya üç kez daha gidiyor. Yine Ali'yi bulamıyor. Daha sora Hz. Ali geldiğinde ona: 'Gereksinimin kadınlar­ca karşılanabilecekle yanlarına giremedin mi?1 dediğinde: 'Kocalarının izni olmaksızın onların yanına girmemiz yasaklandı diyor." [643]


Hz. Ali'nin Amr b. el-As'ın tutumuna nasıl hayret ettiğini ve sözlerini (gereksinimin kadınlarca karşılanabilecekse yanlarına giremedin mi?) düşündüğümüzde, bu saygın sahabenin, günahtan kaçınmada aşırılığa kaç­madan yaşadıklarını ve bunu şer'i yasaların hükümlerini özenle gözetmele­rine karşın gerçekleştirdiklerini ve Allah'ın onlara insanların tüm işlerinde kolaylık sağlayan bir din bağışladığını kavrayacağız. İşte erkekler kadınla­rın yanına gitme gereği ile yüzyüze kaldıklarında, din onlara zorluk çıkar­mamakta, gereksinimlerini perde arkasından veya bir yakınları araçlığı ile gidermeye zorlamamakta, sadece, gereksinimlerin ahlak ve dokunulmazlık­lar korunarak giderilmesi için gereken kuralları koymakla yetinmektedir.


2. Kadının kişiliğinin geliştirilmesi


Kadının toplumsal yaşama katılımı ve erkeklerle birlikteliği, ona üstün değerlere yönelme fırsatı ve çeşitli uzmanlıklar kazandırdığı gibi, birçok kişi ile birlikte hayır işlerinde birlikte çalışma olanağı sağlamaktadır. Bu durum, öğrenme isteği, iyilik etme ve Allah yolunda cihad gibi kadını top­lumsal yaşama katılıma götüren etmenler işlenirken net biçimde tümüyle açıklığa kavuşacak. Buna karşın toplumsal yaşamdan kopma, kadını hayır işlerinden mahrum bırakmakta ve yöneldiği değerlerin düzeyini düşürmek­tedir. En iyi durumlarda bile onu üstün olandan alıkoyarak değeri düşük olan işlerle başbaşa bırakmaktadır. Onu yaşlı yetkin öğretmenden uzak tutup, onun öğrencileri önüne koymakta; serbest tartışmalardan alıkoyarak sınırlı tartışmalarla yetinmeğe itmektedir. Bu, kadının, toplumsal yaşama katılımı ve erkeklerle birlikteliğinin, onun kişiliğinin geliştirilmesi vesilelerinden biri olduğu anlamına gelir. Yararlı kişilerle karşılaşması onun yararlılık bi­lincini, bilginlerle karşılaşması bilgisini geliştirecek, toplumsal ve siyasal girişimlere önem verenlerle karşılaşması da toplumsal siyasal bilincini ge­liştirecektir.


Kadının, yararlı kadınlarla birlikteliğinin onun yararlı olma duygusu­nu, bilgin kadınlarla birlikteliğinin bilgisini, toplumsal alanda çalışan kadın­larla birlikteliğinin uyanıklığını artıracağını yadsıyan kimse yok. Fakat, toplumumuzda yararlılık, bilim ve iş aleminin üstün örnekleri neredeyse sa­dece erkekler arasında görülüyorsa, kadınları yararlılık bilgi ve bilinçlerini geliştirmeye götürecek yol nedir?


Sözünü ettiğimiz üstün nitelikler açısından, zengin aile ortamında olan azınlıktan değil, tüm kadınların durumu açısından konuşuyoruz. Sorunun çözümü için üstün değerlere sahip erkek toplulukları içinde toplumsal yaşa­ma katılmanın dışında bir yol yoktur. Önemli olan, ibadet ve davranış konu­su olsun, bilim, düşünce veya toplumsal ve siyasi çalışma konusu olsun, bu toplumlarda ağırbaşlı konuşmalarla, verimli ciddi girişimlerin yoğunlaştı-rılmasıdır. Peygamber döneminde bunların tümü alt sınırda da olsa kadınla­rın mescide gelmeleri ile sağlanıyordu. Peygamber mescidi, hem kadın hem erkek için eşit düzeyde, kulluk, kültür ve toplumsallığa ilişkin ışınımların merkezi idi.


Kadının Kur'an veya va'z dinleme, toplantı ve konuşmalara katılma veya tanışma ve iyilikte yardımlaşma için oluşturulan toplantılarda müslüman kadınlarla buluşması amacın gerçekleşmesini sağlıyordu. Bu kadının elde ettiğinin alt düzeyi idi. Üst düzeyi Peygamberimizin hanımlarında kendini göstermiştir. Onlar bu düzeye; çevrelerindeki insanlar ve yaşamla sürekli ilgilenmeleri yanında; Allah'ın, vahyini duyuran ve bilimin kaynağı ile birlikte olma bağışı sayesinde erişmişlerdir. Ulaştıkları üstün bilimsel düzeyin gereği, onlar, önde gelen sahabe ve ikinci kuşak bilginlerin hadis tefsir, fıkıh dersi aldıkları öğretmenler oldular.


Bugün bilginlerimizin, kadınlara karşı Peygamber'in sünnetini örnek almaları gerekir. Görüldüğü gibi o, onların eğitimi işini başkalarına bırak­maz, kendisi üstlenirdi. Sahih-i Buhari'de bu olguya açıklık getiren, önde ge­len tabiilerden Ata'nın konuya ilişkin görüşü yer alıyor. Ona, "Günümüzde devlet başkanının, bayram hutbesini bitirdiğinde kadınların yanına giderek onlara ayrıca konuşma hakkı var mıdır?" diye sorulduğunda: "Onlar bu hakka sahipler, ne oluyor da onu yapmıyorlar?" yanıtını vermişti.[644]


Günümüzde kadınlarımız da; babaları, kocaları dahası Peygamber'in hanımlarının sormasıyla yetinmeyip problemlerini Rasulullah'a bizzat ken­dileri soran mü'min kadınları örnek almalılar. O dönem mümin kadınlarının bu tutumlarının örneklerinden olan, Sübey'a'nın Ebu es-Senabil'in fetvası ile yetinmeyip, Rasulullah'a gidip gebe olduğunu, çocuğunu doğurduktan sonra kendisine evlenmenin helal olup olmadığını sorması konusunda Hafız İbn Hacer şu yorumu yapıyor: "Hadis, Sübey'a'nın zeki ve kendine güvenen gururlu biri olması dolayısıyla es-Senabil'in verdiği fetvanın doğruluğu konusunda tederrüt ettiğini ve bunun onu yasa koyucudan yargının açıklan­masını istemeye ittiğini gösterir."[645] Esasen günümüzde kadınlarımızın Peygamber'in hanımlarını örnek alarak en azından bir gurubun, bilgiyi diğer kadınların onlardan alması yanında, erkeklerin de onlardan alacaktan ölçü­de bilimin üst düzeylerine erişmeye çabalamaları gerekir.


Burada, düşünsel ve toplumsal yetkinlik açısından üstün düzeylere erişen müslüman kadınlardan örnekler veriyoruz. Onların bu kazanımlan, toplumsal yaşama katılımları ve gerek Rasulullah gerekse saygın arkadaşla­rı ile birlikteliklerinin ürünüdür. [646]




1) Ümmü  Süleym:



Rasulullah onun yanına çok gitmesi:


Enes der ki: "Rasulullah Ummu Süleym'in evinin yakınlarına gittiğinde ona uğrar selam verirdi."[647]


Rasulullah'la hediyeleşmesi:


Enes b. Malik: "Rasulullah evlenip zifafa girdi. Annem Ummu Süleym, yağ ve çekirdeği alınmış hurmadan yemek yaptı, bir taş kaba koyup bana: 'Ey Enes bunu Rasulullah'a götür. Bunu size annem gönderdi, o size selam ediyor ve bu ufak hediye benden size ey Allah'ın elçisi! diyor1 de, dedi."[648]


Rasulullah ve arkadaşlarım ağırlaması;


Enes b. Malik: "... Rasulullah : 'Ey Ummu Süleym neyin varsa getir, dedi. O ekmeği getirdi. Rasulullah, kocasına onu parçalara ayırmasını söyle­di. O da ekmeği küçük parçalara ayırdı. Ummu Süleym de katık olarak tu-lumdakini bir kaba boşaltıp getirdi. Orda bulunanların hepsi yediler ve doydular. Yetmiş veya seksen kişiydiler."[649]


Allah yolunda savaşa katılması:


Enes b. Malik: "Rasulullah Ummu Süleym ve ensardan kadınlarla sefe­re çıkardı. Eğer savaş olursa kadınlar, su taşır ve yaralıları tedavi ederler di."[650]


Oğlunu kaybettiğinde kocasına şu sözleri söyleyen birinin "dirençli saygın anne" için örnek konuma yücelmesinin şaşılacak yanı yoktur: "Ey Ebu Talha, bir kişi birine ödünç bir şey verse, onu daha sonra geri istese, ödünç alanın verenin isteğini engellemesi hakkı mıdır? "Hayır. İşte oğlunu öyle gör."[651]


Nevevi: "Olayı, ödünç vermeye benzetmesi, bilgisinin ve saygınlığının yetkinliği ile imanının eşsizliğinin kanıtıdır.[652]Yine; kocası, Ebu Talha: 'Ey Ummu Süleym. Rasulullah bir grup insanla geldi. Yanımızda birşey yok. Onlara ne yedireceğiz?' dediğinde: 'Allah va Rasulü bilir' yanıtını veren birinin, anlayış, tevekkül ve olayları anında doğru değerlendirme açısından örnek oluşturmasının da şaşılacak yanı yoktur."[653]


Son olarak, Rasulullah'ın: "Beni gördün mü, cennete girdim bir de bak­tım Ebu Talha'nın karısı Rumeysa yıldızı ile karşı karşıyayirn. [654]




2) Esma Binti Umeys:



Habeşistan, ardından Medine'ye yapılan hicretlerde erkeklere katılışı:


Ebu Musa: ... O (Esma), Hicret edenlerle Habeşistan'a hicret etmişti, bizimle gelenler arasındaydı. [655]


Medine'ye döndükten sonra Rasulullah ve birçok sahabe ile birlikteliği


Ebu Musa: "Esma binti Umeys, Peygamberin hanımı Hafsa'yı ziyarete gidiyor. O Hafsa'nın yanındayken Hz. Ömer Hafsa'nın yanına geliyor. Ömer, Esma'yı görünce: Bu kim? diyor. Hafsa: Esma binti Umeys diyor. Ömer: Habeşistan'a giden bu mu? Denizden geçen bu mu? dediğinde, Esma: 'Evet' diyor. Ömer: 'Sizden önce hicret ettik, dolayısı ile Rasulullah'a karşı biz sizden daha iyi konumdayız.' Ardından Rasulullah gelince Esma: 'Ey Allah'ın Rasulü böyle böyle diyor,' dedi. Rasulullah: 'Ona ne dedin?.' Esma: şöyle şöyle dedim. Rasulullah: Bana karşı sizden daha iyi konumda olan yok, o ve arkadaşları bir kere hicret ettiler, siz gemi yolculuğu yapanlar iki kere hicret ettiniz. Esma: Sonra baktı, Ebu Musa ve gemi yolculuğundaki arkadaşları grup grup gelip bana bu konuşmayı soruyorlar... [656]


Cabir b. Abdullah: "... Rasulullah Esma binti Umeys'e: kardeşimin çocuklarını neden zayıf ve açlık içinde görüyorum, dedi. Esma: Hayır, açlık çektikleri yok ama onlara çok nazar değdiğinden, dedi. Rasulullah: Onlara dua oku dedi. Esma çocukları ona gösterdim. O yine onlara dua oku, dedi."[657]


Hz. Ebubekir'in nikâhındayken erkeklerle karşılaşması


Abdullah b. Amr b. el-As: Haşimoğularından bir grup Esma binti Umeys'in yanma gittiler, ardından Hz. Ebu Bekir geldi. O, o zaman Ebu Bekir'in nikahında idi... [658]


Hastalığında Ebu Bekir'i ziyaret edenlerle karşılaşması


Taberani, Kays b. Ebu Hazım'dan rivayet ediyor: "Hastalandığında Ebu Bekir'in yanma gittik. Bir de baktık ki, elleri dövmeli beyaz bir kadın onu sineklerden koruyor; o Esma binti Umeys'di."[659]


Artık, onun erkeklerin çekindiği Ömer'le aralarında geçen diyalog es­nasında gösterdiği medeni cesaret ve gerekeni anında söyleyebilme yetkin­liğine şaşmamızı gerektiren bir durum söz konusu mu?


Hz. Ömer: "Sizden önce hicret ettik, dolayısıyla Rasulullah'a karşı sizden daha iyi konumdayız' dediğinde. Kızdı ve 'asla, Allah'a yemin olsun, siz Rasulullah'la birlikte idiniz. O sizin açınızı doyurdu, bilgisizinizi bilgi­lendirdi. Oysa biz, uzak ellerde Habeşlilerin kini ile karşı karşıya idik. Buna Allah ve Rasulü için katlanıyorduk.Allah'a yemin olsun, söylediklerini Rasulullah'a söylemeden ne yemek yiyeceğim, ne de su içeceğim. Biz orda eziyet görür korku içinde yaşardık. Bu durumu hatırlatıp, dediklerini Rasu­lullah'a soracağım. Allah'a yemin olsun, yalan söylemiyecek, çarpıtmayacak ve ekleme yapmayacağım..."[660]




3) Esma Bint Ebu Bekir:



Yetişme çağından itibaren Rasulullah'la çok karlaşırdı.


Peygamber'in hanımı Hz. Aişe: Annemle babamın müslüman olmadık­ları dönemi hatırlamıyorum. Rasulullah'ın akşam sabah uğramadığı günü­müz geçmezdi.[661]


Evinin dışında çalışırken, erkeklerle karşılaşması


Esma binti Ebu Bekir: Rasulullah'ın bölüştürüp verdiği Zübeyr'in arazisinden başımda tohum taşırdım. Orası üç kilometre uzaklıkta idi. Bir gün tohum basımdayken, ensardan bir grupla birlikte Rasulullah1 la karşılaş­tım. Beni terkisine bindirmek için çağırdı. Ama ben erkeklerle birlikte gitmeğe utandım.[662]


Şer'i hükmün açığa kavuşması için Rasulullah'a sormaya özen gösterirdi


Esma: "Ey Allah'ın elçisi, benim Zübeyr'in tasarrufta bulunma izni verdiğinin dışında malım yok. Onun izin verdiğinden yardım yapayım mı?


dediğinde Rasulullah yap, biriktirme, senin zararına birikmiş olur, dedi.[663]


Esma binti Ebu Bekir: "Rasulullah'ın döneminde müşrikken annem yanıma geldi. Rasulullah'a; annem yanıma geldi. O istekli, onunla iyi ilişki içinde olmam mı gerekir? diye sordum Evet annene iyi davran" dedi.[664]


Güneş tutulduğunda namazına katılmaya özen gösterir ve erkeklere soru sorardı


Esma: "Güneş tutulması namazının ardından Rasulullah hutbe verdi; konuşmasında kişinin mezarda karşılaşacağı zorluklardan söz etti. Onları dile getirdiğinde müslümanlar ah vah ettiler. Bu Rasulullah'ın son sözleri­ni anlamamı engelledi. Sızlanmaları dindiğinde yakınımdaki erkeğe: 'Allah iyilik versin, Rasulullah son sözlerinde ne dedi?' dedim. 'Sizlerin mezarda, deccalin fitnelerine benzer fitnelerle karşılaşacağınız vahyediliyor bana' dedi, yanıtını verdi."[665]


Bu erkeklerle birliktelik, düşünsel ve toplumsal olgunluk açısından ü-rün vererek, Esma'yı kimi bilimsel meseleler konusunda İbn Ömer'le diyalektiğe girecek düzeye çıkardığı gibi İbn Abbas'ı da bir grup sahabenin ayrılığa düştüğü meselede sünneti öğrenmeleri için insanlara ona sormaları­nı öğütlemeye itmiştir:


Esma binti Ebu Bekir'in kölesi Abdullah: Esma beni, kendisine Abdul­lah b. Ömer'in, elbiseye ipekle nakış işlenmesi, kırmızı eğer minderinin, ve tüm recep ayını oruçla geçirmenin haram olduğunu söylediğinin söylendiği­ni; bu konuda ne dendiğini Öğrenmem için Abdullah b. Ömer'e gönderdi. Esma'nın söylediklerini Abdullah'a ilettiğimde bana şu karşılığı verdi: Recebe ilişkin söylediğini ele alalım: Recebi sürekli oruçla geçiren biri, bunu nasıl söyler? Elbiseye ipekle nakış işlemeye gelince; ben ancak Ömer b. Hattab'ın; 'Allah Rasulü(s.a.v.), ipeği hayırdan nasibi olmayanları giyer, buyurmuştur" dediğini duydum. Bunun için elbiseye ipekle nakış işlemenin aynı hükmün kapsamına gireceğinden korktum. Kırmızı eğer minderine gelince, işte bu Abdullah'ın eğer minderi, dedi. Bir de baktım ki kırmızı!


Esma'ya dönüp Abdullah'ın söylediklerini aktardığımda: İşte Rasulul-lah'ın cübbesi diyerek bana üzerine ipekle nakış işlenmiş İran stili bir cübbe çıkardı. Cübbenin yırtmaçları da ipekle dikilmişti. Esma devamla; "Bu vefat edinceye kadar, Aişe'nin yanında idi. O vefat ettiğinde onu ben aldım. Rasulullah onu giyerdi. Biz onu hastalar için yıkıyoruz, onunla iyileşiyor, dedi. [666]


Müslim el-Kurri; İbn Abbas'a hem umre hem hac yapanın, ikisi arasın­da ihramdan çıkıp çakamayacağını sordum. Çıkabileceğini söyledi. İbn Zubeyr ise çıkamıyacağım söylüyordu. Bunun üzerine İbn Abbas: İşte İbn Zübeyr'in annesi, Rasulullah'ın izin verdiğini söylüyor, gidin ona sorun de di. Yanına gittiğimizde, cüsseli kör bir kadınla karşılaştık. O Rasulullah bu­na kesinlikle izin vermiştir, dedi.[667]



3. İlim Öğrenme İsteği:



Allah her müslümanı ilim istemekle sorumlu tutmuştur. Çünkü dünya­sının gereğince biçimlenmesi, ahiretinin tehlikeye düşmekten kurtulması i-lim sayesinde gerçekleşebilecektir. Bu konuda kadının durumu aynen erke­ğin durumu gibidir. Dünya, kadın erkek her müslüman için ürünü ahirette alınmak üzere ekim yeridir. Eğer onu en yetkin en temiz biçimde gerçekleş­tirirlerse kıyamet günü tam karşılığını alacaklardır. İşte yasa koyucunun, bilim öğrenmeye nasıl özendirdiği ve müminlere yönelik nasların tümünde hitabının nasıl her iki cins için de kapsayıcı olduğuna bakalım.


Enes: "Rasulullah: "Bilim istemek her müslüman için görevdir" dedi.[668]


Ebu Derda: "Rasulullah kim bilim öğrenme isteği ile yola koyulursa, Allah onu cennet yollarından bir yola koyar. Melekler, kanatlarını, yaptığından hoşlandıkları için bilim peşinde olanın üstüne gererler' dedi."[669]


Aklı aydınlatan bilgiyi edinme ve bilinci uyaran içe işleyen etkin öğüt­ler üzerinde düşünme olanağı elde etmenin, bilginlerle karşılaşmadan sağlanmasının bir yolu var mıdır? İşte sahabi kadınların Rasulullah'la yüzyüze gelmeye özen göstermeleri de erkeklerin, peygamberin hanımları ile yüzyüze gelmeye gösterdikleri özen de aynı nedene dayanır; bilimi Peygamber'in vefatından sonra en yetkin kaynaktan alma isteği. Madem ki Peygamber dönemi "güzel örnek" dönemidir, bu yararlı sünnet sürekli yaşamalı, müslümanlar kadın erkek; kaynak, kadın olsun erkek olsun üstün kaynaklardan bilgi edinmeye özen göstermeyi sürdürmeli; ne kadınların bilgin erkeklerden, ne de erkeklerin bilgin kadınlardan bilgi edinmeleri engellenmelidir.                                                                                    


Kadınlar, Rasulullah'la özel konuşmak isterlerdi


Ebu Said Hudri: "Bir kadın Rasulullah'a gelip: 'Ey Allah'ın Rasulü ko­nuşmanı erkekler alıyor, bize konuşacağın bir gün ayır dediğinde Rasulullah şu koşullarda şu günda toplanın dedi. Toplandıklarında onlara gidip konuş­tu.."[670]


Kadınların kendileri için özel gün ayrılması isteklerinin, bilimi erkek­lerle birlikte gerçekleşen oturumlarda almayı hoş görmemelerinden değil; mescidde erkeklerle olmalarından daha geniş bir alan ve daha alışverişli bir olanaktan yararlanma düşüncesinden kaynaklandığı dikkatten kaçmamalı. Nitekim onlar, bu özel günün belirlenmesinden sonra da mescide gelir ve bayram namazı kılınan meydanı doldurur, erkeklerle birlikte bilim ve öğüt dinlemeyi sürdürürlerdi.


Kadınlar bilimsel konularda erkeklerle tartışırlardı


Ummu'1-Fadl binti el-Haris: Arafe günü bir grup insan Rasulullah'ın oruç tutup tutmadığı konusunda ayrılığa düştü. Kimisi, o oruç tutuyor, kimisi de hayır o oruçlu değil diyordu. Bunun üzerine o peygaberimize bir bardak süt gönderiyor. Devesinin yanında ayakta duran Peygamberimiz sütü alıp içiyor.[671]


Hafız İbn Hacer: Hadisin yararlanılacak yönlerinden biri de, bilim konusunda kadın ve erkekler arasında tartışmaya örnek oluşturması.[672]


Abdullah b. Mesud: Allah, dövme yapan ve yaptıran, güzelik uğruna yüz ve kimi kaş tüylerini yolan, dişlerini incelten veya aralarını açarak Al­lah'ın yarattığını değiştiren kadınlara lanet etsin diyor. Bu söz Beni Esed'den Ummu Yakub adında bir kadına ulaştığında, Abdullah b. Mesud'a gelip; Bana ulaştı ki, sen böyle böyle demişsin, diyor. Abdullah: Allah'ın Rasu-lti'nün lanetlediğini neden lanetlemeyeyim, o aynı zamanda Allah'ın kita­bında da mevcuttur, karşılığını verdiğinde: O iki kapak arasında olanın hepsini okudum, senin söylediğini görmedim onda, diyor. Abdullah: Eğer o-kusaydın görürdün, "Peygamber size neyi verirse onu alın, size neyi yasak­larsa ondan uzaklasın" âyetini okumadın mı? Onu okudum. Abdullah: Rasulullah onu yasakladı. O, ben senin hanımının aynı şeyi yaptığını görüyorum, deyince Abdullah git bak diyor. O gidip bakıyor, aradıklarından birşey göremiyor. En son Abdullah ona: Eğer öyle birşey yapsa onunla birlikte olmam diyor.[673]


Erkekler, Sünnete ilişkin bilgiyi mü'minlerin annelerinden Öğrenirlerdi


Enes b. Malik: Üç küçük grup, Peygamber'in hanımlarının evlerine gelip Peygamber'in nasıl ibadet ettiğini sordular.[674]


Sümame (İbn Huzn El-Kuşeyri): Ayşe'ye rastladığımda, üzüm şerbeti konusunu sordum. O, Habeşli bir cariye çağırıp "Buna sor; Rasulullah'a üzüm şerbetini o yapardı" dedi...[675]


Abdullah b. Safvan: Hafsa, Rasulullah'm: "Bir ordu ona saldırırken kadınlar bu eve yönelecekler" dediğini işittiğini bana söyledi...[676]


Erkeklerin anlaşmazlığa düşerken, kadınların hakemliğine başvururması


Tavus: "Zeyd b. Sabit: 'Boşanmış kadın ay halini yaşıyorsa, bekleme süresinin son bölümünü evde tamamlamak üzere kocası tarafından geri alınıp alınamayacağı konusunda görüşünü söyle' dediğinde İbn Abbas'ın ya­nında idim. İbn Abbas alınamaz, istersen Ensar'dan falan kadına, Rasulul-lah'ın böyle emredip emretmediğini sor, dedi. Zeyd b. Sabit biraz sonra: 'seni sadece doğru söyler görmüşümdür' diyerek döndü İbn Abbas'a." [677]


Ebu Seleme: "Ebu Hureyre de yanında otururken bir kişi İbn Abbas'a gelerek: 'Kocası öldükten kırk gece sonra doğum yapan kadının, evlenmek için beklemesi gereken süre konusunda bana fetva ver' dedi. İbn Abbas: Gözeteceği iki bekleme süresinden en uzak olanın sonuna kadar beklemeli­dir, dedi. Ben: 'Hamile olanların bekleme süreleri çocuklarını doğuruncaya kadardır' dedim. Ebu Hureyre de:


"Ben de kardeşimin görüşündeyim" dedi. Bunun üzerine İbn Abbas üzüntü içinde ona sorması için kölesini Ummu Seleme'ye gönderdi. Ümmü Seleme: "Sübey'a el-Eslemiye'nin kocası, o hamile iken öldü. O kocasının ölümünden kırk gece sonra doğum yaptı. Ona dünür olundu, Rasulullah da evlendirdi. Ebu es-Senabil de ona dünür olanlar arasında idi" demiş.[678]


4. iyilik etme:


İşte, erkeklerle kadınların birbirleriyle karşılaşmalarının iyilik etmeye nasıl yardımcı olduğuna açıklık getiren bir kaç sahne:


Enes b. Malik: Medine'li cariyelerden bir cariye Rasulullah'ın elinden tutar. Onu istediği yere götürürdü. [679]


Hafız İbn Hacer: Ahmed'in verdiğinde: "Onu gereksinimine götürür­dü" biçimindedir... [680]


Enes: "Akli dengesinde anormallik bulunan bir kadın Ey Allah'ın elçisi, benim sana gereksinimim var' dedi. Rasulullah: 'Ey falanın annesi, bak hangisini istersen gereksinimini giderene kadar o yola yürüyelim' dedi ve gereksinimini giderene kadar onunla başbaşa yürüdüler." [681]


Ummu Şureyk evini misafirlere açar, Rasulullah'ın arkadaşlarından hicret edenler Ona konuk olurlardı.


Fatıma binti Kays: "Rasulullah bana: 'Ummu Şureyk'in -Ummu Şu­reyk, ensardan Allah yolunda çok yardım eden zengin bir kadındı, misafirler onun evine inerlerdi- evine taşın' dedi. Dediğini yapacağım, dediğimde:


"Yapma, Ummu Şureyk çok misafir ağırlayan biri" dedi. Başka bir rivayette [682] "Ona ilk muhacirler gelecekler biçimindedir." [683]


Esma binti Ebu Bekr, yardım isteyen fakir bir erkeği çok içtenlikle kar­şılıyor. O bu yardımı verme arzusu ve hırsı ile yetinmeyip, kocasının kıs­kançlığına sağlam bir plan kuruyor:


"Esma: 'Ardından bîr kişi bana gelerek: 'ey Abdullah'ın annesi ben fakir biriyim, sizin evinizin gölgesinde mal satmak istiyorum' dedi. Ona: 'Ben sana izin verirsem Zübeyr kabul etmez, sen Ziibeyr görürken iste benden' dedim. Sonra Zübeyr yammdayken geldi: 'Ey Abdullah'ın annesi, ben fakir biriyim, evinizin gölgesinde mal satmak istiyorum' dedi. Medine'de benim evimden başka yer yok mu sana! dediğimde Zübeyr: Sana ne oluyor da, fakir birinin mal satmasına engel oluyorsun? dedi. Gelir öteberi satardı..." [684]


Günümüzde bu tür iyilik etme eylemleri yararlı sosyal girişim olarak niteleniyor.


Bunlar temiz sünnette görülen iyilik etme örnekleri, Kur'an-ı Kerim'de daha güzel örnekler var:


"Mcdycn suyuna varınca o (kuyu)nun başında birçok insanların, (hayvanlarını) suladıklarını gördü. Onların gerisinde de (diğerlerinin hayvanlarına karışmasın diye hayvanlarını) sudan meneden iki kız buldu. (Kız oldukları için erkeklerin içine sokulamıyorlar. herkesin çekilmesini bekliyorlar, su içmek için sabırsızlanan hayvanlarının suya gitmelerine engel oluyorlardı. Musa onlara): işiniz nedir (niçin hayvanları suya bırakmıyorsunuz?) dedi. Dediler ki: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz {onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız. Babamız da ihtiyardır. (gelemez). 'Hemen (Musa) onlarınkini de suladi, sonra gölgeye çekildi: "Rabbim, dedi. doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım (azıcık azık indir de şu karnımı doyur)." (Kasas suresi. 23-24).


Bunlar hepsi maddi açıdan iyilik etme örnekleri denirse; diğer yanda, fazilet sahiplerinin onurlandırılması, sevinçli olaylarda tebrikleşme, hastalık durumunda ziyaret ve zorluğa düşme durumlarında teselli etme gibi, hepsi de yasa koyucunun işlemeye özendirdiği iyi işler olan; manevi açıdan iyilik etme örnekleri yer alıyor. Erkek kadın karşılaşması olmaksızın bu Övülen duygusallık alışverişinin gerçekleşmesinin yolu var mıdır?


Fitneyi önleme savı ile, kötü davranışlarmış gibi bu duygusal işdeşlikleri neden engelleyip işlevsiz bırakalım? İnsanlara, Allah karşısında gereken tutum içinde olmaları gerektiğini hatırlatıp, fitneye karşı uyardıktan sonra, fitnelen emin oldukları durumlarda, duygularım dışa vurmaları konusunda serbest bırakmamız yeterli değil midir?


Sünnetten birkaç örnek:


Başsağlığı dileme ve teselli etme: Ümmü Seleme: "Ebu Seleme öldü­ğünde Rasulullah'a gittim ve: 'Ey Allah'ın elçisi Ebu Seleme öldü1 dedim. O: 'Ey Allah'ım, beni ve onu bağışla; onun yerine bana hayıra götürecek olanı ver de' dedi. Ben de buyurduğunu söyledim. Allah bana, ondan daha hayırlı olan Muhammed'i verdi."[685]


Misafirin iyi karşılanması: Hz. Aişe, Hz. Hatice'nin kardeşi Hale binti Huveylid Rasulullah'ın yanına girmek için, istedi. Peygamber Hatice'nin izin istemesini andıran bu sesten gelenin kim olduğunu anlayarak sevindi. "Ey Allah'ım, Hale!" dedi.[686]


Onurlandırma, övme: Enes: "Rasululah, kadın ve çocukların düğünden döndüklerini gördüğünde ayağa kalkarak: 'Ey Allah'ım, siz benim için insanların en sevimlilerisiniz' dedi. Sözünü üç kez yineledi."[687]


Sevgi ve ululamayı açığa vurma: Hz. Aişe: "Hind binti Utbe geldi: 'Ey Allah'ın elçisi, yeryüzünde rezil olmasını en çok istediğim sizin evin halkı idi; bugünse en çok sizin ev halkınızın onurunun yücelmesini ister oldum1 dedi. Rasulullah da: 'Varlığım elinde olana yemin olsun ben de senin durumundayım1 karşılığını verdi."[688]


Hasta ziyareti: Cabir b. Abdullah: "Rasulullah Ummu's-Saib (veya el-Museyeb)in evine gidip ona: 'Neyin var ey Ummu's-Saib ortalıkta dönüp duruyorsun' dedi. O: 'Allah belasını versin humma' karşılığını verdi. Bunun üzerine Rasulullah: 'Hummaya kötü söyleme; o, körüğün demirin cürufunu giderdiği gibi, insanların günahlarını giderir' dedi.[689]




5. İyiliği Emredip Kötülükten Alıkoyma



"İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin ve I isidirler. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve elçisine itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir" (Tevbe. 71).


İlk dönemlerde müslüman kadınlarla müslüman erkekler âyette belirtilen tutum içinde idiler. Özellikle konunun gerektirdiği durumlarda er­kekler kadınlara iyiliği emreder, onları kötülük yapmaktan engellerdi.


İşte erkeklerin en üstünü Rasulullah:


Enes b. Malik: "Rasulullah mezar başında ağlayan bir kadına denk geldiğinde: 'Allah'a karşı gereken tutumu takın, sabret1 dedi."[690]


Rasulullah (s.a.v.)'ın en yakın arkadaşı Ebu Bekrfr.a.)


Kays b. Ebu Hazim: "Ebu Bekir, Ahmes oymağından bir kadının -Ona Zeynep binti Muhacir denirdi- yanına gitti. Baktı konuşmuyor. Orda bulu­nanlara: neyi var, niçin konuşmuyor? diye sordu. 'Hiç konuşmadan haccet­meyi adadı' dediler. Ona dönerek: 'Konuş, bu doğru değil, bu bilgisizlikten kaynaklanan bir eylem' dedi. Bunun üzerine konuştu..."[691]


Bu ikisi, erkeklerin kadınlara karşı tutumlarına örnek; bir de, kadınların, erkeklere iyiliği emredip, onları kötülükten alıkoymalarında ba­kalım, durum nasıl?


Arap kabilelerinin birinde yaşayan bir kadın, imamın elbisesinde bir olumsuzluk gördüğünde cemaati uyarmıştır.


Amr b. Seleme babasından aktarıyor: "Rasulullah'ın Kur'an'ı en iyi bilen bize imamlık eder" sözü gereğince araştırdılar; kervanlarla gelip geçenlerden öğrendiğim için Kur'an'ı benden iyi bilen biri çıkmadı. Beni önlerine aldılar. O zaman ben altı veya yedi yaşımda idim. Üzerimde bir hırka vardı. Secdeye kapandığımda o yukarı çekilerek üzerim açılıyordu.


Bu durumu gören orada yaşayan kabileden bir kadın: 'Bizden birşey alarak imamınızın üzerini Örtmez misiniz?' dedi. Bunun üzerine bir elbiselik alıp bana bir elbise diktiler, bu elbiseye sevindiğim ölçüde hiçbir şeye sevinmedim.[692]


Ummu'd-Derda; Halife Abdulmelik b. Mervan'ı kötülük işlediğinde uyarıyor


Zeyd b. Eşlem: Abdulmelik b. Mervan Ummu'd-Derda'ya kendi malın­dan bir takım ev eşyası gönderdi. Abdulmelik bir gece kalktı, hizmetçisini çağırdı. Hizmetçi gecikince lanetledi. Sabah olduğunda Ummu'd-Derda: Gece çağırdığın zaman hizmetçini lanetlediğini duydum. Ebu'd-Derda'nın "Rasulullah lanet edenler kıyamet günü şefaatçi ve tanık olamazlar" dedi dediğini duydum, dedi.[693]




6. Allah'ın Dinine Çağrı



Sünnetten birkaç Örnek:


İmran b. el-Husayn: "Rasulullah'la birlikte bir seferde idik. Topluluk susuzluktan yakındığında; Rasulullah bir yere konakladı, önce bir kişiyi ardından da Hz. Ali'yi yanına çağırıp: 'Gidip su isteyin' dedi. Gittiler, yolda devesinin üzerinde su dolu iki tulum arasında bir kadınla karşılaştılar. Ona kendileriyle gelmesini söylediler ve onu Peygamber'e getirdiler. Peygamber bir kap getirilmesini istedi. Getirdiklerinde, ona tulumlardan su boşalttı... su alın, su dağıtın diye seslenildi. Bu arada o kadın ayakta peygamber'in suyuna ne yaptığını izliyordu. Allah'a yemin olsun, Peygamber su boşaltmayı dur­durduğunda, tulumlar bize akıtmaya başladığı zamandan daha dolu görünü­yorlardı. Peygamber: 'Kadın için birşeyler toplayın' dedi. Hurma ve kurutul­muş ekmek gibi biraz yiyecek toplayıp torbaya koydular, kadını devesine bindirdiler torbayı da önüne koydular. O anda Peygamber kadına: 'Biliyorsun, suyundan birşey eksiltmedik. Fakat Allah bize su verdi' dedi." Kadın toplumuna vardığında, doğallıkla gecikmiş bulunuyordu. Bu durumun neden? diye sorduklarında şu karşılığı veriyor: İlginç birşey oldu. Bana iki kişi denk geldi, beni şu dinini değiştirmiş denilen adama götürdüler. Şöyle şöyle yaptı. Allah'a yemin olsun, o ya yerle gök arasında bulunan insanların en sihirbazı ya da gerçekten Allah'ın elçisidir. Bu olaydan sonra, müslümanlar onun kabilesi çevresindeki müşriklere akınlar düzenliyor fakat onun kabilesine zarar vermiyorlardı. O, günlerden bir gün kabilesine: Görüyorum ki bunlar sizi özellikle dinlerine girmeye zorlamıyorlar, İslam'a girmeye ne dersiniz? diyor. Önerisini benimseyip hep birlikte İslama giriyorlar. Başka bir rivayette [694] hadisin sonu: "Allah bu kabileye bu kadın aracılığı ile yol gösteriyor, o müslüman oluyor, onlar da müslüman oluyor­lar' biçimindedir."[695]


Bir kadının İslam'a daveti işte böyle, müslümanlarla zorunlu karşılaşı-mı aracılığıyla gerçekleşiyor; İslam'a doğrudan sözlü olarak davet edilmek­sizin, sadece, müslümanların ordugahına sert davranılmadan götürülmesi, müslümanlann birbirleriyle yardımlaşmaları, kardeşçe tutumları, temiz dilli oluşları, Peygamber'e karşı saygılı tutumları sonra Peygamber'in suyundan bir şey eksiltmedikleri halde hediye vermesi gibi müslümanların ahlâklarına ilişkin gördüklerinin etkisiyle müslüman olmuş olması olasıdır. Onu, gördüğü peygamber'in mucizesi de etkilemiştir. Diğer yandan kadının gör­düklerini, erkek kadın tüm kavmine anlatması da bir birliktelik sayesinde olabilmiştir kuşkusuz. Allah'ın onu kavmi için hayırlı elçi ve İslam davetçisi olması istenci de o birliktelik kanalıyla varlık bulmuştur. Hadisi verenin tesbiti yerindedir: "Allah bu kavmi o kadınla doğru yola iletti."


