Sadakanın Fazileti Kıssa ve Hikayeler

BİRİNCİ HİKÂYE

Mansur Bin Ammar (R.A.) Hazretleri bir gün cemaata vaaz ve sohbet ederken, bir fakir gelip çok ihtiyacı olduğunu arzederek dört akçe istedi. Mansur Bin Ammar'ın kendisinde olmadığı için, her kim bu fakire dört akçe sadaka verir ve ihtiyacını giderirse, ben de ona dört dua ederim, diye cemaata hitab etti.

Mescidin köşesinde, bir yahudinin siyah bir kölesi olup, yanında da dört tane akçesi varmış. Hemen o akçeleri o fakire verir. Şeyh Mansur o köleye: «Ne için dua edeyim söyle.» demesi ile köle:

— Ya Şeyh! Evvelâ benim âzad olmaklığım için, ikincisi de sahibim olan yahudinin müslüman olması için, üçüncüsü benim kimseye muhtaç olmayacak kadar zenginliğim için, dördüncüsü de Cenabı Hak'kın beni af ve mağfiret buyurması için dua ediniz, der.

Hz. Şeyh de kölenin arzusu gibi dua eder ve meclis dağılır.
O köle evine gittiği zaman efendisi, nerede olduğunu sual eder. O da vaaz meclisinde olduğunu ve oradaki duanın mahiyetini anlatır. Bu, efendisinin de hoşuna giderek:
— Ey kul, seni âzad eyledim. Şimdiye kadar ben senin efendin idim, bundan sonra sen benim efendimsin, deyip can u dilden kelime-i şehadet getirip müslüman olur. Zengin olduğu için malının yarısını da O'na vererek: «Dördüncü duan elimden gelmez. O da elimden gelse idi, bütün günahını afvederdim.» deyince: «Muhakkak ikinizi de cehennemden âzad edip, Mansur ile beraber hepinizi afvettim.» diye bir nida işitirler.

İşte böylece, ihlas ile sadaka vermek, kişinin rahmet ve mağfiretine sebeb olmaktadır.

İKİNCİ HİKÂYE

Rasûlüllah (S.A.V.) Efendimiz Hazretlerinin kabr-i şeriflerine bir ârabî gelip: «Ya Rabbî! Bu kabr-i şerifin sahibi Rasûlün ve sûre-i ihlas hürmetine bana dört bin akçe ver.» diye tazarrû ve niyaz ederken, Ebâ Eyyûb El-Ensârî (R.A.) bunu işitir. Ve:

— Ya Ârabî! Allahu Teâlâ Hazretlerinin Rasûlü hürmetine and verip, dünya mı istiyorsun, deyince ârabî:

— Ey kişi, ihtiyacımın ne derece olduğunu bilmezsin, diye cevap verir.

Hz. Eyyûb (R.A:) ihtiyacından sual edince ârabî şöyle anlatır:

— 1000 akçe borcum var. Elbisem yoktur, ibadetime yardımcı olmak bakımından elbise alacağım. 1000 akçe ona ve 1000 akçe de evimin nafaka ihtiyacı için lâzım. 1000 akçeye de bir at satın alıp gazaya gitmek istiyorum. Onun için 4000 akçeye son derece ihtiyacım olduğundan, Cenabı Hak'tan istiyorum, der.

Bunun üzerine Hz. Eyyûb, evinde olan bazı eşyasını 12 bin akçeye satarak, 4000 akçesini o ârabîye verir. 4000 akçesini komşularına dağıtır ve 4000 akçesini de Medine fakirlerine tasadduk eder. Ve kendilerine bir akçe bile bırakmaz.

Ertesi gün mescide gidip namaza durduğu zaman, mihrabta üç akçe görür. Namaz bitince bakar ki, her bir akçenin altında mühürlü bir kese ve içlerinde dörder bin altun var. Ve mühürlerde kudret eli ile: «Her hangi şeyden Hz. Allah'ın rızası için infak ederseniz, sizin için hayır ve kalacak odur» diye yazılmış. Keseleri kaldırdıkları zaman, altlarında birer de kağıt bulurlar ki, onlarda da: «Ya Ebâ Eyyûb! Bu altunlar, dünyada verdiğin sadakanın karşılığıdır. Âhirette verilecek ecir ve sevab da zayi olmaz. Cenabı Hak rızık vericilerin en hayırlısıdır.» yazılmış idi.

Hz. Eyyûb, o keseleri alıp Cenabı Hak'ka hamd ve şükürler etti.

Tasadduk etmenin hem dünyada ve hem de âhirette faydası olmakla insan, gaflet etmeyip, gücü yettiği kadar sadaka vermeye çalışmalıdır.

ÜÇÜNCÜ HİKÂYE

Hz. Şeyhden şöyle rivayet edilir:

Nişabur'da Ebu Amr isminde bir kimse ilk zamanlarında çok fakir imiş. Anne ve babasının haklarına çok iyi riayet edip, onlara son derece hizmet ettiği için, anne ve babası oğullarının zengin olması için dua etmişler ve o -zengin olmuş. Zengin olduktan sonra da fakirlere bol bol sadaka vermiş. Malı o derece çoğalmış ki, kendisinden sonra bütün nesline bile kâfi gelmiş. Evlatları da kendisi gibi sadaka vermeyi ihmal etmemişler.

Çok karlı ve soğuk bir günde, Ebû Amr'n kapısına bir dilenci gelir. Ebû Amr, hemen bir ekmek alır, yalın ayak kar üzerinde yürüyerek götürüp o dilenciye verir.

Nihayet Ebû Amr vefat ettikten sonra, salih bir kimse, O'nu rüyasında görür ve kendisine: «Ya Ebâ Amr! Rabbin sana nasıl muamele etti?» diye sorar. O da:

— Rabbim bana, ikram ve rahmet edip,makbul kullarından eyledi, diye cevap verir.

O zat tekrar: «Çok tasadduk ederdin, onun için mî?» deyince, Ebû Amr:

— Hayır, o sadakalar sebebiyle değil. Ancak bir karlı günde yalın ayak, kar üzerinde yürüyerek bir fakire vermiş olduğum ekmek sebebiyle mağfiret olundum, diye cevap vermiştir.

DÖRDÜNCÜ HİKÂYE

Hz. Davud Aleyhisselâm zamanında bir kadının iki teneke buğdayı olup, öğütmek üzere değirmene götürmeye niyetlenir. Yolda giderken yemek üzere de yanına üç tane ekmek alır. Biraz gittikten sonra karşısına bir dilenci çıkar. Kadın da ekmekleri O'na vererek kendisi oruç tutmaya niyetlenir. Nihayet değirmende buğdayını öğütüp ve bir torbaya koyarak evine dönerken yolda, unu başı üzerinden rüzgâr alıp götürür. Kadın, başka yiyeceği kalmadığı için çok üzülür ve rüzgârı şikayet etmek üzere keyfiyeti Davud Aleyhisselâma arzederek, muhakeme olmak istediğini bildirir. Davud Aleyhisselâm da: «Ya hatun, rüzgâra hüküm vermek müşkildir.» deyip kadına 1000 akçe verir ve gönderir. Dışarı çıkınca, Süleyman Aleyhisselâm «Rüzgâra hüküm iste.» diye, kadını tekrar döndürür. Davud Aleyhisselâm 1000 akçe daha verir. Kadın dışarı çıkınca, Süleyman Aleyhisselâm tekrar gönderir ve bu vaziyet 10 defa tekerrür eder. Ve her defasında Davud Aleyhisselâm 1000 akçe vererek 10 bin akçeye tamamlanır. Onbirinci defasında Davud Aleyhisselâm «Ya hatun! Sana bunu kim öğretti.» diye sorar. O da «Oğlun Süleyman Aleyhisselâm» deyince, hemen Süleyman Aleyhisselâmı huzuruna çağırır ve niçin öyle yaptığını sorar. Süleyman Aleyhisselâm:

— Ey benim kıymetli babacığım, bütün eşyaya hükmün geçer. Hüküm vacibdir. Sadaka vermek ise nafiledir. Vacibi icra etmek evla ve efdaldir. Bu kadın rüzgârdan şikayet etti ve hüküm için size geldi. Siz ise sadaka ihsan ederek men ediyorsunuz, dedi.