Ebu Hureyre: Hubeyb, Öldürmeye karar vermelerine kadar onların yanında tutsak kaldı. Bir gün el-Haris'in kızlarının birinden ödünç bir ustura istedi, o da verdi. Sonra el-Haris'in kızı şunları anlatırdı: 'Çocuğum dikka­timden kaçmıştı. Ona doğru gitmiş, ona ulaştığında o da alıp dizi üzerine koymuştu. O durumda gördüğümde bir çığlık attım. Çığlık sesinin benden geldiğini anladı, o anda ustura da elinde idi. Dedi ki: 'onu öldüreceğimden mi korkuyorsun? Onu yapacak değilim inşaallahu teala.' Sonraları o kadın Hubeyb'den daha hayırlı bir esir görmedim. Onu üzüm yerken gördüm, o ona verdiği bir nziktan başka birşey değildi.[696]


Görüldüğü gibi, esir Hubeyb'Ie onu öldürmek için esir tutan halktan bir kadının zorunlu karşılaşmaları sayesinde Allah'ın kendisini şereflendirdiği kerametinin yanında, saygın tutum ve davranışları ile kadını İslam'a davet ediyor. Ona İslam'a ilişkin birşeyler söylemiş olması da olasıdır. [697]




7. Allah Yolunda Cihad



Son seferine kadar Rasulullah'ın birçok seferine katılarak, cihad şere­finden nasiplerini alan mümin kadınlardan, mücahid erkeklerle karşılaş-maksızın onlara yardım etmelerini istemek mümkün müdür?


İşte onların savaşta erkeklere yaptıkları yardımın boyutlarını açıklığa kavuşturan bazı örnekler: Tulum dikme:


Hz. Ömer: "... Ummu Salit iyi eteklik almaya daha layıktır. O Uhud savaşında bize tulum dikerdi."[698]


Susayanlara su verme:


Enes: "Uhud savaşında Aişe ve Ummu Süleym, tulumla su taşıyıp askerlere sunuyorlardı."[699]


Yemek hazırlama:


Ummu Atıyye: "Rasulullah'Ia yedi kez sefere çıktım, erkeklerin çadırları ve diğer malzemelerine göz kulak olur, yemek yapardım."[700]


Yaralıları tedavi etme:


Enes: "Rasulullah sefere Ummu Süleym ve Ensardan bir gurup kadınla çıkar., o kadınlar savaş olursa yaralıları tedavi ederlerdi."[701]


Hasta bakımı:


Hafsa binti Şîrîn, Ensardan bir kadından aktarıyor: "Kardeşinin kocası, Rasulullah'Ia birlikte on iki kez sefere çıkmış. Altı seferde kardeşi de onunla birlikte imiş. Kardeşi: 'Hastalara bakardık1 diyormuş."[702]


Ölü ve yaralıların taşınması:


Rabi binti Muavviz: "Peygamber'le sefere giderdik... Ölü ve yaralıları


Medine'ye taşırdık..."[703]


Kadınlardan biri kendini savunmak için bir hançer ediniyor. Enes: "Ümmü Süleym Huneyn günü bir hançer edindi. Rasulullah ona: 'Bu hançer nedir?' dediğinde: 'Onu müşriklerden biri bana yaklaşacak olursa karnını deşmek için edindim1 karşılığını verdiğinde Rasulullah gülmeye başladı.[704]


Gerektiğinde kendini savunmak için Ummu Süleym hançer taşıyor, İbni Sad Tabakat'ında verdiğine göre Ummu Ammar'a ise; müslümanlar yenilgyie uğradıklarında silah kuşanarak Rasulullah'ı savunuyorlar.


Ömer İbn Hattab: "Uhud günü Rasulullah'in: 'Sağa sola dönüp de Um-mu Ammara'yı önümde savaşır görmediğim olmadı' dediğini duydum" derdi."[705]


Allah mü'minlere zafer verdiğinde kadınlara, ganimetten bir miktar pay düştü. İbn Abbas: "Rasulullah sefere kadınlarla birlikte çıkar, onlara gani­metten bir miktar bağışlardı..."[706]


Onlardan biri, deniz savaşında Allah yolunda şehadete ermeyi diliyor; Allah da nasibediyor: Enes b. Malik: "Rasulullah ümmetimden bir grup yeşil denizde (Akdeniz) Allah yolunda sefere çıkacaklar, dediğinde bir kadın (Ummu Havam): '"Ey Allah'ın elçisi, beni onlardan biri kılması için Allah'a dua et1 dedi. Rasulullah da: 'Ey Allah'ım, onu onlardan eyle' dedi. Sonra o, kocası Ubade İbn Samitle birlikte, müslümanların Muaviye ile gerçekleştir­dikleri ilk deniz seferine katıldı. Sefer dönüşü Şam'a indiklerinde ona bin­mesi için bir hayvan getirdiler. Hayvan onu yere attı, bunun sonucu vefat et­ti."[707]


O, Rasulullah'ın şu sözü hükmü.ıce şehiddir: "Allah yolunda kim hay­vandan düşer ölürse şehiddir."[708]




8. Meslekî Çalışma



Kadınları toplumsal yaşama katılma ve erkeklerle karşılaşmaya götü­ren etmenlerden biri de; dar gelirli kocasına yardım etmek, veya hayır işle­rinde harcamak üzere mal kazanmak ya da çağdaş toplumumuzda müslü­man kadın ve kızların eğitim ve tedavi edilmeleri gibi yeterlilik düzeyinde kadınların yürütmeleri gereken görevlerin edaı gereği kadının mesleki çalış­ma için ev dışına çıkışıdır. Kadın ve kızların, eğitim ve tedavileri, bu işleri yapan kadınların çoğunlukla, kızların velileri veya kadınların kocaları, akrabaları ile karşılaşmalarını ve erkeklerle birlikte çalışmalarını gerekli kıl­maktadır. Mesleki çalışmanın hedefi ne olursa olsun; bu çalışma koca ve ço­cukların hakkına halel getirmemeli, evin idaresi kadının öncelikli yükümlü­lüğü olarak kalmalıdır.


Peygamber döneminde kadınların mesleki çalışmalar için dışa çıkışla­rına bir kaç örnek veriyoruz.


İşte bu kadın tarım işleri yapıyor:


Cabir: "Peygamber ensardan Ummu Mubeşşir'in yanına varıp bir hur­ma ağacı konusunda ona: "Bunu kim dikti, müslüman mı kafir mi? diye sor­du. O müslüman, dedi. Rasulullah: 'Müslümanın diktiği bir fidan veya ektiği ekinden bir insan veya hayvan yerse onların yediği müslüman için sadaka olur' karşılığını verdi. [709]


Çobanlık yapan kadın:


Sa'd b. Mu'az: Ka'b b. Malik'in bir cariyesi, Sel dağında koyun otlatır­ken, kuzulardan biri hastalanıyor, o da Ölmeden farkına varıp onu taşla


ktesiyor. Peygamber'e sorulduğunda: "Onu yiyin" dedi. [710]


Ev işi yapan kadın:


Sa'd b. Sehl, "Kadının biri bir hırka getirdi. Rasulullah yanındakilere: 'Hırkanın ne olduğunu biliyor musunuz?' diye sordu. 'Evet kenarları işlemeli Örtüdür' dedi. Kadın: 'Ey Allah'ın elçisi, bunu kendim dokudum, onu sana giydireceğim' dedi. Gereksinimi olduğu için Rasulullah onu aldı. Sonra yanımıza geldiğinde baktık onu etek yapmış..."[711]


Kadının hasta tedavisi üstlenmesi, yaralıyı tedavi etmesi


Hz. Aişe: "Sa'd Hendek günü yaralandığında, Peygamber, yakından gözetmek için mescide bir çadır kurup ona koydu."[712]


Hafız İbn Hacer: İbn İshak çadırın Rufeyde el-Eslamiyye'ye ait olduğunu söylüyor. O yaralıları tedavi eden bir kadındı. Rasulullah: "Onu Rufeyde'nin çadırına koyun, onu yakında ziyaret edeceğim" demiştir. [713]




9. Siyasi Çalışma



Aile ve egemen sultanın karşı çıkmasına karşın İslam'a girme, ardından onun durumu ile ilgilenme veya onun uğruna işkenceye maruz kalma ve vatanından göç etme, kuşku yoktur ki, bunların tümü günümüz deyimi ile79.


siyasi çalışmadırlar. Müslüman kadını, tüm bu siyasi çalışmalara girmesini sağlayan, etkin inanç sistemi yeni dinin zaferi için onu erkeğe eşlik etmeye çağırıyor olmasıydı.


Sünnette yer alan siyasi çalışma türlerinden birkaçı: Habeşistan'a hicrette kadınların erkeklere katılmaları:


Ebu Musa: Esma binti Umeys, Necaşi'ye hicret edenlerle birlikte hicret etti...[714]


Kadınların, Medine'ye hicrette erkeklere katılmaları:


Mervan ve el-Misver: "Müslüman muhacir kadınlar geldiler. Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Ummu Gülsüm de Rasulullah'a ulaşmak için yola çıkanlar arasındaydı. O gün, (Hudeybiye ateşkes antlaşması esnasında) o eli iş tuta­cak çağına gelmiş bulunuyordu. Ailesi gelip Peygamber'den onu kendilerine vermesini istediler, fakat onu onlara geri vermedi..."[715] Buhari:


Kadınların Peygamber'le siyasi sözleşmeye girmeleri:


"Ey Peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürme­meleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri (başkasının doğurduğu veya başka erkekten gayri meşru kazandıkları bir ço­cuğu, kocalarına nisbet etmemeleri) iyi bir işte sana karşı gelmemeleri husu­sunda sana biat ederlerse onların biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Mümtehine, 12).


İslam devletinin siyasi geleceği ile ilgilenen kadın:


Kays b. Ebi Hazım: "Ebu Bekir, bir kadının yanma gittiğinde kadın: 'Cahiliyyeden sonra Allah'ın oluşturduğu bu iyi durumla yaşamımızın gele­ceği nedir?' diye sordu. Ebu Bekir: "Bu iyi durum üzere kalmanız, imamlarınızın sizi doğru yolda yürütmesine bağlıdır' karşılığını verdiğinde Kadın: imamlar nedir?1 diye sordu. Ebu Bekir: 'Kabilende kabile halkına ' emreden onların da onlara itaat ettiği önderler yok muydu?' dedi. Kadın: 'Evet vardı' dedi. Ebu Bekir: 'İşte insanlar için imamlar onların konumunda^ dırlar1 dedi."[716]


Bir valinin azgınlığına karşı çıkan kadın:


Ebu Nevfel: "...sonra böbürlenerek yürüdü (el-Haccac); nihayet onun yanına vardı. (Esma binti Ebu Bekir) ve: (oğlu Abdullah b. Zübeyr'in öldürülmesini kastederek) 'Allah'ın düşmanını nasıl ettiğimi gördün mü? dedi. O (Esma): 'Gördüm, onun dünyasını mahvettin, o da senin ahiretini mahvetti. Rasulullah bize, Sakif de bir yalancı katil bulunduğunu söylemedi mi? Yalancıyı gördük, katile gelince; senin için onun dışında kardeş yoktur1 dedi. Bunun üzerine Haccac onun yanından kalktı ve bir daha onun yanına uğramadı."[717]




10. Evlenme Fırsatlarını Çoğaltma



Erkeklerle kadınların karşılaşmalarının, evlenme fırsatlarını nasıl çoğalttığını açıklığa kavuşturan olaylar yer almaktadır. Onlardan birkaç örnek veriyoruz:


Musa (a.s.) iki kızla karşılaşıyor; Allah bu karşılaşmadan sonra Musa'nın onlardan biri ile evlenmesini kolaylaştırıyor. (Kasas 23/27).


Rasulullah Cuveyriye ile karşılaşıyor, ondan hoşlanarak evlenmek teklif ediyor.


Rasulullah, hayvanları su başında iken ansızın Beni Mustalık kabilesi­ne saldırdı, savaşçılarını öldürdü, diğerlerini esir aldı. O gün Cuveyriye'ye sahib oldu.[718]


Ebu Davud'un Hz. Aişe'den verdiği hadiste, Cuveyriye'ye ilişkin şunlai yer alıyor: "Aişe: 'Cuveyriye gelip Rasulullah'tan, çalışıp değerini sahibine ödeyerek özgür olma anlaşması kapsamına alınmasını istedi. Rasulullah ona: 'Seni istediğinden daha hayırlısına kavuştursam ne dersin?' diye sordu, 'O nedir, ey Allah'ın elçisi?' karşılığını verdi. Rasulullah: 'Senin ödemer gereken parayı ben ödesem ve seninle evlensem,' dedi."[719]


Erkekler Safiye ile karşılaşıyorlar. Onu Rasulullah'a uygun görüyorlar. O da onu beğeniyor ve onunla evleniyor:


Enes: "Bir kişi gelip Rasulullah'a: "Ey Allah'ın peygamberi, Dıhye'yt Kurayza ve Nadir'in hanım efendisi Safiye binti Huyey'i verdin. O sendeı başkasına uygun değildir,' dedi."[720] Başka bir rivayette: "Esirler arasında onun gibisini görmedik, diyerek başladılar, Rasulullah'in yanında onu övmeye"[721] biçiminde gelmiştir.


Rasulullah: Onunla birlikte Dıhye'yi çağırın dedi. Onu getirdiklerinde ona baktı, Dıhye'ye esirler arasından ondan başka bir cariye al dedi. Peygamber önce ona özgürlüğünü bağışladı, ardından onunla evlendi. [722]


Rasulullah kendisini ona sunan kadın hakkında düşünüyor sonra X onunla evlenmekten vazgeçiyor hemen orda bulunanlardan biri ona dünür oluyor:


Sehl b. Sa'd: "Bir kadın gelip Rasulullah'a: 'Ey Allah elçisi, kendimi sana sunmaya geldim,' dedi. Rasulullah ona dikkatlice baktıktan sonra sustu. Kadın onun bir karar bildirmediğini görünce oturdu. Arkadaşlarından bir kişi kalkarak: 'Ey Allah'ın elçisi eğer ona ihtiyacın yoksa, beni onunla evlendir' dedi. Rasulullah: 'Bir şeyin var mı?' diye sordu. Adam: 'Ey Allah'ın elçisi yemin ederim yok,' dedi.1 Rasulullah: 'Götür, Kur'an'dan bildiklerine karşılık onu sana verdim,' dedi."[723]


iki kişi, süslenmiş olan Sübey'a'yla karşılaşıyor ve her ikisi de ona evlenme teklifinde bulunuyor, o da genç olanını tercih ediyor:


Sübey'a binti el-Haris: Nifas durumu geçtiğinde, süslenip dünüre gele­cekler için hazırlanıyor, bu hazırlıklı durumdayken Ebu Senabil b. Ba'kek yanına gelip: Ne o, seni dünüre hazırlanmış görüyorum, evlenmeye mi niyetlisin? diyor... Buhari'nin [724]diğer bir rivayetinde ifade: "Ebu Senabil b. Ba'kek ona evlenme teklif etti, ama o onunla evlenmekten kaçındı." biçimindedir. [725]


Hafız İbn Hacer: el-Muvatta'da, Buhari'de yer alan "O, onunla evlen­mekten kaçındı" biçimindeki ifadesinin yerine "Ona biri genç, diğeri erişkin iki kişi evlenme teklifinde bulundu, o da genç olanı tercih etti" ifadesi geç­mektedir.[726]


Özetleyecek olursak, evlenmek isteyen müslümanın güzelliğine bak­ması, onun yararlı eş olup olamayacağı konusunu araştırması ve aradığını bulduğunda ona evlenmek teklif etmesine engel yoktur. Bu fiilen dünür ola­nın, durumundan farklıdır. Dünür olan, Önceden edindiği bilgi veya başkala­rın ımaracılığı sonucu bir kadınla evlenmeye kendi açısından karar vermiş ona teklif sunmaktadır. Bizim üzerinde durduğumuz durumu "araştırma" biçkinde dile getirmek mümkün. Araştırıcı şuna buna bakar, bakış; kadının yüzüne bakmanın yanında, kadının kişiliği ve ahlâkı ile ailesini araştırmaya yöneliktir.


Bu araştırma, kişinin kalbinin mutmain olmasına kadar sürer. Fakat, kişi evlenme kaygısı ile bunu yapmalı ve müslümanlann dokunulmaz gör­dükleri kuralları da gözetmeli. Diğer yandan, erkeklerle kadınların birbirleri ile karşılaşması, evlenme işini gevşek tutanları yüreklendirmekte erken ev­lenme gayretlerini artırmaktadır. Nedeni; akıl ve kalbin gördüğünü göz gör­düğünde hoşlanma duygusunun devinim kazanması. İşin bir yönü bu. Diğer bjr yönü ise; iki tarafın karşılaşmasının, kimi durumlarda evlenmek isteyen­lerin önüne sevimsiz geleneklerin koyduğu engellerin aşılmasına yardımcı olması. Nitekim, mücahidlerin kız ve erkek öğrencilere yönelik örnek girişimleri sonucu kızlarla erkeklerin birbirleri ile buluşmaları sağlandığın­da, Hartum Üniversitesinde müslüman gençler arasında erken evlenme olayı belirgin biçimde arttı. Aynı durum, bir yönüyle evlenme isteği; bir yö­nüyle de üniversitede İslamî çalışma çerçevesinde gerçekleşen sınırlı birlik­telik sonucu, Mısır üniversitelerindeki müslüman gençler arasında da göz­lendi.[727]


Şer'i kurallar içinde dengeli beraberlik genellikle güzel sonuçlar ver­mektedir. Bu sonuç evliliktir. Ama kural gözardı edildiğinde zinaya yol aç­ması mümkündür. Ondan Allah'a sığınırız. [728]




11. Harama Girmeden Eğlence Düzenleme



Kadınların erkeklerden ayrı eğlenmeleri, İslamî bir tutumdur. Sözünü ettiğimiz eğlenmede kadının kendi yapısı doğrultusunda oyunlar sergilediği eğlenmenin özel bir türüdür.98 Fakat kadın ve erkeklerin birlikte olabilecek­leri başka eğlenme türleri de var. Örneğin, erkekler, çocuklar, kadınların (hayızh olanlar dahil)'; tekbir getirerek bayram töreni için bayram namazı kılınan meydana gitmeleri. Kadınların, erkeklerin cesareti sergileyen oyun­larını seyretmeleri de mümkündür. Mesela, Hz. Aişe'nin Habeşlilerin oyun­larını seyretmesi. Nedeni ise, erkeklerin durumu ile kadınların durumunun farklı olması. İbn Kuddame el-Hanbeli bu duruma şu sözleri ile parmak basmış; kadınlar, gereken yerleri örtülü ise, erkeklere bakabilirler, yargısını Hz. Aişe'nin Habeşlilerin oyunlarını seyretmesine dayandırmış.


İbn Reşid el-Hafid de: "Erkeklerin kadınları seyretmeleri, kadınların erkekleri seyretmelerinden daha olumsuzdur" demiş.                        


Hem kadın, hem de erkeklerin bulunduğu eğlence türlerinin bir üçün­cüsü de; her iki cinsten çocukların icra ettikleri oyunlardır.


Şimdi de Sahih-i Buhari'nin Rasulullah zamanında bayram törenlerin­de kadınların erkeklere katılımını belirleyen alt başlıklarına nasıl özen gös­terdiğine bakalım. O dönemin bayram törenleri, başka hayırlı mutlu olaylar münasebeti ile düzenlenen törenler için ölçüt olabilecek bir örnektir.


Kadınların bayram namazı kılınan meydana gitmeleri:


Ummu Atiyye: "Peygamberimiz bize; evlenecek yaşa erişmiş kızları­mızı (bayram namazı için) da çıkarmamızı buyurdu..."[729]


Bayram günü elbisesi bulunmayan kadının durumu


Hafsa binti Şirin: "Biz cariyelerimizin (başka rivayette erişkin bekar kızlarımızın), bayram günü, bayram namazı kılınan meydana gitmelerini yasaklıyorduk... Ümmü Atiyye geldiğinde, ona: 'bu konuda birşey duydun mu?' diye sordum. 'Evet, Rasulullah erişkin bekar kızlar da çıkacak, dedi" yanıtını verdi."[730]


Hafız İbn Hacer: Görülen o ki, müslümanlar ilk dönemin ardından, ortamın bozulmasından ötürü, bekar kızları, bayram namazı kılınan meyda­na göndermîyorlardı. Bu sahabi kadınsa, kuralın peygamber döneminde olduğu gibi geçerli olduğu kanısındadır."[731]


Ümmü Atiyye: Ey Allah'ın elçisi, içimizden biri elbisesi olmadığından Ötürü bayram yerine gitmezse, kusur işlemiş olur mu? Rasulullah'a: Ona-arkadaşı kendi giysisinden giydirsin. [732]


Hafız İbn Hacer: "Arkadaşı, kendi giysisinden"[733] sözünün anlamı: Onun gereksinim duyduğu giysiyi Ödünç verir, der. Kimileri ise, kadınların bayram namazı meydanına gelmelerinin öneminin vurgulanması için; bir giyside iki kişi olsa da her durumda oraya varmalıdırlar anlamına olduğunu söylemişlerdir."[734]


Hayizlı kadının bayram törenlerini ve müslümanların dualarını dinlemesi, namaz kılınan meydanda diğerlerinden ayrı durması:


Ümmü Atıyye: Rasulullah'ın "Bekar kızlar ve ay hali yaşayan kadınlar da bayram namazı kılınan meydana gelip hayra ve müslümanların dualarına tanık olacaklar, namaz kılman yerde ay hali yaşayanlar diğerlerinden ayrıla­caklar" dediğini duydum. Hafsa: "Ay hali yaşayan da mı? dedim. Arafat'a çıkmıyor mu? karşılığını verdi."[735]


İbn Hacer: bekar kızların ve ay hali yaşayan kadınların da törene katılmaları ile gözetilenin, törende İslamî prensibin etkin biçimde ortaya konulması ve bereketin herkesi kapsaması olduğu anlaşılıyor. Hadisten, genç olsun, olmasın ay hali yaşar olsun olmasın, kadınların bayram törenle­rine katılmalarının müstehap olduğu da anlaşılıyor.[736]


Mina'da kalınan günler ve arafat'a gidildiği zaman tekbir getirme:


Hz. Ömer, Mina'daki çadırında tekbir alır, onu işiten mesciddekiler, ardından pazar halkı da tekbir alır, Mina tekbirlerle inlerdi. İbn Ömer, Mina'da kalınan günlerde tekbir alırdı. Tekbiri namazların arkasından, yatağında, çadırında, otururken, yürürken, o günlerin hepsinde sürekli alır­dı. Meymune kurban kesimi günü tekbir alırdı. Kadınlar, Mina günlerinde Ebban b. Osman ve Ömer İbn Abdulaziz'in arkasında mescidde erkeklerle birlikte tekbir alırlardı.[737]


Ümmü Atıyye: Bayram günü, bayram törenine katılmamız emredildi. Ay hali yaşayan kadınlar da törene katılır, diğerlerinin gerisinde olurlar, onların getirdikleri tekbire ve dualarına katılır, bu günün bereket ve temizli­ğini dilerlerdi.[738]


Çocukların bayram namazı kılınan meydana gitmeleri İbn Abbas: Ramazan veya Kurban bayramı Rasulullah'la birlikte na­maz kılınan meydana gittim; o, bayram namazını kıldı, hutbe okudu sonra kadınların yanma gidip onlara vaaz etti...[739]


Hafız İbn Hacer: "Çocukların bayram namazı kılınan meydana gitmeleri" yani namaz kılmasalar da oraya giderler. Zeyn el-Munir: "Yazar yorumunda; namaz kılan ve kılmayanların hepsini kapsamasını gözeterek 'bayram namazına' deyimi yerine 'bayram namazı kılınan meydana1 deyimi­ni kullanmayı özellikle seçmiş görünüyor.[740] İbn Battal: "Çocukların bay­ram namazı kılınan meydana gitmeleri; çocuğun kendisini oyundan alıkoya­bilecek, namazın ne olduğunu kavrayap onu ifsat edecek şeylerden çekine-bilecek yaşa gelmiş olması durumunda söz konusudur deniyor. Pek tutarlı görünmeyen bir yorum: Çocukların bayram namazı kılınan meydana gitme lerinin meşruiyeti; bayramın bereketinden feyizlenmeleri ve katılanların çoğunun İslam'ın şiarının gösterilmesine sağlayacağı katkıya dayanmakta­dır. Yine törene katılanların çokluğunun önemi dolayı siy ladır ki; ay hali ya­şayan kadınların da törene katılmaları buyrulmuştur. Dolayısı ile çocukların bayram namazı kılman meydana gitmeleri olayı, onlardan namaz kılan kılmayan hepsini kapsamalıdır. Yalnız çocukların yanında onların davra nışlarını denetim altında tutacak birinin olmasını gerektirir bu durum."[741]


Bayramda devlet başkanının kadınlara vaazetmesi:


Çabir b. Abdullah: "Rasulullah Ramazan bayramı günü kalktı, namazı kıldı. İşe önce namazdan başladı, ardından hutbe okudu, hutbeyi bitirdiğin­de kadınların yanına inip onlara vaazetti. Bilal'in eline tutunmaktaydı. Bilal ise elbisesinin eteğini açmış, kadınlar da ona sadaka atıyorlardı."[742]


Mızrak ve benzeri şeylerle eğlenme:


Ebu Hureyre: "Bir de baktık Habeşliler, Peygamber'in yanında küçük mızrakları ile oyun oynuyorlar. Sonra Ömer geldi, eğilip çakıl taşlan alıp onlara serpti. Onun yaptığını gören Peygamber: 'Bırak onları ey Ömer!'


dedi."[743]


Bayram günü deri kalkan ve küçük mızraklarla oyun oynama: Aişe: "... Bir bayram günüydü. Habeşliler; deri kalkanlar ve küçük mızraklarla oyun oynuyorlardı. Ya Peygamber'den ben istedim ya da o 'hoşlanıyor musun, seyreder misin?1 dedi. Ben de evet, dedim. Beni arkasına aldı, yanağım yanağına değer durumda seyrettik. O, bir yandan da: 'Bravo ey Habeşliler' diyordu. Ben usanıncaya kadar seyrettik. 'Yeter mi?' dedi, 'evet' dedim. "Başka bir rivayette:[744] "Durumumu, oyun izleyen genç kızın duru­muna kıyas edin" ifadesi de yer alıyor.[745]


Hafız İbn Hacer: "Bravo ey Habeşliler" sözü, onların yaptıklarına hoşnut olduğunu ve onları yüreklendirmek istediğini gösterir... Hadisin içeriğinin yararlanılacak yönlerinden biri de; bayramlara da yaşanan neşe­nin ve bedenlerin ibadet külfetinden rahata erdirme olgusunun aile bireyleri­nin tümüne yaygınlaştırılmasının meşruluğudur... Yine hadis; bayramlarda, sevinci dışa vurmanın dinin şiarından olduğunun da kanıtıdır. [746]Ayrıca hadis; meşru oyunların seyredilebileceğini gösterdiği gibi, Peygamberin aile bireyleri ile güzel geçindiğine de açıklık getirmektedir...[747] İyad: "Hadis, kadınların, yabancı erkeklerin yaptıklarını seyredebileceklerini gösterir. Kadınlar için yasak olan, erkeklerin yakışıklığma bakıp ondan zevk almalarıdır" diyor."[748]


Ben de, Rasulullah'ın; "Müslümanların toplantılarına ve dualarına tanık olurlar" sözünün; kadınların erkekleri seyredebileceklerini teyid etti­ğini düşünüyorum.'[749]


Bayram namazına ilişkin hadisler, günahsız eğlenme ve kamunun âü-zenlediği törenlerin izlenmesi konuları içinde dile getirmeye iten; bayram namazının, sadece hutbenin izlediği toplu olarak kılınan bir namazdan ibaret olmamasıdır. Eğer öyle olsa idi; Cuma namazı gibi mescidde kılınırdı. Yine bayram namazı; müslümanların, bayramları dolayısı ile geniş mekana ihti­yaç duyulduğundan meydanda kıldıkları, ardından hutbe okunan mevsimlik namaz da değildir. Meydanda kılmanın nedeni geniş yere gereksinimi olsa; bayram namazı sadece namaz kılanlara özgü olur, kadınların ona katılımı, Cuma namazında olduğu gibi vaaz dinlemek için isteğe bağlı olurdu. Fakat, görüyoruz ki Rasulullah, kadınların bayram namazına katılmalarını emredi­yor ve bu işi sıkı tutuyor. Diğer yandan emir, isteklerine bağlı olarak, bazen mescidde kılınan farz namazlara katılan kadınlara yönelik değildir sadece. Normalde namaz için dışarı çıkma adetinde olmayan, genç bekar kızları da kapsıyor. Dahası, ay başı hali yaşayan kadınları da. Namaz kılmayan, ay hali yaşayan kadının, bayram namazı için dışarı çıkması nasıl olur? Evet, onlar da çıkıyorlar, çünkü, mesele sadece namaz değil; şehir halkından mümkün olan çoklukta kişiyi içine alabilecek bir geniş alanda, düzenlenecek büyük dini törendir söz konusu olan. Töreni, yaşlı, genç, çocuk olmak üzere tüm müslümanların izlemesi gerekir. Herhangi bir özür nedeni ile namaz kılama-yanlar, namaza, tekbir getirerek, dua ederek katılabilirler. Amaç: "Herkes hayra ve mü'minlerin dualarına tanık olacak", "Allah'ın bu günün bereket ve temizliğinden nasip isteyecekler." İbn Daik el-İd, bu doğrultuda şunları söy­lüyor: "Onun, 'Allah'tan, bu günün bereketinden nasip isterler' sözü; çıkmalarının nedeninin bu olduğunu hissettiriyor."'[750]


Diğer yandan, Habeşlilerin bayram "günü mescidde oyun oynamaları, bayramlarda, günah olmayacak şekilde eğlenilebileceğinin İkatınıdır. Hz. Aişe'nin bu oyunları izlemesi de, kadınların eğlenmeye yönelik toplantı ve törenlere katılmalarının meşruluğunu gösterir. O oyunlara Medine'Ii kadın­ların ve kızların da katılmış olmalası, doğaldır. Mescidde önce gelen bir sahabinin toplanmış olması, bir grup Habeşlilerin oyun oynaması ve Hz. Aişe'nin de Rasulullah'ın arkasına saklanarak onları izlemesi; olayın kimi Medine'Ii kadınlara ulaşmamış olması düşünülebilir mi? Haber ulaştığında, onların da Habeşlilerin oyunlarını izlemek, törene katılmak ve müminlerin annesi Hz. Aişe gibi eğlenmek için mescide gitmiş olacakları uzak bir ihtimal olabilir mi?


Nasıl uzak bir ihtimal olabilir ki; mü'mine kadınlar, oniki amaç için gece-gündüz Mescid'e gitmeye alışmış bulunuyorlardı. Mescid Allah'ın evi olmakla birlikte; müslümanların birçok problemlerinin çözüldüğü kamuya ait geniş bir alandı.


Hz. Aişe'nin Rasulullah'ın arkasından bakması, Peygamber'in onu rida-sı ile gözlerden saklaması olayı, onun görünmemeleri emredilen Peygamber eşlerinden olmasından kaynaklanan bir durumdur. Diğer mümin kadınlara gelince; onların, erkeklerle karşılaşma durumlarında gözetilmesi gereken tutum içinde kalmaları yeterlidir. "İslam bölünmez bir bütündür." İşte; İslam, kadınları yararlı törenlere katılmaya özendiriyor. Yine o, Örtünmeyi sağlayan elbise giymeyi, gözleri harama bakmaktan sakınmayı ve erkeklere aşırı yaklaşmadan kaçınmayı emrediyor. Bunların tümü rnüslümanların namuslarına halel gelmesine yol açmayacak temiz bir ortamın oluşturulma­sına yöneliktir. Kadınların gidebilmeleri açısından, mescidle konferans veya tören salonları arasında bir fark yoktur. İmam Nevevi, Rasulullah'ın "Ay hali yaşayan kadınlar da, hayra ve müslümanların dualarına ortak olurlar" sözünü, "Kadınların, müslümanların toplu olarak gerçekleştirdikle­ri dualar, sünnet düğünleri, öğrenim için oluşturulan oturumlar ve bunlara benzer hayra yönelik toplantılara katılmalarının güzel bir davranış olduğunu gösterir" [751]biçiminde yorumluyor. Bunun anlamı; kadınların, İslami kural­ların gözetilmesi ile güzel münasebetler dolayısı ile düzenlenen törenlere katılmalarının iyi bir tutum olduğudur. Görüşümüz,"Onlar için elinizden geldiğince güç hazırlayın" buyruğu doğrultusunda, ümmetin gücünü ortaya koyan askeri gösterilerin ve hayra yönelik toplantılar kategorisinden olduğudur. Mertlik ve güçlülüğün sergilendiği spor gösterileri için oluşturu­lan toplantılar konusunda da aynı kanaatteyiz.


Seleme b. el-Ekva: "Peygamber, Eşlem oymağından ok atma yarışı yapan bir topluluğa rastladı. Onlara: 'Atın İsmail oğulları, babanız okçu idi; ben falan oğullarını tutuyorum' dediğinde, bir grup, ok atmayı bıraktı. Peygamber, 'size ne oldu niçin atmıyorsunuz?' dediğinde: 'Nasıl atarız, sen onları tutuyorsun', karşılığını verdiler. Bunun üzerine Rasulullah 'Atın, ben hepinizi tutuyorum' dedi."[752]


Abdullah b, Ömer: "Rasulullah, eğitilmiş atlarla yarış düzenledi, el-Hayfa'dan başlayan yarışın, bitiş noktası, yolcu uğurlama yöresiydi. Mesafe altı veya yedi mildi. Yarış için eğitilmemiş atlarla da yarış düzenledi, yarış yolcu uğurlama yöresinden başladı, bitiş noktası Beni Zerik mescidi idi. Mesafe bir mil kadardı. İbn Ömer de bu yarışa katılanlar arasında idi."[753]




Hatime:



Müslüman kadını toplumsal yaşama ve erkeklerle yüzyüze getiren sebepleri sunduktan sonra, -dayanaklarımızı kitap ve sünnetten çıkarmaya çalışmamıza karşın- kendimize, kadının toplumsal yaşama katılımının Peygamberin sünnetlerinden sayılıp sayılamıyacağını sormamız yerinde o-lacaktır. Soruya yanıtımız: Bu bölümde geçen ve bunların ilerki bölümlerde görülecek nasslar; kadının toplumsal yaşama katılımının ve erkeklerle kar­şılaşmasının salt yasaklanmamış olduğunu değil, Peygamberin sünnetlerin­den bir sünnet olduğunu açıklığa kavuşturmaktadır. Sünnet burada ilkeleri­ne göre hareket edilen yöntem anlamındadır. Dolayisı ile kadının sosyal ha­yata katılması, erkeklerle yüzyüze gelmesi, ilkelerini Peygamberin belirle­diği bir yöntem olup tüm bireysel ve toplumsal alanlarda pratiğe geçirilmiş­tir. Durum o ölçüye ulaşmıştır ki; kadının toplumsal yaşama katılımı Peygamber döneminde müslüman toplumun genel ayırıcı özelliği olmuştur. Bu durum, bütün Peygamberlerin -onlara selam olsun- sünnetlerindendi zaten. Bu konu üçüncü bölümde açıklığa kavuşturulacaktır, bi iznillahi.