Daha sonra Davud Aleyhisselâm rüzgârı çağırdı ve kadının başından unu niçin aldığını sual etti. Rüzgâr: «Ya Nebiyyallah! Ben memurum ve bunun için da ma'zurum. Bana rüzgârların muhafızı emretti. Onun emri ile alıp götürdüm" dedi. Bundan sonra rüzgârların muhafızını çağırttı. O da Cebrail Aleyhisselâma havale etti. Cebrail Aleyhisselâm da Mikâil Aleyhisselâma havale etti. Keyfiyet kendisine sorulunca, bunun Cenabı Hak tarafından emredildiği için böyle yapıldığını söyledi.

Hz. Davud Aleyhisselâm Cenabı Hak'ka teveccüh eyledi ve o esnada Hz. Cebrail gelip: «Ya Davud! Cenabı Hak'kın selâmı var. Şöyle buyurdu:

— Biz hikmetsiz hiçbir iş yapmayız. Filan denizde fareler bir gemiyi delip içindeki insanlar helak olmak üzere idiler. Gemideki insanlar çok çalıştılar fakat buna bir çare bulamadılar. Kemâl-i kudret ve azametim iktizasınca o kadının başındaki unu rüzgâra aldırıp, o gemiye bıraktırdım. Gemideki kimseler de o un ile deliği kapattı ve helak olmaktan kurtuldular. O kadını gemiye götür ve gemidekiler, mallarının üçte birini o kadına versinler, diye emretti.

Hz. Davud Aleyhisselâm, kadını gemiye götürdü. Gemi ahalisi de

rüzgârın un getirmesine zaten hayret etmiştik, diyerek mallarının üçte birini ayırdılar ve 300 bin akçeyi kadına verdiler. Davud Aleyhisselâm kadına: «Ya hatun, ne amel işledin ki bunca lütuf ve nimete mazhar oldun?» diye sorunca, kadın değirmene giderken, kendi yiyeceği olan üç ekmeği Allah rızası için sadaka verip, kendisinin de oruç tutmaya niyetlendiğini ifade etmesi üzerine, Davud Aleyhisselâm:

— Ya hatun! Doğru söylüyorsun deyip «Allahu Teâlâ Hazretlerinin rızası için tasadduk etmekle ticaret edin.» mealindeki âyet-i kerimeyi okudu ve ticaret eden zarar etmez, belki dünyada kat kat ecirle mükâfatlandırılır ve âhirette de nice nimetlere nail olur, buyurdu.

BEŞİNCİ HİKÂYE

Süleyman Aleyhisselâm zamanında bir kimsenin evinde bir ağaç olup her sene üzerine bir güvercin yavruluyordu. O kimse de devamlı olarak yavruları almayı kendine âdet edinmişti. Bir gün güvercin Süleyman Aleyhisselâma gelerek:

— Ya Nebiyyallah! Ben ihtiyarladım, ölümüm de yaklaştı. Dilerim ki benden sonra bir evladım kalsın ve Allahu Teâlâ Hazretlerini zikretsin. Halbuki ev sahibi her sene çıkardığım yavruları almaktadır. O kimseyi bu işten men etmeni niyaz ediyorum, diye hem şikayet hem de ifade-i hal eder.

Süleyman Aleyhisselâm, o kimseyi huzuruna çağırır ve bundan sonra yavruları almamasını tembih eder. O kimse: «Ya Nebiyyallah! Muhtacım alırım.» diye cevap verir.

Bunun üzerine Süleyman Aleyhisselâm iki tane cinne, her ne zaman bu adam, güvercin yavrularını almaya çıkarsa, ağaçtan aşağıya atın, diye emir verir.

O kimse yine yavruları almak üzere ağaca çıkmak murad ettiği zaman, kapısına bir fakir gelir ve sadaka ister. O da hemen verir. Daha sonra ağaca çıkar. Cinniler de hemen O'nu ağaçtan aşağıya atmak isterler. O anda iki tane melek gelir ve cinnilerden birisini şarka, diğerini de garba atarlar. O adam yine yavruları alıp aşağıya iner.

Güvercin de tekrar Hz. Süleyman Aleyhisselâma şikayete gelir. O da cinnileri çağırır. Cinniler gelip keyfiyeti haber verirler. Hz. Süleyman Aleyhisselâm da o adamın sadaka verdiğini ve ondan dolayı, cinnilerin aşağıya atamadığını anlar. «Sadaka, gelecek belayı def eder ve ömrü uzatır.» mealindeki hadis-i şerif de bu hadiseyi te'yid etmektedir.

ALTINCI HİKÂYE

Hz. İsa Aleyhisselâm, bir gün eshabı ile giderken bir çamaşır yıkayıcı kimse selâm verip geçer. İsa Aleyhisselâm, eshabına biraz evvel selâm verip geçen adamın cenazesine hazır olmalarını söyler. Öğle namazı vakti, o kimsenin çamaşır yıkadığı yere gittikleri zaman, bir de bakarlar ki, adam ölmemiş. Çamaşır yıkamaya devam ediyor.

Bu vaziyet karşısında Hz. İsa Aleyhisselâm hayrete düşer. Tam o esnada Hz. Cibril gelip selâm verir. İsa Aleyhisselâm «Ya Cibril! Bu adamın öleceği bana keşfolmuş ve eshabıma haber vermiştim. Halbuki adam ölmemiş. Bunun sebebi nedir?» der. Hz. Cibril:

— Ya İsa! O kimsenin çamaşırları içerisinde siyah bir yılan vardı ve O'nu zehirleyip öldürmesi geçici takdiri idi. Halbuki o zat, Allahu Teâlâ'nın rızası için üç tante ekmek sadaka verdiği için Hak Celle ve Âlâ Hazretleri bu belâyı O'ndan kaldırdı, der.

Bunun üzerine o kimsenin çamaşırları arasını açıp bakarlar ki, hakikaten siyah bir yılan ağzı bağlanmış halde yatmaktadır.

«Sadaka belâyı def eder ve ömrü uzatır.» hadis-i şerifi mucibine herkes kudreti yettiği miktarda sadakayı eksik etmeyip vermesi lâzımdır.

YEDİNCİ HİKÂYE

Bir padişahın Ebû Ali isminde bir arkadaşı vardı ve padişah O'nu çok sever ve hiç yanından ayırmazdı. Havanın çok soğuk olduğu bir günde Ebû Ali «Padişahım'ız bugün sarayından dışarı çıkmazlar» düşüncesi ile kendi evinde aile efradı ile oturmayı ihtiyar eder.

Bir müddet sonra Ebû Ali'nin kapısı çalınır. Fakir bir komşusunun bir erkek evladı dünyaya geldiğinde, hiç de dünyalık malı olmamakla, Allah rızası için sadaka talebinde bulunur. Ebû Ali, derhal evinde mevcud olan, ekmek, et, yağ ve bal ile diğer bazı ihtiyacı olan şeylerden, o fakire sadaka vererek gönderir

Ertesi gün padişahın huzuruna gittiğinde padişah: «Ey Ebû Ali Dün niçin gelmedin?» buyurur. O da:

— Efendim, havanın gayet soğuk olması münasebeti ve sizin de hanenizden dışarı çıkmazlar düşüncesi ile gelemedim. Fakat sizi hiç bir zaman hatırımdan çıkarmış değilim, diyerek mazeret beyanında bulunur.

Biraz sonra padişah hizmetçisine: «Sana söylediğimi getir.» demesi üzerine, hizmetçi üzeri örtülü bir tepsi getirip Ebû Ali'ye verir. O da açıp bakar ki, bir tarafında altun, bir tarafında gümüş, bir tarafında misk ve bir tarafında da çok kıymetli elbiseler var. Ebû Ali bu vaziyet karşısında kendisini tutamaz ve ağlamaya başlar. Padişah sebebini sorduğu zaman, o komşusuna verdiği sadakayı ifade ederek, «Cenabı Hak için sadaka veren asla ziyan etmez. Belki dünya ve âhirette faideler görür,» der.

Buna padişah da çok sevinir ve: «Muhakkak ki, Allahu Teâlâ ihsan edicilerin ecrini zayi etmez.» mealindeki âyet-i kerimeyi okur.