Seleften bazıları, kadının toplumsal yaşama katılımım yasak olmadığı­nı onaylamakla birlikte kadınlarla erkeklerin birbirlerinden uzak yaşamala­rını tercih etmelerinin gerektiğini vurgularsa, biz şunu söyleriz ki: Rasulullah'm yöntemi de başkalarının yönteminden daha sevimlidir. Rasulullah'ın yaptıklarının örnek alınması, güzel olan tutumdur, görüşü bizim tutumumuzun doğruluğunu güçlendirir. Şu sözü söyleyen odur: "En hayırlı yaşama yöntemi Muhammed'in yaşama yöntemidir." Rasulullah'ın yaptıklarına karşı bizim tutumumuz konusunda fıkıh bilginleri, görüş ayrılı­ğı içindedirler. İmam Şevkani'nin bu konuya ilişkin düşünceleri: Rasulullah'ın, sevap kazanmak amacı ile yaptığı anlaşılamayan durumlarda o eyleme karşı tutumumuzun ne olacağı konusunda, görüş ayrılığına düşül­müştür. İleri sürülen görüşlerin bize göre durumları:


1. "Onu Örnek almamız gereklidir" görüşü: Örnek almak, hem görünüm hem de nitelik açısından başkasının eyleminin benzerini yapmaktır. O Ölçüde ki; Rasulullah'ın gönlünün isteğine bağlı olarak yaptığını, biz gerek­liliğine dayandırarak yaparsak onu örnek almış olmayız. Başka kanıt olmak­sızın, salt yapmış olması o eylemi bizim için gerekli (vacip) kılmaz. Eğer, Peygamberin gönlünün isteğine bağlı olmak yaptığını, gerekliliğine kanıt olmaksızın, bizim için gerekli olduğu inancıyla yaparsak, bu örnek almanın ilkeleriyle çelişir.


2. "Onu örnek almak güzel (mendub)dir" görüşü: Doğru görüş budur. Sevap kazanma amacı görünmüyor olsa da, aynı doğrultuda olması gerekir. Manen Allah'a yaklaşmayı sağlayan eylemlerin, en düşük değerde olanı ise,


islam Kadın Ansiklopedisi                                                                       319


gereklilik niteliği olmaksızın yapılması güzel olan eylemdir. Güzel olma niteliğini, iyi yönde artırarak gereklilik durumuna yükselten bir kanıt olma­dığı sürece, onun sadece güzel olduğunu söylemek gerekli olur. Peygamberin yapmış olması, yaptığının yapılmasına serbestlik kazandırır, demek doğru olmaz. Bir eylemin yapılma yapılmama serbestisi ona ilişin şer'i hüküm gelmezden önce vardır zaten. O eyleme Peygamberin sınır koy­duğunu söylemek, onu Peygamberin yapmış olmasına gereken önemin verilmediği anlamına gelir. Böyle bir tutum Peygamberin yaptıklarına karşı ilgisizlik yönünde bir aşırılıktır. Bir eylemi salt Peygamber yapmış olduğu için gerekli görmek ise; Peygamberin yaptıklarına gerekenin üzerinde önem verme yönünde bir aşırılıktır. Doğru olan ikisi arasında bir tutum izlenmesi­dir.


3.  "Mubah olduğu, yani Peygamber, tarafından yapılmış olmasının meşru kıldığının gösterildiğine" dair görüş: Bu görüşü, Debusi et Tak-vim'de, Ebu Bekir er-Razi'den aktarmış; doğrudur diye eklemiş, Cuveyni de el-Burhan'da bu görüşü benimsediğini belirtmiş. Hanbelilerin görüşü de bu yöndedir. Bunlara az önce serbestlik kazandırır düşüncesine karşı söyledik­lerimizle karşılık verilir.


4. "Peygamberin ne amaçla işlediği anlaşılıncaya kadar yargıda bulu­nulmaz" görüşü: tutumlarını; ne amaçla yaptığı bilinmediği sürece Peygam­berin bir eylemi gerçekleştirmiş olması ona gerekli (vacip), güzel (mendub)ve serbestilik (mubah) özellikleri kazandırması olasılığı yanında; Peygamberin kendine özgülüklerinden olması olasılığına, serbestlik kazan­dırmanın yukarıda değindiğimiz özelliği; RasuluUah'm kendisine özgülük­lerinden olma olasılığına; Onun özgülüklerinden olduğunu gösteren kanıt bulunmadığı durumlarda, yaptığı tüm eylemlerin yasama kategorisinden sayılması gerektiği ilkesinin engel oluşturur oluşuyla yanıt verilir. Sonuçta yargıda bulunmamanın dayanaksızhğı ortaya çıkmış olur.


Şevkani, başka bir yerde, Peygamberin Allah'a manevi yakınlık kazan­mak amacıyla yaptığına kanıt bulunmayan eyleminin Örnek alınmasının güzel (mendub) olduğu görüşüne "Allah'ın elçisinde sizin için güzel bir ör­nek vardır" ayetini kanıt göstererek şu yorumu yapıyor: "Eğer Peygamberin Allah'a manevi yakınlık amacı ile gerçekleştirdiğine kanıt bulunmayan ey­lemlerinin örnek alınması gerekli olsa idi ayette (lekum) kelimesi (aleykum) biçiminde gelirdi. Kelimenin (lekum) olarak gelmiş olması, örnek almanın gerekli (vacip) olmadığını gösterir. Örneğin vücut bulmuş olması da, o eylemin yapılmasının, yapılamamasına tercih edilir, yani yapılmasının güzel (mendub) olup, (mubah) olmadığını gösterir."[754]


Kadınların toplumsal yaşama katılmaları ve erkeklerle karşılaşmaları. Peygamberin sünnetlerinden bir sünnet olduğu kesinlik^kazandığına göre; bu sünnet zanni midir, kati midir? Bu konudaki rivayetlerin bütün olarak -Peygamberin eylem, söz ve onaylarını kapsayan yaklaşık üç yüz naşı havi-sünnetin tevatür düzeyini gösterdiği inancındayız. Dolayısıyla olay, yaşanmış olması açısından kesinlik kazanmış oluyor. Olaydan ne anlaşılma­sı gerektiği de kesinlik arzediyor, çünkü nasların çoğunluğu son derece açık ve seçiktirler.


Meseleyi özetlersek: Allah bize; birlikteliğin kurallarının gözetilmek şartı yerine getirildiğinde, erkeklerle temiz saygın kadınların birlikte pratiğe geçirecekleri dengeli bir yaşama yöntemi önermiştir. O, salgınlıklarını ko­ruyan kadınlar, toplumsal yaşama katılım ve erkeklerle birlikteliğin mey ve-lerini toplamaya istekli davrandıkları durumda hayırlı, dinamik bir yaşama yöntemi olarak belirecektir. Allah'ın yasasının yapısı her konuda bu nitelik­tedir. O her konuda haysiyet ve temiz ahlâkın gerçekleştirilmesine yönelik­tir. Ayrıca en temiz ahlakın kolaylık içinde yaşanması ve haysiyetin de ciddi verimli çalışma ile birlikteliğini ister.


Kadının toplumsal yaşama katılımının yapısı bu. Mü'minlerin, yenilenen mesleklerinin problemlerinin çözüme kavuşturulabilmesi için, kadının toplumsal yaşama daha etkin biçimde katılmasını gerektiren, günümüzde Önem kazanan toplumsal pozisyonların da üzerinde durulması gerekliliği ile karşı karşıyayız. Allah peygamberler aracılığı ile yasalarını, insanların kendi gerçekliklerine uygulamaları ve bunun sonucu gerçeklikle­rinin gereken doğrultuya girerek, olası en üst düzey yasanın sağlanması için göndermiştir. Yalnız hem ilahi yasanın hem de yaşanan olgunun doğru bilgileri elde edilmeksizin, Allah'ın yasası doğrultusunda yürüme olanağın­dan söz edilemez. Verdiğimiz nasların ilahi yasaya ilişkin bilgilerin tesbit edilmesine yardımcı olacağını umuyoruz. Geriye olgunun doğru kavranma­sı kalıyor ki, bu objektif istatistiklere dayanan bilimsel bir çalışma ile sağlanabilir, kurgu veya kişisel değerlendirmelerle değil.


Selefin geriye kalanları, kadınların yaşamları konusunda, Peygamber dönemi yöntemi ile paralellik göstermeyen yeni bir yöntemi denemelerine kavuşturan bazı örnekler: Tulum dikme:


Hz. Ömer: "... Ummu Salit iyi eteklik almaya daha layıktır. O Uhud savaşında bize tulum dikerdi."[755]


Susayanlara su verme:


Enes: "Uhud savaşında Aişe ve Ummu Süleym, tulumla su taşıyıp askerlere sunuyorlardı."[756]


Yemek hazırlama:


Ummu Atıyye: "Rasulullah'la yedi kez sefere çıktım, erkeklerin çadırları ve diğer malzemelerine göz kulak olur, yemek yapardım."[757]


Yaralıları tedavi etme:


Enes: "Rasulullah sefere Ummu Süleym ve Ensardan bir gurup kadınla çıkar, o kadınlar savaş olursa yaralıları tedavi ederlerdi."[758]


Hasta bakımı:


Hafsa binti Şîrîn, Ensardan bir kadından aktarıyor: "Kardeşinin kocası, Rasulullah'la birlikte on iki kez sefere çıkmış. Altı seferde kardeşi de onunla birlikte imiş. Kardeşi: 'Hastalara bakardık" diyormuş."[759]


Ölü ve yaralıların taşınması:


Rabi binti Muavviz: "Peygamberle sefere giderdik... ölü ve yaralıları Medine'ye taşırdık..."[760]


Kadınlardan biri kendini savunmak için bir hançer ediniyor. Enes: "Ümmü Süleym Huneyn günü bir hançer edindi. Rasulullah ona: 'Bu hançer nedir?1 dediğinde: 'Onu müşriklerden biri bana yaklaşacak olursa kamım deşmek için edindim' karşılığını verdiğinde Rasulullah gülmeye başladı.[761]


Gerektiğinde kendini savunmak için Ummu Süleym hançer taşıyor, İbni Sad Tabakat'mda verdiğine göre Ummu Ammar'a ise; müslümanlar yenilgyie uğradıklarında silah kuşanarak Rasulullah'ı savunuyorlar.


Ömer İbn Hattab: "Uhud günü Rasulullah'ın: 'Sağa sola dönüp de Um-mu Ammara'yı önümde savaşır görmediğim olmadı1 dediğini duydum" derdi."[762]


Allah mü'minlere zafer verdiğinde kadınlara, ganimetten bir miktar pay düştü. İbn Abbas: "Rasulullah sefere kadınlarla birlikte çıkar, onlara gani­metten bir miktar bağışlardı..."[763]


Onlardan biri, deniz savaşında Allah yolunda şehadete ermeyi diliyor; Allah da nasibediyor: Enes b. Malik: "Rasulullah ümmetimden bir grup yeşil denizde (Akdeniz) Allah yolunda sefere çıkacaklar, dediğinde bir kadın (Ummu Havam): "'Ey Allah'ın elçisi, beni onlardan biri kılması için Allah'a dua et1 dedi. Rasulullah da: 'Ey Allah'ım, onu onlardan eyle' dedi. Sonra o, kocası Ubade İbn Samitle birlikte, müslümanların Muaviye ile gerçekleştir­dikleri ilk deniz seferine katıldı. Sefer dönüşü Şam'a indiklerinde ona bin­mesi için bir hayvan getirdiler. Hayvan onu yere attı, bunun sonucu vefat et-ti."[764]


O, Rasulullah'ın şu sözü hükmünce şehiddir: "Allah yolunda kim hay­vandan düşer ölürse şehiddir."[765]




8. Meslekî Çalışma



Kadınları toplumsal yaşama katılma ve erkeklerle karşılaşmaya götü­ren etmenlerden biri de; dar gelirli kocasına yardım etmek, veya hayır işle­rinde harcamak üzere mal kazanmak ya da çağdaş toplumumuzda müslü­man kadın ve kızların eğitim ve tedavi edilmeleri gibi yeterlilik düzeyinde kadınların yürütmeleri gereken görevlerin edaı gereği kadının mesleki çalış­ma için ev dışına çıkışıdır. Kadın ve kızların, eğitim ve tedavileri, bu işleri yapan kadınların çoğunlukla, kızların velileri veya kadınların kocaları, akrabaları ile karşılaşmalarını ve erkeklerle birlikte çalışmalarını gerekli kıl­maktadır. Mesleki çalışmanın hedefi ne olursa olsun; bu çalışma koca ve ço­cukların hakkına halel getirmemeli, evin idaresi kadının öncelikli yükümlü­lüğü olarak kalmalıdır.


Peygamber döneminde kadınların mesleki çalışmalar için dışa çıkışla­rına bir kaç örnek veriyoruz.


İşte bu kadın tarım işleri yapıyor:


Cabir: "Peygamber ensardan Ummu Mubeşşir'in yanına varıp bir hur­ma ağacı konusunda ona: "Bunu kim dikti, müslüman mı kafir mi? diye sor­du. O müslüman, dedi. Rasulullah: 'Müslümamn diktiği bir fidan veya ektiği ekinden bir insan veya hayvan yerse onların yediği müslüman için sadaka olur' karşılığını verdi. [766]


Çobanlık yapan kadın:


Sa'd b. Mu'az: Ka'b b. Malik'in bir cariyesi, Sel dağında koyun otlatır­ken, kuzulardan biri hastalanıyor, o da ölmeden farkına varıp onu.taşla kesiyor. Peygamber'e sorulduğunda: "Onu yiyin" dedi. [767]


Ev işi yapan kadın:


Sa'd b. Sehl. "Kadının biri bir hırka getirdi. Rasulullah yanındakilere: 'Hırkanın ne olduğunu biliyor musunuz?' diye sordu. 'Evet kenarları işlemeli örtüdür' dedi. Kadın: 'Ey Allah'ın elçisi, bunu kendim dokudum, onu sana giydireceğim' dedi. Gereksinimi olduğu-için Rasulullah onu aldı. Sonra yanımıza geldiğinde baktık onu etek yapmış..."[768]


Kadının hasta tedavisi üstlenmesi, yaralıyı tedavi etmesi


Hz. Aişe: "Sa'd Hendek günü yaralandığında, Peygamber, yakından gözetmek için mescide bir çadır kurup ona koydu."[769]


Hafız İbn Hacer: İbn İshak çadırın Rufeyde el-Eslamiyye'ye ait olduğunu söylüyor. O yaralıları tedavi eden bir kadındı. Rasulullah: "Onu Rufeyde'nin çadırına koyun, onu yakında ziyaret edeceğim" [770]demiştir. [771]




7. Siyasi Çalışma



Aile ve egemen sultanın karşı çıkmasına karşın İslam'a girme, ardından onun durumu ile ilgilenme veya onun uğruna işkenceye maruz kalma ve vatanından göç etme, kuşku yoktur ki, bunların tümü günümüz deyimi ile siyasi çalışmadırlar. Müslüman kadını, tüm bu siyasi çalışmalara girmesini sağlayan, etkin inanç sistemi yeni dinin zaferi için onu erkeğe eşlik etmeye çağırıyor olmasıydı.


Sünnette yer alan siyasi çalışma türlerinden birkaçı: Habeşistan'a hicrette kadınların erkeklere katılmaları:


Ebu Musa: Esma binti Umeys, Necaşi'ye hicret edenlerle birlikte hicret etti...[772]


Kadınların, Medine'ye hicrette erkeklere katılmaları:


Mervan ve el-Misver: "Müslüman muhacir kadınlar geldiler. Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Ummu Gülsüm de Rasulullah'a ulaşmak için yola çıkanlar arasındaydı. O gün, (Hudeybiye ateşkes antlaşması esnasında) o eli iş tuta­cak çağına gelmiş bulunuyordu. Ailesi gelip Peygamber'den onu kendilerine vermesini istediler, fakat onu onlara geri vermedi..."[773]Buhari:


Kadınların Peygamberle siyasi sözleşmeye girmeleri:


"Ey Peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürme­meleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri (başkasının doğurduğu veya başka erkekten gayri meşru kazandıkları bir ço­cuğu, kocalarına nisbet etmemeleri) iyi bir işte sana karşı gelmemeleri husu­sunda sana bial ederlerse onların biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Ailah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Mümtehine, 12).


İslam devletinin siyasi geleceği ile ilgilenen kadın:


Kays b. Ebi Hazim: "Ebu Bekir, bir kadının yanına gittiğinde kadın: 'Cahiliyyeden sonra Allah'ın oluşturduğu bu iyi durumla yaşamımızın gele­ceği nedir?1 diye sordu. Ebu Bekir: 'Bu iyi durum üzere kalmanız, imamlarınızın sizi doğru yolda yürütmesine bağlıdır1 karşılığını verdiğinde Kadın: imamlar nedir?1 diye sordu. Ebu Bekir: 'Kabilende kabile halkına emreden onların da onlara itaat ettiği önderler yok muydu?' dedi. Kadın: 'Evet vardı1 dedi. Ebu Bekir: 'İşte insanlar için imamlar onların konumunda­dırlar'dedi."[774]


Bir valinin azgınlığına karşı çıkan kadın:


Ebu Nevfel: "...sonra böbürlenerek yürüdü (el-Haccac); nihayet onun yanma vardı. (Esma binti Ebu Bekir) ve: (oğlu Abdullah b. Zübeyr'in öldürülmesini kastederek) 'Allah'ın düşmanını nasıl ettiğimi gördün mü? dedi. O (Esma): 'Gördüm, onun dünyasını mahvettin, o da senin ahiretini mahvetti. [775]Rasulullah bize, Sakif de bir yalancı katil bulunduğunu söylemedi mi? Yalancıyı gördük, katile gelince; senin için onun dışında kardeş yoktur' dedi. Bunun üzerine Haccac onun yanından kalktı ve bir daha onun yanına uğramadı." [776]




10. Evlenme Fırsatlarını Çoğaltma



Erkeklerle kadınların karşılaşmalarının, evlenme fırsatlarını nasıl çoğalttığını açıklığa kavuşturan olaylar yer almaktadır. Onlardan birkaç örnek veriyoruz:


Musa (a.s.) iki kızla karşılaşıyor; Allah bu karşılaşmadan sonra Musa'nın onlardan biri ile evlenmesini kolaylaştırıyor. (Kasas 23/27).


Rasulullah Cuveyriye ile karşılaşıyor, ondan hoşlanarak evlenmek teklif ediyor.


Rasulullah, hayvanları su başında iken ansızın Beni Mustalık kabilesi­ne saldırdı, savaşçılarını Öldürdü, diğerlerini esir aldı. O gün Cuveyriye'ye sahiboldu.[777]


Ebu Davud'un Hz. Aişe'den verdiği hadiste, Cuveyriye'ye ilişkin şunlar yer alıyor: "Aişe: 'Cuveyriye gelip Rasulullah'tan, çalışıp değerini sahibine ödeyerek özgür olma anlaşması kapsamına alınmasını istedi. Rasulullah ona: 'Seni istediğinden daha hayırlısına kavuştursam ne dersin?1 diye sordu. 'O nedir, ey Allah'ın elçisi?' karşılığını verdi. Rasulullah: 'Senin ödemen gereken parayı ben ödesem ve seninle evlensem,' dedi."[778]


Erkekler Safiye ile karşılaşıyorlar. Onu Rasulullah'a uygun görüyorlar. O da onu beğeniyor ve onunla evleniyor:


Enes: "Bir kişi gelip Rasulullah'a: 'Ey Allah'ın peygamberi, Dıhye'ye Kurayza ve Nadir'in hanım efendisi Safiye binti Huyey'i verdin. O senden başkasına uygun değildir,' dedi."[779] Başka bir rivayette: "Esirler arasında onun gibisini görmedik, diyerek başladılar, Rasulullah'ın yanında onu övmeye"[780] biçiminde gelmiştir.


Rasulullah: Onunla birlikte Dıhye'yi çağırın dedi. Onu getirdiklerinde ona baktı, Dıhye'ye esirler arasından ondan başka bir cariye al dedi. Peygamber önce ona özgürlüğünü bağışladı, ardından onunla evlendi. [781]


Rasulullah kendisini ona sunan kadın hakkında düşünüyor sonra onunla evlenmekten vazgeçiyor hemen orda bulunanlardan biri ona dünür oluyor;


Sehl b. Sa'd: "Bir kadın gelip Rasulullah'a: 'Ey Allah elçisi, kendimi sana sunmaya geldim,1 dedi. Rasulullah ona dikkatlice baktıktan sonra sustu. Kadın onun bir karar bildirmediğini görünce oturdu. Arkadaşlarından bir kişi kalkarak: 'Ey Allah'ın elçisi eğer ona ihtiyacın yoksa, beni onunla evlendir' dedi. Rasulullah: 'Bir şeyin var mı?1 diye sordu. Adam: 'Ey Allah'ın elçisi yemin ederim yok,' dedi.1 Rasulullah: 'Götür, Kur'an'dan bildiklerine karşılık onu sana verdim,' dedi."[782]


İki kişi, süslenmiş olan Sübey'a'yla karşılaşıyor ve her ikisi de ona evlenme teklifinde bulunuyor, o da genç olanını tercih ediyor:


Sübey'a binti el-Haris: Nifas durumu geçtiğinde, süslenip dünüre gele­cekler için hazırlanıyor, bu hazırlıklı durumdayken Ebu Senabil b. Ba'kek yanına gelip: Ne o, seni dünüre hazırlanmış görüyorum, evlenmeye mi niyetlisin? diyor... Buhari'nin [783]diğer bir rivayetinde ifade: "Ebu Senabil b. Ba'kek ona evlenme teklif etti, ama o onunla evlenmekten kaçındı." biçimindedir. [784]


Hafız İbn Hacer; el-Muvatta'da, Buhari'de yer alan "O, onunla evlen­mekten kaçındı" biçimindeki ifadesinin yerine "Ona biri genç, diğeri erişkin iki kişi evlenme teklifinde bulundu, o da genç olanı tercih etti" ifadesi geç­mektedir.[785]


Özetleyecek olursak, evlenmek isteyen müslümanın güzelliğine bak­ması, onun yararlı eş olup olamayacağı konusunu araştırması ve aradığını bulduğunda ona evlenmek teklif etmesine engel yoktur. Bu fiilen dünür ola­nın durumundan farklıdır. Dünür olan, önceden edindiği bilgi veya başkala­rının aracılığı sonucu bir kadınla evlenmeye kendi açısından karar vermiş ona teklif sunmaktadır. Bizim üzerinde durduğumuz durumu "araştırma" biçiminde dile getirmek mümkün. Araştırıcı şuna buna bakar, bakış; kadının yüzüne bakmanın yanında, kadının kişiliği ve ahlâkı ile ailesini araştırmaya yöneliktir.


Bu araştırma, kişinin kalbinin mutmain olmasına kadar sürer. Fakat, kişi evlenme kaygısı ile bunu yapmalı ve müslümanlann dokunulmaz gör­dükleri kuralları da gözetmeli. Diğer yandan, erkeklerle kadınların birbirleri ile karşılaşması, evlenme işini gevşek tutanları yüreklendirmekte erken ev­lenme gayretlerini artırmaktadır. Nedeni; akıl ve kalbin gördüğünü göz gör­düğünde hoşlanma duygusunun devinim kazanması. İşin bir yönü bu. Diğer bir yönü ise; iki tarafın karşılaşmasının, kimi durumlarda evlenmek isteyen­lerin önüne sevimsiz geleneklerin koyduğu engellerin aşılmasına yardımcı olması. Nitekim, mücahidlerin kız ve erkek Öğrencilere yönelik örnek girişimleri sonucu kızlarla erkeklerin birbirleri ile buluşmaları sağlandığın­da, Hartum Üniversitesi'nde müslüman gençler arasında erken evlenme olayı belirgin biçimde arttı. Aynı durum, bir yönüyle evlenme isteği; bir yö­nüyle de üniversitede İslamî çalışma çerçevesinde gerçekleşen sınırlı birlik­telik sonucu, Mısır üniversitelerindeki müslüman gençler arasında da göz­lendi.[786]


Şer'i kurallar içinde dengeli beraberlik genellikle güzel sonuçlar ver­mektedir. Bu sonuç evliliktir. Ama kural gözardı edildiğinde zinaya yol aç­ması mümkündür. Ondan Allah'a sığınırız. [787]




11. Harama Girmeden Eğlence Düzenleme



Kadınların erkeklerden ayrı eğlenmeleri, İslamî bir tutumdur. Sözünü ettiğimiz eğlenmede kadının kendi yapısı doğrultusunda oyunlar sergilediği eğlenmenin özel bir türüdür. [788]Fakat kadın ve erkeklerin birlikte olabilecek­leri başka eğlenme türleri de var. Örneğin, erkekler, çocuklar, kadınların (hayızlı olanlar dahil)1; tekbir getirerek bayram töreni için bayram namazı Peygamber döneminde müslüman kadın


kılınan meydana gitmeleri. Kadınların, erkeklerin cesareti sergileyen oyun­larını seyretmeleri de mümkündür. Mesela, Hz. Aişe'nin Habeşlilerin oyun­larını seyretmesi. Nedeni ise, erkeklerin durumu ile kadınların durumunun farklı olması. İbn Kuddame el-Hanbeli bu duruma şu sözleri ile parmak basmış; kadınlar, gereken yerleri örtülü ise, erkeklere bakabilirler, yargısını Hz. Aişe'nin Habeşlilerin oyunlarını seyretmesine dayandırmış.


İbn Reşid el-Hafid de: "Erkeklerin kadınları seyretmeleri, kadınların erkekleri seyretmelerinden daha olumsuzdur" demiş.


Hem kadın, hem de erkeklerin bulunduğu eğlence türlerinin bir üçün­cüsü de; her iki cinsten çocukların icra ettikleri oyunlardır.


Şimdi de Sahih-i Buhari'nin Rasulullah zamanında bayram törenlerin­de kadınların erkeklere katılımını belirleyen alt başlıklarına nasıl Özen gös­terdiğine bakalım. O dönemin bayram törenleri, başka hayırlı mutlu olaylar münasebeti ile düzenlenen törenler için ölçüt olabilecek bir örnektir.


Kadınların bayram namazı kılınan meydana gitmeleri:


Ummu Atiyye: "Peygamberimiz bize; evlenecek yaşa erişmiş kızları­mızı (bayram namazı için) da çıkarmamızı buyurdu..."[789]


Bayram günü elbisesi bulunmayan kadının durumu Hafsa binti Şirin: "Biz cariyelerimizin (başka rivayette erişkin bekar kızlarımızın), bayram günü, bayram namazı kılman meydana gitmelerini yasaklıyorduk... Ümmü Atiyye geldiğinde, ona: 'bu konuda birşey duydun mu?' diye sordum. 'Evet, Rasulullah erişkin bekar kızlar da çıkacak, dedi" yanıtını verdi."[790]


Hafız İbn Hacer: Görülen o ki, müslümanlar ilk dönemin ardından, ortamın bozulmasından ötürü, bekar kızları, bayram namazı kılman meyda­na gön demliyorlardı. Bu sahabi kadınsa, kuralın peygamber döneminde olduğu gibi geçerli olduğu kanısındadır."[791]


Ümmü Atiyye: Ey Allah'ın elçisi, içimizden biri elbisesi olmadığından ötürü bayram yerine gitmezse, kusur işlemiş olur mu? Rasulullah'a: Ona arkadaşı kendi giysisinden giydirsin. [792]


Hafız İbn Hacer: "Arkadaşı, kendi giysisinden"[793] sözünün anlamı: Onun gereksinim duyduğu giysiyi ödünç verir, der. Kimileri ise, kadınların bayram namazı meydanına gelmelerinin Öneminin vurgulanması için; bir giyside iki kişi olsa da her durumda oraya varmalıdırlar anlamına olduğunu söylemişlerdir."[794]


Hayızlı kadının bayram törenlerini ve müslümanlann dualarım dinlemesi, namaz kılınan meydanda diğerlerinden ayrı durması:


Ümmü Atıyye: Rasulullah'ın "Bekar kızlar ve ay hali yaşayan kadınlar da bayram namazı kılınan meydana gelip hayra ve müslümanlarm dualarına tanık olacaklar, namaz kılınan yerde ay hali yaşayanlar diğerlerinden ayrıla­caklar" dediğini duydum. Hafsa: "Ay hali yaşayan da mı? dedim. Arafat'a çıkmıyor mu? karşılığını verdi."[795]


İbn Hacer: bekar kızların ve ay hali yaşayan kadınların da törene katılmaları ile gözetilenin, törende İslamî prensibin etkin biçimde ortaya konulması ve bereketin herkesi kapsaması olduğu anlaşılıyor. Hadisten, genç olsun, olmasın ay hali yaşar olsun olmasın, kadınların bayram törenle­rine katılmalarının müstehap olduğu da anlaşılıyor.[796]


Mina'da kalınan günler ve arafat'a gidildiği zaman tekbir getirme:


Hz. Ömer, Mina'daki çadırında tekbir alır, onu işiten mesciddekiler, ardından pazar halkı da tekbir alır, Mina tekbirlerle inlerdi. İbn Ömer, Mina'da kalınan günlerde tekbir alırdı. Tekbiri namazların arkasından, yatağında, çadırında, otururken, yürürken, o günlerin hepsinde sürekli alır­dı. Meymune kurban kesimi günü tekbir alırdı. Kadınlar, Mina günlerinde Ebban b. Osman ve Ömer İbn Abdulaziz'in arkasında mescidde erkeklerle birlikte tekbir alırlardı.[797]


Ümmü Atıyye: Bayram günü, bayram törenine katılmamız emredildi. Ay hali yaşayan kadınlar da törene katılır, diğerlerinin gerisinde olurlar, onların getirdikleri tekbire ve dualarına katılır, bu günün bereket ve temizli­ğini dilerlerdi.[798]


Çocukların bayram namazı kılınan meydana gitmeleri


İbn Abbas: Ramazan veya Kurban bayramı Rasulullah'la birlikte na­maz kılınan meydana gittim; o, bayram namazını kıldı, hutbe okudu sonra kadınların yanına gidip onlara vaaz etti...[799]


Hafız İbn Hacer: "Çocukların bayram namazı kılman meydana gitmeleri" yani namaz kılmasalar da oraya giderler. Zeyn el-Munir: "Yazar yorumunda; namaz kılan ve kılmayanların hepsini kapsamasını gözeterek 'bayram namazına' deyimi yerine 'bayram namazı kılman meydana' deyimi­ni kullanmayı özellikle seçmiş görünüyor."[800] İbn Battal: "Çocukların bay­ram namazı kılınan meydana gitmeleri; çocuğun kendisini oyundan alıkoya­bilecek, namazın ne olduğunu kavrayap onu ifsat edecek şeylerden çekine-bilecek yaşa gelmiş olması durumunda söz konusudur deniyor. Pek tutarlı görünmeyen bir yorum: Çocukların bayram namazı kılınan meydana gitme lerinin meşruiyeti; bayramın bereketinden feyizlenmeleri ve katılanların çoğunun İslam'ın şiarının gösterilmesine sağlayacağı katkıya dayanmakta­dır. Yine törene katılanların çokluğunun Önemi dolayı siy ladır ki; ay hali ya­şayan kadınların da törene katılmaları buyrulmuştur. Dolayısı ile çocukların bayram namazı kılman meydana gitmeleri olayı, onlardan namaz kılan kılmayan hepsini kapsamalıdır. Yalnız çocukların yanında onların davra nışlarını denetim altında tutacak birinin olmasını gerektirir bu durum."[801]


Bayramda devlet başkanının kadınlara vaazetmesi:


Cabir b. Abdullah: "Rasulullah Ramazan bayramı günü kalktı, namazı kıldı. İşe önce namazdan başladı, ardından hutbe okudu, hutbeyi bitirdiğin­de kadınların yanına inip onlara vaazetti. Bilal'in eline tutunmaktaydı. Bilal ise elbisesinin eteğini açmış, kadınlar da ona sadaka atıyorlardı."[802]


Mızrak ve benzeri şeylerle eğlenme:


Ebu Hureyre: "Bir de baktık Habeşliler, Peygamber'in yanında küçük mızrakları ile oyun oynuyorlar. Sonra Ömer geldi, eğilip çakıl taşlan alıp onlara serpti. Onun yaptığını gören Peygamber: 'Bırak onları ey Ömer!' dedi."[803]


Bayram günü deri kalkan ve küçük mızraklarla oyun oynama: Aişe: "... Bir bayram günüydü. Habeşliler; deri kalkanlar ve küçük mızraklarla oyun oynuyorlardı. Ya Peygamber'den ben istedim ya da o 'hoşlanıyor musun, seyreder misin?1 dedi. Ben de evet, dedim. Beni arkasına aldı, yanağım yanağına değer durumda seyrettik. O, bir yandan da: 'Bravo ey Habeşliler' diyordu. Ben usanıncaya kadar seyrettik. 'Yeter mi?' dedi, 'evet' dedim. "Başka bir rivayette:[804] "Durumumu, oyun izleyen genç kızın duru­muna kıyas edin" ifadesi de yer alıyor,[805]


Hafız İbn Hacer: "Bravo ey Habeşliler" sözü, onların yaptıklarına hoşnut olduğunu ve onları yüreklendirmek istediğini gösterir... Hadisin içeriğinin yararlanılacak yönlerinden biri de; bayramlara da yaşanan neşe­nin ve bedenlerin ibadet külfetinden rahata erdirme olgusunun aile bireyleri­nin tümüne yaygınlaştırılmasının meşruluğudur... Yine hadis; bayramlarda, sevinci dışa vurmanın dinin şiarından olduğunun da kanıtıdır.[806]Ayrıca hadis; meşru oyunların seyredilebileceğini gösterdiği gibi. Peygamberin aile bireyleri ile güzel geçindiğine de açıklık getirmektedir...[807] İyad: "Hadis, kadınların, yabancı erkeklerin yaptıklarını seyredebileceklerini gösterir. Kadınlar için yasak olan, erkeklerin yakışıklığına bakıp ondan zevk almalarıdır" diyor."[808]


Ben de, Rasulullah'ın: "Müslümanların toplantılarına ve dualanna tanık olurlar" sözünün; kadınların erkekleri seyredebileceklerini teyid etti­ğini düşünüyorum.[809]


Bayram namazına ilişkin hadisler, günahsız eğlenme ve kamunun dü­zenlediği törenlerin izlenmesi konulan içinde dile getirmeye iten; bayram namazının, sadece hutbenin izlediği toplu olarak kılınan bir namazdan ibaret olmamasıdır. Eğer Öyle olsa idi; Cuma namazı gibi mescidde kılınırdı. Yine bayram namazı; müslümanların, bayramları dolayısı ile geniş mekana ihti­yaç duyulduğundan meydanda kıldıkları, ardından hutbe okunan mevsimlik namaz da değildir. Meydanda kılmanın nedeni geniş yere gereksinimi olsa; bayram namazı sadece namaz kılanlara özgü olur, kadınların ona katılımı, Cuma namazında olduğu gibi vaaz dinlemek için isteğe bağlı olurdu. Fakat, görüyoruz ki Rasulullah, kadınların bayram namazına katılmalarını emredi­yor ve bu işi sıkı tutuyor. Diğer yandan emir, isteklerine bağlı olarak, bazen mescidde kılınan farz namazlara katılan kadınlara yönelik değildir sadece. Normalde namaz için dışarı çıkma adetinde olmayan, genç bekar kızları da kapsıyor. Dahası, ay başı hali yaşayan kadınları da. Namaz kılmayan, ay hali yaşayan kadının, bayram namazı için dışarı çıkması nasıl olur? Evet, onlar da çıkıyorlar, çünkü, mesele sadece namaz değil; şehir halkından mümkün olan çoklukta kişiyi içine alabilecek bir geniş alanda, düzenlenecek büyük dini törendir söz konusu olan. Töreni, yaşlı, genç. çocuk olmak üzere tüm müslümanların izlemesi gerekir. Herhangi bir özür nedeni ile namaz kılama-yanlar, namaza, tekbir getirerek, dua ederek katılabilirler. Amaç: "Herkes hayra ve mü'minlerin dualarına tanık olacak", "Allah'ın bu günün bereket ve temizliğinden nasip isteyecekler." İbn Daik el-îd, bu doğrultuda şunları söy­lüyor: "Onun, 'Allah'tan, bu günün bereketinden nasip isterler1 sözü; çıkmalarının nedeninin bu olduğunu hissettiriyor."[810]


Diğer yandan, Habeşlilerin bayram günü mescidde oyun oynamaları, bayramlarda, günah olmayacak şekilde eğlenilebileceğinin katımdır. Hz. Aişe'nin bu oyunları izlemesi de, kadınların eğlenmeye yönelik toplantı ve törenlere katılmalarının meşruluğunu gösterir. O oyunlara Medine'li kadın­ların ve kızların da katılmış olmalası, doğaldır. Mescidde önce gelen bir sahabinin toplanmış olması, bir grup Habeşlilerin oyun oynaması ve Hz. Aişe'nin de Rasulullah'ın arkasına saklanarak onları izlemesi; olayın kimi Medine'li kadınlara ulaşmamış olması düşünülebilir mi? Haber ulaştığında, onların da Habeşlilerin oyunlarını izlemek, törene katılmak ve müminlerin annesi Hz. Aişe gibi eğlenmek için mescide gitmiş olacakları uzak bir ihtimal olabilir mi?


Nasıl uzak bir ihtimal olabilir ki; mü'mine kadınlar, oniki amaç için gece-gündüz Mescid'e gitmeye alışmış bulunuyorlardı. Mescid Allah'ın evi olmakla birlikte; müslümanların birçok problemlerinin çözüldüğü kamuya ait geniş bir alandı.


Hz. Aişe'nin Rasulullah'ın arkasından bakması, Peygamber'in onu rida-sı ile gözlerden saklaması olayı, onun görünmemeleri emredilen Peygamber eşlerinden olmasından kaynaklanan bir durumdur. Diğer mümin kadınlara gelince; onların, erkeklerle karşılaşma durumlarında gözetilmesi gereken tutum içinde kalmaları yeterlidir. "İslam bölünmez bir bütündür." İşte; İslam, kadınları yararlı törenlere katılmaya özendiriyor. Yine o, örtünmeyi sağlayan elbise giymeyi, gözleri harama bakmaktan sakınmayı ve erkeklere aşırı yaklaşmadan kaçınmayı emrediyor. Bunların tümü müslümanların namuslarına halel gelmesine yol açmayacak temiz bir ortamın oluşturulma­sına yöneliktir. Kadınların gidebilmeleri açısından, mescidle konferans veya tören salonları arasında bir fark yoktur. İmam Nevevi, Rasulullah'ın "Ay hali yaşayan kadınlar da, hayra ve müslümanlarm dualarına ortak olurlar" sözünü, "Kadınların, müslümanların toplu olarak gerçekleştirdikle­ri dualar, sünnet düğünleri, öğrenim için oluşturulan oturumlar ve bunlara benzer hayra yönelik toplantılara katılmalarının güzel bir davranış olduğunu gösterir" [811]biçiminde yorumluyor. Bunun anlamı; kadınların, İslami kural­ların gözetilmesi ile güzel münasebetler dolayısı ile düzenlenen törenlere katılmalarının iyi bir tutum olduğudur. Görüşümüz,"Onlar için elinizden geldiğince güç hazırlayın" buyruğu doğrultusunda, ümmetin gücünü ortaya koyan askeri gösterilerin ve hayra yönelik toplantılar kategorisinden olduğudur. Mertlik ve güçlülüğün sergilendiği spor gösterileri için oluşturu­lan toplantılar konusunda da aynı kanaatteyiz.


Seleme b. el-Ekva: "Peygamber, Eşlem oymağından ok atma yarışı yapan bir topluluğa rastladı. Onlara: 'Atın İsmail oğullan, babanız okçu idi; ben falan oğullarını tutuyorum' dediğinde, bir grup, ok atmayı bıraktı. Peygamber, 'size ne oldu niçin atmıyorsunuz?' dediğinde: 'Nasıl atarız, sen onları tutuyorsun', karşılığını verdiler. Bunun üzerine Rasulullah 'Atın, ben hepinizi tutuyorum' dedi."[812]


Abdullah b. Ömer: "Rasulullah, eğitilmiş atlarla yarış düzenledi, el-Hayfa'dan başlayan yarışın, bitiş noktası,, yolcu uğurlama yöresiydi. Mesafe altı veya yedi mildi. Yarış için eğitilmemiş atlarla da yarış düzenledi, yarış yolcu uğurlama [813]yöresinden başladı, bitiş noktası Beni Zerik mescidi idi. Mesafe bir mil kadardı. İbn Ömer de bu yarışa katılanlar arasında idi." [814]




Hatime:



Müslüman kadını toplumsal yaşama ve erkeklerle yüzyüze getiren sebepleri sunduktan sonra, -dayanaklarımızı kitap ve sünnetten çıkarmaya çalışmamıza karşın- kendimize, kadının toplumsal yaşama katılımının Peygamberin sünnetlerinden sayılıp sayılamiyacağını sormamız yerinde o-lacaktır. Soruya yanıtımız: Bu bölümde geçen ve bunların ilerki bölümlerde görülecek nasslar; kadının toplumsal yaşama katılımının ve erkeklerle kar­şılaşmasının salt yasaklanmamış olduğunu değil, Peygamberin sünnetlerin­den bir sünnet olduğunu açıklığa kavuşturmaktadır. Sünnet burada ilkeleri­ne göre hareket edilen yöntem anlamındadır. Dolayısı ile kadının sosyal ha­yata katılması, erkeklerle yüzyüze gelmesi, ilkelerini Peygamberin belirle­diği bir yöntem olup tüm bireysel ve toplumsal alanlarda pratiğe geçirilmiş­tir. Durum o ölçüye ulaşmıştır ki; kadının toplumsal yaşama katılımı Peygamber döneminde müslüman toplumun genel ayırıcı özelliği olmuştur. Bu durum, bütün Peygamberlerin -onlara selam olsun- sünnetlerindendi zaten. Bu konu üçüncü bölümde açıklığa kavuşturulacaktır, bi iznillahi.


Seleften bazıları, kadının toplumsal yaşama katılımım yasak olmadığı­nı onaylamakla birlikte kadınlarla erkeklerin birbirlerinden uzak yaşamala­rını tercih etmelerinin gerektiğini vurgularsa, biz şunu söyleriz ki: Rasulullah'ın yöntemi de başkalarının yönteminden daha sevimlidir. Rasulullah'ın yaptıklarının örnek alınması, güzel olan tutumdur, görüşü bizim tutumumuzun doğruluğunu güçlendirir. Şu sözü söyleyen odur: "En hayırlı yaşama yöntemi Muhammed'in yaşama yöntemidir." Rasulullah'ın yaptıklarına karşı bizim tutumumuz konusunda fıkıh bilginleri, görüş ayrılı­ğı içindedirler. İmam Şevkani'nin bu konuya ilişkin düşünceleri: Rasulullah'ın, sevap kazanmak amacı ile yaptığı anlaşılamayan durumlarda o eyleme karşı tutumumuzun ne olacağı konusunda, görüş ayrılığına düşül­müştür. İleri sürülen görüşlerin bize göre durumları:


1. "Onu örnek almamız gereklidir" görüşü: Örnek almak, hem görünüm hem de nitelik açısından başkasının eyleminin benzerini yapmaktır. O ölçüde ki; Rasulullah'ın gönlünün isteğine bağlı olarak yaptığını, biz gerek­liliğine dayandırarak yaparsak onu örnek almış olmayız. Başka kanıt olmak­sızın, salt yapmış olması o eylemi bizim için gerekli (vacip) kılmaz. Eğer, Peygamberin gönlünün isteğine bağlı olmak yaptığını, gerekliliğine kanıt olmaksızın, bizim için gerekli olduğu inancıyla yaparsak, bu örnek almanın ilkeleriyle çelişir.


2. "Onu örnek almak güzel (mendub)dir" görüşü: Doğru görüş budur. Sevap kazanma amacı görünmüyor olsa da, aynı doğrultuda olması gerekir. Manen Allah'a yaklaşmayı sağlayan eylemlerin, en düşük değerde olanı ise, gereklilik niteliği olmaksızın yapılması güzel olan eylemdir. Güzel olma niteliğini, iyi yönde artırarak gereklilik durumuna yükselten bir kanıt olma­dığı sürece, onun sadece güzel olduğunu söylemek gerekli olur. Peygamberin yapmış olması, yaptığının yapılmasına serbestlik kazandırır, demek doğru olmaz. Bir eylemin yapılma yapılmama serbestisi ona ilişin şer'i hüküm gelmezden önce vardır zaten. O eyleme Peygamberin sınır koy­duğunu söylemek, onu Peygamberin yapmış olmasına gereken Önemin verilmediği anlamına gelir. Böyle bir tutum Peygamberin yaptıklarına karşı ilgisizlik yönünde bir aşırılıktır. Bir eylemi salt Peygamber yapmış olduğu için gerekli görmek ise; Peygamberin yaptıklarına gerekenin üzerinde önem verme yönünde bir aşırılıktır. Doğru olan ikisi arasında bir tutum izlenmesi­dir.


3.  "Mubah olduğu, yani Peygamber, tarafından yapılmış olmasının meşru kıldığının gösterildiğine" dair görüş: Bu görüşü, Debusi et Tak-vim'de, Ebu Bekir er-Razi'den aktarmış; doğrudur diye eklemiş, Cuveyni de el-Burhan'da bu görüşü benimsediğini belirtmiş. Hanbelilerin görüşü de bu yöndedir. Bunlara az önce serbestlik kazandınr düşüncesine karşı söyledik­lerimizle karşılık verilir.


4. "Peygamberin ne amaçla işlediği anlaşılıncaya kadar yargıda bulu­nulmaz" görüşü: tutumlarını; ne amaçla yaptığı bilinmediği sürece Peygam­berin bir eylemi gerçekleştirmiş olması ona gerekli (vacip), güzel (mendub)ve serbestilik (mubah) özellikleri kazandırması olasılığı yanında; Peygamberin kendine özgülüklerinden olması olasılığına, serbestlik kazan­dırmanın yukarıda değindiğimiz özelliği; Rasulullah'ın kendisine özgülük­lerinden olma olasılığına; Onun özgülüklerinden olduğunu gösteren kanıt bulunmadığı durumlarda, yaptığı tüm eylemlerin yasama kategorisinden sayılması gerektiği ilkesinin engel oluşturur oluşuyla yanıt verilir. Sonuçta yargıda bulunmamanın dayanaksızlığı ortaya çıkmış olur.


Şevkani, başka bir yerde, Peygamberin Allah'a manevi yakınlık kazan­mak amacıyla yaptığına kanıt bulunmayan eyleminin örnek alınmasının güzel (mendub) olduğu görüşüne "Allah'ın elçisinde sizin için güzel bir ör­nek vardır" ayetini kanıt göstererek şu yorumu yapıyor: "Eğer Peygamberin Allah'a manevi yakınlık amacı ile gerçekleştirdiğine kanıt bulunmayan ey­lemlerinin örnek alınması gerekli olsa idi ayette (lekum) kelimesi (aleykum) biçiminde gelirdi. Kelimenin (lekum) olarak gelmiş olması, Örnek almanın gerekli (vacip) olmadığını gösterir. Örneğin vücut bulmuş olması da, o eylemin yapılmasının, yapılamamasına tercih edilir, yani yapılmasının güzel (mendub) olup, (mubah) olmadığını gösterir."[815]


Kadınların toplumsal yaşama katılmaları ve erkeklerle karşılaşmaları. Peygamberin sünnetlerinden bir sünnet olduğu kesinlik kazandığına göre; bu sünnet zanni midir, kati midir? Bu konudaki rivayetlerin bütün olarak -Peygamberin eylem, söz ve onaylarını kapsayan yaklaşık üç yüz naşı havi-sünnetin tevatür düzeyini gösterdiği inancındayız. Dolayısıyla olay, yaşanmış olması açısından kesinlik kazanmış oluyor. Olaydan ne anlaşılma­sı gerektiği de kesinlik arzediyor, çünkü naslann çoğunluğu son derece açık ve seçiktirler.


Meseleyi özetlersek: Allah bize; birlikteliğin kurallarının gözetilmek şartı yerine getirildiğinde, erkeklerle temiz saygın kadınların birlikte pratiğe geçirecekleri dengeli bir yaşama yöntemi önermiştir. O, salgınhklarını ko­ruyan kadınlar, toplumsal yaşama katılım ve erkeklerle birlikteliğin mey ve-lerini toplamaya istekli davrandıkları durumda hayırlı, dinamik bir yaşama yöntemi olarak belirecektir. Allah'ın yasasının yapısı her konuda bu nitelik­tedir. O her konuda haysiyet ve temiz ahlâkın gerçekleştirilmesine yönelik­tir. Ayrıca en temiz ahlakın kolaylık içinde yaşanması ve haysiyetin de ciddi verimli çalışma ile birlikteliğini ister.


Kadının toplumsal yaşama katılımının yapısı bu. Mü'minlerin, yenilenen mesleklerinin problemlerinin çözüme kavuşturulabilmesi için, kadının toplumsal yaşama daha etkin biçimde katılmasını gerektiren, günümüzde önem kazanan toplumsal pozisyonların da üzerinde durulması gerekliliği ile karşı karşıyayız. Allah peygamberler aracılığı ile yasalarını, insanların kendi gerçekliklerine uygulamaları ve bunun sonucu gerçeklikle­rinin gereken doğrultuya girerek, olası en üst düzey yasanın sağlanması için göndermiştir. Yalnız hem ilahi yasanın hem de yaşanan olgunun doğru bilgileri elde edilmeksizin, Allah'ın yasası doğrultusunda yürüme olanağın­dan söz edilemez. Verdiğimiz nasların ilahi yasaya ilişkin bilgilerin tesbit edilmesine yardımcı olacağını umuyoruz. Geriye olgunun doğru kavranma­sı kalıyor ki, bu objektif istatistiklere dayanan -bilimsel bir çalışma ile sağlanabilir, kurgu veya kişisel değerlendirmelerle değil.


Selefin geriye kalanları, kadınların yaşamları konusunda, Peygamber dönemi yöntemi ile paralellik göstermeyen yeni bir yöntemi denemelerine karşın; onlar, yaşadıkları dönemde toplumsal gerçekliğe egemen olan duru­mu değerlendirme açısından bizden daha bilinçli davranıyorlardı. Köylü kadınlarla şehirde yaşayan kadınlara farklı hükümler uyguluyorlardı. Şehirde yaşayan kadınların, yüzlerini örtmeleri ve evde oturmaları gereki­yordu. Çünkü onların evden çıkma gereksinimleri sınırlıydı. Aynca gereksi­nimlerinin çoğunu cariye ve köleler yerine getirirlerdi. Köylü kadınlar işi, ne evde oturmaya ne yüz örtmeye zorlanıyordu. Çiftçi kadın, kocasına yardım etmek, sürü otlatmak, pazarda evin gereksinimlerini görmek gibi veya başka gereksinimler için her gün dışarı çıkar, herhangi bir kısıtlama olmaksızın erkeklere karışırdı. Yani özel olarak, köy ortamının gerektirdiği doğrultuda yaşam olayına kolaylaştırma sağlanmıştı.


Bizim de; günümüz şehir kadının durumunu çok duyarlı biçimde algı­lamamız; Özellikle çalışan kadın açısından, dünün köyü ile bugünün şehri arasında benzerliklerin ne ölçüde arttığına bakmamız gerek. Aynca konuyu, dışarıda işte çalışmamakla birlikte, ağır çalışma şartlan altında ezilen koca­sının yerine ev dışında kimi işleri görmek durumunda olan ev kadını açısın­dan da değerlendirmemiz gerekir. Söylediğiniz gibi yaşanan olgunun bilim­sel olarak araştırılması gereğini takdir etmekle birlikte burda, olgu ile güçlü bağlantılılık içinde olan ve onun oluşmasına önemli ölçüde katkısı bulunan yeni toplumsal konumların bazılarına değineceğiz.


1. Günümüzde toplumun ve aynı biçimde kadının gereksinimi; bir çok kadını mesleki çalışma kanalıyla toplumsal yaşama katılıma itmiş durumda­dır. Kadını dışarı çıkmaya, erkeklerle yüzyüze gelmeye götüren etmen bu­dur.


2. Çağdaş toplum, kadının toplumsal ve siyasal girişimlere katılmasına gereksinim duymaktadır. Bu da, kadını dışarı çıkmaya ve erkeklerle karşı­laşmaya götürmektedir.


3.  Çağdaş tolumun karmaşıklaşması ve kurumların çoğalması. Öğrenim, tedavi, hizmetler, yönetim ve özellikle de; evlilik işleri, kimlik, pasaport, aylık dağıtımı, polis ve trafik merkezleri gibi bireyle doğrudan bağlantı içinde olan kurumlar artmış bulunuyor. Oysa eski toplum bunlann çoğundan habersizdi. Bireyin doğrudan veya dolaylı ilişkiye girme gereksi­nimde olduğu kurumların çokluğu, kadının dışarı çıkmasını ve erkeklerle karşılaşmasını getirmektedir yapısı gereği.


4. Son dönemlerde artık evlerde hizmetçilerin görülmez olmalan, ev dışında günlük ve başka tür gereksinimlerinin giderilmesi konusunda kadı­nın sorumluluğunu artırmıştır, onu, konuklara hizmet etme, evin tamir işleri için gelen işçileri karşılama gibi, erkeklerle karşılaşmayı gerektiren kimi işleri görme gerekliliği ile karşı karşıya bırakarak ev içindeki sorumluluğu­nu da artırmıştır.


5. Toplum karmışıklaştı, şehrin mahalleleri arasındaki mesafeler uzak­laştı. Ağır çalışma şartlan kocayı; çocukların okul durumlarının gözetilme^ si, tedavileri için doktora hastaneye götürülmeleri, kimi yakınların kollanması gibi evin gereksinim duyduğu hizmetler için yeterli zaman bula­maz duruma sokmuştur.


6.  Günümüz şehir yapılaşması, evleri hava ve güneşlilik açısından yetersizliğe götürdüğünden kadın; kocası ve çocukları ile birlikte tenha yerlerde dinlenmek için dışarı çıkma gereksinimi içindedir.


7. Büyük aile sistemi -aile bireylerinin çoğunu barındırırdı, büyümüş evlenmiş olsalar da- uzakta oturan akraba ziyareti için evden ayrılma gereksinimini nadir olyalar durumuna indirgerdi. O sistem çöküp; şehrin büyümesi, mahallelerin çoğalıp birbirinden uzak düşmeleri olgusu ile birlik­te yerine küçük aile sisteminin oturması; kadını evden çıkıp ulaşım aracı kul­lanmadan herhangi bir yakını ile doğrudan bağlantı sağlayamaz kılmıştır,


8. Toplum karmaşıklaşması ve büyümesi; büyük yapılar içinde küçük daire sistemi, ulaşım zorluğu, bunların tümü bir kaç olgunun ön planda belirginlik kazanmasını getirmiştir:


- Ailenin küçülmesi.


- Komşuların birbirinden kopması.


- Yakınların birbirinden uzağa düşmeleri.


- Aileler arası dostluğun sınırlılığı.


- Uzun seneler gurbette kalınması sonucu çoğu yakınlarla ilişkilerin kesilmesi.


- Öğrenimin yaygınlaşması, kadın erkek toplum bireylerinde farklı si­yasal ve düşünsel yönelimlerin çoğalması.


Tüm bu pozisyonlar, eski yöntemle evlenme olanaklarının kısıtlanma­sına yolaçtı. Eskiden evlenme girişimi; yakınlar, komşular, arkadaşlar aracılığı ile gerçekleştirilirdi. Günümüzde evlenme girişimine götürecek, tanışma olayını kolaylaştıracak başka bir vesile bulunması zorunluluk duru­mu almış bulunuyor. Eskiden tanışma temelini ailelerin tanışıklığı oluştu­rurdu. Seçime götüren etmenlerin en Önemlisini, ailelerin karşı aile ile akra­balık kurma istekleri oluşturur, kızla oğlanın en Önde gelen meziyetleri de ailelerinin bireyi olmaları idi. Oğlan evine uygun gelin araştırma olanağı sağlayan aileler arası ilişkilerin zayıfladığı günümüze gelince; oğlanın ya­şam arkadaşını kendisinin seçmesine yardımcı olacak eski yöntemin çalışa­maz duruma düşmesinin oluşturduğu boşluğu dolduracak başka bir yöntem oluşturulması işin doğası gereğidir. Tanışma fırsatlarını çoğaltacağı açısın­dan öğrenim, iş, siyasal ve toplumsal girişimler kanalıyla sağlanacak ağır­başlı kadın erkek birlikteliği gereksinimi karşılayacaktır.Yöntemin işlerlik kazanması; önce amaç gözetmeyen durum gereği tanışıklığı sağlayacak" bu da evlenme adayını ilk seçim konusunda yüreklendirecektir. Bu aşamayı kız hakkında bilgi edinme izleyecek, ilerliyerek evlenme girişimi noktasına ulaşılacaktır. [816]




Müslüman Kadının Sosyal Hayata Katılma Adabı Ve Erkeklerle Görüşmesi

Giriş:



KADININ TOPLUMSAL hayata katılmasının ve bu katılmanın gereği olarak erkeklerle görüşmesinin İslâmi âdabını, hakim olan kanun koyucu çizmiştir. O, âdabın zirvesidir. O âdap, ahlakı ve namusu korur, iyi ve faydalı hayatın akışım durdurmaz, münkerden uzaklaştırır, iyi ve güzele yöneltir, kötü eğilimleri terbiye eder, kadın ve erkeği eşit olarak nefsi rahatlığa kavuşturur. Böylece karşı cinse karşı küçük düşürücü, saygınlığı elden bırakıcı, aşırı duygusal davranıcı hareketler olmaz. Gerçekten İslâm'ın âdabı, âdabın zirvesidir. Gerek elbise, gerek konuşma, gerekse bazı zorluklara sebep olan hareketler konusunda olsun müslüman kadının, erkeğe oranla bağları daha fazladır. Kadın bunlara, erkeklerle görüşmeyi zorunlu kılan meşru ihtiyaçlarını ve hayati maslahatlarını gerçekleştirmek için tahammül eder. Bu tür ihtiyaç ve maslahatlar artarak görüşme de artabilir, ihtiyaç ve maslahatlar azalarak görüşme de azalabilir. Kanun koyucunun çizdiği âdapları sunmadan önce o âdapları gerçekleştirmeye yardım eden bazı temel faktörleri hatırlatmak istiyoruz. [817]




Katılma Ve Görüşme Âdabını Gerçekleştirmeye Yardım Eden Temel Faktörler



Birinci Faktör: Terbiye ve yönlendirmeye önem verme:


Bu, akidenin yerleşmesi, ibadette ihsanın yakalanması ve ahlakın tezkiye edilmesiyle olur. Böylesi bir önem verme olduğu zaman gençler –kız ve erkeklerler- bir yönden temiz sevgi ve iffet, diğer yönden ise bireysel sorumluluk duygusuyla yetişirler.


"Kitap'ta İsmail'i de an. Çünkü o sözünde duran, elçi bir peygamberdi. Halkına namaz kılmayı, zekat vermeyi emrederdi. Rabb'i yanında beğenilmişti." (Meryem sûresi, 54-55).


Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır.,." (Tahrim sûresi, 6).


Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Ey inananlar, ellerinizin altında bulunan (köleler, hizmetçiler) ve henüz ergenliğe ermemiş çocuklarınız üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğle vakti elbisenizi çıkar(ıp yat)acağınız zaman ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir. Bunların dışında (hizmetçilerin ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı) ne size, ne de onlara bir günah yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanına girip çıkarsınız. Allah, âyetleri size böyle açıklar. Allah bilendir, hikmet sahibidir.


Çocuklarınız ergenlik çağına erdikleri zaman, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor. Allah bilendir, hikmet sahibidir." (Nur sûresi, 58-59).


Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman'a kul olarak gelecektir. O, onların hepsini kuşatmış ve onlan bir bir saymıştır. Onların hepsi, kıyamet günü O'na tek başına gelecektir." (Meryem sûresi, 93-95).


Aişe (r.a.)dan: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular; 'Kim bu kız çocuklarına velilik yapar ve onlara iyi davranırsa bu onun için cehenneme perde olur."[818]


Şüphe yoktur ki kızlara en iyi ve güzel davranmanın biçimi, onları terbiyeli yetiştirmektir.


Ebu Berde'den o da babasından: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: 'Bir kimsenin yanında cariye olup da onu güzelce eğitir ve terbiye eder sonra âzad ederek evlendirirse kendisine iki ecir vardır.[819]


Cariyenin eğitim ve terbiyesinin durumu bu olunca, hür olan genç kız­ların eğitim ve terbiyesinin durumu daha da önemlidir.


Rubey'a binti Muavviz'den rivayetle şöyle diyor: "Peygamber (s.a.v.) âşura günü sabahı beni Ensar köylerine göndererek şöyle dedi: 'Kim oruçsuz olara1- sabahlamış ise geri kalan gününü tamamlasın ve kim de oruçlu olarak sabahlamış ise, orucuna devam etsin.' Rubey'a diyor ki: 'Henüz aşureyi tutuyor ve çocuklarımıza tutturuyorduk. Çocuklar yemek isteyerek ağladık­ları zaman yünden yaptığımız oyuncaktan onlara vererek onları iftara kadar oyalıyorduk."[820]


ikinci faktör: iffeti korumak için erken evlendirme: Abdullah b. Mes'ud'dan: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: 'Ey gençler topluluğu! Kim evliliğe güç yetirebiliyorsa evlensin. Çünkü evlilik gözü harama baktırmaz ve namusu korur. Kim de buna güç yetiremezse oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti azaltıcıdır."[821]


Abdulmuttalib b. Rebia b. Haris'den: Rasulullah (s.a.v.) Mahmiye'ye[822] 'şu çocuğu (Fadl b. Abbas) kızınla evlendir,' dedi. Mahmiye de onu evlendirdi. Onu everdikten sonra Nevfel b. Haris'e; 'bu delikanlıyı evlendir,' dedi. Bunun üzerine beni evlendirdi. Mahmiye'ye de humustan o iki gencin mehirleri için belli bir miktar ödeme yapılmasını emretti."[823]


Fatıma binti Kays'tan: "Rasulullah (s.a.v.) bana 'Üsame ile evlen,' buyurdu. Ben de onunla evlendim. Allah ondan bana hayırlar kıldı ve mutlu oldum."[824]


Rasulullah (s.a.v.), Fatıma binti Kays'ı, Üsame'ye istediği zaman o on altı yaşının altındaydı. Geçen nasslar genç erkekleri erken evlendirmeye işaret ediyor. Yine genç kızların da erken evlendirilmesine işaret eden nasslar da vardır. Rasululah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Eğer Üsame cariye olsaydı evlendirinceye kadar onu süsler, zinetlendirirdim"[825]


İbni Hacer diyor ki: ".... Hadislerde geçen 'İhsan' iffet, evlilik, İslâm ve özgürlük anlamına gelir. Çünkü bunlardan her biri mükellefi fahişelik yapmaktan alıkor)."[826]


Aşağıda gelen hadisi biraz düşünelim. Bu hadis, gözü haramdan korumaya yardımcı olmasının yanı sıra evliliğin kadınlarla münasebette müslüman erkeği fitneden korumaya ne kadar yardımcı olduğunu gösteri­yor. Nitekim bu daha önce zikredilen Abdullah b. Mes'ud'un hadisinde de varid olmuştu.


Cabir (r.a.)'dan: "Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: 'Sizden birinin hoşuna bir kadın gidip de onun sevgisi kalbine düşerse hemen hanımına giderek cinsel ilişkide bulunsun. Şüphesiz ki bu onun nefsinde


olan duyguyu teskin eder."[827]


Üçüncü faktör: İyi kontrol etmekle birlikte küçük yaşta belirli ölçüde katılma ve görüşmeyi kolaylaştırma:


Abdullah b. Abbas'dan rivayetle şöyle diyor: "Fadl, Rasulullah'ın terkisindeydi. Haş'em'li bir kadın geldi. Fadl, kadına, kadın da Fadl'a bakmaya başladı. Rasululah Fadl'ın yüzünü başka yöne çevirdi.."[828]


Taberi'nin Ali (r.a.)'dan rivayetinde ise Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Küçük bir çocuk ve küçük bir cariye gördüm; aralarına şeytanın girmesinden korktum"Üçüncü bir rivayette ise: "Genç bir erkekle, genç bir kız gördüm; onlar hakkında şeytandan emin olamadım."[829]


Ümmü Atiyye rivayet ediyor: "Bayram günü dışarıya çıkmakla emrolunmuştuk. Hatta bakireler de kapalı bulundukları perde arkasından çıkarılmak üzere..." Başka rivayette:[830] "Peygamberimiz bize evlilik çağına gelmiş yazışmalı köleleri ve perde arkasında bulunanları çıkarmamızı


emretmişti[831]


İbni Abbas'tan: "... Mekkenin fethi günü, insanlar Rasulullah'ın başına toplanarak: 'İşte Muhammed, İşte Muhammed,' diyorlardı. Öyle ki, evlerdeki evlilik çağına girmiş yazışmalı köleler dahi çıkmıştı."[832]


Son iki hadis, Resululah'ın onayladığı örfün, bekar kızların evlerinden çıkmalarını kısıtladığını ve böylece erkeklerle kadınların karşılaşmalarını azalttığını gösteriyor.


Serahsi'nin Mebsut'unda şöyle demliyor: ".... Cariyelerin, buluğ çağına gelince evlenmesi gerekir. (O zamanın örfü de böyleydi). Bu da fitnenin hedefi ve erkeklerin arzusu olur."[833] Bekar kız yaşına girdiği zaman düşüncesi ve aklı oluşur. Kardeşi ve amcası onun için korkarlar. (Yani onun için emin olamazlar). Kız, korkmadığı yerlere istediği gibi gidebilir, çünkü kardeş ve amcasının onun üzerine düşmeleri, aldatılma ve cinsel sapma sebebiyle fitneye düşmesi korkusundandır. Bu da ergenlik çağına girmesi, aklı ve görüşünün oluşması ile ortadan kalkmıştır.[834]


Ergenlik çağında karşılaşma alanlarının daraltılmasının anlamı, onu nihai biçimde engellemek demek değildir. Aksine, bir yönden bu alanları azaltmak bir yönden de gözetlemeyi artırmak anlamındadır. Gözetleme -aile düzeyinde- anne-babanın yada bazı akrabalarının bulunmasıyla olur. Aile dışında ise gençlerin gönlünde saygısı ve korkusu olan şahsiyetlerin bulunmasıyla olur. İlerleyen merhalelerde, bu tür güvenli ortamlarda sınırlı görüşmenin, nefse sahip çıkma ve iffetli görüşmelere gençleri -kız ve erkek-hazırlama ve alıştırma yönünden olumlu etkisi vardır. [835]




Kadın Ve Erkek Arasındaki Müşterek Âdaplar



1- Görüşme ortamının ciddi olması: Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Güzel (kuşkudan uzak bir biçimde) söz söyleyin" (Ahzab, 32).


Âyet, konuşma konusunun, münkeri içermemesi, iyilik sınırları içerisinde olması gerektiğim işaret ediyor. Bu sebeple "görüşmenin ciddi olması" dedik. Kadın ve erkekler arasındaki ciddiyet; güzel söz söylemedir. Oyun ve oyuncağa gelince bu münkerdir. Ciddiyet ortamını, rahat ve serbest konuşma bozmaz. İşte bunun örneği:


Ebu Musa'dan rivayetle: .... Esma binti Ümeys ziyaret maksadıyla Peygamber'in hanımı Hafsa'nın yanına gitti. Esma, Habeşistan'a hicret edenlerle beraber hicret etmişti. Esma yanındayken Hz. Ömer Hafsa'nın yanına girdi ve Esma'yı görünce: Bu kim? dedi. Hafsa Esma binti Ümeys, dedi. Hz. Ömer: Bu Habeşistanlı mı, dedi. Esma da: Evet, dedi. Hz. Ömer: Biz hicret hususunda sizden önce davrandık. Bu yüzden biz Rasulullah'a sizden daha fazla layıkız, dedi.[836]


Aynı şekilde bazı samimi sözlerin olması ciddiyet ortamını bozmaz. İşte bunun örneği:


- Meşruk rivayet ediyor: Aişe (r.a.)'ın yanına girdiğimizde Hasan b. Sabit ona şiir okuyordu...[837]


2- Gözü çevirme:


Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"İnanan erkeklere söyle: Bakışlarını çevirsinler, namuslarını korusunlar. Bu, oniar için daha temizdir. Şüphesiz Allah, onların her yaptıklarını haber almaktadır. İnanan kadınlara da söyle: Bazı bakışlarını çevirsinler, namuslarını korusunlar" (Nur, 30-31)


Gözü çevirmenin anlamı; fitne korkusu yüzünden uzun uzadıya bakmaya engel olma, demektir.


İyad, diyor ki: "Mahrem olmayan ve buna benzer durumlarda her zaman gözü çevirmek gerekir."


İbni Abdi'1-Berr diyor ki: "Kadının el ve yüzüne kötü niyet ve şüphe olmaksızın bakmak caizdir. Şehvetle bakmaya gelince, elbisenin üstünden bile şehvetle düşünmek haramdır, kaldı ki açık yüze bakmak!..."


İbni Dakik el-İyd diyor ki: (... "min" lafzı "teb'iz" içindir, fitneden korkulduğu zaman kadına bakmanın haram olduğu hususunda hiç ihtilaf yoktur. O halde bu durumda "yani fitne durumunda" gözü ondan çevirmek gerekir. Ayetin ona hamledilmesi mümkündür. O zaman ayet mutlak anlamda yada bu halin dışında gözü çevirmenin vacip olduğunu ifade etmez."[838]


Fethu'l-Bari'de daha önce geçen Haş'amiye hadisinin şerhinde nakledilmişti; Kadın Fadlın hoşuna gitti ve ona iyice bakmaya başladı. Peygamber (s.a.v.) Fadlın çenesini tutarak öbür tarafa çevirdi, onun yüzüne bakmasına engel oldu." [839]


İbni Battal diyor ki: "Hadiste fitne den korkulduğu zaman yüzü çevirme emri vardır. Bunun gereğine göre, fitneden emin olunursa yasak değildir. Şu âyet de buna delildir. "İnanan erkeklere söyle: Bazı bakışlarını çevirsinler".


Âyet, bakışları çevirmenin vacip olduğunu ifade ediyor ancak yüz bunun dışındadır.[840]


Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Allah, gözlerin hain bakışını ve kalblerin gizlediğini bilir" (Ğafir, 19).