SEKİZİNCİ HİKÂYE

Şeyh Ebû Hafs Ömer'den rivayet edilmiştir:

Aziz bir kimse, dervişi ile beraber bir vadide nice günler riyazet ettikten sonra çıkıp: «Cenabı Hak güzel bir kimse gönderse de bizi rızıklandırsa.» diye dua ederler. Zira hadis-i şerifte «Sizler hayırlı ve güzel olan kimselerden isteyiniz.» buyurulmuştur.

O aziz dervişi ile beraber böylece konuşarak Küfe çarşısına girerler. Çarşıyı gezerlerken bir de bakarlar ki, güzel yüzlü bir genç, dükkânın birinde oturmuş ve etrafına da bir takım kimseler toplanmışlar. Her biri hacetlerini o gence arzediyorlar. Fakat o gencin alâmetinden, kendisinin nasranî olduğu anlaşılıyor. Lâkin güzel yüzlü olduğu için, o aziz kimse de diğer insanlar gibi hallerini O'na ifade etmeyi uygun bulurlar ve anlatırlar. Mezkûr nasranî:

— Ey Şeyh, ona da gücümüz yeter, biraz sabredin, diyerek bir hizmetçisini evine gönderir ve yemek hazırlığı yapılmasını söyler.

Bir müddet sonra şeyh ve dervişini yanına alarak evine götürür. Çok nefis yemekler ikram ettikten sonra, bir kese içinde bulunan 30 altunu da şeyhe verir ve:

— Ya Şeyh! Derdinize bizim elimizden gelen budur. Dervişinizle beraber harcayın, der.

Şeyh altunları alıp evden dışarı çıkınca, kapının halkasına yapışarak: «Ya Rabbî! Sen bütün sırlara vakıfsın. Bütün eşyayı da hare-icet ettiren sensin. Ya Rabbî, ne olur bu güzel nasranî'ye hidayet nasib eyle, diye ilticada bulunur.

Bunun üzerine, o nasranî'nin kalbi iman nuru ile dolar ve kapıyı açarak: «Ya Şeyh, duan dergah-ı izzette kabul olundu, bana hidayet ve inayet yetişti, gel İslâm'ı arzeyle, der. Ve can-u dilden İslâm'a dahil olur.

İşte böylece sadaka bir kâfirin küfrüne bile derman olup hidayetine vesile olmaktadır. Halbuki mü'minlerin verdiği sadakaya Cenabı Hak'km neler ihsan edeceğini ancak kendisi bilir.

DOKUZUNCU HİKAYE

Şeyh Ebû Nasr Semerkandî'den rivayet edilmiştir:

Salih bir kimse ölünce, geride iki oğlu bir ailesi kalır. Kadın, kocasından kalan mallarını 100 akçeye satar ve başka bir yere yerleşmek üzere çocuklarının elinden tutarak yola düşer. Yanlarına da yolda yemek üzere üç tane ekmek alırlar. Giderken yolda bir fakire tesadüf ederler ve o kendi nafakaları olan üç ekmeği de O'na verirler. Bir müddet gittikten sonra bir kurt gelip büyük oğlunu alır ve oradan uzaklaşır. Kadın çok feryad edip ağlar ise de kurdun elinden alamaz. Ve "Oğlumu Allah'a emanet ettim.» der.

Yolları bir denize tesadüf ettiği için bir gemiye binerler. Fakat denizde meydana gelen bir kaza neticesi gemi batar ve bütün insanlar ile beraber küçük oğlu da sulara gömülürler. Her nasılsa o kadın eline geçen bir tahta parçasına yapışarak sahil-i selâmete çıkar. Yanında kalan üç akçesi ile yakında bulunan bir kasabaya gidip ekmek almayı düşünür. Ekmek almak üzere fırına giderken, bir de görür ki, bir kimse küçük oğlunu elinden tutmuş götürüyor. Hemen arkasından koşar ve evladına yapışarak, bu oğlan benimdir diye feryad etmeye başlar. O kimse de, bu benim oğlumdur diyerek vermek istemez ve münakaşa ederler. Nihayet iş mahkemeye kalır. Hakim huzuruna çıkarlar. Hakim kadına hitaben sorar:

— Ey kadın, sen bu oğlanı nerede kaybettin?