İbni Hacer diyor ki: ".... Ebu Hatim'den o da İbni Abbas kanalıyla 'Allah, gözlerin hain bakışını bilir1 âyeti hakkında diyor ki: Bu güzel kadına bakan erkektir. Kadının bulunduğu eve girer ve ona bakar. Kadın baktığını hissedince ondan yüzünü çevirir.. Mücahid ve Katade'ye göre: Hain bakışla­rın tamamıdır. Kirmani diyor ki[841] 'Gözlerin hain bakışlarını bilir' in anlamı, Allah, helal olmayanlara olan hırsızca bakışları bilir.[842]


Said el-Hudri'den: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: 'Yollara otur­maktan sakınınız.1 Dediler ki: 'Ey Allah'ın Rasulü! Otursakda sohbet etsek ne olur?' Rasulullah (s.a.v.): 'O halde yolun hakkını verin,' dedi. Dediler ki: 'Ey Allah'ın Rasulü! Yolun hakkı nedir?' Rasulullah: "Gözü harama bak­maktan çevirme, eza etmekten kaçınma, selama cevap verme, iyiliği emre dip kötülükten alıkoyma' buyurdular."[843]


Cabir b. Abdullah'dan: "Rasulullah'a ani bakış hakkında sordum, gözümü çevirmemi emretti."[844]


- İbni Abbas'tan'dan aktardığı şu hadiste ifade edilen günahlardan daha enteresanını görmedim: "Ebu Hureyre'nin rivayetinde ise Rasulullah (s.a.v.): Hiç şüphesiz Allah, âdem oğluna yaptığı zinadan payına düşeni yaz­mıştır. Gözün zinası bakmadır, dilin zinası konuşmadır. Nefis arzular ve şehvet duyar. Tenasül uzvu da bunu ya doğrular ya da yalanlar."[845]


Hadis, şehvetle bakmanın haram olduğu hususunda sarihtir. Bunun i-çin, "nefis arzular ve şehvet duyar" dedi. Yani bunun anlamı, şehvetsiz olduğu zaman günah değildir, demektir.


İbni Abbas'dan; Rasulullah (s.a.v.) kurban günü Fadlı bineğinin arkasına bindirdi. Fadl, güzel bir adamdı. Rasulullah, insanların kendisine fetva sormaları için durdu. Hes'am kabilesinden güzel bir kadın gelerek Rasulullah'a fetva sormaya başladı. Kadının güzelliği Fad'ın hoşuna giderek ona bakmaya başladı. Bunun üzerie Peygamber, Fadl'ın çenesini tutarak öbür tarafa çevirdi ve kadının yüzüne bakmasına engel oldu"[846]


Hafız İbni Hacer diyor ki: "İbni Battal şöyle diyor: 'Hadiste fitneden korkulduğu zaman yüzü çevirme emri vardır. Bunun gereğine göre, fitneden emin olunursa yasak değildir. Bunu Rasulullah'ın Fadl'a yaptığı şey de tekid ediyor. Fadl, hoşuna giderek kadına iyice baktığında Rasulullah fitneden korkup onun yüzünü çevirmiştir. Çünkü insan oğlunun tabiatında kadınlara karşı meyil vardır..."[847]


Aişe (r.a.) dan: "... Bayram günü önden gelen insanlar, savaşçılık oynuyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) bana: 'Bakmak ister misin?' dedi. Ben de: 'Evet' dedim. Beni arkasına alarak seyrettirdi. Başka bir rivayette[848] Beni elbisesine gizleyerek seyrettirdi.[849]


Hafız İbni Hacer diyor ki: "beni elbisenîne gizleyerek sözü' bunun hi-cab âyetinin nazil olmasından sonra olduğunu ve kadının erkeğe bakmasının caiz olduğunu gösteriyor."[850]


Özet olarak: Görüşmenin bir neticesi olarak, erkekler kadınları, kadınlar erkekleri görebilir. Her iki taraf da gözlerini harama bakmaktan sakındırdıkları ve şehvetten uzak oldukları sürece bunda bir sakınca yoktur.


3- Genel olarak tokalaşmaktan kaçınma:


Daha önce şu âyetler geçmişti: "İnanan erkeklere söyle: Bazı bakışları­nı çevirsinler", "İnanan kadınlara da söyle: Bazı bakışlarını çevirsinler." Bu âyetler gereği, kadın ve erkek olarak gözleri harama bakmaktan çevirmekle emrolunduk. Çünkü bakma insanı şehvete götürür. El ile tokalaşma ise bakmaktan daha fazla insanı şehvete götürür. Bu konuda daha fazla açıklık getirmek için şimdi çeşitli nasları aktarıyoruz:


Şehvetle dokunmanın haram olduğunu ifade eden nasslar:


İbni Mes'ud'dan: "Rasulullah'a bir adam gelerek bir kadını öptüğünü ya da eliyle dokunduğunu söyledi. Sanki bağışlamasını için gereken keffareti soruyordu.


Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:


"Gündüzün iki tarafında (sabah, akşam) ve geceye yakın saatlerde namaz kıl; çünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür."(Hud sûresi, 14).[851]


İbni Abbas'tan: "Günah işlemede, nefsi kendi isteğine bırakmaya benzeyen başka bir şey görmedim". Ebu Hureyre'nin rivayetinde ise buyur­dular: Hiç şüphesiz Allah, ademoğluna zinadan payına düşeni yazmıştır. Gözün zinası bakmadır, dilin binası konuşmadır: Müslim şunu da eklemiş­tir: "Elin zinası tutmaktır. Neü> arzular ve şehvet duyar. Tenasül uzvu da bunu ya doğrular ya da yalanlar."[852]


Ma'kul bin Yesâr'dan rivayetle Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Sizden birinin başına demirden büyük bir iğnenin batırılması, kendisine helal olmayan bir kadına dokunmasından daha hayırlıdır."[853]


Rasulullah'ın biat alırken kadınlarla tokalaşmaktan uzak durduğunu ifade eden nasslar:


Hz. Aişe rivayet ediyor: Rasulullah (s.a.v.) kendisine hicret eden mü'min hanımları şu âyetle imtihan ediyordu: 'Ey Peygamber, mü'min kadınlar sana beyat etmek için gelirlerse..?1 Mümin kadınlardan kim bu şartı kabul ederse Rasulullah ona: 'Senin beyatını sözlü olarak aldım' diyordun. Hz. Aişe: 'Andolsun ki o beyat alırken kesinlikle elini bir kadına dokundur­madı1 diyor"[854]


Ümeyye binti Rakika anlatıyor: Rasulullah'a İslâm üzerine beyat etmek için bir grup kadınla gelerek şöyle dedik: Ey Allah'ın Rasulü! Sana, Allah'a hiç bir şeye ortak koşmayacağımıza, hırsızlık yapmayacağımıza, zina etmeyeceğimize, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize, kimseye iftira etmeye­ceğimize ve iyilikte sana karşı çıkmayacağımıza dair beyat edebilir miyiz? Rasulullah (s.a.v.): Gücünüz ve takatiniz yettiği kadar, buyurdu. Biz: Allah ve Rasulü bize nefsimizden daha fazla merhamet eder, haydi sana beyat edelim Ey Allah'ın Rasulü! dedik. Rasulullah (s.a.v.): Ben kadınlarla tokalaşmıyorum, buyurdu.[855]


Fitneden emin olunduğu ve ihtiyaç duyulduğunda dokunmanın mubah olduğunu ifade eden nasslar:


Enes b. Malikten: Ümmü Seleme, Rasulullah'a deriden yapılmış bir yatak seriyordu. Rasulullah da onun üzerinde kaylula yapıyordu. Rasulullah uyuduğu zaman Ümmü Seleme onun terinden ve saçından alıp bir kaba koyuyor, sonra bunlardan koku yapıyordu."[856]


Enes bîn Malik'ten: "Rasululah (s.a.v.) Ümmü Haram binti Milhan'ın yanına giriyordu. O Rasulullah'a ikram ediyordu. Ümmü Haram Ubade bin Samit'in nikahı altındaydı. Rasulullah'a yemek yediriyor ve başını temizli­yordu."[857]


Ebu Musa'dan: Rasulullah (s.a.v.) beni Yemen'de bir kavme gönderdi. Döndüğümde Rasulullah Mekke yakınlarında bir yerdeydi. Bana "nasıl tehlil getirdin" diye sordu. Ben de: "Rasulullah'ın söylediği gibi tehlil getir­dim." dedim. Sonra bana: "Yanında kurbanın var mı?" dedi. Ben de: "Hayır" dedim. Kabeyi tavaf etmemi, say yapmamı sonra da ihramdan çıkmamı em­retti. Sonra kavmimden bir kadının yanına gittim. Kadın başımı yıkadı ve taradı.[858]


Hafız İbni Hacer diyor ki: (Kavmimden bir kadının yanına gittim) sözünden anlaşılıyor ki, o kadın kardeşlerinden biri nin hanımı- dır[859]


Enes bin Maîik'ten: Medine'li cariyelerden biri, Rasulullah'ın elinden tutarak, istediği yere onu götürüyordu.[860]


Hafız İbni Hacer diyor ki: (...Ahmet'in Ali bin Zeyd kanalıyla Enes'ten rivayetinde ise şöyle4 deniliyor. "Medine'li cariyelerden biri gelerek Rasulullah'ın elinden tutuyor, istediği yere götürünceye kadar elini bırakmı­yordu." İbni Mace de böyle rivayet nakletmiştir.[861]


Rebia binti Muavviz şöyle rivayet ediyor: Rasulullah'la beraber gazve­ye çıkıyor, beraberimizdeki topluluğa su dağıtıyor ve hizmet ediyorduk.


(Başka bir rivayette: Yaralıları tedavi ediyorduk) yaralıları Medine'ye geti-riyorduk.[862]


Ebu Râfi'nin hanımı Selmâ'dan rivayetle: Rasulullah'a (s.a.v.) hizmet ediyordum. Onun bir yarası olduğu zaman, bana üzerine kına koymamı emredinceye kadar yarası iyi olmazdı.[863]


- Abdullah bin Muhammed bin Abdullah bin Zeyd, onların kadınların­dan birinin şöyle dediğini rivayet ediyor: Rasulullah yanıma geldiğinde, sol elimle yiyordum. Ben fakir bir kadındım. Rasulullah elime vurarak lokma­mı düşürdü ve bana: "Sol elinle yeme, Allah sana sağ elini vermiştir." buyurdu. Böylece sağ elimle yemeğe başladım, bundan sonra asla sol elimle yemedim."[864]


Rasulullah (s.a.v.)'in bey'at esnasında kadınlarla musafaha etmemesiy­le, bazı zamanlarda herhangi bir kadına dokunması olaylarını birleştire bili­riz. Şöyle ki; Rasulullah (s.a.v.) birinci durumda, dokunma biçimlerinden biri olan ve özel bir anlam ifade eden tokalaşmadan kaçınmıştır. Gerek kadın veya erkeklerle karşılaştığında, gerek selamlaşma, dua ve yakınlaşma için onun mübarek vücuduna dokunma isteği ve İslam üzere bey'at etme durum­larında Rasulullah kadınlarla tokalaşmadan kaçınmıştır. Bu durumlarda Rasulullah'ın tokalaşmadan kaçınması, başka durumlardaki dokunma bi­çimlerinden uzak kaldığı anlamına gelmez. Çünkü diğer durumlarda Rasu­lullah (s.a.v.) bir yönden pek nadir olan fıtri ihtiyaçlarını gidermek için bunu yapıyordu, diğer bir yönden ise o kadınların fitnesinden emindi. Yani Rasu­lullah (s.a.v.) birinci durumda, genel olarak kadınların fitnesiiiden emin ol­madığı gibi tokalaşmak için de ciddi bir gerekçe görmüyordu. İkinci durum­da ise, gerekli sebeplerden dolayı bunu uygun görüyordu. Buna suda eklene­bilir. Rasulullah'ın (s.a.v.) biat alırken, kadınlarla tokalaşmaktan kaçınması, bu meselenin kesin olarak haram olduğu anlamına gelmez. Nitekim, varid o-lan deliller bu durumun Rasulullah'a özel olduğunu ifade ediyor: "Ben ka­dınlarla tokalaşmam" hadisinde kullanılan zamir sadece Rasulullah'a aittir. Hafız el-Heysemi de gelen şu iki hadisi "özel durumlar" babında nakletmiş-tir.


Abdullah bin Amr'dan: "Rasulullah (s.a.v.) bey'atta kadınlarla tokalaşmıyordu."[865]


Esma binti Yezid'in rivayetinde Rasulullah şöyle buyurdular: "Ben kadınlarla tokalaşmıyorum."


Özet olarak: Rasulullah (s.a.v.)'in kadınlarla tokalaşmaktan kaçınma­sı; ümmetine öğretmek ve kanun olarak koymak için sedd-i zirai babında çoğu durumlarda, bunu, kerih görmesi anlamındadır. Sedd-i zirai kesin değil daha evlâdır diyen, usulcülerin görüşü de bunu te'kid etmektedir. Biz de çoğu zaman tokalaşma ve dokunmadan kaçındığımızda; fitne ortadan kalkıp uygun biı gerekçe olduğu zaman da buna müsamaha gösterdiğimizde Rasululah'a en güzel şekilde uyanlardan olacağımız kanısındayız. Böyle olduğu takdirde tokalaşma müslümanlar arasında karşılıklı iyi duygu alış verişine ve ilişki kurulmasına vesile olur. Nitekim akrabalar, yakın arkadaş­lar arasındaki taziyelerde, yolculuklarda, misafirliklerde ve güzel bir işe teş­vik etme durumları gibi özel münasebetlerde yapılan tokalaşmalar bu türdendir.


Fakat biz, günümüz toplumunda karşılıklı münasebetlerde kadın ve erkek arasında tokalaşma yaygın olduğundan, bir açıdan zorluğu kaldırmak, diğer bir açıdan ise haram oluşuna dair kesin bir hükmün bulunmayışını göz önünde bulundurarak hükmü kolaylaştırmak zorunda kalıyoruz.


4- Kadın ve erkek arasım ayırma ve kanşıkmaktan kaçınma:


Ümmü Seleme (r.a.Vdan rivayette: "Rasulullah (s.a.v.) namazda selam verdiği zaman, kadınların kalkıp gitmeleri için bir süre kalkmadan bekliyor­du." İbni Şihab diyor ki: "Rasulullah'ın beklemesi topluluğun kadınları görmeden ayrılmaları içindir sanıyorum."[866]


Bu anlamı Rasulullah (s.a.v.)'in: "Şu kapıyı kadınlara bıraksak.."[867] sözü de te'yid etmektedir.


Yine bir rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) mescidden çıkınca erkeklerle kadınlar yolda birbirine karıştılar. Bunun üzerine Rasulullah kadınlara şöyle buyurdu: "Geç çıksanız yahut o yolun hakkını verseniz, yolun kenarında yü-rüseniz." Başka bir rivayette: "Kadınların yolun ortasında hakkı yoktur."[868]


Yine kadınların yolda karışıklıktan kaçındıkları gibi kamuya ait yerler­de de karışıklıktan kaçınmaları gerekir. Bu mescidlerde olduğu gibi diğer yerlerde de arka tarafların kadınlara ait olduğu anlamına gelmez. Kadınların arka saflarda yer almaları gerek mescitte olsun, gerekse kocası ve mahremle-riyle beraber yabancıların bulunduğu evlerde olsun namaza ait özel bir du­rumdur. Fakat namazın dışında uyulması gereken âdap, erkeklerle kadınla­rın arasının ayrılması ve karışıklığın önlenmesidir. Bu oturma yerlerinde yer ayırararak yada iş yerlerinde karışıklığı önleyecek düzenleme yapılarak sağlanabilir. Bu manada îmam Serahsi şöyle diyor: "Kadınlar kalabalık ol­duğu zaman Hacer'ul- Esved'i selamlamazlar. Çünkü erkeklerin kadına do­kunması ve onlarla karışması yasaktır. Ancak erkeklerin olmadığı yerlerde Hacer'ul Esved'i selamlayabilirler.[869]


5- Halvetten kaçınma:


İbni Abbas'tan; Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Mahremlerinin bulunmadığı zaman kadın ve erkek yalnız kalmasınlar."[870]


Hafız İbni Hacer diyor ki: ".. bu hadiste yabancıyla bir araya gelmek ya­saklanmıştır. Fakat mahrem konumunda güvenilir kadınların olması huşu sunda ihtilaf vardır. Doğru olan caiz oluşudur, çünkü töhmet azdır.."[871]


Aşağıdakiler, yasak olan halvet mefhumunun dışında kalıyor:


a) insanların huzurunda onlan Halvet:


Bunun delili Buhari'nin "İnsanlar yanında kadın ve erkeğin


halvetinin caiz olduğu, babında rivayet ettikleridir.


- Enes b. Malik'ten: "Ensardan bir kadın Rasulullah'a geldi ve Rasulullah onunla başbaşa kalarak: Allah'a yemin olsun ki, sizler bana insanların en sevimlilerisiniz, dedi.[872]


Hafız İbni Hacer diyor ki: ... (Kadın ve erkek insanların göremeyecek­leri bir şekilde halvette kalamazlar, velevki konuştukları gizli meseleyi in­sanların duymasından çekinseler bile... Yine İbni Hacer diyor ki: ... (...Hadiste "yabancı bir kadınla gizli görüşme, fitneden emin olunduğu süre­ce dini zedelemez" şeklinde ifade ediliyor).[873]


b) İki ya da üç erkeğin bir kadınla halvet etmesi:


Bunun delili şu gelen hadistir:


Abdullah bin Amr bin As'dan rivayetle Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Bu günden sonra bir erkek kocası olmayan bir kadının yanına beraberinde bir yada iki kişi olmadan girmesin."[874]


İmam Nevevi diyor ki: Bu hadisin zahiri iki yada üç erkeğin, yabancı bir kadınla halvet edebileceğinin caiz olduğunu gösteriyor. Bizim mezhebimiz­de meşhur olan görüşe göre ise haramdır. Bu hadis iyilikleri, mürüvvetleri yada başka sebeplerden dolayı zina üzere ittifak etmeleri oldukça uzak olan bir cemaate te'vil edilir. Kadı da böylesi bir te'vile işaret etmiştir.[875]


c) Bir erkeğin kadınlar topluluğuyla halvet etmesi;


Yasak olan halvet bir erkeğin bir kadınla halvet etmesidir. Ancak erkeklerin veya kadınların birden çok olmasıyla bu yasak kalkar.


Nevevi diyor ki: Bir erkek, yabancı bir kızın annesiyle halvet halinde kalsa bu durum kız ve erkeği birbirine haram eder. Bir erkek bir kaç yabancı kızın anneleriyle halvet etse bu konuda iki görüş vardır: cumhura göre caiz olup, delili şu hadistir. "Bu günden sonra bir erkek kocası olmayan bir kadı­nın yanma beraberinde bir yada iki kişi olmadan girmesin." Çünkü kadınlar topluluğu içinde erkekle fesat olayı olmaz.[876]


6- Kocası mukim olan kadının yanına girerken kocasından izin almak gereklidir.


Ebu Hureyre'den: Rasululah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Kocası yanın-dayken, kadının, kocasının izni olmadan oruç tutması caiz değildir. Kocasının izni olmadan evine birisini alması da caiz değildir. Müslim'in ri­vayetinde: Kocası evde olduğu halde, kocasının izni olmadan evine birisini alması caiz değildir.[877]


Hafız İbni Hacer diyor ki: ... Bu kaydın (o evdeyken) hiç bir anlamı yoktur. Genel ifade kullanılmıştır. Kocanın evde olmayışı kadının, evine girmek isteyene izin verebileceği anlamına gelmez. Bilakis, kocasının evde olmadığı zamanlarda yanma girilmesini yasaklayan birçok hadis vardır.


Yukarıdaki ifade, kocası evde olduğu zaman kadının izin istemesinin kolay olacağını; olmadığı zaman da mazeretli olacağını gösteriyor. Şayet kadının yanına girme zorunlu ise koca olmadığından dolayı izin istemek gerekmi­yor.[878]


Koca evde olduğu zaman izninin gerekli olduğunu şu olay da te'kit ediyor.


Amr bin As bir ihtiyaçtan dolayı Ali bin Ebi Talib'in evine gitti ve Ali'yi evde bulamadı. Bunun üzerine döndü, sonra bir kaç kez daha gitti, onu evde bulamadı. Ali (r.a.) geldiğinde ona şöyle dedi: "Bir ihtiyacın varsa hanıma bildirseydin ya". Amr da: "Kocalarım izni olmadan hanımların yanına girmekten men olunduk" dedi.[879]


Yine -ihtiyaç duyulduğu zaman- koca evde olmasa da izinin gerekli olduğu görüşünü daha önce geçen şu hadis çürütüyor: "Bu günden sonra, bir erkek kocası olmayan bir kadının yanına beraberinde bir yada iki kişi olmadan girmesin."[880]


7- Tekrarlanan uzun görüşmelerden kaçınmak:


Bu tür görüşmelerin örnekleri, akrabalar ve arkadaşlar arasındaki karşılıklı ziyaretleşmeler ve bu ziyaretlerin uzun saatler sürmesidir. Yine bu tür görüşmelerin Örnekleri, kadın ve erkekleri uzun süre iş icabı aynı yerde tutan günlük mesleki çalışmalardır.


Bu âdab hakkında nass bulunmasa da gözetilmesi gerekir. Çünkü bu tüi görüşmeler, hareketteki vakar, konuşmalarda ciddiyetin devamı ve gözü harama bakmaktan çevirme gibi bir çok âdabın gerçekleştirilmesini zorlaştı­rır. Bu, görüşme esnasında sürekli kadın ve erkeğin bulundurması gereker ciddiyetve çekingenlik derecesini çoğu zaman zayıflatır. Bu sebeple -seddi-zerai- kardeşini uygulayarak- bu tür görüşmelerden kaçınılması gerektiğ görüşündeyiz. Ancak yapılan iş karşılıklı görüşmeyi sürekli zorunlu kılıyor sa, sakıncasıyla birlikte, ihtiyaç duyulduğu sürece bu yapılabilir.. Sonr: genellikle akıl ve kalbi meşgul eden ciddi çalışmalar, vakası koruma yar dımcı olur.


8- Şüpheli yerlerden kaçınma:


- Ömer (r.a.) dan: Dedim ki: Ey Allah'ın Rasülü! Senin yanına iyi giriyor facirde. Müminlerin annelerine hicabı emretsen. Bunun üzerine Allah, hicab ayetini indirdi..,[881]


Facirlerden dolayı Ömer (r.a,), Rasulullah'ı kadınlarını örtmeye çağır­dı. Buradan müsi-iman kadının facirlere karşı örtünmesi gerektiği çıkıyor. Bunun anlamı da her türlü şüpheli yerlerde, erkeklerle bir araya gelmekten kaçınması gerekir, demektir.


- İbni Abbas: "İyilikte sana karşı çıkmasınlar" âyeti hakkında, bu Alah'ın kadınlara koştuğu bir şarttır.[882]


Hafız İbni Hacer diyor ki: "Bu, Allah'ın kadınlara koştuğu bir şarttır" ifadesindeki şart hususunda ihtilaf etmişlerdir. Taberi, Katâde'den rivayetle diyor ki: Aşarı gitmemeleri ve erkeklerle konuşmamaları. Abdurrahman b. Avf şöyle dedi: Biz kadınlarımızın yanında olmuyoruz ve misafirlerimiz oluyor. Rasulullah: onlara bir zorluk yoktur, buyurdu.[883]


Bu, şüpheli kişilerle kadınların konuşmasının yasak olduğu anlamına geliyor. Bilinen misafirler gibi güvenilir kişilere gelince bunda bir sakınca yoktur. Bu durumu Rasulullah'ın: "Sana şüpheli geleni bırak, şüpheli gelme­yeni bırakma"[884] mealindeki hadisi açıklığa kavuşturmaktadır.


9- Açık ve gizli günahtan kaçınma: Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın.." (En'am, 15i). Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Günahın açığını da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir" (En'am, 120).


Açık olan günah görüşme âdabmdaki hatalardır. Gizli olan günah ise haram olan bir şeyi arzulama, ondan istifade etme ve bunu daha da ileri götürmedir. Bunun örneklerinden biri Havat b. Cübeyir'in şu rivayetidir. Havat şöyle anlatıyor: "Rasulullah'la beraber, Merre Zahran'a (Mekke' civarında bir yer) gittik, bulunduğum yerden dışarı çıktığımda, kadınlar ko­nuşuyorlardı. Hoşuma gittiler. Döndüm ve çantamdan güzel elbisemi çıka­rarak giydim. Sonra onların yanma giderek beraber oturdum. Rasulullah dışarı çıktığında: Ey Abdullah'ın babası! dedi. Rasulullah'ı görünce şaşırıp ne diyeceğimi bilemedim: Ey Allah'ın Rasulü! Devem huysuz. Onu bağla­mak istiyorum, dedim. Rasulullah gitti bende onu takip ettim. Ridasını bana verdi ve ağacın yanına gitti. Ağacın yeşilliğinde sanki ben onun sırtında bir beyazlığa bakıyordum. Hacetini giderdi, abdest aldı ve döndü. Su sakalın­dan göğsüne doğru akıyordu. Rasulullah: Ey Abdullah'ın babası! Devenin huysuzluğu ne oldu, dedi. Sonra yola devam ettik, Resulullah bana yaklaş­mıyor ve sadece şöyle diyordu: Allah'ın selamı üzerine olsun Ey Abdullah'ın oğlu! O devenin huysuzluğu ne oldu. Onu öyle görünce Medine'ye gitmek için acele ettim. Mescitte ve Peygamberin meclisinden uzak durmaya başla­dım. Bu hal bir süre devam ettikten sonra mescidin boş olduğu bir vakitte oraya giderek namaz kılmaya başladım. Rasulullah odalasından çıkarak mescide geldi ve iki rekat hafif namaz kıldı. Ben de Rasulullah'ın gitmesi, bırakması için duayı uzattım. Rasulullah! Ey Abdullah'ın babası! Uzat dile­diğin kadar, sen gidinceye kadar kalkacak değilim, dedi. Ben de kendi kendime; Andolsun ki, Rasulullah'tan özür dileyeceğim ve onun gönlünde kendimi berat ettireceğim, dedim. Gitmek için kalktığımda, Rasulullah: Ey Abdullah'ın babası! Allah'ın selamı üzerine olsun. Devenin huysuzluğu ne oldu, dedi. Ben de: Seni hak ile gönderene yemin olsun ki. müslüman oldu­ğumdan bu yana devem huysuzluk etmedi, dedim. Bunun üzerine Rasulu-lah: Üç kere Allah sana merhamet etsin, buyurdu. Sonra daha önce olan şeylerin hiçbiri kalmadı"[885]


Böylece erkeklerle kadınlar arasındaki genel müşterek âdabların sunulması bitmiş bulunuyor. Bir de erkeklerin Hz. Peygamberin hanımla-rıyla görüşme âdabı var. Bunun perde arkasından olması gerekiyor. Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isleyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onlann kalpleri için daha temiz bir davranıştır" (Ahzab, 53).


Peygamberin hanımları için Özellikle perde farz kılınıyor. Bu Özel durumun delillerini aktarmak için özel bir bölüm ayırdık. (Bkz: Dördüncü kısmın ikinci bölümü). [886]




Kadınlara Ait Âdablar:



1- Mütevazı giysi:


Allah-u Teala şöyle buyuruyor:


"... Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler..." (Nur, 31).


Allah-u Teala şöyle buyuruyor:


"Ey peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle: (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar (vücutlarını örtsünler)... (Ahzab, 59).


Allah-u Teala şöyle buyuruyor:


"Evlerinizde oturun, ilk cahiliyye (çağı kadmları)nın açılıp kırıtması gibi açılıp kırıtmayın.." (Ahzab, 33).


Ebu Hureyre (r.a.)'dan Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Cehennemliklerden iki sınıf vardır ki, ben onları görmemişim.., giyinmiş fakat çıplak olan kadınlar.."[887]


Ümmü Atiyye'den; Rasulullah (s.a.v.)'e şöyle sordum: "Bizden birisinin elbisesi olmazsa dışarı çıkmasında bir sakınca var mı?" Rasulullah (s.a.v.): "Kocasının elbisesini giyinerek çıksın" buyurdu.[888]


Fatıma binti Kays'tan Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Başörtünün düşmesini yada elbisenin baldırından açılıp, istemediğin yerleri kavminin görmesini hoş karşılamıyorum."[889]


(Mütevazi bir giysinin şer'î nitelikleri için "Giysi ve Zinet" bölümüne müracaat edilebilir.)


2- Güzel kokudan kaçınma:


Abdullah'ın hanımı Rasulullah (s.a.v)'in kendilerine şöyle dediğini rivayet ediyor: "Sizden biri mescide giderse güzel koku sürünmesin."[890]


Ebu Musa el-Eş'ari'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bir kadın, güzel koku sürerek bir topluluktan geçer, onlar da 'onun kokusu şöyle şöyleydi' diye konuşurlar. Böyle söylenmesi çirkindir."[891]


3- Konuşurken ciddi olma: Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"... Eğer {Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici


bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde bastalık bulunan kimse ümide kapılır.


(Ahzab, 32). 4- Hareketlerde ağırbaşlı olma:


Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"... Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. (Dikkatleri üzerlerine çekecek şekilde yürümesinler) (Nur, 31)


Ebu Hureyre (r.a.)'dan Rasulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor: "Cehennem ehlinden iki sınıf vardır ki, ben onlar gibisini görmedim. İnek kuyruğu gibi kırbaçları olup da bununla insanlara vuran kimseler. Dikkatleri çeken giyinmiş çıplak kadınlar; dikkatleri çekmek için başlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar. Bunlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar mesafeden kokusu duyulan cennetin kokusunu dahi alamazlar."[892]


Bazı müşterek görüşme âdablan kayboluduğunda ne yapılmalıdır? Daha önce zikri geçen müşterek görüşme adablarma müslüman erkek ve kadının önem vermesi ve bağlı kalması gerekir. Fakat herhangi bir yerde bu adabların tamamı ya da bir kısmı kaybolduğu zaman yapılması gereken davranış ne olmalıdır?


Adabların kaybolduğu ölçüde bozulma olur; görüşme ve bir araya gelmelerde müslüman erkek ve kadının duymaları gereken rahatsızlık olur. Bazı adabların kaybolması durumunda müslümanın, mevcut maslahatı ve muhtemel bozulmayı kıyaslayarak, hangisi daha ağır basıyorsa ona göre hareket etmesi gerekir. Bununla ilgili geniş açıklama ilerde gelecektir. Müslümanın her halükarda dikkat etmesi gereken şeyler: a) Görüşme ortamından kaçınmak müslümana zorluk getiriyorsa müslüman erkek ve kadının zorluğu kaldıracak bir şekilde, zaruret miktar mevcut durumu kabul etmesi gerekir. Allahu Teala şöyle buyuruyor: "Allah dinden sizin üzerinize bir zorluk kılmadı" (Hac, 78).


b)  Müslüman kadın veya erkeğin bir ortamda bulunması, hayra götürüyor veya serden uzaklaştırıyorsa, Allah'a tevekkül ederek orada bulunmaları, bazı yanlışları düzeltmek için çaba sarfetmeleri gerekir.


c) Bazı müslümanlarda, bazen görüşme adabına cehalet ve zaruretten dolayı aykırı davranma olabilir. Mü'minlerin kardeşleri hakkında dikkatli olmaları, Allah'tan sakınmaları, dillerini kötü sözlerden korumaları ve asılsız iftiradan uzak durmaları gerekir. Bu hususta ifk hadisesi bir ibrettir. Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç)tur. Onu duyduğunuzda: "Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz, hâşa! Bu, çok büyük bir iftiradır", demeli değil miydiniz?" (Nur, 15-16).


Rasulullah da: "Kişinin her duyduğunu söylemesi, kendisine günah o-larak yeter" buyurmaktadır.[893]


d) Asılsız zina iftirası, kişinin kendi istek ve arzularına uyarak insanları suçlamasıdır. Bu da bazı müslümanların görüşme adabına riayet etmemele­rinden kaynaklanır. Çoğu zaman yapılması gereken zahire bakmakla yeti­nip, görüşme adabına riayet etmeyenlere itibar etmemek ve onları serî adaba sarılmaya çağırmaktır. Allah gizli olanları en iyi bilendir.


Aynı zamanda, hata yapmakta olan müslümanları kendilerini düzelt­meleri ve ellerinden geldiği kadar töhmetli yerlerden uzak durmaları konu­sunda uyarıyoruz. [894]




Peygamberler (A.S.) Döneminde:



PEYGAMBERLER DÖNEMİNDE kadının toplumsal hayata katıl­masıyla ilgili sunacağımız nasslar, kadının toplumsal hayata katılması ve görüşmesi sünnetinin önceki peygamberlerin kadim bir sünneti olduğunu ve Peygamberimizin de bunu takip ettiğini göstermek içindir. Mü'min erkek ve kadının isteği olmadan zaruri hallerde görüşmenin olduğu bazı nasslara -ki bunlar azdır- işaret etmek istiyoruz. Yine çok az nass var ki, müslüman olmayan kadınlarla görüşmenin vukubulduğunu gösteriyor. Bu nassları, mü'min erkekler topluluğunun durumunu ve hangi konuda olursa olsun gerçekleşecek görüşme biçimlerini açıklamak için aktarmıştı. [895]




Nuh (A.S.) Döneminde:



"Nihayet emrimiz gelip tandır kaynayınca, Nuh dedi ki: (hayvan çeşitlerinin) her birinden iki çift ile -(boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında- aileni ve iman edenleri gemiye yükle. Zaten onunla beraber pek azı İman etmişti." (Hud, 40).


Celaleyn tefsirinde "Aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında" ifadesiyle ilgili deniliyor ki: Yani helak olacaklar, karısı ve oğlu Kenan. Hâm, Sam ve Yafes'i gemiye bindirdi. "Zaten onunla beraber pek azı iman etmişti." Deniliyor ki: Altı erkek ve hanımlarıydı. Yine deniliyor ki: Gemiye binenlerin toplam sayısı seksen kişi idi. Bunların yarısı erkek yansı da onların kanlarıydı. [896]




İbrahim (A.S.) Döneminde:



a) Sıkıntı ve zorluklarda:


Ebu Hureyre şöyle rivayet ediyor: İbrahim (a.s.) hayatı boyunca sadece üç yerde yalan söylemiştir. Bunların ikisi Allah'ın zatı ile ilgiliydi. Birincisi: "Ben hastayım" sözü, diğeri: "Bilâkis onların şu büyük olanı yapmıştır" sözü. Bir başka yerde İbrahim şöyle dedi: Günlerden bir gün Sara ile bera­berken zorbalardan bir zorba yanlarına geldi. Onun için: "İşte bir adam, yanında da insanların en güzeli bir kadın" denildi. Sonra İbrahim'i götürüp Sara hakkında: "Bu kim?" diye sordular. O da: "Benim kız kardeşim" dedi. Bunun üzerine Sara geldi, ona: Ey Sara, yeryüzünde senden ve benden başka mü'min olan yok, bana seni sordu, ben de kız kardeşim dedim, beni yalanla­ma" dedi. Sonra Sara'yı götürdüler. Ne zaman ki ona dokunmak istedi, eli tutuldu. Bunun üzerine: "Benim için Allah'a dua et, sana zarar vermeyece­ğim" dedi. Sara Allah'a dua etti eli çözüldü. Sonra tekrar dokunmak istedi eli tekrar aynı sekide veya daha şiddetli tutuldu. Tekrar: "Benim için Allah'a dua et, sana zarar vermeyeceğim" dedi. Sara dua etti; eli çözüldü. Zorba a-dam, kapıcılardan birini çağırarak dedi ki: "Bana insan değil, şeytan getir­mişsiniz. Ona Hacer'i de hizmetçi olarak verin". Daha sonra Sara, İbrahim'in yanına geldi, O namaz kılıyordu. Eliyle işaret ederek "halin nedir?" diye sordu. Sara: Bugün fâcirin veya kâfirin hilesi ters döndü ve bana Hacer'i hizmetçi verdi" dedi. Ebu Hureyre diyor ki: "Ey gök suyunun oğulları, bu sizin annenizdir."[897]


b) Günlük münasebetlerde: Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Rabbimiz, ben çocuklarımı ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabb'imiz, namazı kılsınlar diye öyleyse insanların bir kısmının gönlünü onlara meylettir, onları çeşitli ürünlerle rızıklandir ki sana şükretsinler." (İbrahim, 37).


İbni Abbas rivayet ediyor: Kadınlarda ilk defa kemeri takan İsmail'in annesi idi. Onu Sara'ya karşı izlerini gizlemek için takmıştı. Sonra o, İsmail'i emzirirken İbrahim (a.s.) yanına geldi. İsmail'in annesi İsmail'i mescidin üst tarafında zemzemin yanında büyük bir ağacın yanına bıraktı. O gün Mek­ke'de hiç kimse yoktu. İbrahim (a.s.) onlara biraz hurma ve yiyecek bıraka­rak ayrıldığında İsmail'in annesi onu takip ederek: Ey İbrahim! Nereye gidi­yorsun? Bizi insan ve cin olmayan bu vadide mi bırakıyorsun? dedi. İsmail'in annesi bunu bir kaç kere tekrarladı. İbrahim (a.s.) ona dönüp bakmayınca İsmail'in annesi: Sana bunu Allah mı emretti, dedi. İbrahim (a.s.) da: Evet, dedi. O da: O zaman bize zarar gelmez deyip geri döndü. İbrahim (a.s.) yoluna devam ederek Seniye'ye varınca kimsenin görmediği bir yerde ellerini kaldırarak onlar için şu duayı yaptı: "Rabbimiz! Ben çocuklarımı ekinsiz bir vadiye yerleştirdim." İsmail'in annesi de İsmail'i emziriyor ve yanındaki sudan ona içiriyordu. Su ve azıkları bitince İsmail ve annesi susadı. İsmail'in annesi etrafına bakmaya başadı... Safa tepesini kendisine en yakın yer olarak gördü. Oraya çıkıp herhangi bir kimsenin olup olmadığına baktı. Vadide kimsenin olmadığını görünce aşağı indi. Sonra Merve'ye gelerek etrafta her hangi bir kimsenin olup olmadığna baktı. Bu arayışı içerisinde tam yedi kez Safa ile Merve arasında gidip geldi. İbni Abbas'dan rivayetle Rasulullah (s.a.v.) şöyle diyor: "İşte insanların yaptık­ları sa'y, bundan dolayıdır." Merve tepesine ulaşınca bir ses işitti. Ses olup olmadığını anlamak için bir daha dinledi ve aynı sesi duydu ve şöyle dedi: "Seni işitiyorum, yanında yiyecek var mı?" dedi. Bir de baktı ki zemzemin olduğu yerde bir melek, ayağının ucuyla ya da kanatlarıyla yere vurarak su göleti oluşturarak eliyle işte böyle dedi. İsmail'in annesi eliyle su kabını doldurmaya başladı. Suyu aldıkça altta tekrar doluyordu. İbni Abbas'tan rivayetle Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardı: "Allah, İsmail'in annesine merhamet etsin! Eğer zemzemi bıraksaydı ya da zemzemden kabını doldurmasaydı o yeryüzünde akan bir ırmak olurdu" İsmail'in annesi diyor ki: Onu içtim ve çocuğumu emzirdim. Melek ona: Helak olmaktan korkma­yın. Allah'ın bu evini, bu çocuk ve babası bina edecek. Allah onun ehlini zayi etmez, dedi. Kabe toprağın üzerinde yüksek bir tümsekteydi. Sel suları gelerek onun sağından ve solundan götürüyordu. Bu durum Kahtan oğulla­rından bir grubun Mekke'nin yakınlarından geçerken onu görmelerine kadar devam etti. Kahtan oğulları Mekkeye indiklerinde birşeyin üzerinde dönen ve fakat oraya inmekten tereddüt eden bir kuşu gördüler. Dediler ki: Bu kuş bir suyun üzerinde dönüyor. Biz bu vadiyi tanıyoruz, burada su yoktu. Bir yada iki kişiyi yanına gönderdiler. Gidenler bunun bir su olduğunu kendile­rine söylediler. Onlar suyun yanına geldiklerinde İsmail'in annesini suyun başında buldular ve ona: Yanına gelmemiz için bize izin verir misin? dediler. O da: Evet fakat suda sizin hakkınız yok, dedi. Onlar da: Evet dediler. İbni Abbas'dan rivayetle Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "İsmail'in annesi onların gelebileceklerini söyledi. Zaten o insanları çok seven biri idi. Bunun üzerine onlar, kendileri ve aileleriyle birlikte geldiler." Hatta onlar içerisinde şairler de vardı. Çocuk büyüdüğünde onlardan Arapça'yı öğrendi. Çocuk büyüyüp genç olunca onu çok sevdiler ve kendilerin­den olan bir kızla evlendirdiler ve İsmail'in annesi vefat etti."[898]


c) Ziyarette:


İbni Abbas (r.a.)'dan: "... İbrahim, vadiye bıraktığı oğlu İsmail evlen­dikten sonra onun evine geldi. İsmail'i evde bulamadı. Hanımına onu sordu. Hanımı da: "Bizim için rızık kazanmaya gitti" dedi. Sonra geçimlerini ve yaşayışlarını sordu. O da: Kötü durumdayız, şiddetli darlık içindeyiz" diye ona şikayet etti. İbrahim: "Kocan geldiği zaman ona selam söyle ve kapısı­nın eşiğini değiştirsin dediğimi söyle" dedi. İsmail geldiğinde sanki gözleri bir şey arıyordu ve dedi ki: "Bugün birisi geldi mi?" Hanımı da: Evet, şöyle şöyle bir ihtiyar geldi, bize seni sordu, ben de haber verdim. Geçimimizin nasıl olduğunu sordu. Ben de şiddetli zorluk içinde olduğumuzu söyledim." dedi. İsmail: "Sana bir şey tenbih etti mi?" diye sordu. O da: Evet, bana sana selamını ve kapısının eşiğini değiştirsin dediğini söylememi emretti. İsmail: O, babamdı. Bana, seni ehline göndermemin gerekli olduğunu emretti" dedi. Bunun üzerine o kadının boşadı ve başka bir kadınla evlendi. İbrahim bir süre geciktikten sonra geldi ve onu bulamadı. Karısının yanına girerek onu sordu. Hanımı: Bize rızık kazanmaya çıktı, dedi. O'da: siz nasılsınız? Geçiminiz, durumunuz nasıl? diye sordu. Hanımı: Biz iyiyiz ve rahatız, diyerek Allah'a hamd etti. O da: bu gün yemeğiniz nedir? dedi. Hanım: Et, dedi. İçeceğiniz nedir, dedi. Hanım: su, dedi. O da: Ey Allah'ım! Bunların etlerini ve sularını mübarek et, dedi. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "O gün onlara dua yapilmasaydı, bir habbeleri dahi olmazdı". Kocan geldiği zaman ona selamımı söyle ve kapısının eşiği üzere sabit olsun, dedi. İsmail geldiğinde: Eve biri geldi mi? dedi. Hanım da: Evet, güzel görünümlü bir ihtiyar geldi, ona iyi davrandım. Bana seni sordu, ben de durumunu haber verdim. Geçimimizin nasıl olduğunu sordu. Ben de, çok iyi dedim, dedi. İsmail sana bir tavsiyede bulundu mu? dedi, Hanım da: Evet, sana selamı var ve kapının eşiği üzere sebat etmeni istiyor, dedi. İsmail de: O babamdı. Sen de esimsin. Seni tutmamı emretmiş, dedi.[899]


d) Misafirlikte:


Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Elçilerimiz, İbrahim'e müjde getirip: 'Selam!1 demişlerdi. O da "Selam!1 dedi; çok durmadan hemen (elçilere) kızarmış bir buzağı getirdi. Ellerinin buzağıya uzanmadığnı görünce durumlarını beğenmedi ve onlardan ötürü içinde bir korku duydu. 'Korkma', dediler, 'biz Lut kavmine gönderildik.' Ayakta durmakta olan karısı, güldü. Biz de ona İshakı müjdeledik. İshak'ın ardından da Yakub'u. 'Vay' dedi. 'Ben bir kocakarı, bu kocam da bir pîr iken doğuracak mıyım? Bu, cidden şaşılacak bir şey!' Dediler ki: Allah'ın işine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerin izdedir, ey ev halkı! O övülmeğe layıktır, iyiliği boldur.' (Hud: 69-73).


Celaleyn tefsirinde deniliyor ki: "Onun karısı" yani, İbrahim'in karısı. "Ayakta olan" yani, onlara hizmet ediyordu. "Güldü" yani, onlara helâklarını müjdeleyince. Yine bu anlam Taberi ve Kurtubi'nin rivayetlerin­de de aktarılmaktadır.


Buhari'nin naklettiği şu hadis "erkeklerin kadınlara selam vermesi" babı altında geçmişti: "Ey Aişe: işte Cebrail sana selam veriyor." İbni Cerir "meleklere adamlar denilmez" diyerek itiraz edenlere, "Cebrail Rasulullah'a çoğunlukla insan suretinde geliyordu" diye cevap vermiştir.[900]




Yusuf (A.S.) Döneminde:



Sıkıntı ve zoı laklarda: Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Yusuf un evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları kilitleyip: 'Haydi gelsene!' dedi. (Yusuf): 'Allah'a sığınırım dedi, efendim bana güzel baktı. Zalimler iflah olmazlar!' Andolsun, kadın onu arzu etmişti, eğer Rabb'inin doğruyu gösteren delilini görmeseydî o da onu arzu etmişti. Böylece biz kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek istedik; çünkü O, ihlasa erdirilmiş (temiz) kullarımızdandır. Kapıya doğru koşuştular. Kadın, Yusuf 'un gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının beyine rastladılar. Kadın: 'Senin ailene kötülük yapmak isteyenin cezası nedir? Zindana kapatılmak veya acı bir biçimde işkence edilmek değil midir?' dedi. (Yusuf): 'O, benden murad almak istedi!' dedi. Kadının ailesinden bir şahit de şöyle şahitlik etti: 'Eğer Yusuf un gömleği önden yırtılmışsa kadın doğrudur, O yalancılardandır.' "Ve eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalancıdır; O, doğrulardandır!1 (Kadının kocası, Yusufun) gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce (kadına): 'Bu sizin düzenlerinizdendir, dedi, gerçekten sizin düzeniniz büyüktür!' 'Yusuf, sen bundan vazgeç (bunu kimseye söyleme), (ey kadın), sen de günahının bağışlanmasını dile! Çünkü sen, günahkârlardan oldun!' Şehirde birtakım kadınlar: 'Vezirin karısı, uşağının nefsinden murad almak istemiş! Sevda, onun bağrını yakmış! Biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz!' dediler. (Kadın) onların (dedi-kodu yaparak kendisini dile düşürme) düzenlerini işitince, onlara (adam) gönderdi, (yemeğe davet etti). Onlar için dayanacak yastıklar hazırladı ve her birine de birer bıçak verdi. (Yusufa): 'Çık, karşılarına!' dedi. (Kadınlar, Önlerine konan meyvalan soyup yemekle meşgul iken) Yusuf u görünce onu (gözlerinde) büyüttüler (ona hayranlıklarından ötürü), ellerini kestiler ve: Allah için. hâşâ, bu insan değildir; bu ancak güzel bir melektir' dediler. (Kadın) dedi ki: 'İşte siz beni bunun için kınamıştınız! Andolsun ben kendisinden murad almak istedim de o, iffetinden ötürü reddetti. Ama kendisine emrettiğimi yapmazsa, elbette zindana atılacak ve alçalanlardan olacaktır!' (Yusuf); 'Rabbim, dedi bana göre zindan, bunların beni çağırdığı şeyden iyidir. Eğer onların düzenini benden savmazsan, onlara meylederim ve cahillerden olurum!" Rabb'i onun duasını kabul buyurdu da onların düzenlerini ondan savdı. Şüphesiz o, İşitendir, bilendir. Sonra (aziz Kıtfır ve adamlarını Yusuf un masumluğu hakkındaki) bu delilleri gördükleri halde yine onu bir süre zindana atmaları kendilerine uygun geldi." (Yusuf, 23-35). [901]




Musa (A.S.) Döneminde:



a) Sıkıntı ve zorluklarda: Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Musa'nın annesine, "O (çocuğunu emzir, başına bir şey gelmesinden korkuyorsan (bir sandık içinde) onu denize (Nil'e) bırak, korkma, üzülme biz onu elçilerden yapacağız" diye vahyettik. Nihayet onu Firavun ailesi aldı ki, kendilerine bir düşman ve başlarına dert olsun. Gerçekten Firavun, Hâmân ve askerleri yanılıyorlardı. Firavn'ın karısı (çocuğu sandıktan çıkarınca): "Bana da, sana da göz bebeği (olacak, çok sevimli bir çocuk). Onu Öldürmeyin, belki bize yararı dokunur, ya da onu evlat ediniriz" dedi. (Onu almakla hata ettiklerini) anlamıyorlardı. Musa'nın annesinin gönlü bomboş sabahladı. (Meraktan çatlıyordu). Eğer biz (va'dimize) inananlardan olması için onun kalbini iyice pekiştirmemiş olsaydık, nerdeyse işi açığa vuracaktı. (Musa'nın) kızkardeşine: "Onun İzini takip et" dedi. O da onlar farkına varmadan onu uzaklan gözetledi. Biz daha önce ona, süt verenlerin sütünü emmeyi) haram etmiştik. (Hiçbir kadının sütünü emmiyordu. Firavn ve ailesi, çocuğun emeceği bir dadı bulma telaşı içinde idiler. Kız kardeşi uzaktan, durumu görünce sokuldu): Sizin için onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verip onu güzelce eğitecek bir aileyi göstereyim mi? dedi. Böylece biz onu, annesine geri verdik ki gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah'ın va'dinin gerçek olduğunu bilsin. Fakat çokları bilmezler." (Kasas, 7-13).


b) İyilik etmede Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Medyen suyuna varınca o (kuyu)nun başında birçok insanların, (hayvanlarını) suladıklarını gördü. Onların gerisinde de (diğerlerinin hayvanlarına karışmasın diye hayvanlarını) sudan men eden iki kız buldu. (Kız oldukları için erkeklerin içine sokulamıyoriar, herkesin çekilmesini bekliyorlar, su İçmek için sabırsızlanan hayvanlarının suya gitmelerine zor engel oluyorlardı. (Musa, onlara): "İşiniz nedir, (niçin hayvanları suya bırakmıyorsunuz)?" dedi. Dediler ki: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız. Babamız da yaşlı bir ihtiyardır. (O gelemez). "Hemen (Musa) onlarınkini de suladı, sonra gölgeye çekildi: "Rabbim, dedi, doğrusu bana İndireceğin bir hayra muhtacım, (azıcık azık indir de şu karnımı doyur)." Derken o iki kızdan biri utana utana yürüyerek ona geldi. "Babam seni çağırıyor, bizim için (hayvanları) sulamanın ücretini verecek" dedi. (Musa), o (kızların babalarına gelip (başından geçen) hikâyeyi anlatınca o: "Korma, o zalim kavimden kurtul­dun" dedi. (Kasas, 23-25).


Bu âyetler, görüşme ve karşılaşma ile ilgili sadece bir alan değil, birden çok alanı içermektedir. İşte bunlar:


Mesleki çalışma (yani koyunları gütme): "Onların gerisinde de (diğerlerinin hayvanlarına karışmasın diye hayvanlarını) sudan men eden iki kız buldu."


Soru sorma ve durumlarla ilgilenme "(Musa onlara): İşiniz nedir? dedi. Dediler ki: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulayamayız".


İyilik yapma. "Hemen (Musa) onların kinide suladı, sonra gölgeye çekildi"


İyiliğe karşı mükâfatlandırma: "Babam seni çağırıyor, bizim için (hayvanları) sulamanın ücretini verecek dedi." [902]




Davud (A.S.) Döneminde:



Hüküm vermede:


Ebu Hureyre'den, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "İki kadın vardı. Bunlardan birinin çocuğunu kurt gelip götürdü. Kadınlardan biri, diğer arkadaşına: Kurdun götürdüğü çocuk senin çocuğun idi, dedi. Aralarında hüküm vermesi için Davud (a.s.)'a gittiler. Davud (a.s.) da çocuğu büyük kadına verdi. Sonra Davud (a.s.)'ın oğlu Süleyman (a.s..)'a baş vurarak olayı haber verdiler. Süleyman (a.s.) onlara: Bana bir bıçak getirin de onu aranızda ikiye paylaştırayım, dedi. Bunun üzerine genç kadın: Hayır, Allah sana merhamet versin, böyle yapma! Ben çocuğu istemiyorum. Çocuk o kadının olsun, dedi. Süleyman (a.s.) da çocuğu genç kadına verdi."[903]




Süleyman (A.S). Döneminde:



Emir sahiplerine başvurmada: Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"(Ve) dedi ki: "Onun tahtını tanınmaz hale getirin, bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanımayacak mı?" Melike gelince (ona): "Senin tahtın da böyle mi?" dendi. "Tıpkı o, dedi, zaten bize daha önce bilgi verilmişti. (Allah'ın kudretini ve senin peygamber olduğunu anlamış) ve biz müslüman olmuştuk." Onu, Allah'tan başka taptığı şeyler, (bu zamana dek tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi, inkâr eden bir kavimden idi. Ona: "Köşke gir!" dendi. Köşkü görünce zemini su sandı ve bacaklarını sıvadı. Süleyman: "O, cilalı, şeffaf sırçadandır." dedi. (Melike): "Rabb'im ben kendime zulmetmişim. (Artık) Süleyman'la beraber alemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum?" dedi." (Nemi, 41-44). [904]




İsrailoğullarının Muhtelif Dönemlerinde:



a) Sıkıntı ve zorluklarda:


Ebu Hureyre'den: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: 'Beşikte, üç kişiden başka kimse konuşmadı; Meryem oğlu İsa ve Cüreyce nisbet edilen çocuk. (Buhari'nin rivayetinde ise, İsrailloğularından kendisine Cüreyc denen bir adam vardı.) Cüreyc abid bir kimse olup inzivaya çekildi. O inzivada namaz kılarken annesi yanma gelerek: 'Ey Cüreyc'! dedi. O da: 'Ya Rabbi! Annem mi, namazım mı?' dedi. Namazına devam etti. Annesi geri döndü. Ertesi gün annesi geldiğinde yine namaz kılıyordu. Annesi: Ey Cü­reyc! dedi. O da: Ya Rabbi! Annem mi namazım mı, dedi. Namazına devam etti. Annesi geri döndü. Ertesi gün yine annesi gelip: 'Ey Cüreyc!' dediğinde yine namazına devam etti. Annesi: 'Ey Allah'ım! Onun canını fahişelerin yüzüne bakmayıncaya kadar alma1 diye beddua etti. İsrailoğullan Cüreyc'i ve ibadetini hatırlatınca güzelliği ile tanınan fahişe bir kadın: 'Eğer isterseniz onu sizin için fitneye düşüreyim' dedi. Kadın kendisini ona teklif etti; ancak o iltifat etmedi. Sonra onun inziva yerine sığınan bir çobanla zina etti ve hamile kaldı. Çocuğu doğurunca İsrailoğullarına gelerek bunun Cüreyc'ten ol­duğunu söyledi. Bunun üzerine İsrailoğullan Cüreyc'e giderek inzivadan çıkarıp dövdüler ve inziva yerini de yıktılar. Cüreyc: 'Ne istiyorsunuz?' diye sorduğunda: şu fahişe kadınla zina ettin, senin çocuğunu doğurdu, dediler. O da: 'Çocuk nerede?1 dedi. Çocuğu getirdiler. O da: 'Beni bırakın namaz kıla­yım' dedi. Namazı bitirince çocuğu getirdiler. Çocuğun karnını elleriyle sı­vazlayarak: 'Ey çocuk! Baban kim?' dedi. Çocuk da 'falan çoban' dedi. Sonra çocuğu Cüreyc'ten alarak sırtını sıvazladılar ve Cüreyce dediler ki: 'Sana in­ziva yerini altından yapalım.' O da: 'Önce yaptıkları gibi çamurdan yapın1 dedi."[905]


Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Burçlar sahibi göğe andolsun, vadedilen güne andolsun, (O gün) şahide ve şahitlik edilene andolsun. Ki kahroldu o hendeğin adamları. O yakıt doldurulup tutuşturulmuş ateş (hendeğinin adamları)! Onlar o (ateş hcndeği)nin başında oturmuşlardı. Ve onlar mü'minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Mii'minler sırf aziz. övgüye layık Allah'a inandıkları için o (zalim)ler onlardan öc aldılar. O (Allah) ki göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Allah her şeye tanıktır. İnanmış erkek ve kadınlara işkence edip sonra (yaptıklarına) tevbe etmeyenler (yok mu), onlar için cehennem azabı vardır; ve onlar için yangın azabı vardır." (Buruc, 1-10).


Süheyb (r.a.)'dan: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: 'Sizden Önce bir kral vardı. Yanına gözleri görmeyen bir adam gelerek daha önce oturdu­ğu gibi oturdu. Kral ona: 'Gözlerini sana kim döndürebilir?' dedi. Adam: 'Rabbim' dedi. Kral: 'Senin benden başka rabbin mi var?' dedi. Adam: 'Benim ve senin rabbin, tek olan Allah'tır' dedi. Kral, adama işkence yapma­ya başladı. Krala gelerek dediler ki: İnsanların Allah'a iman etmesinden korkuyordun. Başına gelenleri gördün mü?' Bunun üzerine Kral yolların girişine kanallar kazılmasını emretti. Kanallar kazıldı ve içleri ateşle dolduruldu. Kral: 'Kim dininden dönmezse onu ateşe atın1 dedi. Onlar da dediği gibi yaptılar. Sıra beraberinde çocuğu olan bir kadına gelmişti. Kadın ateşe gitmekte tereddüt edince çocuğu ona: 'Ey Anne! Sabret, sen hak üzeresin' dedi."[906]


b) Muhtelif şartlarda:


Ebu Hureyre'den: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: '... İsrail oğullarından bir çocuk annesini emerken hayvanına binmiş güçlü ve güzel görünümlü bir adam geçti. Çocuğun annesi: 'Ey Allah'ım! Çocuğumu bunu gibi yap' dedi. Çocuk annesinin memesini bırakarak ona baktı ve şöyle dedi: 'Ey Allah'ım! Beni onun gibi yapma1. Sonra annesinin memesini emmeye devam etti. Resulullah, devamla diyor ki: Sonra bir cariye gördüler. Onu döverek: 'Zina ettin, hırsızlık yaptın1 diyorlardı. Cariye de: 'Allah bana yeter, o, ne güzel vekildir1 diyordu. Çocuğun annesi: 'Ey Allah'ım! Çocuğumu onun gibi yapma' dedi. Çocuk, memeyi bırakarak annesine baktı ve şöyle dedi: 'Ey Allah'ım! Beni onun gibi yap'. Sonra çocuk şöyle demiştir: 'O adam zorba birisiydi. Bundan dolayı: Ey Allah'ım beni onun gibi yapma, dedim. Zina ettiğini ve hırsızlık yaptığını söyledikleri cariye, zina etmemişti, hırsızlık da yapmamamıştı. Bunun için: Ey Allah'ım: Beni onun gibi yap dedim."[907]


Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip alemlere üstün kıldı. (Bunlar) birbirinden türeyen nesillerdir. Allah işitendir, bilendir. İmran'ın karısı demişti ki: 'Rabbim, kamımda olanı tam hür olarak sana adadım, benden kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.' Onu doğurunca -Allah onun ne doğurduğunu bilirken- yine şöyle dedi: 'Rabb'im, onu kız doğurdum, erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adım verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytanın şerriden sana ısmarlıyorum.' Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriyya da onun bakımını üstlendi. Zekeriyya, Onun yanına, mihraba her girdiğinde yanında bir nzık bulurdu. 'Ey Meryem, bu nereden?' derdi. (O da) 'Bu, Allah katından' derdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir." (Al-i İmran, 33-37).


"Rabbim karnımda olanı tam hür olarak sana adadım" âyetinin açıklamasında Celaleyn tefsirinde deniliyor ki: "Senin kutsal evine hizmet etmesi için dünya uğraşılarından tamamen uzaklaşmış bir halde sana adadım. Onu annesi, kutsal evin bekçisi hahama getirerek: "Bu size bir adaktır' dedi. Böylece Zekeriyya onu aldı ve mescidde de ona bir oda yaptı. Odaya Zekeriyya'dan başka kimse çıkmıyordu."


Buhari, Sahihinde, Ebu Hureyre'den şu hadisi naklediyor: "Mescidde bir kadın veya bir erkek ikamet ediyordu. Onu kadından başka kimse görmüyordu."[908] Buhari, babın başlığında, İbni Abbas'm: "Karnımda olanı tam hür olarak sana adadım" âyetini, mescide hizmet etmesi için, şeklinde açıkladığını nakletmiştir.


Hafız İbni Hacer diyor ki: "Görülüyor ki onların şeriatlarında çocuklarını adama (nezir) sahihti. Buhari'nin bunu nakletmesindeki gaye sanki şuna işaret etmek içindir: Mescidlere hizmet etmeye önem vermek önceki ümmetlerce de meşrudur. Öyle ki onlardan bazıları mescide hizmet için çocuklarını bile adamışlardır."[909]Allahu Teala şöyle buyuruyor:


"Kitab'da Meryem'i de an. Bir zaman o ailesinden ayrılıp doğu yönünde bir yere çekilmişti. (Evinde veya mabedde bir kenara çekilip kendini ibadete vermişti). Onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Biz de ruhumuzu (Cebrail'i) ona gönderdik. (O) ona düzgün bir insan şeklinde göründü. (Meryem) dedi ki: "Ben senden çok, esirgeyen (Allah'a) sığınırım. Eğer (Allah'tan) korkuyorsan (bana dokunma)." (Ruh): "Ben, dedi, sadece Rabb'inin elçisiyim: Sana tertemiz bir erkek çocuğu hediye edeyim diye (geldim)." "Benim nasıl oğlum olur, dedi, bana bir insan dokunmadı ve ben bir kahpe de değilim." (Ruh): "Öyledir, dedi, Rabb'in: O bana kolaydır. Onu insanlara bir mucize ve bizden bir rahmet kılmak için (bunu yapacağız) dedi ve iş olup bitti. (Meryem), gebe kaldı. Öylece uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu, bir hurma dalı(nın alti)na getirdi: "Keşke dedi, bundan Önce Ölseydim de unutulup gitseydim!" Altından (Ruh) ona şöyle seslendi: "Üzülme, Rabb'in alt tarafında bir su arkı var etti." Hurma dalını sana doğru silkele, üzerine olmuş, taze hurma dökülsün." "Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen: "Ben Rahman için (susma) oruc(u) adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım de." (Meryem) onu taşıyarak kavmine getirdi: "Ey Meryem, dediler, sen tuhaf bir iş yaptın." "Ey Harun'un kız kardeşi, baban kötü bir adam değildi, annen de fahişe değildi (sen ne yaptın böyle)?" (Meryem) çocuğu gösterdi. Dediler ki: "Beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?" (Çocuk): "Ben Allah'ın kuluyum, dedi. (O) bana Kitabı verdi, beni peygamber yaptı." "Beni bulunduğum her yerde yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekat vermeyi emretti." "(Beni) anneme iyilik eder (kıldı), beni baş kaldıran bir zorba yapmadı." "Doğduğum gün de, Öleceğim gün de ve diri olarak kaldırılacağım gün de bana esenlik verilmiştir." (Meryem, 16-33). [910]




Nebi (S.A.V.)'İn Hanımları, - Hicab Farz Kılınmadan Önce- Diğer Mü­minlerin Hanımları Gibiydi. Erkeklerle Beraber Sosyal Hayata Katılıp, Genel Ve Özel Hayatın Çeşitli Alanlarında Onlarla Beraber Oluyorlardı.

Bununla İlgili Bazı Örnekler İse Şunlardır:



İlim Tahsilinde:


AİŞE (r.a.) şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.)'in ilk vahiy başlangıcı uykuda rü'ya-yı sadıka görmekle olmuştur. Bundan sonra Hatice (r.a.) Hz. Resul-i Ekrem'i birlikte alıp amcazadesi Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdiluzza b. Kusay'a götürdü. Bu şahıs, cahiliye döneminde Hristiyan dinine girmiş bir kimse olup İbranice yazı bilir ve İncil'den Arap dilinde öteberi yazardı. Gözleri görmeyen ihtiyar bir kimseydi. Hatice (r.a.) Varaka'ya: 'Ey amcamın oğlu, dinle de bak kardeşinin oğlu ne söylüyor1 dedi. Varaka: 'Ne var, kardeşimin oğlu?1 diye sorunca, Rasulullah (s.a.v.) gördüğü şeyleri kendisine anlattı. Bunun üzerine Varaka, dedi ki: 'Bu gördüğün Allahu Teala'nın Musa (a.s.)'ya indirdiği Namus-ı Ekber'dır. Ah keşke senin davet günlerinde genç olsaydım, kavminin seni çıkaracakları zaman keşke hayatta olsam.' Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): 'Onlar beni çıkaracaklar mı ki?' diye sordu. O da: 'Evet, zira senin gibi birşey getirmiş (yani vahiy tebliğ etmiş) bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramamış olsun. Eğer senin davet günlerine yetişirsem sana son derece büyük yardım ederim1 cevabını verdi.[911]


Zifaf töreninde:


Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.) benimle evlendi... Annem Ümmü Ruman bana doğru geldi ve beni çağırdı... Sonra beni eve koydu. Evde Ensar'dan bir takım kadınlar hazır bulunuyordu.


Bunlar bana:


- Hayır ve bereket üzere geldin, hayırlı kısmet getirdin! diye alkışladı­lar. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar da benim kılık, kıyafetimi düzelttiler ve Rasulullah'a teslim ettiler. Beni hiçbir şey sıkmadı. Ancak Rasulullah (s.a.v.)'i habersiz görünce sıkıldım. Annem beni Rasulullah'a teslim ettiğinde ben dokuz yaşında bir kızdım.[912]


Düğün yemeğinde


Enes (r.a.)'dan: "Nebi (s.a.v.)'in Zeynep İbni Cahş ile olan düğününde ziyafet olarak ekmek ve et verildi. Yemeğe insanların gelmeleri için davetçi gönderdim. Davet üzerine bir grup insan gelip yemek yediler ve çıktılar. Sonra başka bir grup gelip yemek yiyip çıktılar. Öyle ki davet edilecek kimse kalmayıncaya kadar herkesi davet ettim. Bütün bunlardan sonra: 'Ya Nebiy-yallah, davet edecek kimse bulamıyorum' dedim. Rasulullah, 'sofradaki yemekleri kaldırın' dedi. O anda evde sayıları ondan daha az bir grup insan kaldı, onlar kendi aralarında konuşuyorlardı. Nebi (s.a.v.) dışarı çıkıp Aişe'nin odasına girdi. Girerken: 'Ey ev halkı Allah'ın selamı ve bereketi ü-zerinize olsun' onlar da cevaben: 'Allah'ın selamı ve rahmeti senin üzerine de olsun, aileni nasıl buldun? Allah onu sana bağışlasın. Bundan sonra hanım­larının hepsinin odasını teker teker ziyaret etti. Hanımlarının hepsi Aişe'nin, Peygamberimize dediği gibi dediler. Peygamberimiz de onların hepsine Ai-şe'ye dediklerini tekrar etti. Bütün hanımlarının odalarını dolaşıp döndükten sonra yemeğe gelenlerden bir grup insanın hâlâ konuşmakta olduklarını gördü. Nebi (s.a.v.) son derece büyük haya sahibi idi. O insanların hala oturduklarını görünce, tekrar Aişe'nin odasına gitmek üzere çıktı. Aişe'nin veya kendisinin oturanlara söyleyip söylemediğini bilmiyorum. Oturanlar çıkıp gittiler, onlar gidince Rasulullah (s.a.v.) geldi ayağının birini dışarıya diğerini içeriye olmak üzere alçak kapının eşiğine koydu. Benimle kendisi arasına perdeyi gerdi. Daha sonra hicab âyeti nazil oldu."[913]


Hafız İbni Hacer: "Ya Rasulullah yemin olsun ki davet edecek kimse bulamıyorum; dedim, siz yemekleri kaldırın dedi" sözüne İsmaili Cafer bin Mihran yoluyla Abdülvaris yaptığı rivayetinde şu kısmı ilave etti: "Zeynep evin bir köşesinde oturuyordu, dedi. Zeyneb kendisine güzellik verilmiş bir kadın idi, evde üç kişi kaldı" dedi.[914]


Selam alıp vermede


Aişe (ra)'dan: "Rasulullah (s.a.v.) kendisine 'Ey Aişe bu Cibril'dir. Sana selam ediyor.1 Aişe dedi ki: 'Ben de 'Ve aleyhis-Selamu ve Rahmetullahi Selam ve Allah'ın rahmeti onun üzerine de olsun, sen bizim görmediklerimi­zi görürsün dedim."[915]


Buharı bu hadisi şu bab'ta veya kitabındaki şu başlık altında zikretmiş­tir: Erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere selam vermesi.


Hafız İbni Hacer hadisteki Rasulullah'in:


"Ey Aişe, bu Cibril'dir. Sana selam ediyor" sözü hakkında İbni Tin Davudi'nin meleklere erkekler demlemeyeceğini fakat Allah'ın onları eril olarak ifade etiğini söyleyerek itiraz ettiğini söyledi.


Bu itirazın cevabı ise; vahyin başlangıcına ait hadiste de belirtildiği gibi Cibril'in Nebi (s.a.v.)'e adam kılığında geldiğidir.[916]


Ziyarette:


Said b. As'ın rivayetine göre; Ona da Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Aişe ile Osman rivayet etmişlerdir ki: Ebu Bekr, Rasululîah (s.a.v.)'in yanına girmek için izin istemiş. Rasulullah (s.a.v.) Aişe'nin çarşafına bürünmüş olarak döşeğinin üzerine uzanmış idi. Kendisi o halde iken Ebu Bekr'e izin vermiş ve onun hacetini görmüş, sonra o gitmiş arkasından Ömer izin istemiş, aynı halde ona da izin vermiş ve onun da hacetini görmüş, sonra Ömer gitmiş. Osman demiş ki: Sonra yanına girmek için ben izin istedim. Hemen oturdu. Aişe'ye de:


"Elbiseni üzerine topla! dedi. Ben de hacetimi gördüm. Sonra ayrıldım. Bunun üzerine Aişe:


- Ya Rasulullah! Acep neden Osman'dan endişe ettiğin gibi Ebu Bekr'le Ömer (r.a.)'dan da endişe ettiğini görmedim! der. Rasululah (s.a.v.):


"Şüphesiz Osman utangaç bir zattır. Ona bu halde girmek için izin versem hacetini bana ulaştırmayacağından korktum" buyurmuşlar.[917]


Üsame İbni Zeyd (r.a.)'dan rivayee göre Cibril (a.s.) Nebi (s.a.v.)'e gelmişti. Bu sırada Rasulullah'ın yanında Ümmü Seleme bulunuyordu. Cibril, Rasulullah ile konuşmaya başladı. Sonra kalkıp gitti. Nebi (s.a.v.) Ümmü Seleme'ye:


- Bu kimdir? diye sordu. Ümmü Seleme:


- Bu Dıhye'dir! dedi. Ümmü Seleme der ki: Allah'a yemin ederim ki Nebi (s.a.v.)'in Cibril'den aldığı vahyi sahabelerine haber vermek için verdiği hutbesini işitinceye kadar ben Cibril'i hiç şüphesiz Dıhye sandım.[918]


Nebi (s.a.v.)'in hanımı Aişe (r.a.)'dan; Şöyle demiştir: Rasulullah döneminde insanlar Medine'ye yakın evlerinden ve köylerinden nöbetleşe toz toprak içinde gelirlerdi ki, toz toprak vücudlarına sinip bedenlerinden ter kokusu çıkardı. Bir defasında Rasulullah (s.a.v.) benim yanımda iken bunlardan biri huzuruna geldi. Nebi (s.a.v.): "Bari bugün yıkansanız" buyurdu.[919]


Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:


Yahudilerden bir cemaat Rasulullah (s.a.v.)'in yanına girdi ve "essalamu aleyküm" dediler. Ben de bunu öğrenince, "sam ve lanet sizin üzerinize olsun" dedim. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Yavaş ol ya Aişe! Şüphesiz ki Allah her işte yumuşaklığı sever" buyurdular. Ben de "Ey Allah'ın Rasulü ne söylediklerini işitmedin mi? dedim. Rasulullah (s.a.v.) de; "Muhakkak ki ben 'aleyküm' dedim buyurdular."[920]


Hasta ziyaretinde:


Aişe (r.a.)'dan; "Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde Ebu Bekir ve Bilal humma hastalığına yakalandı. Aişe: 'Babamla Bilal'in yanma girdim ve:; Ey babacığım, kendini nasıl hissediyorsun? Ya Bilal kendini nasıl hissediyorsun" dedim. Aişe, Ebu Bekir'e humma nöbeti tuttuğunda şunları söylüyordu:


Her insan ailesinin yanında sabahlar. Ölüm insana nalinin kemerinden daha yakındır.