— Filan denizde gemi ile giderken, gemi battı. Herkes kendi derdine düştü. Ben de bir tahta parçasına yapışarak kurtuldum. Fakat oğlumu bulamamıştım. Elhamdülillah şimdi buldum.

Bu sefer hakim o kimseye hitaben sorar:

— Sen bu oğlanı nereden buldun?

— Ben gemiciyim. Filan denizde bir tahta parçası üzerinde buldum.

Bu ifadeler neticesinde hakim, bu çocuğun kadına ait olduğunu ânlar ve kadına teslim eder. Kadın son derece sevinir ve oğlunu bağrına basar. Tekrar ekmekçi dükkanına ekmek almak üzere gelirken, bakarki bir atlı büyük oğlunu almış gidiyor. Hemen O'nun da arkasından koşar ve bu oğlan benimdir diye feryad etmeye başlar. O kimse de hayır bu benim oğlumdur, diyerek vermez. İş yine mahkemeye kalır. Hakim kadına sorar:

— Bu oğlanı nerede kaybettin?

— Filan yerde giderken, bir kurt elimden alıp gitmişti. Ben de Hz. Allah'a havale etmiştim. Çok şükür Cenabı Hak şimdi bana geri gönderdi.

Daha sonra hakim o kimseye bu oğlanı nerede bulduğunu sorar, O da:

— Benim sanatım avcılıktır. Filan yerde giderken, gördüm ki bir kurt bunu almış götürüyor. Hemen köpekleri salıp kurdun elinden kurtardım.

Bunun üzerine hakim, bu çocuğun da kadının olduğuna hükmeder ve kadına verir. Kadın yine son derece sevinerek yavrularının elinden tutarak ekmekçi dükkanına gider. Elindeki üç akçeden birisine bir tane ekmek alır. Bir akçeye de iki tane balık alıp, kalan bir akçesini de bir fakire sadaka verir.

Balığı pişirmek üzere karnını yardığı zaman, bir de bakar ki kaybettiği 100 akçe balığın karnından çıkar. İkinci balıktan ise çok kıymetli bir cevher çıkması üzerine, bu cevheri de 30 bin akçeye satar. Böylece evvelki halinden çok daha fazla zenginleşir. Cenabı Hak'ka şükürler eder. O gece rüyasında kendisine:

— Ey kadın, bu sana verilen devlet ve nimet ancak evinden çıktığın zaman sadaka olarak verdiğin üç ekmek içindir. Dünyada bu kadar ihsan olundu. Bundan sonra büyük ve hayırlısı ise Hz. Allah indinde zayi olmayıp ihsan ve ikram olunacaktır, diye nida olunur. Uyandığı zaman Cenabı Hak'ka şükür secdesinde bulunur.

ONUNCU HİKÂYE

Benî İsrail zamanında, salih bir ekinci çift sürmekle meşgul olurken, ailesi de kendisine yemek getirmek üzere bir miktar ekmek ve küçük oğlunu da yanına alarak yola düşer. Fakat ekmeğin yanına katık almayı unuttuğu için, oğlunu orada bir yere bırakır ve kendisi tekrar eve döner. Katık alıp geri geldiği zaman bakar ki, oğlunu bir kurt alıp götürmektedir. Arkasından koşar, fakat yetişemez.

Bir müddet üzülüp ağladıktan sonra efendisine ekmeğini getirir. Fakat meseleyi hiç söylemez. Oturup beraberce yemeklerini yerler, tam lokmayı ağzına koyacağı zaman, bir fakir gelir ve hemen o lokmayı fakire verir.

Nihayet akşam olur ve evlerine dönerlerken kadın bir de bakar ki, çocuğu koyduğu yere, kurt tekrar getirerek bırakır ve açık bîr lisanle:

— Ey kadın, o sadaka ettiğin son lokman sebebi ile Cenabı Hak, oğlunu bize yedirmedi. Muhakkak Allahu Teâlâ Hazretleri ihsan ediverir, dünya ve âhirette ecir ve sevabını zayi etmez, der.

Kadın da evladını bağrına basar ve şükürler eder.

dua

Anonim" seçeneğiyle isim vermeden yorum yazılabilir.
"Adı/URL" seçeneğiyle sadece isim verilerek de yorum eklenebilir.

Yorum Gönder (0)
Daha yeni Daha eski