Bilal ise humma nöbeti geçip kendine gelince sesini yükseltip şöyle diyor:


- Ah bir gece Mekke vadisinde gecelemez mi? Etrafımda yaban darısı ve güzel kokulu afyon olduğu halde.


- Micenne suyu bir gün gelmez mi ve benim için Şamel ve Tufeyl dağları açığa çıkmaz mı?


Aişe; Rasulullah; (sav)'e gelerek onların durumunu haber verdim dedi. Rasulullah; Ey Allah'ım bize Mekke'yi sevdirdiğin gibi hatta daha fazla Medine'yi de sevdir. Medine'yi sıhhate kavuştur ürünleri bereketli kıl. Medine'nin hummasını başka yere taşı, hummayı Cühfe'ye (Medine ile Mekke arasında bir yer) gönder."[921]


Fetva konusunda:


Peygamberimizin hanımı Aişe'den rivayet edildiğine göre: "Bir adam, Rasulullah (s.a.v.)'e hanımı ile cinsel ilişkide bulunup menisini inzal etmeyen kimsenin hükmünü sordu. Bu karı kocaya gusül vacip olur mu? dedi. Aişe'de orada oturuyordu, Rasulullah (s.a.v.): 'Sununla ben, ikimiz bunu yapıyoruz, sonra yıkanıyoruz' buyurdular."[922]


Misafirlikte:


Enes'ten bir rivayete göre;


Rasulullah (s.a.v.)'in İranlı bir komşusu güzel çorba yaparmış, Rasulullah (s.a.v.)'e de yapmış, sonra onu davete gelmiş, Peygamber (s.a.v.) Aişe için:


- Bunu da davet ediyor musun? demiş. Komşusu:


- Hayır, cevabını vermiş.


Onun üzerine Rasululluh (s.a.v.):


- Hayır, gelemem cevabını vermiş.


Komşusu tekrar davete gelmiş, Rasulullah (s.a.v.) yine:


- Bunu da davet ediyor musun? diye sormuş o zat.


- Hayır! cevabını vermiş. Rasulullah (s.a.v.):


- Hayır gelemem, demiş.


Sonra tekrar dönerek onu davet etmiş. Rasuluîlah (s.a.v.) yine: "Bunu da davet ediyor musun?" diye sormuş. Komşusu üçüncüde:


- Evet! Cevabını vermiş.


Bunun üzerine kalkarak peşpeşe yürümüşler ve komşusunun evine varmışlar."[923]


İyiliği emretme konusunda; Aişe'nin rivayetine göre:


"Nebi (s.a.v.)'in hanımları helaya gitmek istedikleri zaman geceleyin Menası1 çıkarlardı, orası geniş bir yerdi. Ömer de Nebi (s.a.v.)'e: 'kadınlarını ört!' diyordu. Ama Rasulullah bunu yapmıyordu. Derken Peygamber (s.a.v.)'in zevcesi Şevde binti Zem'a gecelerden bir gece yatsı namazında dışarı çıktı. Kendisi uzun bir kadındı. Ömer ona seslendi:


-  .. Seni tanıdık ya Şevde! (Ömer bunu) tesettür emri indirilsin diye yaptı.


Bunun üzerine Allah (azze ve celle) tesettürü indirdi."[924]




Savaşlarda!



a. Uhud savaşında:


Enes b. Malik (r.a.) şöyle demiştir: "Uhud harbinde insanlardan bazıları Peygamber (s.a.v.)'in yanında bozguna uğradılar. Yemin olsun ki Aişe binti Ebi Bekir ile Ümmü Süleym'i paçalarını sıvamış halde gördüm. Ayak bileziklerini görüyordum, su tulumlarını sırtlarında taşıyor, sonra gazilerin ağızlarına boşaltıyor, bilahare dönüp tekrar dolduruyor ve gelerek yine cemaate su veriyorlardı.[925]


Aişe (r.a.)'dan: "Uhud savaşında müşrikler hezimete uğradığında İblis lanetullahi aleyh şöyle bağırdı: 'Ey Allah'ın kulları, arkanızı kollayın.' Ön saftan geri döndüler. Arka tarafta olan kardeşleriyle düşman sanarak dövüşmeye başladılar. Huzeyfe şöyle bir baktı bir de ne görsün babası el-Yeman karşısında! Hemen orada bulunanlara: 'Ey Allah'ın kulları, benim babam, benim babam!1 Aişe: 'Allah'a yemin olsun onu öldürmeden peşini bırakmadılar' dedi. Huzeyfe: 'Allah onları mağfiret etsin.' Urve: 'Allah'a yemin olsun ki AUahu Azze ve Celle'ye kavuşuncaya kadar Huzeyfe'deki cömertlik hissi kaybolmadı."[926]


b. Ahzab savaşında:


Aişe (r.a.)'dan: "Hendek savaşında Sa'd yaralandı. Ona Kureyş'ten Hıbban İbn el-Irkah denilen bir adam ok attı. Bu adam ise Beni Muays bin Amir İbni Lüey kabilesinden Hibban bin Kays'dır. Bu şahıs oku dirsekten bileğe gelen ana damara isabet ettirmişti. Nebi (s.a.v.) mescidde onu daha yakından takip etmek için bir çadır kurdurdu. Rasulullah (s.a.v.) Hendek harbinden Medine'ye (evimize) dönüp geldiğinde silahını çıkarmış ve yıkanmıştı. Bu sırada Cibril (a.s.) at üstünde başında siyah sarık, tozunu silerek Rasulullah'a geldi de:


- A, silahını  bıraktın mı? Vallahi ben bırakmadın. Haydi onların üzeri­ne yürü! dedi. Rasulullah:


- Nereye? diye sordu.


Cibril Beni Kurayza'yı işaret ederek:


- İşte şuraya! dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) Beni Kureyza'ya doğru hareket etti. Hüküm verme yetkisini Sa'd'a verdi. O da: 'Ben mukatele yapanların kadınların ve küçük yaştakilerin esir alınmasını ve mallarının taksim edilmesini kararlaştırıyorum.1 Hişam: 'Bana babam, Aişe'den Sa'd'in şöyle dediğini haber verdi: 'Ey Allah'ım, muhakkak ki sen, benim için hiç kimsenin benim yanımda senin yolunda onlarla savaşmaktan daha sevimli olmadığım biliyorsun. Onlar öyle bir kavim ki senin Rasul'ün (s.a.v.)'i yalanlayıp yurdundan çıkardılar. Ey Allah'ım, ben senin onlarla bizim aramızda bir savaş vazettiğini zannediyorum. Eğer Kureyş ile yapılacak bir savaş daha varsa beni bu savaşta cihad etmem için sağ bırak. Yok eğer aramızda savaş olmayacaksa yaramı genişlet ki, Ölümüme bu yara sebep olsun.' Göğsünde gerdanlığın takıldığı yerdeki yarası açıldı. Onları sadece kendilerine doğru akıp gelen kan korkuttu.


- Mescidde ise Beni Gaffar'a ait bir çadır vardı. Kanı görünce: "Ey çadirdakiler, bizim tarafımıza sizin yanınızdan gelen şey nedir?' Bu arada kesintisiz olarak Sa'd'ın yarasında kan akmaya devam ediyordu. Radiyallahu anh bu yaradan vefat etti."[927]


Bu hadisin Sahihayn (Buhari ve Müslim) dışında geniş bir rivayeti vardır. Bu geniş ve uzun rivayeti şiddet ve bela anında ve sosyal hayata mü'minlerin annelerinden birisinin katılımını açıklamasından dolayı zikretmeyi uygun bulduk. Bu rivayet onun daha küçük yaşta şahsiyetinin ne kadar belirginleştiğinin en kuvvetli delilidir. Ayrıca bu zor zamanlarda etrafında olup bitenleri Öğrenme istek ve arzusunun derecesini de gösterir. Allahu Teala bu zor anı şu sözüyle anlatmıştır: "Orada müminler imtihan olundular, çok şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldılar." Bu olay onun uyanışına ve şahsiyetinin olgunlaşmasını vesile olmuş Rasulullah'a (s.a.v.) eş olması için layık bir konuma getirmiştir.


Alkame bin Vakkas'dan: "Bana Aişe haber verip şöyle dedi: 'Hendek harbinin olduğu vakit insanların bıraktıkları izlerini takip ediyorum.' Aişe: 'Arkamdan sarsıldığını işittim1 dedi. Bunun üzerine ona doğru döndüm bir de ne göreyim; kendimi Saad İbni Muaz ve onun beraberinde olup kalkan taşıyan kardeşinin oğlu el-Haris İbni Evs'le birlikte buldum. Bunun üzerine Aişe: 'Yere oturdum. Saad üzerinde demirden bir zırh olduğu halde uğradı. Ve zırhın içinden bazı azalan çıktı. Ben ise Sad'ın zırhtan dışarıda kalan kısımları için endişeleniyorum' dedi. Aişe: 'Saad benim yanıma uğradığında şu şiiri söylüyordu:


Keşke deve kadar güçlü olan bir adam harbe azıcık katılsa.


Ecel gelip vakit tamam olunca gelen ölüm ne güzel...Aişe; 'Ben hemen kalkıp bir bahçeye girdim, bahçenin içinde bir grup insan topluluğu ve o topluluğun içinde bulunanlardan birisi de Ömer İbni Hattab idi. Ayrıca tüm vücudu zırhla kaplı bir adam da bu topluluğun içindeydi.' Ömer: 'Seni buraya getiren şey nedir? Allah'a yemin olsun ki sen çok cüretkârsın. Senin başına bir bela gelmesini ve merkezden uzaklaşıp sınırı geçme tehlikesini kim garanti etti?' dedi. Aişe, beni azarlamayı ve kınamayı o derece sürdürdü ki, o an yer yanlsa da ben de içine girsem diye bir temennide bulundum, dedi. Aişe, üzerinde zırh olan adam yüzünün üzerindeki zırhı kaldırdığında onun Talha bin Ubeydullah olduğunu gördüm. Talha bin Ubeydullah: 'Ey Ömer, Aişe'ye kınama konusunda biraz aşın dav-randın. Bunun neresi sınırı geçmek veya kaçmak, Aişe'nin hareketinde sade­ce Allah Azze ve Celle'ye doğru bir kaçış vardır.1 Aişe bu arada Saad'a Kureyş müşriklerinden kendisine İbni'l-İrkah denilen bir adam ok atıyor ve okunu atarken ise; al bunu, ben İbni'l-İrkah'im, diyordu. Ok vücutta hayat damarı olarak kabul edilen damara isabet etti. Ok isabet ettiği daman kesti. Bunun üzerine Sa'd Aziz ve Celil olan Allah'a dua etti. Duasında: 'Ey Allah'ım, gözlerim Kureyza'dan kurtulduğumuzu görmeden, o sevinci mü­şahede etmeden canımı alma' dedi. Aişe: 'Cahiliye döneminde birbirlerine yardım konusunda anlaşıyorlardı' dedi. Aişe devamında yarasından kan kesildi, Allah Azze ve Celle müşriklerin üzerine bir rüzgar gönderdi. Savaşta Allahu Teala mü'minlere yetti. Allah aziz ve güçlüdür. Ebu Süfyan ve beraberinde Tihame denilen yerde bulunanlar yetişti. Ayrıca Uyeyne bin Bedr ve beraberinde Necd mıntıkasında olanlar da yetişti. Bunun üzerine Benu Kureyza kendilerini kalelerine doğru çekerek güven altına aldılar. Arkasından Rasulullah (sav) Medine'ye döndü, silahını bıraktı. Mescidde Sa'd için küçük bir deri çadır kurulmasını emretti. Aişe: 'Cibril Aleyhisselam baştan aşağı toz duman içinde geldi, Peygamber'e sen silahını bıraktın mı? Allah'a yemin olsun ki melekler silahlarını hâlâ bırakmadılar. Beni Kureyza ile harbe çık ve onlarla savaş1 dedi. Aişe Rasulullah tekrar zırhını giydi ve insanları da bu sefere çıkmaları için haberdar etti. Rasulullah (s.a.v.) hemen çıkıp Beni Ganem'in yanına uğradı. Beni Ganem mescidin etrafında bulunan komşulardandır. Rasulullah onlara: 'Size kim uğradı? dedi. Onlarda yüzü Cibril aleyhisselama benziyordu' dediler. Aişe, Rasulullah (s.a.v.) Beni Kureyza'yı yirmibeş gece kuşatma altında tuttu. Beni Kureyza'nın kuşatması uzadıkça sorunlar da oldukça arttı. Kuşatma altındakilere Rasu-lullah'ın hükmüne razı olmaları söylendi. Onlar da Eba Lubabe bin Munzirle istişare ettiler. Eba Lubabe onlara bunun kurban edilmek demek olduğuna işaret etti. Onlar bizler Saad'm hükmüne razı oluruz deyince, o da Saad'm gelmesi için haber gönderdi. Sa'd İbni Muaz, sırtında semere benzeyen bir şey bulunan bir merkebin üzerinde geldi. O merkeb üzerinde onların yanına taşındı, o gelince kavmi onun etrafını kuşatarak, Ey Eba Amr senin müttefi­kin, kulların, harbteki yardımcılarınız tüm bildiklerinle birlikte onlardan hiçbirşey dönmedi. Onlara hiç iltifat etmedi, (onlara doğru yönelmedi) Ta ki onların evlerinin yanına yaklaştı o zaman onlara (kavmine) doğru yönelerek şöyle dedi: İşte şimdi benim için Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmayacağın, çekinmeyeceğim, bir vakit geldi.' Alkame bin Vakkas, Ebu Said, Sa'd ibni Muaz Rasulullah (s.a.v.) tarafından görülünce şöyle dediğini söyledi' dedi: 'Haydi ulunuza hürmeten ayağa kalkınız (istikbal edip indiri­niz)'


Bunun üzerine Ömer: 'Bizim ulumuz Allahu Azze ve Celle'dir' dedi. Rasulullah (s.a.v.):  'Sa'd'ı indiriniz' deyince hemen onu indirdiler. Rasulullah (s.a.v.) ona bunlar hakkında hükmünü açıkla, dedi. Bunun üzeri­ne Sa'd bunlann harp edenleri Öldürülür, kadınları ve çocukları da esir edil­melidir. Ve bıraktıkları malları paylaşılmaladır, dedi. Bunun üzerine Rasu­lullah Allah'ın ve Rasulünün hükmüne uygun hükmettin, dedi. Aişe; sonra Sa'd şöyle dua etti dedi: Ey Allah'ım, eğer Peygamber'in (s.a.v,)'in Kureyş ile yapacağı harblerden bir şey bıraktıysan beni o harplerde savaşmak için hayatta bırak, yok eğer onun ile Kureyş arasındaki savaşları sona erdirdiysen beni kendine al. (Ruhumu kabzet). Bu duadan sonra yarasından kan aktı. Halbuki o yara iyileşmek üzereydi. Öyle ki yara olarak çok küçükbir iz kalmıştı. Arkasından Rasulullah (s.a.v.)'in kendisi için kurdurduğu küçük çadıra döndü. Aişe; o çadıra girdikten sonra onun yanına Rasulullah (s.a.v.), Ebu Bekir ve Ömer geldiler. Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki gerçekten ben odamda olduğum halde bile Ömer'in ağlaması ile Ebu Bekir'in ağlamasını duyuyordum. Onların hepsi Aziz ve Celil olan Allah'ın söylediği gibi (Onlar birbirlerine acıyanlardır) idiler.'


Alkame şöyle dedi dedi: 'Ey mü'minlerin annesi, Rasulullah (s.a.v.) nasıl yapıyordu?' Aişe: 'Peygamberin gözünden hiç kimse için yaş dökül mezdi. Fakat o üzüldüğü zaman sakalını tutardı' dedi."[928]


Hicab'ınfarz kılınmasından sonra Nebi (s.a.v.)'in hanımlarının erkeklerle konuşması:


Nebi (s.a.v.)'in hanımlarına örtü farz olmasına rağmen etraflarındaki hayattan kendilerini soyutlamadılar; bilakis Rasulullah'ın çalışmalarına katılıp takip ettiler. Hatta bunu onun vefatından sonra bile devam ettirmeleri insanın dikkatini çeken ve hayretini arttıran bir durumdur.


Perde arkasından da olsa değişik işler için kadınların erkeklerle konuş­maları ve kendilerini kuşatan hayatla ilişkilerini sürdürmeleri yanında onların müslümanların eğitimi konusunda çok büyük rolleri vardır.


Yani Örtü olayı hayata olan katkılarının yolunu kapatmadı, sadece alanını daralttı. Erkeklerle buluşmayı yasaklamadı. Ama bu peygamber (s.a.v.)'in hanımlarına mahsus olup diğer müslüman hanımları kapsamayan özel bir karşılama şekliydi,[929] Sosyal hayatta kadının ortaklığı sosyal ilişkilere katılması Nebevi toplumda bile hiçbir zaman değişmeyen böylece sürüp giden bir sünnetti. Çok Özel durumlarda bile herşeyi en iyi bilen Allah kadınların toplumdaki ilişkilerinin sınırlarını daraltmamış veya şartlara bir şart daha eklememiştir. İşte size yukarıda söylediklerimize ait bazı deliller:


Rasulullah'ın meclisinde konuşmalara katılmaları Aişe 'den(ra) rivayete göre:


Peygamber (s.a.v.)'e fetva sormak için bir adam gelmiş. Konuşulanları Aişe kapının arkasından işitiyormuş. Gelen zat:


- Ya Rasulullah bazen ben cünüb iken namaz vakti geliyor o gün oruç tutayım mı?1 diye sormuş. Rasululah (s.a.v.):


- Ben cünüb iken de namaz vakti geliyor, Ama ben oruç utuyorum ce­vabını vermiş. O zat:


- Sen bizim gibi değilsin ya Rasulullah, Allah, senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiştir, demiş. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):


-Vallahi ben Allah'tan en ziyade korkanınız ve ondan neyle korktuğunu en iyi bileniniz olmayı cidden ümid ederim, buyurmuşlardır.[930]


Ebu Musa (r.a.) şöyle demiştir:


Peygamber (s.a.v.)'in yanında idim. Kendisi Mekke ile Medine arasın­daki Cirane'ye inmişti. Yanında Bilal vardı. Derken Rasulullah (s.a.v.)'e Bedevi biri gelerek: "Bana vadettiğini yerine getirmeyecek misin dedi?" Rasulullah (s.a.v.) de ona:


- Müjde! dedi. Bedevi:


- Bana bu müjde kelimesini çok söyledin! dedi.


Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) öfkeli bir edayla Ebu Musa ve Bilal'e dönerek:


- Bu adam müjdeyi reddetti. Siz bari kabul edin! buyurdu. Onlar:


- Kabul ettik, dediler. Sonra Rasulullah (s.a.v.) içinde su bulunan bir tas istedi ve elleriyle yüzünü onun içinde yıkadı, içine de püskürdü, sonra:


-  Bundan için ve yüzlerinize ve göğüslerinize serpin, size müjdeler olsun, buyurdu. Ebu Musa ile Bilal tası alıp Rasulullah'ın emrettiğini yaptılar. Müteakiben Ümmü Seleme perdenin arkasından:


- Kabmızdakinden anneniz için artırın! diye seslendi. Onlar da kendisi­ne bir miktar (su) arttırdılar.[931]


Aişe (r.a.)'dan:


Nebi (s.a.v.)'e İbni Harise ile Cafer ve İbni Revaha'mn öldürüldüğü haberi gelince oturdu, üzüntülü oduğu belliydi. Ben, kapının aralığından bakıyordum. Derken ona bir adam geierek:


-   "Cafer'in kadınları..." diyerek onların ağladıklarını söyledi. Rasulullah (s.a.v.) ona gidip kadınları nehyetmesini emir buyurdu, o zat da gitti, Sonra ikinci defa geldi. İtaat etmediler, dedi. Rasulullah (s.a.v.) ikinci defa giderek kadınları nehyetmesini emir buyurdu, o zat üçüncü defa gele­rek:


- Vallahi bu kadınlar bize galebe çaldılar. Ya Rasulullah, dedi (ravi dedi ki): Aişe Rasulullah (s.a.v.)'in o adama: "Onların ağızlarına toprak saç!" buyurduğunu söyledi. Aişe (r.a.): Allah burnunu yere sürtsün. Vallahi ne Rasulullah (s.a.v.)'in sana emrettiğini yaptın! Ne de onu kederiyle başbaşa rahat bıraktın! dedim. [932]


İbni Ömer de rivayete göre şöyle demiştir:


İçlerinde Sa'd da olduğu halde Peygamber (s.a.v.)'in ashabından bazı kimseler bulunuyormuş. Onlar et yemeğe gittiklerinde Peygamber (s.a.v.)'in kadınlarından biri; Bu keler etidir, onu tutunuz diye seslenmiş, bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):


"Yeyin veya yedirin! Çünkü o helalir. Lakin benim yiyeceğim bir şey değildir" buyurmuşlar.[933]


Nebi (s.a.v.)'in hanımı Ümmü Seleme'nin rivayetine göre; Rasulullah (s.a.v.) kapısının önünde davacı gürültüsü işitmiş de yanlarına çıkmış ve;


"Ben ancak bir insanım! Bana gerçekten davacılar geliyor. Ama belki bazılarınız bazılarından daha beliğ (daha iyi derdini anlatır) olur da ben onu doğrucu zanneder işittiklerime göre hüküm vermiş olabilirim. İmdi her kime bir müsltimamn hakkını hükmetmişsem bu ancak ateşten bir parçadır, onu ister üzerine alsın; yahut dilerse terketsin."[934]


Aişe (r.a.)'dan:


"Rasulullah (s.a.v.) kapısının Önünde yüksek sesle konuşan davalıları işitti. Birisi diğerine borcunun bir kısmını bırakmasını istiyor. O ise; vallahi ben bunu yapmam diyor. Bunun üzerine Rasulullah onların yanına çıktı ve: - 'Allah üzerine mübalağalı bir şekilde yemin edip iyilik yapmayan nerede? dedi. O zat da: Benim Ey Rasulullah bu adam için hangisi daha sevimlidir ,"[935]


Ubade İbni Samit'in Nebi (s.a.v.)'den rivayetine göre şöyle dedi: Her kim ki Allah ile buluşmayı severse Allah da onunla karşılaşmayı sever. Her kim de Allah ile beraber olmayı sevmezse Allah da onunla beraber olmayı sevmez. Aişe veya Rasulullah'ın hanımlarından bazısı biz ölümden hoşlanmıyoruz, deyince Rasulullah Ölüm öyle değildir. Ama mü'min kişiye ölüm geldiğinde Allah'ın rızası ve kerameti ile müjdelenir. Onun için Önündekilerden hiçbir şey ondan daha sevimli değildir. O Allahla beraber olmayı sevdi Allah da onunla beraber olmayı daha sevimli buldu. Kafır'e ise ölüm gelince, Allah azabı ve cezası kendisine müjdelenince, artık onun için hiçbirşey ölümden daha kötü değildir. Kafir Allah'a kavuşmayı hoş görmedi, Allah da ona kavuşmayı hoş görmedi.[936]


Aişe (r.a.)'dan:


Rasulullah (s.a.v.)'in yanma iki adam girdi. Ve onunla ne olduğunu bilmediğim bir şey konuştular da öfkelendirdiler. O da kendilerine lanet ve sitem etti. Çıktıkları vakit ben:


- Ya Rasulullah! Şu iki adamın kazandığı hayır gibi kim birşey kazana­bilir dedim:


- Ne o buyurdu?"


- Sen onlara lanet ve sitem ettin! dedim.


- Sen benim Rabbime koştuğum şartı biliyor musun? Allah'ım! Ben ancak bir beşerim, müslümanlardan hangisine lanet ve sitem edersem bunu onun için bir zekat ve ecir kıl, dedim buyurdular.[937]


Aişe (r.a.)'dan:


Bir adam Peygamber (s.a.v.)'in yanına girmek için izin istemiş. O da:


- Ona izin verin. Bu aşiretin kardeşi ne fenadır. Yahut bu aşiret oğlu ne fenadır buyurmuş. Adam yanına girince Rasulullah (s.a.v.) onunla yumuşak konuşmuş. Ben de şöyle dedim: Ya Rasulallah onun hakkında söylediğini söyledin. Sonra kendisiyle yumuşak konuştun.


-  Ya Aişe, şüphesiz ki insanların en şerlisi, insanların şerrinden korkarak veda ettiği yahut kendi başına bıraktığı kimsedir, buyurdular.[938]


Aişe (r.a.)'dan, şöyle dedi:


Nebi (s.a.v.)'e mescidde bir adam gelerek: 'Ben yandım' dedi. Rasulullah (s.a.v.) ise: 'Niçin yandın?' dedi. Adam da: 'Ramazan gününde hanımımla cima ettim' dedi. Rasulullah (s.a.v.) ona; sadaka ver deyince; benim verilecek bir şeyim yok deyip oturdu. Bu arada Nebi (s.a.v.)'e bir insan bereberindeki eşekle yiyecek getirdi. (Hadisin ravilerinden olan Ab-durrahman bu gelen yiyeceğin ne olduğunu bilmiyorum, dedi). Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.): 'Nerede o yanan?' dedi. O da: 'Ben burada­yım' dedi. 'Bunları al ve sadaka olarak ver' buyurdu. O zat: 'Benden daha fakirine mi? Ailemin yiyeceği yok.1 Peygamberimiz (s.a.v.) de: 'Bu yiyeceği yeyiniz' dedi.[939]


Aişe (r.a.)'dan:


Nebi (s.a.v.): Bedevilerden bazı kaba görgüsüzler geli:p 'Kıyamet ne zaman kopacak?' derlerdi. O da onlardan en küçük olanına bakarak: "Eğer bu zat yaşarsa ona ihtiyarlık erişmeden sizin üzerinize kıyametiniz kopar1 buyurdular. Hişam ise 'yani onların ölümü1 dedi."[940]


Cabir İbni Abdullah'tan: "Evimde oturuyordum; bana Rasulullah (s.a.v.) uğrayarak işaret etti. Hemen kendisinin yanına gittim. Elimden tuttu ve yürüdük. Nihayet kadınlarının evlerinden birine gelerek içeri girdi. Sonra bana izin verdi. Ben de perdeye kadının yanma girdim. Derken Rasulullah (s.a.v.): 'Yiyecek birşey var mı?' diye sordu. (Evdekiler):


- Hayır! cevabım verdiler. Ve kendisine üç parça ekmek getirdiler. Bunları sofranın üzerine koydular. Müteakiben Rasulullah (s.a.v.) bir parça alarak onu da benim önüme koydu. Sonra üçüncüyü alarak ikiye kırdı ve yansını kendi önüne, yarısını da benim önüme koydu. Sonra: Katık namına birşey var mı?1 diye sordu.


- Hayır! Yalnız biraz sirke var, dediler.


- Getirin onu! Ne güzel katıkdır o' buyurdular.[941]


Enes (r.a.)'dan: "Nebi (s.a.v.) hanımlarından birinin yanındaydı; mü'minlerin annelerinden birisi içinde yemek olan bir kap gönderdi. Nebi (s.a.v.)'in evinde bulunduğu hanımı hizmetçinin eline vurdu. Kap düştü ve parçalandı. Nebi (s.a.v.) de kabın parçalarını toplayıp sonra da tabaktaki yiyeceği toplamaya başladı. Bir yandan da 'annen kıskandı1 diyordu. Arkasından hizmetçiyi evinde bulunduğu hanımandın bir tabak getirinceye kadar hapsetti. Getirilen sağlam kabı ise kabı kırılana gönderdi. Kırık kabı ise evinde kırılan hanımının yanında bıraktı."[942]


Sad ibni Ebi Vakkas (r.a.)'dan:


Ömer Rasulullah (s.a.v.)'in yanına girmek için izin istedi. Onun yanında Kureyş'den bir takım kadınlar vardı. Kendisi ile yüksek sesle konu­şuyor ve ondan çok şeyler istiyorlardı. Ömer izin isteyince kalkarak perdeye koştular. Rasulullah (s.a.v.) de ona izin verdi. Rasulullah (s.a.v.) gülüyordu. Ömer:


- Allah neşeni arttırsın ya Rasulullah! dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):


-  Şu benim yanımda olanlara şaştım, senin sesini işitince perdeye


koştular1 dedi. Ömer:


- Ya Rasulullah! Onların çekinmesine sen daha layıksın! dedi. Sonra kadınlara dönerek:


- Ey nefislerinin düşmanları, Rasulullah (s.a.v.)'dan çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz? dedi.


Kadınlar:


-  Evet! Sen Rasulullah (s.a.v.)'dan daha  sert ve haşinsin, dediler. Rasulullah (s.a.v.):


- Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, şeytan sana bir caddede rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi' buyurdular."[943]


2. Rasulullah (s.a.v.)'e yolculuklarında hanımlarının eşlik etmeleri; Nebi (s.a.v.)'in hanımı Aişe (r.a.) şöyle dedi:


Rasulullah (s.a.v.) bir yolculuk istediğinde kadınlarının arasında kur'a çekerdi. Kur'a kime çıkarsa, Rasulullah (s.a.v.) onunla birlikte sefere çıkardı.


Aişe şöyle demiştir: "Yapacağı bir gaza için aramızda kur'a çekti de gazada kur'a bana isabet etti. Ben de Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte çıktım. Bu iş hicab âyeti indirildikten sonra oldu. Ben hevdecimin içinde deveye bindi­riliyor, gideceğimiz yere onun içinde indiriliyordum. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) gazasını bitirip geri döndüğü ve Medine'ye yaklaştığımız zaman bir gece yürüyüşü bildirdi. Yürüyüşü bildirdikleri vakit ben hemen kalktım, yürüdüm, hatta orduyu geçtim hacetimi gördüğümde eşyamın yanına yönel­dim. Göğsüme dokundum, bir de baktım ki Zıfar* boncuğundan yapılan gerdanlığım kopmuş. Derhal dönerek gerdanlığımı aradım. Onu aramak benim epey vaktimi aldı. Benim hayvanımı yükleyen cemaat hevdecimi yüklemiş ve gitmişler. Onu benim bindiğim deveme yüklemişler. Benim de içinde olduğumu zannetmişler, dedi."[944]


Aişe (r.a.)'nın rivayetine göre: "Gerçekten Nebi (s.a.v.) bir yolculuk arzu ettiğinde kadınları arasında kur'a çekerdi. Bir defa kur'a Aişe ile Hafsa'ya düştü, onunla beraber ikisi birden çıktılar. Rasulullah (s.a.v.) gece ldu mu, Aişe ile birlikte yürür; onunla konuşurdu. Derken Hafsa, Aişe'ye: 'Bu gece benim deveme binmez misin? Ben de senin devene bineyim. Sen de gör, ben de göreyim' dedi. Aişe:


- Hay Hay! cevabını verdi. Ve Hafsa'nın devesine bindi..."[945]


Misver İbni Mahrame ve Mervan her ikisi birbirlerinin hadisini doğrulayarak şöyle dediler:


Hudeybiye zamanında Rasulullah (s.a.v.) çıktı. Onlardan hiç kimse kalkmadığında Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve ona insanlardan gördüğü tepkiyi söyledi."[946]


Nebi (s.a.v.)'in hanımı Aişe'nin rivayetine göre, şöyle dedi: "Rasulullah (s.a.v.) ile beraber bazı yoculuklara çıktık. Beyda veya Zatülceyş'e kadar gittiğimizde gerdanlığım koptu. "[947]


3. Resuî'un (s.a.v.) hanımına Ahhaş oyununu seyrettirmesi:


Aişe (r.a.)'dan: "Bir bayram günü idi. Sudanlılar kalkan ve mızrak oyunu oynuyorlardı. Ya ben Rasulullah (s.a.v.)'den bakmak için izin istedim yahut o kendiliğinden:


- Bakmak ister misin? dedi. Ben:


-  Evet, cevabını verdim. Bunun üzerine beni yanağım yanağına değecek şekilde arkasına durdurdu.


Sudanlılara da:


- Haydi bakayım Erfide oğulları(yani Habeşliler) oynayın!1 diyordu. Nihayet ben bıkınca:


- Artık yeter mi? diye sordu.


- Evet, dedim.


- Öyle ise haydi git, buyurdular."[948]


Diğer bir rivayetinde Aişe (r.a.) şöyle dedi: "Siz eğlenceye düşkün genç


yaştaki bir tazenin buna ne derece can alacığını takdir buyurun."[949]


4. Rasulullah'ın hanımlarının toplumla ilgili işlere önem vermeleri


Ümmü Seleme ve onun imamın insanlara yönelik olarak yapmış olduğu konuşmayı dinlemeye özen göstermesi.


Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Ümmü Seleme (r.a.)'dan:


Halkın havzdan bahsettiklerini işitiyordum, ama bunu Rasulullah (s.a.v.)'den işitmemiştim. Yine bundan bahsedilen bir gündü. Cariye başımı tarıyordu. Rasulullah (s.a.v.)'i işittim:


- Ey insanlar! diyordu. Hemen cariyeye:


- Benim işimi sonraya bırak, dedim.


- Ama o erkekleri çağırdı, kadınları çağırmadı ki! dedi.


- Ben havzın başına sizden önce varacağım. Bana bakın! Sakın biriniz gelip de şeve deve kovulur gibi benden uzaklaştırılmasın. Bende:


Bu neden dolayı demiyeyim. Arkasından:


- Sen hakikaten bunların senden sonra neler icad ettiklerini bilmezsin! denilmesin. Ben de:


Uzak olsun! demiyeyim, buyurdular."[950]


Zeyneb binti Cahş 'in gelirini teberru etmek için bir iş edinmesi;


Aişe (r.a.)'dan şöyle rivayet edilmiştir:


Bir kere Nebi (s.a.v.)'in bazı kadınları:


-  Hangimiz evvel ölüp de en çabuk sana kavuşacaktır? diye Rasul-i Ekrem'e sormuşlardı. O da cevaben:


-  Eli uzun olanınız, buyurmuştu. Bu defa peygamberin kadınları bir kamış endaze alıp kollarını ölçmeye başladılar. İçlerinden en uzun kadın şevde (Binti-Zem'a) idi. Fakat Rasuiullah'ın vefatından sonra öğrendik ki kolu uzun olan kadın, sadakası bol, eli açık kadın demek imiş, ve hakikaten içimizde Şevde, aleyhisselatü vesselam'a ilk iltihak eden kadın oldu. Ve Şevde sadaka vermeyi çok severdi. [951]


Aişe (r.a.)'dan şöyle rivayet edilmiştir:


Din hususunda Zeyneb'den daha hayırlı bir kadın görmedim. Allah'tan onun kadar korkan, onun kadar doğru söyleyen, onun kadar sılayı rahim yapan, ondan çok sadaka veren, verdiği sadaka nefsini onun kadar horlayıp, o amelle Allah Tealaya yakınlık gösteren yoktu.[952]


Hafız İbni Hacer: "Hakim Müstedrek'inde Menakib'de Aişe'nin şöyle söylediğini rivayet etti:


"... Zeyneb (r.a.) el sanatlarında çok maharetli bir kadındı. Deri tabak­lıyor ve onu dikip  Allah yolunda harcıyordu.


Hakim bu hadis için "Müslim şartına göredir" de[953] Ümmü Seleme'nin Budeybiye krizinin çözümü konusunda görüş bildirmesi:


Misver bin Mahreme ve Mervan'ın rivayet edip her ikisinin birbirini doğruladıkları hadiste şöyle dediler:


"Hudeybiye anlaşmasının olduğu vakit Rasulullah (s.a.v.) çıktı... Yanına Süheyl İbni Amr geldi ve: 'Gel bir anlaşma yapalım1 dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) katibini çağırıp ona 'yaz' dedi. Yazma işlemi bittikten sonra Rasulullah (s.a.v.) ashabına, 'kalkın hemen kurban kesip tıraş olunuz' dedi. Ravilerden birisi: Alah'a yemin olsun ki üç kere aynı sözü tekrar etmiş olmasına rağmen hiç kimse kalkmadı. Hiç kimsenin kalkmadığını gören Rasulullah (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin yanına girdi. Kendi emrine karşı insanların takındığı tavrı ona hatırlattı. Ümmü Seleme kendisine: 'Ey Allah'ın nebisi sen de durumu seviyor musun? O halde buradan şimdi çık, sonra kurban edeceğin hayvanını kesinceye ve traşını yapacak kişiyi çağırıp o seni traş edinceye kadar onlardan hiçbirisiyle konuşma' dedi. Ümmü Seleme'nin bu tavsiyesi üzerine Rasulullah hiç kimseyle konuşmadan onun dediği gibi yaptı. Kurbanını kesti, berberini çağırdı traş oldu. Ashab da bu durumu görünce kalkıp kurbanlarını kestiler ve birbirini traş ettiler."[954]


Ümmü Seleme'nin sıkıntıda bulunan erkeklere şefkat göstermesi: Abdurrahman b. Abdullah b.Ka'b b. Malik, babasından naklen haber verdi:


"Babam Ka'b b. Malik'ten dinledim; o tevbeleri kabul edilen üç kişiden biridir. Anlatıyordu ki; kendisi Rasulullah (s.a.v.)'in yaptığ gazalardan ikisi hariç hiçbirinden geri kalmamış. Tebuk gazası ve Bedir gazası. Kuşluk vaktinde Rasulullah (s.a.v.)'in arkadaşları toplandı. Rasulullah (s.a.v.) çıktığı seferlerden çoğunlukla duha vaktinde dönerdi. Gelir gelmez ilk önce mescide gidip iki rekaz namaz kılardı. Nebi (s.a.v.) benimle ve arkadışma konuşmayı yasak etti. Bizim dışımızdakilerden Tebuk savaşına katılmayan­lardan hiç kimse ile insanlar konuşmasını yasaklamadı, insanlar bizimle konuşmaktan sakındılar. Bu vaziyette uzun bir müddet geçirdim. Bu halde iken benim için Rasulullah'ın bana dua etmeden ölmemden veya Rasulul-lah'ın (s.a.v.) vefat edip insanlar arasında bu konumda olmaktan dolayı on­lardan kimsenin benimle konuşmaması ve bana dua etmemelerinden daha önemli birşey yoktu. Bir müddet sonra Allahu Teala tevbemizi Nebisi (s.a.v).'e gecenin son üçte biri kaldığında Ümmü Seleme'nin yanında iken indirdi. Ümmü Seleme benim konumum için oldukça ihsanda bulunan ve benim işime yardımcı olan birisiydi. Rasulullah (s.a.v.): Ey Ümmü Seleme Ka'b'ın tevbesi kabul oldu, dedi. Ümmü Seleme ona birini gönderip müjdeyi versen iyi olmaz mı? dedi. Rasulullah, insanlar arasında izdiham olur ve ge­cenin geri kalan kısmında sizin uyumanıza engel olurlar, dedi. Rasulullah sabah oluncaya kadar bekledi. Ta ki sabah namazını kıldıktan sonra insanla­ra bizim tevbemizin Allah tarafından kabul olunduğunu bildirdi. Rasulullah birşeyi müjdeleyeceği zaman yüzü öylesine aydınlanırdı ki sanki aydan bir parça gibi olurdu. Biz, Allahu Tealanın bizim için tevbe indirdiği zaman ö-zür beyan eden tevbesi kabul olunan harbe katılmayıp geri kalan "üç kişiden idik" Rasulullah'a (s.a.v.) harbe katılmayıp geri duranların yalan söyleyen­lerin gerçek bahaneler öne sürmedikleri bildirilince hiç kimsenin başına gel­meyen en şerli bir şekilde adlan anıldı.


Allahu Subhanehu şöyle buyurdu:


"Seferden geri dönüp onların yanına geldiğiniz zaman sizden özür dilerler. De ki: Hiç özür dilemeyin, size inanmayız. Allah bize sizin haberinizden (bize karşı çevirdiğiniz entrikalardan, bir çok şey bildirdi. Yaptığınızı Allah da görecek, elçisi de." (Tevbe, 94).[955]


Aişe ve müslümanların durumlarını -vatanları uzak bile olsaaraştırması:


Abdurrahman b. Şernmase'den:


- Aişe'ye birşey sormaya geldim:


- Sen kimlerdensin? diye sordu. Ben de:


- Mısırlılardan bir adamım! dedim. Müteakiben Aişe:


- Bu gazanızda sizinkinin size karşı muamelesi nasıldı? diye sormuş o da:


- Kendisinden bir fenalık görmedik. Bizden birimiz devesi ölse hemen ona deve verir; kölesi ölse köle verir; yiyeceğe muhtaç olsa yiyecek verirdi, demiş.


Bunun üzerine Aişe şunu söylemiş:


- Beri bak! Rasulullah (s.a.v.)'den işittiğim bir şeyi sana haber vermek­ten, onun kardeşim Muhammed b. Ebi Bekr'e yaptıkları beni men edemez! Şu evimde:


"Allah'ım! Bir kimse ümmetimin umurundan bir vazife alır da onlara zorluk gösterirse sen de ona zorluk göster! Bir kimse ümmetimin umurun­dan bir vazife alır da onlara hoş muamele ederse, sen de ona hoş muamele


eyle!" buyurdular.[956]


Hafsa ve onun raşid halifelik müessesine isabet eden kriz konusundaki endişesi:


İbni Ömer'den: "Hafsa'nın yanına girdim de:


- Biliyor musun baban halife bırakmıyor, dedi.


- O bunu yapacak değildir, dedim.


- Muhakkak yapar! dedi. Bunun üzerine onunla bu hususta konuşmaya yemin ettim ve sustum. Hatta sabahleyin eve gittim, ama onunla konuşma­dım. Sağ elimle bir dağ taşıyor gibi idim. Nihayet dönerek yanına girdim. Bana insanların halini sordu. Ben de kendisine haber verdim. Sonra ona:


- Ben halkın bir söz söylediklerini işittim de onu sana söylemeye yemin ettim!


Diyorlar ki, sen kendine halife bırakmayac akmış sın. Gerçekten senin bir deve çobanın veya koyun çobanın olsa da onları bırakarak sana gelse, çobanın davarı kaybettiğine kail olurdun. İnsanlara riayet ise daha çetindir, dedim. Benim sözüm ona muvafık geldi. Ve bir müddet başını indirdi. Sonra başını kaldırarak şöyle dedi:


-  Muhakkak Allah (azze ve celle) dinini koruyacaktır. Ben kendime halife bırakmamişsam, Rasulullah (s.a.v.) de halife bırakmamıştır. Halife bırakmış olsam, Ebu Bekir halife bırakmıştır. İbni Ömer demiş ki:


- Vallahi babam, Rasulullah (s.a.v. )'le Ebu Bekir'i anmaktan başkabir şey yapmadı. Ve anladım ki Rasulullah'ı (s.a.v.) hiç kimse ile değişecek değil ve kendine halife bırakacak değildir.[957]


Aişe ve onun büyük bir sahabinin cenazesinin kılınması konusundaki isteği:


Abbad b. Abdullah b. Zübeyr'den:


"Aişe Sa'dubnü Ebi Vakkas'ın cenazesinin mescide getirilerek namazı­nın orada kılınmasını emretmiş; fakat halk kendisine itirazda bulunmuştu. Bunun üzerine Aişe: 'Bu insanlar Rasulullah (s.a.v.)'in Süheyl b. Beyda'nın cenaze namazını mescidden başka yerde kılmadığını ne çabuk unutmuşlar, dedi."[958]


Aişe ve onun Hz. Osman'ın katillerinden kısas taleb etmek için ortaya çıkışı:


Ebi Meryem Abdullah b. Ziyad Esedi şöyle dedi: Talha ve Zübeyr ve Aişe'nin Basra'ya yürü dükler [959] zaman Ali, Ammar b. Yasir ve Hasan b. Ali'yi gönderdi ve o ikisi de Kufe'de minbere çıktılar. Hasan b. Ali minberin üstünde en üst yerinde idi. Ammar ise Hasan'dan daha aşağı bir yerde ayağa kalktı. Onun yanında toplandık. Ammar'ın şöyle dediğini işittim: Gerçekten Aişe Basra'ya gitti. Vallahi o dünyada ve ahirette sizlerin peygamberinin hanımıdır. Fakat Allahu Tebareke ve Teala sizleri Aişe'ye mi yoksa onlara mı itaat ettiğinizi Öğrenmek için imtihan etti.[960]


Fethul Bari'de bu konuda şöyle denildi:


"Aişe'nin bu konudaki Özrü onun Talha ve Zübeyr olayın açığa çıkarıl­ması için başı çekmeleriydi, bundan hedefleri ise insanların arasını düzelt­mek idi. Bunun yanında Osman (r.a.)'in katillerine kısasın uygulanması da hedefleniyordu. Bu konuda Ali'nin görüşü ise herkesin itaat üzre olması ve şartlar sabit olup öldürdüğü belirlenenlere kısasın uygulanmasıydı."[961]




5. Erkeklerin Çeşitli İşleri İçin Peygamber'in Hanımlarına Müracaat Etmeleri:



Peygamber'in hanımlarına övgü ve ikramda bulunmak için gelmeleri:


Peygamberin hanımı Aişe bir rivayetinde şöyle dedi:[962] "Seferlerinin birinde Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte yola çıktık. Beyda yahut Zatül-Ceyş denilen yere vardığımızda gerdanlığım koptu. Onu aramak için Rasulullah durdu ve insanlar da onunla bereber konakladı. Konak yerinde su yoktu. Bunun üzerine insanlar Ebu Bekr'e gelerek: 'Aişe'nin yaptığını görüyor musun? Hem Rasulullah'ı (s.a.v.) hem de yanındaki insanları yollarından alıkoydu. Bunlar su başında değiller, yanlarında su da yok1 dediler. Derken Ebu Bekr yanıma geldi. Rasulullah (s.a.v.) başını dizime koymuş uyumuştu. Ebu Bekir bana: 'Sen hem Rasulullah (s.a.v.)"i hem de yanındaki insanları yollarından alıkoydun. Bunlar su başında değiller, yanlarında su da yok!' dedi. Ebu Bekr beni adamakıllı azarladı ve bir süre söylendi. Eliyle de böğrüme vurmaya başladı. Rasulullah (s.a.v.)'in dizimde bulunması kıpırdanmama mani oluyordu. Rasulullah kalktı ancak su yoktu. Bunun üzerine Allah teyemmüm âyetini indirdi ve ashab teyemmüm ettiler. Useyd b. Hudayr:


- Bu sizin ilk bereketiniz değildir Ey Ebu Bekir Ailesi! dedi.[963]


Diğer bir rivayette ise Useyd b. Hudayr Aişe'ye: "Allah sana hayır ihsan eylesin. Vallahi senin başına gelen sevmediğin hiç bir şey yoktur ki Allah ondan sana ve müslümanlara bir hayır yaratmamış olmasın" dedi.[964]


Erkeklerin, Peygamber'in hanımlarına iyiliği emretmek kaygısyüa onlara yönelmeleri:


İbni Abbas'dan bir rivayete göre şöyle dedi:


"... Ömer, bir defa ben kendi kendime bir şeyi istişare ederken zevcem bana şöyle şöyle yapsan olmaz mı deyiverdi, ben de ona; sana ne oluyor da bu işe karışıyorsun ve sen niçin buradasın? Benim yapmak isetdiğim bir şeye burnunu sokuyorsun? dedim. Kadın:


- Şaşarım sana ey Hattab oğlu! Sen kendine kafa tutulmasını istemiyor­sun. Halbuki kızın Rasulullah (s.a.v.)'e kafa tutup duruyor. O derecede ki, bütün gün efkarlı kalıyor, dedi. Bunun üzerine cübbesini alarak evden çıktı ve Hafsa'nın yanına girdi, ona dedi ki:


- Ey kızcağızım! Sen Rasulullah (s.a.v.)'e kafa tutarmışsm, hatta bütün gün efkarlı kalırmış! Hafsa:


- Vallahi biz ona çok müracaatta bulunuyoruz; dedi.


- Bilirsin ki, ben seni Allah'ın azabından ve Rasulü'nün gazabından sa­kındırırım kızcağızım! Sakın seni o güzelliğini beğenen, Rasulullah (s.a.v.)'in kendisine olan sevgisine güvenen aldatmasın! Dedim. Burada Ai-şe'yi kastediyor. Sonra oradan çıkarak yakınlığım olduğu için, Ümmü Sele-me'nin yanma girdim ve onunla konuştum, dedi. Ümmü Seleme bana şöyle dedi:


- Şaşarım sana ey Hattab oğlu! Her şeye karışırsın. Hatta Rasulullah (s.a.v.) ile zevcelerinin arasına bile girmek istiyorsun. Ümmü Seleme'nin bu sözü bana Öyle tesir etti ki efkârımı bir parça yatıştırdı.


Müslim'in rivayetinde ise Ömer:


Aişe'nin yanına gittim ve dedim ki: Ey Ebu Bekir'in kızı Rasulullah'ı üzdüğün yetmedi mi?


Aişe de:"Benden sana ne ey İbni Hattab, sen kıymetli kızına nasihat etsene[965]


Aişe (r.a.)'dan;


Şöyle demiştir: Üzerine perde çekildikten sonra Şevde hacetini görmek için dışarı çıktı. Kendisi iri vücutlu bir kadındı. Kendisini tanıyanlara gizli kalmazdı. Onu Ömer b. Hattab gördü ve:


- Ya Şevde! Vallahi bizden gizlenemiyorsun! Nasıl dışarı çıktığına bir bak! dedi. Aişe, bunun üzerine Şevde bozularak geri döndü. Rasulullah (s.a.v.) benim evimde idi. Kendisi akşam yemeği yiyordu. Elinde bir kemik vardı, dedi. Şevde içeri girerek:


- Ya Rasulullah! Ben  hacetimi görmek için dışarı çıktım da Ömer bana şöyle şöyle söyledi, dedi. Az sonra Rasulullah (s.a.v.)'e vahiy geldi. Sonra kendisinden (ağırlık) kaldırıldı. Kemik hâlâ elinde idi. Onu bırakmamıştı.


"Gerçekten hal şu ki hacetiniz için dışarı çıkmanıza izin verildi" buyurdular.[966]


Said İbni Hişam İbni Amir'den rivayete göre şöyle dedi:


"... Bunun üzerine ben, Aişe'ye gitmek üzere yola çıktım ve Hakim b. Eflah'a vararak Aişe'ye beraber gitmek üzere onu yanıma almak istedim. Hakim:


-  Ben ona yaklaşmam, çünkü ben onu şu iki fırka hakkında birşey söylemekten nehyettim de o buna razı olmayarak bildiğini işledi, dedi. Ben, Hakim'e yeminle ısrar ettim. Bunun üzerine benimle geldi. Beraberce Aişe'ye gittik ve yanına girmek için izin istedik. Aişe bize izin verdi; yanına girdik Hakim'i tanıyarak:


- Sen Hakim misin ?dedi. Hakim: Evet cevabını verdi."[967]Erkeklerin Peygamber'in hanımlarını ziyaret için uğramaları:


Mesruk'dan bir rivayete göre: "Biz Aişe'nin yanına girdik. Yanında Hassan b. Sabit vardı. Ona şiir okuyor, kendisinin bazı beyitlerinden gazeller söylüyordu (şöyle dedi):


iffetlidir, akıllıdır; hiçbir şüphe ile itham olunamaz. Gafil kadınların etlerini yemeden aç sabahlar. Bunun üzerine Aişe ona:


- Lakin sen böyle değilsin! dedi. Mesruk diyor ki: 'Ben de Aişe'ye yanı­na girmek için ona niçin izin veriyorsun. Halbuki Allah: 'Bu cemaatan iftira işinin büyük kısmını üzerine alan için büyük azab vardır, buyuruyor, dedim.'


Aişe:


- Körlükten daha şiddetli azab ne olabilir, dedi. Arkasından da ama o


Esved (r.a.)'dan: "Aişe Mina'da iken yanma Kureyş'li bir takım gençler girdi. Gülüyorlardı. Aişe:


- Niye gülüyorsunuz? diye sordu.[968]


- Filan çadır ipine takılıp düştü. Az daha boynu yahut gözü gidiyordu, dediler. Bunun üzerine Aişe:


- Gülmeyin, Çünkü ben Rasulullah (s.a.v.)'i:


- Hiçbir müslüman yoktur ki ayağına bir diken veya ondan büyükbir şey batsın da onun sebebiyle kendisine bir derece verilmesin ve bir günahı silinmesin! buyururken işittim, dedi."[969]


Erkeklerin peygamberin hanımlarına şefaat (aracılık) için başvurmaları:


Aişe (r.a.)'dan: "Abdullah İbni Zübeyr'in bir satış veya bağış esnasında bunu kendisine Aişe'nin verdiğini söylediği Aişe'ye haber verildi. Allah'a yemin olsun ki eğer Aişe bunu bilse ya yasaklar veya onu himayesine alır. Aişe; (Abdullah İbni Zübeyr'i kastederek) o mu bu sözü söyledi dedi. Orada bulunanlar evet dediler. Bunun üzerine Aişe; Ebedi olarak İbni Zübeyr ile konuşmamayı nezir ediyorum. Arkasından küskünlükleri ve ayrılıkları uza-yınca İbni avvam Aişe ile barışmak için aracı koymayı istedi.


Fakat Aişe; Hayır Allah'a yemin olsun ki hiç kimseyi aracı olarak barış­mak için kabul etmiyorum, ayrıca günahı gerektiren bir iş te yapmam. Bu durum uzun süre devam edince İbni Zübeyr Misver İbni Mahreme ve Abdurrahman İbni Esved İbni Abdi Yeğus ile bu durumu konuştu.Her ikisi de Beni Zehra'dan olan bu şahıslara; Allah aşkına siz ikiniz beni Aişe'nin yanına götürürseniz benimle alaka kesmeyi nezir etmesi helal olmaz. Bunun üzerine Misver ve Abdurrahman üzerlerine bir örtü ile elleri de görünmeye-cek şekilde Aişe'nin yanına gelip kendisinden izin istediler. Aişe'ye: Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi üzerine olsun içeriye girebilir miyiz? dediler. Aişe de giriniz dedi. Onlar da hepimiz mi? dediler Aişe'de onların yanlarında İbni Zübeyr'in olduğunu bilmeden evet, hepiniz giriniz. Onlar irince arkalarından İbni Zübeyr de örtülü olarak girdi. Aişe onu kucakla­yınca o da şiir "öyleyerek ağlamaya başladı. Bunun üzerine Misver ve Abdurrahman şiir söylemeye başladı. Ancak Aişe İbni Zübeyr ile konuşma­dı, onu kabul de etmedi. Durumun böyle olduğunu gören iki elçi (Misver ve Abdurrahman) Aişe'ye şüphesiz ki Nebi (s.a.v.) senin bu yaptığın hareketi (küskünlüğü) yasakladı. 'Bir müslümamn din kardeşiyle üç günden fazla dargın kalması helal değildir1 dediler. Bundan sonra Aişe'ye sıla-i rahim af ve alaka kesme sebebiyle zor durumda da kalmaması konusunda fazla üsteleyince Aişe de o ikisine sıla-i rahim konusunda konuşmaya ve bu arada ağlamaya başadı. Arkasından, 'muhakkak ki ben nezr yaptım. Nezir işi ise zor bir iştir. Az geçmeden Aişe İbni Zübeyr ile konuştu. Nezrini de kırk köle azad ederek yerine getirdi.' Daha sonra bu nezri hatırlıyordu gözyaşları başörtüsünü ıslatıncaya kadar ağlıyordu."[970]


Erkeklerin kadınların yanına hasta ziyaretine gelmeleri:


Ebi Melike'den:


İbni Abbas vefatından önce ölüm hastalığı sebebiyle meşfıl iken Aişe'nin yanma girmek için izin istedi. Ben onun beni geri çevirmesinden korkuyorum dedi. Aişe'ye; Rasululah (s.a.v.)'in amcasının oğlu ve müslü-manların meşhur simalarından birisi denildi. Aişe onlara: Onun girmesine izin veriniz dedi. İbni Abbas: Kendisini nasıl hissediyorsun dedi. Aişe de: Eğer kendimi koruyacak olursam iyi olacağım, dedi


İbni Abbas; Ey Rasulullah (s.a.v.)'in hanımı, inşaallah sen iyisin. Rasulullah senden başka bir bakire ile evlenmedi ve (ifk hadisesini kastede­rek) senin masumiyetin gökyüzü tarafından da doğrulandı... dedi.


Diğer bir rivayette ise[971]


"Ey mü'minlerin annesi, sen Rasulullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir'in senden önce varıp cennette hazırladıkları güzel bir makama gideceksin, ne mutlu.[972]




6. Peygamberin Hanımlarının Riıüslümanlara Rasulullah'ın Saadetini Öğretmesi:



Enes bin Malik (r.a.)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:


"Bir kere üç kişi Nebi (s.a.v.)'in gizli ibadetini sormak ve öğrenmek üzere Peygamber"in kadınlarının evlerine gelmişlerdi. Bunlara Peygam-ber"in ibadeti (nin kemiyet ve keyfiyeti) haber verilince güya azımsıyarak (bir ağızdan): 'Biz nerede, Rasulullah nerede? Allah onun işlenmesi muhte­mel kılınan bütün günahlannı mağfiret etmiştir1 dediler. (Sonra ona şöyle ahdettiler) içlerinden birisi: 'Ben geceleri daima namaz kılacağım, dedi. Öbürüsü de: Ben her zaman (her gün) oruç tutacağım' dedi. (Üçüncü) birisi: 'Ben de kadınlardan ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim1 dedi. Onlar bu söz üzerine iken Rasulullah (s.a.v.) bunların yanlarına gelerek:


- Siz şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz, değil mi? Fakat şunu iyi biliniz ve iyi düşününüz ki ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve korunanınızım. Bununla beraber, bazen oruç tutarım, bazı günlerde tutmam. Gecenin bir kısmında namaz kılarım, bir kısmında da uyurum. Kadınlarla da evlenirim. (İşte benim sünnetim budur) her kim benim yaptıklarım hoşuna gitmez de ondan yüz çevirirse, benden değildir, buyurdu."[973]


Hafız İbni Hacer bu hadis konusunda:


"... Büyük şahsiyetlerin hareketleri taklid edilmek için takip edilir. Eğer bu hareketleri erkeklerden öğrenmek mümkün olmazsa bunun kadınlar tarafından açıklanması caiz olur, dedi."[974]


Alkame (r.a.)'den bir rivayete göre şöyle dedi: "Mü'minlerin annesi Aişe'ye sordum; dedim ki: 'Ey müminlerin annesi Rasulullah (s.a.v.)'in ibadet işi nasıldı? Günlerden birine tahsis ettiği bir şey olur muydu?' Aişe, şu cevabı verdi: 'Hayır! Onun ameli devamlıydı. Rasulullah (s.a.v.)'in kadir olduğu şeye sizin hanginiz takat getirebilir ki?"[975]


Şureyh b. Hani'nin Ebu Hureyre'den naklen haber verdiğine göre (şöyle demiş): "Rasulullah (s.a.v.): 'Her kim Allah'a kavuşmayı dilerse, Allah da ona kavuşmayı ister. Ve her kim Allah'a kavuşmayı hoş görmezse, Allah'da ona kavuşmayı hoş görmez' buyurdu. Bunun üzerine ben Aişe'ye elerek:


-Ey Mü'minlerin annesi! Ben Ebu Hureyre'yi Rasulullah (s.a.v.)'den bir hadis rivayet ederken dinledim. Eğer (mesele) öyleyse biz helak olduk mektir, dedim. Aişe:


- Helak olan Rasulullah (s.a.v.)'in sözüyle helak olmuştur. Ne o? dedi.


Rasulullah (s.a.v.):


- Her kim Allah'a kavuşmayı dilerse, Allah da ona kavuşmayı diler; ve her kim Allah'a kavuşmayı hoş görmezse, Allah da ona kavuşmayı hoş görmez' buyurmuş. Halbuki bizde ölümden hoşlanan hiçbir kimse yoktur, dedim. Aişe:


-  Bunu Rasulullah (s.a.v.) söyledi. Ama o senin anladığın manada değildir. Lakin göz yukarıya dikildiği, göğüs hızlı nefes alıp vermeğe başla­dığı, tüyler dikenlendiği ve parmaklar yumulduğu zaman o anda her kim Allah'a kavuşmayı dilerse AUah'da ona kavuşmayı diler; ve her kim Allah'a kavuşmayı hoş görmezse; Allah da ona kavuşmayı diler; ve her kim Allah'a kavuşmayı hoş görmezse; Allah da ona kavuşmayı hoş görmez manasınadır, dedi."[976]


Ubeydullah b. Kıptiyye bir rivayetinde şöyle dedi: "Ben de beraberlerinde olduğum halde Haris b. Ebu Rebia ile Abdullah b. Safvan Ümmü'l-Mü'minin Ümmü Seleme'nin yanına girdiler de ona batırılacak olan orduyu sordular. Bu mesele İbnü Zübeyr'in hilafeti günlerindeydi. Ümmü Seleme şöyle söyledi: Rasulullah (s.a.v.):


- Kabe'ye biri sığınacak ve kendisine bir ordu gönderilecek. Bunlar yerin bir çölünde iken yere batırılacakardır' buyurdu. Ben:


- Ya Rasulullah! O halde zorla götürülenin hali ne olacak? dedim.


- Onlarla berebar o da batırılacak. Lakin o kıyamet gününde niyetine göre diriltileceklerdir." buyurdular.


Ebu Cafer: "Bu çöl, Medine'nin çölüdür" demiş.[977]


Ümeyye b. Safvan'ın bir rivayetine göre;


O dedesi Abdullah b. Safvan, şöyle derken işitmiş. Bana Hafsa haber verdi ki: Kendisi Peygamber (s.a.v.)'i: "Bu beyte bir ordu gaza etmek için mutlaka kastedecektir. Fakatyerin bir çölüne vardıkları zaman ortada ulunanları batırılacak öndekileri arkadakilerine haykıracaklar, sonra onlar batırılacaklar. Ve onların haberini anlatan kovulmuş adamdan başka kimse kalmayacaktır" buyururken işitmiş: Bunun üzerine bir adam:

-  Sana şahid olurum ki, Hafsa adına yalan söylemedin. Hafsa da Peygamber (s.a.v.)'in üzerinden yalan söylememiştir, dedi.


Sümame (Yani İbn-i Hazen el-Kuşeyri) rivayet etti (dedi ki): Aişeye rastladım da kendisine nebizin hükmünü sordum. Aişe hemen Habeşli bir cariye çağırdı.


- Buna sor! Çünkü Rasulullah (s.a.v.)'e nebizi o yapıyordu, dedi. Bunun üzerine Habeş'li cariye:


- Ben ona geceden bir tulum içinde nebiz yapar ve ağzını bağlayıp, asardım. Sabahladığı vakit ondan içerdi, dedi.[978]


Hemen ona git de sor: Sonra gel de sana verdiği cevabı bana haber ver! demiş (Sad diyor ki):

- Bunun üzerine ben, Aişe'ye gitmek üzere yola çıktım ve Hakim b. Eflah'a vararak Aişe'ye beraber gitmek üzere, onu yanıma almak isterdim. Hakim:

-  Ben ona yaklaşmam. Çünkü ben onu şu iki fırka hakkında birşey söylemekten nehyettim de o buna razı olmayarak bildiğini işledi... dedi. Ben Hakim'e, yeminle ısrar ettim. Bunun üzerine (benimle) geldi. Beraberce Aişe'ye gittik. Ve yanına girmek için izin istedik. Aişe, bize izin verdi; yanına girdik. Hakim'i (görünce) onu tanıyarak:
- Sen, Hakim misin? dedi. Hakim:
- Evet cevabını verdi. Aişe:
- Yanındaki kimdir? dedi. Hakim:
- Sa'd b. Hişam'dır, cevabını verdi. Aişe
- Hangi Hişam? dedi. Hakim:
- Amir'in oğlu! dedi. Bunun üzerine Aişe, ona rahmet okudu ve:
-  Hayırdır inşaallah! dedi. (Ravi Katade: 'Hişam Uhud harbinde
vurulmuştu' demiştir) Sad diyor ki:

- Ey mü'minlerin annesi! Bana Rasulullah (s.a.v.)'in ahlâkını anlat! edim. Aişe:
- Sen Kur'an okuyorsun deği mi? dedi.
- Evet okuyorum, dedim.
- İşte Nebiyullah (s.a.v.)'in ahlâkı Kur'an idi, dedi. Bunun üzerine ben kalkmaya davrandım. Ve (bundan sonra) ölünceye kadar kimseye birşey sormamaya niyet ettim. Sonra aklıma geldi de:
- Bana, Rasulullah (s.a.v.)'in gece namazını anlat! dedim; Aişe:
- Sen Müzemmil sûresini okuyorsun değil mi? dedi.
- Evet okurum! cevabını verdim; Aişe:

- İşte Allah Azze ve Celle bu surenin başında gece namazını farz kıldı. Bunun üzerine Nebiyullah (s.a.v.) ile ashabı bir sene gece namazına kalktılar. Allah bu surenin sonunu on iki ay semada tuttu. Nihayet bu surenin sonunda tahfifi indirdi ve artık gece namazı farzdan iken  nafile oldu. dedi. Ben:

- Ey mü'minlerin annesi! Bana, Rasulullah (s.a.v.)'in vitrinden haber ver, dedim. Aişe:

- Biz onun misvakini ve abdest suyunu hazırlardık. Allah da onu gecele­yin ne zaman uyandırmak dilerse uyandırırdı. Bunu müteakib misvak kulla­nır; abdest alır ve dokuz rek'at namaz kılardı. Bu rekatların yalnızca sekizin­cisinde oturur, Allah'ı zikreder, ona hamd eyler ve duada bulunurdu. Sonra selam vermeden ayağa kalkar dokuzuncu rekatı da kılardı. Sonra oturarak Allah'ı zikreder, ona hamdeyler ve duaederdi. Sonra bize işittirecek derece­de selam verirdi. Selam verdikten sonra oturduğu yerden iki rekat namaz kılardı. İşte yavrum bu namaz onbir rekattır. Nebiyullah (s.a.v.) yaşlanıp et tutunca vitri yedi kılmaya başladı. Bu iki rekatı yine eskiden kıldığı gibi kıldı. Böylece bu da dokuz rekat oldu. Yavrucuğum! Nebiyullah (s.a.v.) bir namazı kıldı mı artık ona devam etmeyi severdi. Şayet kendisine uyku veya bir sızı galebe çalar da gece namazını kılamazsa (onun yerine) gündüzün on iki rekat namaz kılardı. Nebiyullah (s.a.v.)'in bütün Kur'an'ı bir gecede okuduğunu bütün bir gece sabaha kadar namaz kıldığını ve Ramazandan aşka tam bir ay oruç tuttuğunu bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine İbni Abbas'a giderek Aişe'nin söylediklerini ona anlattım. İbni Abbas:

- Aişe doğru söylemiş! Onun yanına girip çıkar olsam mutlaka onun yanına gider, bunları onun ağzından dinlerdim, dedi. Ben:
- Senin onun yanına girmediğini bileydim, onun hadisini sana söyle­mezdim, dedi.[979]
Kureyb'in rivayetine göre:

Abdullah İbni Abbas ile Abdurrahman b. Ezher ve Misver b. Mahrame kendisini Peygamber (s.a.v.)'in zevcesi Aişe'ye göndererek şöyle demişler:

- Aişe'ye bizim hepimizden selam söyle ve ikindiden sonra iki rekat namazın ne olduğunu ona sor. Dedi ki:

- Biz senin bu iki rekatı kıldığını haber aldık. Halbuki Nebi (s.a.v.)'in bunu nehiy buyurduğunu duymuştuk. İbni Abbas: "Ben, Ömer bin Hattab ile birlikte bu namazdan dolayı insanları döverdim" demiş.

Kureyb demiş ki: "Bunun üzerine ben Aişe'nin yanına girdim. Benimle gönderdikleri haberi kendisine tebliğ ettim." Aişe:

-Ümmü Seleme'ye sor! dedi. Ben hemen beni gönderen zevatın yanlarına çıkarak Aişe'nin söylediklerini onlara haber verdim. Onlar, beni Ümmü Seleme'ye de, Aişe'ye gönderdikleri aynı suali sormaya gönderdiler. Ümmü Seleme (r.a.):


- Ben Rasulullah (s.a.v.)'i o iki rekatı kılmaktan nehyederken işittim, ama sonra kendisini bunları kılarken gördüm. Onları kıldığında, vakit, ikindi idi. Sonra benim yanıma girdi, yanımda Ensar'ın Beni Haram kabilesinden bazı kadınlar vardı. Ben kendisine cariyeyi göndererek:

- Rasulullah (s.a.v.)'in yanıbaşına dur da ona de ki: Ümmü Seleme, Ya Rasuluallah ben, senin bu iki rekatı kılmaktan nehiy buyurduğunu işitiyorum. Halbuki şimdi onları kendinin kıldığını görüyorum! diyor. Şayet eliyle işaret ederse geri çekil! Kız dediğimi yaptı. Rasulullah (s.a.v.) eliyle işaret etti. O da geri çekildi. Namazdan çıkınca: "Ey Ebu Umeyye'nin kızı! İkindiden sonra kıldığım iki rekatı sormuşsun. (Sebebi şudur ki) Bana Abdulkays (kabilesin)den bir takım kimseler geldiler de, öğle namazından onra kılmakta olduğum iki rekat nafileden beni alıkoydular. İşte bu iki rekat, o rekatdır" buyurdular.[980]

Ebu Seleme bir rivayetinde: "İbni Abbas'ın, yanına Ebu Hureyre ile beraber otururlarken bir adam geldi, ona: 'Bana kocasının ölümünden kırk gün sonra doğuran kadın hakkında fetva verin' dedi. İbni Abbas: 'Bu kadının iddeti iki müddetin uzun olanıdır' dedi. Bunun üzerine Ebu Seleme ben de: Hamilelerin iddeti de, doğurmalarıdır' dedim. Arkasından Ebu Hureyre Ebu Seleme'yi kastederek: 'Ben kadeşimin oğlu ile bareberim' dedi. Hemen İbni Abbas azadlısı Kubeys'i Ümmü Seleme'ye meseleyi sormak için gönderdi. Ümmü Seleme: 'Sübey'atü'l-Eslemiyye'nin kocası o hamile iken öldürüldü. Onun ölümünden kırk gece sonra doğum yaptı. Hemen nişanlandı ve Ebu Senabil ile nikâhlarını Rasulullah kıydı."[981]

Nebi (s.a.v.)'nin hanımlarının çevrelerindeki toplumla olan beraberlik­lerini sürdürdüklerine dair iki sahih hadis kitabı olarak kabul edilen Buhari ve Müslim'in dışından vereceğimiz ve bu konudaki en kuvvetli delil olan hadisi sunarak bitiriyoruz. Bu aynı zamanda müslüman kadının sosyal, hayata katılımına ve erkeklerle beraber olmasına da delil olarak kabul edilir.

Aişe binti Talha'dan bir rivayete göre şöyle dedi: "Ben Aişe'nin himayesi altında iken her beldeden insanlar onun yanına gelirken şöyle dedim. Özellikle yaşlılar benim onun yanındaki konumumdan dolayı bana geliyorlar. Gençler ise beni kardeş kabul ediyorlar ve bana hediye veriyor­lardı. Aynı zamanda çeşitli beldelerden bana mektup yazıyorlar. Ben de Aişe'ye şöyle diyorum: "Ey teyze, bu falancanın mektubu ve hediyesidir1. Bunun üzerine Aişe bana: 'Ey kızım, o mektuplara cevap ver ve hediyesinin karşılığını gönder. Eğer sen gönderecek bir şey bulamazsan ben sana vere­yim, dedi. O da sen bana ver, dedi."[982]

Not: Yukarıdaki bu deliller -özellikle Peygamber (s.a.v.)'in hanımla-nylaulgili olanları- hayatın çeşitli kademelerinde erkeklerle mü'min kadın­larının genelinin buluşmasına ait deliller arasında bazıları tekrar zikredile­cektir.Bizi bu tekrarı yapmaya iten şey Peygamber'in hanımlarının (r.a.) diğer bazı Özel durumların dışında müslüman hanımlarla aynı hükümlere tabi olmalarıdır. Her ne kadar hicab konusunda özel bir durumları olmasa da, çevrelerindeki hayattan kopuk olarak yaşamaları farz kılınmamıştı. Onun i-çin, bütün hanımların genelinin toplumla ve insanlarla olan ilişkilerini sür­dürdükleri gibi onlar da perde arkasındanda olsa onların hayatına katılmış­lardır. [983]

dua

Anonim" seçeneğiyle isim vermeden yorum yazılabilir.
"Adı/URL" seçeneğiyle sadece isim verilerek de yorum eklenebilir.

Yorum Gönder (0)
Daha yeni Daha eski